73 Kayıt Bulundu.
Bize Yahya b. Bükeyr, ona Leys, ona Ukayl, ona İbn Şihab, ona Urve, Üsame b. Zeyd’in şöyle rivayet etmiştir: Hz. Peygamber, Bedir savaşından önce bir gün Fedek dokuması palan vurulmuş bir merkebe bindi ve arkasına da Usame’yi bindirerek hasta olan Sa’d b. Ubade’yi ziyaret etmek üzere yola çıktı. Giderken yolda, içlerinde Abdullah b. Ubeyy b. Selul’un da bulunduğu bir meclise rast geldi. Bu olay, Abdullah b. Ubeyy Müslüman olmadan önce idi. Bu mecliste Müslümanlardan, putlara tapan müşriklerden, Yahudilerden birtakım kimseler vardı. Abdullah b. Revaha da bu mecliste bulunuyordu. Hayvanın kaldırdığı toz bulutu meclisi kaplayınca, Abdullah b. Ubeyy kendi ridası (dış elbisesi) ile burnunu kapattı ve “öf, ne diye ortalığı toza buladınız” dedi. Rasul-i Ekrem, onlara selam verdi. Akabinde durdu, hayvandan indi, sonra onları Allah’a (İslam’a) davet etti ve Kur’an okudu. Bunun üzerine Abdullah b. Ubeyy, Hz. Peygamber’e (sav) hitaben “ey kişi! Eğer bu söylemekte olduğun sözler hak ise, bunlardan daha güzel bir şey olamaz. Ama sen yine de bizi şu meclisimizde rahatsız etme. Git kendi evine dön de, içimizden sana gelenlere ne anlatacaksan orada anlat” dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Revaha “Evet ey Allah'ın Rasulü, sen bununla (Kur’an’la) meclislerimizi doldur. Çünkü bizler bunu seviyoruz” dedi. Bunun üzerine Müslümanlarla müşrikler ve Yahudiler birbirlerine hakaretamiz sözler söylemeye başladılar. Hatta neredeyse birbirlerine gireceklerdi. Rasul-i Ekrem de onları yatıştırmaya çalışıyordu, nihayet sakinleştiler. Sonra Hz. Peygamber tekrar merkebine binerek yola çıktı ve Sa’d b. Ubade’nin evine gitti. Eve varınca "Ey Sa’d! Duydun mu Ebu Hubâb neler söyledi neler?" dedi ve olup biteni anlattı. Allah Rasulü, Ebu Hubab künyesi ile Abdullah b. Ubeyy’i kast ediyordu. Sa’d b. Ubade de “Yâ Rasulullah! Sen onu affet ve kusurunu mazur gör! Yemin ederim ki, Allah sana verdiğini vermiştir. Halbuki bundan önce şu şehirdeki (Medine) herkes onu başlarına reis tayin edip kendisine taç giydirmek üzere anlaşmışlardı. Allah, sana ihsan eylemiş olduğu hak (peygamberlik) ile onların bu anlaşmalarını geçersiz kılınca, İbn Ubeyy hasetten deliye döndü. İşte bu yüzden gördüğün o çirkin harekette bulunmuştur” dedi.
Bize İbrahim b. Musa, ona Hişam, ona Ma’mer, ona Zührî, ona Urve b. Zübeyir, ona da Üsame b. Zeyd şöyle rivayet etmiştir: Birgün Hz. Peygamber bir merkebe bindi. Merkebin üzerinde bir palan, palanın altında Fedek dokuması saçaklı bir örtü vardı. Efendimiz (sav) terkisine de Üsame b. Zeyd’i bindirip hasta olan Sa'd b. Ubade’yi ziyaret amacıyla Hâris b. Hazrec oğulları mahallesine gitti. Bu Bedir Gazvesi önceydi. Yolda giderken, beraberce oturan bir gruba rast geldi. Bunların kimisi Müslüman, kimisi puta tapan müşrik, kimisi de Yahudi'ydi. İçlerinde Abdullah b. Übey b. Selûl ile Abdullah b. Revâhâ da vardı. Hz. Peygamber’in bindiği merkebin kaldırdığı toz bulutu ortalığı kaplayınca Abdullah b. Übey ridası ile burnunu kapadı ve “öf! Ne diye ortalığı toza buladınız” diye homurdandı. Sonra Hz. Peygamber (sav) onlara selam verdi ve merkebini durdurup indi. Kendilerini Allah’a davet etti ve bir miktar Kuran okudu. Bunun üzerine Abdullah b. Übey “Ey kişi! Eğer bu söylemekte olduğun sözler hak ise, bunlardan daha güzeli olamaz. Ama sen yine de bizi şu meclisimizde rahatsız etme. Git kendi oturduğun yere, içimizden sana gelenlere ne anlatacaksan orada anlat!” dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Revaha “Evet ya Rasulallah! Sen bununla (Kur’an’la) meclislerimizi doldur. Çünkü biz bunu seviyoruz” dedi. Bunun üzerine Müslümanlarla müşrikler ve Yahudiler birbirlerine hakaretamiz sözler söylemeye başladılar. Hatta neredeyse birbirlerine gireceklerdi. Rasul-i Ekrem de onları yatıştırmaya çalışıyordu. (Ortaklık yatışınca) Hz. Peygamber tekrar merkebine binip yola çıkıp Sa’d b. Ubade’nin evine gitti. Eve varınca "Ey Sa’d! Duydun mu Ebu Hubâb neler söyledi neler?" dedi ve olup biteni anlattı. Allah Rasulü, Ebu Hubab künyesi ile Abdullah b. Ubeyy’i kast ediyordu. Sa’d b. Ubade de “Yâ Rasulullah! Sen onu affet ve kusurunu mazur gör! Yemin ederim ki, Allah sana verdiğini vermiştir. Halbuki bundan önce şu şehirdeki (Medine) herkes onu başlarına reis tayin edip kendisine taç giydirmek üzere anlaşmışlardı. Allah, sana ihsan eylediği hak (peygamberlik) ile onların bu anlaşmaları geçersiz kalınca, İbn Ubeyy hasetten deliye döndü. İşte bu yüzden gördüğün o çirkin harekette bulunmuştur!” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber Abdullah b. Übeyy’i affetti.
Bize Ubeyydullah b. Musa, ona İsrail, ona Ebu İshak, ona da Zeyd b. Erkam şöyle demiştir: Ben amcam ile birlikte iken Abdullah b. Ubeyy b. Selûl'ün “Rasulullah'ın (sav) yanında bulunanlara nafaka vermeyin ki onun etrafından dağılıp gitsinler” ve “yemin olsun, Medine'ye dönersek elbette en aziz olan, zelil olanı oradan çıkaracaktır” dediğini duydum. Sonra ben bu sözleri amcama, amcam da Rasulullah'a söyledi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) beni çağırdı, sözleri ona da aktardım. Ardından Abdullah b. Ubeyy ve arkadaşlarına haber gönderip çağırttı. Onlar “biz böyle söz söylemedik” diye yemin ettiler. Rasulullah da onların beyanını kabul edip beni yalanladı. Bundan dolayı ömrümde bir benzerini yaşamadığım bir üzüntüye boğularak evimde oturup kaldım. Amcam “Nebi’nin (sav) seni yalanlayıp sana öfkelenmesine sebep olacak bir işi yapmaktan kastın neydi?” diye beni azarladı. Bu sırada Aziz ve Celîl olan Allah "Münafıklar sana geldikleri zaman... " (Münafikûn) Suresindeki ayetleri indirdi. Sonra Rasulullah (sav) haber gönderip beni çağırarak bu ayetleri bana okudu ve "Allah seni doğruladı" buyurdu.
