Bize Abdülaziz b. Abdullah, ona İbrahim b. Sa’d, ona Sâlih, ona İbn Şihâb şöyle rivayet etmiştir:
Bana Urve b. ez-Zübeyr, Saîd b. Müseyyeb, Alkame b. Vakkâs ve Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesûd, Hz. Peygamber’in (sav) hanımı Hz. Aişe’den (r.anha) ifk hadisesi ve insanların söylentileri hakkındaki hadisi rivayet ettiler. Bazıları rivayeti diğerlerinden daha iyi bellemiş ve daha sağlam anlatıyor olduğu halde hepsi ilgili hadisin bir kısmını aktardılar. Her birinin Hz. Aişe’den naklettikleri rivayetlerini iyice öğrendim. İçlerinde bazıları rivayeti daha iyi bellemiş olsa da rivayetleri birbirini tasdik ediyordu. Şöyle dediler: Hz. Aişe (r.anha) şöyle rivayet etmiştir:
Rasulullah (sav) seyahate çıkacağı zaman eşleri arasında kura çeker, kurada hangisi çıkarsa onu yanında götürürdü. Bir gazve sırasında eşleri arasında kura çekti ve kurada ben çıktım. Böylece örtünme ayeti indirildikten sonraki bir zamanda Hz. Peygamberle (sav) birlikte yola çıktık. Ben kervan yürürken de konaklarken de hevdecim içinde bulunuyordum. Yolculuğa devam ettik, nihayetinde Rasulullah bu gazvedeki hedefini gerçekleştirdi ve geri dönmeye başladı. Yola çıkıp Medine’ye doğru hareket ettik. Bir gece, yola çıkılacağı ilan edildi. Bu esnada ben de ihtiyacımı gidermek için biraz öteye yürüdüm ordunun bulunduğu yerin ötesine geçtim. İhtiyacımı gördükten sonra bineğime doğru yöneldim. Bu sırada göğsümü yokladım. Bir de baktım ki Yemen boncuğundan yapılmış gerdanım kopup düşmüş. Hemen dönüp gerdanlığımı aradım ama onu aramak beni orduya yetişmekten alı koydu. Beni taşıyan grup gelmiş ve benim içinde olduğumu zannederek hevdecimi yüklenerek yolculuk yaptığım devenin üzerine koymuşlar. O zaman kadınlar zayıftı, şişman değillerdi. Çünkü azıcık yemek yerlerdi. Ben de henüz genç bir kadın olduğun için insanlar kaldırıp götürdükleri hevdecin hafif olduğunu fark edememişler. Deveyi önlerine katıp yola devam etmişler. Ben de ordu gittikten sonra gerdanlığımı buldum. Ordunun konakladığı yere geldim ama hiç kimse yoktu. Belki benim orada olmadığımı anlayıp geri dönerler diye konakladığım yere gittim. Ben orada öyle otururken göz kapaklarım ağırlaştı ve uyudum. Safvan b. el-Muattal es-Sülemî ez-Zekvânî ordunun arkasında kalmıştı. Sabahleyin benim konakladığım yere gelince uyuyan bir insanın karaltısını görmüş. Örtünme emrinden önce beni görmüş olduğu için beni tanımış. Beni tanıdığında söylemiş olduğu “İnna lillahi ve innâ ileyhi raciûn” Biz Allah’a aidiz ve yine ona döneriz (Bakara, 2/156) sözleriyle uyandım. Yüzümü hemen örtümle örttüm. Vallahi bundan başka onunla ne bir kelime konuştuk ne de ondan başka bir söz işittim. Hızlıca yanıma gelip devesini çöktürdü ve bineğe yardım almadan binebilmem için devenin ön ayaklarını yere yaydı. Ben de kalkıp deveye bindim. Beni öğle sıcağında mola vermiş ordunun olduğu yere kadar götürdü. Bana iftira edip helak olanlar helak olmuşlardır. İfk hadisesinde bu işin başını Abdullah b. Übey b. Selül çekmiştir. İbn Şihâb ez-Zührî'ye olayı aktaran ravilerden Urve b. ez-Zübeyr rivayetinde şöyle demiştir: 'Bana aktarıldığına göre iftira yayıldığında, bu söz Abdullah b Ubeyy’in yanında konuşulur, o da sözü söyleyene kulak verir, onu onaylar ve insanlar arasında gündeme getirerek yayardı'. Urve sözlerine devamla dedi ki, 'İftira sahiplerinin içinde sadece Hassân b. Sâbit, Mıstah b. Üsâse ve Hamne bint Cahş’ın isimleri söylenmiştir. Diğerleri hakkında bir bilgim yoktur. Ancak onlar Yüce Allah’ın buyurduğu üzere “ On kişiden müteşekkil bir gruptan” ibarettiler. İftiranın yayılması konusunda en büyük pay sahibinin Abdullah b. Übey b. Selûl olduğu söylenirdi.
Urve b. ez-Zübeyr sözlerine şöyle devam etti: Aişe yanında Hassân b. Sâbit’e sövülmesinden hoşlanmaz; "O 'Babam, babamın babası ve benim ırzım; size karşı Muhammed’e kalkandır' şeklinde şiir yazan kafirlere karşı Hz. Peygamber'i savunmuş biridir"derdi.
Hz. Aişe (r.anha) olayı şöyle anlatmaya devam etmiştir: Nihayetinde Medine’ye vardık. Oraya geldikten sonra ben bir ay hasta oldum. Bu arada insanlar iftira sahiplerinin sözlerine dalmışlar. Ben ise bunların farkında değildim. Bu ağrılı halimde beni şüphelendiren tek şey vardı: Ben önceden hastalandığımda Rasulullah’tan gördüğüm şefkatli muameleyi artık göremiyordum. Allah Resulü (sav) yanıma girdiğinde selam veriyor ve adımı söylemeden “bu nasıl?” diyor ve hemen ayrılıyordu. Bu durum beni şüphelendirse de hâlâ kötü bir şey olduğunu hissetmiyordum. Hastalığım biraz geçince dışarı çıktım. Ümmü Mistah ile birlikte ihtiyacımızı giderdiğimiz yer olan Menâsi tarafına doğru gittik. Oraya ancak geceleyin giderdik. Bu olay evlerimizin yakınına tuvalet için korunaklı yerler yapmadan önceydi. O zamanlar tuvalete karşı tavrımız çöldeki eski Arapların tavırlarına benziyordu. Evlerimizde tuvalet için korunaklı yerler belirlemekten oluşturacağı kötü kokudan sıkıntı duyardık. Hz. Aişe sözlerine devamla dedi ki, Ebu Ruhm b. el-Muttalib b. Abdimenâf’ın kızı olan Ümmü Mıstah ile birlikte oradan ayrıldık. Onun annesi Sahr b. Amir kızı ve Ebu Bekir es-Sıddîk’ın teyzesiydi. Oğlu Mıstah b. Esâse b. Abbad b. Muttalib’di. İşimiz bitince Ümmü Mıstah ile birlikte evime doğru yöneldik. Ümmü Mıstah’ın ayağı sürçtü ve oğluna beddua edip “Mıstah helak olsun!” dedi. Ben “Ne fena söz söyledin! Bedir’e katılmış bir kişi hakkında mı böyle söylüyorsun?” dedim. “Ah seni saf! Onun ne söylediğini duymadın mı?” diye sordu. Ben “Ne söylemiş?” dedim. Bana iftira edenlerin sözlerini bir bir anlattı. Bu sözler hastalığıma hastalık kattı. Evime döndüğümde Rasulullah (sav) yanıma girdi ve “Hastanız nasıl?” diye sordu. Ona “Anne babama gitmeme izin verir misiniz?” diye sordum. O zaman bu söylentileri annem ve babam tarafından duyup iyice anlamak istiyordum. Rasulullah (sav) bana izin verdi. Annemin yanına gidip ona “Annecim! İnsanlar ne konuşuyorlar?” diye sordum. Annem şöyle dedi: “Kızım! Kendini üzme. Bir erkeğin yanında sevdiği güzel bir kadın varsa ve onun birçok kuması da bulunuyorsa mutlaka onun hakkında böyle ileri geri konuşurlar.” Ben “Sübhanallah! İnsanlar bunları mı konuşuyorlar!” dedim ve gece boyunca ağladım. Sabah kalktığımda göz pınarlarım kurumuştu. Gözüme uyku girmemişti. Ağlayarak sabahı etmiştim. Vahiy geciktiği için ailesi ile ayrılması konusunda onlarla istişare etmek için Rasulullah (sav) Ali b. Ebû Tâlib ve Üsâme b. Zeyd’i yanına çağırmış. Üsame b. Zeyd, Rasulullah’ın ailesinin suçsuz olduğuna ve bu iftiraya inanan arkadaşlarına karşı sevgi beslediğine dair görüş bildirmiş ve “Senin ailen hakkında ancak hayır düşünürüz” demiş. Ali b. Ebû Tâlib ise “Ey Allah’ın Resulü! Allah sana evlenme ve boşanma hususunda darlık vermemiştir. Aişe dışında bir sürü kadın var! Cariyesine sor, sana doğruyu söyleyecektir” demiş. Bunun üzerine Rasulullah (sav) Berire’yi çağırmış ve “Berire! Seni şüphelendiren bir şey gördün mü?” diye sormuş. Berire ona “Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki onu ayıplayacak hiçbir şey görmedim. O saf genç bir kız daha. Ailesinin hamurunu yoğurup uyur, evcil hayvanlar gelip hamurdan yer onun ruhu duymazdı. Bundan sonra Rasulullah (sav) o gün minbere çıktı ve Abdullah b. Übey hakkında söz söylemekten muaf tutulmasını isteyerek şöyle hitap etti: “Ey Müslümanlar! Eşim hakkında bana eziyet eden birine karşı bana kim yardım eder? Allah’a yemin olsun ki, ben eşim hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyorum. Bu iftiracılar meseleye bir adamın adını kattılar ki, onun hakkında da iyilikten başka bir şey bilmem. Bu adam ben yanında olmadan asla eşimin yanına girmiş değildir” buyurdu. Bunun üzerine Ensâr’ın Evs kabilesinden Abdüleşheloğullarının kardeşi Sa’d b. Muaz kalkıp “Ey Allah’ın Resulü! Ben sena yardım ederim. Eğer bu adam Evs’ten ise onun boynunu ben vuracağım. Eğer Hazreçli kardeşlerimizden ise bize emredersen gereğini yaparız” dedi. Bunun üzerine Hazreçli bir adam kalktı. Hassanʼın annesi aynı aşiretten onun amcasının kızıydı. Bu kişi Hazrec’in reisi olan Sa’d b. Ubâde idi. Bu olaydan önce iyi bir adamdı. Ama kabile asabiyetine kapıldı ve Sa’d b. Muâz’a “Hayır, yalan söylüyorsun. Allah’a yemin olsun ki onu öldürmezsin, öldüremezsin. Eğer senin kabilenden olsaydı öldürülmesini de istemezdin. Bunun üzerine Sa’d b. Muâz’ın amcasının oğlu olan Üseyd b. Hudayr ayağa kalktı ve Sa’d b. Übâde’ye “Yalan söylüyorsun, onu elbette öldürürdük. Sen münafıkları savunan münafığın birisin!” dedi. Evs ve Hazreç kabileleri birbirine girmişler, çatışacak hale gelmişlerdi. Rasulullah bu sırada minberde duruyordu. Rasulullah onları susturdu ve sakinleştirdi. Hepsi sustular, o da sustu. Ben o gün boyunca ağladım. Göz pınarlarım kurudu, gözüme uyku girmedi. Annem ve babam yanımda kaldılar. İki gece bir gün sürekli ağladım. Göz pınarlarım kurudu, gözüme uyku girmedi. Öyle ki ağlayışımın ciğerimi parçaladığını zannettim. Ben ağlarken annem ve babam yanımda oturuyorlardı. Derken birden bire Ensar’dan bir kadın yanıma gelmek için izin istedi. Ona izin verdim. Gelip yanıma oturdu ve benimle birlikte ağlamaya başladı. Biz bu haldeyken Rasulullah (sav) geldi ve selam verip oturdu. Bu söylentiler çıktığından beri benim yanımda oturmamıştı. Bir aydır benim hakkımda bir vahiy gelmemişti. Rasulullah (sav) otururken şehadet getirdi ve şöyle dedi: “Aişe! Bana senin hakkında şöyle haberler ulaştı. Eğer suçsuz isen Allah senin suçsuz olduğunu gösterecektir. Eğer günah işlemeye yeltenmişsen Allah’a istiğfar et, ona tövbe et. Kul itiraf ettiği ve tövbe ettiği zaman Allah onun tevbesini kabul eder.” Rasulullah (sav) sözünü bitirince gözümün yaşı kesildi, artık akacak damla kalmamıştı. Babama 'Rasulullah’a benim için cevap ver' dedim. Babam “Ben Rasulullah’a ne diyeceğimi bilmiyorum” dedi. Anneme 'Anne, sen Rasulullah’a cevap ver' dedim. Annem de 'Ben de ne diyeceğimi bilmiyorum' dedi. Daha Kur’an’dan fazla bir şey okumamış genç bir hanım olduğum halde şunları söyledim: 'Sizin bu dedikoduları işittiğinizi biliyorum. Bu sözler içinizde yer etti ve belki onları tasdik ettiniz. Belki size suçsuz olduğumu söylesem bana inanmazsınız. Size bir şey itiraf etsem, ki Allah benim masum olduğumu biliyor, bana inanırsınız. Sizinle benim için misal olarak sadece Yusuf’un babasının şu sözlerini görüyorum: 'Artık bana düşen güzelce sabretmektir. Anlattıklarınıza karşı yardımına sığınılacak ancak Allah’tır' (Yusuf, 12/18). Bu sözleri söyleyip yatağıma yattım. Allah benim masum olduğumu biliyordu ve bunu herkese gösterecekti. Ama benim bu halim için Kur'an'da yer alıp sürekli olarak okunacak bir vahiy indireceğini zannetmiyordum. Kendi nazarımda halim Allah’ın hakkımda konuşmasını gerektirmeyecek kadar önemsizdi. Ancak Rasulullah’ın bir rüya görmesini ve Allah’ın bu rüya ile benim masumiyetimi ortaya koymasını umuyordum. Allah'a yemin olsun ki, Rasulullah oturduğu yerden kalkmamış, aileden kimse de yerinden ayrılmamıştı. Nihayet vahiy indirildi. Ona vahiy inerken gelen hal kendisini kapladı. Kış gününde bile inen vahyin ağırlığından dolayı vücudundan inci gibi ter damlaları dökülürdü. Rasullah’tan vahiy hali gidince sevincinden güldüğünü gördüm. Söylediği ilk söz “Aişe! Allah seni temize çıkardı” oldu. Bunun üzerine annem “Kızım, Rasulullah’a (sav) kalk da teşekkür et” dedi. Ben “Allah'a yemin olsun ki, ona kalkıp teşekkür etmem. Ancak Allah’a (ac) hamd ederim” dedim. Allah Teâlâ bu iftira olayı ile ilgili 'Sana iftira edenler…(Nur, 24/11-21)' ayetini; sonra benim masum olduğuma dair ayeti indirdi. Ebu Bekir es-Sıddık –hem akrabası hem de fakir olduğu önceden Mıstah b. Üsâse'ye yardım ederken- 'Vallahi Aişe hakkında söylediklerinden sonra Mıstah'a artık hiçbir şey vermem' diye yemin etti. Bunun üzerine Allah Teâlâ 'Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar akrabasına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur etmesin; affetsin, aldırış etmesin. Allah’ın sizi affetmesini istemez misiniz? Allah çok affeden, çok merhamet edendir' (Nur, 24/22) ayetini indirdi. Bunun üzerine babam Ebû Bekir es-Sıddîk: 'Vallahi, ben Allah’ın beni affetmesini elbette isterim' dedi ve Mıstah’a yaptığı yardıma devam etme kararı aldı ve 'Artık bu yardımı ebediyen kesmem' dedi. Rasulullah (sav) eşi Zeyneb bint Cahş'a benim hakkımda “Zeyneb! Aişe hakkında ne bilirsin, ne gördün?” diye sormuş. Zeynep Hz. Peygamber’in eşleri arasında güzellik ve Peygamber yanındaki mevkii bakımından benimle yarış içinde olan bir kadın olduğu halde 'Ey Allah’ın Resulü! Ben gözümü ve kulağımı sakınırım. Onun hakkında sadece hayır biliyorum' diye cevap vermiş. Allah dindarlığı sebebiyle onu bu iftiraya katılmaktan korudu. Kız kardeşi Hamne ise iftiraya tutunmuş ve iftiracıların dedikodularını yaymış, bu sebeple helak olanlarla birlikte helak olmuştu.
