Bize Müsedded b. Müserhed, ona Abdullah b. Davud, ona Asım b. Racâ b. Hayve, ona Davud b. Cemil, ona da Kesir b. Kays şöyle rivayet etti:
Ben, Dımaşk mescidinde Ebu Derdâ ile oturuyordum. Derken bir adam gelip ve “ey Ebu Derdâ! Ben, sana, Rasulullah'ın (sav) şehrinden bana ulaşan bir hadis için geldim ki onu, Hz. Peygamber'den (sav) sen rivayet ediyormuşsun. (Başka bir) ihtiyaç için (de) gelmedim” dedi. Bunun üzerine Ebu Derdâ, Rasulullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etti:
"Kim, ilim talep edeceği bir yola girerse, Allah da onu cennet yollarından birine girdirir. Şüphesiz melekler, memnun olduklarından dolayı ilim talibine kanatlarını sererler. Şüphesiz göktekiler, yerdekiler ve denizdeki balıklar alim için istiğfarda bulunurlar. Alimin âbide üstünlüğü, Dolunayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki ulema, peygamberlerin mirasçılarıdırlar. Nitekim peygamberler ne dinar ne de dirhem bırakırlar. Onlar ancak ilim bırakırlar. Kim onu alırsa büyük bir nasip edinmiş olur."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
22921, D003641
Hadis:
حَدَّثَنَا مُسَدَّدُ بْنُ مُسَرْهَدٍ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ دَاوُدَ سَمِعْتُ عَاصِمَ بْنَ رَجَاءِ بْنِ حَيْوَةَ يُحَدِّثُ عَنْ دَاوُدَ بْنِ جَمِيلٍ عَنْ كَثِيرِ بْنِ قَيْسٍ قَالَ كُنْتُ جَالِسًا مَعَ أَبِى الدَّرْدَاءِ فِى مَسْجِدِ دِمَشْقَ فَجَاءَهُ رَجُلٌ فَقَالَ يَا أَبَا الدَّرْدَاءِ إِنِّى جِئْتُكَ مِنْ مَدِينَةِ الرَّسُولِ صلى الله عليه وسلم لِحَدِيثٍ بَلَغَنِى أَنَّكَ تُحَدِّثُهُ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَا جِئْتُ لِحَاجَةٍ. قَالَ فَإِنِّى سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ "مَنْ سَلَكَ طَرِيقًا يَطْلُبُ فِيهِ عِلْمًا سَلَكَ اللَّهُ بِهِ طَرِيقًا مِنْ طُرُقِ الْجَنَّةِ وَإِنَّ الْمَلاَئِكَةَ لَتَضَعُ أَجْنِحَتَهَا رِضًا لِطَالِبِ الْعِلْمِ وَإِنَّ الْعَالِمَ لَيَسْتَغْفِرُ لَهُ مَنْ فِى السَّمَوَاتِ وَمَنْ فِى الأَرْضِ وَالْحِيتَانُ فِى جَوْفِ الْمَاءِ وَإِنَّ فَضْلَ الْعَالِمِ عَلَى الْعَابِدِ كَفَضْلِ الْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ عَلَى سَائِرِ الْكَوَاكِبِ وَإِنَّ الْعُلَمَاءَ وَرَثَةُ الأَنْبِيَاءِ وَإِنَّ الأَنْبِيَاءَ لَمْ يُوَرِّثُوا دِينَارًا وَلاَ دِرْهَمًا وَرَّثُوا الْعِلْمَ فَمَنْ أَخَذَهُ أَخَذَ بِحَظٍّ وَافِرٍ."
Tercemesi:
Bize Müsedded b. Müserhed, ona Abdullah b. Davud, ona Asım b. Racâ b. Hayve, ona Davud b. Cemil, ona da Kesir b. Kays şöyle rivayet etti:
Ben, Dımaşk mescidinde Ebu Derdâ ile oturuyordum. Derken bir adam gelip ve “ey Ebu Derdâ! Ben, sana, Rasulullah'ın (sav) şehrinden bana ulaşan bir hadis için geldim ki onu, Hz. Peygamber'den (sav) sen rivayet ediyormuşsun. (Başka bir) ihtiyaç için (de) gelmedim” dedi. Bunun üzerine Ebu Derdâ, Rasulullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etti:
"Kim, ilim talep edeceği bir yola girerse, Allah da onu cennet yollarından birine girdirir. Şüphesiz melekler, memnun olduklarından dolayı ilim talibine kanatlarını sererler. Şüphesiz göktekiler, yerdekiler ve denizdeki balıklar alim için istiğfarda bulunurlar. Alimin âbide üstünlüğü, Dolunayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki ulema, peygamberlerin mirasçılarıdırlar. Nitekim peygamberler ne dinar ne de dirhem bırakırlar. Onlar ancak ilim bırakırlar. Kim onu alırsa büyük bir nasip edinmiş olur."
Açıklama:
Kültürümüzde Hadisler projesini ilgilendiren kısım:
فَضْلَ الْعَالِمِ عَلَى الْعَابِدِ كَفَضْلِ الْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ عَلَى سَائِرِ الْكَوَاكِبِ
Kültürümüzde Hadisler projesini ilgilendiren kısım:
وَإِنَّ الْمَلاَئِكَةَ لَتَضَعُ أَجْنِحَتَهَا رِضًا لِطَالِبِ الْعِلْمِ
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, İlim 1, /841
Senetler:
1. Ebu Derdâ Uveymir b. Malik el-Ensârî (Uveymir b. Zeyd b. Malik b. Kays b. Aişe b. Ümeyye)
2. Kesir b. Kays eş-Şami (Kesir b. Kays)
3. Davud b. Cemil (Davud b. Cemil)
4. Asım b. Recâ el-Kindî (Asım b. Recâ b. Hayve)
5. Abdullah b. Davud el-Hureybî (Abdullah b. Davud b. Amir b. Rabi')
6. Müsedded b. Müserhed el-Esedî (Müsedded b. Müserhed b. Müserbel b. Şerik)
Konular:
Bilgi, fazileti
Bilgi, İlim, ilim öğrenmek için çabalayanlara melekler dua ederler
Hadis Rivayeti
Hadis rivayeti, ilim, Rihle, ilim yolculuğu Fazileti
KTB, İLİM
Bize Muhammed b. Abdullah b. Nümeyr ve Züheyr b. Harb, o ikisine Abdullah b. Yezid, ona Said b. Ebu Eyyüb, ona Ebu Hani, ona Ebu Osman Müslim b. Yesar, ona da Ebu Hureyre, Hz. Peygamber'in (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Ümmetimin son (zamanlarında) ne sizin, ne de atalarınızın işitmediği şeyleri rivayet eden bir takım insanlar olacaktır. Onlardan uzak durun!"
Öneri Formu
Hadis Id, No:
273, M000015
Hadis:
وَحَدَّثَنِى مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ نُمَيْرٍ وَزُهَيْرُ بْنُ حَرْبٍ قَالاَ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ يَزِيدَ قَالَ حَدَّثَنِى سَعِيدُ بْنُ أَبِى أَيُّوبَ قَالَ حَدَّثَنِى أَبُو هَانِئٍ عَنْ أَبِى عُثْمَانَ مُسْلِمِ بْنِ يَسَارٍ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَنَّهُ قَالَ
"سَيَكُونُ فِى آخِرِ أُمَّتِى أُنَاسٌ يُحَدِّثُونَكُمْ مَا لَمْ تَسْمَعُوا أَنْتُمْ وَلاَ آبَاؤُكُمْ فَإِيَّاكُمْ وَإِيَّاهُمْ."
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Abdullah b. Nümeyr ve Züheyr b. Harb, o ikisine Abdullah b. Yezid, ona Said b. Ebu Eyyüb, ona Ebu Hani, ona Ebu Osman Müslim b. Yesar, ona da Ebu Hureyre, Hz. Peygamber'in (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Ümmetimin son (zamanlarında) ne sizin, ne de atalarınızın işitmediği şeyleri rivayet eden bir takım insanlar olacaktır. Onlardan uzak durun!"
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Mukaddime 15, /17
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebu Osman Müslim b. Yesar et-Tunbüzi (Müslim b. Yesar)
3. Humeyd b. Hani el-Havlanî (Humeyd b. Hani)
4. Ebu Yahya Said b. Miklas el-Huzaî (Said b. Miklas)
5. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Yezid el-Adevî (Abdullah b. Yezid)
6. Ebu Hayseme Züheyr b. Harb el-Haraşî (Züheyr b. Harb b. Eştâl)
Konular:
Hadis Rivayeti
Hadis Rivayeti, ihtiyat
Yalan, Hz. Peygamber'e yalan isnadı
Bize Harmele b. Yahya b. Abdullah b. Harmele b. İmrân et-Tücibi, ona İbn Vehb, ona Ebu Şurayh, ona Şurahîl b. Yezid, ona Müslim b. Yesar, ona da Ebu Hureyre, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Ahir zamanda ne sizin, ne de babalarınızın işitmediği hadisleri size rivayet eden yalancı deccâller olacaktır. Onlardan sakının, ki ne sizi saptırabilsinler ne de sizi fitneye düşürebilsinler!"
Öneri Formu
Hadis Id, No:
274, M000016
Hadis:
وَحَدَّثَنِى حَرْمَلَةُ بْنُ يَحْيَى بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ حَرْمَلَةَ بْنِ عِمْرَانَ التُّجِيبِىُّ قَالَ حَدَّثَنَا ابْنُ وَهْبٍ قَالَ حَدَّثَنِى أَبُو شُرَيْحٍ أَنَّهُ سَمِعَ شَرَاحِيلَ بْنَ يَزِيدَ يَقُولُ أَخْبَرَنِى مُسْلِمُ بْنُ يَسَارٍ أَنَّهُ سَمِعَ أَبَا هُرَيْرَةَ يَقُولُ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم :
"يَكُونُ فِى آخِرِ الزَّمَانِ دَجَّالُونَ كَذَّابُونَ يَأْتُونَكُمْ مِنَ الأَحَادِيثِ بِمَا لَمْ تَسْمَعُوا أَنْتُمْ وَلاَ آبَاؤُكُمْ فَإِيَّاكُمْ وَإِيَّاهُمْ لاَ يُضِلُّونَكُمْ وَلاَ يَفْتِنُونَكُمْ."
Tercemesi:
Bize Harmele b. Yahya b. Abdullah b. Harmele b. İmrân et-Tücibi, ona İbn Vehb, ona Ebu Şurayh, ona Şurahîl b. Yezid, ona Müslim b. Yesar, ona da Ebu Hureyre, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Ahir zamanda ne sizin, ne de babalarınızın işitmediği hadisleri size rivayet eden yalancı deccâller olacaktır. Onlardan sakının, ki ne sizi saptırabilsinler ne de sizi fitneye düşürebilsinler!"
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Mukaddime 16, /17
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebu Osman Müslim b. Yesar et-Tunbüzi (Müslim b. Yesar)
3. Şurahîl b. Yezid el-Meâfirî (Şurahîl b. Yezid)
4. Abdurrahman b. Şurayh el-Meafirî (Abdurrahman b. Şurayh)
5. Abdullah b. Vehb el-Kuraşî (Abdullah b. Vehb b. Müslim)
6. Ebu Hafs Harmele b. Yahya et-Tücibi (Harmele b. Yahya b. Abdullah)
Konular:
Hadis Rivayeti
Yalan, Hz. Peygamber'e yalan isnadı
Bana Bişr b. Hakem rivayet etti ve şöyle dedi: Yahya b. Saîd el-Kattân’ın, Hakîm b. Cübeyr’i, Abdula'lâ’yı ve Mûsâ b. Dinar'ı zayıf (güvenilmez) saydığını işittim. Mûsâ b. Dinar hakkında “hadisi rüzgâr gibidir” demiştir. Yine Mûsâ b. Dihkân ve İsa b. Ebu İsa el-Medenî’yi de zayıf sayardı. Bişr b. Hakem der ki: Hasan b. İsa'nın şöyle dediğini işittim: İbn Mübarek bana “Cerîr’in yanına vardığında onun bütün ilmini yaz, ancak üç kişiden rivayet ettiği hadisleri yazma: Ubeyde b. Muattib, Serî b. İsmâîl ve Muhammed b. Sâlim” dedi.
Müslim der ki: İtham edilen hadis râvilerinin kusurlarına dair âlimlerin sözleri ve onların (râviler hakkında) verdikleri bilgiler çoktur; tamamını zikretmeye kalkışmak kitabı uzatır. Ancak bizim burada zikrettiklerimiz, bu meselede muhaddislerin yöntemini anlayan ve bu konuda söylediklerini, açıkladıklarını idrak eden kimse için yeterlidir. Onlar, hadis râvilerinin kusurlarını ve haber taşıyıcılarının ayıplarını ortaya koymayı kendilerine bir görev bildiler ve bu görevin çok ağır bir sorumluluğu olduğu için, kendilerine bu konuda sorulduğunda açıklama yaptılar. Zira dinle ilgili haberler mutlaka helâl veya haram, emir veya nehiy, teşvik veya sakındırma (terğîb ve terhîb) gibi konulara dairdir. Eğer bir kimse, dine dair bu haberleri rivayet eden kişinin doğruluk ve güvenilirlik bakımından uygun biri olmadığını bilir ve başkalarının bilmediği bu durumu açıklamadan kalkıp da ondan rivayette bulunursa bu davranışından dolayı günahkâr olur ve Müslüman halkı aldatmış sayılır. Zira bu haberleri duyan bazı kimselerin o haberin tamamıyla veya bir kısmıyla amel etmeye kalkışması beklenen bir durumdur. Oysa bu rivayetlerin tamamı ya da çoğu aslı olmayan yalan rivayetler olabilir. Halbuki güvenilir ve kanaat sahibi râvilerden gelen sahih haberler, güvenilmez kimselerden rivayet almaya ihtiyaç bırakmayack kadar çoktur. Zaten insanların birçoğunun bu tür zayıf hadisler ve meçhul senedler üzerinde durması ve bunları, içinde barındırdığı zaafı ve güvensizliği bildiği hâlde rivayet etmeye devam etmesi, sadece halk nezdinde ‘şu adam ne kadar çok hadis topladı ve ne kadar çok kitap yazdı' diye çok hadis rivayet etmiş olarak anılma arzusundan kaynaklanmaktadır. Kim ilimde bu yolu tutar ve bu yöntemi izlerse, onun bu ilimden bir nasibi yoktur. Bilakis böyle biri ‘âlim’ değil, ‘câhil’ olarak anılmaya layıktır.