Bize Ebu Yeman, ona Şuayb, ona Zührî; (T) Bize İsmail, ona kardeşi (Abdülhamid b. Abdullah), ona Süleyman, ona Muhammed b. Ebu Atik, ona İbn Şihab, ona Urve b. Zübeyir, ona da Usame b. Zeyd (ra) şöyle rivayet etmiştir: Bedir'den (savaşından) önce, Rasulullah (sav) üzerinde fedek dokuması saçaklı bir kadife örtü bulunan bir merkebe binip, arkasına da Usame'yi alarak Haris b. Hazrec oğulları mahallesinde bulunan Sad b. Ubade'ye hasta ziyaretine gitti. Yoldayken aralarında Abdullah b. Übey b. Selül'ün de bulunduğu bir meclisin yanından geçtiler. Bu olay Abdullah b. Selül'ün Müslüman olmasından önceydi. Bu mecliste Müslümanlar, müşrikler, puta tapanlar ve Yahudiler karışık halde bulunuyorlardı. Müslümanlardan Abdullah b. Revaha'da orada bulunuyordu. Merkebin kaldırdığı toz bulutu etrafı kaplayınca Abdullah b. Übey kaftanıyla burnunu kapattı ve “Bizim üzerimizi toza bulamayın” dedi. Rasulullah (sav) onlara selam verdi sonra da orada durdu ve merkebinden indi. Onları Allah'a inanmaya davet etti ve onlara Kur'ân okudu. Bunun üzerine Abdullah b. Übey b. Selül “ey kişi! Eğer bu söylediklerin doğruysa bunlardan daha güzel bir söz yoktur. (Ama) Bizim meclislerimizde bunlarla bizi rahatsız etme. Her kim sana gelirse sen bunları ona anlat” dedi. Abdullah b. Revaha da “Aksine ey Allah'ın Rasulü! Sen bizim meclisimizi Kur'an'la kapla. Zira biz bunu çok seviyoruz” dedi. Bunun üzerine Müslümanlar, müşrikler ve Yahudiler birbirlerine hakaret etmeye başladı, hatta ayaklanıp neredeyse kavgaya tutuşacaklardı. Rasulullah da (sav) onları yatıştırmaya çalışıyordu nihayet sakinleşip sustular. Ardından Rasulullah (sav) merkebine binerek yola koyulup Sad b. Ubade'nin evine ulaştı. Rasulullah (sav) ona "Ey Sad! -Abdullah b. Übey'i kastederek- Ebu Hubab'ın neler söylediğini duymadın mı? O şöyle şöyle şeyler söyledi" diyerek olan biteni anlattı. Bunun üzerine Sad b. Ubade “Ey Allah'ın Rasulü! (sav), babam sana feda olsun. Sen onu affet, bağışla. Sana Kitâb'ı indirene and olsun ki, Allah, sana indirilenle hakkı getirmiştir. Şu Medine halkı, İbn Übey'e yönelmiş ona taç giydirmeye, üzerine de krallara layık olan sarığı sarmaya ittifak etmişlerdi. Allah onların bu işlerini sana vermiş olduğu peygamberlikle reddedince, bu iş onların kursaklarında kaldı. Böylece İbn Übey de bu gördüğün işi yaptı” dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) onu affetti. Zaten Rasulullah (sav) ve ashabı, Allah'ın emrettiği üzere müşriklerin ve ehl-i kitabın kusurlarını affediyor, eziyetlerine de sabrediyorlardı. Allah şöyle buyurmuştur: "...Ehl-i kitaptan sözler duyacaksınız..." (Ali İmran-186). Yine Allah şöyle buyurmuştur: "Ehl-i kitaptan bir çoğu isterler ki..." (Bakara-109). Rasulullah (sav), onları affetme hususunda Allah'ın emirlerini uyguluyor, onların kusurlarını affediyordu. Nihayet Rasulullah'a cihad izni verildi. Böylece Rasulullah (sav) Bedir savaşına girdi. Allah, Bedir savaşında kafirlerin yiğitlerinden ve Kureyş'in ileri gelenlerinden bir kısmını öldürdü. Rasulullah (sav) ve ashabı zafer elde ederek yanlarında kafirlerin yiğitlerinden ve Kureyş'in ileri gelenlerinden esirlerle birlikte Medine'ye döndüklerinde İbn Übey b. Selül ve beraberindeki müşrikler, puta tapanlar “Bu iş, Müslümanlar için açık bir zaferdir. Hadi İslam'a girmek üzere, Rasulullah'a (sav)biat ediniz” deyip Müslüman oldular.
Açıklama: Hadiste geçen ayetler şunlardır: "Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz; sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takvâ gösterirseniz, muhakkak ki bu, (yapılacak) işlerin en değerlisidir." (Ali İmran-186) "Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedip bağışlayın. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir." (Bakara-109)
Bize Ebu Yeman, ona Şuayb, ona Zührî; (T) Bize İsmail, ona kardeşi (Abdülhamid b. Abdullah), ona Süleyman, ona Muhammed b. Ebu Atik, ona İbn Şihab, ona Urve b. Zübeyir, ona da Usame b. Zeyd (ra) şöyle rivayet etmiştir: Bedir'den (savaşından) önce, Rasulullah (sav) üzerinde fedek dokuması saçaklı bir kadife örtü bulunan bir merkebe binip, arkasına da Usame'yi alarak Haris b. Hazrec oğulları mahallesinde bulunan Sad b. Ubade'ye hasta ziyaretine gitti. Yoldayken aralarında Abdullah b. Übey b. Selül'ün de bulunduğu bir meclisin yanından geçtiler. Bu olay Abdullah b. Selül'ün Müslüman olmasından önceydi. Bu mecliste Müslümanlar, müşrikler, puta tapanlar ve Yahudiler karışık halde bulunuyorlardı. Müslümanlardan Abdullah b. Revaha'da orada bulunuyordu. Merkebin kaldırdığı toz bulutu etrafı kaplayınca Abdullah b. Übey kaftanıyla burnunu kapattı ve “Bizim üzerimizi toza bulamayın” dedi. Rasulullah (sav) onlara selam verdi sonra da orada durdu ve merkebinden indi. Onları Allah'a inanmaya davet etti ve onlara Kur'ân okudu. Bunun üzerine Abdullah b. Übey b. Selül “ey kişi! Eğer bu söylediklerin doğruysa bunlardan daha güzel bir söz yoktur. (Ama) Bizim meclislerimizde bunlarla bizi rahatsız etme. Her kim sana gelirse sen bunları ona anlat” dedi. Abdullah b. Revaha da “Aksine ey Allah'ın Rasulü! Sen bizim meclisimizi Kur'an'la kapla. Zira biz bunu çok seviyoruz” dedi. Bunun üzerine Müslümanlar, müşrikler ve Yahudiler birbirlerine hakaret etmeye başladı, hatta ayaklanıp neredeyse kavgaya tutuşacaklardı. Rasulullah da (sav) onları yatıştırmaya çalışıyordu nihayet sakinleşip sustular. Ardından Rasulullah (sav) merkebine binerek yola koyulup Sad b. Ubade'nin evine ulaştı. Rasulullah (sav) ona "Ey Sad! -Abdullah b. Übey'i kastederek- Ebu Hubab'ın neler söylediğini duymadın mı? O şöyle şöyle şeyler söyledi" diyerek olan biteni anlattı. Bunun üzerine Sad b. Ubade “Ey Allah'ın Rasulü! (sav), babam sana feda olsun. Sen onu affet, bağışla. Sana Kitâb'ı indirene and olsun ki, Allah, sana indirilenle hakkı getirmiştir. Şu Medine halkı, İbn Übey'e yönelmiş ona taç giydirmeye, üzerine de krallara layık olan sarığı sarmaya ittifak etmişlerdi. Allah onların bu işlerini sana vermiş olduğu peygamberlikle reddedince, bu iş onların kursaklarında kaldı. Böylece İbn Übey de bu gördüğün işi yaptı” dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) onu affetti. Zaten Rasulullah (sav) ve ashabı, Allah'ın emrettiği üzere müşriklerin ve ehl-i kitabın kusurlarını affediyor, eziyetlerine de sabrediyorlardı. Allah şöyle buyurmuştur: "...Ehl-i kitaptan sözler duyacaksınız..." (Ali İmran-186). Yine Allah şöyle buyurmuştur: "Ehl-i kitaptan bir çoğu isterler ki..." (Bakara-109). Rasulullah (sav), onları affetme hususunda Allah'ın emirlerini uyguluyor, onların kusurlarını affediyordu. Nihayet Rasulullah'a cihad izni verildi. Böylece Rasulullah (sav) Bedir savaşına girdi. Allah, Bedir savaşında kafirlerin yiğitlerinden ve Kureyş'in ileri gelenlerinden bir kısmını öldürdü. Rasulullah (sav) ve ashabı zafer elde ederek yanlarında kafirlerin yiğitlerinden ve Kureyş'in ileri gelenlerinden esirlerle birlikte Medine'ye döndüklerinde İbn Übey b. Selül ve beraberindeki müşrikler, puta tapanlar “Bu iş, Müslümanlar için açık bir zaferdir. Hadi İslam'a girmek üzere, Rasulullah'a (sav)biat ediniz” deyip Müslüman oldular.
Açıklama: Hadiste geçen ayetler aşağıdadır: Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz; sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takvâ gösterirseniz, muhakkak ki bu, (yapılacak) işlerin en değerlisidir. (Ali İmran-186) Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedip bağışlayın. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir. (Bakara-109)
Bize Ebu’l-Yemân, ona Şuayb, ona Zührî, ona Urve b. Zübeyir’in rivayet ettiğine göre Usame b. Zeyd (r.anhumâ) kendisine şunu haber vermiştir: Rasulullah (sav) Bedir vakasından önce Hâris b. Hazrec oğulları yurdunda hasta bulunan Sa‘d b. Ubâde’yi ziyaret etmek üzere Fedek işi kadife kaplı bir palan vurulmuş bir eşeğin üzerine binmiş, terkisine de Usame b. Zeyd’i bindirmişti. (Usame) der ki: Hz. Peygamber (sav) yolda Abdullah b. Ubeyy b. Selûl’un da bulunduğu bir meclise uğradı. Bu sırada Abdullah b. Ubeyy henüz Müslüman olmamıştı. Bir de gördü ki Mecliste Müslümanlar, puta tapan müşrikler ve Yahudiler karışık oturuyorlar. Mecliste Abdullah b. Revâha da vardı. Bindikleri hayvanın çıkardığı toz, mecliste oturanların üzerine kalkınca, Abdullah b. Ubeyy ridâsıyla burnunu kapattı, sonra da “Üzerimizi toza bulamayın”, dedi. Rasulullah (sav) onlara selam verdikten sonra durdu, bineğinden indi, onları Allah’a davet etti, onlara Kur’ân okudu. Abdullah b. Ubeyy b. Selûl “Ey kişi! Gerçek şu ki, senin bu söylediklerin eğer bir hakikat ise ondan daha güzeli yoktur. Ona sebep meclislerimizde bizi rahatsız etme. Sen kaldığın yere geri dön. Yanına gelen olursa ona anlatacaklarını anlat” dedi. Bu sefer Abdullah b. Revaha “Hayır, ey Allah’ın Rasulü, o Kur'an ile meclislerimizi kuşat, biz bunu seviyoruz” deyince, Müslümanlar, müşrikler ve Yahudiler birbirlerine ağır sözler söylemeye başladılar. Hatta neredeyse birbirleriyle kavga dahi edeceklerdi. Nebi (sav) ise onları sakinleştirmeye çalışıyordu. Sonra Nebi (sav) eşeğine bindi ve yoluna devam etti. Nihayet Sa‘d b. Ubâde’nin yanına girdi. Nebi (sav) ona: "Ey Sa‘d, Ebu Hubâb’ın" -bununla Abdullah b. Ubeyy’i kast ediyordu- "söylediklerini işittin mi? O, şöyle şöyle dedi" buyurdu. Sa‘d b. Ubâde “Ey Allah’ın Rasulü, onu affet, ona müsamaha göster, sana Kitab’ı indirene yemin olsun ki, Allah sana indirmiş olduğu hakkı getirdiğinde, bu kasabadaki ahali, ona taç giydirmek, onun başına krallara mahsus sarık sarmak üzere anlaşmışlardı. Allah sana vermiş olduğu hak vesilesiyle bunun gerçekleşmesine imkân vermeyince, bundan dolayı onun hevesi kursağında kaldı. İşte bu durum senin gördüklerini yapmasına sebep oldu” dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) da onu affetti. Nebi (sav) ve ashabı, Allah’ın kendilerine emretmiş olduğu gibi müşrikleri ve Kitab ehlini affediyor, eziyetlere sabredip katlanıyorlardı. Zaten aziz ve celil Allah da "Ve and olsun, sizden önce kitap verilenlerden ve şirk koşanlardan, rahatsız edici çok sözler işiteceksiniz" (Ali İmran, 3/186); "Kitap ehlinden birçoğu ruhlarında yerleşmiş olan kıskançlıktan dolayı, sizi imanınızdan sonra kâfirler olarak geriye döndürmeyi çok isterler…" (Bakara, 2/109) buyurmuştur. Nebi (sav), Allah onlar hakkında cihada izin verinceye kadar, Allah’ın kendisine emretmiş olduğu affı bu şekilde tevil ediyor ve gereğini yerine getiriyordu. Rasulullah (sav), Bedir gazvesini yapınca Allah onun vasıtası ile Kureyş kâfirlerinin ileri gelenlerinin öldürülmesini sağladı. İbn Ubeyy b. Selûl ve beraberindeki putperest müşrikler “Artık bu Müslümanların işinin yoluna girdiğini gösteren bir husustur” deyip İslam üzere Rasulullah’a (sav) biat edip Müslüman oldular.
Bize Ebu Nuaym, ona Süfyan, ona Ma’mer, ona Zührî, ona Urve, ona da Âişe (r.anhâ) şöyle demiştir: "Günahın büyüğünü üstlenen" (Nur, 11) ayetinde kast edilen kişi Abdullah b. Ubeyy b. Selul’dür.
Bize Yahya b. Bükeyr, ona el-Leys, ona Yunus, ona İbn Şihâb rivayetle dedi ki: Bana Urve b. ez-Zübeyr, Saîd b. el-Müseyyeb, Alkame b. Vakkas ve Ubeyydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud, Nebi’nin (sav) zevcesi Âişe’ye (r.anhâ) ifk ehli (ona iftirada bulunanlar) o söylediklerini söyleyip, Allah’ın da onların söylediklerinden (iftiralarından) onu temize çıkarması ile ilgili hadiseyi rivayet ettiler. Bunların her biri bana hadisin bir kısmını aktardı. Onların anlattıklarının bir bölümü diğer bir bölümünü doğruluyor idi. Bununla birlikte onların kimisi diğerinden daha iyi hıfz edip bellemiş idi. Urve’nin bana Âişe (r.anhâ) ile ilgili anlattığı hadisi şöyledir: - Nebi’nin (sav) zevcesi Âişe (r.anhâ) dedi ki: Rasulullah (sav) sefere çıkmak istediği zaman zevceleri arasında kura çekerdi. Onların hangisinin payı kurada çıkarsa Rasulullah da (sav) onu beraberinde götürürdü. Âişe dedi ki: Çıktığı gazalardan birisinde aramızda kura çekti, kurada ben çıktım. Hicab emri nâzil oldumştu. Kura bana çıktığından dolayı Rasulullah (sav) ile birlikte ben çıktım. Ben hevdecimde iken taşınıyor, onun içinde iken indiriliyordum. Yola koyulduk. Nihayet Rasulullah (sav) o gazasını bitirip geri dönünce, bu dönüşte de Medine’ye yaklaştığımızda, gecelerin birisinde yola koyulacağımız ilanı yapıldı. Yola koyulacağımız ilan edilince ben de kalkıp yürüdüm ve karargâhın dışına çıktım. İşimi bitirip yerime döneceğim zaman Zafâr boncuğundan gerdanlığımın koptuğunu gördüm. Gerdanlığımı aramaya başladım. Onu aradığımdan dolayı geç kaldım. Benim hevdecimi kaldırıp indiren kişiler gelerek, hevdecimi kaldırıp, onu üzerinde yolculuk yaptığım deveme yüklediler. Benim hevdecimin içinde olduğumu zannediyorlardı. O sırada kadınlar hafiftiler, et bağlayıp ağırlaşmamışlardı. Çünkü kadınlar az yemek yerlerdi. Bu sebeple hevdecimi taşıyanlar onu kaldırdıklarında hafif olduğunu fark etmediler. Ben de henüz yaşı küçük bir kadın idim. Onlar da deveyi (çökmüş olduğu yerden) kaldırıp yola koyuldular. Ordu, yoluna koyulduktan sonra gerdanlığımı buldum. Konakladıkları yere geldiğimde orada hiç kimse bulamadım. Bundan dolayı bulunduğum yere doğru gittim. Onların benim, hevdecimde olmadığımı görüp, beni aramak üzere geri döneceklerini zannettim. Ben olduğum yerde oturuyor iken, gözlerimi tutamayarak uyumuş oldum. Safvan b. el-Muattal es-Sülemî, -sonra da ez-Zekvânî- ordunun ardcılarından idi. Gece yol yürümüş ve bulunduğum yerde sabahı etmişti. Uyumakta olan bir insanın karartısını gördüğü için yanıma geldi. Beni görünce tanıdı. (Çünkü) hicab emri gelmeden önce beni görürdü. O beni görüp tanıyınca innâ lillâh ve innâ ileyhi râciun diyerek istircâ’da bulunması üzerine uyandım. Derhal cilbabımla yüzümü örttüm, vallahi benimle tek bir kelime dahi konuşmadı. Onun innâ lillah… diyerek istircâ’da bulunması dışında onun bir tek sözünü dahi duymadım. Sonunda devesini çöktürdü, binmem için devenin ön ayaklarına bastı, ben de deveye bindim. Bindiğim devenin yularını çekerek yürüdü. Sonunda öğle sıcağı zamanındaki konaklamalarından sonra orduya yetiştik. Bunun sonunda da helâk olanlar helâk oldu. Bu hadisede iftirayı uydurma işini üstlenen kişi Abdullah b. Ubeyy b. Selûl olmuştu. Medine’ye vardıktan sonra ben bir ay kadar bir süre rahatsızlandım. İnsanlar ise o iftirada bulunanların (İfk ashabının) sözlerini dillerine dolamış gidiyorlardı. Ben bu kabilden hiçbir şeyin farkına varmıyordum. Bununla birlikte rahatsızlandığım sırada Rasulullah’dan (sav), önceleri rahatsızlandığım vakit gördüğüm latif ve yumuşak muamelesini göremediğim için adeta onu tanımaz olmuştum. Rasulullah (sav) yalnızca yanıma giriyor, selam veriyor sonra da “Hastanız nasıl” dedikten sonra çekip gidiyordu. İşte bu beni şüphelendiriyordu fakat nekahet döneminden sonra dışarı çıkıncaya kadar bir şeyin farkına varmamıştım. Beraberimde Ümm Mistah olduğu halde Medine’nin dış taraflarında ihtiyaçlarımızı karşıladığımız yere doğru çıktım. Bizler ancak geceden geceye çıkardık. Bu ise evlerimize yakın yerlerde kenefler edinmemizden önce idi. Bizim o zamanki durumumuz, ihtiyaçlarını gidermek üzere ilk Arapların durumunun aynısı idi. Evlerimize yakın helalar edinmekten rahatsız olurduk. Ümm Mistah ile birlikte dışarı çıktım. Ümm Mistah ise Ebu Ruhm b. Abdî Menaf’ın kızı idi, annesi de Sahr b. Âmir’in kızı, Ebu Bekir es-Sıddık’in teyzesi idi. Oğlu da Mistah b. Usâse idi. Ben Ümm Mistah ile birlikte evime doğru geri dönerken işimizi de bitirdikten sonra Ümm Mistah eteğine basarak tökezledi ve: Kahrolası Mistah, dedi. Ben ona: Ne kötü söz söyledin, Bedir’e katılmış bir adama böyle ağır söz mü söylüyorsun? dedim. O: Vah kızım, sen onun neler söylediğini duymadın mı? dedi. (Âişe) dedi ki: Ben: Ne dedi ki? dedim. Bana İfki/bana yapılan iftirayı dillerine dolayanların söylediklerini haber verdi. Bu sefer hastalığımın üzerine hastalık kattım, evime geri dönüp Rasulullah (sav) yanıma girdiğinde yani bana selam verdikten sonra: “Bu hastanız nasıl” buyurdu. Ben: Anne babamın yanına gitmeme izin verir misin? dedim. Âişe dedi ki: O zaman ben onlardan haberin gerçeğinin ne olduğunu öğrenmek istemiştim. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) bana izin verince, anne babamın yanına geldim. Anneme: Anacağım! Bu insanlar dillerine neyi dolamışlar? dedim. O: kızcağızım, kendine acı, vallahi, kendisini seven bir kocanın yanında bulunan, birçok kuması olan, güzel bir kadın olacak da onun aleyhine dedikodular çıkartılmayacak kadın pek azdır. Ben: Subhanallah! İnsanlar bunu da mı dillerine doladılar, dedim. Sonra o gece sabaha kadar ağlayıp durdum, gözyaşlarım kesilmedi, gözüme uyku girmedi. Sabaha kadar ağlamaya devam ettim. Vahyin gelmesi bir parça gecikince Rasulullah (sav) eşinden ayrılmak hususunda kendileriyle danışmak üzere Ali b. Ebu Talib ile Üsâme b. Zeyd’i (r.anhumâ) çağırdı. (Âişe) devamla dedi ki: Üsâme b. Zeyd, Rasulullah’a (sav), eşinin tertemiz ve suçsuz oluşu ile kendi içinde onlar için beslediğini bildiği sevgi istikametinde kanaatini belirtti ve: Ey Allah’ın Rasulü, o senin eşindir ve biz hayırdan başka hiçbir şey bilmiyoruz, dedi. Ali b. Ebu Talib de: Ey Allah’ın Rasulü, Allah, işi senin için daraltmış değildir, onun dışındaki kadınlar da pek çoktur, bununla birlikte cariyesine (Beriye’ye) sorsan sana doğruyu söyleyecektir, dedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) derhal Beriye’yi çağırdı ve: “Ey Berire, sen onun aleyhine seni şüphelendirecek bir şey gördün mü?” buyurdu. Berire: Seni hak ile gönderene yemin ederim ki hayır, benim onun aleyhine kusur sayılabilecek gördüğüm tek şey, onun sadece yaşça küçük bir kadın oluşundan ibarettir. Ailesi için yoğurduğu hamur yoğururken uyur, evdeki koyun gelir onu yerdi. (Bunun dışında bir kusurunu görmedim.) Bunun üzerine Rasulullah (sav) ayağa kalktı ve o gün Abdullah b. Ubeyy b. Selul ile ilgili söyleyeceklerinden ötürü mazur görülmesini istedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) minber üzerinde: “Ey müslümanlar topluluğu, benim aile halkım hakkındaki eziyeti, bana kadar ulaşmış bir adam hakkında yapacaklarımdan dolayı beni kim mazur görür? Vallahi ben eşim ile ilgili hayırdan başka bir şey bilmiyorum, sözünü ettikleri kişi hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum, benim aile halkım yanına ancak benimle birlikte içeri girerdi” buyurdu. Bunun üzerine Sa‘d b. Muâz el-Ensârî ayağa kalkarak: Ey Allah’ın Rasulü, eğer bu kişi Evslilerden olsaydı ondan dolayı ben seni mazur görürdüm, boynunu da vururdum. Şayet Hazreçli kardeşlerimizden ise bize emir verirsin biz de ne emredersen onu yaparız, dedi. (Âişe) dedi ki: Bunun üzerine Hazreçlilerin efendisi olan Sa‘d b. Ubâde ayağa kalktı. Esasen bundan önce hep salih bir insan idi. Fakat gayret, onu etkisi altına aldı ve Sa‘d’a: Yalan söyledin, vallahi sen onu öldüremezsin ve onu öldürmeye da gücün yetmez, dedi. Bu sefer Sa‘d’ın amcasının oğlu olan Useyd b. Hudayr ayağa kalktı ve Sa‘d b. Ubâde’ye: Yalan söyledin, Allah’a and olsun, onu mutlaka öldürürüz, sen münafık birisin ve münafıklar adına tartışıyorsun, dedi. Bunun üzerine Evs ve Hazreçli her iki kabile mensubu da galeyana geldi, hatta birbirleriyle çatışmak istediler. Rasulullah (sav) ise minber üzerinde ayakta duruyordu. Rasulullah (sav) onları teskin etmeye çalışıp durdu. Nihayet onlar da sustular, o da sustu. Âişe dedi ki: O gün öylece bekleyip durdum. Ne gözyaşlarım diniyor, ne gözüme uyku giriyordu. (Âişe) dedi ki: Annem, babam sabahı yanımda etti. İki gece ve bir gündüz ağlamaya devam ettim, gözüme uyku girmedi, gözyaşım kesilmedi. Hatta annem ve babam ağlamanın artık benim ciğerimi parçalayacağını sandılar. (Âişe) dedi ki: Annem babam yanımda oturuyor ve ben ağlıyorken Ensar’dan bir kadın yanıma girmek için izin istedi, ben de ona izin verdim, o da oturup benimle ağlamaya başladı. Bizler bu vaziyette iken Rasulullah (sav) yanımıza girdi, selam verdikten sonra oturdu. (Âişe) dedi ki: Daha önceden o söylenen dedikodular çıktığından beri yanımda oturmamıştı, aradan bir ay süre geçmiş benim hakkımda ona herhangi bir vahiy gelmemişti. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) oturunca şehadet kelimesini getirdi, sonra da şöyle buyurdu: “İmdi Ey Âişe, senin hakkında bana şunlar, şunlar ulaştı, eğer sen suçsuz isen Allah pek yakında senin suçsuz olduğunu çıkaracaktır. Şayet bir günah işlemiş isen Allah’tan mağfiret dile ve ona tövbe et. Çünkü kul günahını itiraf ettikten sonra Allah’a tövbe ederse Allah da tövbesini kabul buyurur.” Âişe dedi ki: Rasulullah (sav) sözlerini bitirince gözyaşlarım dindi. Hatta bir damla aktığını dahi hissetmez oldum. Babama: Rasulullah’ın (sav) söylediklerine cevap ver, dedim. O: Vallahi, Rasulullah’a (sav) ne diyeceğimi bilemiyorum, dedi. Anneme: Rasulullah’a (sav) sen cevap ver, dedim. O: Rasulullah’a (sav) nasıl cevap vereceğimi bilemiyorum, dedi. (Âişe devamla) dedi ki: Ben dedim ki: Vallahi ben yaşı küçük bir hanımım, Kur’ân-ı Kerim’den ezbere fazla bir şey bilmiyorum, vallahi ben sizin bu işittiğiniz sözlerin, sonunda içinizde yer ettiğini, onu doğru kabul ettiğinizi biliyorum. Ben sizlere, benim hiçbir günahım yok, Allah da benim günahsız olduğumu çok iyi biliyor desem dahi siz bu hususta benim doğru söylediğime inanmayacaksınız. Eğer bir işi işlemiş olduğumu size itiraf edecek olursam Allah da benim o suçtan uzak olduğumu bilmekle birlikte siz o vakit benim doğru söylediğimi kabul edeceksiniz. Allah’a yemin olsun ki, size ancak Yusuf’un babasının: “Artık bana düşen güzel bir sabırdır, sizin şu söylediklerinize karşı yardımına sığınılacak Allah’tır” (Yusuf, 12/18) buyruğundan başka uygun bir örnek bulamıyorum. (Âişe devamla) dedi ki: Sonra yüzümü başka tarafa döndüm ve yanım üzere yatağıma uzandım. (Âişe) dedi ki: O zaman ben, kendimin gerçekten suçsuz olduğumu ve suçsuz olduğum için Allah’ın beni mutlaka temize çıkaracağını biliyordum. Fakat Allah’ın benim durumum ile ilgili olarak tilavet olunan bir vahiy indireceğini de sanmıyordum. Çünkü ben, kendimi Allah’ın benim ile ilgili tilavet olunacak bir kelam indirmeye değmeyecek kadar küçük görüyordum ama Rasulullah’a (sav) uykusunda Allah’ın beni kendisi ile temize çıkaracağı bir rüya göstereceğini umuyordum. (Âişe devamla) dedi ki: Vallahi Rasulullah henüz (sav) yerinden kalkmadan, evdekilerden hiçbir kimse de dışarı çıkmadan ona vahiy indi. Önceden olduğu gibi, vahiy hali onu bürüdüğünden, kış gününde olsa dahi ona indirilen buyrukların ağırlığından ötürü inci taneleri gibi terler ondan dökülmeye başladı. (Âişe devamla) dedi ki: Rasulullah’ın (sav) üzerinden o vahiy hali açılınca, kendisi gülüyordu. Söylediği ilk söz: “Ey Âişe, aziz ve celil Allah senin suçsuz ve tertemiz olduğunu bildirdi” demek oldu. Bunun üzerine annem: Haydi (teşekkürlerini ifade etmek üzere) onun önünde ayağa kalk, dedi. (Âişe) dedi ki: Ben: Vallahi onun önünde ayağa kalkmam, aziz ve celil Allah’tan başkasına da hamd etmem, dedim. Aziz ve celil Allah da: “O olmadık iftirada bulunanlar sizden bir topluluktur, siz bunu kendiniz için kötü bir şey sanmayın” (Nur, 24/11) buyruğundan itibaren on ayetin tamamını indirdi. Allah bu buyrukları benim suçsuzluğum hakkında indirince, Ebu Bekir es-Sıddık kendisi ile akrabalığı ve fakirliğinden ötürü Mistah b. Usâse’ye bir nafaka verdiği için: Vallahi, artık Âişe için o söylediklerini söyledikten sonra ebediyen hiçbir şey infak etmeyeceğim, dedi. Bunun üzerine şanı yüce Allah da: “Sizden fazilet ve imkân sahipleri yakınlara, fakirlere ve Allah yolunda hicret edenlere infak etmemeye yemin etmesinler, affetsinler ve görmezlikten gelsinler. Allah’ın günahlarınızı bağışlamasını sevmez misiniz? Allah çok bağışlayandır, bol bol rahmet edicidir” (Nur, 24/22) buyruğunu indirdi. Ebu Bekir de: Elbette (severiz), vallahi, Allah’ım, beni bağışlamanı severim diyerek Mistah’a daha önce yaptığı infakı tekrar devam ettirdi ve: Vallahi hiçbir zaman ona verdiğim bu infakı da geri çekmeyeceğim, dedi. (Âişe devamla) dedi ki: Rasulullah (sav) Cahş kızı Zeyneb’e durumuma dair soru sorardı. Ona: “Ey Zeyneb, ne biliyorsun ya da ne gördün?” dedi. Zeyneb: Ey Allah’ın Rasulü, ben kulağımı ve gözümü korurum, hayırdan başka bir şey bilmiyorum, dedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah’ın (sav) zevceleri arasında benimle boy ölçüşebilecek kadın da o idi. Allah onu vera ve takvası sayesinde korudu. Kız kardeşi Hamne ise onun lehine savaşa koyulmuştu. Bundan ötürü o da helâk olan ifk sahipleri/iftiracılar arasında helâk oldu.