Zührî şöyle demiştir: İşte bu iftiracılar hakkında bize ulaşan hadis böyledir. Urve şöyle demiştir: Hz. Aişe (r.anha) şöyle buyurdu: 'Sübhanallah, hakkında iftira atılıp dedikodu yapılan adam 'Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, kendisine yapılan iftirayı reddederek ben hayatımda hiçbir kadının elbisesini açmadım' derdi. Sonra o zat Safvan b. Muattal Allah yolunda şehit oldu.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
31936, B004141
Hadis:
حَدَّثَنَا عَبْدُ الْعَزِيزِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ سَعْدٍ عَنْ صَالِحٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ قَالَ حَدَّثَنِى عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ وَسَعِيدُ بْنُ الْمُسَيَّبِ وَعَلْقَمَةُ بْنُ وَقَّاصٍ وَعُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُتْبَةَ بْنِ مَسْعُودٍ عَنْ عَائِشَةَ رضى الله عنها زَوْجِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم حِينَ قَالَ لَهَا أَهْلُ الإِفْكِ مَا قَالُوا ، وَكُلُّهُمْ حَدَّثَنِى طَائِفَةً مِنْ حَدِيثِهَا ، وَبَعْضُهُمْ كَانَ أَوْعَى لِحَدِيثِهَا مِنْ بَعْضٍ وَأَثْبَتَ لَهُ اقْتِصَاصًا ، وَقَدْ وَعَيْتُ عَنْ كُلِّ رَجُلٍ مِنْهُمُ الْحَدِيثَ الَّذِى حَدَّثَنِى عَنْ عَائِشَةَ ، وَبَعْضُ حَدِيثِهِمْ يُصَدِّقُ بَعْضًا ، وَإِنْ كَانَ بَعْضُهُمْ أَوْعَى لَهُ مِنْ بَعْضٍ ، قَالُوا قَالَتْ عَائِشَةُ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِذَا أَرَادَ سَفَرًا أَقْرَعَ بَيْنَ أَزْوَاجِهِ ، فَأَيُّهُنَّ خَرَجَ سَهْمُهَا ، خَرَجَ بِهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَعَهُ ، قَالَتْ عَائِشَةُ فَأَقْرَعَ بَيْنَنَا فِى غَزْوَةٍ غَزَاهَا فَخَرَجَ فِيهَا سَهْمِى ، فَخَرَجْتُ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بَعْدَ مَا أُنْزِلَ الْحِجَابُ ، فَكُنْتُ أُحْمَلُ فِى هَوْدَجِى وَأُنْزَلُ فِيهِ ، فَسِرْنَا حَتَّى إِذَا فَرَغَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ غَزْوَتِهِ تِلْكَ وَقَفَلَ ، دَنَوْنَا مِنَ الْمَدِينَةِ قَافِلِينَ ، آذَنَ لَيْلَةً بِالرَّحِيلِ ، فَقُمْتُ حِينَ آذَنُوا بِالرَّحِيلِ فَمَشَيْتُ حَتَّى جَاوَزْتُ الْجَيْشَ ، فَلَمَّا قَضَيْتُ شَأْنِى أَقْبَلْتُ إِلَى رَحْلِى ، فَلَمَسْتُ صَدْرِى ، فَإِذَا عِقْدٌ لِى مِنْ جَزْعِ ظَفَارِ قَدِ انْقَطَعَ ، فَرَجَعْتُ فَالْتَمَسْتُ عِقْدِى ، فَحَبَسَنِى ابْتِغَاؤُهُ ، قَالَتْ وَأَقْبَلَ الرَّهْطُ الَّذِينَ كَانُوا يُرَحِّلُونِى فَاحْتَمَلُوا هَوْدَجِى ، فَرَحَلُوهُ عَلَى بَعِيرِى الَّذِى كُنْتُ أَرْكَبُ عَلَيْهِ ، وَهُمْ يَحْسِبُونَ أَنِّى فِيهِ ، وَكَانَ النِّسَاءُ إِذْ ذَاكَ خِفَافًا لَمْ يَهْبُلْنَ وَلَمْ يَغْشَهُنَّ اللَّحْمُ ، إِنَّمَا يَأْكُلْنَ الْعُلْقَةَ مِنَ الطَّعَامِ ، فَلَمْ يَسْتَنْكِرِ الْقَوْمُ خِفَّةَ الْهَوْدَجِ حِينَ رَفَعُوهُ وَحَمَلُوهُ ، وَكُنْتُ جَارِيَةً حَدِيثَةَ السِّنِّ ، فَبَعَثُوا الْجَمَلَ فَسَارُوا ، وَوَجَدْتُ عِقْدِى بَعْدَ مَا اسْتَمَرَّ الْجَيْشُ ، فَجِئْتُ مَنَازِلَهُمْ وَلَيْسَ بِهَا مِنْهُمْ دَاعٍ وَلاَ مُجِيبٌ ، فَتَيَمَّمْتُ مَنْزِلِى الَّذِى كُنْتُ بِهِ ، وَظَنَنْتُ أَنَّهُمْ سَيَفْقِدُونِى فَيَرْجِعُونَ إِلَىَّ ، فَبَيْنَا أَنَا جَالِسَةٌ فِى مَنْزِلِى غَلَبَتْنِى عَيْنِى فَنِمْتُ ، وَكَانَ صَفْوَانُ بْنُ الْمُعَطَّلِ السُّلَمِىُّ ثُمَّ الذَّكْوَانِىُّ مِنْ وَرَاءِ الْجَيْشِ ، فَأَصْبَحَ عِنْدَ مَنْزِلِى فَرَأَى سَوَادَ إِنْسَانٍ نَائِمٍ ، فَعَرَفَنِى حِينَ رَآنِى ، وَكَانَ رَآنِى قَبْلَ الْحِجَابِ ، فَاسْتَيْقَظْتُ بِاسْتِرْجَاعِهِ حِينَ عَرَفَنِى ، فَخَمَّرْتُ وَجْهِى بِجِلْبَابِى ، وَاللَّهِ مَا تَكَلَّمْنَا بِكَلِمَةٍ وَلاَ سَمِعْتُ مِنْهُ كَلِمَةً غَيْرَ اسْتِرْجَاعِهِ ، وَهَوَى حَتَّى أَنَاخَ رَاحِلَتَهُ ، فَوَطِئَ عَلَى يَدِهَا ، فَقُمْتُ إِلَيْهَا فَرَكِبْتُهَا ، فَانْطَلَقَ يَقُودُ بِى الرَّاحِلَةَ حَتَّى أَتَيْنَا الْجَيْشَ مُوغِرِينَ فِى نَحْرِ الظَّهِيرَةِ ، وَهُمْ نُزُولٌ - قَالَتْ - فَهَلَكَ { فِىَّ } مَنْ هَلَكَ ، وَكَانَ الَّذِى تَوَلَّى كِبْرَ الإِفْكِ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ أُبَىٍّ ابْنَ سَلُولَ . قَالَ عُرْوَةُ أُخْبِرْتُ أَنَّهُ كَانَ يُشَاعُ وَيُتَحَدَّثُ بِهِ عِنْدَهُ ، فَيُقِرُّهُ وَيَسْتَمِعُهُ وَيَسْتَوْشِيهِ . وَقَالَ عُرْوَةُ أَيْضًا لَمْ يُسَمَّ مِنْ أَهْلِ الإِفْكِ أَيْضًا إِلاَّ حَسَّانُ بْنُ ثَابِتٍ ، وَمِسْطَحُ بْنُ أُثَاثَةَ ، وَحَمْنَةُ بِنْتُ جَحْشٍ فِى نَاسٍ آخَرِينَ ، لاَ عِلْمَ لِى بِهِمْ ، غَيْرَ أَنَّهُمْ عُصْبَةٌ - كَمَا قَالَ اللَّهُ تَعَالَى - وَإِنَّ كُبْرَ ذَلِكَ يُقَالُ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أُبَىٍّ ابْنُ سَلُولَ . قَالَ عُرْوَةُ كَانَتْ عَائِشَةُ تَكْرَهُ أَنْ يُسَبَّ عِنْدَهَا حَسَّانُ ، وَتَقُولُ إِنَّهُ الَّذِى قَالَ فَإِنَّ أَبِى وَوَالِدَهُ وَعِرْضِى لِعِرْضِ مُحَمَّدٍ مِنْكُمْ وِقَاءُ قَالَتْ عَائِشَةُ فَقَدِمْنَا الْمَدِينَةَ فَاشْتَكَيْتُ حِينَ قَدِمْتُ شَهْرًا ، وَالنَّاسُ يُفِيضُونَ فِى قَوْلِ أَصْحَابِ الإِفْكِ ، لاَ أَشْعُرُ بِشَىْءٍ مِنْ ذَلِكَ ، وَهْوَ يَرِيبُنِى فِى وَجَعِى أَنِّى لاَ أَعْرِفُ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم اللُّطْفَ الَّذِى كُنْتُ أَرَى مِنْهُ حِينَ أَشْتَكِى ، إِنَّمَا يَدْخُلُ عَلَىَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَيُسَلِّمُ ثُمَّ يَقُولُ « كَيْفَ تِيكُمْ » ثُمَّ يَنْصَرِفُ ، فَذَلِكَ يَرِيبُنِى وَلاَ أَشْعُرُ بِالشَّرِّ ، حَتَّى خَرَجْتُ حِينَ نَقَهْتُ ، فَخَرَجْتُ مَعَ أُمِّ مِسْطَحٍ قِبَلَ الْمَنَاصِعِ ، وَكَانَ مُتَبَرَّزَنَا ، وَكُنَّا لاَ نَخْرُجُ إِلاَّ لَيْلاً إِلَى لَيْلٍ ، وَذَلِكَ قَبْلَ أَنْ نَتَّخِذَ الْكُنُفَ قَرِيبًا مِنْ بُيُوتِنَا . قَالَتْ وَأَمْرُنَا أَمْرُ الْعَرَبِ الأُوَلِ فِى الْبَرِّيَّةِ قِبَلَ الْغَائِطِ ، وَكُنَّا نَتَأَذَّى بِالْكُنُفِ أَنْ نَتَّخِذَهَا عِنْدَ بُيُوتِنَا ، قَالَتْ فَانْطَلَقْتُ أَنَا وَأُمُّ مِسْطَحٍ وَهْىَ ابْنَةُ أَبِى رُهْمِ بْنِ الْمُطَّلِبِ بْنِ عَبْدِ مَنَافٍ ، وَأُمُّهَا بِنْتُ صَخْرِ بْنِ عَامِرٍ خَالَةُ أَبِى بَكْرٍ الصِّدِّيقِ ، وَابْنُهَا مِسْطَحُ بْنُ أُثَاثَةَ بْنِ عَبَّادِ بْنِ الْمُطَّلِبِ ، فَأَقْبَلْتُ أَنَا وَأُمُّ مِسْطَحٍ قِبَلَ بَيْتِى ، حِينَ فَرَغْنَا مِنْ شَأْنِنَا ، فَعَثَرَتْ أُمُّ مِسْطَحٍ فِى مِرْطِهَا فَقَالَتْ تَعِسَ مِسْطَحٌ . فَقُلْتُ لَهَا بِئْسَ مَا قُلْتِ ، أَتَسُبِّينَ رَجُلاً شَهِدَ بَدْرًا فَقَالَتْ أَىْ هَنْتَاهْ وَلَمْ تَسْمَعِى مَا قَالَ قَالَتْ وَقُلْتُ مَا قَالَ فَأَخْبَرَتْنِى بِقَوْلِ أَهْلِ الإِفْكِ - قَالَتْ - فَازْدَدْتُ مَرَضًا عَلَى مَرَضِى ، فَلَمَّا رَجَعْتُ إِلَى بَيْتِى دَخَلَ عَلَىَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَسَلَّمَ ثُمَّ قَالَ « كَيْفَ تِيكُمْ » . فَقُلْتُ لَهُ أَتَأْذَنُ لِى أَنْ آتِىَ أَبَوَىَّ قَالَتْ وَأُرِيدُ أَنْ أَسْتَيْقِنَ الْخَبَرَ مِنْ قِبَلِهِمَا ، قَالَتْ فَأَذِنَ لِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ، فَقُلْتُ لأُمِّى يَا أُمَّتَاهُ مَاذَا يَتَحَدَّثُ النَّاسُ قَالَتْ يَا بُنَيَّةُ هَوِّنِى عَلَيْكِ ، فَوَاللَّهِ لَقَلَّمَا كَانَتِ امْرَأَةٌ قَطُّ وَضِيئَةً عِنْدَ رَجُلٍ يُحِبُّهَا لَهَا ضَرَائِرُ إِلاَّ كَثَّرْنَ عَلَيْهَا . قَالَتْ فَقُلْتُ سُبْحَانَ اللَّهِ أَوَلَقَدْ تَحَدَّثَ النَّاسُ بِهَذَا قَالَتْ فَبَكَيْتُ تِلْكَ اللَّيْلَةَ ، حَتَّى أَصْبَحْتُ لاَ يَرْقَأُ لِى دَمْعٌ ، وَلاَ أَكْتَحِلُ بِنَوْمٍ ، ثُمَّ أَصْبَحْتُ أَبْكِى - قَالَتْ - وَدَعَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلِىَّ بْنَ أَبِى طَالِبٍ وَأُسَامَةَ بْنَ زَيْدٍ حِينَ اسْتَلْبَثَ الْوَحْىُ يَسْأَلُهُمَا وَيَسْتَشِيرُهُمَا فِى فِرَاقِ أَهْلِهِ - قَالَتْ - فَأَمَّا أُسَامَةُ فَأَشَارَ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِالَّذِى يَعْلَمُ مِنْ بَرَاءَةِ أَهْلِهِ ، وَبِالَّذِى يَعْلَمُ لَهُمْ فِى نَفْسِهِ ، فَقَالَ أُسَامَةُ أَهْلَكَ وَلاَ نَعْلَمُ إِلاَّ خَيْرًا . وَأَمَّا عَلِىٌّ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ لَمْ يُضَيِّقِ اللَّهُ عَلَيْكَ ، وَالنِّسَاءُ سِوَاهَا كَثِيرٌ ، وَسَلِ الْجَارِيَةَ تَصْدُقْكَ . قَالَتْ فَدَعَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بَرِيرَةَ فَقَالَ « أَىْ بَرِيرَةُ هَلْ رَأَيْتِ مِنْ شَىْءٍ يَرِيبُكِ » . قَالَتْ لَهُ بَرِيرَةُ وَالَّذِى بَعَثَكَ بِالْحَقِّ مَا رَأَيْتُ عَلَيْهَا أَمْرًا قَطُّ أَغْمِصُهُ ، غَيْرَ أَنَّهَا جَارِيَةٌ حَدِيثَةُ السِّنِّ تَنَامُ عَنْ عَجِينِ أَهْلِهَا ، فَتَأْتِى الدَّاجِنُ فَتَأْكُلُهُ - قَالَتْ - فَقَامَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ يَوْمِهِ ، فَاسْتَعْذَرَ مِنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أُبَىٍّ وَهْوَ عَلَى الْمِنْبَرِ فَقَالَ « يَا مَعْشَرَ الْمُسْلِمِينَ مَنْ يَعْذِرُنِى مِنْ رَجُلٍ قَدْ بَلَغَنِى عَنْهُ أَذَاهُ فِى أَهْلِى ، وَاللَّهِ مَا عَلِمْتُ عَلَى أَهْلِى إِلاَّ خَيْرًا ، وَلَقَدْ ذَكَرُوا رَجُلاً مَا عَلِمْتُ عَلَيْهِ إِلاَّ خَيْرًا ، وَمَا يَدْخُلُ عَلَى أَهْلِى إِلاَّ مَعِى » . قَالَتْ فَقَامَ سَعْدُ بْنُ مُعَاذٍ أَخُو بَنِى عَبْدِ الأَشْهَلِ فَقَالَ أَنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ أَعْذِرُكَ ، فَإِنْ كَانَ مِنَ الأَوْسِ ضَرَبْتُ عُنُقَهُ ، وَإِنْ كَانَ مِنْ إِخْوَانِنَا مِنَ الْخَزْرَجِ أَمَرْتَنَا فَفَعَلْنَا أَمْرَكَ . قَالَتْ فَقَامَ رَجُلٌ مِنَ الْخَزْرَجِ ، وَكَانَتْ أُمُّ حَسَّانَ بِنْتَ عَمِّهِ مِنْ فَخِذِهِ ، وَهْوَ سَعْدُ بْنُ عُبَادَةَ ، وَهْوَ سَيِّدُ الْخَزْرَجِ - قَالَتْ - وَكَانَ قَبْلَ ذَلِكَ رَجُلاً صَالِحًا ، وَلَكِنِ احْتَمَلَتْهُ الْحَمِيَّةُ فَقَالَ لِسَعْدٍ كَذَبْتَ لَعَمْرُ اللَّهِ لاَ تَقْتُلُهُ ، وَلاَ تَقْدِرُ عَلَى قَتْلِهِ ، وَلَوْ كَانَ مِنْ رَهْطِكَ مَا أَحْبَبْتَ أَنْ يُقْتَلَ . فَقَامَ أُسَيْدُ بْنُ حُضَيْرٍ - وَهْوَ ابْنُ عَمِّ سَعْدٍ - فَقَالَ لِسَعْدِ بْنِ عُبَادَةَ كَذَبْتَ لَعَمْرُ اللَّهِ لَنَقْتُلَنَّهُ ، فَإِنَّكَ مُنَافِقٌ تُجَادِلُ عَنِ الْمُنَافِقِينَ . قَالَتْ فَثَارَ الْحَيَّانِ الأَوْسُ وَالْخَزْرَجُ حَتَّى هَمُّوا أَنْ يَقْتَتِلُوا ، وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَائِمٌ عَلَى الْمِنْبَرِ - قَالَتْ - فَلَمْ يَزَلْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُخَفِّضُهُمْ حَتَّى سَكَتُوا وَسَكَتَ - قَالَتْ - فَبَكَيْتُ يَوْمِى ذَلِكَ كُلَّهُ ، لاَ يَرْقَأُ لِى دَمْعٌ ، وَلاَ أَكْتَحِلُ بِنَوْمٍ - قَالَتْ - وَأَصْبَحَ أَبَوَاىَ عِنْدِى ، وَقَدْ بَكَيْتُ لَيْلَتَيْنِ وَيَوْمًا ، لاَ يَرْقَأُ لِى دَمْعٌ ، وَلاَ أَكْتَحِلُ بِنَوْمٍ ، حَتَّى إِنِّى لأَظُنُّ أَنَّ الْبُكَاءَ فَالِقٌ كَبِدِى ، فَبَيْنَا أَبَوَاىَ جَالِسَانِ عِنْدِى وَأَنَا أَبْكِى فَاسْتَأْذَنَتْ عَلَىَّ امْرَأَةٌ مِنَ الأَنْصَارِ ، فَأَذِنْتُ لَهَا ، فَجَلَسَتْ تَبْكِى مَعِى - قَالَتْ - فَبَيْنَا نَحْنُ عَلَى ذَلِكَ دَخَلَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلَيْنَا ، فَسَلَّمَ ثُمَّ جَلَسَ - قَالَتْ - وَلَمْ يَجْلِسْ عِنْدِى مُنْذُ قِيلَ مَا قِيلَ قَبْلَهَا ، وَقَدْ لَبِثَ شَهْرًا لاَ يُوحَى إِلَيْهِ فِى شَأْنِى بِشَىْءٍ - قَالَتْ - فَتَشَهَّدَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حِينَ جَلَسَ ثُمَّ قَالَ « أَمَّا بَعْدُ ، يَا عَائِشَةُ إِنَّهُ بَلَغَنِى عَنْكِ كَذَا وَكَذَا ، فَإِنْ كُنْتِ بَرِيئَةً ، فَسَيُبَرِّئُكِ اللَّهُ ، وَإِنْ كُنْتِ أَلْمَمْتِ بِذَنْبٍ ، فَاسْتَغْفِرِى اللَّهَ وَتُوبِى إِلَيْهِ ، فَإِنَّ الْعَبْدَ إِذَا اعْتَرَفَ ثُمَّ تَابَ تَابَ اللَّهُ عَلَيْهِ » . قَالَتْ فَلَمَّا قَضَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَقَالَتَهُ قَلَصَ دَمْعِى حَتَّى مَا أُحِسُّ مِنْهُ قَطْرَةً ، فَقُلْتُ لأَبِى أَجِبْ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَنِّى فِيمَا قَالَ . فَقَالَ أَبِى وَاللَّهِ مَا أَدْرِى مَا أَقُولُ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . فَقُلْتُ لأُمِّى أَجِيبِى رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِيمَا قَالَ . قَالَتْ أُمِّى وَاللَّهِ مَا أَدْرِى مَا أَقُولُ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . فَقُلْتُ وَأَنَا جَارِيَةٌ حَدِيثَةُ السِّنِّ لاَ أَقْرَأُ مِنَ الْقُرْآنِ كَثِيرًا إِنِّى وَاللَّهِ لَقَدْ عَلِمْتُ لَقَدْ سَمِعْتُمْ هَذَا الْحَدِيثَ حَتَّى اسْتَقَرَّ فِى أَنْفُسِكُمْ وَصَدَّقْتُمْ بِهِ ، فَلَئِنْ قُلْتُ لَكُمْ إِنِّى بَرِيئَةٌ لاَ تُصَدِّقُونِى ، وَلَئِنِ اعْتَرَفْتُ لَكُمْ بِأَمْرٍ ، وَاللَّهُ يَعْلَمُ أَنِّى مِنْهُ بَرِيئَةٌ لَتُصَدِّقُنِّى ، فَوَاللَّهِ لاَ أَجِدُ لِى وَلَكُمْ مَثَلاً إِلاَّ أَبَا يُوسُفَ حِينَ قَالَ ( فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ ) ثُمَّ تَحَوَّلْتُ وَاضْطَجَعْتُ عَلَى فِرَاشِى ، وَاللَّهُ يَعْلَمُ أَنِّى حِينَئِذٍ بَرِيئَةٌ ، وَأَنَّ اللَّهَ مُبَرِّئِى بِبَرَاءَتِى وَلَكِنْ وَاللَّهِ مَا كُنْتُ أَظُنُّ أَنَّ اللَّهَ مُنْزِلٌ فِى شَأْنِى وَحْيًا يُتْلَى ، لَشَأْنِى فِى نَفْسِى كَانَ أَحْقَرَ مِنْ أَنْ يَتَكَلَّمَ اللَّهُ فِىَّ بِأَمْرٍ ، وَلَكِنْ كُنْتُ أَرْجُو أَنْ يَرَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى النَّوْمِ رُؤْيَا يُبَرِّئُنِى اللَّهُ بِهَا ، فَوَاللَّهِ مَا رَامَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَجْلِسَهُ ، وَلاَ خَرَجَ أَحَدٌ مِنْ أَهْلِ الْبَيْتِ ، حَتَّى أُنْزِلَ عَلَيْهِ ، فَأَخَذَهُ مَا كَانَ يَأْخُذُهُ مِنَ الْبُرَحَاءِ ، حَتَّى إِنَّهُ لَيَتَحَدَّرُ مِنْهُ مِنَ الْعَرَقِ مِثْلُ الْجُمَانِ وَهْوَ فِى يَوْمٍ شَاتٍ ، مِنْ ثِقَلِ الْقَوْلِ الَّذِى أُنْزِلَ عَلَيْهِ - قَالَتْ - فَسُرِّىَ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَهْوَ يَضْحَكُ ، فَكَانَتْ أَوَّلَ كَلِمَةٍ تَكَلَّمَ بِهَا أَنْ قَالَ « يَا عَائِشَةُ أَمَّا اللَّهُ فَقَدْ بَرَّأَكِ » . قَالَتْ فَقَالَتْ لِى أُمِّى قُومِى إِلَيْهِ . فَقُلْتُ وَاللَّهِ لاَ أَقُومُ إِلَيْهِ ، فَإِنِّى لاَ أَحْمَدُ إِلاَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ - قَالَتْ - وَأَنْزَلَ اللَّهُ تَعَالَى ( إِنَّ الَّذِينَ جَاءُوا بِالإِفْكِ ) الْعَشْرَ الآيَاتِ ، ثُمَّ أَنْزَلَ اللَّهُ هَذَا فِى بَرَاءَتِى . قَالَ أَبُو بَكْرٍ الصِّدِّيقُ - وَكَانَ يُنْفِقُ عَلَى مِسْطَحِ بْنِ أُثَاثَةَ لِقَرَابَتِهِ مِنْهُ وَفَقْرِهِ - وَاللَّهِ لاَ أُنْفِقُ عَلَى مِسْطَحٍ شَيْئًا أَبَدًا بَعْدَ الَّذِى قَالَ لِعَائِشَةَ مَا قَالَ . فَأَنْزَلَ اللَّهُ ( وَلاَ يَأْتَلِ أُولُو الْفَضْلِ مِنْكُمْ ) إِلَى قَوْلِهِ ( غَفُورٌ رَحِيمٌ ) قَالَ أَبُو بَكْرٍ الصِّدِّيقُ بَلَى وَاللَّهِ إِنِّى لأُحِبُّ أَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لِى . فَرَجَعَ إِلَى مِسْطَحٍ النَّفَقَةَ الَّتِى كَانَ يُنْفِقُ عَلَيْهِ وَقَالَ وَاللَّهِ لاَ أَنْزِعُهَا مِنْهُ أَبَدًا . قَالَتْ عَائِشَةُ وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم سَأَلَ زَيْنَبَ بِنْتَ جَحْشٍ عَنْ أَمْرِى ، فَقَالَ لِزَيْنَبَ « مَاذَا عَلِمْتِ أَوْ رَأَيْتِ » . فَقَالَتْ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَحْمِى سَمْعِى وَبَصَرِى ، وَاللَّهِ مَا عَلِمْتُ إِلاَّ خَيْرًا . قَالَتْ عَائِشَةُ وَهْىَ الَّتِى كَانَتْ تُسَامِينِى مِنْ أَزْوَاجِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم . فَعَصَمَهَا اللَّهُ بِالْوَرَعِ - قَالَتْ - وَطَفِقَتْ أُخْتُهَا حَمْنَةُ تُحَارِبُ لَهَا ، فَهَلَكَتْ فِيمَنْ هَلَكَ . قَالَ ابْنُ شِهَابٍ فَهَذَا الَّذِى بَلَغَنِى مِنْ حَدِيثِ هَؤُلاَءِ الرَّهْطِ . ثُمَّ قَالَ عُرْوَةُ قَالَتْ عَائِشَةُ وَاللَّهِ إِنَّ الرَّجُلَ الَّذِى قِيلَ لَهُ ما قِيلَ لَيَقُولُ سُبْحَانَ اللَّهِ فَوَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ مَا كَشَفْتُ مِنْ كَنَفِ أُنْثَى قَطُّ . قَالَتْ ثُمَّ قُتِلَ بَعْدَ ذَلِكَ فِى سَبِيلِ اللَّهِ .