Râvîlerin birbirlerinden rivayetinin sahih olmasını sağlayan şartlar ve bu konuda hata edenlerin uyarılması babı
Zamanımızda hadisle meşgul olan bazı kimseler, senedlerin sahihliğini ve sağlamlığını değerlendirme hususunda öyle bir görüş ileri sürmüşlerdir ki; biz, eğer bu görüşün anlatımından ve bozukluğunu ortaya koymaktan yüz çevirip geçseydik, bu tutum, yerinde bir görüş ve isabetli bir yöntem sayılırdı. Zira terk edilmeye layık bir sözden yüz çevirmek, onu unutturmak, söyleyenini gizlemek ve cehâlet içindeki kimselerin dikkatini ona çekmemekten daha uygundur. Ne var ki biz, ortaya çıkabilecek kötü sonuçlardan, bilgisizlerin bu yeni ortaya atılmış görüşlere aldanmasından, hatalı görüşlere süratle itibar edip benimsemelerinden ve ilim ehli katında değersiz sayılan sözlere itimat etmelerinden korkarak; bu kişinin sözünün bozukluğunu ortaya koymanın ve görüşünü layık olduğu şekilde reddetmenin insanlar için daha faydalı ve neticesi bakımından daha hayırlı olacağına kanaat getirdik – inşallah. Sözünü anlatmaya başladığımız ve rivayet konusundaki kötü anlayışını haber verdiğimiz kişi şöyle bir iddiada bulunmuştur: Herhangi bir hadisin senedinde “(فُلاَنٌ عَنْ فُلاَنٍ) falan, o da falandan rivayet etti ” şeklinde muanan bir bir ifade yer alsa ve bu iki kişinin aynı dönemde yaşadıkları bilgisi sabit olsa ve ayrıca bu râvînin, rivayet ettiği kişiden hadisi bizzat işitmiş ve ondan doğrudan almış olması ihtimali de aklen mümkün bulunsa da, bu râvînin ondan gerçekten hadis işittiğine veya onunla görüştüğüne dair elimizde bir bilgi yoksa, hiçbir rivayette onların birbirleriyle görüştüğüne ya da hadisi doğrudan birbirlerine aktardıklarına dair bir bilgi yer almıyorsa, o zaman bu kimseye göre böyle bir isnadla gelen hiçbir habere delil getirilemez. Bu kişinin nazarında, ancak şu durumlarda bu tür rivayetler geçerli olabilir: Bu iki kişinin ömürleri boyunca en az bir kez bir araya geldiklerinin bilinmesi, Yahut birbirlerine şifahen hadis rivayet ettiklerinin sabit olması, Veya onların bir defa olsun buluştuklarına ve görüştüklerine dair bir haberin gelmiş olması. Eğer böyle bir bilgi yoksa ve bu râvînin, rivayette bulunduğu kişiyi bir defa dahi görüp ondan herhangi bir şey işittiğini bildiren sahih bir rivayet de gelmemişse, bu durumda, -bu kişiye göre-, râvînin bu kimseden haber aktarması bir delil sayılmaz ve ondan herhangi bir şey işittiğine dair az ya da çok bir bilgi gelmediği müddetçe bu haber, kendisi nezdinde, mevkuf olarak kalır.
Muanan (Ravilerin birbirinden عن sığasıyla aldıkları) Hadisin Sahih Olabilmesinin Şartları.
(Ravilerin birbirinden عن sığasıyla aldıkları hadisin Sahih olmadığına dair) bu görüş –Allah sana rahmet etsin– senedlerde (rivayet zincirlerinde) yapılan tenkit konusunda sonradan ortaya atılmış, uydurulmuş bir görüştür. Bu görüşü daha önce ileri süren hiç kimse bulunmamaktadır. Ne geçmiş âlimlerden, ne de günümüzdeki ilim ehli arasında bu görüşe destek çıkan biri yoktur. Çünkü hadis ve rivayet ilmiyle uğraşanların eskiden beri kabul edip ittifak ettikleri genel ve yaygın görüş şudur: Her güvenilir râvinin, kendisi gibi güvenilir bir râviden rivayet ettiği bir hadis; eğer ikisinin buluşması ve birbirinden hadis işitmesi mümkündür denebilecek bir durumdaysa, yani ikisi de aynı çağda yaşamışlarsa, bu iki kişinin gerçekten bir araya geldiklerine ve sözlü olarak birbirlerinden hadis naklettiklerine dair hiçbir haber gelmemiş olsa bile, o rivayet geçerli kabul edilir. Bu ravinin, rivayet ettiği kişiyi hiç görmediğine veya ondan hiçbir şey işitmediğine dair açık bir delil olmadığı müddetçe rivayet sabittir ve onunla delil getirilir (hüccettir). Ama eğer ravinin hocası ile buluşma imkanı konusunda bir belirsizlik varsa, görüşme ihtimali ortadan kalktığına, yani râvînin görmediğin, işitmediğin dair kesin bir bilgi olmadığı müddetçe semaya (ravinin hocasından bu rivayeti işittiğine) hükmedilir.
Şu anlattığımız görüşü (bir kere olsun görüşmeyi şartını) ortaya atan veya bu görüşü savunana şöyle denir: Sen genel itibarıyla “güvenilir bir raviden güvenilir bir raviye ulaşan haberin (haber-i vâhidin) delil olduğunu ve ona göre amel edilmesi gerektiğini” kabul ediyorsun ama sonra buna bir şart ekledin ve “Ancak bu iki ravinin (şeyh ve talebenin) bir kez olsun karşılaştığını veya bir hadisi ondan duyduğunu bilmemiz gerekir” dedin. Peki bu koyduğun şartına, sözüne itibar edilen herhangi muhaddisten delil bulabiliyor musun? Bulamıyorsan, o zaman bu iddianı destekleyecek bir delil getir. Eğer sen, bu şartı (lika şartını) selef âlimlerinden birinin görüşüne dayandırdığını iddia ediyorsan, senden bu görüşü açıkça göstermeni isteriz. Ama sen de başkası da bu konuda bir görüş bulamayacaksınız. Eğer sen “Ben bakıyorum ki geçmiş ve günümüz râvîleri birbirlerinden hadis rivayet ediyor ama gerçekte birbirlerini hiç görmemişler, birbirlerinden bir şey işitmemişler. Yani aralarında semâ olmadan bu işi yapıyorlar. Hâlbuki bizim ve hadis ehlinin görüşüne göre, böyle mürsel rivayetler hüccet değildir. O yüzden, her râvinin hocasından hadis işitip işitmediğini araştırmaya ihtiyaç duydum. En küçük bir semâ örneğine rastlarsam, artık ondan gelen bütün rivayetleri sabit kabul ediyorum. Ama eğer o semâ bilgisine ulaşamazsam, o zaman bu haberi askıya alıyor ve delil olarak görmüyorum; çünkü bu durumda irsâl ihtimali mevcuttur” diyerek böyle bir delil getirmeye kalkarsan sana şöyle denir: Eğer senin bu haberi zayıf sayma sebebin, sadece irsâl ihtimali ise, o zaman sana düşen şudur: Herhangi bir senedde, râvîlerin “an” (عن) lafzıyla rivayet ettiği (mu‘an‘an) hiçbir hadisi, bu senedin başından sonuna kadar semâ ile sabit olduğunu görene kadar kabul etme.
Şöyle ki: Hişâm b. Urve’nin, babası (Urve) aracılığıyla Hz. Âişe'den rivayet ettiği ve bize ulaşan hadis hakkında biz şunu kesin olarak biliyoruz: Hişâm, babasından hadis işitmiştir; babası da Hz. Âişe’den işitmiştir. Tıpkı Hz. Âişe’nin de, Peygamber Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) hadis işittiğini bildiğimiz gibi. Bununla birlikte, Hişâm bir rivayetinde "babamdan işittim" veya "bana haber verdi" dememişse, aklen şu da mümkündür: Belki o hadisi bir başkası Hişâm’a, babasından nakletmiştir de Hişâm onu babasından şifahen işitmemiştir. Sadece bu rivayeti mürsel olarak (aradaki kişiyi anmadan) aktarmayı tercih etmiş ve ondan duyduğu kişiyi isnada eklememiştir. Her bir râvînin, diğerinden çokça hadis işittiği genel olarak bilinmekteyse, bu durumda şunu da kabul etmek gerekir: Bunlardan her biri bazı rivayetlerde bir başkasından —o zat hakkında— bazı hadisleri işitmiş olabilir ve sonra bazen bu hadisleri mürsel olarak (aradaki kişiyi anmadan) o zattan nakletmiş olabilir. Yani hadisi kime nispet ettiğini söyler ama, aradaki kendisine rivayet eden kişiyi anmaz. Bazen de bunu yapmaz; yani o hadisi kimden aldığını açıkça söyler ve böylece irsal (mürsel rivayet) yolunu terk eder. Bizim bu söylediklerimiz, hadislerde mevcuttur ve güvenilir muhaddislerin ve ilim ehli imamların uygulamaları arasında yaygın olarak görülür. Daha önce bahsettiğimiz tarzda rivayetlerinden bazı örnekleri, inşallah daha fazlasına delil olarak zikredeceğiz. Bunlardan biri şudur:
Eyyûb es-Sahtiyânî, İbn Mubârek, Vekî, İbn Numeyr ve başkalarından oluşan bir topluluk, Hişâm b. Urve’den, o da babası Urve’den, o da Hz. Âişe’den (r.anha) (عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ) rivayet ettiklerine göre Hz. Âişe “Rasulullah’ı (sav) ihramlı ve ihramsız haliyle en güzel kokularla kokulandırırdım.” demiştir.
Bu rivayeti aynı kelimelerle Leys b. Sa‘d, Dâvûd el-Attâr, Humeyd b. Esved, Vuhayb b. Hâlid ve Ebu Usame de Hişâm’dan şöyle nakletmişlerdir: Hişâm der ki: Bana Osman b. Urve, ona Urve, ona da Hz. Âişe Nebî’den (sav) haber verdi. (عَنْ هِشَامٍ قَالَ أَخْبَرَنِى عُثْمَانُ بْنُ عُرْوَةَ عَنْ عُرْوَةَ عَنْ عَائِشَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم)
Hişâm b. Urve’den, babası Urve’den, Hz. Âişe’den (وَرَوَى هِشَامٌ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ) nakledilen başka bir rivayette şöyle denilmiştir: “Peygamber (sav) itikaf yaptığı zaman başını yanıma yaklaştırırdım, ben de hayızlı iken, ayaklarını okşardım.”
Bu rivayetin aynısını Malik b. Enes, Zührî’den, Urve’den, Amre’den, Hz. Âişe’den, Nebî’den (sav) (مَالِكُ بْنُ أَنَسٍ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ عُرْوَةَ عَنْ عَمْرَةَ عَنْ عَائِشَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم) nakletmiştir.
Ayrıca Zührî ve Salih b. Ebu Hassan, Ebu Seleme’den, Hz. Âişe’den, Peygamber’den (sav) (رَوَى الزُّهْرِىُّ وَصَالِحُ بْنُ أَبِى حَسَّانَ عَنْ أَبِى سَلَمَةَ عَنْ عَائِشَةَ) şöyle rivayet etmiştir: “Peygamber (s.a.v.) oruçlu iken kendisini öperdi.”
Yahyâ b. Ebu Kesîr bu kuble (öpme) hadisi ile ilgili olarak şöyle demiştir: Bana Ebu Seleme b. Abdurrahman bana haber verdi, ona Ömer b. Abdülaziz haber verdi, ona Urve haber verdi, ona da Hz. Âişe Peygamber’in (sav) oruçlu iken kendisini öptüğünü haber vermiştir. (أَخْبَرَنِى أَبُو سَلَمَةَ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ أَنَّ عُمَرَ بْنَ عَبْدِ الْعَزِيزِ أَخْبَرَهُ أَنَّ عُرْوَةَ أَخْبَرَهُ أَنَّ عَائِشَةَ أَخْبَرَتْهُ أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم )
İbn Uyeyne ve başkaları Amr b. Dinar’dan, o da Câbir’den ( ابْنُ عُيَيْنَةَ وَغَيْرُهُ عَنْ عَمْرِو بْنِ دِينَارٍ عَنْ جَابِرٍ) rivayet ettiklerine göre Cabir “Rasulullah (sav) bize at eti yedirirdi, eşek eti yemememizi yasaklardı” demiştir
Bu rivayeti Hammad b. Zeyd, Amr’dan, o da Muhammed b. Ali’den, o da Câbir’den, o da Peygamber’den (sav) nakletmiştir. (حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ عَنْ عَمْرٍو عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ عَلِىٍّ عَنْ جَابِرٍ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم)
Böyle rivayetler çoktur ve sayı bakımından fazladır. Bizim zikrettiklerimiz, anlayış sahibi kimseler için yeterlidir.
Eğer, daha önce sözünü ettiğimiz kişinin nazarında bir hadisin bozuk (zayıf) ve geçersiz sayılmasının gerekçesi, ravinin rivayet ettiği kişiden bir şey işittiğinin bilinmemesi ve o rivayette irsal (yani aradaki râvinin atlanmış olması) ihtimalinin bulunması ise; o halde bu görüşü benimseyen kimsenin, kendisine isnadı sabit olan bir râvinin rivayetini bile, ancak o rivayetin bizzat içinde “duydum (سمعت), bana haber verdi (أخبرني)” gibi bir semâ ifadesi yer alıyorsa delil olarak alması gerekir. Çünkü biz daha önce haberleri (hadisleri) bize aktaran imamların (güvenilir râvilerin) şöyle davrandığını açıklamıştık: Bazen hadisleri mürsel şekilde rivayet etmiş ve hadisi kimden duyduklarını zikretmemişler, bazen de daha dikkatli davranarak, hadisi işittikleri şekliyle tam isnadıyla aktarmışlardır. Bu durumda, eğer senedde "nüzûl" (ravi düşmesi) ya da senedde ("su‘ûd" — tam isnad) varsa bunu da haber vermişlerdir. Biz bu durumu daha önce onların rivayet tarzından örnekler vererek açıklamıştık. Daha önce görüşünü açıkladığımız şahsın iddia ettiği gibi hiçbir selef aliminden hadislerle amel eden hüccet sayan ve senedlerin sahihlik ve zayıflığını inceleyen Eyyub es-Sahtiyânî, İbn Avn, Mâlik b. Enes, Şube b. Haccâc, Yahya b. Said el-Kattân, Abdurrahman b. Mehdî gibi ve bunlardan sonra gelen muhaddislerden isnadlarda semâ sığalarını (muanan rivayetleri özellikle) araştırdıklarını bilmiyoruz. Alimler, hadis ravilerinin kendilerinden rivayette bulundukları hocalarından semanın olup olmadığını, sadece ravinin hadiste tedlisle maruf ve meşhur olduğu zaman ve tedlis probleminin izale olması için ravinin (muanan) rivayetlerinde semanın olup olmadığını araştırıp incelerler. Daha önce görüşünü zikrettiğimiz kişinin iddia ettiği şekliyle kim müdellis olmayan bir ravinin (muanan) rivayetinin de inceleneceğini talep ediyorsa (yanılır); zira burada ismini verdiğimiz ne bu alimlerden ne de ismini zikretmediğimiz diğer alimlerden bunu (müdellis olmayan ravinin muanan rivayetini incelemeyi) duyduk.
Söz gelimi Abdullah b. Yezîd el-Ensârî, Hz. Peygamber’i (sav) görmüş (ancak O’ndan (sav) rivayeti yoktur) İbn Yezid, Huzeyfe ve Ebu Mesud el-Ensârî’den hadis rivayet etmekte ve onlar vasıtasıyla Rasulullah’tan (sav) hadis rivayet ediyor. Abdullah b. Yezîd’in ne onlarda naklettiği rivayetlerde sema sigası söz konusu ne herhangi bir rivayette onun Huzeyfe ve Ebu Mesud ile bir araya gelip konuştuğuna dair bir rivayet biliyoruz ne de İbn Yezid’in onları gördüğüne dair bir bilgi bulduk. Aynı şekilde ne selef alimlerden ne de bizim yetiştiğimiz hocalardan herhangi birisinden, Abdullah b. Yezîd’in Huzeyfe ve Ebu Mesud’dan naklettiği iki hadisle ilgili bir eleştiri ve bir zayıflık işitmişizdir. Bilakis bizim mülaki olduğumuz hadis hocalarına göre, bu iki hadis veya bunlara benzer hadisler sahih hadislerdendir. Onlar, bu senedlerle nakledilen hadislerle amel edileceğini ve delil olarak kullanılacağı görüşündeler. Bu gibi hadisler, daha önce görüşünü açıkladığımız iddia sahibine göre ravinin rivayet ettiği kimselerden semanın tespiti yapılıncaya kadar zayıf amel edilmemesi gereken rivayetlerdir.