Bize Yahya b. Bükeyr, ona el-Leys, ona Yunus, ona İbn Şihâb rivayetle dedi ki: Bana Urve b. ez-Zübeyr, Saîd b. el-Müseyyeb, Alkame b. Vakkas ve Ubeyydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud, Nebi’nin (sav) zevcesi Âişe’ye (r.anhâ) ifk ehli (ona iftirada bulunanlar) o söylediklerini söyleyip, Allah’ın da onların söylediklerinden (iftiralarından) onu temize çıkarması ile ilgili hadiseyi rivayet ettiler. Bunların her biri bana hadisin bir kısmını aktardı. Onların anlattıklarının bir bölümü diğer bir bölümünü doğruluyor idi. Bununla birlikte onların kimisi diğerinden daha iyi hıfz edip bellemiş idi. Urve’nin bana Âişe (r.anhâ) ile ilgili anlattığı hadisi şöyledir: - Nebi’nin (sav) zevcesi Âişe (r.anhâ) dedi ki: Rasulullah (sav) sefere çıkmak istediği zaman zevceleri arasında kura çekerdi. Onların hangisinin payı kurada çıkarsa Rasulullah da (sav) onu beraberinde götürürdü. Âişe dedi ki: Çıktığı gazalardan birisinde aramızda kura çekti, kurada ben çıktım. Hicab emri nâzil oldumştu. Kura bana çıktığından dolayı Rasulullah (sav) ile birlikte ben çıktım. Ben hevdecimde iken taşınıyor, onun içinde iken indiriliyordum. Yola koyulduk. Nihayet Rasulullah (sav) o gazasını bitirip geri dönünce, bu dönüşte de Medine’ye yaklaştığımızda, gecelerin birisinde yola koyulacağımız ilanı yapıldı. Yola koyulacağımız ilan edilince ben de kalkıp yürüdüm ve karargâhın dışına çıktım. İşimi bitirip yerime döneceğim zaman Zafâr boncuğundan gerdanlığımın koptuğunu gördüm. Gerdanlığımı aramaya başladım. Onu aradığımdan dolayı geç kaldım. Benim hevdecimi kaldırıp indiren kişiler gelerek, hevdecimi kaldırıp, onu üzerinde yolculuk yaptığım deveme yüklediler. Benim hevdecimin içinde olduğumu zannediyorlardı. O sırada kadınlar hafiftiler, et bağlayıp ağırlaşmamışlardı. Çünkü kadınlar az yemek yerlerdi. Bu sebeple hevdecimi taşıyanlar onu kaldırdıklarında hafif olduğunu fark etmediler. Ben de henüz yaşı küçük bir kadın idim. Onlar da deveyi (çökmüş olduğu yerden) kaldırıp yola koyuldular. Ordu, yoluna koyulduktan sonra gerdanlığımı buldum. Konakladıkları yere geldiğimde orada hiç kimse bulamadım. Bundan dolayı bulunduğum yere doğru gittim. Onların benim, hevdecimde olmadığımı görüp, beni aramak üzere geri döneceklerini zannettim. Ben olduğum yerde oturuyor iken, gözlerimi tutamayarak uyumuş oldum. Safvan b. el-Muattal es-Sülemî, -sonra da ez-Zekvânî- ordunun ardcılarından idi. Gece yol yürümüş ve bulunduğum yerde sabahı etmişti. Uyumakta olan bir insanın karartısını gördüğü için yanıma geldi. Beni görünce tanıdı. (Çünkü) hicab emri gelmeden önce beni görürdü. O beni görüp tanıyınca innâ lillâh ve innâ ileyhi râciun diyerek istircâ’da bulunması üzerine uyandım. Derhal cilbabımla yüzümü örttüm, vallahi benimle tek bir kelime dahi konuşmadı. Onun innâ lillah… diyerek istircâ’da bulunması dışında onun bir tek sözünü dahi duymadım. Sonunda devesini çöktürdü, binmem için devenin ön ayaklarına bastı, ben de deveye bindim. Bindiğim devenin yularını çekerek yürüdü. Sonunda öğle sıcağı zamanındaki konaklamalarından sonra orduya yetiştik. Bunun sonunda da helâk olanlar helâk oldu. Bu hadisede iftirayı uydurma işini üstlenen kişi Abdullah b. Ubeyy b. Selûl olmuştu. Medine’ye vardıktan sonra ben bir ay kadar bir süre rahatsızlandım. İnsanlar ise o iftirada bulunanların (İfk ashabının) sözlerini dillerine dolamış gidiyorlardı. Ben bu kabilden hiçbir şeyin farkına varmıyordum. Bununla birlikte rahatsızlandığım sırada Rasulullah’dan (sav), önceleri rahatsızlandığım vakit gördüğüm latif ve yumuşak muamelesini göremediğim için adeta onu tanımaz olmuştum. Rasulullah (sav) yalnızca yanıma giriyor, selam veriyor sonra da “Hastanız nasıl” dedikten sonra çekip gidiyordu. İşte bu beni şüphelendiriyordu fakat nekahet döneminden sonra dışarı çıkıncaya kadar bir şeyin farkına varmamıştım. Beraberimde Ümm Mistah olduğu halde Medine’nin dış taraflarında ihtiyaçlarımızı karşıladığımız yere doğru çıktım. Bizler ancak geceden geceye çıkardık. Bu ise evlerimize yakın yerlerde kenefler edinmemizden önce idi. Bizim o zamanki durumumuz, ihtiyaçlarını gidermek üzere ilk Arapların durumunun aynısı idi. Evlerimize yakın helalar edinmekten rahatsız olurduk. Ümm Mistah ile birlikte dışarı çıktım. Ümm Mistah ise Ebu Ruhm b. Abdî Menaf’ın kızı idi, annesi de Sahr b. Âmir’in kızı, Ebu Bekir es-Sıddık’in teyzesi idi. Oğlu da Mistah b. Usâse idi. Ben Ümm Mistah ile birlikte evime doğru geri dönerken işimizi de bitirdikten sonra Ümm Mistah eteğine basarak tökezledi ve: Kahrolası Mistah, dedi. Ben ona: Ne kötü söz söyledin, Bedir’e katılmış bir adama böyle ağır söz mü söylüyorsun? dedim. O: Vah kızım, sen onun neler söylediğini duymadın mı? dedi. (Âişe) dedi ki: Ben: Ne dedi ki? dedim. Bana İfki/bana yapılan iftirayı dillerine dolayanların söylediklerini haber verdi. Bu sefer hastalığımın üzerine hastalık kattım, evime geri dönüp Rasulullah (sav) yanıma girdiğinde yani bana selam verdikten sonra: “Bu hastanız nasıl” buyurdu. Ben: Anne babamın yanına gitmeme izin verir misin? dedim. Âişe dedi ki: O zaman ben onlardan haberin gerçeğinin ne olduğunu öğrenmek istemiştim. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) bana izin verince, anne babamın yanına geldim. Anneme: Anacağım! Bu insanlar dillerine neyi dolamışlar? dedim. O: kızcağızım, kendine acı, vallahi, kendisini seven bir kocanın yanında bulunan, birçok kuması olan, güzel bir kadın olacak da onun aleyhine dedikodular çıkartılmayacak kadın pek azdır. Ben: Subhanallah! İnsanlar bunu da mı dillerine doladılar, dedim. Sonra o gece sabaha kadar ağlayıp durdum, gözyaşlarım kesilmedi, gözüme uyku girmedi. Sabaha kadar ağlamaya devam ettim. Vahyin gelmesi bir parça gecikince Rasulullah (sav) eşinden ayrılmak hususunda kendileriyle danışmak üzere Ali b. Ebu Talib ile Üsâme b. Zeyd’i (r.anhumâ) çağırdı. (Âişe) devamla dedi ki: Üsâme b. Zeyd, Rasulullah’a (sav), eşinin tertemiz ve suçsuz oluşu ile kendi içinde onlar için beslediğini bildiği sevgi istikametinde kanaatini belirtti ve: Ey Allah’ın Rasulü, o senin eşindir ve biz hayırdan başka hiçbir şey bilmiyoruz, dedi. Ali b. Ebu Talib de: Ey Allah’ın Rasulü, Allah, işi senin için daraltmış değildir, onun dışındaki kadınlar da pek çoktur, bununla birlikte cariyesine (Beriye’ye) sorsan sana doğruyu söyleyecektir, dedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) derhal Beriye’yi çağırdı ve: “Ey Berire, sen onun aleyhine seni şüphelendirecek bir şey gördün mü?” buyurdu. Berire: Seni hak ile gönderene yemin ederim ki hayır, benim onun aleyhine kusur sayılabilecek gördüğüm tek şey, onun sadece yaşça küçük bir kadın oluşundan ibarettir. Ailesi için yoğurduğu hamur yoğururken uyur, evdeki koyun gelir onu yerdi. (Bunun dışında