Bize Ebu Hayseme, ona Yezîd b. Harun, ona Asbağ b. Zeyd el-Cüheni, ona Kasım b. Ebu Eyyûb, ona da Saîd b. Cübeyr şöyle demiştir:
"Abdullah b. Abbas’a, Allah Teâlâ’nın, Mûsâ'ya (as) hitaben 'Seni türlü türlü imtihanlardan geçirdik' Tâhâ, 20/40 buyruğunu sordum ve 'Bu imtihanlar (fitûn) nedir?' dedim, bana 'Ey İbn Cübeyr, bu konu uzun bir hadistir, gündüz yeniden gel, sana anlatayım' dedi. Sabah olunca, İbn Abbas’a gittim ve bana “fitûn hadisini” anlatmasını istedim. Bunun üzerine şöyle dedi:"
"Firavun ve çevresindekiler, Allah Teâlâ’nın İbrahim'e (as), soyundan peygamberler ve hükümdarlar çıkaracağını vadetmesi hakkında konuşmaya başladılar. Aralarından bazıları 'İsrail oğulları bu vaadi bekliyor ve bunda hiç şüphe etmiyorlar' dediler. Onlar (Firavun ve ahalisi), bu kişinin Yusuf b. Yakub olduğunu sanıyorlardı. Ancak Yusuf ölünce 'İbrahim’e (as) verilen vaat bu değildir' dediler. Bunun üzerine Firavun onlara 'Sizin görüşünüz nedir?' diye sordu. Onlar da istişare edip 'Silahlı adamlar gönderelim, İsrail oğulları arasında dolaşsınlar, doğan her erkek çocuğu bulduklarında öldürsünler' kararında ittifak ettiler ve böyle de yaptılar. Ancak bir süre sonra baktılar ki İsrail oğullarının yaşlıları ölüyor, küçükleri ise doğar doğmaz öldürülüyor. O zaman birbirlerine 'Bu gidişle İsrail oğullarını tamamen yok edeceksiniz. Onlar bizim işlerimizi ve hizmetlerimizi yapıyorlar. Eğer yok olurlarsa, hizmet edecek kimse kalmaz' dediler. Bunun üzerine aralarında yeni bir karara vardılar ve 'Bir yıl doğan erkek çocukları öldürelim, bir yıl ise öldürmeyelim. Böylece hem nesilleri tükenmez, hem de bize karşı çoğalmalarından korkmayız' dediler. Bu sırada, Mûsâ’nın annesi Harun'a hamile kaldı. — Bu, çocukların öldürülmediği yıldı. Bu sebeple Harun'u açıkça, korkmadan doğurdu."
"Derken bir sonraki yıl, annesi Mûsâ’ya hamile kaldı. İçine bir kaygı ve hüzün düştü. İşte ey İbn Cübeyr, o imtihanlardan biri budur. Mûsâ, annesinin rahmindeyken bile, kendisi hakkında planlananlardan haberdar olmaksızın imtihanlara konu olmuştu. Allah Teâlâ, ona (Mûsâ’nın annesine) 'Korkma ve üzülme! Biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu peygamberlerden kılacağız' buyurdu. Kasas, 28/7 Allah, ona, doğum yaptığında çocuğunu bir sandık (tabut) içine koymasını ve nehre bırakmasını emretti. Kadın da doğum yapınca, bu emri yerine getirdi. Ancak çocuğu gözden kaybolunca şeytan ona gelip vesvese verdi. Kadın kendi kendine 'Ben ne yaptım. Oğlum yanımda kesilseydi, en azından onu kefenler, gömerdim. Ama şimdi onu denizin hayvanlarına, balıklara atmış oldum' dedi. Su, sandığı sürükleyip götürdü ve Firavun’un karısının hizmetçi kızlarının su almaya geldikleri yere kadar ulaştırdı. Onlar sandığı görünce aldılar. Açmak istediler. Fakat içlerinden biri 'Bu sandıkta belki de kıymetli bir şey vardır. Eğer sandığı açarsak, içinden ne çıkarsa çıksın, kralın hanımı bize inanmaz' dediler ve sandığı olduğu gibi, açmadan Firavun’un hanımına teslim ettiler. Kadın sandığı açınca, içinde bir erkek bebek gördü. Ona baktığı anda, kalbine öyle bir sevgi ilham edildi ki, o zamana kadar hiç kimseye karşı böyle bir sevgi duymamıştı. 'Mûsâ’nın annesinin kalbi bomboş kalmıştı' Kasas, 28/10 yani o anda kalbinde Musa'nın düşünmek dışında hiçbir düşünce kalmamıştı."
"Firavun’un (görevlendirdiği) cellatlar, (Bir bebeğin bulunduğu) haberini duyunca ellerinde bıçaklarla, çocuğu öldürmek için Firavun’un hanımına geldiler. İşte ey İbn Cübeyr, o imtihanlardan bir diğeri de budur. (Firavunun) karısı onlara 'Onu bırakın, Bu tek çocuk, İsrail oğullarını çoğaltmaz. Ben gidip Firavun’dan onu bana bağışlamasını isteyeyim. Eğer bana bağışlarsa, iyilik etmiş olursunuz, eğer öldürülmesini emrederse, o zaman sizi kınamam' dedi. Sonra Firavunun huzuruna gitti ve '(İzin ver) bu çocuk benim ve senin için bir göz aydınlığı olsun' dedi. Kasas, 28/10 Firavun 'Senin göz aydınlığın olur, ama benim olmaz, ben ona ihtiyaç duymam' dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) 'Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, eğer Firavun da karısı gibi 'Bu çocuk benim de göz aydınlığım olsun' deseydi, Allah onu da karısı gibi hidayete erdirirdi. Ancak Allah onu bundan mahrum etti."
"Sonra Firavun’un karısı, çevresindeki kadınlara, sütanne bulmaları için haber gönderdi. Mûsâ’ya bir sütanne seçmek istiyordu. Fakat hangi kadın onu emzirmeye kalktıysa, çocuk onun memesini kabul etmedi. Bu durum Firavun’un karısını endişelendirdi, Süt emmezse ölecek diye üzüldü. Bunun üzerine çocuğu dışarı çıkartıp çarşıya, insanların arasına götürmelerini emretti, belki bir sütanne bulurlar diye. Fakat hiçbir kadını kabul edip (emmedi). O sırada Mûsâ’nın annesi şaşkın ve perişandı, kızına 'Git, onun izini araştır, onun hakkında bir haber duyabiliyor musun? Oğlum hâlâ yaşıyor mu, yoksa denizin hayvanları tarafından yenildi mi?' dedi. Kadın, Allah’ın ona daha önce verdiği vaadi unutmuştu. Mûsâ’nın kız kardeşi (nehre bırakılan kardeşini) uzaktan gözetledi Kasas, 28/11“الْجُنُبُ” kelimesi uzaktan, bir şeyi kenardan, belli etmeden, izlemesi anlamına gelmektedir. Firavun’un hanımının hizmetçileri bir sütanne bulamayınca kız kardeşi sevinçle 'Size onu emzirecek, ona karşı merhametli olacak bir aileyi göstereyim mi?' dedi. Kasas, 28/12 Bunun üzerine onu (Mûsâ’nın kız kardeşini) yakalayıp 'Sen bu insanların ona karşı samimi olacaklarını nereden biliyorsun? Onları tanıyor musun?' diye sordular ve hatta söylediklerinden şüphe ettiler. İşte ey İbn Cübeyr, bu da imtihanlardan biridir. Kız kardeşi 'Onların ona samimiyetleri ve şefkatleri, kralın yakın çevresinden olma istekleri ve onun hizmetinden doğacak menfaat umudundandır' dedi. Bunun üzerine onu serbest bıraktılar. O da hemen annesinin yanına koştu ve olanları haber verdi. Mûsâ’nın annesi geldi. Çocuğu kucağına alınca, Mûsâ hemen memesini tuttu ve emmeye başladı; öyle ki yanları doygunlukla doldu. Derhal müjdeciler, Firavun’un karısına koştular ve 'Oğluna süt verecek bir kadın bulduk' dediler. Firavun’un karısı onları çağırdı. Mûsâ’nın annesi çocuğu da alarak huzuruna girdi. Kadın, Mûsâ’nın annesinin elinde çocuğun sakinleştiğini görünce 'Yanımda kal ve bu oğlumu emzir. Çünkü ben hiçbir şeyi onu sevdiğim kadar sevmedim' dedi. Mûsâ’nın annesi 'Ben evimi ve kendi çocuklarımı bırakamam, çünkü onlar da bana muhtaçtırlar. Eğer razı olursan, onu bana ver, evime götüreyim, orada bakayım. Elden gelen her iyiliği yaparım, ama evimi ve çocuklarımı bırakamam. O anda Mûsâ’nın annesi, Allah’ın ona verdiği (Biz onu sana geri döndüreceğiz) vaadini hatırlayıp Firavun’un karısına karşı direndi. Allah’ın sözünü mutlaka yerine getireceğine kesin olarak inandı ve o gün çocuğuyla birlikte evine döndü."