Mezkur iddia sahibine göre zayıf kabul edilen kimselerden nakledilen rivayetleri, (ama gerçekte) alimlere göre sahih hadisleri saymaya kalksak, o örneklerin hepsini etraflıca tespit edip dökümünü çıkarmaktan aciz kalırız. Ancak biz burada zikretmediğimiz diğer rivayetlere alamet olması için birkaç misal ile iktifa etmeyi uygun gördük. Söz gelimi Ebu Osman en-Nehdî ile Ebu Râfi’ es-Sâiğ cahiliye dönemini idrak etmiş ve Hz. Peygamber’in (sav) Bedir’e katılan ashabına sohbeti olup (diğer sahabileri) de görmüştür. Onlar, (bu büyük) sahabilerden birtakım hadisler naklettikleri gibi, Ebu Hureyre ve İbn Ömer gibilerden ve onlardan daha küçük sahabilerden de hadis rivayet etmişlerdir. Onlardan her biri, Übey b. Ka’b aracılığı ile Nebî’den (sav) birer hadis rivayet etmişler; ancak herhangi bir rivayette onların Übey’i gördüklerini veya işittiklerine dair bir bilgi bilmiyoruz. Ebu Amir eşl-Şeybânî de hadis rivayet etmiştir. Kendisi cahiliye dönemini idrak edenlerden olup Nebî (sav) zamanında olgun (yaşı ileri) biriydi. Ebu Ma’mer Abdullah b. Sahbere’nin de (aynı şekilde) rivayeti vardır. Onların her biri, Ebu Mesud el-Ensârî’den (an sigasıyla), o da Hz. Peygamber’den (sav) olmak üzere iki hadis rivayet etmiştir. Ebu Ubeyd b. Umeyr Rasulullah’ın (sav) hanımı Ümmü Seleme’den (r.anha) (an sigasıyla), o da Nebî’den (sav) bir hadis rivayet etmiştir. Oysaki Ebu Ubeyd (ra), Hz. Peygamber’in (sav) (nübüvvet) zamanında doğmuştu. Kays b. Ebu Hâzim Rasulullah’ın (sav) zamanına yetiştiği halde Ebu Mesud el-Ensârî’den (an sigasıyla), o da Hz. Peygamber’den (sas) olmak üzere üç hadis rivayet etmiştir. Abdurrahman b. Ebu Leyla, Ömer b. Hattâb’tan (ra) hadis öğrenmiş ve Ali (ra) ile beraber olduğu halde Enes b. Mallik’ten (ra) (an sigasıyla), o da Nebî’den (sav) bir hadis rivayet etmiştir. Rıb’i b. Hırâş, İmrân b. Hüseyin’den (an sigasıyla), o da Rasulullah'tan (sav) iki hadis ve Ebu Bekre’den de (an sigasıyla), o da Nebî’den (sav) bir hadis rivayet etmiştir. Oysaki Rib’i Ali b. Ebu Tâlib’ten (ra) seması olup ondan hadis rivayet etmiştir. Nâfi b. Cübeyr b. Mutim, Ebu Şureyh el-Huzâî’den (an sigasıyla), o da Rasulullah’dan (sav) bir hadis nakletmiştir. Numân b. Ebu Ayyâş, Ebu Said el-Hudrî’den (ra) (an sigasıyla), o da Rasulullah’tan (sav) üç hadis rivayet etmiştir. Atâ b. Yezîd el-Leysî, Temîm ed-Dârî’den, o da Nebî’den (sav) (an sigasıyla) bir hadis rivayet etmiştir. Süleyman b. Yesâr, Râfi’ b. Hadîc’den 'an sigasıyla), o da Rasulullah’tan (sav) bir hadis rivayet etmiştir. Hümeyd b. Abdurrahman el-Himyerî’den (an sigasıyla), Ebu Hureyre’den (ra) o da Hz. Peygamber’den (sav) bazı hadisler rivayet etmiştir.
Burada örnek kabilinden isimlerini verdiğimiz sahabilerden rivayet eden bütün bu tabilerin, ne herhangi muayyen bir rivayette kendilerinden naklettikleri o sahabilerden semanın olduğu biliniyor ne de onlarla karşılaştıkları sabittir. Ancak bu senedler, hadis alimlerine göre sahih senedlerdendir. Ne bu hadis alimlerinin ilgili rivayetlerden herhangi bir tanesini zayıf kabul ettiklerini biliyoruz ne de bu tabilerin o sahabilerden semanın olup olmadığına dair bir araştırma yapmışlardır. Zira onların aynı asırda bulunmaları sebebiyle tabilerin rivayet ettikleri hocalardan semaı mümkün olup yadırganamayacak bir durumdur.
(Muanan) hadisi, ilgili gerekçe sebebiyle zayıf kılma hususunda görüşünü aktardığımız şahsın sonradan uydurduğu bu söz, üzerinde durulması ve başkalarına duyurulması gerekecek düzeyde değildir. Çünkü ne selef alimlerinden bunu söyleyen ne de onlardan sonra gelenlerin kabul ettiği sonradan uydurulmuş batıl bir görüştür. Dolayısıyla bu görüşün reddi ile ilgili açıkladığımızın dışında daha fazla izaha ihtiyaç duymuyoruz. Zira bu sözün ve sahibinin değeri açıkladığımız kadardır. Alimlerin metoduna muhalif bu sözün savunulması noktasında yardımcımız Allah'tır ve tevekkülümüz de Allah’adır.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
468, M000092
Hadis:
حَدَّثَنِى بِشْرُ بْنُ الْحَكَمِ قَالَ سَمِعْتُ يَحْيَى بْنَ سَعِيدٍ الْقَطَّانَ ضَعَّفَ حَكِيمَ بْنَ جُبَيْرٍ وَعَبْدَ الأَعْلَى وَضَعَّفَ يَحْيَى مُوسَى بْنَ دِينَارٍ قَالَ حَدِيثُهُ رِيحٌ. وَضَعَّفَ مُوسَى بْنَ دِهْقَانَ وَعِيسَى بْنَ أَبِى عِيسَى الْمَدَنِىَّ. قَالَ وَسَمِعْتُ الْحَسَنَ بْنَ عِيسَى يَقُولُ قَالَ لِىَ ابْنُ الْمُبَارَكِ إِذَا قَدِمْتَ عَلَى جَرِيرٍ فَاكْتُبْ عِلْمَهُ كُلَّهُ إِلاَّ حَدِيثَ ثَلاَثَةٍ لاَ تَكْتُبْ حَدِيثَ عُبَيْدَةَ بْنِ مُعَتِّبٍ وَالسَّرِىِّ بْنِ إِسْمَاعِيلَ وَمُحَمَّدِ بْنِ سَالِمٍ. قَالَ مُسْلِمٌ وَأَشْبَاهُ مَا ذَكَرْنَا مِنْ كَلاَمِ أَهْلِ الْعِلْمِ فِى مُتَّهَمِى رُوَاةِ الْحَدِيثِ وَإِخْبَارِهِمْ عَنْ مَعَايِبِهِمْ كَثِيرٌ يَطُولُ الْكِتَابُ بِذِكْرِهِ عَلَى اسْتِقْصَائِهِ وَفِيمَا ذَكَرْنَا كِفَايَةٌ لِمَنْ تَفَهَّمَ وَعَقَلَ مَذْهَبَ الْقَوْمِ فِيمَا قَالُوا مِنْ ذَلِكَ وَبَيَّنُوا وَإِنَّمَا أَلْزَمُوا أَنْفُسَهُمُ الْكَشْفَ عَنْ مَعَايِبِ رُوَاةِ الْحَدِيثِ وَنَاقِلِى الأَخْبَارِ وَأَفْتَوْا بِذَلِكَ حِينَ سُئِلُوا لِمَا فِيهِ مِنْ عَظِيمِ الْخَطَرِ إِذِ الأَخْبَارُ فِى أَمْرِ الدِّينِ إِنَّمَا تَأْتِى بِتَحْلِيلٍ أَوْ تَحْرِيمٍ أَوْ أَمْرٍ أَوْ نَهْىٍ أَوْ تَرْغِيبٍ أَوْ تَرْهِيبٍ فَإِذَا كَانَ الرَّاوِى لَهَا لَيْسَ بِمَعْدِنٍ لِلصِّدْقِ وَالأَمَانَةِ ثُمَّ أَقْدَمَ عَلَى الرِّوَايَةِ عَنْهُ مَنْ قَدْ عَرَفَهُ وَلَمْ يُبَيِّنْ مَا فِيهِ لِغَيْرِهِ مِمَّنْ جَهِلَ مَعْرِفَتَهُ كَانَ آثِمًا بِفِعْلِهِ ذَلِكَ غَاشًّا لِعَوَامِّ الْمُسْلِمِينَ إِذْ لاَ يُؤْمَنُ عَلَى بَعْضِ مَنْ سَمِعَ تِلْكَ الأَخْبَارَ أَنْ يَسْتَعْمِلَهَا أَوْ يَسْتَعْمِلَ بَعْضَهَا وَلَعَلَّهَا أَوْ أَكْثَرَهَا أَكَاذِيبُ لاَ أَصْلَ لَهَا مَعَ أَنَّ الأَخْبَارَ الصِّحَاحَ مِنْ رِوَايَةِ الثِّقَاتِ وَأَهْلِ الْقَنَاعَةِ أَكْثَرُ مِنْ أَنْ يُضْطَرَّ إِلَى نَقْلِ مَنْ لَيْسَ بِثِقَةٍ وَلاَ مَقْنَعٍ وَلاَ أَحْسِبُ كَثِيرًا مِمَّنْ يُعَرِّجُ مِنَ النَّاسِ عَلَى مَا وَصَفْنَا مِنْ هَذِهِ الأَحَادِيثِ الضِّعَافِ وَالأَسَانِيدِ الْمَجْهُولَةِ وَيَعْتَدُّ بِرِوَايَتِهَا بَعْدَ مَعْرِفَتِهِ بِمَا فِيهَا مِنَ التَّوَهُّنِ وَالضَّعْفِ إِلاَّ أَنَّ الَّذِى يَحْمِلُهُ عَلَى رِوَايَتِهَا وَالاِعْتِدَادِ بِهَا إِرَادَةُ التَّكَثُّرِ بِذَلِكَ عِنْدَ الْعَوَامِّ وَلأَنْ يُقَالَ مَا أَكْثَرَ مَا جَمَعَ فُلاَنٌ مِنَ الْحَدِيثِ وَأَلَّفَ مِنَ الْعَدَدِ. وَمَنْ ذَهَبَ فِى الْعِلْمِ هَذَا الْمَذْهَبَ وَسَلَكَ هَذَا الطَّرِيقَ فَلاَ نَصِيبَ لَهُ فِيهِ وَكَانَ بِأَنْ يُسَمَّى جَاهِلاً أَوْلَى مِنْ أَنْ يُنْسَبَ إِلَى عِلْمٍ.
باب مَا تَصِحُّ بِهِ رِوَايَةُ الرُّوَاةِ بَعْضِهِمْ عَنْ بَعْضٍ وَالتَّنْبِيهِ عَلَى مَنْ غَلِطَ فِى ذَلِكَ. وَقَدْ تَكَلَّمَ بَعْضُ مُنْتَحِلِى الْحَدِيثِ مِنْ أَهْلِ عَصْرِنَا فِى تَصْحِيحِ الأَسَانِيدِ وَتَسْقِيمِهَا بِقَوْلٍ لَوْ ضَرَبْنَا عَنْ حِكَايَتِهِ وَذِكْرِ فَسَادِهِ صَفْحًا لَكَانَ رَأْيًا مَتِينًا وَمَذْهَبًا صَحِيحًا إِذِ الإِعْرَاضُ عَنِ الْقَوْلِ الْمُطَّرَحِ أَحْرَى لإِمَاتَتِهِ وَإِخْمَالِ ذِكْرِ قَائِلِهِ وَأَجْدَرُ أَنْ لاَ يَكُونَ ذَلِكَ تَنْبِيهًا لِلْجُهَّالِ عَلَيْهِ غَيْرَ أَنَّا لَمَّا تَخَوَّفْنَا مِنْ شُرُورِ الْعَوَاقِبِ وَاغْتِرَارِ الْجَهَلَةِ بِمُحْدَثَاتِ الأُمُورِ وَإِسْرَاعِهِمْ إِلَى اعْتِقَادِ خَطَإِ الْمُخْطِئِينَ وَالأَقْوَالِ السَّاقِطَةِ عِنْدَ الْعُلَمَاءِ رَأَيْنَا الْكَشْفَ عَنْ فَسَادِ قَوْلِهِ وَرَدَّ مَقَالَتِهِ بِقَدْرِ مَا يَلِيقُ بِهَا مِنَ الرَّدِّ أَجْدَى عَلَى الأَنَامِ وَأَحْمَدَ لِلْعَاقِبَةِ إِنْ شَاءَ اللَّهُ وَزَعَمَ الْقَائِلُ الَّذِى افْتَتَحْنَا الْكَلاَمَ عَلَى الْحِكَايَةِ عَنْ قَوْلِهِ وَالإِخْبَارِ عَنْ سُوءِ رَوِيَّتِهِ أَنَّ كُلَّ إِسْنَادٍ لِحَدِيثٍ فِيهِ فُلاَنٌ عَنْ فُلاَنٍ وَقَدْ أَحَاطَ الْعِلْمُ بِأَنَّهُمَا قَدْ كَانَا فِى عَصْرٍ وَاحِدٍ وَجَائِزٌ أَنْ يَكُونَ الْحَدِيثُ الَّذِى رَوَى الرَّاوِى عَمَّنْ رَوَى عَنْهُ قَدْ سَمِعَهُ مِنْهُ وَشَافَهَهُ بِهِ غَيْرَ أَنَّهُ لاَ نَعْلَمُ لَهُ مِنْهُ سَمَاعًا وَلَمْ نَجِدْ فِى شَىْءٍ مِنَ الرِّوَايَاتِ أَنَّهُمَا الْتَقَيَا قَطُّ أَوْ تَشَافَهَا بِحَدِيثٍ - أَنَّ الْحُجَّةَ لاَ تَقُومُ عِنْدَهُ بِكُلِّ خَبَرٍ جَاءَ هَذَا الْمَجِىءَ حَتَّى يَكُونَ عِنْدَهُ الْعِلْمُ - بِأَنَّهُمَا قَدِ اجْتَمَعَا مِنْ دَهْرِهِمَا مَرَّةً فَصَاعِدًا أَوْ تَشَافَهَا بِالْحَدِيثِ بَيْنَهُمَا أَوْ يَرِدَ خَبَرٌ فِيهِ بَيَانُ اجْتِمَاعِهِمَا وَتَلاَقِيهِمَا مَرَّةً مِنْ دَهْرِهِمَا فَمَا فَوْقَهَا. فَإِنْ لَمْ يَكُنْ عِنْدَهُ عِلْمُ ذَلِكَ وَلَمْ تَأْتِ رِوَايَةٌ صَحِيحَةٌ تُخْبِرُ أَنَّ هَذَا الرَّاوِىَ عَنْ صَاحِبِهِ قَدْ لَقِيَهُ مَرَّةً وَسَمِعَ مِنْهُ شَيْئًا - لَمْ يَكُنْ فِى نَقْلِهِ الْخَبَرَ عَمَّنْ رَوَى عَنْهُ ذَلِكَ وَالأَمْرُ كَمَا وَصَفْنَا حُجَّةٌ وَكَانَ الْخَبَرُ عِنْدَهُ مَوْقُوفًا حَتَّى يَرِدَ عَلَيْهِ سَمَاعُهُ مِنْهُ لِشَىْءٍ مِنَ الْحَدِيثِ. قَلَّ أَوْ كَثُرَ فِى رِوَايَةٍ مِثْلِ مَا وَرَدَ.