bir kusurunu görmedim.) Bunun üzerine Rasulullah (sav) ayağa kalktı ve o gün Abdullah b. Ubeyy b. Selul ile ilgili söyleyeceklerinden ötürü mazur görülmesini istedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) minber üzerinde: “Ey müslümanlar topluluğu, benim aile halkım hakkındaki eziyeti, bana kadar ulaşmış bir adam hakkında yapacaklarımdan dolayı beni kim mazur görür? Vallahi ben eşim ile ilgili hayırdan başka bir şey bilmiyorum, sözünü ettikleri kişi hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum, benim aile halkım yanına ancak benimle birlikte içeri girerdi” buyurdu. Bunun üzerine Sa‘d b. Muâz el-Ensârî ayağa kalkarak: Ey Allah’ın Rasulü, eğer bu kişi Evslilerden olsaydı ondan dolayı ben seni mazur görürdüm, boynunu da vururdum. Şayet Hazreçli kardeşlerimizden ise bize emir verirsin biz de ne emredersen onu yaparız, dedi. (Âişe) dedi ki: Bunun üzerine Hazreçlilerin efendisi olan Sa‘d b. Ubâde ayağa kalktı. Esasen bundan önce hep salih bir insan idi. Fakat gayret, onu etkisi altına aldı ve Sa‘d’a: Yalan söyledin, vallahi sen onu öldüremezsin ve onu öldürmeye da gücün yetmez, dedi. Bu sefer Sa‘d’ın amcasının oğlu olan Useyd b. Hudayr ayağa kalktı ve Sa‘d b. Ubâde’ye: Yalan söyledin, Allah’a and olsun, onu mutlaka öldürürüz, sen münafık birisin ve münafıklar adına tartışıyorsun, dedi. Bunun üzerine Evs ve Hazreçli her iki kabile mensubu da galeyana geldi, hatta birbirleriyle çatışmak istediler. Rasulullah (sav) ise minber üzerinde ayakta duruyordu. Rasulullah (sav) onları teskin etmeye çalışıp durdu. Nihayet onlar da sustular, o da sustu. Âişe dedi ki: O gün öylece bekleyip durdum. Ne gözyaşlarım diniyor, ne gözüme uyku giriyordu. (Âişe) dedi ki: Annem, babam sabahı yanımda etti. İki gece ve bir gündüz ağlamaya devam ettim, gözüme uyku girmedi, gözyaşım kesilmedi. Hatta annem ve babam ağlamanın artık benim ciğerimi parçalayacağını sandılar. (Âişe) dedi ki: Annem babam yanımda oturuyor ve ben ağlıyorken Ensar’dan bir kadın yanıma girmek için izin istedi, ben de ona izin verdim, o da oturup benimle ağlamaya başladı. Bizler bu vaziyette iken Rasulullah (sav) yanımıza girdi, selam verdikten sonra oturdu. (Âişe) dedi ki: Daha önceden o söylenen dedikodular çıktığından beri yanımda oturmamıştı, aradan bir ay süre geçmiş benim hakkımda ona herhangi bir vahiy gelmemişti. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) oturunca şehadet kelimesini getirdi, sonra da şöyle buyurdu: “İmdi Ey Âişe, senin hakkında bana şunlar, şunlar ulaştı, eğer sen suçsuz isen Allah pek yakında senin suçsuz olduğunu çıkaracaktır. Şayet bir günah işlemiş isen Allah’tan mağfiret dile ve ona tövbe et. Çünkü kul günahını itiraf ettikten sonra Allah’a tövbe ederse Allah da tövbesini kabul buyurur.” Âişe dedi ki: Rasulullah (sav) sözlerini bitirince gözyaşlarım dindi. Hatta bir damla aktığını dahi hissetmez oldum. Babama: Rasulullah’ın (sav) söylediklerine cevap ver, dedim. O: Vallahi, Rasulullah’a (sav) ne diyeceğimi bilemiyorum, dedi. Anneme: Rasulullah’a (sav) sen cevap ver, dedim. O: Rasulullah’a (sav) nasıl cevap vereceğimi bilemiyorum, dedi. (Âişe devamla) dedi ki: Ben dedim ki: Vallahi ben yaşı küçük bir hanımım, Kur’ân-ı Kerim’den ezbere fazla bir şey bilmiyorum, vallahi ben sizin bu işittiğiniz sözlerin, sonunda içinizde yer ettiğini, onu doğru kabul ettiğinizi biliyorum. Ben sizlere, benim hiçbir günahım yok, Allah da benim günahsız olduğumu çok iyi biliyor desem dahi siz bu hususta benim doğru söylediğime inanmayacaksınız. Eğer bir işi işlemiş olduğumu size itiraf edecek olursam Allah da benim o suçtan uzak olduğumu bilmekle birlikte siz o vakit benim doğru söylediğimi kabul edeceksiniz. Allah’a yemin olsun ki, size ancak Yusuf’un babasının: “Artık bana düşen güzel bir sabırdır, sizin şu söylediklerinize karşı yardımına sığınılacak Allah’tır” (Yusuf, 12/18) buyruğundan başka uygun bir örnek bulamıyorum. (Âişe devamla) dedi ki: Sonra yüzümü başka tarafa döndüm ve yanım üzere yatağıma uzandım. (Âişe) dedi ki: O zaman ben, kendimin gerçekten suçsuz olduğumu ve suçsuz olduğum için Allah’ın beni mutlaka temize çıkaracağını biliyordum. Fakat Allah’ın benim durumum ile ilgili olarak tilavet olunan bir vahiy indireceğini de sanmıyordum. Çünkü ben, kendimi Allah’ın benim ile ilgili tilavet olunacak bir kelam indirmeye değmeyecek kadar küçük görüyordum ama Rasulullah’a (sav) uykusunda Allah’ın beni kendisi ile temize çıkaracağı bir rüya göstereceğini umuyordum. (Âişe devamla) dedi ki: Vallahi Rasulullah henüz (sav) yerinden kalkmadan, evdekilerden hiçbir kimse de dışarı çıkmadan ona vahiy indi. Önceden olduğu gibi, vahiy hali onu bürüdüğünden, kış gününde olsa dahi ona indirilen buyrukların ağırlığından ötürü inci taneleri gibi terler ondan dökülmeye başladı. (Âişe devamla) dedi ki: Rasulullah’ın (sav) üzerinden o vahiy hali açılınca, kendisi gülüyordu. Söylediği ilk söz: “Ey Âişe, aziz ve celil Allah senin suçsuz ve tertemiz olduğunu bildirdi” demek oldu. Bunun üzerine annem: Haydi (teşekkürlerini ifade etmek üzere) onun önünde ayağa kalk, dedi. (Âişe) dedi ki: Ben: Vallahi onun önünde ayağa kalkmam, aziz ve celil Allah’tan başkasına da hamd etmem, dedim. Aziz ve celil Allah da: “O olmadık iftirada bulunanlar sizden bir topluluktur, siz bunu kendiniz için kötü bir şey sanmayın” (Nur, 24/11) buyruğundan itibaren on ayetin tamamını indirdi. Allah bu buyrukları benim suçsuzluğum hakkında indirince, Ebu Bekir es-Sıddık kendisi ile akrabalığı ve fakirliğinden ötürü Mistah b. Usâse’ye bir nafaka verdiği için: Vallahi, artık Âişe için o söylediklerini söyledikten sonra ebediyen hiçbir şey infak etmeyeceğim, dedi. Bunun üzerine şanı yüce Allah da: “Sizden fazilet ve imkân sahipleri yakınlara, fakirlere ve Allah yolunda hicret edenlere infak etmemeye yemin etmesinler, affetsinler ve görmezlikten gelsinler. Allah’ın günahlarınızı bağışlamasını sevmez misiniz? Allah çok bağışlayandır, bol bol rahmet edicidir” (Nur, 24/22) buyruğunu indirdi. Ebu Bekir de: Elbette (severiz), vallahi, Allah’ım, beni bağışlamanı severim diyerek Mistah’a daha önce yaptığı infakı tekrar devam ettirdi ve: Vallahi hiçbir zaman ona verdiğim bu infakı da geri çekmeyeceğim, dedi. (Âişe devamla) dedi ki: Rasulullah (sav) Cahş kızı Zeyneb’e durumuma dair soru sorardı. Ona: “Ey Zeyneb, ne biliyorsun ya da ne gördün?” dedi. Zeyneb: Ey Allah’ın Rasulü, ben kulağımı ve gözümü korurum, hayırdan başka bir şey bilmiyorum, dedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah’ın (sav) zevceleri arasında benimle boy ölçüşebilecek kadın da o idi. Allah onu vera ve takvası sayesinde korudu. Kız kardeşi Hamne ise onun lehine savaşa koyulmuştu. Bundan ötürü o da helâk olan ifk sahipleri/iftiracılar arasında helâk oldu.
