Öneri Formu
Hadis Id, No:
36974, MU001223
Hadis:
وَحَدَّثَنِى عَنْ مَالِكٍ عَنْ يَحْيَى بْنِ سَعِيدٍ عَنْ رَجُلٍ مِنَ الأَنْصَارِ أَنَّ امْرَأَتَهُ سَأَلَتْهُ الطَّلاَقَ فَقَالَ لَهَا إِذَا حِضْتِ فَآذِنِينِى . فَلَمَّا حَاضَتْ آذَنَتْهُ فَقَالَ إِذَا طَهُرْتِ فَآذِنِينِى فَلَمَّا طَهُرَتْ آذَنَتْهُ فَطَلَّقَهَا . قَالَ مَالِكٌ وَهَذَا أَحْسَنُ مَا سَمِعْتُ فِى ذَلِكَ .
Tercemesi:
Yahya b. Said'den: Bir kadın Ensar'dan olan kocasından kendisini boşamasını istedi. Kocası da, "Hayız görünce bana haber ver" dedi. Kadın hayız görünce kocasına heber verdi. (Bu sefer) kocası "Temizlenince haber ver" dedi. Kadın temizlenince haber verdi, kocası da onu (temizken) boşadı.
İmam Malik der ki: Bu konuda işittiklerimin en uygunu budur.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', Talak 1223, 1/212
Senetler:
()
Konular:
İddet, boşanmış kadının iddeti
Bize İshak b. İsa et-Tabbâ, ona Malik b. Enes, ona İbn Şihâb, ona Übeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud, ona da İbn Abbas şöyle demiştir:
Abdurrahman b. Avf (Hz. Ömer'in yanından) evine yanına döndü. İbn Abbas der ki: Abdurrahman b. Avf'a Kur'an okutuyordum. Ömer b. Hattâb'ın yaptığı son haccında, ben Mina'da Abdurrahman'ı beklerken o beni buldu ve şöyle dedi: Bugün Ömer b. Hattâb'ın (ra) yanına bir adam geldi ve “Falanca adam 'eğer Ömer (ra) ölürse ben Filanca kimseye biat ederim' diyor” dedi. Bunun üzerine Ömer “ben bu akşam üzeri insanların arasında ayağa kalkıp bir konuşma yapacağım ve milletin mukadderatını gasp etmek isteyen bu adamlardan insanları sakındıracağım” dedi. Abdurrahman der ki: Ben “ey Müminlerin Emiri, böyle yapma. Hac mevsimi, insanların her türlüsünü ve şerli işlerde süratli olanlarını bir araya toplar. Sen konuşmaya kalktığında, bu kimseler sana yakın yerleri tutarlar. Sonra ben, bu insanların, sen kalkıp konuşma yaptığında, her haber uçuranın bu konuşmayı alıp etrafa uçurmasından, onu iyice kavramayıp, manasını iyice anlamadan konuşmanı, yakışmayacak birtakım yerlere koymalarından endişe ederim. Onun için ey Müminlerin Emiri Medine'ye dönünceye kadar bekle. Çünkü Medine hicret ve sünnet yurdudur. Orası insanların alimlerini ve eşrafını barındırır. Sen de söylemek istediğin şeyleri o topluluğa sağlam olarak söylersin, onlar da senin konuşmanı iyi belleyip anlar ve onu uygun konuma koyarlar” dedim. Bunun üzerine Ömer “Vallahi, inşallah sağ salim Medine'ye vardığımda ilk hutbemde bu meseleyi konuşacağım” dedi.
Zilhicce ayının ardından Medine'ye vardığımızda, günlerden Cuma idi. Hemen acele ile vakte ve havaya aldırmadan yola koyuldum. -Ravi der ki: Ben Malik'e “(صَكَّةُ الْأَعْمَى ) ne demektir?” diye sordum, bana “saatin kaç olduğuna, havanın soğuk ya da sıcak olduğuna aldırmaksızın yola koyulmak demektir” diye cevap verdi.- (Mescide geldim) ve bir de baktım ki Saîd b. Zeyd benden önce gelmiş, minberin sağ tarafında oturuyor. Ben de hemen onun hizasına oturdum, öyle ki dizim onun dizine değiyordu. Ömer (ra) gelene kadar bekledim, onu gördüğümde “Ömer daha önce Mekke'de akşamleyin yapmayı planladığı konuşmayı şimdi bu minberde yapacak ve daha önce kimsenin söylemediği, çok önemli şeyleri söyleyecek” dedim. Saîd b. Zeyd bu sözü yadırgadı ve “Ömer şimdiye kadar kimsenin söylemediği neyi söyleyeceğini umuyorsun” dedi. Ömer minber üzerine oturdu, müezzinler de ezanları okuyup bitirdikten sonra ayağa kalktı, Allah'a hamd ve lâyık olduğu yüce sıfatlarla övdükten sonra “Amma ba'du” deyip şunları söyledi:
Ey insanlar, Ben sizlere, Allah'ın benim konuşmamı takdir etmiş olduğu bir konuşma yapacağım. Bilmiyorum, belki bu konuşmam, benim ecelimin hemen öncesidir. Her kim bu konuşmamı kavrayıp iyi ezberler ise bineğinin ulaştırdığı her yerde bunu söyleyip yaysın. Kavramayacağından endişe eden kimseye gelince, ben hiçbir kimseye benim üzerime yalan söylemesini helal etmiyorum.
Şüphesiz, Allah tebareke ve teala, Muhammed'i (sav) hak peygamber olarak gönderdi ve O'na kitap indirdi. Allah'ın indirdiği şeyler içinde Recim Ayeti de vardı. Bizler o ayeti okuduk, kavrayıp anladık ve iyice ezberledik. Rasulullah (sav) recmetti, O'ndan sonra biz de recmettik. İnsanların üzerinden bir zaman geçtikten sonra birinin çıkıp “Biz Allah'ın Kitabında recim ayetini bulmuyoruz” demesinden ve Allah'ın indirmiş olduğu bir farizayı terk ederek insanların sapıklığa düşmelerinden endişe ediyorum. Recim, Allah'ın Kitabında sabit bir haktır. Bu hüküm, zina eden, zina ettiği de delil veya gebelik, ya da itiraf ile sabit olan muhsan (evli, başından evlilik geçmiş) kadın ve erkeğe uygulanır.
Sonra bizler Allah'ın Kitabında okuduğumuz şeyler arasında "Babalarınızı reddetmeyin. onların babalığını reddetmeniz sizin için küfürdür" yahut "babalarınızdan yüz çevirmeniz, muhakkak sizin için bir küfürdür" sözleri de vardı. Sonra dikkatinizi çekerim, Rasulullah (sav) "Sizler beni, Meryem oğlu İsa'nın (as) aşırı övüldüğü gibi aşırı şekilde övmeyiniz. Ben Allah'ın kuluyum. Sizler bana 'Allah'ın kulu ve Rasulü' deyiniz" buyurmuştur.
Sonra içinizden birinin çıkıp “Vallahi Ömer ölürse, ben falancaya biat ederim" dediği benim kulağıma geldi. Sakın hiçbir kimse, onun “Ebu Bekir'e yapılan biat istişare olmadan, çarçabuk oldu bitti” demesine aldanmasın. Evet iş hakikaten böyle çabuk olmuştur, ama Allah, o işin şerrinden ümmeti korumuştur. Sizden hiç birinizin konumu, (fazilet ve değer bakımından) kendisine süratle gidilmesinden dolayı develerin boynunun koptuğu, Ebu Bekir'in konumu gibi değildir.(Kimse Ebu Bekir'e yapılan biat gibi bir biat beklentisi içinde olmasın.)
Biliniz ki Allah, Peygamberini (sav) vefat ettirdiği zaman bizim (halife seçimi ile ilgili) hadisemiz şöyle oldu: Ali ile Zubeyir ve onların beraberinde olanlar Fatıma'nın evinde toplanıp bize muhalefet ettiler. Ensâr topluluğu bize muhalefet edip Sâide oğulları gölgeliğinde toplandılar. Muhacirler, Ebu Bekir'in (ra) yanında toplandılar. Ben Ebu Bekir'e “ey Ebu Bekir, hadi Ensâr kardeşlerimizin yanına gidelim” dedim. Ardından onların yanına varmak arzusu ile yola koyulduk. Onlara yaklaştığımız zaman, bizleri onlardan iki sâlih adam karşıladı ve topluluğun üzerinde ittifak ettikleri görüşü bize aktardı ve “ey Muhacirler topluluğu, siz nereye gitmek istiyorsunuz?” dediler. Ben de onlara “Ensâr kardeşlerimizin yanına gitmek istiyoruz” dedim. Onlar da bize “Ensâr topluluğuna yaklaşmayınız, siz kendi işinizin hükmünü veriniz” dediler. Ben de onlara “Vallahi bizler muhakkak onların yanına gideceğiz” dedim. Ve yürüyüp nihayet Sâide oğullarının istişare ettikleri gölgelikte Ensâr topluluğunun yanına vardık. Bir de baktık ki, onların arasında bir örtüye bürünüp sarınmış bir adam var. “Bu kimdir?” dedim. “Sa'd b. Ubâde” dediler. “Onun nesi var?” dedim. “Sıtma ateşi var” dediler. Biz oturduğumuzda onların hatibi şehadet kelimelerini söyledi ve Allah'a lâyık olduğu yüce sıfatlarıyla hamd-u sena etti. Sonra “bizler Allah'ın Ensârı ve İslâm'ın büyük ordusuyuz. Siz Muhacirler topluluğu ise Mekke'deki kavminizden bize yürüyüp gelmiş olan bir azınlıksınız. Böyle iken şimdi bu azınlık bizi aslımızdan koparmak ve bizleri emirlik işinden dışarıya çıkarmak istiyorlar” dedi.
Ömer der ki: Ensâr'ın hatibi susunca ben konuşmak istedim. Ben daha önce oldukça beğendiğim bir konuşma hazırlamıştım. bu konuşmayı Ebu Bekir'in önünde sunmak ve bazı keskin çıkışları yumuşatmak istiyordum. Konuşmak istediğim zaman, Ebu Bekir bana “sükunet ve teenni içinde ol” dedi. Ben Ebu Bekir'i öfkelendirmek istemedim. Ebu Bekir kendisi konuşmaya başladı. Ebu Bekir benden daha yumuşak ve ve daha vakarlı idi. Vallahi, Ebu Bekir benim hoşuma giden ne sözüm varsa, hepsinin bir benzerini ya da daha iyisini konuşması içerisinde ifade etti ve sonunda konuşmasını bitirdi. Bu konuşmasında “Sizler anlattığınız faziletlerin hepsine layıksınız. Fakat şu halifelik işi Kureyş'ten olan şu Muhacirler topluluğundan başkasında asla kabul görmeyecektir. Bu Kureyş topluluğu nesep ve yurt bakımlarından Arapların tam ortasındadır. Ben size şu iki adamdan birine biat etmenizi teklif ediyor ve rıza gösteriyorum. Şimdi bu ikisinden istediğinize biat ediniz” dedi. Ömer der ki: Bundan sonra Ebu Bekir, aramızda oturarak benim ve Ebu Ubeyde b. Cerrâh'ın elini tuttu. Onun söyledikleri içinde bundan başka yadırgadığım bir şey olmadı. Vallahi, bir günah işlemiş olmaksızın, öne atılıp boynumun vurulması, içlerinde Ebu Bekir'in bulunduğu bulunduğu bir topluluğa emirlik yapmaktan bana daha sevimliydi. Ancak, şu an hissetmediğim böyle bir duyguyu, ölümüm sırasında, nefsimin bunu bana süsleyip güzel göstermesi hâli hariçtir.
Bu sırada Ensâr'dan bir sözcü “bizler, uyuz develerin bağlandığı ve sürtünerek şifa bulduğu kazık, (emirliğin bağlanacağı kazık) ve dalları meyve dolu, yüksek ağacın kırılmasın ve meyveleri dökülmesin diye bağlandığı dayanağız (emirlik konusundaki ihtilaf bizimle çözülür). Bir emir Ensâr'dan bir emir de sizden olsun ey Kureyş topluluğu” dedi. Bunun üzerine ihtilaflı sözler çoğaldı ve sesler yükseldi, hatta ben bir ihtilâf çıkmasından korktum ve hemen “uzat elini ey Ebu Bekir” dedim. O da elini uzattı. Ben de ona biat ettim. Benden sonra Muhacirler ve sonra Ensâr Ebu Bekir'e biat ettiler. Biz böylece çabuk davranıp Sa'd b. Ubâde'ye karşı üstünlük sağlamış olduk. Onlardan bir sözcü “sizler Sa'd b. Ubâde'yi öldürdünüz” dedi. Ben “Allah Sa'd b. Ubâde'yi kahretsin” dedim.
Bundan sonra Ömer o cuma hutbesindeki konuşmasının sonunda şunları tekrar olarak söyledi: Vallahi biz o gün içinde bulunduğumuz seçim işinde, Ebu Bekir'e biat etmekten daha güçlü bir çözüm yolu bulamadık. Biz, Ensâr topluluğunun, biat etmeden, bizden ayrılıp sonra kendilerinden bir adama biat etmelerinden korktuk. Çünkü o zaman biz ya razı olmadığımız bir adama biat edecektik, ya da karşı çıkacaktık bu sefer de fitne ve bozgunculuk olacaktı. Artık bundan böyle Müslümanların istişaresi ve rızaları olmaksızın her kim bir adama biat edecek olursa, hem biat edenin hem de kendisine biat edilenin öldürülme korkusu olacağı için onlara kimse tabi olmayacaktır.
Malik der ki: İbn Şihâb “bana Urve şöyle haber verdi” dedi: Hz. Ömer'in karşılaştığı o iki Ensarlı adam Uveym b. Sâide ve Ma'n b. Adiyy idi. Saîd b. Müseyyeb bana “Bizler, uyuz develerin bağlandığı ve sürtünerek şifa bulduğu kazık, (emirliğin bağlanacağı kazık) ve dalları meyve dolu, yüksek ağacın kırılmasın ve meyveleri dökülmesin diye bağlandığı dayanağız” diyen kişinin Hubâb b. Münzir olduğunu haber verdi.
Abdurrahman b. Avf (Hz. Ömer'in yanından) evine yanına döndü. İbn Abbas der ki: Abdurrahman b. Avf'a Kur'an okutuyordum. Ömer b. Hattâb'ın yaptığı son haccında, ben Mina'da Abdurrahman'ı beklerken o beni buldu ve şöyle dedi: Bugün Ömer b. Hattâb'ın (ra) yanına bir adam geldi ve “Falanca adam 'eğer Ömer (ra) ölürse ben Filanca kimseye biat ederim' diyor” dedi. Bunun üzerine Ömer “ben bu akşam üzeri insanların arasında ayağa kalkıp bir konuşma yapacağım ve milletin mukadderatını gasp etmek isteyen bu adamlardan insanları sakındıracağım” dedi. Abdurrahman der ki: Ben “ey Müminlerin Emiri, böyle yapma. Hac mevsimi, insanların her türlüsünü ve şerli işlerde süratli olanlarını bir araya toplar. Sen konuşmaya kalktığında, bu kimseler sana yakın yerleri tutarlar. Sonra ben, bu insanların, sen kalkıp konuşma yaptığında, her haber uçuranın bu konuşmayı alıp etrafa uçurmasından, onu iyice kavramayıp, manasını iyice anlamadan konuşmanı, yakışmayacak birtakım yerlere koymalarından endişe ederim. Onun için ey Müminlerin Emiri Medine'ye dönünceye kadar bekle. Çünkü Medine hicret ve sünnet yurdudur. Orası insanların alimlerini ve eşrafını barındırır. Sen de söylemek istediğin şeyleri o topluluğa sağlam olarak söylersin, onlar da senin konuşmanı iyi belleyip anlar ve onu uygun konuma koyarlar” dedim. Bunun üzerine Ömer “Vallahi, inşallah sağ salim Medine'ye vardığımda ilk hutbemde bu meseleyi konuşacağım” dedi.
Zilhicce ayının ardından Medine'ye vardığımızda, günlerden Cuma idi. Hemen acele ile vakte ve havaya aldırmadan yola koyuldum. -Ravi der ki: Ben Malik'e “(صَكَّةُ الْأَعْمَى ) ne demektir?” diye sordum, bana “saatin kaç olduğuna, havanın soğuk ya da sıcak olduğuna aldırmaksızın yola koyulmak demektir” diye cevap verdi.- (Mescide geldim) ve bir de baktım ki Saîd b. Zeyd benden önce gelmiş, minberin sağ tarafında oturuyor. Ben de hemen onun hizasına oturdum, öyle ki dizim onun dizine değiyordu. Ömer (ra) gelene kadar bekledim, onu gördüğümde “Ömer daha önce Mekke'de akşamleyin yapmayı planladığı konuşmayı şimdi bu minberde yapacak ve daha önce kimsenin söylemediği, çok önemli şeyleri söyleyecek” dedim. Saîd b. Zeyd bu sözü yadırgadı ve “Ömer şimdiye kadar kimsenin söylemediği neyi söyleyeceğini umuyorsun” dedi. Ömer minber üzerine oturdu, müezzinler de ezanları okuyup bitirdikten sonra ayağa kalktı, Allah'a hamd ve lâyık olduğu yüce sıfatlarla övdükten sonra “Amma ba'du” deyip şunları söyledi:
Ey insanlar, Ben sizlere, Allah'ın benim konuşmamı takdir etmiş olduğu bir konuşma yapacağım. Bilmiyorum, belki bu konuşmam, benim ecelimin hemen öncesidir. Her kim bu konuşmamı kavrayıp iyi ezberler ise bineğinin ulaştırdığı her yerde bunu söyleyip yaysın. Kavramayacağından endişe eden kimseye gelince, ben hiçbir kimseye benim üzerime yalan söylemesini helal etmiyorum.
Şüphesiz, Allah tebareke ve teala, Muhammed'i (sav) hak peygamber olarak gönderdi ve O'na kitap indirdi. Allah'ın indirdiği şeyler içinde Recim Ayeti de vardı. Bizler o ayeti okuduk, kavrayıp anladık ve iyice ezberledik. Rasulullah (sav) recmetti, O'ndan sonra biz de recmettik. İnsanların üzerinden bir zaman geçtikten sonra birinin çıkıp “Biz Allah'ın Kitabında recim ayetini bulmuyoruz” demesinden ve Allah'ın indirmiş olduğu bir farizayı terk ederek insanların sapıklığa düşmelerinden endişe ediyorum. Recim, Allah'ın Kitabında sabit bir haktır. Bu hüküm, zina eden, zina ettiği de delil veya gebelik, ya da itiraf ile sabit olan muhsan (evli, başından evlilik geçmiş) kadın ve erkeğe uygulanır.
Sonra bizler Allah'ın Kitabında okuduğumuz şeyler arasında "Babalarınızı reddetmeyin. onların babalığını reddetmeniz sizin için küfürdür" yahut "babalarınızdan yüz çevirmeniz, muhakkak sizin için bir küfürdür" sözleri de vardı. Sonra dikkatinizi çekerim, Rasulullah (sav) "Sizler beni, Meryem oğlu İsa'nın (as) aşırı övüldüğü gibi aşırı şekilde övmeyiniz. Ben Allah'ın kuluyum. Sizler bana 'Allah'ın kulu ve Rasulü' deyiniz" buyurmuştur.
Sonra içinizden birinin çıkıp “Vallahi Ömer ölürse, ben falancaya biat ederim" dediği benim kulağıma geldi. Sakın hiçbir kimse, onun “Ebu Bekir'e yapılan biat istişare olmadan, çarçabuk oldu bitti” demesine aldanmasın. Evet iş hakikaten böyle çabuk olmuştur, ama Allah, o işin şerrinden ümmeti korumuştur. Sizden hiç birinizin konumu, (fazilet ve değer bakımından) kendisine süratle gidilmesinden dolayı develerin boynunun koptuğu, Ebu Bekir'in konumu gibi değildir.(Kimse Ebu Bekir'e yapılan biat gibi bir biat beklentisi içinde olmasın.)
Biliniz ki Allah, Peygamberini (sav) vefat ettirdiği zaman bizim (halife seçimi ile ilgili) hadisemiz şöyle oldu: Ali ile Zubeyir ve onların beraberinde olanlar Fatıma'nın evinde toplanıp bize muhalefet ettiler. Ensâr topluluğu bize muhalefet edip Sâide oğulları gölgeliğinde toplandılar. Muhacirler, Ebu Bekir'in (ra) yanında toplandılar. Ben Ebu Bekir'e “ey Ebu Bekir, hadi Ensâr kardeşlerimizin yanına gidelim” dedim. Ardından onların yanına varmak arzusu ile yola koyulduk. Onlara yaklaştığımız zaman, bizleri onlardan iki sâlih adam karşıladı ve topluluğun üzerinde ittifak ettikleri görüşü bize aktardı ve “ey Muhacirler topluluğu, siz nereye gitmek istiyorsunuz?” dediler. Ben de onlara “Ensâr kardeşlerimizin yanına gitmek istiyoruz” dedim. Onlar da bize “Ensâr topluluğuna yaklaşmayınız, siz kendi işinizin hükmünü veriniz” dediler. Ben de onlara “Vallahi bizler muhakkak onların yanına gideceğiz” dedim. Ve yürüyüp nihayet Sâide oğullarının istişare ettikleri gölgelikte Ensâr topluluğunun yanına vardık. Bir de baktık ki, onların arasında bir örtüye bürünüp sarınmış bir adam var. “Bu kimdir?” dedim. “Sa'd b. Ubâde” dediler. “Onun nesi var?” dedim. “Sıtma ateşi var” dediler. Biz oturduğumuzda onların hatibi şehadet kelimelerini söyledi ve Allah'a lâyık olduğu yüce sıfatlarıyla hamd-u sena etti. Sonra “bizler Allah'ın Ensârı ve İslâm'ın büyük ordusuyuz. Siz Muhacirler topluluğu ise Mekke'deki kavminizden bize yürüyüp gelmiş olan bir azınlıksınız. Böyle iken şimdi bu azınlık bizi aslımızdan koparmak ve bizleri emirlik işinden dışarıya çıkarmak istiyorlar” dedi.