باب صِحَّةِ الاِحْتِجَاجِ بِالْحَدِيثِ الْمُعَنْعَنِ. وَهَذَا الْقَوْلُ - يَرْحَمُكَ اللَّهُ - فِى الطَّعْنِ فِى الأَسَانِيدِ قَوْلٌ مُخْتَرَعٌ مُسْتَحْدَثٌ غَيْرُ مَسْبُوقٍ صَاحِبُهُ إِلَيْهِ وَلاَ مُسَاعِدَ لَهُ مِنْ أَهْلِ الْعِلْمِ عَلَيْهِ وَذَلِكَ أَنَّ الْقَوْلَ الشَّائِعَ الْمُتَّفَقَ عَلَيْهِ بَيْنَ أَهْلِ الْعِلْمِ بِالأَخْبَارِ وَالرِّوَايَاتِ قَدِيمًا وَحَدِيثًا أَنَّ كُلَّ رَجُلٍ ثِقَةٍ رَوَى عَنْ مِثْلِهِ حَدِيثًا وَجَائِزٌ مُمْكِنٌ لَهُ لِقَاؤُهُ وَالسَّمَاعُ مِنْهُ لِكَوْنِهِمَا جَمِيعًا كَانَا فِى عَصْرٍ وَاحِدٍ وَإِنْ لَمْ يَأْتِ فِى خَبَرٍ قَطُّ أَنَّهُمَا اجْتَمَعَا وَلاَ تَشَافَهَا بِكَلاَمٍ فَالرِّوَايَةُ ثَابِتَةٌ وَالْحُجَّةُ بِهَا لاَزِمَةٌ إِلاَّ أَنْ يَكُونَ هُنَاكَ دَلاَلَةٌ بَيِّنَةٌ أَنَّ هَذَا الرَّاوِىَ لَمْ يَلْقَ مَنْ رَوَى عَنْهُ أَوْ لَمْ يَسْمَعْ مِنْهُ شَيْئًا فَأَمَّا وَالأَمْرُ مُبْهَمٌ عَلَى الإِمْكَانِ الَّذِى فَسَّرْنَا فَالرِّوَايَةُ عَلَى السَّمَاعِ أَبَدًا حَتَّى تَكُونَ الدَّلاَلَةُ الَّتِى بَيَّنَّا. فَيُقَالُ لِمُخْتَرِعِ هَذَا الْقَوْلِ الَّذِى وَصَفْنَا مَقَالَتَهُ أَوْ لِلذَّابِّ عَنْهُ قَدْ أَعْطَيْتَ فِى جُمْلَةِ قَوْلِكَ أَنَّ خَبَرَ الْوَاحِدِ الثِّقَةِ عَنِ الْوَاحِدِ الثِّقَةِ حُجَّةٌ يَلْزَمُ بِهِ الْعَمَلُ ثُمَّ أَدْخَلْتَ فِيهِ الشَّرْطَ بَعْدُ فَقُلْتَ حَتَّى نَعْلَمَ أَنَّهُمَا قَدْ كَانَا الْتَقَيَا مَرَّةً فَصَاعِدًا أَوْ سَمِعَ مِنْهُ شَيْئًا فَهَلْ تَجِدُ هَذَا الشَّرْطَ الَّذِى اشْتَرَطْتَهُ عَنْ أَحَدٍ يَلْزَمُ قَوْلُهُ وَإِلاَّ فَهَلُمَّ دَلِيلاً عَلَى مَا زَعَمْتَ فَإِنِ ادَّعَى قَوْلَ أَحَدٍ مِنْ عُلَمَاءِ السَّلَفِ بِمَا زَعَمَ مِنْ إِدْخَالِ الشَّرِيطَةِ فِى تَثْبِيتِ الْخَبَرِ طُولِبَ بِهِ وَلَنْ يَجِدَ هُوَ وَلاَ غَيْرُهُ إِلَى إِيجَادِهِ سَبِيلاً وَإِنْ هُوَ ادَّعَى فِيمَا زَعَمَ دَلِيلاً يَحْتَجُّ بِهِ قِيلَ لَهُ وَمَا ذَاكَ الدَّلِيلُ فَإِنْ قَالَ قُلْتُهُ لأَنِّى وَجَدْتُ رُوَاةَ الأَخْبَارِ قَدِيمًا وَحَدِيثًا يَرْوِى أَحَدُهُمْ عَنِ الآخَرِ الْحَدِيثَ وَلَمَّا يُعَايِنْهُ وَلاَ سَمِعَ مِنْهُ شَيْئًا قَطُّ فَلَمَّا رَأَيْتُهُمُ اسْتَجَازُوا رِوَايَةَ الْحَدِيثِ بَيْنَهُمْ هَكَذَا عَلَى الإِرْسَالِ مِنْ غَيْرِ سَمَاعٍ - وَالْمُرْسَلُ مِنَ الرِّوَايَاتِ فِى أَصْلِ قَوْلِنَا وَقَوْلِ أَهْلِ الْعِلْمِ بِالأَخْبَارِ لَيْسَ بِحُجَّةٍ - احْتَجْتُ لِمَا وَصَفْتُ مِنَ الْعِلَّةِ إِلَى الْبَحْثِ عَنْ سَمَاعِ رَاوِى كُلِّ خَبَرٍ عَنْ رَاوِيهِ فَإِذَا أَنَا هَجَمْتُ عَلَى سَمَاعِهِ مِنْهُ لأَدْنَى شَىْءٍ ثَبَتَ عِنْدِى بِذَلِكَ جَمِيعُ مَا يَرْوِى عَنْهُ بَعْدُ فَإِنْ عَزَبَ عَنِّى مَعْرِفَةُ ذَلِكَ أَوْقَفْتُ الْخَبَرَ وَلَمْ يَكُنْ عِنْدِى مَوْضِعَ حُجَّةٍ لإِمْكَانِ الإِرْسَالِ فِيهِ فَيُقَالُ لَهُ فَإِنْ كَانَتِ الْعِلَّةُ فِى تَضْعِيفِكَ الْخَبَرَ وَتَرْكِكَ الاِحْتِجَاجَ بِهِ إِمْكَانَ الإِرْسَالِ فِيهِ لَزِمَكَ أَنْ لاَ تُثْبِتَ إِسْنَادًا مُعَنْعَنًا حَتَّى تَرَى فِيهِ السَّمَاعَ مِنْ أَوَّلِهِ إِلَى آخِرِهِ
وَذَلِكَ أَنَّ الْحَدِيثَ الْوَارِدَ عَلَيْنَا بِإِسْنَادِ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ فَبِيَقِينٍ نَعْلَمُ أَنَّ هِشَامًا قَدْ سَمِعَ مِنْ أَبِيهِ وَأَنَّ أَبَاهُ قَدْ سَمِعَ مِنْ عَائِشَةَ كَمَا نَعْلَمُ أَنَّ عَائِشَةَ قَدْ سَمِعَتْ مِنَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم وَقَدْ يَجُوزُ إِذَا لَمْ يَقُلْ هِشَامٌ فِى رِوَايَةٍ يَرْوِيهَا عَنْ أَبِيهِ سَمِعْتُ أَوْ أَخْبَرَنِى أَنْ يَكُونَ بَيْنَهُ وَبَيْنَ أَبِيهِ فِى تِلْكَ الرِّوَايَةِ إِنْسَانٌ آخَرُ أَخْبَرَهُ بِهَا عَنْ أَبِيهِ وَلَمْ يَسْمَعْهَا هُوَ مِنْ أَبِيهِ لَمَّا أَحَبَّ أَنْ يَرْوِيَهَا مُرْسَلاً وَلاَ يُسْنِدَهَا إِلَى مَنْ سَمِعَهَا مِنْهُ وَكَمَا يُمْكِنُ ذَلِكَ فِى هِشَامٍ عَنْ أَبِيهِ فَهُوَ أَيْضًا مُمْكِنٌ فِى أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ وَكَذَلِكَ كُلُّ إِسْنَادٍ لِحَدِيثٍ لَيْسَ فِيهِ ذِكْرُ سَمَاعِ بَعْضِهِمْ مِنْ بَعْضٍ. وَإِنْ كَانَ قَدْ عُرِفَ فِى الْجُمْلَةِ أَنَّ كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمْ قَدْ سَمِعَ مِنْ صَاحِبِهِ سَمَاعًا كَثِيرًا فَجَائِزٌ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمْ أَنْ يَنْزِلَ فِى بَعْضِ الرِّوَايَةِ فَيَسْمَعَ مِنْ غَيْرِهِ عَنْهُ بَعْضَ أَحَادِيثِهِ ثُمَّ يُرْسِلَهُ عَنْهُ أَحْيَانًا وَلاَ يُسَمِّىَ مَنْ سَمِعَ مِنْهُ وَيَنْشَطَ أَحْيَانًا فَيُسَمِّىَ الرَّجُلَ الَّذِى حَمَلَ عَنْهُ الْحَدِيثَ وَيَتْرُكَ الإِرْسَالَ وَمَا قُلْنَا مِنْ هَذَا مَوْجُودٌ فِى الْحَدِيثِ مُسْتَفِيضٌ مِنْ فِعْلِ ثِقَاتِ الْمُحَدِّثِينَ وَأَئِمَّةِ أَهْلِ الْعِلْمِ . وَسَنَذْكُرُ مِنْ رِوَايَاتِهِمْ عَلَى الْجِهَةِ الَّتِى ذَكَرْنَا عَدَدًا يُسْتَدَلُّ بِهَا عَلَى أَكْثَرَ مِنْهَا إِنْ شَاءَ اللَّهُ تَعَالَى
فَمِنْ ذَلِكَ أَنَّ أَيُّوبَ السَّخْتِيَانِىَّ وَابْنَ الْمُبَارَكِ وَوَكِيعًا وَابْنَ نُمَيْرٍ وَجَمَاعَةً غَيْرَهُمْ رَوَوْا عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ - رضى الله عنها - قَالَتْ كُنْتُ أُطَيِّبُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لِحِلِّهِ وَلِحُرْمِهِ بِأَطْيَبِ مَا أَجِدُ. فَرَوَى هَذِهِ الرِّوَايَةَ بِعَيْنِهَا اللَّيْثُ بْنُ سَعْدٍ وَدَاوُدُ الْعَطَّارُ وَحُمَيْدُ بْنُ الأَسْوَدِ وَوُهَيْبُ بْنُ خَالِدٍ وَأَبُو أُسَامَةَ عَنْ هِشَامٍ قَالَ أَخْبَرَنِى عُثْمَانُ بْنُ عُرْوَةَ عَنْ عُرْوَةَ عَنْ عَائِشَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم. وَرَوَى هِشَامٌ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ كَانَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم إِذَا اعْتَكَفَ يُدْنِى إِلَىَّ رَأْسَهُ فَأُرَجِّلُهُ وَأَنَا حَائِضٌ. فَرَوَاهَا بِعَيْنِهَا مَالِكُ بْنُ أَنَسٍ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ عُرْوَةَ عَنْ عَمْرَةَ عَنْ عَائِشَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم . وَرَوَى الزُّهْرِىُّ وَصَالِحُ بْنُ أَبِى حَسَّانَ عَنْ أَبِى سَلَمَةَ عَنْ عَائِشَةَ كَانَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم يُقَبِّلُ وَهُوَ صَائِمٌ. فَقَالَ يَحْيَى بْنُ أَبِى كَثِيرٍ فِى هَذَا الْخَبَرِ فِى الْقُبْلَةِ أَخْبَرَنِى أَبُو سَلَمَةَ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ أَنَّ عُمَرَ بْنَ عَبْدِ الْعَزِيزِ أَخْبَرَهُ أَنَّ عُرْوَةَ أَخْبَرَهُ أَنَّ عَائِشَةَ أَخْبَرَتْهُ أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم كَانَ يُقَبِّلُهَا وَهُوَ صَائِمٌ. وَرَوَى ابْنُ عُيَيْنَةَ وَغَيْرُهُ عَنْ عَمْرِو بْنِ دِينَارٍ عَنْ جَابِرٍ قَالَ أَطْعَمَنَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لُحُومَ الْخَيْلِ وَنَهَانَا عَنْ لُحُومِ الْحُمُرِ. فَرَوَاهُ حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ عَنْ عَمْرٍو عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ عَلِىٍّ عَنْ جَابِرٍ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم. وَهَذَا النَّحْوُ فِى الرِّوَايَاتِ كَثِيرٌ يَكْثُرُ تَعْدَادُهُ وَفِيمَا ذَكَرْنَا مِنْهَا كِفَايَةٌ لِذَوِى الْفَهْمِ.