Bize Yahya b. Bükeyr, ona el-Leys, ona Yunus, ona İbn Şihâb rivayetle dedi ki: Bana Urve b. ez-Zübeyr, Saîd b. el-Müseyyeb, Alkame b. Vakkas ve Ubeyydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud, Nebi’nin (sav) zevcesi Âişe’ye (r.anhâ) ifk ehli (ona iftirada bulunanlar) o söylediklerini söyleyip, Allah’ın da onların söylediklerinden (iftiralarından) onu temize çıkarması ile ilgili hadiseyi rivayet ettiler. Bunların her biri bana hadisin bir kısmını aktardı. Onların anlattıklarının bir bölümü diğer bir bölümünü doğruluyor idi. Bununla birlikte onların kimisi diğerinden daha iyi hıfz edip bellemiş idi. Urve’nin bana Âişe (r.anhâ) ile ilgili anlattığı hadisi şöyledir: - Nebi’nin (sav) zevcesi Âişe (r.anhâ) dedi ki: Rasulullah (sav) sefere çıkmak istediği zaman zevceleri arasında kura çekerdi. Onların hangisinin payı kurada çıkarsa Rasulullah da (sav) onu beraberinde götürürdü. Âişe dedi ki: Çıktığı gazalardan birisinde aramızda kura çekti, kurada ben çıktım. Hicab emri nâzil oldumştu. Kura bana çıktığından dolayı Rasulullah (sav) ile birlikte ben çıktım. Ben hevdecimde iken taşınıyor, onun içinde iken indiriliyordum. Yola koyulduk. Nihayet Rasulullah (sav) o gazasını bitirip geri dönünce, bu dönüşte de Medine’ye yaklaştığımızda, gecelerin birisinde yola koyulacağımız ilanı yapıldı. Yola koyulacağımız ilan edilince ben de kalkıp yürüdüm ve karargâhın dışına çıktım. İşimi bitirip yerime döneceğim zaman Zafâr boncuğundan gerdanlığımın koptuğunu gördüm. Gerdanlığımı aramaya başladım. Onu aradığımdan dolayı geç kaldım. Benim hevdecimi kaldırıp indiren kişiler gelerek, hevdecimi kaldırıp, onu üzerinde yolculuk yaptığım deveme yüklediler. Benim hevdecimin içinde olduğumu zannediyorlardı. O sırada kadınlar hafiftiler, et bağlayıp ağırlaşmamışlardı. Çünkü kadınlar az yemek yerlerdi. Bu sebeple hevdecimi taşıyanlar onu kaldırdıklarında hafif olduğunu fark etmediler. Ben de henüz yaşı küçük bir kadın idim. Onlar da deveyi (çökmüş olduğu yerden) kaldırıp yola koyuldular. Ordu, yoluna koyulduktan sonra gerdanlığımı buldum. Konakladıkları yere geldiğimde orada hiç kimse bulamadım. Bundan dolayı bulunduğum yere doğru gittim. Onların benim, hevdecimde olmadığımı görüp, beni aramak üzere geri döneceklerini zannettim. Ben olduğum yerde oturuyor iken, gözlerimi tutamayarak uyumuş oldum. Safvan b. el-Muattal es-Sülemî, -sonra da ez-Zekvânî- ordunun ardcılarından idi. Gece yol yürümüş ve bulunduğum yerde sabahı etmişti. Uyumakta olan bir insanın karartısını gördüğü için yanıma geldi. Beni görünce tanıdı. (Çünkü) hicab emri gelmeden önce beni görürdü. O beni görüp tanıyınca innâ lillâh ve innâ ileyhi râciun diyerek istircâ’da bulunması üzerine uyandım. Derhal cilbabımla yüzümü örttüm, vallahi benimle tek bir kelime dahi konuşmadı. Onun innâ lillah… diyerek istircâ’da bulunması dışında onun bir tek sözünü dahi duymadım. Sonunda devesini çöktürdü, binmem için devenin ön ayaklarına bastı, ben de deveye bindim. Bindiğim devenin yularını çekerek yürüdü. Sonunda öğle sıcağı zamanındaki konaklamalarından sonra orduya yetiştik. Bunun sonunda da helâk olanlar helâk oldu. Bu hadisede iftirayı uydurma işini üstlenen kişi Abdullah b. Ubeyy b. Selûl olmuştu. Medine’ye vardıktan sonra ben bir ay kadar bir süre rahatsızlandım. İnsanlar ise o iftirada bulunanların (İfk ashabının) sözlerini dillerine dolamış gidiyorlardı. Ben bu kabilden hiçbir şeyin farkına varmıyordum. Bununla birlikte rahatsızlandığım sırada Rasulullah’dan (sav), önceleri rahatsızlandığım vakit gördüğüm latif ve yumuşak muamelesini göremediğim için adeta onu tanımaz olmuştum. Rasulullah (sav) yalnızca yanıma giriyor, selam veriyor sonra da “Hastanız nasıl” dedikten sonra çekip gidiyordu. İşte bu beni şüphelendiriyordu fakat nekahet döneminden sonra dışarı çıkıncaya kadar bir şeyin farkına varmamıştım. Beraberimde Ümm Mistah olduğu halde Medine’nin dış taraflarında ihtiyaçlarımızı karşıladığımız yere doğru çıktım. Bizler ancak geceden geceye çıkardık. Bu ise evlerimize yakın yerlerde kenefler edinmemizden önce idi. Bizim o zamanki durumumuz, ihtiyaçlarını gidermek üzere ilk Arapların durumunun aynısı idi. Evlerimize yakın helalar edinmekten rahatsız olurduk. Ümm Mistah ile birlikte dışarı çıktım. Ümm Mistah ise Ebu Ruhm b. Abdî Menaf’ın kızı idi, annesi de Sahr b. Âmir’in kızı, Ebu Bekir es-Sıddık’in teyzesi idi. Oğlu da Mistah b. Usâse idi. Ben Ümm Mistah ile birlikte evime doğru geri dönerken işimizi de bitirdikten sonra Ümm Mistah eteğine basarak tökezledi ve: Kahrolası Mistah, dedi. Ben ona: Ne kötü söz söyledin, Bedir’e katılmış bir adama böyle ağır söz mü söylüyorsun? dedim. O: Vah kızım, sen onun neler söylediğini duymadın mı? dedi. (Âişe) dedi ki: Ben: Ne dedi ki? dedim. Bana İfki/bana yapılan iftirayı dillerine dolayanların söylediklerini haber verdi. Bu sefer hastalığımın üzerine hastalık kattım, evime geri dönüp Rasulullah (sav) yanıma girdiğinde yani bana selam verdikten sonra: “Bu hastanız nasıl” buyurdu. Ben: Anne babamın yanına gitmeme izin verir misin? dedim. Âişe dedi ki: O zaman ben onlardan haberin gerçeğinin ne olduğunu öğrenmek istemiştim. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) bana izin verince, anne babamın yanına geldim. Anneme: Anacağım! Bu insanlar dillerine neyi dolamışlar? dedim. O: kızcağızım, kendine acı, vallahi, kendisini seven bir kocanın yanında bulunan, birçok kuması olan, güzel bir kadın olacak da onun aleyhine dedikodular çıkartılmayacak kadın pek azdır. Ben: Subhanallah! İnsanlar bunu da mı dillerine doladılar, dedim. Sonra o gece sabaha kadar ağlayıp durdum, gözyaşlarım kesilmedi, gözüme uyku girmedi. Sabaha kadar ağlamaya devam ettim. Vahyin gelmesi bir parça gecikince Rasulullah (sav) eşinden ayrılmak hususunda kendileriyle danışmak üzere Ali b. Ebu Talib ile Üsâme b. Zeyd’i (r.anhumâ) çağırdı. (Âişe) devamla dedi ki: Üsâme b. Zeyd, Rasulullah’a (sav), eşinin tertemiz ve suçsuz oluşu ile kendi içinde onlar için beslediğini bildiği sevgi istikametinde kanaatini belirtti ve: Ey Allah’ın Rasulü, o senin eşindir ve biz hayırdan başka hiçbir şey bilmiyoruz, dedi. Ali b. Ebu Talib de: Ey Allah’ın Rasulü, Allah, işi senin için daraltmış değildir, onun dışındaki kadınlar da pek çoktur, bununla birlikte cariyesine (Beriye’ye) sorsan sana doğruyu söyleyecektir, dedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) derhal Beriye’yi çağırdı ve: “Ey Berire, sen onun aleyhine seni şüphelendirecek bir şey gördün mü?” buyurdu. Berire: Seni hak ile gönderene yemin ederim ki hayır, benim onun aleyhine kusur sayılabilecek gördüğüm tek şey, onun sadece yaşça küçük bir kadın oluşundan ibarettir. Ailesi için yoğurduğu hamur yoğururken uyur, evdeki koyun gelir onu yerdi. (Bunun dışında