Ömer der ki: Ensâr'ın hatibi susunca ben konuşmak istedim. Ben daha önce oldukça beğendiğim bir konuşma hazırlamıştım. bu konuşmayı Ebu Bekir'in önünde sunmak ve bazı keskin çıkışları yumuşatmak istiyordum. Konuşmak istediğim zaman, Ebu Bekir bana “sükunet ve teenni içinde ol” dedi. Ben Ebu Bekir'i öfkelendirmek istemedim. Ebu Bekir kendisi konuşmaya başladı. Ebu Bekir benden daha yumuşak ve ve daha vakarlı idi. Vallahi, Ebu Bekir benim hoşuma giden ne sözüm varsa, hepsinin bir benzerini ya da daha iyisini konuşması içerisinde ifade etti ve sonunda konuşmasını bitirdi. Bu konuşmasında “Sizler anlattığınız faziletlerin hepsine layıksınız. Fakat şu halifelik işi Kureyş'ten olan şu Muhacirler topluluğundan başkasında asla kabul görmeyecektir. Bu Kureyş topluluğu nesep ve yurt bakımlarından Arapların tam ortasındadır. Ben size şu iki adamdan birine biat etmenizi teklif ediyor ve rıza gösteriyorum. Şimdi bu ikisinden istediğinize biat ediniz” dedi. Ömer der ki: Bundan sonra Ebu Bekir, aramızda oturarak benim ve Ebu Ubeyde b. Cerrâh'ın elini tuttu. Onun söyledikleri içinde bundan başka yadırgadığım bir şey olmadı. Vallahi, bir günah işlemiş olmaksızın, öne atılıp boynumun vurulması, içlerinde Ebu Bekir'in bulunduğu bulunduğu bir topluluğa emirlik yapmaktan bana daha sevimliydi. Ancak, şu an hissetmediğim böyle bir duyguyu, ölümüm sırasında, nefsimin bunu bana süsleyip güzel göstermesi hâli hariçtir.
Bu sırada Ensâr'dan bir sözcü “bizler, uyuz develerin bağlandığı ve sürtünerek şifa bulduğu kazık, (emirliğin bağlanacağı kazık) ve dalları meyve dolu, yüksek ağacın kırılmasın ve meyveleri dökülmesin diye bağlandığı dayanağız (emirlik konusundaki ihtilaf bizimle çözülür). Bir emir Ensâr'dan bir emir de sizden olsun ey Kureyş topluluğu” dedi. Bunun üzerine ihtilaflı sözler çoğaldı ve sesler yükseldi, hatta ben bir ihtilâf çıkmasından korktum ve hemen “uzat elini ey Ebu Bekir” dedim. O da elini uzattı. Ben de ona biat ettim. Benden sonra Muhacirler ve sonra Ensâr Ebu Bekir'e biat ettiler. Biz böylece çabuk davranıp Sa'd b. Ubâde'ye karşı üstünlük sağlamış olduk. Onlardan bir sözcü “sizler Sa'd b. Ubâde'yi öldürdünüz” dedi. Ben “Allah Sa'd b. Ubâde'yi kahretsin” dedim.
Bundan sonra Ömer o cuma hutbesindeki konuşmasının sonunda şunları tekrar olarak söyledi: Vallahi biz o gün içinde bulunduğumuz seçim işinde, Ebu Bekir'e biat etmekten daha güçlü bir çözüm yolu bulamadık. Biz, Ensâr topluluğunun, biat etmeden, bizden ayrılıp sonra kendilerinden bir adama biat etmelerinden korktuk. Çünkü o zaman biz ya razı olmadığımız bir adama biat edecektik, ya da karşı çıkacaktık bu sefer de fitne ve bozgunculuk olacaktı. Artık bundan böyle Müslümanların istişaresi ve rızaları olmaksızın her kim bir adama biat edecek olursa, hem biat edenin hem de kendisine biat edilenin öldürülme korkusu olacağı için onlara kimse tabi olmayacaktır.
Malik der ki: İbn Şihâb “bana Urve şöyle haber verdi” dedi: Hz. Ömer'in karşılaştığı o iki Ensarlı adam Uveym b. Sâide ve Ma'n b. Adiyy idi. Saîd b. Müseyyeb bana “Bizler, uyuz develerin bağlandığı ve sürtünerek şifa bulduğu kazık, (emirliğin bağlanacağı kazık) ve dalları meyve dolu, yüksek ağacın kırılmasın ve meyveleri dökülmesin diye bağlandığı dayanağız” diyen kişinin Hubâb b. Münzir olduğunu haber verdi.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ahmed b. Hanbel, Müsned-i Ahmed, Ömer b. Hattab 391, 1/192
Senetler:
1. Ebu Hafs Ömer b. Hattab el-Adevî (Ömer b. Hattab b. Nüfeyl b. Abdüluzza)
2. Ebu Muhammed Abdurrahman b. Avf ez-Zührî (Abdurrahman b. Avf b. Abduavf b. Abd b. el-Haris)
3. İbn Abbas Abdullah b. Abbas el-Kuraşî (Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
4. Ebu Abdullah Ubeydullah b. Abdullah el-Hüzeli (Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud b. Gâfil)
Konular:
Kur'an, Recm ayeti
Recm, Hz. Ömer'in uygulaması
Yönetim, Hilafet tartışmaları,Hz. Peygamber'in vefatından sonra
Bize Abdullah b. Saîd, ona Ebu Usame, ona Hişâm b. Urve, ona da babası (Urve b. Zübeyir) şöyle demiştir:
"Hz. Aişe'nin, Hz. Esma'dan ödünç aldığı bir gerdanlık (bir sefer) kaybolmuştu. Bundan dolayı Rasulullah (sav), Ashabından bazı insanları onu aramak için gönderdi. Bu sırada namaz vakti geldi ve (suları olmadığı için) abdestsiz namaz kıldılar. Daha sonra Hz. Peygamber'in (sav) yanına geldiklerinde bu durumdan şikâyet ettiler. Bunun üzerine teyemmüm ayeti indi. Useyd b. Hudeyr, Hz. Aişe'ye 'Allah sana hayırlı mükâfatlar versin! Vallahi, senin başına asla hiçbir iş gelmemiştir ki, Allah, sana ondan bir çıkış yolu, Müslümanlar için de bir bereket kılmış olmasın' dedi."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
38916, DM000773
Hadis:
أَخْبَرَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ سَعِيدٍ حَدَّثَنَا أَبُو أُسَامَةَ عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ : أَنَّهَا اسْتَعَارَتْ قِلاَدَةً مِنْ أَسْمَاءَ فَهَلَكَتْ ، فَأَرْسَلَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- نَاساً مِنْ أَصْحَابِهِ فِى طَلَبِهَا ، فَأَدْرَكَتْهُمُ الصَّلاَةُ فَصَلَّوْا مِنْ غَيْرِ وُضُوءٍ ، فَلَمَّا أَتَوُا النَّبِىَّ -صلى الله عليه وسلم- شَكَوْا ذَلِكَ إِلَيْهِ ، فَنَزَلَتْ آيَةُ التَّيَمُّمِ ، فَقَالَ أُسَيْدُ بْنُ حُضَيْرٍ : جَزَاكِ اللَّهُ خَيْراً ، فَوَاللَّهِ مَا نَزَلَ بِكِ أَمْرٌ قَطُّ إِلاَّ جَعَلَ اللَّهُ لَكِ مِنْهُ مَخْرَجاً ، وَجَعَلَ لِلْمُسْلِمِينَ فِيهِ بَرَكَةً.
Tercemesi:
Bize Abdullah b. Saîd, ona Ebu Usame, ona Hişâm b. Urve, ona da babası (Urve b. Zübeyir) şöyle demiştir:
"Hz. Aişe'nin, Hz. Esma'dan ödünç aldığı bir gerdanlık (bir sefer) kaybolmuştu. Bundan dolayı Rasulullah (sav), Ashabından bazı insanları onu aramak için gönderdi. Bu sırada namaz vakti geldi ve (suları olmadığı için) abdestsiz namaz kıldılar. Daha sonra Hz. Peygamber'in (sav) yanına geldiklerinde bu durumdan şikâyet ettiler. Bunun üzerine teyemmüm ayeti indi. Useyd b. Hudeyr, Hz. Aişe'ye 'Allah sana hayırlı mükâfatlar versin! Vallahi, senin başına asla hiçbir iş gelmemiştir ki, Allah, sana ondan bir çıkış yolu, Müslümanlar için de bir bereket kılmış olmasın' dedi."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Dârimî, Sünen-i Dârimî, Tahâret 66, 1/577
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Münzir Hişam b. Urve el-Esedî (Hişam b. Urve b. Zübeyr b. Avvam)
4. Ebu Üsame Hammâd b. Üsame el-Kuraşî (Hammâd b. Üsame b. Zeyd)
5. Ebu Said Abdullah b. Saîd el-Kindî (Abdullah b. Saîd b. Husayn b. Adî)
Konular:
Kur'an, teyemmüm ayetinin inişiyle ilgili olay
Teyemmüm
Mâlik, kendisine şu rivayetin ulaştığını bana bildrmiştir:
Rasulullah (sav) yolculuğa çıkmak istediği zaman ayağını üzengiye koydu mu şu duayı okurdu:
"Bismillah Allahumme ente’s-sahibu fi’s-sefer ve’l-halifetu fi’l-ehl, Alluhummezvî lenâ el-ard ve hevvin aleyna’s-sefer, Allahumme innî eûzû bike min vua’sâi’s-sefer ve min keâbeti’l-munkaleb ve min sui’l-manzari fi’l-mali ve’l-ehl"
"Allah’ım, yolculukta sahibimiz, ailemiz arasında vekilimiz sensin. Allah’ım, yeri bizim için yakınlaştır, yolculuğumuzun zorluklarını da kolaylaştır. Allah’ım, yolculuğun meşakkatlerinden, dönüşün vereceği ıstıraplardan, mal ve ailem hakkında kötü şeyler görmekten sana sığınırım."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
39501, MU001799
Hadis:
حَدَّثَنِى مَالِكٌ أَنَّهُ بَلَغَهُ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم كَانَ إِذَا وَضَعَ رِجْلَهُ فِى الْغَرْزِ وَهُوَ يُرِيدُ السَّفَرَ يَقُولُ "بِاسْمِ اللَّهِ . اللَّهُمَّ أَنْتَ الصَّاحِبُ فِى السَّفَرِ وَالْخَلِيفَةُ فِى الأَهْلِ اللَّهُمَّ ازْوِ لَنَا الأَرْضَ وَهَوِّنْ عَلَيْنَا السَّفَرَ اللَّهُمَّ إِنِّى أَعُوذُ بِكَ مِنْ وَعْثَاءِ السَّفَرِ وَمِنْ كَآبَةِ الْمُنْقَلَبِ وَمِنْ سُوءِ الْمَنْظَرِ فِى الْمَالِ وَالأَهْلِ."