"Köy halkı (İsrail oğulları), Mûsâ aralarında bulunduğu sürece zorla çalıştırılmaktan, aşağılanmaya ve zulme uğramaktan korunmuş bir hâlde yaşamaya devam etti. Mûsâ büyüyüp serpilince, Firavun’un karısı Mûsâ’nın annesine 'Oğlumu bana göstermenizi istiyorum' dedi. Bunun üzerine Mûsâ’nın annesi, ona göstereceği bir gün için söz verdi. Firavun’un karısı ise hazine memurlarına, hizmetçilerine ve bakıcılarına 'Bugün oğlumu bir hediye ve ikramla karşılamayan hiç kimse kalmasın. Onun için yapılanları görmek istiyorum. Ayrıca aranızdan güvenilir birini göndereceğim, o, her birinizin oğlum için neler yaptığını sayıp yazacak (tespit edecek)' dedi. Böylece Mûsâ, annesinin evinden çıkıp Firavun'un karısının yanına gelene kadar, yol boyunca hediyeler, ikramlar ve şereflerle karşılandı. Onun yanına girince, kadın ona ihtimam gösterip, ikramlarda bulundu, sevinçle sarıldı ve annesine de (iyi terbiyesinden dolayı) hediyeler verdi. Ardından 'Şimdi onu Firavun’a götüreceğim, o da onu ihtimam göstersin ve onurlandırsın' dedi. Kadın, Mûsâ’yı alıp Firavun’un yanına girdi. Firavun çocuğu kucağına aldı. Fakat Mûsâ, Firavun’un sakalını yakaladı ve çekti, öyle ki neredeyse (başını) yere eğdi. Allah’ın düşmanlarından olan azgınlar, Firavun’a '(Durumu) görmüyor musun? Allah’ın İbrahim peygamberine verdiği vaadi hatırla. O (vadinde), bu çocuğun seni yıkacağını, seni alt edeceğini ve sana üstün geleceğini iddia etmişti' dediler. Bunun üzerine Firavun, katillerini (cellatlarını) çağırıp Mûsâ’yı öldürmelerini emretti. Ey İbn Cübeyr, işte imtihanlardan biri de budur. Allah Teâlâ, her beladan sonra Mûsâ’yı bir başka sınavla imtihan ediyordu. O sırada Firavun’un karısı aceleyle Firavun’a geldi ve 'Bana bağışladığın bu çocuk hakkında düşüncen nedir? Niye böyle davranıyorsun?' dedi. Firavun 'Görmüyor musun? (Allah İbrahim'e vaadinde) bu çocuğun, bana galip geleceğini, beni alt edeceğini söylüyor' dedi. Kadın 'O hâlde aramızda, gerçeği ortaya koyacak bir deneme yap. Ona iki parça kor (köz) ve iki inci getir ve bunları önüne koy. Eğer incilere uzanır, közlerden uzak durursa, onun akıllı bir çocuk olduğunu anlarsın. Ama közlere uzanır, incileri bırakırsa, o hâlde onun henüz bilinçli olmadığını ve masum olduğunu anlarsın. Zira akıllı bir kimse, inci yerine közleri almaz' dedi. Bu teklif kabul edildi. Mûsâ’nın önüne iki köz ve iki inci getirildi. Mûsâ elini uzattı ve közleri aldı. Onlar, ellerini yakmasından korkarak hemen közleri onun elinden aldılar. Kadın 'Çocuğun henüz akıllı olmadığını görüyor musun?' dedi. Böylece Allah Teâlâ, az daha onu öldürmeye niyetlenen Firavun’un kalbini Mûsâ’ya yönelmekten uzaklaştırdı. Zira Allah, emrini mutlaka gerçekleştirecektir."
"Mûsâ olgunluk çağına erişip bir erkek olduğunda, Firavun’un ailesinden hiç kimse, Mûsâ hayatta olduğu sürece, İsrail oğullarına ne zulmedebilir ne de onları zorla çalıştırabilirdi. Çünkü Mûsâ’nın varlığı, onların üzerinde bir koruma etkisi oluşturmuştu. Böylece İsrail oğulları, Firavun’un baskısından bir süre korunmuş oldular. Bir gün, Mûsâ şehirde dolaşırken, iki kişinin kavga ettiğini gördü. Bunlardan biri Firavun hanedanından bir Mısırlı, diğeri İsrail oğullarından bir adamdı. İsrail oğullarından olan adam, Mûsâ’dan yardım isteyip Firavun’un adamına karşı yardımına çağırdı. Mûsâ çok öfkelendi, çünkü o Mısırlı, Mûsâ’nın İsrailoğulları üzerindeki konumunu, onlara olan koruyuculuğunu biliyordu ve buna rağmen onlara saldırmıştı. (O dönemde halk), Mûsâ’nın İsrailoğullarından olduğunu bilmezdi. Yalnızca sütannesi olduğu bilinen kadını tanırlardı. Yani bu sırrı sadece Mûsâ’nın annesi biliyordu. Ancak Allah, Mûsâ’ya özel bir bilgi vermiş olabilir. Mûsâ öfkeyle adamı yumrukladı ve o adam ölüverdi. Bu olayı Allah’tan başka kimse görmedi, sadece Mûsâ ve o İsrail oğullarından olan adam şahit oldu. Bunun üzerine Mûsâ 'Bu, şeytanın işidir. Çünkü o apaçık bir düşman ve saptırıcıdır' dedi. Kasas, 28/15 Sonra da 'Rabbim! Ben nefsime zulmettim, beni bağışla' diye dua etti. Allah da onu bağışladı. Çünkü Allah, çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.' Kasas, 28/16 Ertesi gün Mûsâ şehirde korku içinde, olup biteni gözetleyerek dolaşıyordu. Bu sırada, Firavun’a 'İsrailoğullarından biri, Firavun’un halkından bir adamı öldürdü. Bizim için onlardan hakkını al, onlara musade etme' denildi. Firavun 'Bana o adamı öldüreni arayın ve kim olduğunu kesin olarak bilen bir şahit getirin. Çünkü bir kral, halkının menfaatiyle birlikte olsa da, delil ve kanıt olmadan kimseye ceza veremez. O hâlde bana bu işin aslını araştırın, gerçeği öğrenirsem sizin hakkınızı size teslim ederim' dedi."
"Firavun’un adamları, Mûsâ’yı aramak için şehirde dolaştılar ama ancak ona dair kesin bir iz bulamadılar. Derken ertesi gün, Mûsâ İsrail oğullarından olan aynı adamı gördü. Yine Firavun’un kavminden bir başka adamla kavga ediyordu. İsrailoğullarından olan kişi, yine Mûsâ’dan yardım istedi. Mûsâ, dün yaşadığı olaydan dolayı çok pişmandı, o günkü manzarayı da çirkin bulmuştu. Buna rağmen o İsrail oğullarından adam, Firavun’un adamına karşı tekrar Mûsâ’dan yardım isteyince, Mûsâ öfkelendi. Çünkü o İsrail oğullarından kişi, hem dünkü olaya sebep olmuş, hem de bugün aynı kavgayı tekrarlamıştı. Bu yüzden Mûsâ ona, sert bir şekilde 'Sen gerçekten apaçık bir azgınsın' Kasa, 26/18 dedi. Adam, Mûsâ’nın bu sözünü duyunca ona baktı ve Mûsâ’nın öfkesinin dünkü öfkesine benzediğini görünce, korkuya kapıldı ve Musa'nın Mısırlıyı değil de kendisini kast ettiğini düşündü. Oysa Mûsâ, onu değil, Mısırlıyı kastetmişti. Ancak İsrail oğullarından olan adam korktu ve yüksek sesle 'Ey Mûsâ! Dün bir adam öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek istiyorsun?' dedi Kasas, 28/19 Bu sözü, kendisini öldürmekten korktuğu için söylemişti. Aslında Mûsâ ona zarar vermek istememişti. Böylece ikisi tartışıp birbirinden uzaklaştılar. Fakat kavgada bulunan Mısırlı hemen kavmine ' İsaril oğullarından olan adamdan işittiği 'Dün bir adam öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek istiyorsun?' sözünü haber verdi. Bunun üzerine Firavun, cellatlarını çağırarak Mûsâ’yı öldürmelerini emretti. Firavun’un adamları, ana yoldan büyük bir kalabalık halinde yürüyerek Mûsâ’yı aramaya koyuldular. Onlar, onu yakalayacaklarından emindiler, bu yüzden hiç telaş etmeden, emin bir şekilde ilerliyorlardı. Ancak o sırada, Mûsâ’nın taraftarlarından bir adam, şehrin en uzak tarafından koşarak geldi, kısa bir yoldan gidip onları geçerek Mûsâ’ya ulaştı ve haberi verdi. Ey İbn Cübeyr, işte bu da o imtihanlardan biri de budur."
"Böylece Mûsâ, (Mısır’dan) çıktı ve Medyen tarafına yöneldi. Bu, onun hayatında karşılaştığı en büyük sıkıntılardan biriydi. O güne kadar böylesini yaşamamıştı. Ne bir azığı, ne de yol bilgisi vardı. Sadece Rabbi hakkındaki güzel zannı ve güveniyle yola koyuldu. Yolda 'Umarım Rabbim beni doğru yola iletir' dedi. Nihayet Mûsâ, Medyen suyuna (kuyusuna) vardığında, orada hayvanlarını sulayan bir grup insan gördü. Onlardan biraz uzakta ise iki genç kız, hayvanlarını tutarak geride bekliyorlardı. Kasas, 28/22-23 Yani başkalarının çekilmesini bekliyor, kendi hayvanlarını suya yaklaştırmıyorlardı. Mûsâ onlara 'Nedir sizin haliniz? Niçin insanlarla birlikte sulamıyorsunuz?' dedi. Onlar 'Bizim gücümüz toplumla itişip kakışmaya yetmez. Onlar sulayıp gittikten sonra biz sıra bekleriz' dediler. Bunun üzerine Mûsâ, onlar için hayvanlarını suladı. Öyle çok su çekti ki, oradaki çobanlar arasında en önce işini bitiren o oldu. Kızlar, hayvanlarını doyurup evlerine, babalarının yanına döndüler. Mûsâ ise bir ağacın altına çekildi, gölgede oturup 'Rabbim! Bana indirdiğin her hayra muhtacım' diye dua etti. Kasas, 28/24 Kızların babası Şuayb (as) onların bu kadar erken döndüklerini görünce şaşırdı. Çünkü sürüleri tok ve dolgun şekilde gelmişti. 'Bugün sizde bir tuhaflık var; hayırdır, ne oldu?' dedi. Onlar da olup biteni anlattılar. Mûsâ’nın, kendilerine yardım ettiğini, hayvanlarını suladığını, sonra da sessizce ayrıldığını söylediler. Bunun üzerine babaları, kızlarından birine 'Git, o adamı çağır da yaptığının karşılığını kendisine ödeyelim' dedi. Kasas, 28/25 (Kızlardan biri) Mûsâ’nın yanına gidip onu davet etti. Mûsâ onunla konuşunca (kızların babası Hz. Şuayb ) 'Korkma! Sen artık zalim bir topluluktan kurtuldun. Firavun’un da kavminin de burada bize hiçbir yetkisi yok. Biz onun ülkesinde değiliz' dedi. Kızlardan biri babasına 'Babacığım! Onu ücretli işçi olarak yanına al. Çünkü O, senin işçi olarak tutabileceğin en hayırlı kişi, güçlü ve güvenilir olandır' dedi. Babasını bir kıskançlık tuttu ve 'Onun güçlü ve güvenilir olduğunu nereden biliyorsun?' diye sordu. Kızı 'Onun gücünü, bizim için su çekerken gördüm. O kadar güçlüydü ki, bugüne kadar hiç kimsenin o kadar kuvvetle su çektiğini görmedim. Eminliğine gelince, ben ona doğru yürüdüğümde bana baktı, sonra kadın olduğumu anlayınca hemen başını eğdi. Ben mesajını iletinceye kadar da başını kaldırmadı. Ardından bana 'Sen arkamdan yürü ve bana yolu tarif et' dedi. Böyle davranan bir kimse, gerçekten güvenilir bir insandır' dedi. Babası bu sözleri duyunca rahatladı, kızının söylediklerine inandı ve Mûsâ hakkında hüsn-i zanda bulundu. Bunun üzerine Musa'ya 'Sana şu iki kızımdan birini, sekiz yıl benim için ücretle çalışman şartıyla nikâhlamak istiyorum. Eğer on yılı tamamlarsan, bu senin tarafından yapılmış bir iyilik olur. Zaten ben sana zorluk çıkarmak istemem. İnşallah beni salihlerden bulacaksın' dedi. Kasas, 28/27 Mûsâ bu teklifi kabul etti. Böylece sekiz yıllık hizmet süresi onun üzerine vacip oldu, iki yıl da kendi rızasıyla ekledi. Yani Allah, Mûsâ’nın o süreyi tamamlamasını diledi ve böylece toplam on yılı doldurdu. Said der ki: Bir gün Hristiyanlardan bir âlimle karşılaştım, bana 'Mûsâ, iki süreden hangisini tamamladı, biliyor musun?' diye sordu. Ben 'Hayır, bilmiyorum' dedim. O zamanlar ben bunu bilmiyordum. Daha sonra İbn Abbas’a rastladım, meseleyi ona sordum, bana 'Bilmiyor musun? Sekiz yıl Mûsâ üzerine vacipti. Allah’ın peygamberi, vacip olan bir şeyi eksik bırakmazdı. Ayrıca bilirsin ki Allah, Mûsâ’ya vadettiği müddeti eksiksiz tamamlatmıştır. O, on yılı tam olarak yerine getirmiştir' dedi. Sonra o Hristiyan âlime tekrar rastladım ve İbn Abbas’ın cevabını anlattım. 'Sana bunu anlatan kişi, senden daha bilgilidir' dedi. Ben de 'Evet, kesinlikle öyledir' dedim."