Tercemesi:
Bize Abdülaziz b. Abdullah, ona İbrahim b. Sa’d, ona Sâlih, ona İbn Şihâb şöyle rivayet etmiştir:
Bana Urve b. ez-Zübeyr, Saîd b. Müseyyeb, Alkame b. Vakkâs ve Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesûd, Hz. Peygamber’in (sav) hanımı Hz. Aişe’den (r.anha) ifk hadisesi ve insanların söylentileri hakkındaki hadisi rivayet ettiler. Bazıları rivayeti diğerlerinden daha iyi bellemiş ve daha sağlam anlatıyor olduğu halde hepsi ilgili hadisin bir kısmını aktardılar. Her birinin Hz. Aişe’den naklettikleri rivayetlerini iyice öğrendim. İçlerinde bazıları rivayeti daha iyi bellemiş olsa da rivayetleri birbirini tasdik ediyordu. Şöyle dediler: Hz. Aişe (r.anha) şöyle rivayet etmiştir:
Rasulullah (sav) seyahate çıkacağı zaman eşleri arasında kura çeker, kurada hangisi çıkarsa onu yanında götürürdü. Bir gazve sırasında eşleri arasında kura çekti ve kurada ben çıktım. Böylece örtünme ayeti indirildikten sonraki bir zamanda Hz. Peygamberle (sav) birlikte yola çıktık. Ben kervan yürürken de konaklarken de hevdecim içinde bulunuyordum. Yolculuğa devam ettik, nihayetinde Rasulullah bu gazvedeki hedefini gerçekleştirdi ve geri dönmeye başladı. Yola çıkıp Medine’ye doğru hareket ettik. Bir gece, yola çıkılacağı ilan edildi. Bu esnada ben de ihtiyacımı gidermek için biraz öteye yürüdüm ordunun bulunduğu yerin ötesine geçtim. İhtiyacımı gördükten sonra bineğime doğru yöneldim. Bu sırada göğsümü yokladım. Bir de baktım ki Yemen boncuğundan yapılmış gerdanım kopup düşmüş. Hemen dönüp gerdanlığımı aradım ama onu aramak beni orduya yetişmekten alı koydu. Beni taşıyan grup gelmiş ve benim içinde olduğumu zannederek hevdecimi yüklenerek yolculuk yaptığım devenin üzerine koymuşlar. O zaman kadınlar zayıftı, şişman değillerdi. Çünkü azıcık yemek yerlerdi. Ben de henüz genç bir kadın olduğun için insanlar kaldırıp götürdükleri hevdecin hafif olduğunu fark edememişler. Deveyi önlerine katıp yola devam etmişler. Ben de ordu gittikten sonra gerdanlığımı buldum. Ordunun konakladığı yere geldim ama hiç kimse yoktu. Belki benim orada olmadığımı anlayıp geri dönerler diye konakladığım yere gittim. Ben orada öyle otururken göz kapaklarım ağırlaştı ve uyudum. Safvan b. el-Muattal es-Sülemî ez-Zekvânî ordunun arkasında kalmıştı. Sabahleyin benim konakladığım yere gelince uyuyan bir insanın karaltısını görmüş. Örtünme emrinden önce beni görmüş olduğu için beni tanımış. Beni tanıdığında söylemiş olduğu “İnna lillahi ve innâ ileyhi raciûn” Biz Allah’a aidiz ve yine ona döneriz (Bakara, 2/156) sözleriyle uyandım. Yüzümü hemen örtümle örttüm. Vallahi bundan başka onunla ne bir kelime konuştuk ne de ondan başka bir söz işittim. Hızlıca yanıma gelip devesini çöktürdü ve bineğe yardım almadan binebilmem için devenin ön ayaklarını yere yaydı. Ben de kalkıp deveye bindim. Beni öğle sıcağında mola vermiş ordunun olduğu yere kadar götürdü. Bana iftira edip helak olanlar helak olmuşlardır. İfk hadisesinde bu işin başını Abdullah b. Übey b. Selül çekmiştir. İbn Şihâb ez-Zührî'ye olayı aktaran ravilerden Urve b. ez-Zübeyr rivayetinde şöyle demiştir: 'Bana aktarıldığına göre iftira yayıldığında, bu söz Abdullah b Ubeyy’in yanında konuşulur, o da sözü söyleyene kulak verir, onu onaylar ve insanlar arasında gündeme getirerek yayardı'. Urve sözlerine devamla dedi ki, 'İftira sahiplerinin içinde sadece Hassân b. Sâbit, Mıstah b. Üsâse ve Hamne bint Cahş’ın isimleri söylenmiştir. Diğerleri hakkında bir bilgim yoktur. Ancak onlar Yüce Allah’ın buyurduğu üzere “ On kişiden müteşekkil bir gruptan” ibarettiler. İftiranın yayılması konusunda en büyük pay sahibinin Abdullah b. Übey b. Selûl olduğu söylenirdi.
Urve b. ez-Zübeyr sözlerine şöyle devam etti: Aişe yanında Hassân b. Sâbit’e sövülmesinden hoşlanmaz; "O 'Babam, babamın babası ve benim ırzım; size karşı Muhammed’e kalkandır' şeklinde şiir yazan kafirlere karşı Hz. Peygamber'i savunmuş biridir"derdi.
Hz. Aişe (r.anha) olayı şöyle anlatmaya devam etmiştir: Nihayetinde Medine’ye vardık. Oraya geldikten sonra ben bir ay hasta oldum. Bu arada insanlar iftira sahiplerinin sözlerine dalmışlar. Ben ise bunların farkında değildim. Bu ağrılı halimde beni şüphelendiren tek şey vardı: Ben önceden hastalandığımda Rasulullah’tan gördüğüm şefkatli muameleyi artık göremiyordum. Allah Resulü (sav) yanıma girdiğinde selam veriyor ve adımı söylemeden “bu nasıl?” diyor ve hemen ayrılıyordu. Bu durum beni şüphelendirse de hâlâ kötü bir şey olduğunu hissetmiyordum. Hastalığım biraz geçince dışarı çıktım. Ümmü Mistah ile birlikte ihtiyacımızı giderdiğimiz yer olan Menâsi tarafına doğru gittik. Oraya ancak geceleyin giderdik. Bu olay evlerimizin yakınına tuvalet için korunaklı yerler yapmadan önceydi. O zamanlar tuvalete karşı tavrımız çöldeki eski Arapların tavırlarına benziyordu. Evlerimizde tuvalet için korunaklı yerler belirlemekten oluşturacağı kötü kokudan sıkıntı duyardık. Hz. Aişe sözlerine devamla dedi ki, Ebu Ruhm b. el-Muttalib b. Abdimenâf’ın kızı olan Ümmü Mıstah ile birlikte oradan ayrıldık. Onun annesi Sahr b. Amir kızı ve Ebu Bekir es-Sıddîk’ın teyzesiydi. Oğlu Mıstah b. Esâse b. Abbad b. Muttalib’di. İşimiz bitince Ümmü Mıstah ile birlikte evime doğru yöneldik. Ümmü Mıstah’ın ayağı sürçtü ve oğluna beddua edip “Mıstah helak olsun!” dedi. Ben “Ne fena söz söyledin! Bedir’e katılmış bir kişi hakkında mı böyle söylüyorsun?” dedim. “Ah seni saf! Onun ne söylediğini duymadın mı?” diye sordu. Ben “Ne söylemiş?” dedim. Bana iftira edenlerin sözlerini bir bir anlattı. Bu sözler hastalığıma hastalık kattı. Evime döndüğümde Rasulullah (sav) yanıma girdi ve “Hastanız nasıl?” diye sordu. Ona “Anne babama gitmeme izin verir misiniz?” diye sordum. O zaman bu söylentileri annem ve babam tarafından duyup iyice anlamak istiyordum. Rasulullah (sav) bana izin verdi. Annemin yanına gidip ona “Annecim! İnsanlar ne konuşuyorlar?” diye sordum. Annem şöyle dedi: “Kızım! Kendini üzme. Bir erkeğin yanında sevdiği güzel bir kadın varsa ve onun birçok kuması da bulunuyorsa mutlaka onun hakkında böyle ileri geri konuşurlar.” Ben “Sübhanallah! İnsanlar bunları mı konuşuyorlar!” dedim ve gece boyunca ağladım. Sabah kalktığımda göz pınarlarım kurumuştu. Gözüme uyku girmemişti. Ağlayarak sabahı etmiştim. Vahiy geciktiği için ailesi ile ayrılması konusunda onlarla istişare etmek için Rasulullah (sav) Ali b. Ebû Tâlib ve Üsâme b. Zeyd’i yanına çağırmış. Üsame b. Zeyd, Rasulullah’ın ailesinin suçsuz olduğuna ve bu iftiraya inanan arkadaşlarına karşı sevgi beslediğine dair görüş bildirmiş ve “Senin ailen hakkında ancak hayır düşünürüz” demiş. Ali b. Ebû Tâlib ise “Ey Allah’ın Resulü! Allah sana evlenme ve boşanma hususunda darlık vermemiştir. Aişe dışında bir sürü kadın var! Cariyesine sor, sana doğruyu söyleyecektir” demiş. Bunun üzerine Rasulullah (sav) Berire’yi çağırmış ve “Berire! Seni şüphelendiren bir şey gördün mü?” diye sormuş. Berire ona “Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki onu ayıplayacak hiçbir şey görmedim. O saf genç bir kız daha. Ailesinin hamurunu yoğurup uyur, evcil hayvanlar gelip hamurdan yer onun ruhu duymazdı. Bundan sonra Rasulullah (sav) o gün minbere çıktı ve Abdullah b. Übey hakkında söz söylemekten muaf tutulmasını isteyerek şöyle hitap etti: “Ey Müslümanlar! Eşim hakkında bana eziyet eden birine karşı bana kim yardım eder? Allah’a yemin olsun ki, ben eşim hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyorum. Bu iftiracılar meseleye bir adamın adını kattılar ki, onun hakkında da iyilikten başka bir şey bilmem. Bu adam ben yanında olmadan asla eşimin yanına girmiş değildir” buyurdu. Bunun üzerine Ensâr’ın Evs kabilesinden Abdüleşheloğullarının kardeşi Sa’d b. Muaz kalkıp “Ey Allah’ın Resulü! Ben sena yardım ederim. Eğer bu adam Evs’ten ise onun boynunu ben vuracağım. Eğer Hazreçli kardeşlerimizden ise bize emredersen gereğini yaparız” dedi. Bunun üzerine Hazreçli bir adam kalktı. Hassanʼın annesi aynı aşiretten onun amcasının kızıydı. Bu kişi Hazrec’in reisi olan Sa’d b. Ubâde idi. Bu olaydan önce iyi bir adamdı. Ama kabile asabiyetine kapıldı ve Sa’d b. Muâz’a “Hayır, yalan söylüyorsun. Allah’a yemin olsun ki onu öldürmezsin, öldüremezsin. Eğer senin kabilenden olsaydı öldürülmesini de istemezdin. Bunun üzerine Sa’d b. Muâz’ın amcasının oğlu olan Üseyd b. Hudayr ayağa kalktı ve Sa’d b. Übâde’ye “Yalan söylüyorsun, onu elbette öldürürdük. Sen münafıkları savunan münafığın birisin!” dedi. Evs ve Hazreç kabileleri birbirine girmişler, çatışacak hale gelmişlerdi. Rasulullah bu sırada minberde duruyordu. Rasulullah onları susturdu ve sakinleştirdi. Hepsi sustular, o da sustu. Ben o gün boyunca ağladım. Göz pınarlarım kurudu, gözüme uyku girmedi. Annem ve babam yanımda kaldılar. İki gece bir gün sürekli ağladım. Göz pınarlarım kurudu, gözüme uyku girmedi. Öyle ki ağlayışımın ciğerimi parçaladığını zannettim. Ben ağlarken annem ve babam yanımda oturuyorlardı. Derken birden bire Ensar’dan bir kadın yanıma gelmek için izin istedi. Ona izin verdim. Gelip yanıma oturdu ve benimle birlikte ağlamaya başladı. Biz bu haldeyken Rasulullah (sav) geldi ve selam verip oturdu. Bu söylentiler çıktığından beri benim yanımda oturmamıştı. Bir aydır benim hakkımda bir vahiy gelmemişti. Rasulullah (sav) otururken şehadet getirdi ve şöyle dedi: “Aişe! Bana senin hakkında şöyle haberler ulaştı. Eğer suçsuz isen Allah senin suçsuz olduğunu gösterecektir. Eğer günah işlemeye yeltenmişsen Allah’a istiğfar et, ona tövbe et. Kul itiraf ettiği ve tövbe ettiği zaman Allah onun tevbesini kabul eder.” Rasulullah (sav) sözünü bitirince gözümün yaşı kesildi, artık akacak damla kalmamıştı. Babama 'Rasulullah’a benim için cevap ver' dedim. Babam “Ben Rasulullah’a ne diyeceğimi bilmiyorum” dedi. Anneme 'Anne, sen Rasulullah’a cevap ver' dedim. Annem de 'Ben de ne diyeceğimi bilmiyorum' dedi. Daha Kur’an’dan fazla bir şey okumamış genç bir hanım olduğum halde şunları söyledim: 'Sizin bu dedikoduları işittiğinizi biliyorum. Bu sözler içinizde yer etti ve belki onları tasdik ettiniz. Belki size suçsuz olduğumu söylesem bana inanmazsınız. Size bir şey itiraf etsem, ki Allah benim masum olduğumu biliyor, bana inanırsınız. Sizinle benim için misal olarak sadece Yusuf’un babasının şu sözlerini görüyorum: 'Artık bana düşen güzelce sabretmektir. Anlattıklarınıza karşı yardımına sığınılacak ancak Allah’tır' (Yusuf, 12/18). Bu sözleri söyleyip yatağıma yattım. Allah benim masum olduğumu biliyordu ve bunu herkese gösterecekti. Ama benim bu halim için Kur'an'da yer alıp sürekli olarak okunacak bir vahiy indireceğini zannetmiyordum. Kendi nazarımda halim Allah’ın hakkımda konuşmasını gerektirmeyecek kadar önemsizdi. Ancak Rasulullah’ın bir rüya görmesini ve Allah’ın bu rüya ile benim masumiyetimi ortaya koymasını umuyordum. Allah'a yemin olsun ki, Rasulullah oturduğu yerden kalkmamış, aileden kimse de yerinden ayrılmamıştı. Nihayet vahiy indirildi. Ona vahiy inerken gelen hal kendisini kapladı. Kış gününde bile inen vahyin ağırlığından dolayı vücudundan inci gibi ter damlaları dökülürdü. Rasullah’tan vahiy hali gidince sevincinden güldüğünü gördüm. Söylediği ilk söz “Aişe! Allah seni temize çıkardı” oldu. Bunun üzerine annem “Kızım, Rasulullah’a (sav) kalk da teşekkür et” dedi. Ben “Allah'a yemin olsun ki, ona kalkıp teşekkür etmem. Ancak Allah’a (ac) hamd ederim” dedim. Allah Teâlâ bu iftira olayı ile ilgili 'Sana iftira edenler…(Nur, 24/11-21)' ayetini; sonra benim masum olduğuma dair ayeti indirdi. Ebu Bekir es-Sıddık –hem akrabası hem de fakir olduğu önceden Mıstah b. Üsâse'ye yardım ederken- 'Vallahi Aişe hakkında söylediklerinden sonra Mıstah'a artık hiçbir şey vermem' diye yemin etti. Bunun üzerine Allah Teâlâ 'Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar akrabasına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur etmesin; affetsin, aldırış etmesin. Allah’ın sizi affetmesini istemez misiniz? Allah çok affeden, çok merhamet edendir' (Nur, 24/22) ayetini indirdi. Bunun üzerine babam Ebû Bekir es-Sıddîk: 'Vallahi, ben Allah’ın beni affetmesini elbette isterim' dedi ve Mıstah’a yaptığı yardıma devam etme kararı aldı ve 'Artık bu yardımı ebediyen kesmem' dedi. Rasulullah (sav) eşi Zeyneb bint Cahş'a benim hakkımda “Zeyneb! Aişe hakkında ne bilirsin, ne gördün?” diye sormuş. Zeynep Hz. Peygamber’in eşleri arasında güzellik ve Peygamber yanındaki mevkii bakımından benimle yarış içinde olan bir kadın olduğu halde 'Ey Allah’ın Resulü! Ben gözümü ve kulağımı sakınırım. Onun hakkında sadece hayır biliyorum' diye cevap vermiş. Allah dindarlığı sebebiyle onu bu iftiraya katılmaktan korudu. Kız kardeşi Hamne ise iftiraya tutunmuş ve iftiracıların dedikodularını yaymış, bu sebeple helak olanlarla birlikte helak olmuştu.