Tercemesi:
Mâlik, kendisine şu rivayetin ulaştığını bana bildrmiştir:
Rasulullah (sav) yolculuğa çıkmak istediği zaman ayağını üzengiye koydu mu şu duayı okurdu:
"Bismillah Allahumme ente’s-sahibu fi’s-sefer ve’l-halifetu fi’l-ehl, Alluhummezvî lenâ el-ard ve hevvin aleyna’s-sefer, Allahumme innî eûzû bike min vua’sâi’s-sefer ve min keâbeti’l-munkaleb ve min sui’l-manzari fi’l-mali ve’l-ehl"
"Allah’ım, yolculukta sahibimiz, ailemiz arasında vekilimiz sensin. Allah’ım, yeri bizim için yakınlaştır, yolculuğumuzun zorluklarını da kolaylaştır. Allah’ım, yolculuğun meşakkatlerinden, dönüşün vereceği ıstıraplardan, mal ve ailem hakkında kötü şeyler görmekten sana sığınırım."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', İsti'zân 1799, 1/380
Senetler:
1. Ebu Abdullah Malik b. Enes el-Esbahî (Malik b. Enes b. Malik b. Ebu Amir)
Konular:
Allah İnancı, kullarının vekilidir
Dua, sefere çıkarken, dönerken, konaklama yerinde
Hz. Peygamber, duaları
KTB, DUA
Öneri Formu
Hadis Id, No:
37216, MU001392
Hadis:
وَحَدَّثَنِى مَالِكٌ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ سُلَيْمَانَ بْنِ يَسَارٍ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم كَانَ يَبْعَثُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ رَوَاحَةَ إِلَى خَيْبَرَ فَيَخْرُصُ بَيْنَهُ وَبَيْنَ يَهُودِ خَيْبَرَ قَالَ فَجَمَعُوا لَهُ حَلْيًا مِنْ حَلْىِ نِسَائِهِمْ فَقَالُوا لَهُ هَذَا لَكَ وَخَفِّفْ عَنَّا وَتَجَاوَزْ فِى الْقَسْمِ . فَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ رَوَاحَةَ يَا مَعْشَرَ الْيَهُودِ وَاللَّهِ إِنَّكُمْ لَمِنْ أَبْغَضِ خَلْقِ اللَّهِ إِلَىَّ وَمَا ذَاكَ بِحَامِلِى عَلَى أَنْ أَحِيفَ عَلَيْكُمْ فَأَمَّا مَا عَرَضْتُمْ مِنَ الرُّشْوَةِ فَإِنَّهَا سُحْتٌ وَإِنَّا لاَ نَأْكُلُهَا . فَقَالُوا بِهَذَا قَامَتِ السَّمَوَاتُ وَالأَرْضُ . قَالَ مَالِكٌ إِذَا سَاقَى الرَّجُلُ النَّخْلَ وَفِيهَا الْبَيَاضُ فَمَا ازْدَرَعَ الرَّجُلُ الدَّاخِلُ فِى الْبَيَاضِ فَهُوَ لَهُ . قَالَ وَإِنِ اشْتَرَطَ صَاحِبُ الأَرْضِ أَنَّهُ يَزْرَعُ فِى الْبَيَاضِ لِنَفْسِهِ فَذَلِكَ لاَ يَصْلُحُ لأَنَّ الرَّجُلَ الدَّاخِلَ فِى الْمَالِ يَسْقِى لِرَبِّ الأَرْضِ فَذَلِكَ زِيَادَةٌ ازْدَادَهَا عَلَيْهِ . قَالَ وَإِنِ اشْتَرَطَ الزَّرْعَ بَيْنَهُمَا فَلاَ بَأْسَ بِذَلِكَ إِذَا كَانَتِ الْمَئُونَةُ كُلُّهَا عَلَى الدَّاخِلِ فِى الْمَالِ الْبَذْرُ وَالسَّقْىُ وَالْعِلاَجُ كُلُّهُ فَإِنِ اشْتَرَطَ الدَّاخِلُ فِى الْمَالِ عَلَى رَبِّ الْمَالِ أَنَّ الْبَذْرَ عَلَيْكَ كَانَ ذَلِكَ غَيْرَ جَائِزٍ لأَنَّهُ قَدِ اشْتَرَطَ عَلَى رَبِّ الْمَالِ زِيَادَةً ازْدَادَهَا عَلَيْهِ وَإِنَّمَا تَكُونُ الْمُسَاقَاةُ عَلَى أَنَّ عَلَى الدَّاخِلِ فِى الْمَالِ الْمَئُونَةَ كُلَّهَا وَالنَّفَقَةَ وَلاَ يَكُونُ عَلَى رَبِّ الْمَالِ مِنْهَا شَىْءٌ فَهَذَا وَجْهُ الْمُسَاقَاةِ الْمَعْرُوفُ . قَالَ مَالِكٌ فِى الْعَيْنِ تَكُونُ بَيْنَ الرَّجُلَيْنِ فَيَنْقَطِعُ مَاؤُهَا فَيُرِيدُ أَحَدُهُمَا أَنْ يَعْمَلَ فِى الْعَيْنِ وَيَقُولُ الآخَرُ لاَ أَجِدُ مَا أَعْمَلُ بِهِ إِنَّهُ يُقَالُ لِلَّذِى يُرِيدُ أَنْ يَعْمَلَ فِى الْعَيْنِ اعْمَلْ وَأَنْفِقْ وَيَكُونُ لَكَ الْمَاءُ كُلُّهُ تَسْقِى بِهِ حَتَّى يَأْتِىَ صَاحِبُكَ بِنِصْفِ مَا أَنْفَقْتَ فَإِذَا جَاءَ بِنِصْفِ مَا أَنْفَقْتَ أَخَذَ حِصَّتَهُ مِنَ الْمَاءِ . وَإِنَّمَا أُعْطِىَ الأَوَّلُ الْمَاءَ كُلَّهُ لأَنَّهُ أَنْفَقَ وَلَوْ لَمْ يُدْرِكْ شَيْئًا بِعَمَلِهِ لَمْ يَعْلَقِ الآخَرَ مِنَ النَّفَقَةِ شَىْءٌ . قَالَ مَالِكٌ وَإِذَا كَانَتِ النَّفَقَةُ كُلُّهَا وَالْمَئُونَةُ عَلَى رَبِّ الْحَائِطِ وَلَمْ يَكُنْ عَلَى الدَّاخِلِ فِى الْمَالِ شَىْءٌ إِلاَّ أَنَّهُ يَعْمَلُ بِيَدِهِ إِنَّمَا هُوَ أَجِيرٌ بِبَعْضِ الثَّمَرِ فَإِنَّ ذَلِكَ لاَ يَصْلُحُ لأَنَّهُ لاَ يَدْرِى كَمْ إِجَارَتُهُ إِذَا لَمْ يُسَمِّ لَهُ شَيْئًا يَعْرِفُهُ وَيَعْمَلُ عَلَيْهِ لاَ يَدْرِى أَيَقِلُّ ذَلِكَ أَمْ يَكْثُرُ . قَالَ مَالِكٌ وَكُلُّ مُقَارِضٍ أَوْ مُسَاقٍ فَلاَ يَنْبَغِى لَهُ أَنْ يَسْتَثْنِىَ مِنَ الْمَالِ وَلاَ مِنَ النَّخْلِ شَيْئًا دُونَ صَاحِبِهِ وَذَلِكَ أَنَّهُ يَصِيرُ لَهُ أَجِيرًا بِذَلِكَ يَقُولُ أُسَاقِيكَ عَلَى أَنْ تَعْمَلَ لِى فِى كَذَا وَكَذَا نَخْلَةً تَسْقِيهَا وَتَأْبُرُهَا وَأُقَارِضُكَ فِى كَذَا وَكَذَا مِنَ الْمَالِ عَلَى أَنْ تَعْمَلَ لِى بِعَشَرَةِ دَنَانِيرَ لَيْسَتْ مِمَّا أُقَارِضُكَ عَلَيْهِ فَإِنَّ ذَلِكَ لاَ يَنْبَغِى وَلاَ يَصْلُحُ وَذَلِكَ الأَمْرُ عِنْدَنَا . قَالَ مَالِكٌ وَالسُّنَّةُ فِى الْمُسَاقَاةِ الَّتِى يَجُوزُ لِرَبِّ الْحَائِطِ أَنْ يَشْتَرِطَهَا عَلَى الْمُسَاقَى شَدُّ الْحِظَارِ وَخَمُّ الْعَيْنِ وَسَرْوُ الشَّرَبِ وَإِبَّارُ النَّخْلِ وَقَطْعُ الْجَرِيدِ وَجَذُّ الثَّمَرِ هَذَا وَأَشْبَاهُهُ عَلَى أَنَّ لِلْمُسَاقَى شَطْرَ الثَّمَرِ أَوْ أَقَلَّ مِنْ ذَلِكَ أَوْ أَكْثَرَ إِذَا تَرَاضَيَا عَلَيْهِ غَيْرَ أَنَّ صَاحِبَ الأَصْلِ لاَ يَشْتَرِطُ ابْتِدَاءَ عَمَلٍ جَدِيدٍ يُحْدِثُهُ الْعَامِلُ فِيهَا مِنْ بِئْرٍ يَحْتَفِرُهَا أَوْ عَيْنٍ يَرْفَعُ رَأْسَهَا أَوْ غِرَاسٍ يَغْرِسُهُ فِيهَا يَأْتِى بِأَصْلِ ذَلِكَ مِنْ عِنْدِهِ أَوْ ضَفِيرَةٍ يَبْنِيهَا تَعْظُمُ فِيهَا نَفَقَتُهُ وَإِنَّمَا ذَلِكَ بِمَنْزِلَةِ أَنْ يَقُولَ رَبُّ الْحَائِطِ لِرَجُلٍ مِنَ النَّاسِ ابْنِ لِى هَا هُنَا بَيْتًا أَوِ احْفُرْ لِى بِئْرًا أَوْ أَجْرِ لِى عَيْنًا أَوِ اعْمَلْ لِى عَمَلاً بِنِصْفِ ثَمَرِ حَائِطِى هَذَا قَبْلَ أَنْ يَطِيبَ ثَمَرُ الْحَائِطِ وَيَحِلَّ بَيْعُهُ فَهَذَا بَيْعُ الثَّمَرِ قَبْلَ أَنْ يَبْدُوَ صَلاَحُهُ وَقَدْ نَهَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَنْ بَيْعِ الثِّمَارِ حَتَّى يَبْدُوَ صَلاَحُهَا . قَالَ مَالِكٌ فَأَمَّا إِذَا طَابَ الثَّمَرُ وَبَدَا صَلاَحُهُ وَحَلَّ بَيْعُهُ ثُمَّ قَالَ رَجُلٌ لِرَجُلٍ اعْمَلْ لِى بَعْضَ هَذِهِ الأَعْمَالِ لِعَمَلٍ يُسَمِّيهِ لَهُ بِنِصْفِ ثَمَرِ حَائِطِى هَذَا فَلاَ بَأْسَ بِذَلِكَ إِنَّمَا اسْتَأْجَرَهُ بِشَىْءٍ مَعْرُوفٍ مَعْلُومٍ قَدْ رَآهُ وَرَضِيَهُ فَأَمَّا الْمُسَاقَاةُ فَإِنَّهُ إِنْ لَمْ يَكُنْ لِلْحَائِطِ ثَمَرٌ أَوْ قَلَّ ثَمَرُهُ أَوْ فَسَدَ فَلَيْسَ لَهُ إِلاَّ ذَلِكَ وَأَنَّ الأَجِيرَ لاَ يُسْتَأْجَرُ إِلاَّ بِشَىْءٍ مُسَمًّى لاَ تَجُوزُ الإِجَارَةُ إِلاَّ بِذَلِكَ وَإِنَّمَا الإِجَارَةُ بَيْعٌ مِنَ الْبُيُوعِ إِنَّمَا يَشْتَرِى مِنْهُ عَمَلَهُ وَلاَ يَصْلُحُ ذَلِكَ إِذَا دَخَلَهُ الْغَرَرُ لأَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم نَهَى عَنْ بَيْعِ الْغَرَرِ . قَالَ مَالِكٌ السُّنَّةُ فِى الْمُسَاقَاةِ عِنْدَنَا أَنَّهَا تَكُونُ فِى أَصْلِ كُلِّ نَخْلٍ أَوْ كَرْمٍ أَوْ زَيْتُونٍ أَوْ رُمَّانٍ أَوْ فِرْسِكٍ أَوْ مَا أَشْبَهَ ذَلِكَ مِنَ الأُصُولِ جَائِزٌ لاَ بَأْسَ بِهِ عَلَى أَنَّ لِرَبِّ الْمَالِ نِصْفَ الثَّمَرِ مِنْ ذَلِكَ أَوْ ثُلُثَهُ أَوْ رُبُعَهُ أَوْ أَكْثَرَ مِنْ ذَلِكَ أَوْ أَقَلَّ . قَالَ مَالِكٌ وَالْمُسَاقَاةُ أَيْضًا تَجُوزُ فِى الزَّرْعِ إِذَا خَرَجَ وَاسْتَقَلَّ فَعَجَزَ صَاحِبُهُ عَنْ سَقْيِهِ وَعَمَلِهِ وَعِلاَجِهِ فَالْمُسَاقَاةُ فِى ذَلِكَ أَيْضًا جَائِزَةٌ . قَالَ مَالِكٌ لاَ تَصْلُحُ الْمُسَاقَاةُ فِى شَىْءٍ مِنَ الأُصُولِ مِمَّا تَحِلُّ فِيهِ الْمُسَاقَاةُ إِذَا كَانَ فِيهِ ثَمَرٌ قَدْ طَابَ وَبَدَا صَلاَحُهُ وَحَلَّ بَيْعُهُ وَإِنَّمَا يَنْبَغِى أَنْ يُسَاقَى مِنَ الْعَامِ الْمُقْبِلِ وَإِنَّمَا مُسَاقَاةُ مَا حَلَّ بَيْعُهُ مِنَ الثِّمَارِ إِجَارَةٌ لأَنَّهُ إِنَّمَا سَاقَى صَاحِبَ الأَصْلِ ثَمَرًا قَدْ بَدَا صَلاَحُهُ عَلَى أَنْ يَكْفِيَهُ إِيَّاهُ وَيَجُذَّهُ لَهُ بِمَنْزِلَةِ الدَّنَانِيرِ وَالدَّرَاهِمِ يُعْطِيهِ إِيَّاهَا وَلَيْسَ ذَلِكَ بِالْمُسَاقَاةِ إِنَّمَا الْمُسَاقَاةُ مَا بَيْنَ أَنْ يَجُذَّ النَّخْلَ إِلَى أَنْ يَطِيبَ الثَّمَرُ وَيَحِلَّ بَيْعُهُ . قَالَ مَالِكٌ وَمَنْ سَاقَى ثَمَرًا فِى أَصْلٍ قَبْلَ أَنْ يَبْدُوَ صَلاَحُهُ وَيَحِلَّ بَيْعُهُ فَتِلْكَ الْمُسَاقَاةُ بِعَيْنِهَا جَائِزَةٌ . قَالَ مَالِكٌ وَلاَ يَنْبَغِى أَنْ تُسَاقَى الأَرْضُ الْبَيْضَاءُ وَذَلِكَ أَنَّهُ يَحِلُّ لِصَاحِبِهَا كِرَاؤُهَا بِالدَّنَانِيرِ وَالدَّرَاهِمِ وَمَا أَشْبَهَ ذَلِكَ مِنَ الأَثْمَانِ الْمَعْلُومَةِ . قَالَ فَأَمَّا الرَّجُلُ الَّذِى يُعْطِى أَرْضَهُ الْبَيْضَاءَ بِالثُّلُثِ أَوِ الرُّبُعِ مِمَّا يَخْرُجُ مِنْهَا فَذَلِكَ مِمَّا يَدْخُلُهُ الْغَرَرُ لأَنَّ الزَّرْعَ يَقِلُّ مَرَّةً وَيَكْثُرُ مَرَّةً وَرُبَّمَا هَلَكَ رَأْسًا فَيَكُونُ صَاحِبُ الأَرْضِ قَدْ تَرَكَ كِرَاءً مَعْلُومًا يَصْلُحُ لَهُ أَنْ يُكْرِىَ أَرْضَهُ بِهِ وَأَخَذَ أَمْرًا غَرَرًا لاَ يَدْرِى أَيَتِمُّ أَمْ لاَ فَهَذَا مَكْرُوهٌ وَإِنَّمَا ذَلِكَ مَثَلُ رَجُلٍ اسْتَأْجَرَ أَجِيرًا لِسَفَرٍ بِشَىْءٍ مَعْلُومٍ ثُمَّ قَالَ الَّذِى اسْتَأْجَرَ الأَجِيرَ هَلْ لَكَ أَنْ أَعْطِيَكَ عُشْرَ مَا أَرْبَحُ فِى سَفَرِى هَذَا إِجَارَةً لَكَ فَهَذَا لاَ يَحِلُّ وَلاَ يَنْبَغِى . قَالَ مَالِكٌ وَلاَ يَنْبَغِى لِرَجُلٍ أَنْ يُؤَاجِرَ نَفْسَهُ وَلاَ أَرْضَهُ وَلاَ سَفِينَتَهُ إِلاَّ بِشَىْءٍ مَعْلُومٍ لاَ يَزُولُ إِلَى غَيْرِهِ . قَالَ مَالِكٌ وَإِنَّمَا فَرَّقَ بَيْنَ الْمُسَاقَاةِ فِى النَّخْلِ وَالأَرْضِ الْبَيْضَاءِ أَنَّ صَاحِبَ النَّخْلِ لاَ يَقْدِرُ عَلَى أَنْ يَبِيعَ ثَمَرَهَا حَتَّى يَبْدُوَ صَلاَحُهُ وَصَاحِبُ الأَرْضِ يُكْرِيهَا وَهِىَ أَرْضٌ بَيْضَاءُ لاَ شَىْءَ فِيهَا . قَالَ مَالِكٌ وَالأَمْرُ عِنْدَنَا فِى النَّخْلِ أَيْضًا إِنَّهَا تُسَاقِى السِّنِينَ الثَّلاَثَ وَالأَرْبَعَ وَأَقَلَّ مِنْ ذَلِكَ وَأَكْثَرَ . قَالَ وَذَلِكَ الَّذِى سَمِعْتُ وَكُلُّ شَىْءٍ مِثْلُ ذَلِكَ مِنَ الأُصُولِ بِمَنْزِلَةِ النَّخْلِ يَجُوزُ فِيهِ لِمَنْ سَاقَى مِنَ السِّنِينَ مِثْلُ مَا يَجُوزُ فِى النَّخْلِ . قَالَ مَالِكٌ فِى الْمُسَاقِى إِنَّهُ لاَ يَأْخُذُ مِنْ صَاحِبِهِ الَّذِى سَاقَاهُ شَيْئًا مِنْ ذَهَبٍ وَلاَ وَرِقٍ يَزْدَادُهُ وَلاَ طَعَامٍ وَلاَ شَيْئًا مِنَ الأَشْيَاءِ لاَ يَصْلُحُ ذَلِكَ وَلاَ يَنْبَغِى أَنْ يَأْخُذَ الْمُسَاقَى مِنْ رَبِّ الْحَائِطِ شَيْئًا يَزِيدُهُ إِيَّاهُ مِنْ ذَهَبٍ وَلاَ وَرِقٍ وَلاَ طَعَامٍ وَلاَ شَىْءٍ مِنَ الأَشْيَاءِ وَالزِّيَادَةُ فِيمَا بَيْنَهُمَا لاَ تَصْلُحُ . قَالَ مَالِكٌ وَالْمُقَارِضُ أَيْضًا بِهَذِهِ الْمَنْزِلَةِ لاَ يَصْلُحُ إِذَا دَخَلَتِ الزِّيَادَةُ فِى الْمُسَاقَاةِ أَوِ الْمُقَارَضَةِ صَارَتْ إِجَارَةً وَمَا دَخَلَتْهُ الإِجَارَةُ فَإِنَّهُ لاَ يَصْلُحُ وَلاَ يَنْبَغِى أَنْ تَقَعَ الإِجَارَةُ بِأَمْرٍ غَرَرٍ لاَ يَدْرِى أَيَكُونُ أَمْ لاَ يَكُونُ أَوْ يَقِلُّ أَوْ يَكْثُرُ . قَالَ مَالِكٌ فِى الرَّجُلِ يُسَاقِى الرَّجُلَ الأَرْضَ فِيهَا النَّخْلُ وَالْكَرْمُ أَوْ مَا أَشْبَهَ ذَلِكَ مِنَ الأُصُولِ فَيَكُونُ فِيهَا الأَرْضُ الْبَيْضَاءُ . قَالَ مَالِكٌ إِذَا كَانَ الْبَيَاضُ تَبَعًا لِلأَصْلِ وَكَانَ الأَصْلُ أَعْظَمَ ذَلِكَ أَوْ أَكْثَرَهُ فَلاَ بَأْسَ بِمُسَاقَاتِهِ وَذَلِكَ أَنْ يَكُونَ النَّخْلُ الثُّلُثَيْنِ أَوْ أَكْثَرَ وَيَكُونَ الْبَيَاضُ الثُّلُثَ أَوْ أَقَلَّ مِنْ ذَلِكَ وَذَلِكَ أَنَّ الْبَيَاضَ حِينَئِذٍ تَبَعٌ لِلأَصْلِ وَإِذَا كَانَتِ الأَرْضُ الْبَيْضَاءُ فِيهَا نَخْلٌ أَوْ كَرْمٌ أَوْ مَا يُشْبِهُ ذَلِكَ مِنَ الأُصُولِ فَكَانَ الأَصْلُ الثُّلُثَ أَوْ أَقَلَّ وَالْبَيَاضُ الثُّلُثَيْنِ أَوْ أَكْثَرَ جَازَ فِى ذَلِكَ الْكِرَاءُ وَحَرُمَتْ فِيهِ الْمُسَاقَاةُ وَذَلِكَ أَنَّ مِنْ أَمْرِ النَّاسِ أَنْ يُسَاقُوا الأَصْلَ وَفِيهِ الْبَيَاضُ وَتُكْرَى الأَرْضُ وَفِيهَا الشَّىْءُ الْيَسِيرُ مِنَ الأَصْلِ أَوْ يُبَاعَ الْمُصْحَفُ أَوِ السَّيْفُ وَفِيهِمَا الْحِلْيَةُ مِنَ الْوَرِقِ بِالْوَرِقِ أَوِ الْقِلاَدَةُ أَوِ الْخَاتَمُ وَفِيهِمَا الْفُصُوصُ وَالذَّهَبُ بِالدَّنَانِيرِ وَلَمْ تَزَلْ هَذِهِ الْبُيُوعُ جَائِزَةً يَتَبَايَعُهَا النَّاسُ وَيَبْتَاعُونَهَا وَلَمْ يَأْتِ فِى ذَلِكَ شَىْءٌ مَوْصُوفٌ مَوْقُوفٌ عَلَيْهِ إِذَا هُوَ بَلَغَهُ كَانَ حَرَامًا أَوْ قَصُرَ عَنْهُ كَانَ حَلاَلاً . وَالأَمْرُ فِى ذَلِكَ عِنْدَنَا الَّذِى عَمِلَ بِهِ النَّاسُ وَأَجَازُوهُ بَيْنَهُمْ أَنَّهُ إِذَا كَانَ الشَّىْءُ مِنْ ذَلِكَ الْوَرِقِ أَوِ الذَّهَبِ تَبَعًا لِمَا هُوَ فِيهِ جَازَ بَيْعُهُ وَذَلِكَ أَنْ يَكُونَ النَّصْلُ أَوِ الْمُصْحَفُ أَوِ الْفُصُوصُ قِيمَتُهُ الثُّلُثَانِ أَوْ أَكْثَرُ وَالْحِلْيَةُ قِيمَتُهَا الثُّلُثُ أَوْ أَقَلُّ .