"Mûsâ ailesiyle birlikte yola çıktığında, ateşi görmesi, asasının ejderhaya dönüşmesi ve elinin parlak bir nur hâline gelmesi gibi, Allah’ın Kur’ân’da sana haber verdiği olaylar vuku buldu. Mûsâ (as), içinde bulunduğu korku ve endişeleri Allah’a arz etti. O, Firavun'un kavminden bir kişiyi öldürdüğü için endişeli, akıcı şekilde konuşamamaktan da tedirgindi. Çünkü Mûsâ’nın dilinde bir tutukluk vardı, bu da onun bazı kelimeleri açıkça söylemesine engel oluyordu. Bu yüzden Rabbinden, kardeşi Hârûn’u yardımcı kılmasını, kendisinin teleffuzda zorlandığı bir çok şeyi kendisi adına onun söylemesini Rabbinden niyaz etti. Allah Teâlâ da onun duasını kabul etti, dilindeki düğümü çözdü ve Harun'a vahyederek ona katılmasını emretti. Mûsâ, asasını eline aldı ve yola koyuldu. Nihayet kardeşi Harun'la buluştu. İkisi birlikte Firavun’a gittiler. Sarayın kapısında uzun süre beklediler, onlara hemen izin verilmedi. Sonunda, sıkı bir denetim ve perde arkasından görüşme izni çıktı. Mûsâ ve Harun 'Biz, senin Rabbinin elçileriyiz ' dediler. Firavun 'Peki, Rabbiniz kimdir? ey Musa' diye sordu. Onlar da, Allah Teâlâ’nın Kur’an’da haber verdiği şekilde Rablerini tanıttılar. Firavun 'Ne istiyorsunuz?' dedi ve daha önce Mûsâ’nın öldürdüğü adamı hatırlattı. Mûsâ da, Kur'an'da geçtiği üzere Kasas, 28/15–16 o konuda, senin de işittiğin, özrünü dile getirdi, sonra da 'Allah’a iman etmeni ve İsrail oğullarını benimle birlikte göndermeni istiyorum' dedi. Firavun, bu isteğe karşı çıktı ve 'Eğer doğru söylüyorsan, bana bir delil getir' dedi. Bunun üzerine Mûsâ asasını yere attı. Birden o asa, ağzını açmış koca bir yılana dönüştü ve hızla Firavun’a doğru yöneldi. Firavun, o devasa yılanın doğrudan kendisine geldiğini görünce korktu, tahtından atlayarak kendini yere attı ve yılana engel olması için Mûsâ’dan yardım istedi. Mûsâ duasıyla onu durdurdu. Ardından elini koynuna soktu, çıkardığında, herhangi bir hastalık, yani cüzzam hastalığı olmaksızın eli ışık gibi bembeyaz parlıyordu. Sonra elini tekrar yerine koydu, eli eski hâline döndü. Bunun üzerine Firavun, etrafındaki ileri gelenlerle istişare etti. Onlar 'Bu ikisi sihirbazdır. Sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve içinde bulunduğunuz üstün konumu — yani saltanatı, refahı —ellerinizden almak istiyorlar' dediler. Böylece Hz. Mûsâ’nın isteklerini reddettiler ve Firavun’a 'Sen onların işine karşı koymak istiyorsan, ülke sihirbazlarını topla. Onlar senin memleketinde çoktur. Onların sihri, Mûsâ’nın sihrini yener' dediler."
"Firavun, hemen ülkenin her tarafına adamlar gönderdi ve bütün usta sihirbazları topladı. Sihirbazlar huzuruna geldiklerinde 'Bu büyücü ne ile sihir yapıyor?' dediler. Onlara 'Yılanlarla, iplerle ve sopalarla sihir yapıyor' denildi. Bunun üzerine sihirbazlar 'Vallahi, yılanlarla, iplerle ve sopalarla yapılan sihri bizden daha iyi bilen kimse yoktur. Biz bu işte en mahir olanlarız. Eğer onu yenersek, ödülümüz ne olacak?' dediler. Firavun 'Siz benim yakınlarım ve özel dostlarım olursunuz. Sizin için istediğiniz her şeyi yapacağım' dedi. Böylece aralarında bayram (ziynet) günü buluşmak üzere sözleştiler, halk da kuşluk vakti meydanda toplanacaktı. Tâ-hâ, 20/59"
فَأَرْسَلَ فِي الْمَدِينَةِ، فَحَشَرَ لَهُ كُلَّ سَاحِرٍ مُتَعَالِمٍ، فَلَمَّا أَتَوْا فِرْعَوْنَ قَالُوا: بِمَ يَعْمَلُ هَذَا السَّاحِرُ؟ قَالُوا: يَعْمَلُ بِالْحَيَّاتِ، قَالُوا: فَلَا وَاللَّهِ مَا أَحَدٌ فِي الْأَرْضِ يَعْمَلُ السَّحَرَ بِالْحَيَّاتِ وَالْعِصِيِّ الَّذِي نَعْمَلُ، فَمَا أَجْرُنَا إِنْ نَحْنُ غَلَبْنَا؟ فَقَالَ لَهُمْ: إِنَّكُمْ أَقَارِبِي وَخَاصَّتِي، فَأَنَا صَانِعٌ إِلَيْكُمْ كُلَّ مَا أَحْبَبْتُمْ، فَتَوَاعَدُوا يَوْمَ الزِّينَةِ {وَأَنْ يُحْشَرَ النَّاسُ ضُحًى} طه: 59
Tercemesi:
Bize Ebu Hayseme, ona Yezîd b. Harun, ona Asbağ b. Zeyd el-Cüheni, ona Kasım b. Ebu Eyyûb, ona da Saîd b. Cübeyr şöyle demiştir:
"Abdullah b. Abbas’a, Allah Teâlâ’nın, Mûsâ'ya (as) hitaben 'Seni türlü türlü imtihanlardan geçirdik' Tâhâ, 20/40 buyruğunu sordum ve 'Bu imtihanlar (fitûn) nedir?' dedim, bana 'Ey İbn Cübeyr, bu konu uzun bir hadistir, gündüz yeniden gel, sana anlatayım' dedi. Sabah olunca, İbn Abbas’a gittim ve bana “fitûn hadisini” anlatmasını istedim. Bunun üzerine şöyle dedi:"
"Firavun ve çevresindekiler, Allah Teâlâ’nın İbrahim'e (as), soyundan peygamberler ve hükümdarlar çıkaracağını vadetmesi hakkında konuşmaya başladılar. Aralarından bazıları 'İsrail oğulları bu vaadi bekliyor ve bunda hiç şüphe etmiyorlar' dediler. Onlar (Firavun ve ahalisi), bu kişinin Yusuf b. Yakub olduğunu sanıyorlardı. Ancak Yusuf ölünce 'İbrahim’e (as) verilen vaat bu değildir' dediler. Bunun üzerine Firavun onlara 'Sizin görüşünüz nedir?' diye sordu. Onlar da istişare edip 'Silahlı adamlar gönderelim, İsrail oğulları arasında dolaşsınlar, doğan her erkek çocuğu bulduklarında öldürsünler' kararında ittifak ettiler ve böyle de yaptılar. Ancak bir süre sonra baktılar ki İsrail oğullarının yaşlıları ölüyor, küçükleri ise doğar doğmaz öldürülüyor. O zaman birbirlerine 'Bu gidişle İsrail oğullarını tamamen yok edeceksiniz. Onlar bizim işlerimizi ve hizmetlerimizi yapıyorlar. Eğer yok olurlarsa, hizmet edecek kimse kalmaz' dediler. Bunun üzerine aralarında yeni bir karara vardılar ve 'Bir yıl doğan erkek çocukları öldürelim, bir yıl ise öldürmeyelim. Böylece hem nesilleri tükenmez, hem de bize karşı çoğalmalarından korkmayız' dediler. Bu sırada, Mûsâ’nın annesi Harun'a hamile kaldı. — Bu, çocukların öldürülmediği yıldı. Bu sebeple Harun'u açıkça, korkmadan doğurdu."