فَإِذَا كَانَتِ الْعِلَّةُ عِنْدَ مَنْ وَصَفْنَا قَوْلَهُ مِنْ قَبْلُ فِى فَسَادِ الْحَدِيثِ وَتَوْهِينِهِ إِذَا لَمْ يُعْلَمْ أَنَّ الرَّاوِىَ قَدْ سَمِعَ مِمَّنْ رَوَى عَنْهُ شَيْئًا إِمْكَانَ الإِرْسَالِ فِيهِ لَزِمَهُ تَرْكُ الاِحْتِجَاجِ فِى قِيَادِ قَوْلِهِ بِرِوَايَةِ مَنْ يُعْلَمُ أَنَّهُ قَدْ سَمِعَ مِمَّنْ رَوَى عَنْهُ إِلاَّ فِى نَفْسِ الْخَبَرِ الَّذِى فِيهِ ذِكْرُ السَّمَاعِ لِمَا بَيَّنَّا مِنْ قَبْلُ عَنِ الأَئِمَّةِ الَّذِينَ نَقَلُوا الأَخْبَارَ أَنَّهُمْ كَانَتْ لَهُمْ تَارَاتٌ يُرْسِلُونَ فِيهَا الْحَدِيثَ إِرْسَالاً وَلاَ يَذْكُرُونَ مَنْ سَمِعُوهُ مِنْهُ وَتَارَاتٌ يَنْشَطُونَ فِيهَا فَيُسْنِدُونَ الْخَبَرَ عَلَى هَيْئَةِ مَا سَمِعُوا فَيُخْبِرُونَ بِالنُّزُولِ فِيهِ إِنْ نَزَلُوا وَبِالصُّعُودِ إِنْ صَعِدُوا كَمَا شَرَحْنَا ذَلِكَ عَنْهُمْ وَمَا عَلِمْنَا أَحَدًا مِنْ أَئِمَّةِ السَّلَفِ مِمَّنْ يَسْتَعْمِلُ الأَخْبَارَ وَيَتَفَقَّدُ صِحَّةَ الأَسَانِيدِ وَسَقَمَهَا مِثْلَ أَيُّوبَ السَّخْتِيَانِىِّ وَابْنِ عَوْنٍ وَمَالِكِ بْنِ أَنَسٍ وَشُعْبَةَ بْنِ الْحَجَّاجِ وَيَحْيَى بْنِ سَعِيدٍ الْقَطَّانِ وَعَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ مَهْدِىٍّ وَمَنْ بَعْدَهُمْ مِنْ أَهْلِ الْحَدِيثِ فَتَّشُوا عَنْ مَوْضِعِ السَّمَاعِ فِى الأَسَانِيدِ كَمَا ادَّعَاهُ الَّذِى وَصَفْنَا قَوْلَهُ مِنْ قَبْلُ وَإِنَّمَا كَانَ تَفَقُّدُ مَنْ تَفَقَّدَ مِنْهُمْ سَمَاعَ رُوَاةِ الْحَدِيثِ مِمَّنْ رَوَى عَنْهُمْ إِذَا كَانَ الرَّاوِى مِمَّنْ عُرِفَ بِالتَّدْلِيسِ فِى الْحَدِيثِ وَشُهِرَ بِهِ فَحِينَئِذٍ يَبْحَثُونَ عَنْ سَمَاعِهِ فِى رِوَايَتِهِ وَيَتَفَقَّدُونَ ذَلِكَ مِنْهُ كَىْ تَنْزَاحَ عَنْهُمْ عِلَّةُ التَّدْلِيسِ فَمَنِ ابْتَغَى ذَلِكَ مِنْ غَيْرِ مُدَلِّسٍ عَلَى الْوَجْهِ الَّذِى زَعَمَ مَنْ حَكَيْنَا قَوْلَهُ فَمَا سَمِعْنَا ذَلِكَ عَنْ أَحَدٍ مِمَّنْ سَمَّيْنَا وَلَمْ نُسَمِّ مِنَ الأَئِمَّةِ
فَمِنْ ذَلِكَ أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ يَزِيدَ الأَنْصَارِىَّ وَقَدْ رَأَى النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم قَدْ رَوَى عَنْ حُذَيْفَةَ وَعَنْ أَبِى مَسْعُودٍ الأَنْصَارِىِّ وَعَنْ كُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا حَدِيثًا يُسْنِدُهُ إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم وَلَيْسَ فِى رِوَايَتِهِ عَنْهُمَا ذِكْرُ السَّمَاعِ مِنْهُمَا وَلاَ حَفِظْنَا فِى شَىْءٍ مِنَ الرِّوَايَاتِ أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ يَزِيدَ شَافَهَ حُذَيْفَةَ وَأَبَا مَسْعُودٍ بِحَدِيثٍ قَطُّ وَلاَ وَجَدْنَا ذِكْرَ رُؤْيَتِهِ إِيَّاهُمَا فِى رِوَايَةٍ بِعَيْنِهَا وَلَمْ نَسْمَعْ عَنْ أَحَدٍ مِنْ أَهْلِ الْعِلْمِ مِمَّنْ مَضَى وَلاَ مِمَّنْ أَدْرَكْنَا أَنَّهُ طَعَنَ فِى هَذَيْنِ الْخَبَرَيْنِ اللَّذَيْنِ رَوَاهُمَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ يَزِيدَ عَنْ حُذَيْفَةَ وَأَبِى مَسْعُودٍ بِضَعْفٍ فِيهِمَا بَلْ هُمَا وَمَا أَشْبَهَهُمَا عِنْدَ مَنْ لاَقَيْنَا مِنْ أَهْلِ الْعِلْمِ بِالْحَدِيثِ مِنْ صِحَاحِ الأَسَانِيدِ وَقَوِيِّهَا يَرَوْنَ اسْتِعْمَالَ مَا نُقِلَ بِهَا وَالاِحْتِجَاجَ بِمَا أَتَتْ مِنْ سُنَنٍ وَآثَارٍ وَهِىَ فِى زَعْمِ مَنْ حَكَيْنَا قَوْلَهُ مِنْ قَبْلُ وَاهِيَةٌ مُهْمَلَةٌ حَتَّى يُصِيبَ سَمَاعَ الرَّاوِى عَمَّنْ رَوَى
وَلَوْ ذَهَبْنَا نُعَدِّدُ الأَخْبَارَ الصِّحَاحَ عِنْدَ أَهْلِ الْعِلْمِ مِمَّنْ يَهِنُ بِزَعْمِ هَذَا الْقَائِلِ وَنُحْصِيهَا لَعَجَزْنَا عَنْ تَقَصِّى ذِكْرِهَا وَإِحْصَائِهَا كُلِّهَا وَلَكِنَّا أَحْبَبْنَا أَنْ نَنْصِبَ مِنْهَا عَدَدًا يَكُونُ سِمَةً لِمَا سَكَتْنَا عَنْهُ مِنْهَا وَهَذَا أَبُو عُثْمَانَ النَّهْدِىُّ وَأَبُو رَافِعٍ الصَّائِغُ وَهُمَا مِمَّنْ أَدْرَكَ الْجَاهِلِيَّةَ وَصَحِبَا أَصْحَابَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنَ الْبَدْرِيِّينَ هَلُمَّ جَرًّا وَنَقَلاَ عَنْهُمُ الأَخْبَارَ حَتَّى نَزَلاَ إِلَى مِثْلِ أَبِى هُرَيْرَةَ وَابْنِ عُمَرَ وَذَوِيهِمَا قَدْ أَسْنَدَ كُلُّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا عَنْ أُبَىِّ بْنِ كَعْبٍ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم حَدِيثًا وَلَمْ نَسْمَعْ فِى رِوَايَةٍ بِعَيْنِهَا أَنَّهُمَا عَايَنَا أُبَيًّا أَوْ سَمِعَا مِنْهُ شَيْئًا وَأَسْنَدَ أَبُو عَمْرٍو الشَّيْبَانِىُّ وَهُوَ مِمَّنْ أَدْرَكَ الْجَاهِلِيَّةَ وَكَانَ فِى زَمَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم رَجُلاً وَأَبُو مَعْمَرٍ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ سَخْبَرَةَ كُلُّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا عَنْ أَبِى مَسْعُودٍ الأَنْصَارِىِّ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم خَبَرَيْنِ وَأَسْنَدَ عُبَيْدُ بْنُ عُمَيْرٍ عَنْ أُمِّ سَلَمَةَ زَوْجِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم حَدِيثًا وَعُبَيْدُ بْنُ عُمَيْرٍ وُلِدَ فِى زَمَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم وَأَسْنَدَ قَيْسُ بْنُ أَبِى حَازِمٍ وَقَدْ أَدْرَكَ زَمَنَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم عَنْ أَبِى مَسْعُودٍ الأَنْصَارِىِّ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم ثَلاَثَةَ أَخْبَارٍ وَأَسْنَدَ عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ أَبِى لَيْلَى وَقَدْ حَفِظَ عَنْ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ وَصَحِبَ عَلِيًّا عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم حَدِيثًا وَأَسْنَدَ رِبْعِىُّ بْنُ حِرَاشٍ عَنْ عِمْرَانَ بْنِ حُصَيْنٍ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم حَدِيثَيْنِ وَعَنْ أَبِى بَكْرَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم حَدِيثًا وَقَدْ سَمِعَ رِبْعِىٌّ مِنْ عَلِىِّ بْنِ أَبِى طَالِبٍ وَرَوَى عَنْهُ وَأَسْنَدَ نَافِعُ بْنُ جُبَيْرِ بْنِ مُطْعِمٍ عَنْ أَبِى شُرَيْحٍ الْخُزَاعِىِّ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم حَدِيثًا وَأَسْنَدَ النُّعْمَانُ بْنُ أَبِى عَيَّاشٍ عَنْ أَبِى سَعِيدٍ الْخُدْرِىِّ ثَلاَثَةَ أَحَادِيثَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم وَأَسْنَدَ عَطَاءُ بْنُ يَزِيدَ اللَّيْثِىُّ عَنْ تَمِيمٍ الدَّارِىِّ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم حَدِيثًا وَأَسْنَدَ سُلَيْمَانُ بْنُ يَسَارٍ عَنْ رَافِعِ بْنِ خَدِيجٍ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم حَدِيثًا وَأَسْنَدَ حُمَيْدُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ الْحِمْيَرِىُّ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم أَحَادِيثَ
فَكُلُّ هَؤُلاَءِ التَّابِعِينَ الَّذِينَ نَصَبْنَا رِوَايَتَهُمْ عَنِ الصَّحَابَةِ الَّذِينَ سَمَّيْنَاهُمْ لَمْ يُحْفَظْ عَنْهُمْ سَمَاعٌ عَلِمْنَاهُ مِنْهُمْ فِى رِوَايَةٍ بِعَيْنِهَا وَلاَ أَنَّهُمْ لَقُوهُمْ فِى نَفْسِ خَبَرٍ بِعَيْنِهِ وَهِىَ أَسَانِيدُ عِنْدَ ذَوِى الْمَعْرِفَةِ بِالأَخْبَارِ وَالرِّوَايَاتِ مِنْ صِحَاحِ الأَسَانِيدِ لاَ نَعْلَمُهُمْ وَهَّنُوا مِنْهَا شَيْئًا قَطُّ وَلاَ الْتَمَسُوا فِيهَا سَمَاعَ بَعْضِهِمْ مِنْ بَعْضٍ إِذِ السَّمَاعُ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمْ مُمْكِنٌ مِنْ صَاحِبِهِ غَيْرُ مُسْتَنْكَرٍ لِكَوْنِهِمْ جَمِيعًا كَانُوا فِى الْعَصْرِ الَّذِى اتَّفَقُوا فِيهِ وَكَانَ هَذَا الْقَوْلُ الَّذِى أَحْدَثَهُ الْقَائِلُ الَّذِى حَكَيْنَاهُ فِى تَوْهِينِ الْحَدِيثِ بِالْعِلَّةِ الَّتِى وَصَفَ أَقَلَّ مِنْ أَنْ يُعَرَّجَ عَلَيْهِ وَيُثَارَ ذِكْرُهُ إِذْ كَانَ قَوْلاً مُحْدَثًا وَكَلاَمًا خَلْفًا لَمْ يَقُلْهُ أَحَدٌ مِنْ أَهْلِ الْعِلْمِ سَلَفَ وَيَسْتَنْكِرُهُ مَنْ بَعْدَهُمْ خَلَفَ فَلاَ حَاجَةَ بِنَا فِى رَدِّهِ بِأَكْثَرَ مِمَّا شَرَحْنَا. إِذْ كَانَ قَدْرُ الْمَقَالَةِ وَقَائِلِهَا الْقَدْرَ الَّذِى وَصَفْنَاهُ . وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى دَفْعِ مَا خَالَفَ مَذْهَبَ الْعُلَمَاءِ وَعَلَيْهِ التُّكْلاَنُ.
Tercemesi:
Bana Bişr b. Hakem rivayet etti ve şöyle dedi: Yahya b. Saîd el-Kattân’ın, Hakîm b. Cübeyr’i, Abdula'lâ’yı ve Mûsâ b. Dinar'ı zayıf (güvenilmez) saydığını işittim. Mûsâ b. Dinar hakkında “hadisi rüzgâr gibidir” demiştir. Yine Mûsâ b. Dihkân ve İsa b. Ebu İsa el-Medenî’yi de zayıf sayardı. Bişr b. Hakem der ki: Hasan b. İsa'nın şöyle dediğini işittim: İbn Mübarek bana “Cerîr’in yanına vardığında onun bütün ilmini yaz, ancak üç kişiden rivayet ettiği hadisleri yazma: Ubeyde b. Muattib, Serî b. İsmâîl ve Muhammed b. Sâlim” dedi.
Müslim der ki: İtham edilen hadis râvilerinin kusurlarına dair âlimlerin sözleri ve onların (râviler hakkında) verdikleri bilgiler çoktur; tamamını zikretmeye kalkışmak kitabı uzatır. Ancak bizim burada zikrettiklerimiz, bu meselede muhaddislerin yöntemini anlayan ve bu konuda söylediklerini, açıkladıklarını idrak eden kimse için yeterlidir. Onlar, hadis râvilerinin kusurlarını ve haber taşıyıcılarının ayıplarını ortaya koymayı kendilerine bir görev bildiler ve bu görevin çok ağır bir sorumluluğu olduğu için, kendilerine bu konuda sorulduğunda açıklama yaptılar. Zira dinle ilgili haberler mutlaka helâl veya haram, emir veya nehiy, teşvik veya sakındırma (terğîb ve terhîb) gibi konulara dairdir. Eğer bir kimse, dine dair bu haberleri rivayet eden kişinin doğruluk ve güvenilirlik bakımından uygun biri olmadığını bilir ve başkalarının bilmediği bu durumu açıklamadan kalkıp da ondan rivayette bulunursa bu davranışından dolayı günahkâr olur ve Müslüman halkı aldatmış sayılır. Zira bu haberleri duyan bazı kimselerin o haberin tamamıyla veya bir kısmıyla amel etmeye kalkışması beklenen bir durumdur. Oysa bu rivayetlerin tamamı ya da çoğu aslı olmayan yalan rivayetler olabilir. Halbuki güvenilir ve kanaat sahibi râvilerden gelen sahih haberler, güvenilmez kimselerden rivayet almaya ihtiyaç bırakmayack kadar çoktur. Zaten insanların birçoğunun bu tür zayıf hadisler ve meçhul senedler üzerinde durması ve bunları, içinde barındırdığı zaafı ve güvensizliği bildiği hâlde rivayet etmeye devam etmesi, sadece halk nezdinde ‘şu adam ne kadar çok hadis topladı ve ne kadar çok kitap yazdı' diye çok hadis rivayet etmiş olarak anılma arzusundan kaynaklanmaktadır. Kim ilimde bu yolu tutar ve bu yöntemi izlerse, onun bu ilimden bir nasibi yoktur. Bilakis böyle biri ‘âlim’ değil, ‘câhil’ olarak anılmaya layıktır.
Râvîlerin birbirlerinden rivayetinin sahih olmasını sağlayan şartlar ve bu konuda hata edenlerin uyarılması babı
Zamanımızda hadisle meşgul olan bazı kimseler, senedlerin sahihliğini ve sağlamlığını değerlendirme hususunda öyle bir görüş ileri sürmüşlerdir ki; biz, eğer bu görüşün anlatımından ve bozukluğunu ortaya koymaktan yüz çevirip geçseydik, bu tutum, yerinde bir görüş ve isabetli bir yöntem sayılırdı. Zira terk edilmeye layık bir sözden yüz çevirmek, onu unutturmak, söyleyenini gizlemek ve cehâlet içindeki kimselerin dikkatini ona çekmemekten daha uygundur. Ne var ki biz, ortaya çıkabilecek kötü sonuçlardan, bilgisizlerin bu yeni ortaya atılmış görüşlere aldanmasından, hatalı görüşlere süratle itibar edip benimsemelerinden ve ilim ehli katında değersiz sayılan sözlere itimat etmelerinden korkarak; bu kişinin sözünün bozukluğunu ortaya koymanın ve görüşünü layık olduğu şekilde reddetmenin insanlar için daha faydalı ve neticesi bakımından daha hayırlı olacağına kanaat getirdik – inşallah. Sözünü anlatmaya başladığımız ve rivayet konusundaki kötü anlayışını haber verdiğimiz kişi şöyle bir iddiada bulunmuştur: Herhangi bir hadisin senedinde “(فُلاَنٌ عَنْ فُلاَنٍ) falan, o da falandan rivayet etti ” şeklinde muanan bir bir ifade yer alsa ve bu iki kişinin aynı dönemde yaşadıkları bilgisi sabit olsa ve ayrıca bu râvînin, rivayet ettiği kişiden hadisi bizzat işitmiş ve ondan doğrudan almış olması ihtimali de aklen mümkün bulunsa da, bu râvînin ondan gerçekten hadis işittiğine veya onunla görüştüğüne dair elimizde bir bilgi yoksa, hiçbir rivayette onların birbirleriyle görüştüğüne ya da hadisi doğrudan birbirlerine aktardıklarına dair bir bilgi yer almıyorsa, o zaman bu kimseye göre böyle bir isnadla gelen hiçbir habere delil getirilemez. Bu kişinin nazarında, ancak şu durumlarda bu tür rivayetler geçerli olabilir: Bu iki kişinin ömürleri boyunca en az bir kez bir araya geldiklerinin bilinmesi, Yahut birbirlerine şifahen hadis rivayet ettiklerinin sabit olması, Veya onların bir defa olsun buluştuklarına ve görüştüklerine dair bir haberin gelmiş olması. Eğer böyle bir bilgi yoksa ve bu râvînin, rivayette bulunduğu kişiyi bir defa dahi görüp ondan herhangi bir şey işittiğini bildiren sahih bir rivayet de gelmemişse, bu durumda, -bu kişiye göre-, râvînin bu kimseden haber aktarması bir delil sayılmaz ve ondan herhangi bir şey işittiğine dair az ya da çok bir bilgi gelmediği müddetçe bu haber, kendisi nezdinde, mevkuf olarak kalır.
Muanan (Ravilerin birbirinden عن sığasıyla aldıkları) Hadisin Sahih Olabilmesinin Şartları.
(Ravilerin birbirinden عن sığasıyla aldıkları hadisin Sahih olmadığına dair) bu görüş –Allah sana rahmet etsin– senedlerde (rivayet zincirlerinde) yapılan tenkit konusunda sonradan ortaya atılmış, uydurulmuş bir görüştür. Bu görüşü daha önce ileri süren hiç kimse bulunmamaktadır. Ne geçmiş âlimlerden, ne de günümüzdeki ilim ehli arasında bu görüşe destek çıkan biri yoktur. Çünkü hadis ve rivayet ilmiyle uğraşanların eskiden beri kabul edip ittifak ettikleri genel ve yaygın görüş şudur: Her güvenilir râvinin, kendisi gibi güvenilir bir râviden rivayet ettiği bir hadis; eğer ikisinin buluşması ve birbirinden hadis işitmesi mümkündür denebilecek bir durumdaysa, yani ikisi de aynı çağda yaşamışlarsa, bu iki kişinin gerçekten bir araya geldiklerine ve sözlü olarak birbirlerinden hadis naklettiklerine dair hiçbir haber gelmemiş olsa bile, o rivayet geçerli kabul edilir. Bu ravinin, rivayet ettiği kişiyi hiç görmediğine veya ondan hiçbir şey işitmediğine dair açık bir delil olmadığı müddetçe rivayet sabittir ve onunla delil getirilir (hüccettir). Ama eğer ravinin hocası ile buluşma imkanı konusunda bir belirsizlik varsa, görüşme ihtimali ortadan kalktığına, yani râvînin görmediğin, işitmediğin dair kesin bir bilgi olmadığı müddetçe semaya (ravinin hocasından bu rivayeti işittiğine) hükmedilir.
