Giriş

Bize Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zuhrî, ona Urve b. Zübeyir, ona da Hz. Âişe şöyle demiştir: "Ben kendimi bildim bileli, annem ve babam Müslümandı. Hiçbir gün geçmezdi ki, Rasulullah (sav) bize iki vakit —sabah ve akşam— uğramamış olsun. Müslümanlar imtihan ve baskıya uğrayınca, Ebu Bekir Habeşistan tarafına hicret etmek üzere yola çıktı. Birkü’l-Gımâd denilen yere ulaştığında, Kârre kabilesinin reisi olan İbn Duğunne ile karşılaştı. İbn Duğunne ona 'Ey Ebu Bekir! Nereye gidiyorsun?' diye sordu. Ebu Bekir, 'Kavmim beni (yurdumdan) çıkardı' dedi. (...) Ravi hadisin devamını anlattı, sonra da şöyle dedi: Rasulullah (sav) Müslümanlara 'Ben, sizin hicret edeceğiniz yeri gördüm. Bana, iki siyah taşlık (harre) arasında, Hurma ağaçlarının bulunduğu tuzlu/çorak düzlük (sebha) gösterildi' buyurdu. Bunun üzerine Medine’ye hicret edecek olanlar yola çıktı. Daha önce Habeşistan’a hicret etmiş bazı Müslümanlar da Medine’ye döndü. Ebu Bekir de hicret hazırlığına başladı. Ancak Rasulullah (sav) ona 'Acele etme, çünkü bana izin verilmesini umuyorum' buyurdu. Ebu Bekir 'Babam ve anam sana feda olsun, bunu umuyor musun?' diye sordu. Rasulullah (sav) ona 'Evet' dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir, Rasulullah'a (sav) arkadaşlık edebilmek için beklemeye başladı ve dört ay boyunca, elinde bulunan iki bineğini (devesini), semur ağacının yapraklarıyla besledi." Zuhrî der ki: Urve’nin aktardığına gör Hz. Âişe şöyle demiştir: "Bir gün öğle sıcağında evimizde oturuyorduk. Ebu Bekir’e iki kişi gelerek 'İşte Rasulullah (sav) başını örtmüş (tekkanni etmiş) olarak, üstelik alışık olmadığımız bir vakitte bize geliyor' dediler. Ebu Bekir 'Babam ve anam Ona feda olsun! Eğer bu saatte gelmişse mutlaka önemli bir iş vardır' dedi. Rasulullah (sav) geldi, izin istedi, ona izin verildi. İçeri girince Ebu Bekir’e 'Yanındakileri dışarı çıkar' buyurdu. Ebu Bekir 'Babam ve anam sana feda olsun ey Allah’ın Rasulü! (Yabancı yok.) Onlar ancak senin ailendir' dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) 'Bana (hicret için) çıkmama izin verildi' buyurdu. Ebu Bekir 'Babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasulü! (Bu yolculukta) sana arkadaşlık (edecek miyim?)' dedi. Rasulullah (sav) 'Evet' buyurdu. Ebu Bekir 'Babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasulü! Şu iki deveden birini al' dedi. Rasulullah (sav) 'Bedelini ödeyerek (alırım)' buyurdu. Âişe der ki: Biz onlara en iyi şekilde yol azığı hazırladık. Bir azık torbasına yiyecek koyduk. Ebu Bekir’in kızı Esmâ, kuşağını ikiye ayırdı, bir parçasıyla torbayı bağladı. Bu sebeple ona 'Zâtü’n-Nitâkeyn' (iki kuşak sahibi) lakabı verildi. Sonra Rasulullah (sav) ile Ebu Bekir, Sevr adlı dağdaki bir mağaraya ulaştılar ve orada üç gece kaldılar."


    Öneri Formu
75653 HM026144 İbn Hanbel, VI, 197


    Öneri Formu
91688 MA003590 Musannef-i Abdurrezzak, II, 334

Ukayl der ki: Bana Zührî, ona Urve, ona da Âişe şöyle haber vermiştir: Rasulullah (sav) (mekke'den Medine'ye hicret eden) kadınları imtihan ederdi. Bize ulaşan habere göre, Yüce Allah, hicret eden mümin kadınların, müşrik kocalarının kendilerine yaptıkları harcamaları, onlara iade etmeleri ve Müslüman erkeklerin de kafir eşlerini artık nikahları altında tutmamaları gerektiğini bildiren hükmü indirdiği zaman Hz. Ömer, (Müslüman olmayan) iki eşini; Karîbe bt. Ebu Ümeyye ve Cervel el-Huzâî'nin kızını boşadı. Bunlardan Karîbe ile Muaviye, diğeri ile de Ebu Cehm evlendi. Kafirler, Müslümanların, kaçıp giden eşlerine harcadıkları nafakayı Müslümanlara ödemeye yanaşmayınca Yüce Allah "Eğer sizden birinin eşi dinden dönüp kâfirlere katılır da o kadına verdiğiniz mehir size iade edilmezse, onlarla yaptığınız savaşta galip gelip kendilerinden ganimet aldığınızda, eşleri gitmiş olan kocalara, ödedikleri mehir kadarını o ganimetten verin" (Mümtehine, 11) ayetini indirdi. "Akib (العقب)" eşi küffara kaçan Müslümanın, eşine yaptığı harcamayı ifade eder. Böylece Allah, eşi çekip giden bir Müslümanın, kaçıp giden kafir eşine ödediği mehrin, ona geri ödenmesini emretti. Ama biz, iman ettikten sonra dinden dönüp giden hiç bir kadını duymadık. Yine bize ulaşan habere göre, Hudeybiye antlaşması döneminde Ebu Basîr b. Üseyd es-Sakafî iman edip muhacir olarak Hz. Peygamber'e (sav) geldi. Ahnes b. Şerîk Hz. Peygamber'e mektup yazarak Ebu Basîr'in iadesini talep etti. Râvi hadisin devamını da aktardı.


Açıklama: Rivayet muallaktır; Buhari ile Ukayl b. Halid arasında inkıta vardır.