Zührî şöyle demiştir: İşte bu iftiracılar hakkında bize ulaşan hadis böyledir. Urve şöyle demiştir: Hz. Aişe (r.anha) şöyle buyurdu: 'Sübhanallah, hakkında iftira atılıp dedikodu yapılan adam 'Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, kendisine yapılan iftirayı reddederek ben hayatımda hiçbir kadının elbisesini açmadım' derdi. Sonra o zat Safvan b. Muattal Allah yolunda şehit oldu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Meğâzî 34, 2/79
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Ebu Abdullah Ubeydullah b. Abdullah el-Hüzeli (Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud b. Gâfil)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Muhammed Salih b. Keysan ed-Devsi (Salih b. Keysan)
5. Ebu İshak İbrahim b. Sa'd ez-Zührî (İbrahim b. Sa'd b. İbrahim b. Abdurrahman b. Avf)
6. Abdulaziz b. Abdullah el-Üveysi (Abdulaziz b. Abdullah b. Yahya b. Amr b. Üveys)
Konular:
Hadis Rivayeti
Hz. Peygamber, evlilikleri
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe'ye sevgisi
Hz. Peygamber, hanımlarıyla ilişkileri
Hz. Peygamber, Hüznü ve Sevinci
Hz. Peygamber, sahabe ile ilişkisi
Hz. Peygamber, sahabeyle iletişimi
Hz. Peygamber, terlemesi ve terinin saklanması
Hz. Peygamber, vahiy geldiğindeki halleri
İftira, iffetli kimseye
KTB, VAHİY
Kur'an, Nüzul sebebleri
Münafık, yaptıkları şeyler (Resulullah zamanında)
Sahabe, Aralalarındaki ihtilaflar
Sahabe, birbirine kaba sözleri
Sahabe, birbirlerine karşı kullandıkları üslup
Siyer, Bedir harbine katılan sahabiler
Vahiy, geliş şekilleri
Vahiy, vahyin kesilmesi
حَدَّثَنِى مُحَمَّدٌ حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ أَبِى شُعَيْبٍ حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ أَعْيَنَ حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ رَاشِدٍ أَنَّ الزُّهْرِىَّ حَدَّثَهُ قَالَ أَخْبَرَنِى عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ عَنْ أَبِيهِ قَالَ سَمِعْتُ أَبِى كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ ، وَهْوَ أَحَدُ الثَّلاَثَةِ الَّذِينَ تِيبَ عَلَيْهِمْ أَنَّهُ لَمْ يَتَخَلَّفْ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى غَزْوَةٍ غَزَاهَا قَطُّ غَيْرَ غَزْوَتَيْنِ غَزْوَةِ الْعُسْرَةِ وَغَزْوَةِ بَدْرٍ . قَالَ فَأَجْمَعْتُ صِدْقَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ضُحًى ، وَكَانَ قَلَّمَا يَقْدَمُ مِنْ سَفَرٍ سَافَرَهُ إِلاَّ ضُحًى وَكَانَ يَبْدَأُ بِالْمَسْجِدِ ، فَيَرْكَعُ رَكْعَتَيْنِ ، وَنَهَى النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم عَنْ كَلاَمِى وَكَلاَمِ صَاحِبَىَّ ، وَلَمْ يَنْهَ عَنْ كَلاَمِ أَحَدٍ مِنَ الْمُتَخَلِّفِينَ غَيْرِنَا ، فَاجْتَنَبَ النَّاسُ كَلاَمَنَا ، فَلَبِثْتُ كَذَلِكَ حَتَّى طَالَ عَلَىَّ الأَمْرُ ، وَمَا مِنْ شَىْءٍ أَهَمُّ إِلَىَّ مِنْ أَنْ أَمُوتَ فَلاَ يُصَلِّى عَلَىَّ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم أَوْ يَمُوتَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَكُونَ مِنَ النَّاسِ بِتِلْكَ الْمَنْزِلَةِ ، فَلاَ يُكَلِّمُنِى أَحَدٌ مِنْهُمْ ، وَلاَ يُصَلِّى عَلَىَّ ، فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَوْبَتَنَا عَلَى نَبِيِّهِ صلى الله عليه وسلم حِينَ بَقِىَ الثُّلُثُ الآخِرُ مِنَ اللَّيْلِ ، وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عِنْدَ أُمِّ سَلَمَةَ ، وَكَانَتْ أُمُّ سَلَمَةَ مُحْسِنَةً فِى شَأْنِى مَعْنِيَّةً فِى أَمْرِى ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « يَا أُمَّ سَلَمَةَ تِيبَ عَلَى كَعْبٍ » . قَالَتْ أَفَلاَ أُرْسِلُ إِلَيْهِ فَأُبَشِّرَهُ قَالَ « إِذًا يَحْطِمَكُمُ النَّاسُ فَيَمْنَعُونَكُمُ النَّوْمَ سَائِرَ اللَّيْلَةِ » . حَتَّى إِذَا صَلَّى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم صَلاَةَ الْفَجْرِ آذَنَ بِتَوْبَةِ اللَّهِ عَلَيْنَا ، وَكَانَ إِذَا اسْتَبْشَرَ اسْتَنَارَ وَجْهُهُ حَتَّى كَأَنَّهُ قِطْعَةٌ مِنَ الْقَمَرِ ، وَكُنَّا أَيُّهَا الثَّلاَثَةُ الَّذِينَ خُلِّفُوا عَنِ الأَمْرِ الَّذِى قُبِلَ مِنْ هَؤُلاَءِ الَّذِينَ اعْتَذَرُوا حِينَ أَنْزَلَ اللَّهُ لَنَا التَّوْبَةَ ، فَلَمَّا ذُكِرَ الَّذِينَ كَذَبُوا رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنَ الْمُتَخَلِّفِينَ ، وَاعْتَذَرُوا بِالْبَاطِلِ ، ذُكِرُوا بِشَرِّ مَا ذُكِرَ بِهِ أَحَدٌ قَالَ اللَّهُ سُبْحَانَهُ ( يَعْتَذِرُونَ إِلَيْكُمْ إِذَا رَجَعْتُمْ إِلَيْهِمْ قُلْ لاَ تَعْتَذِرُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكُمْ قَدْ نَبَّأَنَا اللَّهُ مِنْ أَخْبَارِكُمْ وَسَيَرَى اللَّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ ) الآيَةَ .
Bana Muhammed, ona Ahmed b. Ebu Şuayb, ona Musa b. A'yun, ona İshak b. Raşid, ona Zührî, ona Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik, ona babası (Abdullah b. Ka'b b. Malik), ona da tevbesi kabul edilen üç kişiden biri olan ve Bedir ve Tebük seferleri dışında hiçbir seferde Hz. Peygamber'den (sav) ayrı kalmayan babası Ka'b b. Malik şöyle demiştir:
Ben kuşluk vakti Rasulullah'a (sav) doğruyu (Tebük seferine katılmamak için hiçbir mazeretimin olmadığını) söylemeye karar verdim. Rasulullah (sav) neredeyse çıktığı her seferin dönüşünde kuşluk vaktinde Medine'ye gelir ve önce mescide girip iki rekat namaz kılardı. (Ben durumumu anlattıktan sonra) Peygamber (sav) ben ve iki arkadaşımla konuşmayı herkese yasakladı. Seferde geri kalanlar içinde, bir tek bizimle konuşmak yasaklandı. İnsanlar bizimle konuşmaktan kaçındılar. Uzunca bir süre bu şekilde bekledim. Benim için, ölmem durumunda Hz. Peygamber'in (sav) cenaze namazımı kılmaması ya da Hz. Peygamber'in (sav) vefat etmesi halinde benim insanlar arasında bu konumda kalmam, sahabeden hiç kimsenin benimle konuşmuyor ve cenaze namazımı kılmıyor olmasından daha üzücü bir durum yoktu. (Bu durumun üzerinden elli gün geçtikten sonraki) gecenin son üçte birinde, Rasulullah, Ümmü Seleme'nin yanında iken Allah Taâlâ, Peygamber'ine, bizim tevbemizin kabulünü bildiren vahyini indirdi. Ümmü Seleme benim durumumu dert edinen ve hakkımda iyilik düşünen kimse idi. Rasulullah (sav) "ey Ümme Seleme, Ka'b'ın tevbesi kabul edildi" buyurdu. Ümmü Seleme “Ka'b'a haberci gönderip müjde vereyim mi?” dedi. Rasulullah "o zaman insanlar çok kalabalık şekilde gelip sizi ezer ve gürültü yaparak gecenin kalan kısmında uyumanıza engel olurlar" buyurdu.
Rasulullah (sav) sabah namazını kıldıktan sonra tevbemizin Allah tarafından kabul edildiğini bildirdi. Rasulullah sevindiği zaman bir ay parçası gibi yüzü parlardı. Seferden geri kalanlar ve bundan dolayı mazeret bildirenler arasında mazereti en geç kabul edilen bizler, Allah'ın tevbemizi kabul ettiğini bildirmek üzere vahiy indirdiği üç kişiydik. Seferden geri kalanlardan Rasulullah'a yalan söyleyen, yalan özürler beyan edenler anıldığı zaman en kötü kişiden bahsedilir gibi anıldılar. Her şeyden münezzeh olan Allah (onlar hakkında) şöyle buyurdu: "Sefer dönüşü kendileriyle karşılaştığınız zaman o münafıklar size özür beyân edecekler. De ki: “Boşuna özür dilemeye kalkmayın; size asla inanacak değiliz. Çünkü Allah mazeretlerinizin geçersizliği ile alakalı olarak nifak ve yalanlarınızı bize haber verdi. Bundan böyle de Allah ve Rasûlü, ne yapacağınıza bakacak. Sonra da duyuların kapsam alanına girmeyen ve giren her şeyi hakkıyla bilen Allah’ın huzuruna varacaksınız. O da yaptıklarınızı size bir bir haber verecektir." (Tevbe, 94)
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32059, B004677
Hadis:
حَدَّثَنِى مُحَمَّدٌ حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ أَبِى شُعَيْبٍ حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ أَعْيَنَ حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ رَاشِدٍ أَنَّ الزُّهْرِىَّ حَدَّثَهُ قَالَ أَخْبَرَنِى عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ عَنْ أَبِيهِ قَالَ سَمِعْتُ أَبِى كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ ، وَهْوَ أَحَدُ الثَّلاَثَةِ الَّذِينَ تِيبَ عَلَيْهِمْ أَنَّهُ لَمْ يَتَخَلَّفْ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى غَزْوَةٍ غَزَاهَا قَطُّ غَيْرَ غَزْوَتَيْنِ غَزْوَةِ الْعُسْرَةِ وَغَزْوَةِ بَدْرٍ . قَالَ فَأَجْمَعْتُ صِدْقَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ضُحًى ، وَكَانَ قَلَّمَا يَقْدَمُ مِنْ سَفَرٍ سَافَرَهُ إِلاَّ ضُحًى وَكَانَ يَبْدَأُ بِالْمَسْجِدِ ، فَيَرْكَعُ رَكْعَتَيْنِ ، وَنَهَى النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم عَنْ كَلاَمِى وَكَلاَمِ صَاحِبَىَّ ، وَلَمْ يَنْهَ عَنْ كَلاَمِ أَحَدٍ مِنَ الْمُتَخَلِّفِينَ غَيْرِنَا ، فَاجْتَنَبَ النَّاسُ كَلاَمَنَا ، فَلَبِثْتُ كَذَلِكَ حَتَّى طَالَ عَلَىَّ الأَمْرُ ، وَمَا مِنْ شَىْءٍ أَهَمُّ إِلَىَّ مِنْ أَنْ أَمُوتَ فَلاَ يُصَلِّى عَلَىَّ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم أَوْ يَمُوتَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَكُونَ مِنَ النَّاسِ بِتِلْكَ الْمَنْزِلَةِ ، فَلاَ يُكَلِّمُنِى أَحَدٌ مِنْهُمْ ، وَلاَ يُصَلِّى عَلَىَّ ، فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَوْبَتَنَا عَلَى نَبِيِّهِ صلى الله عليه وسلم حِينَ بَقِىَ الثُّلُثُ الآخِرُ مِنَ اللَّيْلِ ، وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عِنْدَ أُمِّ سَلَمَةَ ، وَكَانَتْ أُمُّ سَلَمَةَ مُحْسِنَةً فِى شَأْنِى مَعْنِيَّةً فِى أَمْرِى ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « يَا أُمَّ سَلَمَةَ تِيبَ عَلَى كَعْبٍ » . قَالَتْ أَفَلاَ أُرْسِلُ إِلَيْهِ فَأُبَشِّرَهُ قَالَ « إِذًا يَحْطِمَكُمُ النَّاسُ فَيَمْنَعُونَكُمُ النَّوْمَ سَائِرَ اللَّيْلَةِ » . حَتَّى إِذَا صَلَّى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم صَلاَةَ الْفَجْرِ آذَنَ بِتَوْبَةِ اللَّهِ عَلَيْنَا ، وَكَانَ إِذَا اسْتَبْشَرَ اسْتَنَارَ وَجْهُهُ حَتَّى كَأَنَّهُ قِطْعَةٌ مِنَ الْقَمَرِ ، وَكُنَّا أَيُّهَا الثَّلاَثَةُ الَّذِينَ خُلِّفُوا عَنِ الأَمْرِ الَّذِى قُبِلَ مِنْ هَؤُلاَءِ الَّذِينَ اعْتَذَرُوا حِينَ أَنْزَلَ اللَّهُ لَنَا التَّوْبَةَ ، فَلَمَّا ذُكِرَ الَّذِينَ كَذَبُوا رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنَ الْمُتَخَلِّفِينَ ، وَاعْتَذَرُوا بِالْبَاطِلِ ، ذُكِرُوا بِشَرِّ مَا ذُكِرَ بِهِ أَحَدٌ قَالَ اللَّهُ سُبْحَانَهُ ( يَعْتَذِرُونَ إِلَيْكُمْ إِذَا رَجَعْتُمْ إِلَيْهِمْ قُلْ لاَ تَعْتَذِرُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكُمْ قَدْ نَبَّأَنَا اللَّهُ مِنْ أَخْبَارِكُمْ وَسَيَرَى اللَّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ ) الآيَةَ .