Şu anlattığımız görüşü (bir kere olsun görüşmeyi şartını) ortaya atan veya bu görüşü savunana şöyle denir: Sen genel itibarıyla “güvenilir bir raviden güvenilir bir raviye ulaşan haberin (haber-i vâhidin) delil olduğunu ve ona göre amel edilmesi gerektiğini” kabul ediyorsun ama sonra buna bir şart ekledin ve “Ancak bu iki ravinin (şeyh ve talebenin) bir kez olsun karşılaştığını veya bir hadisi ondan duyduğunu bilmemiz gerekir” dedin. Peki bu koyduğun şartına, sözüne itibar edilen herhangi muhaddisten delil bulabiliyor musun? Bulamıyorsan, o zaman bu iddianı destekleyecek bir delil getir. Eğer sen, bu şartı (lika şartını) selef âlimlerinden birinin görüşüne dayandırdığını iddia ediyorsan, senden bu görüşü açıkça göstermeni isteriz. Ama sen de başkası da bu konuda bir görüş bulamayacaksınız. Eğer sen “Ben bakıyorum ki geçmiş ve günümüz râvîleri birbirlerinden hadis rivayet ediyor ama gerçekte birbirlerini hiç görmemişler, birbirlerinden bir şey işitmemişler. Yani aralarında semâ olmadan bu işi yapıyorlar. Hâlbuki bizim ve hadis ehlinin görüşüne göre, böyle mürsel rivayetler hüccet değildir. O yüzden, her râvinin hocasından hadis işitip işitmediğini araştırmaya ihtiyaç duydum. En küçük bir semâ örneğine rastlarsam, artık ondan gelen bütün rivayetleri sabit kabul ediyorum. Ama eğer o semâ bilgisine ulaşamazsam, o zaman bu haberi askıya alıyor ve delil olarak görmüyorum; çünkü bu durumda irsâl ihtimali mevcuttur” diyerek böyle bir delil getirmeye kalkarsan sana şöyle denir: Eğer senin bu haberi zayıf sayma sebebin, sadece irsâl ihtimali ise, o zaman sana düşen şudur: Herhangi bir senedde, râvîlerin “an” (عن) lafzıyla rivayet ettiği (mu‘an‘an) hiçbir hadisi, bu senedin başından sonuna kadar semâ ile sabit olduğunu görene kadar kabul etme.
Şöyle ki: Hişâm b. Urve’nin, babası (Urve) aracılığıyla Hz. Âişe'den rivayet ettiği ve bize ulaşan hadis hakkında biz şunu kesin olarak biliyoruz: Hişâm, babasından hadis işitmiştir; babası da Hz. Âişe’den işitmiştir. Tıpkı Hz. Âişe’nin de, Peygamber Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) hadis işittiğini bildiğimiz gibi. Bununla birlikte, Hişâm bir rivayetinde "babamdan işittim" veya "bana haber verdi" dememişse, aklen şu da mümkündür: Belki o hadisi bir başkası Hişâm’a, babasından nakletmiştir de Hişâm onu babasından şifahen işitmemiştir. Sadece bu rivayeti mürsel olarak (aradaki kişiyi anmadan) aktarmayı tercih etmiş ve ondan duyduğu kişiyi isnada eklememiştir. Her bir râvînin, diğerinden çokça hadis işittiği genel olarak bilinmekteyse, bu durumda şunu da kabul etmek gerekir: Bunlardan her biri bazı rivayetlerde bir başkasından —o zat hakkında— bazı hadisleri işitmiş olabilir ve sonra bazen bu hadisleri mürsel olarak (aradaki kişiyi anmadan) o zattan nakletmiş olabilir. Yani hadisi kime nispet ettiğini söyler ama, aradaki kendisine rivayet eden kişiyi anmaz. Bazen de bunu yapmaz; yani o hadisi kimden aldığını açıkça söyler ve böylece irsal (mürsel rivayet) yolunu terk eder. Bizim bu söylediklerimiz, hadislerde mevcuttur ve güvenilir muhaddislerin ve ilim ehli imamların uygulamaları arasında yaygın olarak görülür. Daha önce bahsettiğimiz tarzda rivayetlerinden bazı örnekleri, inşallah daha fazlasına delil olarak zikredeceğiz. Bunlardan biri şudur:
Eyyûb es-Sahtiyânî, İbn Mubârek, Vekî, İbn Numeyr ve başkalarından oluşan bir topluluk, Hişâm b. Urve’den, o da babası Urve’den, o da Hz. Âişe’den (r.anha) (عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ) rivayet ettiklerine göre Hz. Âişe “Rasulullah’ı (sav) ihramlı ve ihramsız haliyle en güzel kokularla kokulandırırdım.” demiştir.
Bu rivayeti aynı kelimelerle Leys b. Sa‘d, Dâvûd el-Attâr, Humeyd b. Esved, Vuhayb b. Hâlid ve Ebu Usame de Hişâm’dan şöyle nakletmişlerdir: Hişâm der ki: Bana Osman b. Urve, ona Urve, ona da Hz. Âişe Nebî’den (sav) haber verdi. (عَنْ هِشَامٍ قَالَ أَخْبَرَنِى عُثْمَانُ بْنُ عُرْوَةَ عَنْ عُرْوَةَ عَنْ عَائِشَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم)
Hişâm b. Urve’den, babası Urve’den, Hz. Âişe’den (وَرَوَى هِشَامٌ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ) nakledilen başka bir rivayette şöyle denilmiştir: “Peygamber (sav) itikaf yaptığı zaman başını yanıma yaklaştırırdım, ben de hayızlı iken, ayaklarını okşardım.”
Bu rivayetin aynısını Malik b. Enes, Zührî’den, Urve’den, Amre’den, Hz. Âişe’den, Nebî’den (sav) (مَالِكُ بْنُ أَنَسٍ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ عُرْوَةَ عَنْ عَمْرَةَ عَنْ عَائِشَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم) nakletmiştir.
Ayrıca Zührî ve Salih b. Ebu Hassan, Ebu Seleme’den, Hz. Âişe’den, Peygamber’den (sav) (رَوَى الزُّهْرِىُّ وَصَالِحُ بْنُ أَبِى حَسَّانَ عَنْ أَبِى سَلَمَةَ عَنْ عَائِشَةَ) şöyle rivayet etmiştir: “Peygamber (s.a.v.) oruçlu iken kendisini öperdi.”
Yahyâ b. Ebu Kesîr bu kuble (öpme) hadisi ile ilgili olarak şöyle demiştir: Bana Ebu Seleme b. Abdurrahman bana haber verdi, ona Ömer b. Abdülaziz haber verdi, ona Urve haber verdi, ona da Hz. Âişe Peygamber’in (sav) oruçlu iken kendisini öptüğünü haber vermiştir. (أَخْبَرَنِى أَبُو سَلَمَةَ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ أَنَّ عُمَرَ بْنَ عَبْدِ الْعَزِيزِ أَخْبَرَهُ أَنَّ عُرْوَةَ أَخْبَرَهُ أَنَّ عَائِشَةَ أَخْبَرَتْهُ أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم )
İbn Uyeyne ve başkaları Amr b. Dinar’dan, o da Câbir’den ( ابْنُ عُيَيْنَةَ وَغَيْرُهُ عَنْ عَمْرِو بْنِ دِينَارٍ عَنْ جَابِرٍ) rivayet ettiklerine göre Cabir “Rasulullah (sav) bize at eti yedirirdi, eşek eti yemememizi yasaklardı” demiştir
Bu rivayeti Hammad b. Zeyd, Amr’dan, o da Muhammed b. Ali’den, o da Câbir’den, o da Peygamber’den (sav) nakletmiştir. (حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ عَنْ عَمْرٍو عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ عَلِىٍّ عَنْ جَابِرٍ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم)
Böyle rivayetler çoktur ve sayı bakımından fazladır. Bizim zikrettiklerimiz, anlayış sahibi kimseler için yeterlidir.
Eğer, daha önce sözünü ettiğimiz kişinin nazarında bir hadisin bozuk (zayıf) ve geçersiz sayılmasının gerekçesi, ravinin rivayet ettiği kişiden bir şey işittiğinin bilinmemesi ve o rivayette irsal (yani aradaki râvinin atlanmış olması) ihtimalinin bulunması ise; o halde bu görüşü benimseyen kimsenin, kendisine isnadı sabit olan bir râvinin rivayetini bile, ancak o rivayetin bizzat içinde “duydum (سمعت), bana haber verdi (أخبرني)” gibi bir semâ ifadesi yer alıyorsa delil olarak alması gerekir. Çünkü biz daha önce haberleri (hadisleri) bize aktaran imamların (güvenilir râvilerin) şöyle davrandığını açıklamıştık: Bazen hadisleri mürsel şekilde rivayet etmiş ve hadisi kimden duyduklarını zikretmemişler, bazen de daha dikkatli davranarak, hadisi işittikleri şekliyle tam isnadıyla aktarmışlardır. Bu durumda, eğer senedde "nüzûl" (ravi düşmesi) ya da senedde ("su‘ûd" — tam isnad) varsa bunu da haber vermişlerdir. Biz bu durumu daha önce onların rivayet tarzından örnekler vererek açıklamıştık. Daha önce görüşünü açıkladığımız şahsın iddia ettiği gibi hiçbir selef aliminden hadislerle amel eden hüccet sayan ve senedlerin sahihlik ve zayıflığını inceleyen Eyyub es-Sahtiyânî, İbn Avn, Mâlik b. Enes, Şube b. Haccâc, Yahya b. Said el-Kattân, Abdurrahman b. Mehdî gibi ve bunlardan sonra gelen muhaddislerden isnadlarda semâ sığalarını (muanan rivayetleri özellikle) araştırdıklarını bilmiyoruz. Alimler, hadis ravilerinin kendilerinden rivayette bulundukları hocalarından semanın olup olmadığını, sadece ravinin hadiste tedlisle maruf ve meşhur olduğu zaman ve tedlis probleminin izale olması için ravinin (muanan) rivayetlerinde semanın olup olmadığını araştırıp incelerler. Daha önce görüşünü zikrettiğimiz kişinin iddia ettiği şekliyle kim müdellis olmayan bir ravinin (muanan) rivayetinin de inceleneceğini talep ediyorsa (yanılır); zira burada ismini verdiğimiz ne bu alimlerden ne de ismini zikretmediğimiz diğer alimlerden bunu (müdellis olmayan ravinin muanan rivayetini incelemeyi) duyduk.
Söz gelimi Abdullah b. Yezîd el-Ensârî, Hz. Peygamber’i (sav) görmüş (ancak O’ndan (sav) rivayeti yoktur) İbn Yezid, Huzeyfe ve Ebu Mesud el-Ensârî’den hadis rivayet etmekte ve onlar vasıtasıyla Rasulullah’tan (sav) hadis rivayet ediyor. Abdullah b. Yezîd’in ne onlarda naklettiği rivayetlerde sema sigası söz konusu ne herhangi bir rivayette onun Huzeyfe ve Ebu Mesud ile bir araya gelip konuştuğuna dair bir rivayet biliyoruz ne de İbn Yezid’in onları gördüğüne dair bir bilgi bulduk. Aynı şekilde ne selef alimlerden ne de bizim yetiştiğimiz hocalardan herhangi birisinden, Abdullah b. Yezîd’in Huzeyfe ve Ebu Mesud’dan naklettiği iki hadisle ilgili bir eleştiri ve bir zayıflık işitmişizdir. Bilakis bizim mülaki olduğumuz hadis hocalarına göre, bu iki hadis veya bunlara benzer hadisler sahih hadislerdendir. Onlar, bu senedlerle nakledilen hadislerle amel edileceğini ve delil olarak kullanılacağı görüşündeler. Bu gibi hadisler, daha önce görüşünü açıkladığımız iddia sahibine göre ravinin rivayet ettiği kimselerden semanın tespiti yapılıncaya kadar zayıf amel edilmemesi gereken rivayetlerdir.
Mezkur iddia sahibine göre zayıf kabul edilen kimselerden nakledilen rivayetleri, (ama gerçekte) alimlere göre sahih hadisleri saymaya kalksak, o örneklerin hepsini etraflıca tespit edip dökümünü çıkarmaktan aciz kalırız. Ancak biz burada zikretmediğimiz diğer rivayetlere alamet olması için birkaç misal ile iktifa etmeyi uygun gördük. Söz gelimi Ebu Osman en-Nehdî ile Ebu Râfi’ es-Sâiğ cahiliye dönemini idrak etmiş ve Hz. Peygamber’in (sav) Bedir’e katılan ashabına sohbeti olup (diğer sahabileri) de görmüştür. Onlar, (bu büyük) sahabilerden birtakım hadisler naklettikleri gibi, Ebu Hureyre ve İbn Ömer gibilerden ve onlardan daha küçük sahabilerden de hadis rivayet etmişlerdir. Onlardan her biri, Übey b. Ka’b aracılığı ile Nebî’den (sav) birer hadis rivayet etmişler; ancak herhangi bir rivayette onların Übey’i gördüklerini veya işittiklerine dair bir bilgi bilmiyoruz. Ebu Amir eşl-Şeybânî de hadis rivayet etmiştir. Kendisi cahiliye dönemini idrak edenlerden olup Nebî (sav) zamanında olgun (yaşı ileri) biriydi. Ebu Ma’mer Abdullah b. Sahbere’nin de (aynı şekilde) rivayeti vardır. Onların her biri, Ebu Mesud el-Ensârî’den (an sigasıyla), o da Hz. Peygamber’den (sav) olmak üzere iki hadis rivayet etmiştir. Ebu Ubeyd b. Umeyr Rasulullah’ın (sav) hanımı Ümmü Seleme’den (r.anha) (an sigasıyla), o da Nebî’den (sav) bir hadis rivayet etmiştir. Oysaki Ebu Ubeyd (ra), Hz. Peygamber’in (sav) (nübüvvet) zamanında doğmuştu. Kays b. Ebu Hâzim Rasulullah’ın (sav) zamanına yetiştiği halde Ebu Mesud el-Ensârî’den (an sigasıyla), o da Hz. Peygamber’den (sas) olmak üzere üç hadis rivayet etmiştir. Abdurrahman b. Ebu Leyla, Ömer b. Hattâb’tan (ra) hadis öğrenmiş ve Ali (ra) ile beraber olduğu halde Enes b. Mallik’ten (ra) (an sigasıyla), o da Nebî’den (sav) bir hadis rivayet etmiştir. Rıb’i b. Hırâş, İmrân b. Hüseyin’den (an sigasıyla), o da Rasulullah'tan (sav) iki hadis ve Ebu Bekre’den de (an sigasıyla), o da Nebî’den (sav) bir hadis rivayet etmiştir. Oysaki Rib’i Ali b. Ebu Tâlib’ten (ra) seması olup ondan hadis rivayet etmiştir. Nâfi b. Cübeyr b. Mutim, Ebu Şureyh el-Huzâî’den (an sigasıyla), o da Rasulullah’dan (sav) bir hadis nakletmiştir. Numân b. Ebu Ayyâş, Ebu Said el-Hudrî’den (ra) (an sigasıyla), o da Rasulullah’tan (sav) üç hadis rivayet etmiştir. Atâ b. Yezîd el-Leysî, Temîm ed-Dârî’den, o da Nebî’den (sav) (an sigasıyla) bir hadis rivayet etmiştir. Süleyman b. Yesâr, Râfi’ b. Hadîc’den 'an sigasıyla), o da Rasulullah’tan (sav) bir hadis rivayet etmiştir. Hümeyd b. Abdurrahman el-Himyerî’den (an sigasıyla), Ebu Hureyre’den (ra) o da Hz. Peygamber’den (sav) bazı hadisler rivayet etmiştir.