باب الشرط في الرقيق في المسافاة قال يحيى قال مالك إن أحسن ما سمع في عمال الرقيق في المساقاة يشترطهم المساقى على صاحب الأصل إنه لا بأس بذلك لأنهم عمال المال فهم بمنزلة المال لا منفعة فيهم للداخل إلا أنه تخفّ عنه بهم المؤنة و إن لم يكونوا في المال اشتدت مؤنته و إنما ذلك بمنزلة المساقاة في العين والنضح و لن تجد أحدا يساقى في أرضين سواء في الأصل والمنفعة إحداهما بعين واثنة غزيرة والأخرى بنضح على شئ واحد لخفة مؤنة العين و شدة مؤنة النضح قال و على ذلك الأمر عندنا قال والواثنة الثابت ماؤها التي لا تغور و لا تنقطع قال مالك و ليس للمساقى أن يعمل بعمال المال في غيره و لا أن يشترط ذلك على الذي ساقاه قال مالك و لا يجوز للذي ساقى أن يشترط على رب المال رقيقا يعمل بهم في الحائط ليسوا فيه حين ساقاه إياه قال مالك و لا ينبغي لرب المال أن يشترط على الذي دخل في ماله بمساقاة أن يأخذ من رقيق المال أحدا يُخرجه من المال و إنما مساقاة المال على حاله الذي هو عليه قال فان كان صاحب المال يريد أن يُخرج من رقيق المال أحدا فليُخرجه قبل المساقاة أو يريد أن يُدخل فيه أحدا فليفعل ذلك قبل المساقاة ثم ليُساق بعد ذلك إن شاء قال و من مات من الرقيق أو غاب أو مرض فعلى رب المال أن يُخلفه.
Tercemesi:
Bana Mâlik, ona İbn Şihâb, ona Süleyman b. Yesâr’ın rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) Abdullah b. Revâha’yı Hayber’e gönderir ve kendisiyle Hayberliler arasında Hayber bahçelerindeki mahsulleri tahmin ederdi. Bir seferinde ona hanımlarının süs eşyalarından bir miktar süs eşyası toplayarak ona: Bu senin olsun, bizim de vereceğimiz miktarı azalt, paylaştırmada göz yum, dediler. Bu sefer Abdullah b. Revahâ: Ey Yahudiler topluğu! Vallahi, sizler Allah'ın yarattıkları arasında en nefret ettiğim kimselersiniz. Fakat bu bile beni size haksızlık yapmaya itmez. Sizin bu teklif ettiğiniz rüşvete gelince bu haramdır ve biz onu yemeyiz, dedi. Yahudiler: İşte, gökler ve yer bununla ayakta duruyor, dediler.
Mâlik dedi ki: Bir kimse içinde boş arazinin de bulunduğu hurmalığı bir diğerine bakması için verirse, bu bakıcının o boş arazide ektikleri ona aittir. Eğer arazi sahibi boş yerde kendisi adına ekin yapmasını şart koşacak olursa bu uygun olmaz. Çünkü bu mala dâhil olan kişi, arazi sahibi adına sulama yapmış olur. Bu ise ona fazladan getirdiği bir yüktür.
(Mâlik) dedi ki: Çıkacak mahsulün aralarında ortak olmasını şart koşarsa, emeğin tamamının, tohumun, sulamanın ve bakımın hepsinin, giren ortağa ait olması şartıyla bunda bir sakınca yoktur. Eğer mala ortak giren kişi asıl mal sahibine, tohumu temin etmek sana aittir şartını koşarsa, bu caiz olmaz. Çünkü mal sahibine aleyhine olacak bir fazlalığı şart koşmuş olur. Hâlbuki müsakât ancak ortak olarak girene, emeğin tamamının ve diğer masrafların ona ait olmasını ve asıl mal sahibine bunlardan hiçbir şeyin yükletilmemesini gerektirir. İşte bilinen müsakât şekli budur.
Mâlik, iki kişinin ortak olduğu ve suyu kesilen su gözesi hakkında şunları söylemiştir: Bunlardan birisi, o su gözesinde çalışmak isterken, diğeri ben kendisi ile çalışacağım bir şey bulamıyorum diyecek olursa, o zaman o su gözesinde çalışmak isteyene: Sen çalış, masrafı da sen karşıla, suyun tamamı da senin olur, denilir. Senin ortağın yaptığın harcamanın yarısını getirinceye kadar o suyu sulamanda sen kullanırsın. Yaptığın harcamanın yarısını getirdiği vakit, o da sudaki payını alır. Birincisine suyun tamamının verilmesinin sebebi ise onun yaptığı masraftır. Eğer o yaptığı çalışma ile bir şey elde edemeyecek olursa yapılan bu harcamadan öteki bir şey karşılamaz.
Mâlik dedi ki: Masrafın tamamı ve emeği karşılamak bahçe sahibine ait olup, mala sonradan katılanın el emeği ile çalışması dışında bir katkısı yoksa, bu kişi ancak çıkan mahsulün bir kısmı karşılığında çalışan bir ücretli olur. Bu ise uygun değildir. Zira çalışması karşılığında bilinen bir şeyi ismen tayin etmeyecek olursa, onun alacağı ücretin ne kadar olduğunu ve bu olmazsa ücretinin az mı çok mu olacağını bilemez.
Mâlik dedi ki: Kırâz (mudarabe de denilen emek-sermaye) ortaklığı ya da müsakât (ziraat ortakçılığı) yapan herkesin (kırâz akdinde) maldan, (müsakât akdinde) hurmalardan, arkadaşından farklı olarak bir şeyler istisnâ etmemesi gerekir. Çünkü bu durumda çalışan kişi onun ücretli işçisi olur. Mesela: Senin benim için şu kadar, şu kadar hurma ağacında çalışarak onları sulamak ve aşılamak suretiyle çalışman şartıyla seninle musakât akdi yapıyorum. Yahut benim seninle kırâz (mudarebe) akdi yaptığım malın dışında kalan on dinar mukabilinde benim için çalışman şartı ile şu kadar, şu kadar mal ile seninle kırâz (mudarabe) akdi yapıyorum derse, bunun olmaması gerekir, uygun değildir. Bizce durum böyledir.
Mâlik dedi ki: Müsakât akdinde, bahçe sahibinin çalışana şart koşması caiz olan sünnet (adet olan hususlar), bahçe duvarlarını çevirmek, su gözelerini temizlemek, kanalları sıyırmak, hurma ağaçlarını aşılamak, kökleri temizlemek, mahsulleri toplamak ve buna benzer şeylerdir. Bahçede çalışan kimseye mahsulün yarısı yahut bundan daha azı ya da bundan daha fazlası –üzerinde karşılıklı rızaları ile- verilebilir. Şu kadar var ki bahçe sahibi, baştan itibaren bir kuyu açmak yahut bir su gözesini çıkarmak gibi çalışanın yapacağı yeni bir işi şart koşamaz. Fidanını kendisinin getireceği bir ağaç dikmesini ve büyük bir masraf gerektiren bir su havuzu yapmasını da şart koşamaz. Çünkü bu bahçe sahibinin, herhangi bir kimseye, meyveler olgunlaşıp satılması helal olmadan önce, şu bahçemdeki meyvelerin yarısına benim için burada bana bir ev yap yahut bir kuyu kaz yahut benim için bir göze açıp akıt ya da bana herhangi bir iş yap, demesi gibi olup, bu da meyvenin, olgunlaşacağı anlaşılmadan önce satılması gibidir. Rasulullah da (sav) mahsullerin olgunlaşacağı ortaya çıkmadan önce satılmalarını yasaklamıştır.
Mâlik dedi ki: Mahsullerin olgunlaşıp, olgunlaşacakları da açıkça görülüp satılmaları helal olduğu takdirde, bir adam bir diğerine, ona ismini zikredeceği herhangi bir iş için, bana bu işi bahçemdeki mahsullerin yarısı mukabilinde yap derse, bunda bir sakınca yoktur. Çünkü onu tanınan, bilinen, kendisinin de görüp razı olduğu belli bir şeye karşılık olarak ücretle tutmuş demektir. Müsakât akdinde ise eğer bahçenin mahsulü yoksa yahut az gelirse ya da bozulursa, bunlardan başkasını alamaz. Ama ücretle çalıştırılacak bir kimse ancak ismen tayin edilen bir şeye mukabil ücretle tutulur. İcâre (ücret) akdi ancak bununla caizdir. Hem icâre akdi satış akitlerinden bir akittir. Çünkü satın alan işçiden emeğini satın almaktadır fakat böyle bir işe garar (belirsizlik ve risk) dâhil olursa uygun olmaz. Çünkü Rasulullah (sav) garar bulunan satışları yasaklamıştır.
Mâlik dedi ki: Bize göre müsakât akdinde sünnete uygun şekil, bu akdin hurma ağacı, üzüm asması, zeytin, nar, pamuk ve buna benzer kökü bulunan ağaçların bütün köklerinde yapılmasıdır ve bu caizdir. Mal sahibinin bunlardan gelecek mahsulün yarısı, üçte biri, dörtte biri bundan daha çok ya da daha azını alması caizdir.
Mâlik dedi ki: Müsakât aynı şekilde ziraat mahsullerinde de caizdir. Mahsul, yerden çıkıp yükselirse, sahibi de onu sulamaktan, onun işlerini görmekten, ona bakmaktan aciz kalırsa, bu hususta da müsakât caizdir.
Mâlik dedi ki: Haklarında müsakâtın yapılması helal olan, yerden yetişen, kökü olan her bir mahsul de, olgunlaşmış ve olgunlaşacağı ortaya çıkmış, satışı da artık helal olmuş bir meyvesi varsa, müsakât yapılması uygun olmaz. Böyle bir durumda ancak gelecek sene için müsakât akdi yapabilir. Çünkü satışı helal olan mahsuller üzerindeki müsakât bir icâre akdidir. Zira ağaçların sahibi ile olgunlaşması ortaya çıkmış meyvelerin bakımını yapmak ve mahsulü toplamak karşılığında mahsulün bir miktarını almak üzere müsakât yapmış olması, aslın sahibinin ona vereceği dinar ve dirhemler durumundadır. Bu işlem ise müsakât değildir. Müsakât ancak hurma ağaçlarının budanması ile meyvenin olgunlaşıp satışının helal olacağı süre arasında yapılır.