    Öneri Formu
269022 B002733 Buhari, Şurût, 15

Abdurrezzâk, ona Ma‘mer, Zuhrî şöyle demiştir: "Rasulullah (sav) hicret ettikten ve Habeşistan’da bulunan Müslümanlar da (Medine’ye) geldikten sonra, Şam tarafına, Kelb, Belkîn, Gassân ve Şam sınırındaki Arap kâfirleri üzerine, iki birlik (seriyye) gönderdi. Rasulullah (sav) bu birliklerden birine, Kureyş’in Fihr kolundan olan Ebu Ubeyde b. Cerrâh’ı, diğerine ise Amr b. el-Âs’ı kumandan tayin etti. Ebu Ubeyde’nin birliğine Ebu Bekir ile Ömer de katıldı. İki birliğin hareket vakti gelince Rasulullah (sav) Ebu Ubeyde ile Amr b. Âs’ı çağırdı ve onlara 'Birbirinize karşı gelmeyin' buyurdu. Medine’den ayrıldıklarında Ebu Ubeyde, Amr’a 'Rasûlullah (sav) bize birbirimize karşı gelmememizi emretti. Ya sen bana itaat edersin ya da ben sana itaat ederim' dedi. Amr 'Sen bana itaat et' deyince, Ebu Ubeyde ona itaat etti. Böylece Amr, her iki birliğin de kumandanı oldu. Buna Ömer b. Hattâb çok üzüldü ve Ebu Ubeyde’ye 'İbn Nâbiga’ya (Amr b. el-Âs’a) itaat edip, onu kendi üzerine, Ebu Bekir’in ve hepimizin üzerine mi emir tayin ediyorsun? Bu nasıl bir görüştür?' dedi. Ebu Ubeyde ise 'Ey kardeşimin oğlu! Rasulullah (sav) ikimize, birbirimize karşı gelmememizi emretti. Ona itaat etmezsem Rasulullah’a (sav) karşı gelmiş olurum diye korktum' cevabını verdi. Ebu Ubeyde bu durumu Rasulullah’a (sav) da arz etti. Rasulullah (sav) 'Ben, bu görevi size verirken muhacirleri önceleyerek verdim; onların bulunduğu bir yerde, sonradan gelenleri üzerlerine emir tayin etmem' buyurdu. Bu seferin adı Zâtü’s-Selâsil idi. O gün Araplardan çok sayıda kişi esir alınmış ve ganimet olarak esirler elde edilmişti." "Bundan sonra Rasulullah (sav) genç yaşta bir delikanlı olan Usame b. Zeyd’i komutan tayin etti. Onun birliğine Ömer b. Hattâb ve Zübeyir b. Avvâm da katıldı. Ancak Rasulullah (sav), bu birlik hedefe ulaşmadan vefat etti. Bunun üzerine Ebu Bekir Sıddîk, Rasulullah’ın (sav) vefatından sonra bu birliği (aynı komutanla) yola çıkardı. Daha sonra Ebu Bekir, Rasulullah’ın (sav) vefatından sonra halife olduğunda Şam’a üç ayrı ordu gönderdi. Hâlid b. Sa'îd’i bir birliğin başına, Amr b. el-Âs’ı bir birliğin başına, Şürahbîl b. Hasene’yi de bir birliğin başına kumandan tayin etti. Ayrıca Hâlid b. Velîd’i de Irak tarafına bir birliğin başında gönderdi. Bu esnada Ömer, Ebu Bekir’e sürekli telkinde bulunarak, Hâlid b. Sa'îd’in yerine, onun ordusunun başına Yezîd b. Ebu Süfyân’ı tayin etmesini sağladı. Bunun sebebi, Ömer’in, Hâlid b. Sa‘îd’e Yemen’den Rasûlullah’ın (sav) vefatından sonra dönüşünde duyduğu bir kırgınlıktı. Hz. Ali, Hâlid b. Sa‘îd ile karşılaşınca ona 'Ey Abdümenâf oğulları! İşlerinize (yönetiminize) tamamen hâkim mi oldunuz?' dedi. Ebu Bekir bu sözü önemsemedi, fakat Ömer, bu sözü dikkate alarak Hâlid’in görevden alınmasını destekledi. Ömer, Ebû Bekir’e 'Sen, (Hâlid'i) tilkilerin (hilekârların) başına idareci olarak bırakıyorsun' dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir, Hâlid b. Sa‘îd’i görevden alarak yerine Yezîd b. Ebu Süfyân’ı tayin etti. Yezîd, Şam’a vardığında (Zî’l-Merve denilen yerde) ordusunun başına geçti. Bu sırada Ebu Bekir, Hâlid b. Velîd’e yazı göndererek ordusuyla birlikte Şam’a hareket etmesini emretti. Hâlid de bu emri yerine getirdi. Böylece Ebu Bekir’in vefatına kadar Şam, dört ayrı kumandanın idaresinde kaldı." "Hz. Ömer halife olduğunda Hâlid b. Velîd’i görevden aldı ve yerine Ebu Ubeyde b. Cerrâh’ı tayin etti. Sonra el-Câbiye’ye geldiğinde Şürahbîl b. Hasene’yi de görevden alarak askerlerinin üç komutan arasında dağılmasını emretti. Bunun üzerine Şürahbîl b. Hasene 'Ey mü’minlerin emîri! Ben acizlik mi gösterdim yoksa ihanet mi ettim?' dedi. Ömer 'Ne acizlik gösterdin ne de ihanet ettin' dedi. Şürahbîl 'O hâlde neden beni görevden aldın?' diye sordu. Ömer 'Seni emir tayin etmekten çekindim, çünkü senden daha güçlü birini buldum' cevabını verdi. Şürahbîl 'O hâlde beni mazur gör, ey Müminlerin Emîri' dedi. Ömer 'Seni mazur göreceğim; eğer başka türlü bilseydim böyle yapmazdım' dedi. Böylece Ömer kalktı ve Şürahbîl’i mazur gördü. Ardından Amr b. Âs’a Mısır’a gitmesini emretti. Böylece Şam’da iki vali kaldı: Ebu Ubeyde b. Cerrâh ve Yezîd b. Ebu Süfyân. Sonra Ebu Ubeyde b. Cerrâh vefat edince, yerine Hâlid (b. Velîd) ve amcasının oğlu İyâz b. Ganm geçti. Ömer de bunu onayladı. Ömer'e 'son derece cömert olan ve isteyeni geri çevirmeyen İyâz b. Ganm’ı, nasıl görevde bırakıyorsun? Halbuki sen Hâlid b. Velîd’i, senin iznin olmadan mal dağıttığı için görevden almıştın' denildi. Ömer 'Bu, İyâz’ın kendi malı hususundaki tabiatıdır. Malı kendisine ulaşıncaya kadar böyle davranır. Bununla beraber, Ebu Ubeyde b. Cerrâh’ın verdiği bir kararı değiştirmeyi uygun görmem' dedi. Daha sonra Yezîd b. Ebu Süfyân vefat etti. Ömer yerine Muâviye’yi tayin etti. Ardından bu haberi Ebu Süfyân’a iletti ve 'Ey Ebû Süfyân, Yezîd’in (ölümünü) Allah’tan ecir bekleyerek karşıla' dedi. Ebu Süfyân 'Allah ona rahmet etsin. Peki, yerine kimi tayin ettin?' diye sordu. Ömer 'Muâviye’yi' dedi. Bunun üzerine Ebu Süfyân 'Akrabalık bağını gözetmiş oldun' dedi. Sonra İyâz b. Ğanm vefat etti. Onun yerine Umeyr b. Sa‘d el-Ensârî tayin edildi. Böylece Şam bölgesi, Umeyr öldürülene kadar Muâviye ile Umeyr’in idaresinde kaldı." "Osman b. Affân halife olunca, Umeyr’i görevden aldı ve Şam’ı Muâviye’ye bıraktı. Kûfe valiliğinden Muğîre b. Şu‘be’yi azlederek yerine Sa'd b. Ebî Vakkâs’ı tayin etti. Mısır valiliğinden Amr b. Âs’ı azlederek yerine Abdullah b. Sa‘d b. Ebu Serh’i tayin etti. Basra valiliğinden Ebu Mûsâ el-Eş‘arî’yi görevden alıp yerine Abdullah b. Âmir b. Kurayz’ı getirdi. Sonra Sa'd b. Ebu Vakkâs’ı da Kûfe’den azledip yerine Velîd b. Ukbe’yi tayin etti. Ancak Velîd hakkında şahitlik yapıldı (suç sabit görüldü), bunun üzerine ona had cezası uygulandı ve görevden alındı. Yerine Saîd b. Âs tayin edildi. Ardından halk arasında sözler dolaşmaya başladı ve fitneye bulaştılar. Saîd b. Âs hacca gitti, dönüşünde Uzayb denilen yerde Iraklı süvarilerle karşılaştı; onu oradan geri çevirdiler. Mısırlılar, valileri Abdullah b. Sa'd b. Ebu Serh’i görevden uzaklaştırdılar. Basralılar ise Abdullah b. Âmir b. Kurayz’ı görevinde bıraktılar. Bu durum, fitnenin ilk başlangıcı oldu. Nihayet Osman (Allah ona rahmet etsin) öldürülünce, halk Ali b. Ebu Tâlib’e biat etti. Ali, Talha ve Zübeyr’e haber göndererek 'İsterseniz bana biat edin, isterseniz sizden birinize biat edeyim' dedi. Onlar 'Hayır, sana biat ederiz' dediler; ancak ardından Mekke’ye kaçtılar. Mekke’de Peygamber’in (sav) hanımı Âişe de bulunuyordu. Onlarla aynı görüşte oldu ve onları destekledi. Bunun üzerine Kureyş’ten birçok kişi onlara uydu. Böylece Basra’ya yöneldiler. Amaçları, Osman’ın kanının intikamını almaktı. Onlarla birlikte Abdurrahman b. Ebu Bekir, Abdurrahman b. Attâb b. Esîd, Abdullah b. Hâris b. Hişâm, Abdullah b. Zübeyir, Mervân b. Hakem, ve Kureyş’ten başka kişiler de vardı. Basra halkıyla konuştular, Osman’ın haksız yere öldürüldüğünü anlattılar, Osman hakkında daha önce ileri gittikleri konularda tevbe ettiklerini söylediler. Bunun üzerine Basra halkının çoğu onlara itaat etti. Ahnef b. Kays kabilesi Temîm ile birlikte tarafsız kaldı. Abdulkays kabilesi ise büyük çoğunlukla Ali b. Ebu Tâlib’e katıldı." "Âişe, o gün “Asker” adında bir deveye bindi. Devesinin üzerinde, hücre biçimindeki sığır derileriyle kaplanmış hevdeci içinde 'Benim maksadım, burada durarak insanlar arasında savaşın çıkmasına engel olmaktır. Aralarında savaş olacağını sanmamıştım. Eğer bunu bilseydim, asla bu noktada durmazdım' dedi. Fakat insanlar onun sözünü dinleyip ve ona kulak asmadılar ve savaş başladı. O gün Kureyş’ten yetmiş kişi öldürüldü. Bunların her biri, Âişe’nin devesinin yularını tutuyor, bu hâlde iken öldürülüyordu. Sonra hevdec taşınarak civardaki evlerden birine götürüldü. Mervân ağır şekilde yaralandı. Talha b. Ubeydullah o gün öldürüldü. Zübeyir ise daha sonra Vâdî’s-Sibâ‘ denilen yerde öldürüldü. Âişe ile Mervân, geride kalan Kureyşlilerle birlikte Medine’ye döndüler. Âişe oradan Mekke’ye geçti. Medine’de Mervân ile Esved b. Eb Buhturî hâkimiyet sağladı. Bu sırada Ali ile Muâviye arasında savaş alevlendi. İki tarafın birlikleri, hem Medine’ye hem de hac için Mekke’ye gelirdi. Kim önce gelirse, o yıl hac mevsiminde insanların emîri olurdu. Bunun üzerine Peygamber’in (sav) hanımı Ümmü Habîbe, diğer hanımı Ümmü Seleme’ye haber göndererek şöyle 'Gel, Ali ile Muâviye’ye mektup yazalım, bu insanları korkutan birlikleri geri çağırsınlar ki ümmet iki taraftan birinde birleşsin' dedi. Ümmü Habîbe 'Senin adına Muâviye’yi ben hallederim' dedi. Ümmü Seleme de 'Senin adına Ali’yi ben hallederim' dedi. Her biri, kendi tarafındaki kişiye mektup yazdı ve Kureyş ile Ensâr’dan oluşan bir heyet gönderdi. Muâviye, Ümmü Habîbe’nin isteğini kabul etti. Ali de Ümmü Seleme’nin isteğini yerine getirmek istedi, fakat oğlu Hasan b. Ali buna engel oldu. Böylece her iki tarafın birlikleri ve valileri, Medine ile Mekke’ye gidip gelmeye devam etti. Bu durum Ali (Allah ona rahmet etsin) öldürülene kadar sürdü. Sonrasında insanlar Muâviye üzerinde birleşti." "Mısır, Ali b. Ebu Tâlib’in hâkimiyetindeydi. Ali, Mısır’a Kays b. Saʿd b. Ubâde el-Ensârî’yi vali olarak atamıştı. (Kays’ın babası) Saʿd b. Ubâde, Bedir günü ve başka günlerde Rasulullah (sav) ile birlikte Ensâr’ın sancağını taşıyan kişiydi. Kays ise insanların en basiretli olanlarından sayılırdı, ancak fitne döneminde durum, onu da bazı zor tercihlere sürüklemişti. Bu sırada Muâviye ve Amr b. Âs, Kays’ı Mısır’dan çıkarmak için uğraşıyor ve Mısır üzerinde hâkimiyet kurmak istiyorlardı. Fakat Kays, zekâsı ve siyasî kurnazlığıyla onlara karşı koymuş, bu yüzden ne Muâviye ne de Amr Mısır’ı ele geçirebilmişti. Nihayet Muâviye, Ali’nin yanında bulunan Kays’ı kendi tarafına çekmek için bir hile düşündü." "Muâviye der ki: Kays bana karşı koyarken, Şam halkına 'Kays’a sövmeyin, onu benimle savaşmaya çağırmayın. Çünkü o bizim taraftarımızdır; mektupları bize gelir, bize nasihat eder. Gözünüzle görmüyor musunuz, yanında bulunan kardeşleriniz olan Haribtâ halkına nasıl davranıyor? Onlara maaşlarını ve erzaklarını veriyor, yollarını güvene alıyor, gelen misafire ikram ediyor. Böyle birine, bizimle dostluğu hususunda kuşku beslemek doğru olmaz' dedim. Muâviye der ki: Ben bu sözleri hem Şam halkına söylüyor hem de Irak’taki taraftarlarına mektuplar yazarak yayıyordum. Bu durum, Iraklı casuslar vasıtasıyla Ali’ye ulaştı. Haberi ona, Abdullah b. Cafer ile Muhammed b. Ebu Bekir getirdi. Bunun üzerine Ali, Kays’tan şüphelendi ve ona mektup yazarak Haribtâ halkıyla savaşmasını emretti. O gün Haribtâ halkı on bin kişiydi. Kays, Ali’ye 'Bunlar Mısır’ın ileri gelenleri, şerefli kişileridir. Ben onları yollarının güvenli olacağına ikna ettim, maaşlarını ve erzaklarını veriyorum. Onların gönüllerinin Muâviye’den yana olduğunu biliyorum. Bugün onlarla savaşmak, hem senin hem de benim için daha büyük bir felaket olur. Eğer bana karşı savaşmak isteseler, karşımızda aslanlar gibi çarpışırlar. İçlerinde Busr b. Ertât, Mesleme b. Muhalled ve Muâviye b. Hudeyc el-Havlânî gibi adamlar var. Beni kendi görüşümle baş başa bırak. Ben onların hâlini idare etmeyi biliyorum' diye cevap gönderdi. Fakat Ali, Kays’ın bu talebini kabul etmedi ve onlarla savaşmasını emretti. Kays ise savaşmayı reddederek 'Eğer bana güvenmiyorsan, beni görevden al ve yerime başkasını gönder' diye yazdı. Bunun üzerine Ali, Mısır’a Mâlik el-Eşter’i vali tayin etti. Mâlik, Kalzûm’a vardığında orada bal ile karıştırılmış bir içecek içti. Bu içecek zehirliydi ve onun ölmesine sebep oldu. Bu haber, Muâviye ile Amr b. Âs’a ulaştığında Amr 'Allah’ın baldan oluşan orduları vardır' dedi. Ali, Mâlik el-Eşter’in vefatını öğrenince Mısır’a Muhammed b. Ebu Bekir’i vali tayin etti. Kays b. Saʿd, yeni vali Muhammed’i karşıladı ve onunla özel olarak konuşup 'Sen, savaşta basireti olmayan birinin (Ali’nin) yanından geliyorsun. Sizin, beni görevden almanız, size nasihat etmeme engel olmaz. Ben işlerinize vâkıfım. Sana, Muâviye ve Amr b. Âs’a karşı uyguladığım hileyi anlatacağım; bunu uygula. Başka bir yolla onları alt etmeye çalışırsan helâk olursun' dedi ve Kays, ona uyguladığı siyaseti ayrıntılarıyla anlattı. Ancak Muhammed b. Ebu Bekir, Kays’ın tavsiyelerine aykırı davrandı ve her işte ona muhalefet etti. Mısır’a varınca Kays, Medine’ye doğru yola çıktı. Orada Mervân ve Esved b. Ebu Buhturî onu korkuttular. Bunu üzerine o yakalanıp öldürülmekten çekindiği için devesine binerek Ali’nin yanına gitti. Bunu öğrenen Muâviye, Mervân ile Esved’e öfkeli mektup yazarak 'Siz, Ali’ye Kays b. Saʿd’ı, onun görüşünü ve hilesini göndermiş oldunuz. Vallahi sekiz bin savaşçı göndermiş olsaydınız bile, Kays’ı ona göndermeniz kadar bana ağır gelmezdi' dedi. Kays, Ali’nin yanına varınca onlara Muhammed b. Ebu Bekir’in öldürüldüğü haberi ulaştı. Ali, o zaman anladı ki Kays, Mısır’da büyük fitneleri ustaca idare etmişti. Ali’nin ve Kays’ı görevden almaya teşvik edenlerin siyaseti, Kays’ın siyasetinden çok daha zayıf kalmıştı. Bundan sonra Ali, Kays’ın bütün görüşlerini kabul etti ve onu Irak halkının öncü birliklerinin başına, Azerbaycan ve çevresine, “Şurta el-Hamsîn” (özel harekat birliği) üzerine komutan olarak tayin etti. Kays’ın komutasında kırk bin kişi, Ali’ye ölümüne biat etmişti. Kays, Ali öldürülünceye kadar, bu sınırı korumaya devam etti." "Irak halkı, Hasan b. Ali’yi hilâfete getirdi. Hasan, savaşmak istemiyordu. Amacı sadece Muâviye’den kendi lehine olabildiğince tavizler almak, sonra da topluluğa (cemaat) katılıp biat etmekti. Hasan, Kays b. Sa‘d’ın bu düşüncesine katılmayacağını anlayınca onu görevden aldı ve yerine Ubeydullah b. Abbâs’ı tayin etti. Ubeydullah, Hasan’ın kendi lehine ne almak istediğini anlayınca, Muâviye’ye yazıp güvence (eman) talep etti ve elde ettiği mallar konusunda kendi lehine şartlar ileri sürdü. Muâviye bu şartları kabul etti ve ona, çok sayıda süvariyle birlikte İbn Âmir’i gönderdi. Ubeydullah gece vakti onlara katıldı, komutansız kalan askerlerini ise geride bıraktı. Bu askerlerin başında Kays b. Sa'd bulunuyordu. Elli kişilik seçkin muhafız birliği (Şurṭatü’l-Ḫamsîn), Kays b. Sa'd’ı kumandan tayin etti. Onlar, Ali taraftarları (Şîa) ve ona tabi olanlar için, canları, malları hususunda ve fitne sırasında elde ettikleri konularda güvence şartı kabul edilinceye kadar Muâviye ve Amr b. Âs ile savaşmak üzere and içtiler. Muâviye, Ubeydullah ve Hasan ile işini bitirdikten sonra, elinde kırk bin kişi bulunan ve kendisi açısından en mühim kişi saydığı bu adamı (Kays) kendi tarafına çekmek için hileye başvurdu. Muâviye, Amr ve Şam halkı, Kays’ın kuvvetleri karşısında kırk gece konakladı. Muâviye ona sürekli elçi gönderiyor, Allah’ı hatırlatıyor ve 'Kime itaat için bana karşı savaşıyorsun? İtaatine savaş açtığın kişi bana biat etti' diyordu. Kays ise bunu kabul etmiyordu. Nihayet Muâviye, alt kısmı mühürlü boş bir sahife göndererek, 'Bu sahifeye ne yazarsan senindir' dedi. Amr, Muâviye’ye 'Bunu ona verme, onunla savaş' dedi. Fakat Muâviye – iki kişiden daha hayırlısı olarak – 'Acele etme ey Ebu Abdullah! Biz bu adamları öldüremeyiz, ama onların sayısınca Şamlı öldürülür. Böyle bir hayattan ne hayır gelir? Vallahi, mecbur kalmadıkça onunla savaşmam' dedi. Sahife gelince, Kays b. Sa'd, kendisi ve Ali taraftarları için can ve mal güvenliği şartını ileri sürdü. Fitne esnasında işledikleri fiillerden dolayı da güvence istedi. Bu şartlarda Muâviye’den herhangi bir mal talep etmedi. Muâviye şartı kabul etti; Kays ve beraberindekiler topluluğa (cemaat) katıldılar." "Araplar içinde, ilk fitne çıkıncaya kadar, “Arapların dahileri” diye anılan beş kişi vardı. Kureyş’ten Muâviye ve Amr b. Âs; Ensar’dan Kays b. Sa'd; Muhâcirlerden Abdullah b. Budeyl b. Verka el-Huzâî; Sakîf kabilesinden Muğîre b. Şu‘be. Bunlardan Ali’nin yanında iki kişi vardı: Kays b. Sa‘d ve Abdullah b. Budeyl. Muğîre ise Tâif ve çevresinde tarafsız kalmıştı. Hakemler hüküm verdikten sonra, Ezruh’ta bir araya geldiler, Muğîre b. Şu‘be de onlara katıldı. Hakemler, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyir’e elçi gönderdiler. Pek çok Kureyşli, Muâviye Şam halkıyla, Ebu Mûsâ el-Eş‘arî ve Amr b. Âs ise hakem olarak orada hazır bulundu. Ali ve Iraklılar ise gelmeyi reddettiler. Muğîre b. Şu'be, Kureyş’in ileri gelenlerinden bazılarına şöyle 'Sizce, bu iki hakemin anlaşıp anlaşamayacağını öğrenebilecek bir kimse var mı?' Onlar 'Bunu kimsenin bilebileceğini sanmıyoruz' dediler. Muğîre ise 'Vallahi, ben onların yanına girip baş başa konuştuğumda, geri dönüşlerinden bunu anlayabileceğimi düşünüyorum' dedi. Önce Amr b. Âs’ın yanına girdi ve 'Ey Ebu Abdullah! Sana soracağım konuda beni bilgilendir. Biz, bu savaş meselesinde size açık hâle gelen hususta tereddüde düştük ve acele etmeyip beklemeyi, ümmet bir kişi etrafında birleştiğinde de ümmetin girdiği hayırlı şeye girmeyi uygun gördük. Biz tarafsızlar hakkında ne düşünüyorsun?' dedi. Amr b. Âs 'Ben sizi, tarafsızlar olarak, hem iyilerin hem de kötülerin arkasında görüyorum' dedi. Muğîre, ona başka bir şey sormadan ayrıldı ve Ebu Mûsâ el-Eş‘arî’nin yanına girdi. Onunla baş başa kaldı ve Amr’a söylediğine benzer sözler söyledi. Ebu Mûsâ ona 'Ben sizi insanların en sağlam görüşlüsü olarak görüyorum. Ayrıca sizde Müslümanların geriye kalan en hayırlı kesimini görüyorum' dedi. Muğîre ondan başka bir şey sormadan ayrıldı. Sonra Kureyş’in ileri gelenlerinden olup da daha önce onlara bu mesele hakkında konuştuğu arkadaşlarının yanına geldi ve 'Size yeminle söylüyorum ki, bu iki kişi (hakemler) tek bir adam üzerinde birleşmeyecek; her biri kendi görüşüne çağıracaktır' dedi." "Hakemler bir araya gelip baş başa konuştuklarında Amr b. Âs, Ebu Mûsâ’ya 'Ey Ebu Mûsâ! Sence bizim ilk olarak hakkı gözeterek hüküm vermemiz gereken şey, vefalı olana vefa, hain olana da misliyle mukabele etmek değil midir?' dedi. Ebu Mûsâ 'Bu nedir?' diye sordu. Amr 'Muâviye ve Şamlıların, onlara verdiğimiz randevuya vefalı olarak geldiklerini bilmiyor musun?' dedi. Ebu Mûsâ 'Yaz bunu' dedi ve yazdı. Bunun üzerine Amr 'Benimle senin samimiyetle karar verdiğimiz husus, bu ümmetin işini yürütecek birini belirlemektir. Sen bir isim söyle ey Ebu Mûsâ! Zira ben de sana, biat etmen karşılığında sana biat edebilirim' dedi. Ebu Mûsâ 'Ben, bu görevi, (tarafsız kalanlardan olan) Abdullah b. Ömer b. el-Hattâb’a veriyorum' dedi. Amr ise 'Ben de sana Muâviye b. Ebu Süfyân’ı öneriyorum' dedi. Böylece ikisi o meclisten ayrılmadan önce anlaşmazlığa düştüler ve birbirlerine ağır sözler söylediler. Sonra halka çıktılar. Ebu Mûsâ şöyle dedi: Ey insanlar! Ben, Amr b. Âs’ın durumunu, Allah Teâlâ’nın 'Biz ona ayetlerimizi vermiştik. Fakat o, gurura kapılarak, ayetlerimizden sıyrılıp çıktı. Böylece şeytan onu kandırıp peşine taktı. Sonunda yolunu yitirip azgın sapıklardan biri hâline geldi. Eğer dileseydik, onu ayetlerimiz sâyesinde yüceltirdik; fakat o dünyaya saplandı ve nefsinin isteklerine uydu. Onun hâli, köpeğin hâline benzer ki, üzerine varıp kovalasan da dilini çıkarır solur, kendi hâline bıraksan da solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan bir toplumun hâli böyledir. Sen kendilerine bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler' [A'raf, 7/175] ayetinde anlattığı kimseye benzettim. Amr b. Âs ise şöyle dedi: Ey insanlar! Ben de Ebu Mûsâ’nın durumunu, Allah Teâlâ’nın 'Tevrat’ın hükümlerini uygulamakla yükümlü tutulan, fakat bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlerin hâli, ciltlerle kitap taşıyan eşeğe benzer. Allah’ın âyetlerini yalanlayan topluluğun hâli ne kötüdür! Allah zâlimler topluluğunu doğru yola erdirmez.' [Cuma, 62/5] ayetinde buyurduğu kimseye benzettim. Bunun ardından her biri, diğerine dair bu benzetmeyi, çeşitli şehirlere mektup olarak gönderdi." Ez-Zuhrî, ona Sâlim, ona da Abdullah b. Ömer; (T) Ma‘mer der ki: Bana İbn Tâvûs, ona İkrime b. Hâlid, ona da Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: "Muâviye bir akşam kalktı, Allah’a O’na yaraşır şekilde hamd etti, sonra 'Bundan sonra… Bu meselede söz söyleyecek olan varsa, karşıma çıksın. Vallahi, bu hususta söz söylemeye kalkacak hiç kimse yoktur ki, ben ondan ve babasından daha hak sahibi olmayayım' dedi. -Muâviye bunu söylerken Abdullah b. Ömer’e imada bulunuyordu.- Abdullah b. Ömer der ki: İstedim ki ben bağdaş oturuşumu bozarak kalkıp ona 'Bu hususta, seni ve babanı İslâm uğruna savaşmış adamlar konuşacak' diyeyim, ama bir söz söyleyip cemaatin arasına fitne sokmaktan, kan dökülmesine sebep olmaktan ve yanlış bir görüşle hareket etmekten korktum. Allah Teâlâ’nın cennette verdiği vaat, bana bunların hepsinden daha sevimli geldi. Eve döndüğümde bana Habîb b. Mesleme geldi ve bana 'Adamın konuştuğunu duyduğunda, senin de konuşmanı engelleyen şey neydi?' dedi. Ben de 'Bunu yapmak istedim, ama bir söz söyleyip cemaatin arasına fitne sokmaktan, kan dökülmesine sebep olmaktan ve yanlış bir görüşle hareket etmekten korktum. Allah Teâlâ’nın cennette verdiği vaat, bana bütün bunlardan daha sevimli geldi' dedim. Habîb b. Mesleme, Abdullah b. Ömer’e 'Anam babam sana feda olsun! Sen, korunmuş ve fitneye sebep olacak şeylerden uzak tutulmuş oldun' dedi."