"Derken bir sonraki yıl, annesi Mûsâ’ya hamile kaldı. İçine bir kaygı ve hüzün düştü. İşte ey İbn Cübeyr, o imtihanlardan biri budur. Mûsâ, annesinin rahmindeyken bile, kendisi hakkında planlananlardan haberdar olmaksızın imtihanlara konu olmuştu. Allah Teâlâ, ona (Mûsâ’nın annesine) 'Korkma ve üzülme! Biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu peygamberlerden kılacağız' buyurdu. Kasas, 28/7 Allah, ona, doğum yaptığında çocuğunu bir sandık (tabut) içine koymasını ve nehre bırakmasını emretti. Kadın da doğum yapınca, bu emri yerine getirdi. Ancak çocuğu gözden kaybolunca şeytan ona gelip vesvese verdi. Kadın kendi kendine 'Ben ne yaptım. Oğlum yanımda kesilseydi, en azından onu kefenler, gömerdim. Ama şimdi onu denizin hayvanlarına, balıklara atmış oldum' dedi. Su, sandığı sürükleyip götürdü ve Firavun’un karısının hizmetçi kızlarının su almaya geldikleri yere kadar ulaştırdı. Onlar sandığı görünce aldılar. Açmak istediler. Fakat içlerinden biri 'Bu sandıkta belki de kıymetli bir şey vardır. Eğer sandığı açarsak, içinden ne çıkarsa çıksın, kralın hanımı bize inanmaz' dediler ve sandığı olduğu gibi, açmadan Firavun’un hanımına teslim ettiler. Kadın sandığı açınca, içinde bir erkek bebek gördü. Ona baktığı anda, kalbine öyle bir sevgi ilham edildi ki, o zamana kadar hiç kimseye karşı böyle bir sevgi duymamıştı. 'Mûsâ’nın annesinin kalbi bomboş kalmıştı' Kasas, 28/10 yani o anda kalbinde Musa'nın düşünmek dışında hiçbir düşünce kalmamıştı."
"Firavun’un (görevlendirdiği) cellatlar, (Bir bebeğin bulunduğu) haberini duyunca ellerinde bıçaklarla, çocuğu öldürmek için Firavun’un hanımına geldiler. İşte ey İbn Cübeyr, o imtihanlardan bir diğeri de budur. (Firavunun) karısı onlara 'Onu bırakın, Bu tek çocuk, İsrail oğullarını çoğaltmaz. Ben gidip Firavun’dan onu bana bağışlamasını isteyeyim. Eğer bana bağışlarsa, iyilik etmiş olursunuz, eğer öldürülmesini emrederse, o zaman sizi kınamam' dedi. Sonra Firavunun huzuruna gitti ve '(İzin ver) bu çocuk benim ve senin için bir göz aydınlığı olsun' dedi. Kasas, 28/10 Firavun 'Senin göz aydınlığın olur, ama benim olmaz, ben ona ihtiyaç duymam' dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) 'Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, eğer Firavun da karısı gibi 'Bu çocuk benim de göz aydınlığım olsun' deseydi, Allah onu da karısı gibi hidayete erdirirdi. Ancak Allah onu bundan mahrum etti."
"Sonra Firavun’un karısı, çevresindeki kadınlara, sütanne bulmaları için haber gönderdi. Mûsâ’ya bir sütanne seçmek istiyordu. Fakat hangi kadın onu emzirmeye kalktıysa, çocuk onun memesini kabul etmedi. Bu durum Firavun’un karısını endişelendirdi, Süt emmezse ölecek diye üzüldü. Bunun üzerine çocuğu dışarı çıkartıp çarşıya, insanların arasına götürmelerini emretti, belki bir sütanne bulurlar diye. Fakat hiçbir kadını kabul edip (emmedi). O sırada Mûsâ’nın annesi şaşkın ve perişandı, kızına 'Git, onun izini araştır, onun hakkında bir haber duyabiliyor musun? Oğlum hâlâ yaşıyor mu, yoksa denizin hayvanları tarafından yenildi mi?' dedi. Kadın, Allah’ın ona daha önce verdiği vaadi unutmuştu. Mûsâ’nın kız kardeşi (nehre bırakılan kardeşini) uzaktan gözetledi Kasas, 28/11“الْجُنُبُ” kelimesi uzaktan, bir şeyi kenardan, belli etmeden, izlemesi anlamına gelmektedir. Firavun’un hanımının hizmetçileri bir sütanne bulamayınca kız kardeşi sevinçle 'Size onu emzirecek, ona karşı merhametli olacak bir aileyi göstereyim mi?' dedi. Kasas, 28/12 Bunun üzerine onu (Mûsâ’nın kız kardeşini) yakalayıp 'Sen bu insanların ona karşı samimi olacaklarını nereden biliyorsun? Onları tanıyor musun?' diye sordular ve hatta söylediklerinden şüphe ettiler. İşte ey İbn Cübeyr, bu da imtihanlardan biridir. Kız kardeşi 'Onların ona samimiyetleri ve şefkatleri, kralın yakın çevresinden olma istekleri ve onun hizmetinden doğacak menfaat umudundandır' dedi. Bunun üzerine onu serbest bıraktılar. O da hemen annesinin yanına koştu ve olanları haber verdi. Mûsâ’nın annesi geldi. Çocuğu kucağına alınca, Mûsâ hemen memesini tuttu ve emmeye başladı; öyle ki yanları doygunlukla doldu. Derhal müjdeciler, Firavun’un karısına koştular ve 'Oğluna süt verecek bir kadın bulduk' dediler. Firavun’un karısı onları çağırdı. Mûsâ’nın annesi çocuğu da alarak huzuruna girdi. Kadın, Mûsâ’nın annesinin elinde çocuğun sakinleştiğini görünce 'Yanımda kal ve bu oğlumu emzir. Çünkü ben hiçbir şeyi onu sevdiğim kadar sevmedim' dedi. Mûsâ’nın annesi 'Ben evimi ve kendi çocuklarımı bırakamam, çünkü onlar da bana muhtaçtırlar. Eğer razı olursan, onu bana ver, evime götüreyim, orada bakayım. Elden gelen her iyiliği yaparım, ama evimi ve çocuklarımı bırakamam. O anda Mûsâ’nın annesi, Allah’ın ona verdiği (Biz onu sana geri döndüreceğiz) vaadini hatırlayıp Firavun’un karısına karşı direndi. Allah’ın sözünü mutlaka yerine getireceğine kesin olarak inandı ve o gün çocuğuyla birlikte evine döndü."
"Köy halkı (İsrail oğulları), Mûsâ aralarında bulunduğu sürece zorla çalıştırılmaktan, aşağılanmaya ve zulme uğramaktan korunmuş bir hâlde yaşamaya devam etti. Mûsâ büyüyüp serpilince, Firavun’un karısı Mûsâ’nın annesine 'Oğlumu bana göstermenizi istiyorum' dedi. Bunun üzerine Mûsâ’nın annesi, ona göstereceği bir gün için söz verdi. Firavun’un karısı ise hazine memurlarına, hizmetçilerine ve bakıcılarına 'Bugün oğlumu bir hediye ve ikramla karşılamayan hiç kimse kalmasın. Onun için yapılanları görmek istiyorum. Ayrıca aranızdan güvenilir birini göndereceğim, o, her birinizin oğlum için neler yaptığını sayıp yazacak (tespit edecek)' dedi. Böylece Mûsâ, annesinin evinden çıkıp Firavun'un karısının yanına gelene kadar, yol boyunca hediyeler, ikramlar ve şereflerle karşılandı. Onun yanına girince, kadın ona ihtimam gösterip, ikramlarda bulundu, sevinçle sarıldı ve annesine de (iyi terbiyesinden dolayı) hediyeler verdi. Ardından 'Şimdi onu Firavun’a götüreceğim, o da onu ihtimam göstersin ve onurlandırsın' dedi. Kadın, Mûsâ’yı alıp Firavun’un yanına girdi. Firavun çocuğu kucağına aldı. Fakat Mûsâ, Firavun’un sakalını yakaladı ve çekti, öyle ki neredeyse (başını) yere eğdi. Allah’ın düşmanlarından olan azgınlar, Firavun’a '(Durumu) görmüyor musun? Allah’ın İbrahim peygamberine verdiği vaadi hatırla. O (vadinde), bu çocuğun seni yıkacağını, seni alt edeceğini ve sana üstün geleceğini iddia etmişti' dediler. Bunun üzerine Firavun, katillerini (cellatlarını) çağırıp Mûsâ’yı öldürmelerini emretti. Ey İbn Cübeyr, işte imtihanlardan biri de budur. Allah Teâlâ, her beladan sonra Mûsâ’yı bir başka sınavla imtihan ediyordu. O sırada Firavun’un karısı aceleyle Firavun’a geldi ve 'Bana bağışladığın bu çocuk hakkında düşüncen nedir? Niye böyle davranıyorsun?' dedi. Firavun 'Görmüyor musun? (Allah İbrahim'e vaadinde) bu çocuğun, bana galip geleceğini, beni alt edeceğini söylüyor' dedi. Kadın 'O hâlde aramızda, gerçeği ortaya koyacak bir deneme yap. Ona iki parça kor (köz) ve iki inci getir ve bunları önüne koy. Eğer incilere uzanır, közlerden uzak durursa, onun akıllı bir çocuk olduğunu anlarsın. Ama közlere uzanır, incileri bırakırsa, o hâlde onun henüz bilinçli olmadığını ve masum olduğunu anlarsın. Zira akıllı bir kimse, inci yerine közleri almaz' dedi. Bu teklif kabul edildi. Mûsâ’nın önüne iki köz ve iki inci getirildi. Mûsâ elini uzattı ve közleri aldı. Onlar, ellerini yakmasından korkarak hemen közleri onun elinden aldılar. Kadın 'Çocuğun henüz akıllı olmadığını görüyor musun?' dedi. Böylece Allah Teâlâ, az daha onu öldürmeye niyetlenen Firavun’un kalbini Mûsâ’ya yönelmekten uzaklaştırdı. Zira Allah, emrini mutlaka gerçekleştirecektir."