bir kusurunu görmedim.) Bunun üzerine Rasulullah (sav) ayağa kalktı ve o gün Abdullah b. Ubeyy b. Selul ile ilgili söyleyeceklerinden ötürü mazur görülmesini istedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) minber üzerinde: “Ey müslümanlar topluluğu, benim aile halkım hakkındaki eziyeti, bana kadar ulaşmış bir adam hakkında yapacaklarımdan dolayı beni kim mazur görür? Vallahi ben eşim ile ilgili hayırdan başka bir şey bilmiyorum, sözünü ettikleri kişi hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum, benim aile halkım yanına ancak benimle birlikte içeri girerdi” buyurdu. Bunun üzerine Sa‘d b. Muâz el-Ensârî ayağa kalkarak: Ey Allah’ın Rasulü, eğer bu kişi Evslilerden olsaydı ondan dolayı ben seni mazur görürdüm, boynunu da vururdum. Şayet Hazreçli kardeşlerimizden ise bize emir verirsin biz de ne emredersen onu yaparız, dedi. (Âişe) dedi ki: Bunun üzerine Hazreçlilerin efendisi olan Sa‘d b. Ubâde ayağa kalktı. Esasen bundan önce hep salih bir insan idi. Fakat gayret, onu etkisi altına aldı ve Sa‘d’a: Yalan söyledin, vallahi sen onu öldüremezsin ve onu öldürmeye da gücün yetmez, dedi. Bu sefer Sa‘d’ın amcasının oğlu olan Useyd b. Hudayr ayağa kalktı ve Sa‘d b. Ubâde’ye: Yalan söyledin, Allah’a and olsun, onu mutlaka öldürürüz, sen münafık birisin ve münafıklar adına tartışıyorsun, dedi. Bunun üzerine Evs ve Hazreçli her iki kabile mensubu da galeyana geldi, hatta birbirleriyle çatışmak istediler. Rasulullah (sav) ise minber üzerinde ayakta duruyordu. Rasulullah (sav) onları teskin etmeye çalışıp durdu. Nihayet onlar da sustular, o da sustu. Âişe dedi ki: O gün öylece bekleyip durdum. Ne gözyaşlarım diniyor, ne gözüme uyku giriyordu. (Âişe) dedi ki: Annem, babam sabahı yanımda etti. İki gece ve bir gündüz ağlamaya devam ettim, gözüme uyku girmedi, gözyaşım kesilmedi. Hatta annem ve babam ağlamanın artık benim ciğerimi parçalayacağını sandılar. (Âişe) dedi ki: Annem babam yanımda oturuyor ve ben ağlıyorken Ensar’dan bir kadın yanıma girmek için izin istedi, ben de ona izin verdim, o da oturup benimle ağlamaya başladı. Bizler bu vaziyette iken Rasulullah (sav) yanımıza girdi, selam verdikten sonra oturdu. (Âişe) dedi ki: Daha önceden o söylenen dedikodular çıktığından beri yanımda oturmamıştı, aradan bir ay süre geçmiş benim hakkımda ona herhangi bir vahiy gelmemişti. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) oturunca şehadet kelimesini getirdi, sonra da şöyle buyurdu: “İmdi Ey Âişe, senin hakkında bana şunlar, şunlar ulaştı, eğer sen suçsuz isen Allah pek yakında senin suçsuz olduğunu çıkaracaktır. Şayet bir günah işlemiş isen Allah’tan mağfiret dile ve ona tövbe et. Çünkü kul günahını itiraf ettikten sonra Allah’a tövbe ederse Allah da tövbesini kabul buyurur.” Âişe dedi ki: Rasulullah (sav) sözlerini bitirince gözyaşlarım dindi. Hatta bir damla aktığını dahi hissetmez oldum. Babama: Rasulullah’ın (sav) söylediklerine cevap ver, dedim. O: Vallahi, Rasulullah’a (sav) ne diyeceğimi bilemiyorum, dedi. Anneme: Rasulullah’a (sav) sen cevap ver, dedim. O: Rasulullah’a (sav) nasıl cevap vereceğimi bilemiyorum, dedi. (Âişe devamla) dedi ki: Ben dedim ki: Vallahi ben yaşı küçük bir hanımım, Kur’ân-ı Kerim’den ezbere fazla bir şey bilmiyorum, vallahi ben sizin bu işittiğiniz sözlerin, sonunda içinizde yer ettiğini, onu doğru kabul ettiğinizi biliyorum. Ben sizlere, benim hiçbir günahım yok, Allah da benim günahsız olduğumu çok iyi biliyor desem dahi siz bu hususta benim doğru söylediğime inanmayacaksınız. Eğer bir işi işlemiş olduğumu size itiraf edecek olursam Allah da benim o suçtan uzak olduğumu bilmekle birlikte siz o vakit benim doğru söylediğimi kabul edeceksiniz. Allah’a yemin olsun ki, size ancak Yusuf’un babasının: “Artık bana düşen güzel bir sabırdır, sizin şu söylediklerinize karşı yardımına sığınılacak Allah’tır” (Yusuf, 12/18) buyruğundan başka uygun bir örnek bulamıyorum. (Âişe devamla) dedi ki: Sonra yüzümü başka tarafa döndüm ve yanım üzere yatağıma uzandım. (Âişe) dedi ki: O zaman ben, kendimin gerçekten suçsuz olduğumu ve suçsuz olduğum için Allah’ın beni mutlaka temize çıkaracağını biliyordum. Fakat Allah’ın benim durumum ile ilgili olarak tilavet olunan bir vahiy indireceğini de sanmıyordum. Çünkü ben, kendimi Allah’ın benim ile ilgili tilavet olunacak bir kelam indirmeye değmeyecek kadar küçük görüyordum ama Rasulullah’a (sav) uykusunda Allah’ın beni kendisi ile temize çıkaracağı bir rüya göstereceğini umuyordum. (Âişe devamla) dedi ki: Vallahi Rasulullah henüz (sav) yerinden kalkmadan, evdekilerden hiçbir kimse de dışarı çıkmadan ona vahiy indi. Önceden olduğu gibi, vahiy hali onu bürüdüğünden, kış gününde olsa dahi ona indirilen buyrukların ağırlığından ötürü inci taneleri gibi terler ondan dökülmeye başladı. (Âişe devamla) dedi ki: Rasulullah’ın (sav) üzerinden o vahiy hali açılınca, kendisi gülüyordu. Söylediği ilk söz: “Ey Âişe, aziz ve celil Allah senin suçsuz ve tertemiz olduğunu bildirdi” demek oldu. Bunun üzerine annem: Haydi (teşekkürlerini ifade etmek üzere) onun önünde ayağa kalk, dedi. (Âişe) dedi ki: Ben: Vallahi onun önünde ayağa kalkmam, aziz ve celil Allah’tan başkasına da hamd etmem, dedim. Aziz ve celil Allah da: “O olmadık iftirada bulunanlar sizden bir topluluktur, siz bunu kendiniz için kötü bir şey sanmayın” (Nur, 24/11) buyruğundan itibaren on ayetin tamamını indirdi. Allah bu buyrukları benim suçsuzluğum hakkında indirince, Ebu Bekir es-Sıddık kendisi ile akrabalığı ve fakirliğinden ötürü Mistah b. Usâse’ye bir nafaka verdiği için: Vallahi, artık Âişe için o söylediklerini söyledikten sonra ebediyen hiçbir şey infak etmeyeceğim, dedi. Bunun üzerine şanı yüce Allah da: “Sizden fazilet ve imkân sahipleri yakınlara, fakirlere ve Allah yolunda hicret edenlere infak etmemeye yemin etmesinler, affetsinler ve görmezlikten gelsinler. Allah’ın günahlarınızı bağışlamasını sevmez misiniz? Allah çok bağışlayandır, bol bol rahmet edicidir” (Nur, 24/22) buyruğunu indirdi. Ebu Bekir de: Elbette (severiz), vallahi, Allah’ım, beni bağışlamanı severim diyerek Mistah’a daha önce yaptığı infakı tekrar devam ettirdi ve: Vallahi hiçbir zaman ona verdiğim bu infakı da geri çekmeyeceğim, dedi. (Âişe devamla) dedi ki: Rasulullah (sav) Cahş kızı Zeyneb’e durumuma dair soru sorardı. Ona: “Ey Zeyneb, ne biliyorsun ya da ne gördün?” dedi. Zeyneb: Ey Allah’ın Rasulü, ben kulağımı ve gözümü korurum, hayırdan başka bir şey bilmiyorum, dedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah’ın (sav) zevceleri arasında benimle boy ölçüşebilecek kadın da o idi. Allah onu vera ve takvası sayesinde korudu. Kız kardeşi Hamne ise onun lehine savaşa koyulmuştu. Bundan ötürü o da helâk olan ifk sahipleri/iftiracılar arasında helâk oldu.