    Öneri Formu
288261 MA009770-3 Musannef-i Abdurrezzak, V, 452

Abdurrezzâk, ona Ma‘mer, Zuhrî şöyle demiştir: "Rasulullah (sav) hicret ettikten ve Habeşistan’da bulunan Müslümanlar da (Medine’ye) geldikten sonra, Şam tarafına, Kelb, Belkîn, Gassân ve Şam sınırındaki Arap kâfirleri üzerine, iki birlik (seriyye) gönderdi. Rasulullah (sav) bu birliklerden birine, Kureyş’in Fihr kolundan olan Ebu Ubeyde b. Cerrâh’ı, diğerine ise Amr b. el-Âs’ı kumandan tayin etti. Ebu Ubeyde’nin birliğine Ebu Bekir ile Ömer de katıldı. İki birliğin hareket vakti gelince Rasulullah (sav) Ebu Ubeyde ile Amr b. Âs’ı çağırdı ve onlara 'Birbirinize karşı gelmeyin' buyurdu. Medine’den ayrıldıklarında Ebu Ubeyde, Amr’a 'Rasûlullah (sav) bize birbirimize karşı gelmememizi emretti. Ya sen bana itaat edersin ya da ben sana itaat ederim' dedi. Amr 'Sen bana itaat et' deyince, Ebu Ubeyde ona itaat etti. Böylece Amr, her iki birliğin de kumandanı oldu. Buna Ömer b. Hattâb çok üzüldü ve Ebu Ubeyde’ye 'İbn Nâbiga’ya (Amr b. el-Âs’a) itaat edip, onu kendi üzerine, Ebu Bekir’in ve hepimizin üzerine mi emir tayin ediyorsun? Bu nasıl bir görüştür?' dedi. Ebu Ubeyde ise 'Ey kardeşimin oğlu! Rasulullah (sav) ikimize, birbirimize karşı gelmememizi emretti. Ona itaat etmezsem Rasulullah’a (sav) karşı gelmiş olurum diye korktum' cevabını verdi. Ebu Ubeyde bu durumu Rasulullah’a (sav) da arz etti. Rasulullah (sav) 'Ben, bu görevi size verirken muhacirleri önceleyerek verdim; onların bulunduğu bir yerde, sonradan gelenleri üzerlerine emir tayin etmem' buyurdu. Bu seferin adı Zâtü’s-Selâsil idi. O gün Araplardan çok sayıda kişi esir alınmış ve ganimet olarak esirler elde edilmişti." "Bundan sonra Rasulullah (sav) genç yaşta bir delikanlı olan Usame b. Zeyd’i komutan tayin etti. Onun birliğine Ömer b. Hattâb ve Zübeyir b. Avvâm da katıldı. Ancak Rasulullah (sav), bu birlik hedefe ulaşmadan vefat etti. Bunun üzerine Ebu Bekir Sıddîk, Rasulullah’ın (sav) vefatından sonra bu birliği (aynı komutanla) yola çıkardı. Daha sonra Ebu Bekir, Rasulullah’ın (sav) vefatından sonra halife olduğunda Şam’a üç ayrı ordu gönderdi. Hâlid b. Sa'îd’i bir birliğin başına, Amr b. el-Âs’ı bir birliğin başına, Şürahbîl b. Hasene’yi de bir birliğin başına kumandan tayin etti. Ayrıca Hâlid b. Velîd’i de Irak tarafına bir birliğin başında gönderdi. Bu esnada Ömer, Ebu Bekir’e sürekli telkinde bulunarak, Hâlid b. Sa'îd’in yerine, onun ordusunun başına Yezîd b. Ebu Süfyân’ı tayin etmesini sağladı. Bunun sebebi, Ömer’in, Hâlid b. Sa‘îd’e Yemen’den Rasûlullah’ın (sav) vefatından sonra dönüşünde duyduğu bir kırgınlıktı. Hz. Ali, Hâlid b. Sa‘îd ile karşılaşınca ona 'Ey Abdümenâf oğulları! İşlerinize (yönetiminize) tamamen hâkim mi oldunuz?' dedi. Ebu Bekir bu sözü önemsemedi, fakat Ömer, bu sözü dikkate alarak Hâlid’in görevden alınmasını destekledi. Ömer, Ebû Bekir’e 'Sen, (Hâlid'i) tilkilerin (hilekârların) başına idareci olarak bırakıyorsun' dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir, Hâlid b. Sa‘îd’i görevden alarak yerine Yezîd b. Ebu Süfyân’ı tayin etti. Yezîd, Şam’a vardığında (Zî’l-Merve denilen yerde) ordusunun başına geçti. Bu sırada Ebu Bekir, Hâlid b. Velîd’e yazı göndererek ordusuyla birlikte Şam’a hareket etmesini emretti. Hâlid de bu emri yerine getirdi. Böylece Ebu Bekir’in vefatına kadar Şam, dört ayrı kumandanın idaresinde kaldı." "Hz. Ömer halife olduğunda Hâlid b. Velîd’i görevden aldı ve yerine Ebu Ubeyde b. Cerrâh’ı tayin etti. Sonra el-Câbiye’ye geldiğinde Şürahbîl b. Hasene’yi de görevden alarak askerlerinin üç komutan arasında dağılmasını emretti. Bunun üzerine Şürahbîl b. Hasene 'Ey mü’minlerin emîri! Ben acizlik mi gösterdim yoksa ihanet mi ettim?' dedi. Ömer 'Ne acizlik gösterdin ne de ihanet ettin' dedi. Şürahbîl 'O hâlde neden beni görevden aldın?' diye sordu. Ömer 'Seni emir tayin etmekten çekindim, çünkü senden daha güçlü birini buldum' cevabını verdi. Şürahbîl 'O hâlde beni mazur gör, ey Müminlerin Emîri' dedi. Ömer 'Seni mazur göreceğim; eğer başka türlü bilseydim böyle yapmazdım' dedi. Böylece Ömer kalktı ve Şürahbîl’i mazur gördü. Ardından Amr b. Âs’a Mısır’a gitmesini emretti. Böylece Şam’da iki vali kaldı: Ebu Ubeyde b. Cerrâh ve Yezîd b. Ebu Süfyân. Sonra Ebu Ubeyde b. Cerrâh vefat edince, yerine Hâlid (b. Velîd) ve amcasının oğlu İyâz b. Ganm geçti. Ömer de bunu onayladı. Ömer'e 'son derece cömert olan ve isteyeni geri çevirmeyen İyâz b. Ganm’ı, nasıl görevde bırakıyorsun? Halbuki sen Hâlid b. Velîd’i, senin iznin olmadan mal dağıttığı için görevden almıştın' denildi. Ömer 'Bu, İyâz’ın kendi malı hususundaki tabiatıdır. Malı kendisine ulaşıncaya kadar böyle davranır. Bununla beraber, Ebu Ubeyde b. Cerrâh’ın verdiği bir kararı değiştirmeyi uygun görmem' dedi. Daha sonra Yezîd b. Ebu Süfyân vefat etti. Ömer yerine Muâviye’yi tayin etti. Ardından bu haberi Ebu Süfyân’a iletti ve 'Ey Ebû Süfyân, Yezîd’in (ölümünü) Allah’tan ecir bekleyerek karşıla' dedi. Ebu Süfyân 'Allah ona rahmet etsin. Peki, yerine kimi tayin ettin?' diye sordu. Ömer 'Muâviye’yi' dedi. Bunun üzerine Ebu Süfyân 'Akrabalık bağını gözetmiş oldun' dedi. Sonra İyâz b. Ğanm vefat etti. Onun yerine Umeyr b. Sa‘d el-Ensârî tayin edildi. Böylece Şam bölgesi, Umeyr öldürülene kadar Muâviye ile Umeyr’in idaresinde kaldı." "Osman b. Affân halife olunca, Umeyr’i görevden aldı ve Şam’ı Muâviye’ye bıraktı. Kûfe valiliğinden Muğîre b. Şu‘be’yi azlederek yerine Sa'd b. Ebî Vakkâs’ı tayin etti. Mısır valiliğinden Amr b. Âs’ı azlederek yerine Abdullah b. Sa‘d b. Ebu Serh’i tayin etti. Basra valiliğinden Ebu Mûsâ el-Eş‘arî’yi görevden alıp yerine Abdullah b. Âmir b. Kurayz’ı getirdi. Sonra Sa'd b. Ebu Vakkâs’ı da Kûfe’den azledip yerine Velîd b. Ukbe’yi tayin etti. Ancak Velîd hakkında şahitlik yapıldı (suç sabit görüldü), bunun üzerine ona had cezası uygulandı ve görevden alındı. Yerine Saîd b. Âs tayin edildi. Ardından halk arasında sözler dolaşmaya başladı ve fitneye bulaştılar. Saîd b. Âs hacca gitti, dönüşünde Uzayb denilen yerde Iraklı süvarilerle karşılaştı; onu oradan geri çevirdiler. Mısırlılar, valileri Abdullah b. Sa'd b. Ebu Serh’i görevden uzaklaştırdılar. Basralılar ise Abdullah b. Âmir b. Kurayz’ı görevinde bıraktılar. Bu durum, fitnenin ilk başlangıcı oldu. Nihayet Osman (Allah ona rahmet etsin) öldürülünce, halk Ali b. Ebu Tâlib’e biat etti. Ali, Talha ve Zübeyr’e haber göndererek 'İsterseniz bana biat edin, isterseniz sizden birinize biat edeyim' dedi. Onlar 'Hayır, sana biat ederiz' dediler; ancak ardından Mekke’ye kaçtılar. Mekke’de Peygamber’in (sav) hanımı Âişe de bulunuyordu. Onlarla aynı görüşte oldu ve onları destekledi. Bunun üzerine Kureyş’ten birçok kişi onlara uydu. Böylece Basra’ya yöneldiler. Amaçları, Osman’ın kanının intikamını almaktı. Onlarla birlikte Abdurrahman b. Ebu Bekir, Abdurrahman b. Attâb b. Esîd, Abdullah b. Hâris b. Hişâm, Abdullah b. Zübeyir, Mervân b. Hakem, ve Kureyş’ten başka kişiler de vardı. Basra halkıyla konuştular, Osman’ın haksız yere öldürüldüğünü anlattılar, Osman hakkında daha önce ileri gittikleri konularda tevbe ettiklerini söylediler. Bunun üzerine Basra halkının çoğu onlara itaat etti. Ahnef b. Kays kabilesi Temîm ile birlikte tarafsız kaldı. Abdulkays kabilesi ise büyük çoğunlukla Ali b. Ebu Tâlib’e katıldı." "Âişe, o gün “Asker” adında bir deveye bindi. Devesinin üzerinde, hücre biçimindeki sığır derileriyle kaplanmış hevdeci içinde 'Benim maksadım, burada durarak insanlar arasında savaşın çıkmasına engel olmaktır. Aralarında savaş olacağını sanmamıştım. Eğer bunu bilseydim, asla bu noktada durmazdım' dedi. Fakat insanlar onun sözünü dinleyip ve ona kulak asmadılar ve savaş başladı. O gün Kureyş’ten yetmiş kişi öldürüldü. Bunların her biri, Âişe’nin devesinin yularını tutuyor, bu hâlde iken öldürülüyordu. Sonra hevdec taşınarak civardaki evlerden birine götürüldü. Mervân ağır şekilde yaralandı. Talha b. Ubeydullah o gün öldürüldü. Zübeyir ise daha sonra Vâdî’s-Sibâ‘ denilen yerde öldürüldü. Âişe ile Mervân, geride kalan Kureyşlilerle birlikte Medine’ye döndüler. Âişe oradan Mekke’ye geçti. Medine’de Mervân ile Esved b. Eb Buhturî hâkimiyet sağladı. Bu sırada Ali ile Muâviye arasında savaş alevlendi. İki tarafın birlikleri, hem Medine’ye hem de hac için Mekke’ye gelirdi. Kim önce gelirse, o yıl hac mevsiminde insanların emîri olurdu. Bunun üzerine Peygamber’in (sav) hanımı Ümmü Habîbe, diğer hanımı Ümmü Seleme’ye haber göndererek şöyle 'Gel, Ali ile Muâviye’ye mektup yazalım, bu insanları korkutan birlikleri geri çağırsınlar ki ümmet iki taraftan birinde birleşsin' dedi. Ümmü Habîbe 'Senin adına Muâviye’yi ben hallederim' dedi. Ümmü Seleme de 'Senin adına Ali’yi ben hallederim' dedi. Her biri, kendi tarafındaki kişiye mektup yazdı ve Kureyş ile Ensâr’dan oluşan bir heyet gönderdi. Muâviye, Ümmü Habîbe’nin isteğini kabul etti. Ali de Ümmü Seleme’nin isteğini yerine getirmek istedi, fakat oğlu Hasan b. Ali buna engel oldu. Böylece her iki tarafın birlikleri ve valileri, Medine ile Mekke’ye gidip gelmeye devam etti. Bu durum Ali (Allah ona rahmet etsin) öldürülene kadar sürdü. Sonrasında insanlar Muâviye üzerinde birleşti." "Mısır, Ali b. Ebu Tâlib’in hâkimiyetindeydi. Ali, Mısır’a Kays b. Saʿd b. Ubâde el-Ensârî’yi vali olarak atamıştı. (Kays’ın babası) Saʿd b. Ubâde, Bedir günü ve başka günlerde Rasulullah (sav) ile birlikte Ensâr’ın sancağını taşıyan kişiydi. Kays ise insanların en basiretli olanlarından sayılırdı, ancak fitne döneminde durum, onu da bazı zor tercihlere sürüklemişti. Bu sırada Muâviye ve Amr b. Âs, Kays’ı Mısır’dan çıkarmak için uğraşıyor ve Mısır üzerinde hâkimiyet kurmak istiyorlardı. Fakat Kays, zekâsı ve siyasî kurnazlığıyla onlara karşı koymuş, bu yüzden ne Muâviye ne de Amr Mısır’ı ele geçirebilmişti. Nihayet Muâviye, Ali’nin yanında bulunan Kays’ı kendi tarafına çekmek için bir hile düşündü." "Muâviye der ki: Kays bana karşı koyarken, Şam halkına 'Kays’a sövmeyin, onu benimle savaşmaya çağırmayın. Çünkü o bizim taraftarımızdır; mektupları bize gelir, bize nasihat eder. Gözünüzle görmüyor musunuz, yanında bulunan kardeşleriniz olan Haribtâ halkına nasıl davranıyor? Onlara maaşlarını ve erzaklarını veriyor, yollarını güvene alıyor, gelen misafire ikram ediyor. Böyle birine, bizimle dostluğu hususunda kuşku beslemek doğru olmaz' dedim. Muâviye der ki: Ben bu sözleri hem Şam halkına söylüyor hem de Irak’taki taraftarlarına mektuplar yazarak yayıyordum. Bu durum, Iraklı casuslar vasıtasıyla Ali’ye ulaştı. Haberi ona, Abdullah b. Cafer ile Muhammed b. Ebu Bekir getirdi. Bunun üzerine Ali, Kays’tan şüphelendi ve ona mektup yazarak