"Mûsâ olgunluk çağına erişip bir erkek olduğunda, Firavun’un ailesinden hiç kimse, Mûsâ hayatta olduğu sürece, İsrail oğullarına ne zulmedebilir ne de onları zorla çalıştırabilirdi. Çünkü Mûsâ’nın varlığı, onların üzerinde bir koruma etkisi oluşturmuştu. Böylece İsrail oğulları, Firavun’un baskısından bir süre korunmuş oldular. Bir gün, Mûsâ şehirde dolaşırken, iki kişinin kavga ettiğini gördü. Bunlardan biri Firavun hanedanından bir Mısırlı, diğeri İsrail oğullarından bir adamdı. İsrail oğullarından olan adam, Mûsâ’dan yardım isteyip Firavun’un adamına karşı yardımına çağırdı. Mûsâ çok öfkelendi, çünkü o Mısırlı, Mûsâ’nın İsrailoğulları üzerindeki konumunu, onlara olan koruyuculuğunu biliyordu ve buna rağmen onlara saldırmıştı. (O dönemde halk), Mûsâ’nın İsrailoğullarından olduğunu bilmezdi. Yalnızca sütannesi olduğu bilinen kadını tanırlardı. Yani bu sırrı sadece Mûsâ’nın annesi biliyordu. Ancak Allah, Mûsâ’ya özel bir bilgi vermiş olabilir. Mûsâ öfkeyle adamı yumrukladı ve o adam ölüverdi. Bu olayı Allah’tan başka kimse görmedi, sadece Mûsâ ve o İsrail oğullarından olan adam şahit oldu. Bunun üzerine Mûsâ 'Bu, şeytanın işidir. Çünkü o apaçık bir düşman ve saptırıcıdır' dedi. Kasas, 28/15 Sonra da 'Rabbim! Ben nefsime zulmettim, beni bağışla' diye dua etti. Allah da onu bağışladı. Çünkü Allah, çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.' Kasas, 28/16 Ertesi gün Mûsâ şehirde korku içinde, olup biteni gözetleyerek dolaşıyordu. Bu sırada, Firavun’a 'İsrailoğullarından biri, Firavun’un halkından bir adamı öldürdü. Bizim için onlardan hakkını al, onlara musade etme' denildi. Firavun 'Bana o adamı öldüreni arayın ve kim olduğunu kesin olarak bilen bir şahit getirin. Çünkü bir kral, halkının menfaatiyle birlikte olsa da, delil ve kanıt olmadan kimseye ceza veremez. O hâlde bana bu işin aslını araştırın, gerçeği öğrenirsem sizin hakkınızı size teslim ederim' dedi."
"Firavun’un adamları, Mûsâ’yı aramak için şehirde dolaştılar ama ancak ona dair kesin bir iz bulamadılar. Derken ertesi gün, Mûsâ İsrail oğullarından olan aynı adamı gördü. Yine Firavun’un kavminden bir başka adamla kavga ediyordu. İsrailoğullarından olan kişi, yine Mûsâ’dan yardım istedi. Mûsâ, dün yaşadığı olaydan dolayı çok pişmandı, o günkü manzarayı da çirkin bulmuştu. Buna rağmen o İsrail oğullarından adam, Firavun’un adamına karşı tekrar Mûsâ’dan yardım isteyince, Mûsâ öfkelendi. Çünkü o İsrail oğullarından kişi, hem dünkü olaya sebep olmuş, hem de bugün aynı kavgayı tekrarlamıştı. Bu yüzden Mûsâ ona, sert bir şekilde 'Sen gerçekten apaçık bir azgınsın' Kasa, 26/18 dedi. Adam, Mûsâ’nın bu sözünü duyunca ona baktı ve Mûsâ’nın öfkesinin dünkü öfkesine benzediğini görünce, korkuya kapıldı ve Musa'nın Mısırlıyı değil de kendisini kast ettiğini düşündü. Oysa Mûsâ, onu değil, Mısırlıyı kastetmişti. Ancak İsrail oğullarından olan adam korktu ve yüksek sesle 'Ey Mûsâ! Dün bir adam öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek istiyorsun?' dedi Kasas, 28/19 Bu sözü, kendisini öldürmekten korktuğu için söylemişti. Aslında Mûsâ ona zarar vermek istememişti. Böylece ikisi tartışıp birbirinden uzaklaştılar. Fakat kavgada bulunan Mısırlı hemen kavmine ' İsaril oğullarından olan adamdan işittiği 'Dün bir adam öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek istiyorsun?' sözünü haber verdi. Bunun üzerine Firavun, cellatlarını çağırarak Mûsâ’yı öldürmelerini emretti. Firavun’un adamları, ana yoldan büyük bir kalabalık halinde yürüyerek Mûsâ’yı aramaya koyuldular. Onlar, onu yakalayacaklarından emindiler, bu yüzden hiç telaş etmeden, emin bir şekilde ilerliyorlardı. Ancak o sırada, Mûsâ’nın taraftarlarından bir adam, şehrin en uzak tarafından koşarak geldi, kısa bir yoldan gidip onları geçerek Mûsâ’ya ulaştı ve haberi verdi. Ey İbn Cübeyr, işte bu da o imtihanlardan biri de budur."
"Böylece Mûsâ, (Mısır’dan) çıktı ve Medyen tarafına yöneldi. Bu, onun hayatında karşılaştığı en büyük sıkıntılardan biriydi. O güne kadar böylesini yaşamamıştı. Ne bir azığı, ne de yol bilgisi vardı. Sadece Rabbi hakkındaki güzel zannı ve güveniyle yola koyuldu. Yolda 'Umarım Rabbim beni doğru yola iletir' dedi. Nihayet Mûsâ, Medyen suyuna (kuyusuna) vardığında, orada hayvanlarını sulayan bir grup insan gördü. Onlardan biraz uzakta ise iki genç kız, hayvanlarını tutarak geride bekliyorlardı. Kasas, 28/22-23 Yani başkalarının çekilmesini bekliyor, kendi hayvanlarını suya yaklaştırmıyorlardı. Mûsâ onlara 'Nedir sizin haliniz? Niçin insanlarla birlikte sulamıyorsunuz?' dedi. Onlar 'Bizim gücümüz toplumla itişip kakışmaya yetmez. Onlar sulayıp gittikten sonra biz sıra bekleriz' dediler. Bunun üzerine Mûsâ, onlar için hayvanlarını suladı. Öyle çok su çekti ki, oradaki çobanlar arasında en önce işini bitiren o oldu. Kızlar, hayvanlarını doyurup evlerine, babalarının yanına döndüler. Mûsâ ise bir ağacın altına çekildi, gölgede oturup 'Rabbim! Bana indirdiğin her hayra muhtacım' diye dua etti. Kasas, 28/24 Kızların babası Şuayb (as) onların bu kadar erken döndüklerini görünce şaşırdı. Çünkü sürüleri tok ve dolgun şekilde gelmişti. 'Bugün sizde bir tuhaflık var; hayırdır, ne oldu?' dedi. Onlar da olup biteni anlattılar. Mûsâ’nın, kendilerine yardım ettiğini, hayvanlarını suladığını, sonra da sessizce ayrıldığını söylediler. Bunun üzerine babaları, kızlarından birine 'Git, o adamı çağır da yaptığının karşılığını kendisine ödeyelim' dedi. Kasas, 28/25 (Kızlardan biri) Mûsâ’nın yanına gidip onu davet etti. Mûsâ onunla konuşunca (kızların babası Hz. Şuayb ) 'Korkma! Sen artık zalim bir topluluktan kurtuldun. Firavun’un da kavminin de burada bize hiçbir yetkisi yok. Biz onun ülkesinde değiliz' dedi. Kızlardan biri babasına 'Babacığım! Onu ücretli işçi olarak yanına al. Çünkü O, senin işçi olarak tutabileceğin en hayırlı kişi, güçlü ve güvenilir olandır' dedi. Babasını bir kıskançlık tuttu ve 'Onun güçlü ve güvenilir olduğunu nereden biliyorsun?' diye sordu. Kızı 'Onun gücünü, bizim için su çekerken gördüm. O kadar güçlüydü ki, bugüne kadar hiç kimsenin o kadar kuvvetle su çektiğini görmedim. Eminliğine gelince, ben ona doğru yürüdüğümde bana baktı, sonra kadın olduğumu anlayınca hemen başını eğdi. Ben mesajını iletinceye kadar da başını kaldırmadı. Ardından bana 'Sen arkamdan yürü ve bana yolu tarif et' dedi. Böyle davranan bir kimse, gerçekten güvenilir bir insandır' dedi. Babası bu sözleri duyunca rahatladı, kızının söylediklerine inandı ve Mûsâ hakkında hüsn-i zanda bulundu. Bunun üzerine Musa'ya 'Sana şu iki kızımdan birini, sekiz yıl benim için ücretle çalışman şartıyla nikâhlamak istiyorum. Eğer on yılı tamamlarsan, bu senin tarafından yapılmış bir iyilik olur. Zaten ben sana zorluk çıkarmak istemem. İnşallah beni salihlerden bulacaksın' dedi. Kasas, 28/27 Mûsâ bu teklifi kabul etti. Böylece sekiz yıllık hizmet süresi onun üzerine vacip oldu, iki yıl da kendi rızasıyla ekledi. Yani Allah, Mûsâ’nın o süreyi tamamlamasını diledi ve böylece toplam on yılı doldurdu. Said der ki: Bir gün Hristiyanlardan bir âlimle karşılaştım, bana 'Mûsâ, iki süreden hangisini tamamladı, biliyor musun?' diye sordu. Ben 'Hayır, bilmiyorum' dedim. O zamanlar ben bunu bilmiyordum. Daha sonra İbn Abbas’a rastladım, meseleyi ona sordum, bana 'Bilmiyor musun? Sekiz yıl Mûsâ üzerine vacipti. Allah’ın peygamberi, vacip olan bir şeyi eksik bırakmazdı. Ayrıca bilirsin ki Allah, Mûsâ’ya vadettiği müddeti eksiksiz tamamlatmıştır. O, on yılı tam olarak yerine getirmiştir' dedi. Sonra o Hristiyan âlime tekrar rastladım ve İbn Abbas’ın cevabını anlattım. 'Sana bunu anlatan kişi, senden daha bilgilidir' dedi. Ben de 'Evet, kesinlikle öyledir' dedim."