Tercemesi:
Bana Muhammed, ona Ahmed b. Ebu Şuayb, ona Musa b. A'yun, ona İshak b. Raşid, ona Zührî, ona Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik, ona babası (Abdullah b. Ka'b b. Malik), ona da tevbesi kabul edilen üç kişiden biri olan ve Bedir ve Tebük seferleri dışında hiçbir seferde Hz. Peygamber'den (sav) ayrı kalmayan babası Ka'b b. Malik şöyle demiştir:
Ben kuşluk vakti Rasulullah'a (sav) doğruyu (Tebük seferine katılmamak için hiçbir mazeretimin olmadığını) söylemeye karar verdim. Rasulullah (sav) neredeyse çıktığı her seferin dönüşünde kuşluk vaktinde Medine'ye gelir ve önce mescide girip iki rekat namaz kılardı. (Ben durumumu anlattıktan sonra) Peygamber (sav) ben ve iki arkadaşımla konuşmayı herkese yasakladı. Seferde geri kalanlar içinde, bir tek bizimle konuşmak yasaklandı. İnsanlar bizimle konuşmaktan kaçındılar. Uzunca bir süre bu şekilde bekledim. Benim için, ölmem durumunda Hz. Peygamber'in (sav) cenaze namazımı kılmaması ya da Hz. Peygamber'in (sav) vefat etmesi halinde benim insanlar arasında bu konumda kalmam, sahabeden hiç kimsenin benimle konuşmuyor ve cenaze namazımı kılmıyor olmasından daha üzücü bir durum yoktu. (Bu durumun üzerinden elli gün geçtikten sonraki) gecenin son üçte birinde, Rasulullah, Ümmü Seleme'nin yanında iken Allah Taâlâ, Peygamber'ine, bizim tevbemizin kabulünü bildiren vahyini indirdi. Ümmü Seleme benim durumumu dert edinen ve hakkımda iyilik düşünen kimse idi. Rasulullah (sav) "ey Ümme Seleme, Ka'b'ın tevbesi kabul edildi" buyurdu. Ümmü Seleme “Ka'b'a haberci gönderip müjde vereyim mi?” dedi. Rasulullah "o zaman insanlar çok kalabalık şekilde gelip sizi ezer ve gürültü yaparak gecenin kalan kısmında uyumanıza engel olurlar" buyurdu.
Rasulullah (sav) sabah namazını kıldıktan sonra tevbemizin Allah tarafından kabul edildiğini bildirdi. Rasulullah sevindiği zaman bir ay parçası gibi yüzü parlardı. Seferden geri kalanlar ve bundan dolayı mazeret bildirenler arasında mazereti en geç kabul edilen bizler, Allah'ın tevbemizi kabul ettiğini bildirmek üzere vahiy indirdiği üç kişiydik. Seferden geri kalanlardan Rasulullah'a yalan söyleyen, yalan özürler beyan edenler anıldığı zaman en kötü kişiden bahsedilir gibi anıldılar. Her şeyden münezzeh olan Allah (onlar hakkında) şöyle buyurdu: "Sefer dönüşü kendileriyle karşılaştığınız zaman o münafıklar size özür beyân edecekler. De ki: “Boşuna özür dilemeye kalkmayın; size asla inanacak değiliz. Çünkü Allah mazeretlerinizin geçersizliği ile alakalı olarak nifak ve yalanlarınızı bize haber verdi. Bundan böyle de Allah ve Rasûlü, ne yapacağınıza bakacak. Sonra da duyuların kapsam alanına girmeyen ve giren her şeyi hakkıyla bilen Allah’ın huzuruna varacaksınız. O da yaptıklarınızı size bir bir haber verecektir." (Tevbe, 94)
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Tefsîr 18, 2/196
Senetler:
1. Ka'b b. Malik el-Ensarî (Ka'b b. Malik b. Ebu Ka'b b. Kayn b. Ka'b)
2. Abdullah b. Ka'b el-Ensarî (Abdullah b. Ka'b b. Malik b. Amr b. Kayn)
3. Abdurrahman b. Abdullah el-Ensarî (Abdurrahaman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik)
4. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
5. Ebu Süleyman İshak b. Raşid er-Rakkî (İshak b. Raşid)
6. Musa b. A'yen el-Cezeri (Musa b. A'yen)
7. Ahmed b. Ebu Şuayb (Ahmed b. Abdullah b. Müslim)
8. Muhammed b. Yahya ez-Zühli (Muhammed b. Yahya b. Abdullah b. Halid)
Konular:
KTB, TEVBE, İSTİĞFAR
Namaz, nafile, sefer dönüşü
Bize Kuteybe b. Saîd, ona Hâtim, ona Yezîd b. Ebu Ubeyd, ona da Seleme b. Ekva şöyle demiştir:
Bir sabah namazı ezan okunmadan önce yola çıktım. O günlerde Rasulullah'ın sağmal develeri Zû-Kared merasında otlayıp yayılıyorlardı. Seleme der ki: Yolda giderken Abdurrahmân b. Avf'ın bir kölesi bana yetişip “Rasulullah'ın sağmal develeri çalınıp götürüldü” dedi. Ben “develeri kim çaldı?” diye sordum. “Gatafân (kabilesinden adamlar)” dedi. İbn Ekva der ki: Bu haber üzerine ben gür bir sesle üç defa “yetişin baskın var” diye haykırdım. İbn Ekva' der ki: Benim bu haykırışım Medine'nin iki kara taşlığı arasındaki herkes işitti. Sonra hiç sağa sola bakmadan doğruca yaya olarak çapulcuların arkalarından koşup, kuyudan su çekerlerken, onlara yetiştim ve onlara ok atmaya başladım. Ben iyi bir ok atıcısı idim. Her ok attıkça da “Ben İbn Ekva'yım, bu gün alçakların öleceği gündür” gibi kısa şiirler söylüyordum. Nihayet onlardan develeri kurtardım. Onlardan otuz tane de elbise gasp ettim. İbn Ekva der ki: Develeri sürüp getirirken Peygamber (sav) ve sahâbiler geldi. Ben “ey Allah'ın Rasulü, onların su içmelerine engel oldum. Onlar, şimdi susuz bir haldeler. Hemen şimdi onlara bir müfreze gönder” dedim. Fakat Peygamber (sav) "Ey İbn Ekva, sen alacağını aldın, artık itidalli ol" buyurdu. İbn Ekva der ki: Sonra geri döndük. Rasulullah (sav) beni Medine'ye girinceye kadar devesi üzerine terkisine bindirdi.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32100, B004194
Hadis:
حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ حَدَّثَنَا حَاتِمٌ عَنْ يَزِيدَ بْنِ أَبِى عُبَيْدٍ قَالَ سَمِعْتُ سَلَمَةَ بْنَ الأَكْوَعِ يَقُولُ خَرَجْتُ قَبْلَ أَنْ يُؤَذَّنَ بِالأُولَى ، وَكَانَتْ لِقَاحُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم تَرْعَى بِذِى قَرَدٍ - قَالَ - فَلَقِيَنِى غُلاَمٌ لِعَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَوْفٍ فَقَالَ أُخِذَتْ لِقَاحُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قُلْتُ مَنْ أَخَذَهَا قَالَ غَطَفَانُ . قَالَ فَصَرَخْتُ ثَلاَثَ صَرَخَاتٍ - يَا صَبَاحَاهْ - قَالَ فَأَسْمَعْتُ مَا بَيْنَ لاَبَتَىِ الْمَدِينَةِ ، ثُمَّ انْدَفَعْتُ عَلَى وَجْهِى حَتَّى أَدْرَكْتُهُمْ وَقَدْ أَخَذُوا يَسْتَقُونَ مِنَ الْمَاءِ ، فَجَعَلْتُ أَرْمِيهِمْ بِنَبْلِى ، وَكُنْتُ رَامِيًا ، وَأَقُولُ أَنَا ابْنُ الأَكْوَعْ ، الْيَوْمُ يَوْمُ الرُّضَّعْ . وَأَرْتَجِزُ حَتَّى اسْتَنْقَذْتُ اللِّقَاحَ مِنْهُمْ ، وَاسْتَلَبْتُ مِنْهُمْ ثَلاَثِينَ بُرْدَةً ، قَالَ وَجَاءَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم وَالنَّاسُ فَقُلْتُ يَا نَبِىَّ اللَّهِ قَدْ حَمَيْتُ الْقَوْمَ الْمَاءَ وَهُمْ عِطَاشٌ ، فَابْعَثْ إِلَيْهِمُ السَّاعَةَ . فَقَالَ « يَا ابْنَ الأَكْوَعِ ، مَلَكْتَ فَأَسْجِحْ » . قَالَ ثُمَّ رَجَعْنَا وَيُرْدِفُنِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلَى نَاقَتِهِ حَتَّى دَخَلْنَا الْمَدِينَةَ .
Tercemesi:
Bize Kuteybe b. Saîd, ona Hâtim, ona Yezîd b. Ebu Ubeyd, ona da Seleme b. Ekva şöyle demiştir:
Bir sabah namazı ezan okunmadan önce yola çıktım. O günlerde Rasulullah'ın sağmal develeri Zû-Kared merasında otlayıp yayılıyorlardı. Seleme der ki: Yolda giderken Abdurrahmân b. Avf'ın bir kölesi bana yetişip “Rasulullah'ın sağmal develeri çalınıp götürüldü” dedi. Ben “develeri kim çaldı?” diye sordum. “Gatafân (kabilesinden adamlar)” dedi. İbn Ekva der ki: Bu haber üzerine ben gür bir sesle üç defa “yetişin baskın var” diye haykırdım. İbn Ekva' der ki: Benim bu haykırışım Medine'nin iki kara taşlığı arasındaki herkes işitti. Sonra hiç sağa sola bakmadan doğruca yaya olarak çapulcuların arkalarından koşup, kuyudan su çekerlerken, onlara yetiştim ve onlara ok atmaya başladım. Ben iyi bir ok atıcısı idim. Her ok attıkça da “Ben İbn Ekva'yım, bu gün alçakların öleceği gündür” gibi kısa şiirler söylüyordum. Nihayet onlardan develeri kurtardım. Onlardan otuz tane de elbise gasp ettim. İbn Ekva der ki: Develeri sürüp getirirken Peygamber (sav) ve sahâbiler geldi. Ben “ey Allah'ın Rasulü, onların su içmelerine engel oldum. Onlar, şimdi susuz bir haldeler. Hemen şimdi onlara bir müfreze gönder” dedim. Fakat Peygamber (sav) "Ey İbn Ekva, sen alacağını aldın, artık itidalli ol" buyurdu. İbn Ekva der ki: Sonra geri döndük. Rasulullah (sav) beni Medine'ye girinceye kadar devesi üzerine terkisine bindirdi.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Meğâzî 37, 2/90
Senetler:
1. Ebu İyas Seleme b. Ekva' (Seleme b. Amr b. Sinan b. Abdullah)
2. Ebu Halid Yezid b. Ebu Ubeyd el-Eslemî (Yezid b. Ebu Ubeyd)
3. Ebu İsmail Hatim b. İsmail el-Harisî (Hatim b. İsmail b. Muhammed)
4. Ebu Recâ Kuteybe b. Said es-Sekafi (Kuteybe b. Said b. Cemil b. Tarif)
Konular:
Cahiliye, temel karakteri
حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ حَرْبٍ حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ عَنْ ثَابِتٍ عَنْ أَنَسٍ - رضى الله عنه - قَالَ صَلَّى النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم الصُّبْحَ قَرِيبًا مِنْ خَيْبَرَ بِغَلَسٍ ثُمَّ قَالَ « اللَّهُ أَكْبَرُ خَرِبَتْ خَيْبَرُ ، إِنَّا إِذَا نَزَلْنَا بِسَاحَةِ قَوْمٍ ، فَسَاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَرِينَ » . فَخَرَجُوا يَسْعَوْنَ فِى السِّكَكِ ، فَقَتَلَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم الْمُقَاتِلَةَ ، وَسَبَى الذُّرِّيَّةَ ، وَكَانَ فِى السَّبْىِ صَفِيَّةُ ، فَصَارَتْ إِلَى دِحْيَةَ الْكَلْبِىِّ ، ثُمَّ صَارَتْ إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم ، فَجَعَلَ عِتْقَهَا صَدَاقَهَا . فَقَالَ عَبْدُ الْعَزِيزِ بْنُ صُهَيْبٍ لِثَابِتٍ يَا أَبَا مُحَمَّدٍ آنْتَ قُلْتَ لأَنَسٍ مَا أَصْدَقَهَا فَحَرَّكَ ثَابِتٌ رَأْسَهُ تَصْدِيقًا لَهُ .