Haribtâ halkıyla savaşmasını emretti. O gün Haribtâ halkı on bin kişiydi. Kays, Ali’ye 'Bunlar Mısır’ın ileri gelenleri, şerefli kişileridir. Ben onları yollarının güvenli olacağına ikna ettim, maaşlarını ve erzaklarını veriyorum. Onların gönüllerinin Muâviye’den yana olduğunu biliyorum. Bugün onlarla savaşmak, hem senin hem de benim için daha büyük bir felaket olur. Eğer bana karşı savaşmak isteseler, karşımızda aslanlar gibi çarpışırlar. İçlerinde Busr b. Ertât, Mesleme b. Muhalled ve Muâviye b. Hudeyc el-Havlânî gibi adamlar var. Beni kendi görüşümle baş başa bırak. Ben onların hâlini idare etmeyi biliyorum' diye cevap gönderdi. Fakat Ali, Kays’ın bu talebini kabul etmedi ve onlarla savaşmasını emretti. Kays ise savaşmayı reddederek 'Eğer bana güvenmiyorsan, beni görevden al ve yerime başkasını gönder' diye yazdı. Bunun üzerine Ali, Mısır’a Mâlik el-Eşter’i vali tayin etti. Mâlik, Kalzûm’a vardığında orada bal ile karıştırılmış bir içecek içti. Bu içecek zehirliydi ve onun ölmesine sebep oldu. Bu haber, Muâviye ile Amr b. Âs’a ulaştığında Amr 'Allah’ın baldan oluşan orduları vardır' dedi. Ali, Mâlik el-Eşter’in vefatını öğrenince Mısır’a Muhammed b. Ebu Bekir’i vali tayin etti. Kays b. Saʿd, yeni vali Muhammed’i karşıladı ve onunla özel olarak konuşup 'Sen, savaşta basireti olmayan birinin (Ali’nin) yanından geliyorsun. Sizin, beni görevden almanız, size nasihat etmeme engel olmaz. Ben işlerinize vâkıfım. Sana, Muâviye ve Amr b. Âs’a karşı uyguladığım hileyi anlatacağım; bunu uygula. Başka bir yolla onları alt etmeye çalışırsan helâk olursun' dedi ve Kays, ona uyguladığı siyaseti ayrıntılarıyla anlattı. Ancak Muhammed b. Ebu Bekir, Kays’ın tavsiyelerine aykırı davrandı ve her işte ona muhalefet etti. Mısır’a varınca Kays, Medine’ye doğru yola çıktı. Orada Mervân ve Esved b. Ebu Buhturî onu korkuttular. Bunu üzerine o yakalanıp öldürülmekten çekindiği için devesine binerek Ali’nin yanına gitti. Bunu öğrenen Muâviye, Mervân ile Esved’e öfkeli mektup yazarak 'Siz, Ali’ye Kays b. Saʿd’ı, onun görüşünü ve hilesini göndermiş oldunuz. Vallahi sekiz bin savaşçı göndermiş olsaydınız bile, Kays’ı ona göndermeniz kadar bana ağır gelmezdi' dedi. Kays, Ali’nin yanına varınca onlara Muhammed b. Ebu Bekir’in öldürüldüğü haberi ulaştı. Ali, o zaman anladı ki Kays, Mısır’da büyük fitneleri ustaca idare etmişti. Ali’nin ve Kays’ı görevden almaya teşvik edenlerin siyaseti, Kays’ın siyasetinden çok daha zayıf kalmıştı. Bundan sonra Ali, Kays’ın bütün görüşlerini kabul etti ve onu Irak halkının öncü birliklerinin başına, Azerbaycan ve çevresine, “Şurta el-Hamsîn” (özel harekat birliği) üzerine komutan olarak tayin etti. Kays’ın komutasında kırk bin kişi, Ali’ye ölümüne biat etmişti. Kays, Ali öldürülünceye kadar, bu sınırı korumaya devam etti." "Irak halkı, Hasan b. Ali’yi hilâfete getirdi. Hasan, savaşmak istemiyordu. Amacı sadece Muâviye’den kendi lehine olabildiğince tavizler almak, sonra da topluluğa (cemaat) katılıp biat etmekti. Hasan, Kays b. Sa‘d’ın bu düşüncesine katılmayacağını anlayınca onu görevden aldı ve yerine Ubeydullah b. Abbâs’ı tayin etti. Ubeydullah, Hasan’ın kendi lehine ne almak istediğini anlayınca, Muâviye’ye yazıp güvence (eman) talep etti ve elde ettiği mallar konusunda kendi lehine şartlar ileri sürdü. Muâviye bu şartları kabul etti ve ona, çok sayıda süvariyle birlikte İbn Âmir’i gönderdi. Ubeydullah gece vakti onlara katıldı, komutansız kalan askerlerini ise geride bıraktı. Bu askerlerin başında Kays b. Sa'd bulunuyordu. Elli kişilik seçkin muhafız birliği (Şurṭatü’l-Ḫamsîn), Kays b. Sa'd’ı kumandan tayin etti. Onlar, Ali taraftarları (Şîa) ve ona tabi olanlar için, canları, malları hususunda ve fitne sırasında elde ettikleri konularda güvence şartı kabul edilinceye kadar Muâviye ve Amr b. Âs ile savaşmak üzere and içtiler. Muâviye, Ubeydullah ve Hasan ile işini bitirdikten sonra, elinde kırk bin kişi bulunan ve kendisi açısından en mühim kişi saydığı bu adamı (Kays) kendi tarafına çekmek için hileye başvurdu. Muâviye, Amr ve Şam halkı, Kays’ın kuvvetleri karşısında kırk gece konakladı. Muâviye ona sürekli elçi gönderiyor, Allah’ı hatırlatıyor ve 'Kime itaat için bana karşı savaşıyorsun? İtaatine savaş açtığın kişi bana biat etti' diyordu. Kays ise bunu kabul etmiyordu. Nihayet Muâviye, alt kısmı mühürlü boş bir sahife göndererek, 'Bu sahifeye ne yazarsan senindir' dedi. Amr, Muâviye’ye 'Bunu ona verme, onunla savaş' dedi. Fakat Muâviye – iki kişiden daha hayırlısı olarak – 'Acele etme ey Ebu Abdullah! Biz bu adamları öldüremeyiz, ama onların sayısınca Şamlı öldürülür. Böyle bir hayattan ne hayır gelir? Vallahi, mecbur kalmadıkça onunla savaşmam' dedi. Sahife gelince, Kays b. Sa'd, kendisi ve Ali taraftarları için can ve mal güvenliği şartını ileri sürdü. Fitne esnasında işledikleri fiillerden dolayı da güvence istedi. Bu şartlarda Muâviye’den herhangi bir mal talep etmedi. Muâviye şartı kabul etti; Kays ve beraberindekiler topluluğa (cemaat) katıldılar." "Araplar içinde, ilk fitne çıkıncaya kadar, “Arapların dahileri” diye anılan beş kişi vardı. Kureyş’ten Muâviye ve Amr b. Âs; Ensar’dan Kays b. Sa'd; Muhâcirlerden Abdullah b. Budeyl b. Verka el-Huzâî; Sakîf kabilesinden Muğîre b. Şu‘be. Bunlardan Ali’nin yanında iki kişi vardı: Kays b. Sa‘d ve Abdullah b. Budeyl. Muğîre ise Tâif ve çevresinde tarafsız kalmıştı. Hakemler hüküm verdikten sonra, Ezruh’ta bir araya geldiler, Muğîre b. Şu‘be de onlara katıldı. Hakemler, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyir’e elçi gönderdiler. Pek çok Kureyşli, Muâviye Şam halkıyla, Ebu Mûsâ el-Eş‘arî ve Amr b. Âs ise hakem olarak orada hazır bulundu. Ali ve Iraklılar ise gelmeyi reddettiler. Muğîre b. Şu'be, Kureyş’in ileri gelenlerinden bazılarına şöyle 'Sizce, bu iki hakemin anlaşıp anlaşamayacağını öğrenebilecek bir kimse var mı?' Onlar 'Bunu kimsenin bilebileceğini sanmıyoruz' dediler. Muğîre ise 'Vallahi, ben onların yanına girip baş başa konuştuğumda, geri dönüşlerinden bunu anlayabileceğimi düşünüyorum' dedi. Önce Amr b. Âs’ın yanına girdi ve 'Ey Ebu Abdullah! Sana soracağım konuda beni bilgilendir. Biz, bu savaş meselesinde size açık hâle gelen hususta tereddüde düştük ve acele etmeyip beklemeyi, ümmet bir kişi etrafında birleştiğinde de ümmetin girdiği hayırlı şeye girmeyi uygun gördük. Biz tarafsızlar hakkında ne düşünüyorsun?' dedi. Amr b. Âs 'Ben sizi, tarafsızlar olarak, hem iyilerin hem de kötülerin arkasında görüyorum' dedi. Muğîre, ona başka bir şey sormadan ayrıldı ve Ebu Mûsâ el-Eş‘arî’nin yanına girdi. Onunla baş başa kaldı ve Amr’a söylediğine benzer sözler söyledi. Ebu Mûsâ ona 'Ben sizi insanların en sağlam görüşlüsü olarak görüyorum. Ayrıca sizde Müslümanların geriye kalan en hayırlı kesimini görüyorum' dedi. Muğîre ondan başka bir şey sormadan ayrıldı. Sonra Kureyş’in ileri gelenlerinden olup da daha önce onlara bu mesele hakkında konuştuğu arkadaşlarının yanına geldi ve 'Size yeminle söylüyorum ki, bu iki kişi (hakemler) tek bir adam üzerinde birleşmeyecek; her biri kendi görüşüne çağıracaktır' dedi." "Hakemler bir araya gelip baş başa konuştuklarında Amr b. Âs, Ebu Mûsâ’ya 'Ey Ebu Mûsâ! Sence bizim ilk olarak hakkı gözeterek hüküm vermemiz gereken şey, vefalı olana vefa, hain olana da misliyle mukabele etmek değil midir?' dedi. Ebu Mûsâ 'Bu nedir?' diye sordu. Amr 'Muâviye ve Şamlıların, onlara verdiğimiz randevuya vefalı olarak geldiklerini bilmiyor musun?' dedi. Ebu Mûsâ 'Yaz bunu' dedi ve yazdı. Bunun üzerine Amr 'Benimle senin samimiyetle karar verdiğimiz husus, bu ümmetin işini yürütecek birini belirlemektir. Sen bir isim söyle ey Ebu Mûsâ! Zira ben de sana, biat etmen karşılığında sana biat edebilirim' dedi. Ebu Mûsâ 'Ben, bu görevi, (tarafsız kalanlardan olan) Abdullah b. Ömer b. el-Hattâb’a veriyorum' dedi. Amr ise 'Ben de sana Muâviye b. Ebu Süfyân’ı öneriyorum' dedi. Böylece ikisi o meclisten ayrılmadan önce anlaşmazlığa düştüler ve birbirlerine ağır sözler söylediler. Sonra halka çıktılar. Ebu Mûsâ şöyle dedi: Ey insanlar! Ben, Amr b. Âs’ın durumunu, Allah Teâlâ’nın 'Biz ona ayetlerimizi vermiştik. Fakat o, gurura kapılarak, ayetlerimizden sıyrılıp çıktı. Böylece şeytan onu kandırıp peşine taktı. Sonunda yolunu yitirip azgın sapıklardan biri hâline geldi. Eğer dileseydik, onu ayetlerimiz sâyesinde yüceltirdik; fakat o dünyaya saplandı ve nefsinin isteklerine uydu. Onun hâli, köpeğin hâline benzer ki, üzerine varıp kovalasan da dilini çıkarır solur, kendi hâline bıraksan da solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan bir toplumun hâli böyledir. Sen kendilerine bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler' [A'raf, 7/175] ayetinde anlattığı kimseye benzettim. Amr b. Âs ise şöyle dedi: Ey insanlar! Ben de Ebu Mûsâ’nın durumunu, Allah Teâlâ’nın 'Tevrat’ın hükümlerini uygulamakla yükümlü tutulan, fakat bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlerin hâli, ciltlerle kitap taşıyan eşeğe benzer. Allah’ın âyetlerini yalanlayan topluluğun hâli ne kötüdür! Allah zâlimler topluluğunu doğru yola erdirmez.' [Cuma, 62/5] ayetinde buyurduğu kimseye benzettim. Bunun ardından her biri, diğerine dair bu benzetmeyi, çeşitli şehirlere mektup olarak gönderdi." Ez-Zuhrî, ona Sâlim, ona da Abdullah b. Ömer; (T) Ma‘mer der ki: Bana İbn Tâvûs, ona İkrime b. Hâlid, ona da Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: "Muâviye bir akşam kalktı, Allah’a O’na yaraşır şekilde hamd etti, sonra 'Bundan sonra… Bu meselede söz söyleyecek olan varsa, karşıma çıksın. Vallahi, bu hususta söz söylemeye kalkacak hiç kimse yoktur ki, ben ondan ve babasından daha hak sahibi olmayayım' dedi. -Muâviye bunu söylerken Abdullah b. Ömer’e imada bulunuyordu.- Abdullah b. Ömer der ki: İstedim ki ben bağdaş oturuşumu bozarak kalkıp ona 'Bu hususta, seni ve babanı İslâm uğruna savaşmış adamlar konuşacak' diyeyim, ama bir söz söyleyip cemaatin arasına fitne sokmaktan, kan dökülmesine sebep olmaktan ve yanlış bir görüşle hareket etmekten korktum. Allah Teâlâ’nın cennette verdiği vaat, bana bunların hepsinden daha sevimli geldi. Eve döndüğümde bana Habîb b. Mesleme geldi ve bana 'Adamın konuştuğunu duyduğunda, senin de konuşmanı engelleyen şey neydi?' dedi. Ben de 'Bunu yapmak istedim, ama bir söz söyleyip cemaatin arasına fitne sokmaktan, kan dökülmesine sebep olmaktan ve yanlış bir görüşle hareket etmekten korktum. Allah Teâlâ’nın cennette verdiği vaat, bana bütün bunlardan daha sevimli geldi' dedim. Habîb b. Mesleme, Abdullah b. Ömer’e 'Anam babam sana feda olsun! Sen, korunmuş ve fitneye sebep olacak şeylerden uzak tutulmuş oldun' dedi."