Mâlik dedi ki: Olgunlaşması ortaya çıkmadan ve satışı helal olmadan ağaçların meyvesi üzerinde müsakât yapan kimsenin muayyen olarak bu müsakât akdi caiz olur.
Mâlik dedi ki: Boş bir arazinin müsakât yapılmaması gerekir. Çünkü bu arazi sahibinin onu dinar, dirhem ve buna benzer bilinen değerler mukabilinde kiralaması caizdir. Ama boş arazisini oradan çıkacak mahsulün üçte biri ya da dörtte biri karşılığında veren bir kimsenin bu durumunda, gararın söz konusu olması mümkündür. Çünkü ekin bazen az, bazen çok gelir, bazen de bütünüyle telef olabilir. Bu durumda arazi sahibi, arazisini karşılığında kiraya vermesi mümkün olan belli bir kiradan vazgeçmiş olur, buna karşılık tamamlanıp tamamlanmayacağını bilmediği garar ihtiva eden (riskli) bir iş yapmış olur, işte bu mekruhtur. Böyle bir işin misali ancak belli bir şeye mukabil bir yolculuk için birisini ücretli tutan adamın durumuna benzer. Daha sonra o kişiyi ücretle tutan, ücretlisine, sana bu yolculuğunda elde edeceğin kârın onda birini, senin ücretin olmak üzere vermemi kabul eder misin, demesi gibidir. Böyle bir iş helal değildir ve yapılmaması gerekir.
Mâlik dedi ki: Kişinin kendisinin arazisini, gemisini ancak belli bir şey ve başka bir şeye dönüşmeyen bir ücret karşılığında kiralayabilir.
Mâlik dedi ki: Hurma ağaçları için ve çıplak arazi için müsakât akdi arasındaki fark şundan ibarettir: Hurma ağaçlarının sahibi, o ağaçların meyvesinin olgunlaşacağı ortaya çıkmadan mahsulünü satamaz, arazi sahibi ise üzerinde hiçbir şey bulunmayan çıplak bir arazi olduğu halde onu kiralayabilir.
Malik dedi ki: Yine hurmalar hakkında görüşümüz, onların üç dört yıl, bundan daha az ve daha fazla süre ile müsakât akdi ile verileceği şeklindedir.
Mâlik dedi ki: Benim işittiğim de budur. Buna benzer kökleri bulunan her bir şey hurma ağacı konumundadır. Hurma ağaçları hakkında caiz olduğu gibi o ağaçlar hakkında da birkaç yıllığına müsakât yapması caizdir.
Mâlik, müsakât akdi yapan kişi hakkında şunları söylemektedir: Bu kişi kendisi ile müsakât akdi yaptığı arkadaşından altın ve gümüş gibi fazladan herhangi bir şey alamayacağı gibi, buğday ya da herhangi başka bir şey de alamaz. Bu doğru değildir ve müsakât akdi yapan kimsenin bahçe sahibinden, fazladan altın, gümüş, buğday ya da başka herhangi bir şey almaması gerekir. İkisi arasındaki böyle bir fazlalık uygun değildir.
Mâlik dedi ki: Kırâz (emek-sermaye) ortaklığı yapan kimse de aynı konumdadır. Müsakât akdinde yahut kırâz akdinde eğer bir fazlalık söz konusu olursa bu uygun olmaz ve akid bir icâre akdi olur. İcârenin söz konusu olduğu hallerde ise olup olmayacağı bilinmeyen, az mı çok mu olacağı kestirilemeyen gararlı bir iş(in ücret olarak tesbiti) karşılığında icârenin yapılmaması gerekir.
Mâlik dedi ki: Üzerinde hurma, üzüm ağaçları ya da buna benzer ağaçların bulunduğu ve içerisinde çıplak yerlerin de olduğu bir arazi üzerinde müsakât yapan bir kimsenin durumu ile ilgili olarak Mâlik şöyle demiştir: Eğer boş yerler, asıl ağaçlara tabi ise ve asıl ağaçların tuttuğu yer bundan daha büyük ya da yerin çoğunluğunu teşkil ediyorsa buna dair müsakât akdi yapmasında bir sakınca yoktur. Şöyle ki, hurma ağaçlarının tuttuğu yer üçte iki ya da daha fazla olursa, çıplak yerler ise üçte bir ya da bundan az olursa, bu durumda çıplak yer asıl ağaçlara tabi sayılır. Şayet çıplak arazide hurma, üzüm ya da buna benzer köklü ağaçların bulunduğu bir yer olup, bu köklü ağaçlar üçte bir yahut daha az bir yer tutar, buna karşılık çıplak arazi üçte iki ya da daha fazla ise o zaman bunun kiraya verilmesi caiz olur ve bunda müsakât haram olur. Çünkü insanların uygulamaları, arada çıplak yerlerin bulunduğu asıl ağaçların olduğu yerler üzerinde müsakât yapmaları ve köklü asıl ağaçların az bulunduğu bir araziyi ise kiralamaları şeklindedir. Yahut da üzerinde gümüş süslerin bulunduğu Mushaf ya da kılıcın gümüş mukabilinde yahut taşların ve altının bulunduğu gerdanlık ya da yüzüğün altın dinarlar mukabilinde satılması adetleri olmuştur. Bu tür alışverişler hep caiz görülmüş olup, insanlar bu şekilde alışverişler yapmaktadırlar. Bu hususta ayrıca sınırında durulması gereken o sınıra ulaştığı takdirde haram, ondan daha az olması halinde helal görülmesi gereken nitelikleri belli herhangi bir şey (nakil) gelmemiştir. Bize göre bu hususta kabul edilen, insanların yapageldikleri ve kendi aralarında geçerli kabul ettikleridir. Eğer bu kabilden herhangi bir şey gümüş ya da altın içinde bulunduğu eşyaya tabi ise onun satışı caizdir. Bunun böyle olması ise kabzanın yahut Mushafın yahut taşların değerinin üçte iki yahut daha fazla, onlardaki süsün değeri ise üçte bir ya da daha az olması itibariyle caiz görülmüştür.
Müsakât akdinde köleler hakkındaki şart: Yahya dedi ki: Mâlik dedi ki: Müsakât akdinde müsakât akdi yapan kişinin aslın sahibine şart koştuğu kölelerin çalışması ile ilgili işitilen en güzel kanaat, bunda bir sakınca olmadığıdır. Çünkü köleler malda çalışan işçilerdir. Bu sebeple kendileri de mal konumundadırlar. Dışarıdan gelen kimse için onların bir faydası yoktur. Ancak onlar vasıtası ile külfetinin bir kısmı üzerinden hafifler, eğer onlar mal arasında olmazlarsa onun da külfeti ağırlaşır. Bu ise ancak birisinde pınar bulunan, diğerinde taşınarak sulanan bir yerde müsakât yapmak düzeyindedir. Asılları ve menfaatleri aynı ama birisinde devamlı akan bol bir pınar, diğeri ise taşıma su ile sulanan asılları ve menfaatleri aynı iki yerde bir kimsenin aynı şekilde müsakât akdi yaptığını asla göremeyiz. Buna sebep ise pınarın bulunması halinde külfetin azlığı, taşıma su ile sulanması halinde ise külfetin ağır oluşudur. (Mâlik) dedi ki: Bizde de durum buna göredir. Vâsine: Suyu devamlı akan, suyu çekilmeyen ve sabit olarak akanlar demektir.
Mâlik dedi ki: Müsakât akdi ile çalışan kimsenin, mala ait işçiler ile başka yerde çalışma yetkisi de yoktur, kendisi ile müsakât akdi yaptığı kimseye bunu şart koşma hakkı da yoktur.
Mâlik dedi ki: Aynı şekilde müsakât akdi yapan kimsenin mal sahibine, o akdi yaptığı sırada, var olmayan kölelerin bahçede kendisiyle birlikte çalışmalarını şart koşması caiz değildir.
Mâlik dedi ki: Mal sahibinin müsakât akdi ile malına çalışmak üzere giren kimseyi, o mala ait kölelerden birisini, malın kapsamı dışına çıkarmayı şart koşmaması da gerekir. Çünkü malın müsakât akdi, ancak üzerinde bulunduğu hal üzere yapılır.
(Mâlik) dedi ki: Eğer mal sahibi, malın kapsamı içerisindeki kölelerden birisini çıkartmak isterse müsakât akdinden önce onu çıkarmalıdır ya da aralarına birisini sokmak isterse bunu müsakât akdinden önce yapsın. Bundan sonra dilerse müsakât akdi yapabilir.
(Mâlik) dedi ki: Köleler arasından ölen, kaybolan, ya da hastalanan olursa, o zaman mal sahibinin onun yerini tutacak bir başkasını temin etmesi görevidir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', Müsâkât 1392, 1/266
Senetler:
()
Konular:
Ahlak, ticaret ahlakı
RÜŞVET
Rüşvet, rüşvet almak ya da vermek
Ticaret, Ortaklık
Ticaret, Tarla, ürün karşılığı kiraya vermek
Öneri Formu
Hadis Id, No:
40022, DM001334
Hadis:
أَخْبَرَنَا أَبُو الْوَلِيدِ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ زِيَادِ بْنِ عِلاَقَةَ قَالَ سَمِعْتُ عَمِّى يَقُولَ : إِنَّهُ صَلَّى مَعَ النَّبِىِّ -صلى الله عليه وسلم- فَسَمِعَهُ يَقْرَأُ فِى إِحْدَى الرَّكْعَتَيْنِ مِنَ الصُّبْحِ {وَالنَّخْلَ بَاسِقَاتٍ} قَالَ شُعْبَةُ : وَسَأَلْتُهُ مَرَّةً أُخْرَى فَقَالَ سَمِعْتُهُ يَقْرَأُ بِ {ق}
Tercemesi:
Bize Ebu’l Velid, ona Şu‘be, ona Ziyâd b. İlâke’nin de şöyle dediğini rivayet etmiştir: Amcamı şöyle derken dinledim: Nebi (sav) ile birlikte namaz kılmıştı da, onu sabah namazının iki rekâtından birisinde “Ve tomurcukları üst üste binmiş büyük ve yüksek hurma ağaçları da” (Kaf, 10) ayetini (n bulunduğu sureyi) okuduğunu dinlemiştir. Şu‘be dedi ki: Bir sefer, ben ona sordum da, o, onu: “Kâf suresini” okurken dinlemiştim, dedi.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Dârimî, Sünen-i Dârimî, Salât 66, 2/821
Senetler:
1. Kutbe b. Malik es-Sa'lebi (Kutbe b. Malik)
2. Ebu Malik Ziyad b. İlâka Sa'lebi (Ziyad b. İlâka b. Malik)
3. Şube b. Haccâc el-Atekî (Şu'be b. Haccac b. Verd)
4. Ebu Velid Hişam b. Abdülmelik el-Bahilî (Hişam b. Abdülmelik)
Konular:
KTB, NAMAZ,
Namaz, kıraat
Öneri Formu
Hadis Id, No:
40045, DM001357
Hadis:
أَخْبَرَنَا أَبُو النَّضْرِ : هَاشِمُ بْنُ الْقَاسِمِ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ عَمْرِو بْنِ دِينَارٍ قَالَ سَمِعْتُ طَاوُساً يُحَدِّثُ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ : أُمِرَ نَبِيُّكُمْ -صلى الله عليه وسلم- أَنْ يَسْجُدَ عَلَى سَبْعَةٍ وَأُمِرَ أَنْ لاَ يَكُفَّ شَعَراً وَلاَ ثَوْباً. قَالَ شُعْبَةُ وَحَدَّثَنِيهِ مَرَّةً أُخْرَى قَالَ :« أُمِرْتُ بِالسُّجُودِ ، وَلاَ أَكُفَّ شَعَراً وَلاَ ثَوْباً ».