Burada örnek kabilinden isimlerini verdiğimiz sahabilerden rivayet eden bütün bu tabilerin, ne herhangi muayyen bir rivayette kendilerinden naklettikleri o sahabilerden semanın olduğu biliniyor ne de onlarla karşılaştıkları sabittir. Ancak bu senedler, hadis alimlerine göre sahih senedlerdendir. Ne bu hadis alimlerinin ilgili rivayetlerden herhangi bir tanesini zayıf kabul ettiklerini biliyoruz ne de bu tabilerin o sahabilerden semanın olup olmadığına dair bir araştırma yapmışlardır. Zira onların aynı asırda bulunmaları sebebiyle tabilerin rivayet ettikleri hocalardan semaı mümkün olup yadırganamayacak bir durumdur.
(Muanan) hadisi, ilgili gerekçe sebebiyle zayıf kılma hususunda görüşünü aktardığımız şahsın sonradan uydurduğu bu söz, üzerinde durulması ve başkalarına duyurulması gerekecek düzeyde değildir. Çünkü ne selef alimlerinden bunu söyleyen ne de onlardan sonra gelenlerin kabul ettiği sonradan uydurulmuş batıl bir görüştür. Dolayısıyla bu görüşün reddi ile ilgili açıkladığımızın dışında daha fazla izaha ihtiyaç duymuyoruz. Zira bu sözün ve sahibinin değeri açıkladığımız kadardır. Alimlerin metoduna muhalif bu sözün savunulması noktasında yardımcımız Allah'tır ve tevekkülümüz de Allah’adır.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Mukaddime 92, /27
Senetler:
()
Konular:
Aldatmak, müslümanın müslümanı aldatması
Hadis Rivayeti
Hadis, hadislerin yazılması
KTB, İLİM
Yiyecekler, Ehlî eşek eti
Yiyecekler, Eşek (evcil) etinin yasaklanması
Yiyecekler, Eti Yenen Hayvanlar
Yiyecekler, eti yenmeyen hayvanlar
Bana Muhammed b. Ubeyd el-Guberî, Ebu Kamil el-Cahderî ve Ahmed b. Abde, onlara Hammad b. Zeyd, ona Matar el-Varrak, ona da Abdullah b. Büreyde, Yahya b. Ya'mer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Ma'bed (el-Cühenî) kader hakkındaki görüşlerini söylediğinde biz bunlara karşı çıktık. Ben ve Humeyd b. Abdurrahman el-Himyerî, birlikte hacca gittik. Bu hadisi, Kehmes’in hadisinin anlamıyla ve onun isnadıyla rivayet ettiler. Rivayette bazı fazlalıklar ve bazı harf eksiklikleri (lafız farklılıkları) bulunmaktaydı.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
471, M000094
Hadis:
حَدَّثَنِى مُحَمَّدُ بْنُ عُبَيْدٍ الْغُبَرِىُّ وَأَبُو كَامِلٍ الْجَحْدَرِىُّ وَأَحْمَدُ بْنُ عَبْدَةَ قَالُوا حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ عَنْ مَطَرٍ الْوَرَّاقِ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ بُرَيْدَةَ عَنْ يَحْيَى بْنِ يَعْمَرَ قَالَ:
لَمَّا تَكَلَّمَ مَعْبَدٌ بِمَا تَكَلَّمَ بِهِ فِى شَأْنِ الْقَدَرِ أَنْكَرْنَا ذَلِكَ. قَالَ فَحَجَجْتُ أَنَا وَحُمَيْدُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ الْحِمْيَرِىُّ حِجَّةً. وَسَاقُوا الْحَدِيثَ بِمَعْنَى حَدِيثِ كَهْمَسٍ وَإِسْنَادِهِ. وَفِيهِ بَعْضُ زِيَادَةٍ وَنُقْصَانُ أَحْرُفٍ.
Tercemesi:
Bana Muhammed b. Ubeyd el-Guberî, Ebu Kamil el-Cahderî ve Ahmed b. Abde, onlara Hammad b. Zeyd, ona Matar el-Varrak, ona da Abdullah b. Büreyde, Yahya b. Ya'mer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Ma'bed (el-Cühenî) kader hakkındaki görüşlerini söylediğinde biz bunlara karşı çıktık. Ben ve Humeyd b. Abdurrahman el-Himyerî, birlikte hacca gittik. Bu hadisi, Kehmes’in hadisinin anlamıyla ve onun isnadıyla rivayet ettiler. Rivayette bazı fazlalıklar ve bazı harf eksiklikleri (lafız farklılıkları) bulunmaktaydı.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, İmân 94, /33
Senetler:
0. Maktu' (Maktu')
1. Yahya b. Ya'mer el-Kaysî (Yahya b. Ya'mer)
2. Abdullah b. Büreyde el-Eslemî (Abdullah b. Büreyde Husayb b. Abdullah b. Hâris b. el-A'rec b. Sa'd b. Rezzâh b. Adi b. Sehm b)
3. Matar b. Tahman el-Varrak (Matar b. Tahman)
4. Ebu İsmail Hammad b. Zeyd el-Ezdî (Hammad b. Zeyd b. Dirhem)
5. Ebu Kamil Fudayl b. Hüseyin el-Cahderî (Fudayl b. Hüseyin b. Talha)
5. Ahmed b. Abde ed-Dabbî (Ahmed b. Abde b. Musa)
5. Muhammed b. Ubeyd el-Guberî (Muhammed b. Ubeyd b. Hisab)
Konular:
Hadis Rivayeti
İman, Esasları, Kaza ve Kader
İman, imanın esasları
KTB, İMAN
KTB, KADER
Bize Mahmud b. Ğaylân, ona Ebu Davud, ona Şu'be, ona Simâk b. Harb, ona Abdurrahman b. Abdullah b. Mesud, ona da babası (Abdullah b. Mesud), Hz. Peygamber'in (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allah, bizden bir söz işitip onu ezberleyen ve sonra başkasına ulaştıran kimsenin yüzünü nurlandırsın. Kendisine hadis aktarılan nice kimseler onu ilk işitenden daha fazla kavrayışlıdır."
[Ebu İsa şöyle demiştir: Bu, hasen-sahih bir hadistir. Bu hadisi Abdülmelik b. Umeyr, Abdurrahman b. Abdullah'tan rivayet etmiştir.]
Öneri Formu
Hadis Id, No:
15317, T002657
Hadis:
حَدَّثَنَا مَحْمُودُ بْنُ غَيْلاَنَ حَدَّثَنَا أَبُو دَاوُدَ أَنْبَأَنَا شُعْبَةُ عَنْ سِمَاكِ بْنِ حَرْبٍ قَالَ: سَمِعْتُ عَبْدَ الرَّحْمَنِ بْنَ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مَسْعُودٍ يُحَدِّثُ عَنْ أَبِيهِ قَالَ : قَالَ سَمِعْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ: « نَضَّرَ اللَّهُ امْرَأً سَمِعَ مِنَّا شَيْئًا فَبَلَّغَهُ كَمَا سَمِعَ فَرُبَّ مُبَلَّغٍ أَوْعَى مِنْ سَامِعٍ » . قَالَ أَبُو عِيسَى : هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ وَقَدْ رَوَاهُ عَبْدُ الْمَلِكِ بْنُ عُمَيْرٍ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ .
Tercemesi:
Bize Mahmud b. Ğaylân, ona Ebu Davud, ona Şu'be, ona Simâk b. Harb, ona Abdurrahman b. Abdullah b. Mesud, ona da babası (Abdullah b. Mesud), Hz. Peygamber'in (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allah, bizden bir söz işitip onu ezberleyen ve sonra başkasına ulaştıran kimsenin yüzünü nurlandırsın. Kendisine hadis aktarılan nice kimseler onu ilk işitenden daha fazla kavrayışlıdır."
[Ebu İsa şöyle demiştir: Bu, hasen-sahih bir hadistir. Bu hadisi Abdülmelik b. Umeyr, Abdurrahman b. Abdullah'tan rivayet etmiştir.]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Tirmizî, Sünen-i Tirmizî, İlim 7, 5/34
Senetler:
1. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Mesud (Abdullah b. Mesud b. Gafil b. Habib b. Şemh)
2. Abdurrahman b. Abdullah el-Hüzeli (Abdurrahman b. Abdullah b. Mesud)
3. Simak b. Harb ez-Zühlî (Simak b. Harb b. Evs b. Halid)
4. Şube b. Haccâc el-Atekî (Şu'be b. Haccac b. Verd)
5. Ebû Dâvûd et-Tayâlîsî (Süleyman b. Davud b. Cârûd)
6. Ebu Ahmed Mahmud b. Ğaylan el-Adevi (Mahmud b. Ğaylan)
Konular:
Hadis Rivayeti
KTB, İLİM
Bize Mahmûd b. Ğaylân, ona Ebu Davud, ona Şu'be, ona Ömer b. Hattâb'ın torunlarından Ömer b. Süleyman, ona Abdurrahman b. Ebân b. Osman, ona da babası (Ebân b. Osman) şöyle rivayet etmiştir:
Zeyd b. Sâbit, günün ortasında, Mervân’ın yanından dışarı çıktı. Biz de kendi aramızda “Bu saatte onu yanına çağırdıysa, mutlaka kendisine bir mesele sormuştur” dedik. Bunun üzerine kalkıp Zeyd’e sorduk, bize “Evet, bize Rasulullah’tan (sav) işittiğimiz bazı şeyleri sordu. Ben Rasulullah’ı (sav) işittim, şöyle buyuruyordu:
"Allah, benden bir söz işitip onu ezberleyen ve sonra başkasına ulaştıran kimsenin yüzünü nurlandırsın! Zira nice fıkıh (ilim) taşıyan kimse vardır ki, kendisinden daha fakih (derin anlayış sahibi) birine onu ulaştırır. Nice fıkıh (ilim) taşıyan da vardır ki, fakih (derinlemesine anlayış sahibi) değildir."
[Bu konuda Abdullah b. Mesud, Muâz b. Cebel, Cübeyr b. Mut'im, Ebu Derdâ ve Enes'ten de hadis rivayet edilmiştir. Ebu İsa şöyle demiştir: Zeyd b. Sabit'ten rivayet edilen hadis, hasen bir hadistir.]
Öneri Formu
Hadis Id, No:
15316, T002656
Hadis:
حَدَّثَنَا مَحْمُودُ بْنُ غَيْلاَنَ حَدَّثَنَا أَبُو دَاوُدَ أَخْبَرَنَا شُعْبَةُ أَخْبَرَنَا عُمَرُ بْنُ سُلَيْمَانَ مِنْ وَلَدِ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ قَالَ :سَمِعْتُ عَبْدَ الرَّحْمَنِ بْنَ أَبَانَ بْنِ عُثْمَانَ يُحَدِّثُ عَنْ أَبِيهِ قَالَ :خَرَجَ زَيْدُ بْنُ ثَابِتٍ مِنْ عِنْدِ مَرْوَانَ نِصْفَ النَّهَارِ قُلْنَا :مَا بَعَثَ إِلَيْهِ فِى هَذِهِ السَّاعَةِ إِلاَّ لِشَىْءٍ سَأَلَهُ عَنْهُ فَقُمْنَا فَسَأَلْنَاهُ فَقَالَ: نَعَمْ سَأَلَنَا عَنْ أَشْيَاءَ سَمِعْنَاهَا مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ :« نَضَّرَ اللَّهُ امْرَأً سَمِعَ مِنَّا حَدِيثًا فَحَفِظَهُ حَتَّى يُبَلِّغَهُ غَيْرَهُ فَرُبَّ حَامِلِ فِقْهٍ إِلَى مَنْ هُوَ أَفْقَهُ مِنْهُ وَرُبَّ حَامِلِ فِقْهٍ لَيْسَ بِفَقِيهٍ » . وَفِى الْبَابِ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مَسْعُودٍ وَمُعَاذِ بْنِ جَبَلٍ وَجُبَيْرِ بْنِ مُطْعِمٍ وَأَبِى الدَّرْدَاءِ وَأَنَسٍ . قَالَ أَبُو عِيسَى: حَدِيثُ زَيْدِ بْنِ ثَابِتٍ حَدِيثٌ حَسَنٌ .
Tercemesi:
Bize Mahmûd b. Ğaylân, ona Ebu Davud, ona Şu'be, ona Ömer b. Hattâb'ın torunlarından Ömer b. Süleyman, ona Abdurrahman b. Ebân b. Osman, ona da babası (Ebân b. Osman) şöyle rivayet etmiştir:
Zeyd b. Sâbit, günün ortasında, Mervân’ın yanından dışarı çıktı. Biz de kendi aramızda “Bu saatte onu yanına çağırdıysa, mutlaka kendisine bir mesele sormuştur” dedik. Bunun üzerine kalkıp Zeyd’e sorduk, bize “Evet, bize Rasulullah’tan (sav) işittiğimiz bazı şeyleri sordu. Ben Rasulullah’ı (sav) işittim, şöyle buyuruyordu:
"Allah, benden bir söz işitip onu ezberleyen ve sonra başkasına ulaştıran kimsenin yüzünü nurlandırsın! Zira nice fıkıh (ilim) taşıyan kimse vardır ki, kendisinden daha fakih (derin anlayış sahibi) birine onu ulaştırır. Nice fıkıh (ilim) taşıyan da vardır ki, fakih (derinlemesine anlayış sahibi) değildir."
[Bu konuda Abdullah b. Mesud, Muâz b. Cebel, Cübeyr b. Mut'im, Ebu Derdâ ve Enes'ten de hadis rivayet edilmiştir. Ebu İsa şöyle demiştir: Zeyd b. Sabit'ten rivayet edilen hadis, hasen bir hadistir.]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Tirmizî, Sünen-i Tirmizî, İlim 7, 5/33
Senetler:
1. Ebu Saîd Zeyd b. Sabit el-Ensarî (Zeyd b. Sabit b. Dahhak b. Zeyd)
2. Ebu Said Ebân b. Osman el-Ümevî (Ebân b. Osman b. Affân)
3. Abdurrahman b. Eban (Abdurrahman b. Eban b. Osman b. Affan)
4. Amr b. Süleyman el-Kuraşî (Ömer b. Süleyman b. Asım b. Ömer b. Hattab)
5. Şube b. Haccâc el-Atekî (Şu'be b. Haccac b. Verd)
6. Ebû Dâvûd et-Tayâlîsî (Süleyman b. Davud b. Cârûd)
7. Ebu Ahmed Mahmud b. Ğaylan el-Adevi (Mahmud b. Ğaylan)
Konular:
Hadis Rivayeti
KTB, İLİM
Bize Muhammed b. Abdullah b. Nümeyr ve Züheyr b. Harb, onlara Abdullah b. Yezid, ona Said b. Ebu Eyyûb, ona Ebu Hânî, ona Ebu Osman Müslim b. Yesâr, ona da Ebu Hureyre, Hz. Peygamber'in (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Ümmetimin son zamanlarında ne sizin ne de atalarınızın işitmediği şeyleri rivayet eden bir takım insanlar olacaktır. Onlardan sakının!"
Öneri Formu
Hadis Id, No:
285998, M000015-2
Hadis:
وَحَدَّثَنِى مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ نُمَيْرٍ وَزُهَيْرُ بْنُ حَرْبٍ قَالاَ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ يَزِيدَ قَالَ حَدَّثَنِى سَعِيدُ بْنُ أَبِى أَيُّوبَ قَالَ حَدَّثَنِى أَبُو هَانِئٍ عَنْ أَبِى عُثْمَانَ مُسْلِمِ بْنِ يَسَارٍ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَنَّهُ قَالَ:
" سَيَكُونُ فِى آخِرِ أُمَّتِى أُنَاسٌ يُحَدِّثُونَكُمْ مَا لَمْ تَسْمَعُوا أَنْتُمْ وَلاَ آبَاؤُكُمْ فَإِيَّاكُمْ وَإِيَّاهُمْ "
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Abdullah b. Nümeyr ve Züheyr b. Harb, onlara Abdullah b. Yezid, ona Said b. Ebu Eyyûb, ona Ebu Hânî, ona Ebu Osman Müslim b. Yesâr, ona da Ebu Hureyre, Hz. Peygamber'in (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Ümmetimin son zamanlarında ne sizin ne de atalarınızın işitmediği şeyleri rivayet eden bir takım insanlar olacaktır. Onlardan sakının!"