    Öneri Formu
288262 MA009770-2 Musannef-i Abdurrezzak, V, 452

Abdurrezzâk, ona Ma‘mer, Zuhrî şöyle demiştir: "Rasulullah (sav) hicret ettikten ve Habeşistan’da bulunan Müslümanlar da (Medine’ye) geldikten sonra, Şam tarafına, Kelb, Belkîn, Gassân ve Şam sınırındaki Arap kâfirleri üzerine, iki birlik (seriyye) gönderdi. Rasulullah (sav) bu birliklerden birine, Kureyş’in Fihr kolundan olan Ebu Ubeyde b. Cerrâh’ı, diğerine ise Amr b. el-Âs’ı kumandan tayin etti. Ebu Ubeyde’nin birliğine Ebu Bekir ile Ömer de katıldı. İki birliğin hareket vakti gelince Rasulullah (sav) Ebu Ubeyde ile Amr b. Âs’ı çağırdı ve onlara 'Birbirinize karşı gelmeyin' buyurdu. Medine’den ayrıldıklarında Ebu Ubeyde, Amr’a 'Rasûlullah (sav) bize birbirimize karşı gelmememizi emretti. Ya sen bana itaat edersin ya da ben sana itaat ederim' dedi. Amr 'Sen bana itaat et' deyince, Ebu Ubeyde ona itaat etti. Böylece Amr, her iki birliğin de kumandanı oldu. Buna Ömer b. Hattâb çok üzüldü ve Ebu Ubeyde’ye 'İbn Nâbiga’ya (Amr b. el-Âs’a) itaat edip, onu kendi üzerine, Ebu Bekir’in ve hepimizin üzerine mi emir tayin ediyorsun? Bu nasıl bir görüştür?' dedi. Ebu Ubeyde ise 'Ey kardeşimin oğlu! Rasulullah (sav) ikimize, birbirimize karşı gelmememizi emretti. Ona itaat etmezsem Rasulullah’a (sav) karşı gelmiş olurum diye korktum' cevabını verdi. Ebu Ubeyde bu durumu Rasulullah’a (sav) da arz etti. Rasulullah (sav) 'Ben, bu görevi size verirken muhacirleri önceleyerek verdim; onların bulunduğu bir yerde, sonradan gelenleri üzerlerine emir tayin etmem' buyurdu. Bu seferin adı Zâtü’s-Selâsil idi. O gün Araplardan çok sayıda kişi esir alınmış ve ganimet olarak esirler elde edilmişti." "Bundan sonra Rasulullah (sav) genç yaşta bir delikanlı olan Usame b. Zeyd’i komutan tayin etti. Onun birliğine Ömer b. Hattâb ve Zübeyir b. Avvâm da katıldı. Ancak Rasulullah (sav), bu birlik hedefe ulaşmadan vefat etti. Bunun üzerine Ebu Bekir Sıddîk, Rasulullah’ın (sav) vefatından sonra bu birliği (aynı komutanla) yola çıkardı. Daha sonra Ebu Bekir, Rasulullah’ın (sav) vefatından sonra halife olduğunda Şam’a üç ayrı ordu gönderdi. Hâlid b. Sa'îd’i bir birliğin başına, Amr b. el-Âs’ı bir birliğin başına, Şürahbîl b. Hasene’yi de bir birliğin başına kumandan tayin etti. Ayrıca Hâlid b. Velîd’i de Irak tarafına bir birliğin başında gönderdi. Bu esnada Ömer, Ebu Bekir’e sürekli telkinde bulunarak, Hâlid b. Sa'îd’in yerine, onun ordusunun başına Yezîd b. Ebu Süfyân’ı tayin etmesini sağladı. Bunun sebebi, Ömer’in, Hâlid b. Sa‘îd’e Yemen’den Rasûlullah’ın (sav) vefatından sonra dönüşünde duyduğu bir kırgınlıktı. Hz. Ali, Hâlid b. Sa‘îd ile karşılaşınca ona 'Ey Abdümenâf oğulları! İşlerinize (yönetiminize) tamamen hâkim mi oldunuz?' dedi. Ebu Bekir bu sözü önemsemedi, fakat Ömer, bu sözü dikkate alarak Hâlid’in görevden alınmasını destekledi. Ömer, Ebû Bekir’e 'Sen, (Hâlid'i) tilkilerin (hilekârların) başına idareci olarak bırakıyorsun' dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir, Hâlid b. Sa‘îd’i görevden alarak yerine Yezîd b. Ebu Süfyân’ı tayin etti. Yezîd, Şam’a vardığında (Zî’l-Merve denilen yerde) ordusunun başına geçti. Bu sırada Ebu Bekir, Hâlid b. Velîd’e yazı göndererek ordusuyla birlikte Şam’a hareket etmesini emretti. Hâlid de bu emri yerine getirdi. Böylece Ebu Bekir’in vefatına kadar Şam, dört ayrı kumandanın idaresinde kaldı." "Hz. Ömer halife olduğunda Hâlid b. Velîd’i görevden aldı ve yerine Ebu Ubeyde b. Cerrâh’ı tayin etti. Sonra el-Câbiye’ye geldiğinde Şürahbîl b. Hasene’yi de görevden alarak askerlerinin üç komutan arasında dağılmasını emretti. Bunun üzerine Şürahbîl b. Hasene 'Ey mü’minlerin emîri! Ben acizlik mi gösterdim yoksa ihanet mi ettim?' dedi. Ömer 'Ne acizlik gösterdin ne de ihanet ettin' dedi. Şürahbîl 'O hâlde neden beni görevden aldın?' diye sordu. Ömer 'Seni emir tayin etmekten çekindim, çünkü senden daha güçlü birini buldum' cevabını verdi. Şürahbîl 'O hâlde beni mazur gör, ey Müminlerin Emîri' dedi. Ömer 'Seni mazur göreceğim; eğer başka türlü bilseydim böyle yapmazdım' dedi. Böylece Ömer kalktı ve Şürahbîl’i mazur gördü. Ardından Amr b. Âs’a Mısır’a gitmesini emretti. Böylece Şam’da iki vali kaldı: Ebu Ubeyde b. Cerrâh ve Yezîd b. Ebu Süfyân. Sonra Ebu Ubeyde b. Cerrâh vefat edince, yerine Hâlid (b. Velîd) ve amcasının oğlu İyâz b. Ganm geçti. Ömer de bunu onayladı. Ömer'e 'son derece cömert olan ve isteyeni geri çevirmeyen İyâz b. Ganm’ı, nasıl görevde bırakıyorsun? Halbuki sen Hâlid b. Velîd’i, senin iznin olmadan mal dağıttığı için görevden almıştın' denildi. Ömer 'Bu, İyâz’ın kendi malı hususundaki tabiatıdır. Malı kendisine ulaşıncaya kadar böyle davranır. Bununla beraber, Ebu Ubeyde b. Cerrâh’ın verdiği bir kararı değiştirmeyi uygun görmem' dedi. Daha sonra Yezîd b. Ebu Süfyân vefat etti. Ömer yerine Muâviye’yi tayin etti. Ardından bu haberi Ebu Süfyân’a iletti ve 'Ey Ebû Süfyân, Yezîd’in (ölümünü) Allah’tan ecir bekleyerek karşıla' dedi. Ebu Süfyân 'Allah ona rahmet etsin. Peki, yerine kimi tayin ettin?' diye sordu. Ömer 'Muâviye’yi' dedi. Bunun üzerine Ebu Süfyân 'Akrabalık bağını gözetmiş oldun' dedi. Sonra İyâz b. Ğanm vefat etti. Onun yerine Umeyr b. Sa‘d el-Ensârî tayin edildi. Böylece Şam bölgesi, Umeyr öldürülene kadar Muâviye ile Umeyr’in idaresinde kaldı." "Osman b. Affân halife olunca, Umeyr’i görevden aldı ve Şam’ı Muâviye’ye bıraktı. Kûfe valiliğinden Muğîre b. Şu‘be’yi azlederek yerine Sa'd b. Ebî Vakkâs’ı tayin etti. Mısır valiliğinden Amr b. Âs’ı azlederek yerine Abdullah b. Sa‘d b. Ebu Serh’i tayin etti. Basra valiliğinden Ebu Mûsâ el-Eş‘arî’yi görevden alıp yerine Abdullah b. Âmir b. Kurayz’ı getirdi. Sonra Sa'd b. Ebu Vakkâs’ı da Kûfe’den azledip yerine Velîd b. Ukbe’yi tayin etti. Ancak Velîd hakkında şahitlik yapıldı (suç sabit görüldü), bunun üzerine ona had cezası uygulandı ve görevden alındı. Yerine Saîd b. Âs tayin edildi. Ardından halk arasında sözler dolaşmaya başladı ve fitneye bulaştılar. Saîd b. Âs hacca gitti, dönüşünde Uzayb denilen yerde Iraklı süvarilerle karşılaştı; onu oradan geri çevirdiler. Mısırlılar, valileri Abdullah b. Sa'd b. Ebu Serh’i görevden uzaklaştırdılar. Basralılar ise Abdullah b. Âmir b. Kurayz’ı görevinde bıraktılar. Bu durum, fitnenin ilk başlangıcı oldu. Nihayet Osman (Allah ona rahmet etsin) öldürülünce, halk Ali b. Ebu Tâlib’e biat etti. Ali, Talha ve Zübeyr’e haber göndererek 'İsterseniz bana biat edin, isterseniz sizden birinize biat edeyim' dedi. Onlar 'Hayır, sana biat ederiz' dediler; ancak ardından Mekke’ye kaçtılar. Mekke’de Peygamber’in (sav) hanımı Âişe de bulunuyordu. Onlarla aynı görüşte oldu ve onları destekledi. Bunun üzerine Kureyş’ten birçok kişi onlara uydu. Böylece Basra’ya yöneldiler. Amaçları, Osman’ın kanının intikamını almaktı. Onlarla birlikte Abdurrahman b. Ebu Bekir, Abdurrahman b. Attâb b. Esîd, Abdullah b. Hâris b. Hişâm, Abdullah b. Zübeyir, Mervân b. Hakem, ve Kureyş’ten başka kişiler de vardı. Basra halkıyla konuştular, Osman’ın haksız yere öldürüldüğünü anlattılar, Osman hakkında daha önce ileri gittikleri konularda tevbe ettiklerini söylediler. Bunun üzerine Basra halkının çoğu onlara itaat etti. Ahnef b. Kays kabilesi Temîm ile birlikte tarafsız kaldı. Abdulkays kabilesi ise büyük çoğunlukla Ali b. Ebu Tâlib’e katıldı." "Âişe, o gün “Asker” adında bir deveye bindi. Devesinin üzerinde, hücre biçimindeki sığır derileriyle kaplanmış hevdeci içinde 'Benim maksadım, burada durarak insanlar arasında savaşın çıkmasına engel olmaktır. Aralarında savaş olacağını sanmamıştım. Eğer bunu bilseydim, asla bu noktada durmazdım' dedi. Fakat insanlar onun sözünü dinleyip ve ona kulak asmadılar ve savaş başladı. O gün Kureyş’ten yetmiş kişi öldürüldü. Bunların her biri, Âişe’nin devesinin yularını tutuyor, bu hâlde iken öldürülüyordu. Sonra hevdec taşınarak civardaki evlerden birine götürüldü. Mervân ağır şekilde yaralandı. Talha b. Ubeydullah o gün öldürüldü. Zübeyir ise daha sonra Vâdî’s-Sibâ‘ denilen yerde öldürüldü. Âişe ile Mervân, geride kalan Kureyşlilerle birlikte Medine’ye döndüler. Âişe oradan Mekke’ye geçti. Medine’de Mervân ile Esved b. Eb Buhturî hâkimiyet sağladı. Bu sırada Ali ile Muâviye arasında savaş alevlendi. İki tarafın birlikleri, hem Medine’ye hem de hac için Mekke’ye gelirdi. Kim önce gelirse, o yıl hac mevsiminde insanların emîri olurdu. Bunun üzerine Peygamber’in (sav) hanımı Ümmü Habîbe, diğer hanımı Ümmü Seleme’ye haber göndererek şöyle 'Gel, Ali ile Muâviye’ye mektup yazalım, bu insanları korkutan birlikleri geri çağırsınlar ki ümmet iki taraftan birinde birleşsin' dedi. Ümmü Habîbe 'Senin adına Muâviye’yi ben hallederim' dedi. Ümmü Seleme de 'Senin adına Ali’yi ben hallederim' dedi. Her biri, kendi tarafındaki kişiye mektup yazdı ve Kureyş ile Ensâr’dan oluşan bir heyet gönderdi. Muâviye, Ümmü Habîbe’nin isteğini kabul etti. Ali de Ümmü Seleme’nin isteğini yerine getirmek istedi, fakat oğlu Hasan b. Ali buna engel oldu. Böylece her iki tarafın birlikleri ve valileri, Medine ile Mekke’ye gidip gelmeye devam etti. Bu durum Ali (Allah ona rahmet etsin) öldürülene kadar sürdü. Sonrasında insanlar Muâviye üzerinde birleşti." "Mısır, Ali b. Ebu Tâlib’in hâkimiyetindeydi. Ali, Mısır’a Kays b. Saʿd b. Ubâde el-Ensârî’yi vali olarak atamıştı. (Kays’ın babası) Saʿd b. Ubâde, Bedir günü ve başka günlerde Rasulullah (sav) ile birlikte Ensâr’ın sancağını taşıyan kişiydi. Kays ise insanların en basiretli olanlarından sayılırdı, ancak fitne döneminde durum, onu da bazı zor tercihlere sürüklemişti. Bu sırada Muâviye ve Amr b. Âs, Kays’ı Mısır’dan çıkarmak için uğraşıyor ve Mısır üzerinde hâkimiyet kurmak istiyorlardı. Fakat Kays, zekâsı ve siyasî kurnazlığıyla onlara karşı koymuş, bu yüzden ne Muâviye ne de Amr Mısır’ı ele geçirebilmişti. Nihayet Muâviye, Ali’nin yanında bulunan Kays’ı kendi tarafına çekmek için bir hile düşündü." "Muâviye der ki: Kays bana karşı koyarken, Şam halkına 'Kays’a sövmeyin, onu benimle savaşmaya çağırmayın. Çünkü o bizim taraftarımızdır; mektupları bize gelir, bize nasihat eder. Gözünüzle görmüyor musunuz, yanında bulunan kardeşleriniz olan Haribtâ halkına nasıl davranıyor? Onlara maaşlarını ve erzaklarını veriyor, yollarını güvene alıyor, gelen misafire ikram ediyor. Böyle birine, bizimle dostluğu hususunda kuşku beslemek doğru olmaz' dedim. Muâviye der ki: Ben bu sözleri hem Şam halkına söylüyor hem de Irak’taki taraftarlarına mektuplar yazarak yayıyordum. Bu durum, Iraklı casuslar vasıtasıyla Ali’ye ulaştı. Haberi ona, Abdullah b. Cafer ile Muhammed b. Ebu Bekir getirdi. Bunun üzerine Ali, Kays’tan şüphelendi ve ona mektup yazarak