"Mûsâ ailesiyle birlikte yola çıktığında, ateşi görmesi, asasının ejderhaya dönüşmesi ve elinin parlak bir nur hâline gelmesi gibi, Allah’ın Kur’ân’da sana haber verdiği olaylar vuku buldu. Mûsâ (as), içinde bulunduğu korku ve endişeleri Allah’a arz etti. O, Firavun'un kavminden bir kişiyi öldürdüğü için endişeli, akıcı şekilde konuşamamaktan da tedirgindi. Çünkü Mûsâ’nın dilinde bir tutukluk vardı, bu da onun bazı kelimeleri açıkça söylemesine engel oluyordu. Bu yüzden Rabbinden, kardeşi Hârûn’u yardımcı kılmasını, kendisinin teleffuzda zorlandığı bir çok şeyi kendisi adına onun söylemesini Rabbinden niyaz etti. Allah Teâlâ da onun duasını kabul etti, dilindeki düğümü çözdü ve Harun'a vahyederek ona katılmasını emretti. Mûsâ, asasını eline aldı ve yola koyuldu. Nihayet kardeşi Harun'la buluştu. İkisi birlikte Firavun’a gittiler. Sarayın kapısında uzun süre beklediler, onlara hemen izin verilmedi. Sonunda, sıkı bir denetim ve perde arkasından görüşme izni çıktı. Mûsâ ve Harun 'Biz, senin Rabbinin elçileriyiz ' dediler. Firavun 'Peki, Rabbiniz kimdir? ey Musa' diye sordu. Onlar da, Allah Teâlâ’nın Kur’an’da haber verdiği şekilde Rablerini tanıttılar. Firavun 'Ne istiyorsunuz?' dedi ve daha önce Mûsâ’nın öldürdüğü adamı hatırlattı. Mûsâ da, Kur'an'da geçtiği üzere Kasas, 28/15–16 o konuda, senin de işittiğin, özrünü dile getirdi, sonra da 'Allah’a iman etmeni ve İsrail oğullarını benimle birlikte göndermeni istiyorum' dedi. Firavun, bu isteğe karşı çıktı ve 'Eğer doğru söylüyorsan, bana bir delil getir' dedi. Bunun üzerine Mûsâ asasını yere attı. Birden o asa, ağzını açmış koca bir yılana dönüştü ve hızla Firavun’a doğru yöneldi. Firavun, o devasa yılanın doğrudan kendisine geldiğini görünce korktu, tahtından atlayarak kendini yere attı ve yılana engel olması için Mûsâ’dan yardım istedi. Mûsâ duasıyla onu durdurdu. Ardından elini koynuna soktu, çıkardığında, herhangi bir hastalık, yani cüzzam hastalığı olmaksızın eli ışık gibi bembeyaz parlıyordu. Sonra elini tekrar yerine koydu, eli eski hâline döndü. Bunun üzerine Firavun, etrafındaki ileri gelenlerle istişare etti. Onlar 'Bu ikisi sihirbazdır. Sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve içinde bulunduğunuz üstün konumu — yani saltanatı, refahı —ellerinizden almak istiyorlar' dediler. Böylece Hz. Mûsâ’nın isteklerini reddettiler ve Firavun’a 'Sen onların işine karşı koymak istiyorsan, ülke sihirbazlarını topla. Onlar senin memleketinde çoktur. Onların sihri, Mûsâ’nın sihrini yener' dediler."
"Firavun, hemen ülkenin her tarafına adamlar gönderdi ve bütün usta sihirbazları topladı. Sihirbazlar huzuruna geldiklerinde 'Bu büyücü ne ile sihir yapıyor?' dediler. Onlara 'Yılanlarla, iplerle ve sopalarla sihir yapıyor' denildi. Bunun üzerine sihirbazlar 'Vallahi, yılanlarla, iplerle ve sopalarla yapılan sihri bizden daha iyi bilen kimse yoktur. Biz bu işte en mahir olanlarız. Eğer onu yenersek, ödülümüz ne olacak?' dediler. Firavun 'Siz benim yakınlarım ve özel dostlarım olursunuz. Sizin için istediğiniz her şeyi yapacağım' dedi. Böylece aralarında bayram (ziynet) günü buluşmak üzere sözleştiler, halk da kuşluk vakti meydanda toplanacaktı. Tâ-hâ, 20/59"
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Ya'lâ el-Mevsılî, Müsned-i Ebû Ya'la, İbn Abbas 2618, 5/10
Senetler:
1. İbn Abbas Abdullah b. Abbas el-Kuraşî (Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
Konular:
Bize Ömer b. Saîd b. Sinân Menbic'de, ona Ahmed b. Ebu Bekir, ona Malik, ona Sümey, ona Ebu Salih, ona da Ebu Hureyre'nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
"Şayet insanlar ezan okumak ile ilk saftaki fazileti bilselerdi bunlara ulaşmak için kura çekmekten başka yol olmasaydı, mutlaka kura çekerlerdi. Namazı ilk vaktinde kılmanın faziletini bilselerdi, bunun için yarışırlardı. Yatsı ve sabah namazlarındaki fazileti bilselerdi, emekleyerek dahi olsa namaza giderlerdi."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
230949, İHS001659
Hadis:
1659 - أَخْبَرَنَا عُمَرُ بْنُ سَعِيدِ بْنِ سِنَانٍ بِمَنْبِجَ، أَخْبَرَنَا أَحْمَدُ بْنُ أَبِي بَكْرٍ، عَنْ مَالِكٍ، عَنْ سُمَيٍّ، عَنْ أَبِي صَالِحٍ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «لَوْ يَعْلَمُ النَّاسُ مَا فِي النِّدَاءِ وَالصَّفِّ الْأَوَّلِ ثُمَّ لَمْ يَجِدُوا إِلَّا أَنْ يَسْتَهِمُوا عَلَيْهِ لَاسْتَهَمُوا عَلَيْهِ، وَلَوْ يَعْلَمُونَ مَا فِي الْعَتَمَةِ وَالصُّبْحِ لَأَتَوْهُمَا وَلَوْ حَبْوًا»
Tercemesi:
Bize Ömer b. Saîd b. Sinân Menbic'de, ona Ahmed b. Ebu Bekir, ona Malik, ona Sümey, ona Ebu Salih, ona da Ebu Hureyre'nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
"Şayet insanlar ezan okumak ile ilk saftaki fazileti bilselerdi bunlara ulaşmak için kura çekmekten başka yol olmasaydı, mutlaka kura çekerlerdi. Namazı ilk vaktinde kılmanın faziletini bilselerdi, bunun için yarışırlardı. Yatsı ve sabah namazlarındaki fazileti bilselerdi, emekleyerek dahi olsa namaza giderlerdi."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Hibban, Sahih-i İbn Hibban, Salât 1659, 4/543
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
Konular:
Öneri Formu
Hadis Id, No:
231027, İHS001737
Hadis:
1737 - أَخْبَرَنَا عُمَرُ بْنُ سَعِيدِ بْنِ سِنَانٍ الطَّائِيُّ، الْفَقِيهُ بِمَنْبِجَ، حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ أَبِي بَكْرٍ، عَنْ مَالِكٍ، عَنْ أَبِي الزِّنَادِ، عَنِ الْأَعْرَجِ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: «يَتَعَاقَبُونَ فِيكُمْ مَلَائِكَةٌ بِاللَّيْلِ، وَمَلَائِكَةٌ بِالنَّهَارِ، وَيَجْتَمِعُونَ فِي صَلَاةِ الْفَجْرِ وَصَلَاةِ الْعَصْرِ، ثُمَّ يَعْرُجُ الَّذِينَ بَاتُوا فِيكُمْ، فَيَسْأَلُهُمْ، وَهُوَ أَعْلَمُ، كَيْفَ تَرَكْتُمْ عِبَادِي؟ فَيَقُولُونَ: تَرَكْنَاهُمْ وَهُمْ يُصَلُّونَ، وَأَتَيْنَاهُمْ وَهُمْ يُصَلُّونَ»
قَالَ أَبُو حَاتِمٍ: «فِي هَذَا الْخَبَرِ بَيَانٌ وَاضِحٌ بِأَنَّ مَلَائِكَةَ اللَّيْلِ إِنَّمَا تَنْزِلُ وَالنَّاسُ فِي صَلَاةِ الْعَصْرِ، وَحِينَئِذٍ تَصْعَدُ مَلَائِكَةُ النَّهَارِ، ضِدَّ قَوْلِ مَنْ زَعَمَ أَنَّ مَلَائِكَةَ اللَّيْلِ تَنْزِلُ بَعْدَ غُرُوبِ الشَّمْسِ»
Tercemesi:
Bize Ömer İbn Saîd İbn Sinân et-Tâî el-Fakîh, Menbic'de haber verdi: Ahmed İbn Ebû Bekr bize Mâlik'ten, o da Ebu'z-Zinâd'dan, o da el-A'rec'den, o da Ebû Hureyre'den, Allâh'ın Elçisi (sas)'in şöyle buyurduğunu haber verdi:
Gece melekleri ve gündüz melekleri aranızda nöbetleşirler. Sabah ve ikindi namazlarında bir araya gelirler. Sonra, geceyi aranızda geçirmiş olanlar göğe yükselir ve Allâh onlara -kendisi en iyi bildiği halde- şöyle sorar: Kullarımı ne halde bıraktınız? Derler ki: Onlardan ayrıldığımızda namaz kılıyorlardı, onların yanına vardığımızda da namaz kılıyorlardı.