Tercemesi:
Bize Ebu’n-Nadr Haşim b. el-Kasım, ona Şu‘be, ona Amr b. Dinar’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Tavus’u İbn Abbas’dan şöyle dediğini naklederken dinledim: Nebi’niz (sav) (namaz kılanın) yedi kemik üzerine secde etmesini ve saçını da elbisesini de toplamamasını emretmiştir.
Şu‘be dedi ki: Bu hadisi bana bir başka sefer de rivayet edip: “Bana secde etmem ve (namaz kılarken) saç ve elbise toplamamam emrolundu” buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Dârimî, Sünen-i Dârimî, Salât 73, 2/832
Senetler:
1. İbn Abbas Abdullah b. Abbas el-Kuraşî (Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
2. Ebu Abdurrahman Tâvus b. Keysan el-Yemanî (Tâvus b. Keysan)
3. Amr b. Dinar el-Cümahî (Amr b. Dinar)
4. Şube b. Haccâc el-Atekî (Şu'be b. Haccac b. Verd)
5. Ebu Nadr Haşim b. Kasım el-Leysi (Haşim b. Kasım b. Müslim)
Konular:
KTB, NAMAZ,
Namaz, namazda iken yapılan hareketler
Namaz, secde, okunacak dualar vs,
Öneri Formu
Hadis Id, No:
36980, DM000281
Hadis:
أَخْبَرَنَا أَسَدُ بْنُ مُوسَى حَدَّثَنَا شُعْبَةُ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أَبِى السَّفَرِ عَنِ الشَّعْبِىِّ قَالَ : جَالَسْتُ ابْنَ عُمَرَ سَنَةً فَلَمْ أَسْمَعْهُ يَذْكُرُ حَدِيثاً عَنْ رَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم
Tercemesi:
Bize Esed b. Musa haber verip (dedi ki) bize Şu'be rivayet edip (dedi ki) bize Abdullah b. Ebi's-Sefer, eş-Şa'bî'den, onun şöyle dediğini rivayet etti: "İbn Ömer'in yanında bir yıl durdum da onu, Resûlullah'dan -sallallahu aleyhi ve sellem-bir hadis zikrederken işitmedim."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Dârimî, Sünen-i Dârimî, Mukaddime 28, 1/326
Senetler:
1. İbn Ömer Abdullah b. Ömer el-Adevî (Abdullah b. Ömer b. Hattab)
2. Ebu Amr Amir eş-Şa'bî (Amir b. Şerahil b. Abdin)
3. Ebu Bekir Abdullah b. Ebu Sefer el-Hemdânî (Abdullah b. Said b. Yahmed)
4. Şube b. Haccâc el-Atekî (Şu'be b. Haccac b. Verd)
5. Ebu Said Esed b. Musa el-Ümevi (Esed b. Musa b. İbrahim b. Velid)
Konular:
Hadis Rivayeti, ihtiyat
Öneri Formu
Hadis Id, No:
38756, DM000671
Hadis:
أَخْبَرَنَا أَحْمَدُ بْنُ حُمَيْدٍ حَدَّثَنَا ابْنُ الْمُبَارَكِ عَنْ مَعْمَرٍ عَنْ سِمَاكِ بْنِ الْفَضْلِ عَنْ وَهْبِ بْنِ مُنَبِّهٍ عَنِ الْحَكَمِ بْنِ مَسْعُودٍ قَالَ : أَتَيْنَا عُمَرَ فِى الْمُشَرَّكَةِ فَلَمْ يُشَرِّكْ ، ثُمَّ أَتَيْنَاهُ الْعَامَ الْمُقْبِلَ فَشَرَّكَ ، فَقُلْنَا لَهُ فَقَالَ : تِلْكَ عَلَى مَا قَضَيْنَا ، وَهَذِهِ عَلَى مَا قَضَيْنَا.
Tercemesi:
Bize Ahmed b. Humeyd haber verip (dedi ki), bize İb-nu'1-Mübârek, Ma'merden, (O) Simâk İbnu'l-Fadl'dan, (O) Vehb b. Münebbih'ten, (O da) el-Hakem b. Mes'ûd'dan (naklen) rivayet etti (ki, el-Hakem) şöyle dedi: "Muşerreke" hakkında Hz. Ömer'e gelip (hükmünü sormuştuk), O da (mirastan ona) pay vermemişti. Sonra ertesi yıl (tekrar) O'na gelip (onun hükmünü sorduk). Bu sefer (ona mirastan) pay verdi. Bunun üzerine O'na, "(niçin böyle yaptın?)" dedik. Şöyle cevap verdi: "O, (o zaman) vermiş olduğumuz hükme göre idi. Bu da (şimdi) verdiğimiz hükme göredir."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Dârimî, Sünen-i Dârimî, Mukaddime 55, 1/497
Senetler:
1. Ebu Hafs Ömer b. Hattab el-Adevî (Ömer b. Hattab b. Nüfeyl b. Abdüluzza)
2. Hakem b. Mesud es-Sekafî (Hakem b. Mesud b. Hakem)
3. Ebu Abdullah Vehb b. Münebbih el-Ebnavi (Vehb b. Münebbih b. Kamil b. Sic b. Zi-Kibar)
4. Simâk b. Fadl el-Havlânî (Simâk b. Fadl)
5. Ebu Urve Mamer b. Raşid el-Ezdî (Mamer b. Râşid)
6. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Mübarek el-Hanzalî (Abdullah b. Mübarek b. Vadıh)
7. Ebu Hasan Ahmed b. Humeyd et-Turaysîsî (Ahmed b. Humeyd)
Konular:
Yargı, Hakimlik
Yargı, miras Hukuku
Öneri Formu
Hadis Id, No:
38742, DM000668
Hadis:
أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ حُمَيْدٍ حَدَّثَنَا هَارُونُ بْنُ الْمُغِيرَةِ عَنْ عَنْبَسَةَ بْنِ سَعِيدٍ عَنْ خَالِدِ بْنِ زَيْدٍ الأَنْصَارِىِّ عَنْ عَقَّارِ بْنِ الْمُغِيرَةِ بْنِ شُعْبَةَ عَنْ أَبِيهِ : الْمُغِيرَةِ بْنِ شُعْبَةَ قَالَ : نَشَدَ عُمَرُ النَّاسَ أَسَمِعَ مِنَ النَّبِىِّ -صلى الله عليه وسلم- أَحَدٌ مِنْكُمْ فِى الْجَنِينِ؟ فَقَامَ الْمُغِيرَةُ بْنُ شُعْبَةَ فَقَالَ : قَضَى فِيهِ عَبْداً أَوْ أَمَةً. فَنَشَدَ النَّاسَ أَيْضاً فَقَامَ الْمَقْضِىُّ لَهُ فَقَالَ : قَضَى النَّبِىُّ -صلى الله عليه وسلم- لِى بِهِ عَبْداً أَوْ أَمَةً. فَنَشَدَ النَّاسَ أَيْضاً فَقَامَ الْمَقْضِىُّ عَلَيْهِ فَقَالَ : قَضَى النَّبِىُّ -صلى الله عليه وسلم- عَلَىَّ غُرَّةً عَبْداً أَوْ أَمَةً فَقَالَ : أَتَقْضِى عَلَىَّ فِيهِ؟ فِيمَا لاَ أَكَلَ وَلاَ شَرِبَ وَلاَ اسْتَهَلَّ وَلاَ نَطَقَ ، إِنْ تُطِلَّهُ فَهُوَ أَحَقُّ مَا يُطَلُّ. فَهَوَى النَّبِىُّ -صلى الله عليه وسلم- إِلَيْهِ بِشَىْءٍ مَعَهُ فَقَالَ :« أَشِعْرٌ؟ ». فَقَالَ عُمَرُ : لَوْلاَ مَا بَلَغَنِى مِنْ قَضَاءِ النَّبِىِّ -صلى الله عليه وسلم- لَجَعَلْتُهُ دِيَةً بَيْنَ دِيَتَيْنِ.
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Humeyd haber verip (dedi ki), bize Hârûn İbnu'l-Muğire, Anbese b. Sa'îd'den, (O) Hâlid b. Zeyd el-Ensârî'den, (O) Akkar İbnu'l-Muğire b. Şu'be'den, (O da) babası el-Muğire b. Şu'be'den (naklen) rivayet etti (ki, el-Muğîre) şöyle dedi: Hz. Ömer halka; "Sizden biri cenin hakkında Hz. Peygamber'den -sallallahu aleyhi ve sellem- (bir hüküm) işitti mi?" diye sordu. Bunun üzerine el-Muğire b. Şu'be kalktı ve; "O, onun hakkında, bir erkek köle veya bir câriye (verilmesini) hükmetmişti" dedi. O yine halka sordu. Bu sefer lehine hüküm verilmiş olan kimse kalktı ve; "Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ondan dolayı lehime bir erkek köle veya bir câriye hükmetmişti" dedi. O tekrar halka sordu. Bu sefer de aleyhine hüküm verilmiş olan kimse kalktı ve; "Hz. Peygamber -sallalîahu aleyhi ve sellem- aleyhime bir "ğurre", yani bir erkek köle veya bir câriye hükmetmişti" dedi. (Aleyhine hüküm verilmiş olan bu zat sözüne devamla dedi ki, o zaman) ben de; "Onun için; yani ne yemiş, ne içmiş, ne ses çıkarmış, ne konuşmuş-
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Dârimî, Sünen-i Dârimî, Mukaddime 54, 1/495
Senetler:
1. Ebu Abdullah Muğîra b. Şube es-Sekafî (Mugîra b. Şube b. Ebu Amir b. Mesud b. Muattib)
2. Akkar b. Muğira es-Sekafî (Akkâr b. Muğira b. Şu'be)
3. Halid b. Zeyd el-Ensarî (Halid b. Zeyd b. Harise)
4. Ebu Bekir Anbese b. Said el-Esedi (Anbese b. Said b. Dureys)
5. Ebu Hamza Harun b. Muğira el-Beceli (Harun b. Muğira b. Hakim)
6. Muhammed b. Humeyd et-Temimi (Muhammed b. Humeyd b. Hayyan)
Konular:
Hadis rivayeti, hadisi kabulde şahit, delil vs. isteme
Yargı, diyet, ceninin veya çocuğun diyeti