Bize Süleyman b. Harb, ona Hammâd b. Zeyd, ona Sâbit, ona da Enes (ra) şöyle rivayet etmiştir:
Nebî (sav) sabah namazını Hayber'e yakın bir yerde karanlık vakitte kıldırdı. Ardından, "Allahu ekber! Hayber düştü! Biz düşman toprağına vardığımızda uyarılanların sabahı ne kötüdür!" buyurdu. (Hayberliler) sokaklarda koşturmaya başladılar. Nebî (sav) savaşçıları öldürdü, kadın ve çocukları da esir aldı. Esirler arasında Safiye de vardı. Safiye Dihye el-Kelbî'nin payına düşmüştü, sonradan Nebî'nin (sav) mülkiyetine geçti. Hz. Peygamber (sav) onun mihrini azadı kıldı.
Râvi Abdülaziz b. Suheyb, Sâbit'e, "Ey Ebu Muhammed! Mihrinin ne olduğunu Enes'e sen mi sordun?" dedi. Sâbit de onu tasdik ederek başını hareket ettirdi.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32122, B004200
Hadis:
حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ حَرْبٍ حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ عَنْ ثَابِتٍ عَنْ أَنَسٍ - رضى الله عنه - قَالَ صَلَّى النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم الصُّبْحَ قَرِيبًا مِنْ خَيْبَرَ بِغَلَسٍ ثُمَّ قَالَ « اللَّهُ أَكْبَرُ خَرِبَتْ خَيْبَرُ ، إِنَّا إِذَا نَزَلْنَا بِسَاحَةِ قَوْمٍ ، فَسَاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَرِينَ » . فَخَرَجُوا يَسْعَوْنَ فِى السِّكَكِ ، فَقَتَلَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم الْمُقَاتِلَةَ ، وَسَبَى الذُّرِّيَّةَ ، وَكَانَ فِى السَّبْىِ صَفِيَّةُ ، فَصَارَتْ إِلَى دِحْيَةَ الْكَلْبِىِّ ، ثُمَّ صَارَتْ إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم ، فَجَعَلَ عِتْقَهَا صَدَاقَهَا . فَقَالَ عَبْدُ الْعَزِيزِ بْنُ صُهَيْبٍ لِثَابِتٍ يَا أَبَا مُحَمَّدٍ آنْتَ قُلْتَ لأَنَسٍ مَا أَصْدَقَهَا فَحَرَّكَ ثَابِتٌ رَأْسَهُ تَصْدِيقًا لَهُ .
Tercemesi:
Bize Süleyman b. Harb, ona Hammâd b. Zeyd, ona Sâbit, ona da Enes (ra) şöyle rivayet etmiştir:
Nebî (sav) sabah namazını Hayber'e yakın bir yerde karanlık vakitte kıldırdı. Ardından, "Allahu ekber! Hayber düştü! Biz düşman toprağına vardığımızda uyarılanların sabahı ne kötüdür!" buyurdu. (Hayberliler) sokaklarda koşturmaya başladılar. Nebî (sav) savaşçıları öldürdü, kadın ve çocukları da esir aldı. Esirler arasında Safiye de vardı. Safiye Dihye el-Kelbî'nin payına düşmüştü, sonradan Nebî'nin (sav) mülkiyetine geçti. Hz. Peygamber (sav) onun mihrini azadı kıldı.
Râvi Abdülaziz b. Suheyb, Sâbit'e, "Ey Ebu Muhammed! Mihrinin ne olduğunu Enes'e sen mi sordun?" dedi. Sâbit de onu tasdik ederek başını hareket ettirdi.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Meğâzî 38, 2/92
Senetler:
1. Enes b. Malik el-Ensarî (Enes b. Malik b. Nadr b. Damdam b. Zeyd b. Haram)
2. Ebu Muhammed Sabit b. Eslem el-Bünanî (Sabit b. Eslem)
3. Ebu İsmail Hammad b. Zeyd el-Ezdî (Hammad b. Zeyd b. Dirhem)
4. Ebu Eyyüb Süleyman b. Harb el-Vâşihî (Süleyman b. Harb b. Büceyl)
Konular:
Hz. Peygamber, evlilikleri
Hz. Peygamber, hanımları, Safiyye bt. Huyeyy
KTB, NİKAH
Nikah, kölenin
Nikah, mehir
Siyer, Hayber günü
حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ الْمُنْذِرِ الْحِزَامِىُّ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُعَاذٍ الصَّنْعَانِىُّ عَنْ مَعْمَرٍ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ سَالِمٍ عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالَ كُنْتُ غُلاَمًا شَابًّا عَزَبًا فِى عَهْدِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَكُنْتُ أَبِيتُ فِى الْمَسْجِدِ فَكَانَ مَنْ رَأَى مِنَّا رُؤْيَا يَقُصُّهَا عَلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَقُلْتُ اللَّهُمَّ إِنْ كَانَ لِى عِنْدَكَ خَيْرٌ فَأَرِنِى رُؤْيَا يُعَبِّرُهَا لِى النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم . فَنِمْتُ فَرَأَيْتُ مَلَكَيْنِ أَتَيَانِى فَانْطَلَقَا بِى فَلَقِيَهُمَا مَلَكٌ آخَرُ فَقَالَ لَمْ تُرَعْ . فَانْطَلَقَا بِى إِلَى النَّارِ فَإِذَا هِىَ مَطْوِيَّةٌ كَطَىِّ الْبِئْرِ وَإِذَا فِيهَا نَاسٌ قَدْ عَرَفْتُ بَعْضَهُمْ فَأَخَذُوا بِى ذَاتَ الْيَمِينِ فَلَمَّا أَصْبَحْتُ ذَكَرْتُ ذَلِكَ لِحَفْصَةَ فَزَعَمَتْ حَفْصَةُ أَنَّهَا قَصَّتْهَا عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ « إِنَّ عَبْدَ اللَّهِ رَجُلٌ صَالِحٌ لَوْ كَانَ يُكْثِرُ الصَّلاَةَ مِنَ اللَّيْلِ » . قَالَ فَكَانَ عَبْدُ اللَّهِ يُكْثِرُ الصَّلاَةَ مِنَ اللَّيْلِ .
Bize İbrahim b. Münzir el-Hizamî, ona Abdullah b. Muaz es-San'ânî, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Salim, ona da İbn Ömer (ra) şöyle demiştir:
Ben, Rasulullah'ın (sav) hayatta olduğu dönemde bekâr bir gençtim ve gece Mescid-i Nebevî'de kalırdım . Bizden biri, bir rüya gördüğü zaman onu Peygamber'e (sav) anlatırdı. Ben de bir defa: “Allah'ım! Eğer senin katında benim için bir hayır (iyi hal) var ise bana Peygamber'in (sav) yorumlayacağı bir rüyayı göster” diye dua ettim. Sonra uyudum ve rüyamda gördüm ki; İki melek bana geldi ve beni alıp götürdüler. Sonra başka bir melek onlara rastladı ve bana “Korkulacak bir şey yok” dedi. Sonra o iki melek beni cehennemce götürdüler. Baktım ki cehennem kuyu duvarı gibi (taş ile) örülmüş vaziyettedir ve içinde bazısını tanıdığım insanlar vardı. Sonra aynı melekler beni alıp sağ tarafa giden bir yola götürdüler. Sonra sabah olunca ben bu rüyayı Hafsa'ya anlattım. O da rüyayı Rasulullah'a (sav) anlattığını ve Resûl-i Ekrem'in (sav) şöyle buyurduğunu söyledi:
"Şüphesiz Abdullah iyi bir adamdır, keşke bir de gece namazı kılmayı âdet edinse!"
Râvî der ki: Abdullah, bundan sonra, gece namazı kılmayı âdet edinir olmuştu.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32146, İM003919
Hadis:
حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ الْمُنْذِرِ الْحِزَامِىُّ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُعَاذٍ الصَّنْعَانِىُّ عَنْ مَعْمَرٍ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ سَالِمٍ عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالَ كُنْتُ غُلاَمًا شَابًّا عَزَبًا فِى عَهْدِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَكُنْتُ أَبِيتُ فِى الْمَسْجِدِ فَكَانَ مَنْ رَأَى مِنَّا رُؤْيَا يَقُصُّهَا عَلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَقُلْتُ اللَّهُمَّ إِنْ كَانَ لِى عِنْدَكَ خَيْرٌ فَأَرِنِى رُؤْيَا يُعَبِّرُهَا لِى النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم . فَنِمْتُ فَرَأَيْتُ مَلَكَيْنِ أَتَيَانِى فَانْطَلَقَا بِى فَلَقِيَهُمَا مَلَكٌ آخَرُ فَقَالَ لَمْ تُرَعْ . فَانْطَلَقَا بِى إِلَى النَّارِ فَإِذَا هِىَ مَطْوِيَّةٌ كَطَىِّ الْبِئْرِ وَإِذَا فِيهَا نَاسٌ قَدْ عَرَفْتُ بَعْضَهُمْ فَأَخَذُوا بِى ذَاتَ الْيَمِينِ فَلَمَّا أَصْبَحْتُ ذَكَرْتُ ذَلِكَ لِحَفْصَةَ فَزَعَمَتْ حَفْصَةُ أَنَّهَا قَصَّتْهَا عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ « إِنَّ عَبْدَ اللَّهِ رَجُلٌ صَالِحٌ لَوْ كَانَ يُكْثِرُ الصَّلاَةَ مِنَ اللَّيْلِ » . قَالَ فَكَانَ عَبْدُ اللَّهِ يُكْثِرُ الصَّلاَةَ مِنَ اللَّيْلِ .
Tercemesi:
Bize İbrahim b. Münzir el-Hizamî, ona Abdullah b. Muaz es-San'ânî, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Salim, ona da İbn Ömer (ra) şöyle demiştir:
Ben, Rasulullah'ın (sav) hayatta olduğu dönemde bekâr bir gençtim ve gece Mescid-i Nebevî'de kalırdım . Bizden biri, bir rüya gördüğü zaman onu Peygamber'e (sav) anlatırdı. Ben de bir defa: “Allah'ım! Eğer senin katında benim için bir hayır (iyi hal) var ise bana Peygamber'in (sav) yorumlayacağı bir rüyayı göster” diye dua ettim. Sonra uyudum ve rüyamda gördüm ki; İki melek bana geldi ve beni alıp götürdüler. Sonra başka bir melek onlara rastladı ve bana “Korkulacak bir şey yok” dedi. Sonra o iki melek beni cehennemce götürdüler. Baktım ki cehennem kuyu duvarı gibi (taş ile) örülmüş vaziyettedir ve içinde bazısını tanıdığım insanlar vardı. Sonra aynı melekler beni alıp sağ tarafa giden bir yola götürdüler. Sonra sabah olunca ben bu rüyayı Hafsa'ya anlattım. O da rüyayı Rasulullah'a (sav) anlattığını ve Resûl-i Ekrem'in (sav) şöyle buyurduğunu söyledi:
"Şüphesiz Abdullah iyi bir adamdır, keşke bir de gece namazı kılmayı âdet edinse!"
Râvî der ki: Abdullah, bundan sonra, gece namazı kılmayı âdet edinir olmuştu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Mâce, Sünen-i İbn Mâce, Ta'bîru'r-ru'ya 10, /630
Senetler:
1. İbn Ömer Abdullah b. Ömer el-Adevî (Abdullah b. Ömer b. Hattab)
2. Ebu Ömer Salim b. Abdullah el-Adevî (Salim b. Abdullah b. Ömer b. Hattab)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Urve Mamer b. Raşid el-Ezdî (Mamer b. Râşid)
5. Abdullah b. Muaz es-San'ânî (Abdullah b. Muaz)
6. İbrahim b. Münzir el-Hizamî (İbrahim b. Münzir b. Abdullah)
Konular:
Nafile ibadet, geceleyin
Namaz, gece namazı ve kılınışı
Namaz, Teheccüt namazı
Rüya, rüyanın tabiri
Rüya, tabirleri, Hz. Peygamber'in
Öneri Formu
Hadis Id, No:
31886, İM004164
Hadis:
حَدَّثَنَا حَرْمَلَةُ بْنُ يَحْيَى حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ وَهْبٍ أَخْبَرَنِى ابْنُ لَهِيعَةَ عَنِ ابْنِ هُبَيْرَةَ عَنْ أَبِى تَمِيمٍ الْجَيْشَانِىِّ قَالَ سَمِعْتُ عُمَرَ يَقُولُ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ « لَوْ أَنَّكُمْ تَوَكَّلْتُمْ عَلَى اللَّهِ حَقَّ تَوَكُّلِهِ لَرَزَقَكُمْ كَمَا يَرْزُقُ الطَّيْرَ تَغْدُو خِمَاصًا وَتَرُوحُ بِطَانًا » .
Tercemesi:
Bize Hermele b. Yahya, ona Abdullah b. Vehb, ona İbn Lehîa, ona İbn Hübeyre, ona Ebu Temîm el-Ceyşânî sema yoluyla Ömer isnadıyla aktardığına göre, Hz. Ömer anlatıyor: Allah'ın Rasulü'nün şöyle söylediğini duydum: "Eğer siz Allah'a hakkıyla tevekkül edip güvenseydiniz, kuşların sabah aç karnına yuvalarından çıkıp, akşam karınları doymuş olarak yuvalarına döndükleri gibi size de (kolayca, bol) rızık ihsan edilirdi."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Mâce, Sünen-i İbn Mâce, Zühd 14, /677
Senetler:
()
Konular:
Tevekkül, Allah'a tevekkül etmek
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ يُوسُفَ أَخْبَرَنَا مَالِكٌ عَنْ حُمَيْدٍ الطَّوِيلِ عَنْ أَنَسٍ - رضى الله عنه أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَتَى خَيْبَرَ لَيْلاً ، وَكَانَ إِذَا أَتَى قَوْمًا بِلَيْلٍ لَمْ يُغِرْ بِهِمْ حَتَّى يُصْبِحَ ، فَلَمَّا أَصْبَحَ خَرَجَتِ الْيَهُودُ بِمَسَاحِيهِمْ وَمَكَاتِلِهِمْ ، فَلَمَّا رَأَوْهُ قَالُوا مُحَمَّدٌ وَاللَّهِ ، مُحَمَّدٌ وَالْخَمِيسُ ، فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « خَرِبَتْ خَيْبَرُ ، إِنَّا إِذَا نَزَلْنَا بِسَاحَةِ قَوْمٍ فَسَاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَرِينَ » .
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32116, B004197
Hadis:
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ يُوسُفَ أَخْبَرَنَا مَالِكٌ عَنْ حُمَيْدٍ الطَّوِيلِ عَنْ أَنَسٍ - رضى الله عنه أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَتَى خَيْبَرَ لَيْلاً ، وَكَانَ إِذَا أَتَى قَوْمًا بِلَيْلٍ لَمْ يُغِرْ بِهِمْ حَتَّى يُصْبِحَ ، فَلَمَّا أَصْبَحَ خَرَجَتِ الْيَهُودُ بِمَسَاحِيهِمْ وَمَكَاتِلِهِمْ ، فَلَمَّا رَأَوْهُ قَالُوا مُحَمَّدٌ وَاللَّهِ ، مُحَمَّدٌ وَالْخَمِيسُ ، فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « خَرِبَتْ خَيْبَرُ ، إِنَّا إِذَا نَزَلْنَا بِسَاحَةِ قَوْمٍ فَسَاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَرِينَ » .
Tercemesi:
Bize Abdullah b. Yusuf, ona Malik, ona Humeyd et-Tavîl, ona da Enes (ra) şöyle rivayet etmiştir:
Rasulullah (sav) Hayber'e geceleyin geldi. Bir topluluğa geceleyin geldiğinde sabaha kavuşana dek baskın vermezdi. Sabah olduğunda Yahudiler sepetleri ve tarım aletleri ile dışarı çıktılar. Hz. Peygamber'i görünce "Muhammed gelmiş! Vallahi! Beş bölükten ordusu ile Muhammed!" dediler. Bunun üzerine Rasulullah, "Allahu ekber! Hayber düştü! Biz düşman toprağına vardığımızda uyarılanların sabahı ne kötüdür!" buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Meğâzî 38, 2/92
Senetler:
1. Enes b. Malik el-Ensarî (Enes b. Malik b. Nadr b. Damdam b. Zeyd b. Haram)
2. Ebu Ubeyde Humeyd b. Ebu Humeyd et-Tavîl (Humeyd b. Tarhan)
3. Ebu Abdullah Malik b. Enes el-Esbahî (Malik b. Enes b. Malik b. Ebu Amir)
4. Ebu Muhammed Abdullah b. Yusuf el-Kila'î (Abdullah b. Yusuf)
Konular:
Diyalog, Hz. Peygamber'in / Sahabenin Yahudilerle ilişkileri
HZ.PEYGAMBER DÖNEMİNDEKİ ARAÇ-GEREÇLER
Siyer, Hayber günü
أَخْبَرَنَا صَدَقَةُ بْنُ الْفَضْلِ أَخْبَرَنَا ابْنُ عُيَيْنَةَ حَدَّثَنَا أَيُّوبُ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ سِيرِينَ عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ - رضى الله عنه - قَالَ صَبَّحْنَا خَيْبَرَ بُكْرَةً ، فَخَرَجَ أَهْلُهَا بِالْمَسَاحِى ، فَلَمَّا بَصُرُوا بِالنَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالُوا مُحَمَّدٌ وَاللَّهِ ، مُحَمَّدٌ وَالْخَمِيسُ . فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « اللَّهُ أَكْبَرُ خَرِبَتْ خَيْبَرُ ، إِنَّا إِذَا نَزَلْنَا بِسَاحَةِ قَوْمٍ فَسَاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَرِينَ » . فَأَصَبْنَا مِنْ لُحُومِ الْحُمُرِ فَنَادَى مُنَادِى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم إِنَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ يَنْهَيَانِكُمْ عَنْ لُحُومِ الْحُمُرِ ، فَإِنَّهَا رِجْسٌ .
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32118, B004198
Hadis:
أَخْبَرَنَا صَدَقَةُ بْنُ الْفَضْلِ أَخْبَرَنَا ابْنُ عُيَيْنَةَ حَدَّثَنَا أَيُّوبُ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ سِيرِينَ عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ - رضى الله عنه - قَالَ صَبَّحْنَا خَيْبَرَ بُكْرَةً ، فَخَرَجَ أَهْلُهَا بِالْمَسَاحِى ، فَلَمَّا بَصُرُوا بِالنَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالُوا مُحَمَّدٌ وَاللَّهِ ، مُحَمَّدٌ وَالْخَمِيسُ . فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « اللَّهُ أَكْبَرُ خَرِبَتْ خَيْبَرُ ، إِنَّا إِذَا نَزَلْنَا بِسَاحَةِ قَوْمٍ فَسَاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَرِينَ » . فَأَصَبْنَا مِنْ لُحُومِ الْحُمُرِ فَنَادَى مُنَادِى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم إِنَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ يَنْهَيَانِكُمْ عَنْ لُحُومِ الْحُمُرِ ، فَإِنَّهَا رِجْسٌ .
Tercemesi:
Bize Sadaka b. Fadl, ona İbn Uyeyne, ona Eyyûb, ona Muhammed b. Sîrîn, ona da Enes b. Malik şöyle rivayet etmiştir:
Hayber'e sabah erkenden vardık da ahalisi tarım aletleri ile dışarı çıkmışlardı. Nebî'yi (sav) gördüklerinde "Vallahi! İşte Muhammed! Muhammed ve beş bölükten oluşan ordusu!" dediler. Bunun üzerine Rasulullah, "Allahu ekber! Hayber düştü! Biz düşman toprağına vardığımızda uyarılanların sabahı ne kötüdür!" buyurdu. Savaşta evcil eşek etleri elde etmiştik de Nebî'nin (sav) münâdisi, "Allah ve rasulü sizlere evcil eşek etlerini yasaklıyor. Onlar pisliktir!" diye seslendi.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Meğâzî 38, 2/92
Senetler:
1. Enes b. Malik el-Ensarî (Enes b. Malik b. Nadr b. Damdam b. Zeyd b. Haram)
2. Ebu Bekir Muhammed b. Sirin el-Ensarî (Muhammed b. Sirin)
3. Eyyüb es-Sahtiyânî (Eyyüb b. Keysân)
4. Ebu Muhammed Süfyan b. Uyeyne el-Hilâlî (Süfyân b. Uyeyne b. Meymûn)
5. Ebu Fadl Sadaka b. Fadl el-Mervezî (Sadaka b. Fadl)
Konular:
Diyalog, Hz. Peygamber'in / Sahabenin Yahudilerle ilişkileri
Nikah, mut'a nikahının ve ehlî eşek etinin yasaklanması, Hayber günü
Siyer, Hayber günü
Yiyecekler, Ehlî eşek eti
Yiyecekler, Eşek (evcil) etinin yasaklanması
Yiyecekler, eti yenmeyen hayvanlar
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32167, B004210
Hadis:
حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ أَبِى حَازِمٍ قَالَ أَخْبَرَنِى سَهْلُ بْنُ سَعْدٍ - رضى الله عنه - أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ يَوْمَ خَيْبَرَ « لأُعْطِيَنَّ هَذِهِ الرَّايَةَ غَدًا رَجُلاً ، يَفْتَحُ اللَّهُ عَلَى يَدَيْهِ ، يُحِبُّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ ، وَيُحِبُّهُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ » . قَالَ فَبَاتَ النَّاسُ يَدُوكُونَ لَيْلَتَهُمْ أَيُّهُمْ يُعْطَاهَا فَلَمَّا أَصْبَحَ النَّاسُ غَدَوْا عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ، كُلُّهُمْ يَرْجُو أَنْ يُعْطَاهَا فَقَالَ « أَيْنَ عَلِىُّ بْنُ أَبِى طَالِبٍ » . فَقِيلَ هُوَ يَا رَسُولَ اللَّهِ يَشْتَكِى عَيْنَيْهِ . قَالَ « فَأَرْسِلُوا إِلَيْهِ » . فَأُتِىَ بِهِ فَبَصَقَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى عَيْنَيْهِ ، وَدَعَا لَهُ ، فَبَرَأَ حَتَّى كَأَنْ لَمْ يَكُنْ بِهِ وَجَعٌ ، فَأَعْطَاهُ الرَّايَةَ ، فَقَالَ عَلِىٌّ يَا رَسُولَ اللَّهِ أُقَاتِلُهُمْ حَتَّى يَكُونُوا مِثْلَنَا ، فَقَالَ « انْفُذْ عَلَى رِسْلِكَ حَتَّى تَنْزِلَ بِسَاحَتِهِمْ ، ثُمَّ ادْعُهُمْ إِلَى الإِسْلاَمِ ، وَأَخْبِرْهُمْ بِمَا يَجِبُ عَلَيْهِمْ مِنْ حَقِّ اللَّهِ فِيهِ ، فَوَاللَّهِ لأَنْ يَهْدِىَ اللَّهُ بِكَ رَجُلاً وَاحِدًا خَيْرٌ لَكَ مِنْ أَنْ يَكُونَ لَكَ حُمْرُ النَّعَمِ » .
Tercemesi:
Bize Kuteybe b. Saîd, ona Yakub b. Abdurrahman, ona Ebu Hâzim’in şöyle dediğini rivayet etti: Bana Sehl b. Sa’d’ın (ra) haber verdiğine göre Rasulullah (sav) Hayber gününde: “And olsun, yarın bu sancağı öyle bir adama vereceğim ki Allah onun elleri ile bize zafer verecektir. O kişi Allah’ı ve Rasulü seven birisi olduğu gibi Allah ve Rasulü de onu sever” buyurdu. (Sehl) dedi ki: Onlar da geceyi acaba sancak hangilerine verilecek, diye kendi aralarında konuşarak geçirdiler. Gaziler sabah olunca erkenden Rasulullah’ın (sav) huzuruna gittiler, hepsi de sancağın kendisine verileceğini umuyordu. Allah Rasulü: “Ali b. Ebu Talib nerede?” buyurdu. Ey Allah’ın Rasulü o, gözlerinden rahatsızdır, diye cevap verildi. O: “Ona birisini gönderin (çağırın, gelsin)” buyurdu. Ali getirilince Rasulullah (sav) gözlerine tükürdü, ona dua etti ve adeta gözlerinden rahatsız değilmiş gibi iyileşiverdi. Ona sancağı verdi. Ali: Ey Allah’ın Rasulü, ben onlarla bizim gibi oluncaya kadar mı savaşacağım, dedi. Rasulullah (sav): “Ağır ağır git, nihayet onların düz ve geniş alanlarına in, ondan sonra kendilerini İslâm’a çağır, onlara, İslâm’a girmeleri halinde yerine getirmeleri gereken Allah’ın haklarının ne olduğunu haber ver. Vallahi, Allah’ın senin vasıtanla bir tek kişiye hidayet vermesi senin kırmızı tüylü develere sahip olmandan daha hayırlıdır” buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Meğâzî 38, 2/95
Senetler:
1. Sehl b. Sa'd es-Sâidi (Sehl b. Sa'd b. Malik b. Halid b. Sa'lebe)
2. Ebû Hazim Seleme b. Dînar (Seleme b. Dînar)
3. Ebu Temmam Abdülaziz b. Ebu Hâzım el-Mahzûmî (Abdülaziz b. Seleme b. Dinar)
4. Ebu Recâ Kuteybe b. Said es-Sekafi (Kuteybe b. Said b. Cemil b. Tarif)
Konular:
Ahlak, Savaş, savaş ahlakı
Ehl-i Beyt, Hz. Ali
Hidayet, Hidayete vesile olmanın mükafaatı
Savaş, başlamadan önce yapılması gerekenler
Savaş, Hukuku
Siyer, Hayber günü
Tebliğ, İslam'a Davet
Tedavi, Hz. Peygamber döneminde Tedavi şekilleri,
Öneri Formu
Hadis Id, No:
31970, B004147
Hadis:
حَدَّثَنَا خَالِدُ بْنُ مَخْلَدٍ حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ بِلاَلٍ قَالَ حَدَّثَنِى صَالِحُ بْنُ كَيْسَانَ عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ زَيْدِ بْنِ خَالِدٍ - رضى الله عنه - قَالَ خَرَجْنَا مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَامَ الْحُدَيْبِيَةِ ، فَأَصَابَنَا مَطَرٌ ذَاتَ لَيْلَةٍ ، فَصَلَّى لَنَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم الصُّبْحَ ، ثُمَّ أَقْبَلَ عَلَيْنَا فَقَالَ « أَتَدْرُونَ مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ؟ » . قُلْنَا اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ . فَقَالَ « قَالَ اللَّهُ أَصْبَحَ مِنْ عِبَادِى مُؤْمِنٌ بِى وَكَافِرٌ بِى ، فَأَمَّا مَنْ قَالَ مُطِرْنَا بِرَحْمَةِ اللَّهِ وَبِرِزْقِ اللَّهِ وَبِفَضْلِ اللَّهِ . فَهْوَ مُؤْمِنٌ بِى ، كَافِرٌ بِالْكَوْكَبِ . وَأَمَّا مَنْ قَالَ مُطِرْنَا بِنَجْمِ كَذَا . فَهْوَ مُؤْمِنٌ بِالْكَوْكَبِ ، كَافِرٌ بِى » .
Tercemesi:
-.......Zeyd ibn Hâlid (R) şöyle demiştir: Hudeybiye yılında Rasûlullah'ın beraberinde (Medine'den sefere) çıktık. Bir gece bize bir yağmur isabet etti. Akabinde Rasûlullah (S) bizlere sabah namazını kıldırdı. Namazdan çıktıktan sonra yüzünü bizlere döndürdü de:
— "Bitir misiniz Rabb'iniz ne buyurdu?" diye sordu. Bizler:
— Allah ve Rasûîü en bilendir, diye cevâb verdik. Rasûlullah şöyle dedi:
— "Allah şöyle buyurdu: Kullarımdan kimi bana îmân etmiş, kimi de kâfir olmuş oldu. Her kim Allah'ın rahmeti, Allah'ın rızkı ve Allah'ın fadlı ile üzerimize yağmur yağdı dediyse, işte o, bana imân etmiş, yıldıza kâfir olmuştur. Her kim de fulan yıldtz(m batıp doğması) ile üzerimize yağmur yağdı dediyse, işte o yıldıza îmân etmiş, bana îmân etmemiştir"
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Meğâzî 35, 2/83
Senetler:
1. Zeyd b. Halid el-Cühenî (Zeyd b. Halid)
2. Ebu Abdullah Ubeydullah b. Abdullah el-Hüzeli (Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud b. Gâfil)
3. Ebu Muhammed Salih b. Keysan ed-Devsi (Salih b. Keysan)
4. Ebu Muhammed Süleyman b. Bilal el-Kuraşi (Süleyman b. Bilal)
5. Ebu Heysem Halid b. Mahled el-Katavâni (Halid b. Mahled)
Konular:
Hz. Peygamber, uyarıları
Tevessül, amellerle