Ebû Hâtim (İbn Hibbân): Bu haberde, gece meleklerinin, insanlar ikindi namazındayken indikleri açıkça ifade edilmektedir. İşte tam bu anda, gündüz melekleri göğe yükselir. Bu da, gece meleklerinin güneş battıktan sonra indiği iddiasını çürütür.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Hibban, Sahih-i İbn Hibban, Salât 1737, 5/29
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
Konular:
Öneri Formu
Hadis Id, No:
231313, İHS002022
Hadis:
2022 - أَخْبَرَنَا أَبُو يَعْلَى، قَالَ: حَدَّثَنَا دَاوُدُ بْنُ رُشَيْدٍ، قَالَ: حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ بْنُ مُسْلِمٍ، عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ حَسَّانَ الْكِنَانِيِّ، عَنْ مُسْلِمِ بْنِ الْحَارِثِ بْنِ مُسْلِمٍ التَّمِيمِيِّ، عَنْ أَبِيهِ، قَالَ: بَعَثَنَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي سَرِيَّةٍ، فَلَمَّا بَلَغْنَا الْمُغَارَ، اسْتَحْثَثْتُ فَرَسِي، فَسَبَقْتُ أَصْحَابِي، فَتَلَقَّانِي الْحَيُّ بِالرَّنِينِ، فَقُلْتُ: قُولُوا: لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ تُحَرَّزُوا، فَقَالُوهَا، فَلَامَنِي أَصْحَابِي، وَقَالُوا: حُرِمْنَا الْغَنِيمَةَ بَعْدَ أَنْ رُدَّتْ بِأَيْدِينَا، فَلَمَّا قَدِمْنَا عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، أَخْبَرُوهُ بِمَا صَنَعْتُ، فَدَعَانِي، فَحَسَّنَ لِي مَا صَنَعْتُ، وَقَالَ: «أَمَا إِنَّ اللَّهَ قَدْ كَتَبَ لَكَ بِكُلِّ إِنْسَانٍ مِنْهُمْ كَذَا وَكَذَا».
قَالَ عَبْدُ الرَّحْمَنِ: فَأَنَا نَسِيتُ الثَّوَابَ، قَالَ: ثُمَّ قَالَ لِي: «إِنِّي سَأَكْتُبُ لَكَ كِتَابًا، وَأُوصِي بِكَ مَنْ يَكُونُ بَعْدِي مِنْ أَئِمَّةِ الْمُسْلِمِينَ» قَالَ: فَكَتَبَ لِي كِتَابًا، وَخَتَمَ عَلَيْهِ، وَدَفَعَهُ إِلَيَّ وَقَالَ: «إِذَا صَلَّيْتَ الْمَغْرِبَ، فَقُلْ قَبْلَ أَنْ تُكَلِّمَ أَحَدًا: اللَّهُمَّ أَجِرْنِي مِنَ النَّارِ سَبْعَ مَرَّاتٍ، فَإِنَّكَ إِنْ مُتَّ مِنْ لَيْلَتِكَ تِلْكَ كَتَبَ اللَّهُ لَكَ جَوَازًا مِنَ النَّارِ، وَإِذَا صَلَّيْتَ الصُّبْحَ فَقُلْ قَبْلَ أَنْ تُكَلِّمَ أَحَدًا: اللَّهُمَّ أَجِرْنِي مِنَ النَّارِ سَبْعَ مَرَّاتٍ، فَإِنَّكَ إِنْ مُتَّ مِنْ يَوْمِكَ ذَلِكَ كَتَبَ اللَّهُ لَكَ جَوَازًا مِنَ النَّارِ» قَالَ: فَلَمَّا قَبَضَ اللَّهُ رَسُولَهُ، أَتَيْتُ أَبَا بَكْرٍ بِالْكِتَابِ، فَفَضَّهُ، فَقَرَأَهُ وَأَمَرَ لِي بِعَطَاءٍ وَخَتَمَ عَلَيْهِ، ثُمَّ أَتَيْتُ بِهِ عُمَرَ، فَقَرَأَهُ، وَأَمَرَ لِي، وَخَتَمَ عَلَيْهِ، ثُمَّ أَتَيْتُ بِهِ عُثْمَانَ، فَفَعَلَ مِثْلَ ذَلِكَ.
قَالَ مُسْلِمُ بْنُ الْحَارِثِ: تُوُفِّيَ الْحَارِثُ بْنُ مُسْلِمٍ فِي خِلَافَةِ عُثْمَانَ، وَتَرَكَ الْكِتَابَ عِنْدَنَا، فَلَمْ يَزَلْ عِنْدَنَا حَتَّى كَتَبَ عُمَرُ بْنُ عَبْدِ الْعَزِيزِ إِلَى الْوَالِي بِبَلَدِنَا يَأْمُرُهُ بِإِشْخَاصِي إِلَيْهِ وَالْكِتَابَ، فَقَدِمْتُ عَلَيْهِ، فَفَضَّهُ، وَأَمَرَ لِي، وَخَتَمَ عَلَيْهِ، وَقَالَ: أَمَا إِنِّي لَوْ شِئْتُ أَنْ يَأْتِيَكَ ذَلِكَ وَأَنْتَ فِي مَنْزِلِكَ فَعَلْتُ، وَلَكِنْ أَحْبَبْتُ أَنْ تُحَدِّثَنِي بِالْحَدِيثِ عَلَى وَجْهِهِ، قَالَ: فَحَدَّثْتُهُ.
Tercemesi:
Bize Ebû Ya'lâ haber verdi: Bize Dâvûd İbn Ruşeyd anlattı: El-Velîd İbn Müslim bize, Abdurrahmân İbn Hassân el-Kinânî'den, o da Müslim İbnu'l-Hâris İbn Müslim et-Temîmî'den, o da babasından anlattı:
Allah'ın Elçisi (s.a.v.) bizi bir müfreze ile gönderdi. Mağaraya varınca atımı mahmuzladım ve arkadaşlarımı geçtim. Renin'de kabile beni karşıladı; onlara: Lâ ilâhe illallâh, deyin ki korunasınız, dedim. Bunun üzerine onlar da bunu söylediler. Arkadaşlarım beni kınayarak şöyle dediler: Ganimet elimize geçmişken bizi ondan mahrum bıraktın. Allah'ın Elçisi (s.a.v.)'in yanına döndüğümüzde ona yaptığımı haber vermişler, bunun üzerine o da beni çağırdı ve yaptığımı hoş karşıladı ve şöyle buyurdu: Allah o insanların sayısınca sana şöyle şöyle sevap yazdı. -Abdurrahmân: Ama ben sevabın mitarını unuttum, dedi.- Daha sonra bana: Sana bir yazı yazacağım ve senin hakkında benden sonraki müslümanların emirlerine vasiyette bulunacağım, dedi. Bana bir yazı yazdı ve onu mühürleyip bana verdi ve şöyle buyurdu: Akşamı kıldığında kimseyle konuşmadan yedi kere şöyle de: Allâh'ım, beni ateşten koru. Çünkü sen eğer o gece ölürsen, Allah sana Ateş'ten geçiş belgesi yazar. Sabah namazını kıldığında da kimseyle konuşmadan yedi kere: Allâh'ım, beni Ateş'ten koru, de! Çünkü sen eğer o gün ölürsen, Allâh sana Ateş'ten geçiş belgesi yazar. Allah, Elçisi (s.a.v.)'in ruhunu alınca, yazıyla birlikte Ebû Bekr'e geldim. Ebû Bekr mührü açıp içindekini okudu ve bana bir şeyler verilmesini emretti ve sonra onu tekrar mühürledi. Ömer halife olunca, yazıyla birlikte ona geldim. O da yazıyı okudu ve bana bir şeyler verilmesini emretti sonra onu tekrar mühürledi. Daha sonra Osman'a da vardım, o da aynısını yaptı.
Müslim İbnu'l-Hâris şöyle dedi: Hâris İbn Müslim Osmân'ın halifeliği döneminde vefat etti ve yazıyı bize bıraktı. Ömer İbn Abdülazîz valimize bir yazı yazıp, benim bizzat yazıyla birlikte kendisine götürülmemi emredinceye kadar yazı bizde kaldı. Bunun üzerine ona gittim; mührü açtı ve bana birşeyler verilmesini emretti sonra onu tekrar mühürleyerek şöyle dedi: Eğer isteseydim, bunları sen evindeyken sana gönderirdim; ne var ki hadisi bana asılına uygun olarak anlatmanı istedim. Dedi ki: Ben de hadisi anlattım.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Hibban, Sahih-i İbn Hibban, Salât 2022, 5/366
Senetler:
1. Müslim b. Haris et-Temimi (Müslim b. Haris)
Konular:
Öneri Formu
Hadis Id, No:
231033, İHS001743
Hadis:
1743 - أَخْبَرَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ إِسْحَاقَ الْأَنْمَاطِيُّ، حَدَّثَنَا حُمَيْدُ بْنُ مَسْعَدَةَ، حَدَّثَنَا مُعْتَمِرُ بْنُ سُلَيْمَانَ، عَنْ دَاوُدَ بْنِ أَبِي هِنْدَ، عَنِ الْحَسَنِ، عَنْ جُنْدُبٍ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: « مَنْ صَلَّى الْغَدَاةَ، فَهُوَ فِي ذِمَّةِ اللَّهِ، فَاتَّقِ اللَّهَ يَا ابْنَ آدَمَ أَنْ يَطْلُبَكَ اللَّهُ بِشَيْءٍ مِنْ ذِمَّتِهِ»
Tercemesi:
Bize İbrâhîm İbn İshâk el-Enmâtî haber verdi: Bize Humeyd İbn Mes'ade anlattı: Mu'temir İbn Süleymân bize Dâvûd İbn Ebû Hind'den, o da el-Hasen'den, o da Cündüb'den Allâh'ın Elçisi (sas)'in şöyle buyurduğunu anlattı:
Her kim sabah namazını kılarsa, o, Allâh'ın garantisindedir. Ey ademoğlu, zimmetindeki bir şeyi, Allâh'ın senden istemesi konusunda Allah'tan kork!