Haribtâ halkıyla savaşmasını emretti. O gün Haribtâ halkı on bin kişiydi. Kays, Ali’ye 'Bunlar Mısır’ın ileri gelenleri, şerefli kişileridir. Ben onları yollarının güvenli olacağına ikna ettim, maaşlarını ve erzaklarını veriyorum. Onların gönüllerinin Muâviye’den yana olduğunu biliyorum. Bugün onlarla savaşmak, hem senin hem de benim için daha büyük bir felaket olur. Eğer bana karşı savaşmak isteseler, karşımızda aslanlar gibi çarpışırlar. İçlerinde Busr b. Ertât, Mesleme b. Muhalled ve Muâviye b. Hudeyc el-Havlânî gibi adamlar var. Beni kendi görüşümle baş başa bırak. Ben onların hâlini idare etmeyi biliyorum' diye cevap gönderdi. Fakat Ali, Kays’ın bu talebini kabul etmedi ve onlarla savaşmasını emretti. Kays ise savaşmayı reddederek 'Eğer bana güvenmiyorsan, beni görevden al ve yerime başkasını gönder' diye yazdı. Bunun üzerine Ali, Mısır’a Mâlik el-Eşter’i vali tayin etti. Mâlik, Kalzûm’a vardığında orada bal ile karıştırılmış bir içecek içti. Bu içecek zehirliydi ve onun ölmesine sebep oldu. Bu haber, Muâviye ile Amr b. Âs’a ulaştığında Amr 'Allah’ın baldan oluşan orduları vardır' dedi. Ali, Mâlik el-Eşter’in vefatını öğrenince Mısır’a Muhammed b. Ebu Bekir’i vali tayin etti. Kays b. Saʿd, yeni vali Muhammed’i karşıladı ve onunla özel olarak konuşup 'Sen, savaşta basireti olmayan birinin (Ali’nin) yanından geliyorsun. Sizin, beni görevden almanız, size nasihat etmeme engel olmaz. Ben işlerinize vâkıfım. Sana, Muâviye ve Amr b. Âs’a karşı uyguladığım hileyi anlatacağım; bunu uygula. Başka bir yolla onları alt etmeye çalışırsan helâk olursun' dedi ve Kays, ona uyguladığı siyaseti ayrıntılarıyla anlattı. Ancak Muhammed b. Ebu Bekir, Kays’ın tavsiyelerine aykırı davrandı ve her işte ona muhalefet etti. Mısır’a varınca Kays, Medine’ye doğru yola çıktı. Orada Mervân ve Esved b. Ebu Buhturî onu korkuttular. Bunu üzerine o yakalanıp öldürülmekten çekindiği için devesine binerek Ali’nin yanına gitti. Bunu öğrenen Muâviye, Mervân ile Esved’e öfkeli mektup yazarak 'Siz, Ali’ye Kays b. Saʿd’ı, onun görüşünü ve hilesini göndermiş oldunuz. Vallahi sekiz bin savaşçı göndermiş olsaydınız bile, Kays’ı ona göndermeniz kadar bana ağır gelmezdi' dedi. Kays, Ali’nin yanına varınca onlara Muhammed b. Ebu Bekir’in öldürüldüğü haberi ulaştı. Ali, o zaman anladı ki Kays, Mısır’da büyük fitneleri ustaca idare etmişti. Ali’nin ve Kays’ı görevden almaya teşvik edenlerin siyaseti, Kays’ın siyasetinden çok daha zayıf kalmıştı. Bundan sonra Ali, Kays’ın bütün görüşlerini kabul etti ve onu Irak halkının öncü birliklerinin başına, Azerbaycan ve çevresine, “Şurta el-Hamsîn” (özel harekat birliği) üzerine komutan olarak tayin etti. Kays’ın komutasında kırk bin kişi, Ali’ye ölümüne biat etmişti. Kays, Ali öldürülünceye kadar, bu sınırı korumaya devam etti." "Irak halkı, Hasan b. Ali’yi hilâfete getirdi. Hasan, savaşmak istemiyordu. Amacı sadece Muâviye’den kendi lehine olabildiğince tavizler almak, sonra da topluluğa (cemaat) katılıp biat etmekti. Hasan, Kays b. Sa‘d’ın bu düşüncesine katılmayacağını anlayınca onu görevden aldı ve yerine Ubeydullah b. Abbâs’ı tayin etti. Ubeydullah, Hasan’ın kendi lehine ne almak istediğini anlayınca, Muâviye’ye yazıp güvence (eman) talep etti ve elde ettiği mallar konusunda kendi lehine şartlar ileri sürdü. Muâviye bu şartları kabul etti ve ona, çok sayıda süvariyle birlikte İbn Âmir’i gönderdi. Ubeydullah gece vakti onlara katıldı, komutansız kalan askerlerini ise geride bıraktı. Bu askerlerin başında Kays b. Sa'd bulunuyordu. Elli kişilik seçkin muhafız birliği (Şurṭatü’l-Ḫamsîn), Kays b. Sa'd’ı kumandan tayin etti. Onlar, Ali taraftarları (Şîa) ve ona tabi olanlar için, canları, malları hususunda ve fitne sırasında elde ettikleri konularda güvence şartı kabul edilinceye kadar Muâviye ve Amr b. Âs ile savaşmak üzere and içtiler. Muâviye, Ubeydullah ve Hasan ile işini bitirdikten sonra, elinde kırk bin kişi bulunan ve kendisi açısından en mühim kişi saydığı bu adamı (Kays) kendi tarafına çekmek için hileye başvurdu. Muâviye, Amr ve Şam halkı, Kays’ın kuvvetleri karşısında kırk gece konakladı. Muâviye ona sürekli elçi gönderiyor, Allah’ı hatırlatıyor ve 'Kime itaat için bana karşı savaşıyorsun? İtaatine savaş açtığın kişi bana biat etti' diyordu. Kays ise bunu kabul etmiyordu. Nihayet Muâviye, alt kısmı mühürlü boş bir sahife göndererek, 'Bu sahifeye ne yazarsan senindir' dedi. Amr, Muâviye’ye 'Bunu ona verme, onunla savaş' dedi. Fakat Muâviye – iki kişiden daha hayırlısı olarak – 'Acele etme ey Ebu Abdullah! Biz bu adamları öldüremeyiz, ama onların sayısınca Şamlı öldürülür. Böyle bir hayattan ne hayır gelir? Vallahi, mecbur kalmadıkça onunla savaşmam' dedi. Sahife gelince, Kays b. Sa'd, kendisi ve Ali taraftarları için can ve mal güvenliği şartını ileri sürdü. Fitne esnasında işledikleri fiillerden dolayı da güvence istedi. Bu şartlarda Muâviye’den herhangi bir mal talep etmedi. Muâviye şartı kabul etti; Kays ve beraberindekiler topluluğa (cemaat) katıldılar." "Araplar içinde, ilk fitne çıkıncaya kadar, “Arapların dahileri” diye anılan beş kişi vardı. Kureyş’ten Muâviye ve Amr b. Âs; Ensar’dan Kays b. Sa'd; Muhâcirlerden Abdullah b. Budeyl b. Verka el-Huzâî; Sakîf kabilesinden Muğîre b. Şu‘be. Bunlardan Ali’nin yanında iki kişi vardı: Kays b. Sa‘d ve Abdullah b. Budeyl. Muğîre ise Tâif ve çevresinde tarafsız kalmıştı. Hakemler hüküm verdikten sonra, Ezruh’ta bir araya geldiler, Muğîre b. Şu‘be de onlara katıldı. Hakemler, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyir’e elçi gönderdiler. Pek çok Kureyşli, Muâviye Şam halkıyla, Ebu Mûsâ el-Eş‘arî ve Amr b. Âs ise hakem olarak orada hazır bulundu. Ali ve Iraklılar ise gelmeyi reddettiler. Muğîre b. Şu'be, Kureyş’in ileri gelenlerinden bazılarına şöyle 'Sizce, bu iki hakemin anlaşıp anlaşamayacağını öğrenebilecek bir kimse var mı?' Onlar 'Bunu kimsenin bilebileceğini sanmıyoruz' dediler. Muğîre ise 'Vallahi, ben onların yanına girip baş başa konuştuğumda, geri dönüşlerinden bunu anlayabileceğimi düşünüyorum' dedi. Önce Amr b. Âs’ın yanına girdi ve 'Ey Ebu Abdullah! Sana soracağım konuda beni bilgilendir. Biz, bu savaş meselesinde size açık hâle gelen hususta tereddüde düştük ve acele etmeyip beklemeyi, ümmet bir kişi etrafında birleştiğinde de ümmetin girdiği hayırlı şeye girmeyi uygun gördük. Biz tarafsızlar hakkında ne düşünüyorsun?' dedi. Amr b. Âs 'Ben sizi, tarafsızlar olarak, hem iyilerin hem de kötülerin arkasında görüyorum' dedi. Muğîre, ona başka bir şey sormadan ayrıldı ve Ebu Mûsâ el-Eş‘arî’nin yanına girdi. Onunla baş başa kaldı ve Amr’a söylediğine benzer sözler söyledi. Ebu Mûsâ ona 'Ben sizi insanların en sağlam görüşlüsü olarak görüyorum. Ayrıca sizde Müslümanların geriye kalan en hayırlı kesimini görüyorum' dedi. Muğîre ondan başka bir şey sormadan ayrıldı. Sonra Kureyş’in ileri gelenlerinden olup da daha önce onlara bu mesele hakkında konuştuğu arkadaşlarının yanına geldi ve 'Size yeminle söylüyorum ki, bu iki kişi (hakemler) tek bir adam üzerinde birleşmeyecek; her biri kendi görüşüne çağıracaktır' dedi." "Hakemler bir araya gelip baş başa konuştuklarında Amr b. Âs, Ebu Mûsâ’ya 'Ey Ebu Mûsâ! Sence bizim ilk olarak hakkı gözeterek hüküm vermemiz gereken şey, vefalı olana vefa, hain olana da misliyle mukabele etmek değil midir?' dedi. Ebu Mûsâ 'Bu nedir?' diye sordu. Amr 'Muâviye ve Şamlıların, onlara verdiğimiz randevuya vefalı olarak geldiklerini bilmiyor musun?' dedi. Ebu Mûsâ 'Yaz bunu' dedi ve yazdı. Bunun üzerine Amr 'Benimle senin samimiyetle karar verdiğimiz husus, bu ümmetin işini yürütecek birini belirlemektir. Sen bir isim söyle ey Ebu Mûsâ! Zira ben de sana, biat etmen karşılığında sana biat edebilirim' dedi. Ebu Mûsâ 'Ben, bu görevi, (tarafsız kalanlardan olan) Abdullah b. Ömer b. el-Hattâb’a veriyorum' dedi. Amr ise 'Ben de sana Muâviye b. Ebu Süfyân’ı öneriyorum' dedi. Böylece ikisi o meclisten ayrılmadan önce anlaşmazlığa düştüler ve birbirlerine ağır sözler söylediler. Sonra halka çıktılar. Ebu Mûsâ şöyle dedi: Ey insanlar! Ben, Amr b. Âs’ın durumunu, Allah Teâlâ’nın 'Biz ona ayetlerimizi vermiştik. Fakat o, gurura kapılarak, ayetlerimizden sıyrılıp çıktı. Böylece şeytan onu kandırıp peşine taktı. Sonunda yolunu yitirip azgın sapıklardan biri hâline geldi. Eğer dileseydik, onu ayetlerimiz sâyesinde yüceltirdik; fakat o dünyaya saplandı ve nefsinin isteklerine uydu. Onun hâli, köpeğin hâline benzer ki, üzerine varıp kovalasan da dilini çıkarır solur, kendi hâline bıraksan da solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan bir toplumun hâli böyledir. Sen kendilerine bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler' [A'raf, 7/175] ayetinde anlattığı kimseye benzettim. Amr b. Âs ise şöyle dedi: Ey insanlar! Ben de Ebu Mûsâ’nın durumunu, Allah Teâlâ’nın 'Tevrat’ın hükümlerini uygulamakla yükümlü tutulan, fakat bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlerin hâli, ciltlerle kitap taşıyan eşeğe benzer. Allah’ın âyetlerini yalanlayan topluluğun hâli ne kötüdür! Allah zâlimler topluluğunu doğru yola erdirmez.' [Cuma, 62/5] ayetinde buyurduğu kimseye benzettim. Bunun ardından her biri, diğerine dair bu benzetmeyi, çeşitli şehirlere mektup olarak gönderdi." Ez-Zuhrî, ona Sâlim, ona da Abdullah b. Ömer; (T) Ma‘mer der ki: Bana İbn Tâvûs, ona İkrime b. Hâlid, ona da Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: "Muâviye bir akşam kalktı, Allah’a O’na yaraşır şekilde hamd etti, sonra 'Bundan sonra… Bu meselede söz söyleyecek olan varsa, karşıma çıksın. Vallahi, bu hususta söz söylemeye kalkacak hiç kimse yoktur ki, ben ondan ve babasından daha hak sahibi olmayayım' dedi. -Muâviye bunu söylerken Abdullah b. Ömer’e imada bulunuyordu.- Abdullah b. Ömer der ki: İstedim ki ben bağdaş oturuşumu bozarak kalkıp ona 'Bu hususta, seni ve babanı İslâm uğruna savaşmış adamlar konuşacak' diyeyim, ama bir söz söyleyip cemaatin arasına fitne sokmaktan, kan dökülmesine sebep olmaktan ve yanlış bir görüşle hareket etmekten korktum. Allah Teâlâ’nın cennette verdiği vaat, bana bunların hepsinden daha sevimli geldi. Eve döndüğümde bana Habîb b. Mesleme geldi ve bana 'Adamın konuştuğunu duyduğunda, senin de konuşmanı engelleyen şey neydi?' dedi. Ben de 'Bunu yapmak istedim, ama bir söz söyleyip cemaatin arasına fitne sokmaktan, kan dökülmesine sebep olmaktan ve yanlış bir görüşle hareket etmekten korktum. Allah Teâlâ’nın cennette verdiği vaat, bana bütün bunlardan daha sevimli geldi' dedim. Habîb b. Mesleme, Abdullah b. Ömer’e 'Anam babam sana feda olsun! Sen, korunmuş ve fitneye sebep olacak şeylerden uzak tutulmuş oldun' dedi."