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Mukaddime 15, /17
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebu Osman Müslim b. Yesar et-Tunbüzi (Müslim b. Yesar)
3. Humeyd b. Hani el-Havlanî (Humeyd b. Hani)
4. Ebu Yahya Said b. Miklas el-Huzaî (Said b. Miklas)
5. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Yezid el-Adevî (Abdullah b. Yezid)
6. Ebu Abdurrahman Muhammed b. Numeyr el-Hemdânî el-Hârifî (Muhammed b. Abdullah b. Numeyr el-Hemedânî)
Konular:
Hadis Rivayeti
Hadis Rivayeti, ihtiyat
Yalan, Hz. Peygamber'e yalan isnadı
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُتَوَكِّلِ الْعَسْقَلاَنِىُّ وَالْحَسَنُ بْنُ عَلِىٍّ قَالاَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ أَبِى سَلَمَةَ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم "لاَ عَدْوَى وَلاَ طِيَرَةَ وَلاَ صَفَرَ وَلاَ هَامَةَ." فَقَالَ أَعْرَابِىٌّ مَا بَالُ الإِبِلِ تَكُونُ فِى الرَّمْلِ كَأَنَّهَا الظِّبَاءُ فَيُخَالِطُهَا الْبَعِيرُ الأَجْرَبُ فَيُجْرِبُهَا قَالَ "فَمَنْ أَعْدَى الأَوَّلَ." قَالَ مَعْمَرٌ قَالَ الزُّهْرِىُّ فَحَدَّثَنِى رَجُلٌ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّهُ سَمِعَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ "لاَ يُورِدَنَّ مُمْرِضٌ عَلَى مُصِحٍّ." قَالَ فَرَاجَعَهُ الرَّجُلُ فَقَالَ أَلَيْسَ قَدْ حَدَّثْتَنَا أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم قَالَ "لاَ عَدْوَى وَلاَ صَفَرَ وَلاَ هَامَةَ." قَالَ لَمْ أُحَدِّثْكُمُوهُ.
[قَالَ الزُّهْرِىُّ قَالَ أَبُو سَلَمَةَ قَدْ حَدَّثَ بِهِ وَمَا سَمِعْتُ أَبَا هُرَيْرَةَ نَسِىَ حَدِيثًا قَطُّ غَيْرَهُ.]
Bize Muhammed b. Mütevekkil el-Askalani ve Hasan b. Ali, o ikisine Abdürrezzak, ona Mamer, ona Zührî, ona Ebu Seleme, ona da Ebu Hureyre şöyle demiştir:
"Rasulullah (sav) 'Bulaşıcı (kendi başına tesir eden) hastalık, uğursuzluk, Safer ayının uğursuzluğu ve baykuş uğursuzluğu yoktur' buyurdu. Bunun üzerine (orada bulunan) bir bedevi 'Peki, ya develer? Kumda ceylan gibi sağlıklı dolaşırken, içlerine uyuz bir deve giriyor da hepsi uyuz oluyor. Bu nasıl oluyor?' dedi. Hz. Peygamber de 'Peki hastalığı ilk bulaştıran kimdir?' karşılığını verdi."
Mamer der ki: Bana Zührî, ona bir adam, ona da Ebu Hureyre şöyle rivayet etmiştir:
"Hz. Peygamber (sav) 'Hastalık taşıyan, sağlıklı bir kimsenin yanına götürülmemelidir' buyurmuştur. Bunun üzerine bir adam Ebu Hureyre'ye dönüp 'sen bize (daha önce) Peygamber'in (sav) 'Bulaşıcı (kendi başına tesir eden) hastalık, uğursuzluk, Safer ayının uğursuzluğu ve baykuş uğursuzluğu yoktur' buyurduğunu söylememiş miydin?' dedi. Ebu Hureyre de 'bunu size ben söylemedim karşılığım' vermiş."
[Zührî der ki: Ebu Seleme, Ebu Hureyre'nin bu hadisi rivayet ettiğini bildirdi ve 'ben Ebu Hureyre'nin bu hadisten başka (rivayet ettiği) bir hadisi unuttuğunu duymadım' dedi.]
Öneri Formu
Hadis Id, No:
27825, D003911
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُتَوَكِّلِ الْعَسْقَلاَنِىُّ وَالْحَسَنُ بْنُ عَلِىٍّ قَالاَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ أَبِى سَلَمَةَ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم "لاَ عَدْوَى وَلاَ طِيَرَةَ وَلاَ صَفَرَ وَلاَ هَامَةَ." فَقَالَ أَعْرَابِىٌّ مَا بَالُ الإِبِلِ تَكُونُ فِى الرَّمْلِ كَأَنَّهَا الظِّبَاءُ فَيُخَالِطُهَا الْبَعِيرُ الأَجْرَبُ فَيُجْرِبُهَا قَالَ "فَمَنْ أَعْدَى الأَوَّلَ." قَالَ مَعْمَرٌ قَالَ الزُّهْرِىُّ فَحَدَّثَنِى رَجُلٌ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّهُ سَمِعَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ "لاَ يُورِدَنَّ مُمْرِضٌ عَلَى مُصِحٍّ." قَالَ فَرَاجَعَهُ الرَّجُلُ فَقَالَ أَلَيْسَ قَدْ حَدَّثْتَنَا أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم قَالَ "لاَ عَدْوَى وَلاَ صَفَرَ وَلاَ هَامَةَ." قَالَ لَمْ أُحَدِّثْكُمُوهُ.
[قَالَ الزُّهْرِىُّ قَالَ أَبُو سَلَمَةَ قَدْ حَدَّثَ بِهِ وَمَا سَمِعْتُ أَبَا هُرَيْرَةَ نَسِىَ حَدِيثًا قَطُّ غَيْرَهُ.]
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Mütevekkil el-Askalani ve Hasan b. Ali, o ikisine Abdürrezzak, ona Mamer, ona Zührî, ona Ebu Seleme, ona da Ebu Hureyre şöyle demiştir:
"Rasulullah (sav) 'Bulaşıcı (kendi başına tesir eden) hastalık, uğursuzluk, Safer ayının uğursuzluğu ve baykuş uğursuzluğu yoktur' buyurdu. Bunun üzerine (orada bulunan) bir bedevi 'Peki, ya develer? Kumda ceylan gibi sağlıklı dolaşırken, içlerine uyuz bir deve giriyor da hepsi uyuz oluyor. Bu nasıl oluyor?' dedi. Hz. Peygamber de 'Peki hastalığı ilk bulaştıran kimdir?' karşılığını verdi."
Mamer der ki: Bana Zührî, ona bir adam, ona da Ebu Hureyre şöyle rivayet etmiştir:
"Hz. Peygamber (sav) 'Hastalık taşıyan, sağlıklı bir kimsenin yanına götürülmemelidir' buyurmuştur. Bunun üzerine bir adam Ebu Hureyre'ye dönüp 'sen bize (daha önce) Peygamber'in (sav) 'Bulaşıcı (kendi başına tesir eden) hastalık, uğursuzluk, Safer ayının uğursuzluğu ve baykuş uğursuzluğu yoktur' buyurduğunu söylememiş miydin?' dedi. Ebu Hureyre de 'bunu size ben söylemedim karşılığım' vermiş."
[Zührî der ki: Ebu Seleme, Ebu Hureyre'nin bu hadisi rivayet ettiğini bildirdi ve 'ben Ebu Hureyre'nin bu hadisten başka (rivayet ettiği) bir hadisi unuttuğunu duymadım' dedi.]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Tıb 24, /894
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebu Seleme b. Abdurrahman ez-Zuhrî (Abdullah b. Abdurrahman b. Avf b. Abduavf)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Urve Mamer b. Raşid el-Ezdî (Mamer b. Râşid)
5. ُEbu Bekir Abdürrezzak b. Hemmam (Abdürrezzak b. Hemmam b. Nafi)
6. Hasan b. Ali el-Hüzeli (Hasan b. Ali b. Muhammed)
Konular:
Hadis Rivayeti
Hadis Rivayeti, Ebu Hüreyre'nin çok hadis rivayeti
Hastalık, Taun, karantina
KTB, TIBB-I NEBEVİ
Sahâbe, sahabiler ve hadîs
Uğur-uğursuzluk
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُتَوَكِّلِ الْعَسْقَلاَنِىُّ وَالْحَسَنُ بْنُ عَلِىٍّ قَالاَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ أَبِى سَلَمَةَ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم "لاَ عَدْوَى وَلاَ طِيَرَةَ وَلاَ صَفَرَ وَلاَ هَامَةَ." فَقَالَ أَعْرَابِىٌّ مَا بَالُ الإِبِلِ تَكُونُ فِى الرَّمْلِ كَأَنَّهَا الظِّبَاءُ فَيُخَالِطُهَا الْبَعِيرُ الأَجْرَبُ فَيُجْرِبُهَا قَالَ "فَمَنْ أَعْدَى الأَوَّلَ." قَالَ مَعْمَرٌ قَالَ الزُّهْرِىُّ فَحَدَّثَنِى رَجُلٌ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّهُ سَمِعَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ "لاَ يُورِدَنَّ مُمْرِضٌ عَلَى مُصِحٍّ." قَالَ فَرَاجَعَهُ الرَّجُلُ فَقَالَ أَلَيْسَ قَدْ حَدَّثْتَنَا أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم قَالَ "لاَ عَدْوَى وَلاَ صَفَرَ وَلاَ هَامَةَ." قَالَ لَمْ أُحَدِّثْكُمُوهُ.
[قَالَ الزُّهْرِىُّ قَالَ أَبُو سَلَمَةَ قَدْ حَدَّثَ بِهِ وَمَا سَمِعْتُ أَبَا هُرَيْرَةَ نَسِىَ حَدِيثًا قَطُّ غَيْرَهُ.]
Bize Muhammed b. Mütevekkil el-Askalani ve Hasan b. Ali, o ikisine Abdürrezzak, ona Mamer, ona Zührî, ona Ebu Seleme, ona da Ebu Hureyre şöyle demiştir:
"Rasulullah (sav) 'Bulaşıcı (kendi başına tesir eden) hastalık, uğursuzluk, Safer ayının uğursuzluğu ve baykuş uğursuzluğu yoktur' buyurdu. Bunun üzerine (orada bulunan) bir bedevi 'Peki, ya develer? Kumda ceylan gibi sağlıklı dolaşırken, içlerine uyuz bir deve giriyor da hepsi uyuz oluyor. Bu nasıl oluyor?' dedi. Hz. Peygamber de 'Peki hastalığı ilk bulaştıran kimdir?' karşılığını verdi."
Mamer der ki: Bana Zührî, ona bir adam, ona da Ebu Hureyre şöyle rivayet etmiştir:
"Hz. Peygamber (sav) 'Hastalık taşıyan, sağlıklı bir kimsenin yanına götürülmemelidir' buyurmuştur. Bunun üzerine bir adam Ebu Hureyre'ye dönüp 'sen bize (daha önce) Peygamber'in (sav) 'Bulaşıcı (kendi başına tesir eden) hastalık, uğursuzluk, Safer ayının uğursuzluğu ve baykuş uğursuzluğu yoktur' buyurduğunu söylememiş miydin?' dedi. Ebu Hureyre de 'bunu size ben söylemedim karşılığım' vermiş."
[Zührî der ki: Ebu Seleme, Ebu Hureyre'nin bu hadisi rivayet ettiğini bildirdi ve 'ben Ebu Hureyre'nin bu hadisten başka (rivayet ettiği) bir hadisi unuttuğunu duymadım' dedi.]
Öneri Formu
Hadis Id, No:
275801, D003911-2
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُتَوَكِّلِ الْعَسْقَلاَنِىُّ وَالْحَسَنُ بْنُ عَلِىٍّ قَالاَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ أَبِى سَلَمَةَ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم "لاَ عَدْوَى وَلاَ طِيَرَةَ وَلاَ صَفَرَ وَلاَ هَامَةَ." فَقَالَ أَعْرَابِىٌّ مَا بَالُ الإِبِلِ تَكُونُ فِى الرَّمْلِ كَأَنَّهَا الظِّبَاءُ فَيُخَالِطُهَا الْبَعِيرُ الأَجْرَبُ فَيُجْرِبُهَا قَالَ "فَمَنْ أَعْدَى الأَوَّلَ." قَالَ مَعْمَرٌ قَالَ الزُّهْرِىُّ فَحَدَّثَنِى رَجُلٌ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّهُ سَمِعَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ "لاَ يُورِدَنَّ مُمْرِضٌ عَلَى مُصِحٍّ." قَالَ فَرَاجَعَهُ الرَّجُلُ فَقَالَ أَلَيْسَ قَدْ حَدَّثْتَنَا أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم قَالَ "لاَ عَدْوَى وَلاَ صَفَرَ وَلاَ هَامَةَ." قَالَ لَمْ أُحَدِّثْكُمُوهُ.
[قَالَ الزُّهْرِىُّ قَالَ أَبُو سَلَمَةَ قَدْ حَدَّثَ بِهِ وَمَا سَمِعْتُ أَبَا هُرَيْرَةَ نَسِىَ حَدِيثًا قَطُّ غَيْرَهُ.]
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Mütevekkil el-Askalani ve Hasan b. Ali, o ikisine Abdürrezzak, ona Mamer, ona Zührî, ona Ebu Seleme, ona da Ebu Hureyre şöyle demiştir:
"Rasulullah (sav) 'Bulaşıcı (kendi başına tesir eden) hastalık, uğursuzluk, Safer ayının uğursuzluğu ve baykuş uğursuzluğu yoktur' buyurdu. Bunun üzerine (orada bulunan) bir bedevi 'Peki, ya develer? Kumda ceylan gibi sağlıklı dolaşırken, içlerine uyuz bir deve giriyor da hepsi uyuz oluyor. Bu nasıl oluyor?' dedi. Hz. Peygamber de 'Peki hastalığı ilk bulaştıran kimdir?' karşılığını verdi."
Mamer der ki: Bana Zührî, ona bir adam, ona da Ebu Hureyre şöyle rivayet etmiştir:
"Hz. Peygamber (sav) 'Hastalık taşıyan, sağlıklı bir kimsenin yanına götürülmemelidir' buyurmuştur. Bunun üzerine bir adam Ebu Hureyre'ye dönüp 'sen bize (daha önce) Peygamber'in (sav) 'Bulaşıcı (kendi başına tesir eden) hastalık, uğursuzluk, Safer ayının uğursuzluğu ve baykuş uğursuzluğu yoktur' buyurduğunu söylememiş miydin?' dedi. Ebu Hureyre de 'bunu size ben söylemedim karşılığım' vermiş."
[Zührî der ki: Ebu Seleme, Ebu Hureyre'nin bu hadisi rivayet ettiğini bildirdi ve 'ben Ebu Hureyre'nin bu hadisten başka (rivayet ettiği) bir hadisi unuttuğunu duymadım' dedi.]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Tıb 24, /894
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebu Seleme b. Abdurrahman ez-Zuhrî (Abdullah b. Abdurrahman b. Avf b. Abduavf)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Urve Mamer b. Raşid el-Ezdî (Mamer b. Râşid)
5. ُEbu Bekir Abdürrezzak b. Hemmam (Abdürrezzak b. Hemmam b. Nafi)
6. ibn Ebu Seriy Ebu Abdullah Muhammed b. Mütevekkil el-Kuraşi (Muhammed b. Mütevekkil b. Abdurrahman b. Hassan)
Konular:
Hadis Rivayeti
Hadis Rivayeti, Ebu Hüreyre'nin çok hadis rivayeti
Hastalık, Taun, karantina
KTB, TIBB-I NEBEVİ
Sahâbe, sahabiler ve hadîs
Uğur-uğursuzluk