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Hibban, Sahih-i İbn Hibban, Salât 1743, 5/36
Senetler:
1. Ebu Abdullah Cündeb b. Abdullah el-Becelî (Cündeb b. Abdullah b. Süfyan)
2. Ebu Said Hasan el-Basrî (Hasan b. Yesâr)
3. Ebu Bekir Davud b. Ebu Hind el-Kuşeyrî (Davud b. Dinar b. Azafir)
4. Ebu Muhammed Mu'temir b. Süleyman et-Teymi (Mu'temir b. Süleyman b. Tarhân)
5. Humeyd b. Mes'ade es-Sami (Humeyd b. Mes'ade b. Mübarek)
6. İbrahim b. İshak el-Enmati (İbrahim b. İshak b. Yusuf)
Konular:
Öneri Formu
Hadis Id, No:
231308, İHS002017
Hadis:
2017 - أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ إِسْحَاقَ بْنِ خُزَيْمَةَ، قَالَ: حَدَّثَنَا أَبُو قُدَامَةَ عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ سَعِيدٍ، قَالَ: حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ عُمَرَ، قَالَ: حَدَّثَنَا هِشَامُ بْنُ حَسَّانَ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ سِيرِينَ، عَنْ كَثِيرِ بْنِ أَفْلَحَ، عَنْ زَيْدِ بْنِ ثَابِتٍ، أَنَّهُ قَالَ: «أُمِرْنَا أَنْ نُسَبِّحَ فِي دُبُرِ كُلِّ صَلَاةٍ ثَلَاثًا وَثَلَاثِينَ، وَنُحِمِّدَ ثَلَاثًا وَثَلَاثِينَ، وَنُكَبِّرَ أَرْبَعًا وَثَلَاثِينَ»، فَأُتِيَ رَجُلٌ فِي مَنَامِهِ، فَقِيلَ لَهُ: إِنَّهُ أَمَرَكُمْ مُحَمَّدٌ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، أَنْ تُسَبِّحُوا فِي دُبُرُ كُلُّ صَلَاةٍ ثَلَاثًا وَثَلَاثِينَ، وَتُحَمِّدُوا ثَلَاثًا وَثَلَاثِينَ، وَتُكَبِّرُوا أَرْبَعًا وَثَلَاثِينَ؟ قَالَ: نَعَمْ، قَالَ: اجْعَلُوهَا خَمْسًا وَعِشْرِينَ، وَاجْعَلُوا فِيهِ التَّهْلِيلَ، فَلَمَّا أَصْبَحَ، أَتَى رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَأَخْبَرَهُ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «فَافْعَلُوهُ»
Tercemesi:
Bize Muhammed İbn İshâk İbn Huzeyme haber verdi: Bize Ebû Kudâme Ubeydullâh İbn Saîd anlattı: Bize Osmân İbn ömer anlattı: Hişâm İbn Hassân bize, Muhammed İbn Sîrîn'den, o da Kesîr İbn Eflah'tan, o da Zeyd İbn Sâbit'ten anlattı:
Her namazın ardından otuz üç kere Sübhânallâh, otuz üç kere Elhamdülillâh, otuz dört kere de Allâhü ekber, demekle emrolunduk. Bir adama rüyasında gelmişler ve ona şöyle demişler: Muhammed (s.a.v.) size her namazın ardından otuz üç kere Sübhânallâh, otuz üç kere Elhamdülillâh, otuz dört kere de Allâhü ekber demenizi emretti? Adam: evet, dedi. Devamla kendisine şöyle denildi: Bunları yirmi beşer kere yapınız; içine de 'lâ ilâhe illallâh'ı koyunuz. Sabah olunca adam, Allah'ın Elçisi (s.a.v.)'e gelerek gördüklerini anlattı. Bunun üzerine Allâh'ın Elçisi (s.a.v.) buyurdu ki: Peki, öyle yapınız.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Hibban, Sahih-i İbn Hibban, Salât 2017, 5/360
Senetler:
1. Ebu Saîd Zeyd b. Sabit el-Ensarî (Zeyd b. Sabit b. Dahhak b. Zeyd)
Konular:
Öneri Formu
Hadis Id, No:
231328, İHS002037
Hadis:
2037 - أَخْبَرَنَا ابْنُ خُزَيْمَةَ، حَدَّثَنَا عَبْدَةُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ، حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ هَارُونَ، أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ مُطَرِّفٍ، عَنْ زَيْدِ بْنِ أَسْلَمَ، عَنْ عَطَاءِ بْنِ يَسَارٍ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «مَنْ غَدَا إِلَى الْمَسْجِدِ، أَوْ رَاحَ، أَعَدَّ اللَّهُ لَهُ نُزُلًا فِي الْجَنَّةِ كُلَّمَا غَدَا أَوْ رَاحَ»
Tercemesi:
Bize İbn Huzeyme haber verdi: Bize Abde İbn Abdullâh anlattı: Bize Yezîd İbn Hârûn anlattı: Muhammed İbn Mutarrif bize Zeyd İbn Eslem'den, o da Atâ İbn Yesar'dan, o da Ebû Hureyre'den haber verdi:
Allâh'ın Elçisi (sas) şöyle buyurdu: Kim sabah veya akşam mescide giderse, Allâh onun her sabah ya da her akşam gidişine karşılık, kendisine Cennet'te bir şölen hazırlar.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Hibban, Sahih-i İbn Hibban, Salât 2037, 5/385
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
Konular:
Öneri Formu
Hadis Id, No:
231347, İHS002056
Hadis:
2056 - أَخْبَرَنَا أَبُو خَلِيفَةَ، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ كَثِيرٍ، أَخْبَرَنَا شُعْبَةُ، عَنْ أَبِي إِسْحَاقَ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِي بَصِيرٍ، عَنْ أُبَيِّ بْنِ كَعْبٍ، قَالَ: صَلَّى بِنَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الصُّبْحَ فَقَالَ: «أَشَاهِدٌ فُلَانٌ؟ » قَالُوا: لَا فَقَالَ: «أَشَاهِدٌ فُلَانٌ؟ » قَالُوا: لَا، قَالَ: «إِنَّ هَاتَيْنِ الصَّلَاتَيْنِ أَثْقَلُ الصَّلَوَاتِ عَلَى الْمُنَافِقِينَ وَلَوْ يَعْلَمُونَ فَضْلَ مَا فِيهِمَا لَأَتَوْهُمَا وَلَوْ حَبْوًا وَإِنَّ الصَّفَّ الْأَوَّلَ لَعَلَى مِثْلِ صَفِّ الْمَلَائِكَةِ، وَلَوْ تَعْلَمُونَ فَضِيلَتَهُ لَابْتَدَرْتُمُوهُ، وَصَلَاةُ الرَّجُلِ مَعَ الرَّجُلَيْنِ أَزْكَى مِنْ صَلَاتِهِ مَعَ رَجُلٍ وَكُلَّمَا كَثُرَ فَهُوَ أَحَبُّ إِلَى اللَّهِ»
Tercemesi:
Bize Ebû Halîfe haber verdi: Bize Muhammed İbn Kesîr anlattı: Şu'be bize Ebû İshâk'tan, o da Abdullâh İbn Ebû Basîr'den, o da Übey İbn Kâ'b'dan anlattı:
Peygamber sas bize sabah namazını kıldırdı ve buyurdu ki: Falanca burada mı? Hayır, dediler. Bunun üzerine: Filanca burada mı? diye sordu. Hayır, dediler. Şöyle buyurdu: Bu iki namaz, namazların münafıklara en ağır gelenidir. Eğer bu iki namazdaki fazileti bilselerdi, sürünerek de olsa kesinlikle gelirlerdi. Muhakkak ki birinci saf, tıpkı meleklerin safı gibidir. Eğer onun üstünlüğünü bilseydiniz kapışırdınız. Bir kişinin iki kişiyle kıldığı namaz, bir kişiyle kıldığı namazdan daha iyidir, sayı ne kadar artarsa o kadar Allâh'a daha sevimli gelir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Hibban, Sahih-i İbn Hibban, Salât 2056, 5/405
Senetler:
1. Ebu Münzir Übey b. Ka'b el-Ensarî (Übey b. Ka'b b. Kays b. Ubeyd b. Zeyd)
Konular:
Namaz, cemaatle
Namaz, sabah namazı
Öneri Formu
Hadis Id, No:
231349, İHS002058
Hadis:
2058 - أَخْبَرَنَا عُمَرُ بْنُ مُحَمَّدٍ الْهَمْدَانِيُّ، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ، حَدَّثَنَا مُؤَمَّلُ بْنُ إِسْمَاعِيلَ، حَدَّثَنَا سُفْيَانُ، عَنْ عُثْمَانَ بْنِ حَكِيمٍ، عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ أَبِي عَمْرَةَ، عَنْ عُثْمَانَ بْنِ عَفَّانَ، عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: «مَنْ صَلَّى الْعِشَاءَ وَالْغَدَاةَ فِي جَمَاعَةٍ، فَكَأَنَّمَا قَامَ اللَّيْلَ»
Tercemesi:
Bize Ömer İbn Muhammed el-Hemdânî haber verdi: Bize Muhammed İbn Beşşâr anlattı: Bize Müemmel İbn İsmâîl anlattı: Süfyân bize Osmân İbn Hakîm'den, o da Abdurrahmân İbn Ebû Amra'den, o da Osmân İbn Affân'dan, o da Allâh'ın Elçisi (sas)'den anlattı:
Kim yatsı ve sabah namazını cemaatle kılarsa, geceyi ibadetle geçirmiş gibi olur.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Hibban, Sahih-i İbn Hibban, Salât 2058, 5/407
Senetler:
1. Ebu Amr Osman b. Affân (Osman b. Affân b. Ebu Âs b. Ümeyye b. Abdüşems)
Konular:
Namaz, cemaatle
Öneri Formu
Hadis Id, No:
231350, İHS002059
Hadis:
2059 - أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ مَحْمُودِ بْنِ عَدِيٍّ بِنَسَا، حَدَّثَنَا حُمَيْدُ بْنُ زَنْجُوَيْهِ، حَدَّثَنَا أَبُو نُعَيْمٍ، حَدَّثَنَا سُفْيَانُ، عَنْ عُثْمَانَ بْنِ حَكِيمٍ، عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ أَبِي عَمْرَةَ، عَنْ عُثْمَانَ بْنِ عَفَّانَ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «مَنْ صَلَّى الْعِشَاءَ وَالْفَجْرَ فِي جَمَاعَةٍ كَانَ كَقِيَامِ لَيْلَةٍ».
Tercemesi:
Bize Muhammed İbn Mahmûd İbn Adî, Nesâ'da haber verdi: Bize Humeyd İbn Zenceveyh anlattı: Bize Ebû Nuaym anlattı: Süfyân bize Osmân İbn Hakîm'den, o da Abdurrahmân İbn Ebû Amra'den, o da Osmân İbn Affân'dan anlattı:
Allâh'ın Elçisi (sas) şöyle buyurdu: Kim yatsı namazını cemaatle kılarsa, gecenin yarısını ibadetle geçirmiş gibi olur; her kim de yatsı ve sabah namazını cemaatle kılarsa, gecenin tümünü ibadetle geçirmiş gibi olur.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Hibban, Sahih-i İbn Hibban, Salât 2059, 5/408
Senetler:
1. Ebu Amr Osman b. Affân (Osman b. Affân b. Ebu Âs b. Ümeyye b. Abdüşems)
Konular:
Namaz, cemaatla kılmanın fazileti