    Öneri Formu
81202 MA009770 Musannef-i Abdurrezzak, V, 452

Bize Ali b. Ahmed b. Abdân, ona Ahmed b. Ubeyd es-Saffâr, ona Muâz b. el-Müsennâ, ona Saîd b. Süleyman, ona Mansur b. Ebî’l-Esved, ona Atâ b. es-Sâib, ona Muhârib b. Disâr, ona İbn Bureyde, ona da babası şöyle anlatmış: “Cafer Habeşistan’dan gelince Rasûlullah (sav) ona, “- Gördüğün şeylerden en çok ne hayretine gitti?” diye sordu. O da, “- Başında yiyecek sepeti olan bir kadın görmüştüm. Bir süvari gelip ayağıyla ona vurdu, kadın sepetini düşürdü, sonra dökülen yiyeceğini toplamaya başladı ve adama dedi ki: “Sultanın tahtına oturacağı ve mazlumun hakkını zalimden alacağı günde vay senin başına geleceklere!” dedi. Hz. Peygamber (sav) de kadının bu sözünü tasdik anlamında olmak üzere, “Böyle bir ümmete değer verilmez” dedi. Yahut şöyle söyledi: “Zayıfın hakkı zorlanmadan güçlüden alınmayan bir topluma nasıl değer verilir?”


    Öneri Formu
157529 BS020228 Beyhaki, Sünenü'l Kübra, X ,157


    Öneri Formu
32198 B004230 Buhari, Megâzî, 38


    Öneri Formu
32199 B004231 Buhari, Megâzî, 38


    Öneri Formu
140754 BS003977 Beyhaki, Sünenü'l Kübra, II, 479