52 Kayıt Bulundu.
Bize İshak b. İsa et-Tabbâ, ona Malik b. Enes, ona İbn Şihâb, ona Übeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud, ona da İbn Abbas şöyle demiştir: Abdurrahman b. Avf (Hz. Ömer'in yanından) evine yanına döndü. İbn Abbas der ki: Abdurrahman b. Avf'a Kur'an okutuyordum. Ömer b. Hattâb'ın yaptığı son haccında, ben Mina'da Abdurrahman'ı beklerken o beni buldu ve şöyle dedi: Bugün Ömer b. Hattâb'ın (ra) yanına bir adam geldi ve “Falanca adam 'eğer Ömer (ra) ölürse ben Filanca kimseye biat ederim' diyor” dedi. Bunun üzerine Ömer “ben bu akşam üzeri insanların arasında ayağa kalkıp bir konuşma yapacağım ve milletin mukadderatını gasp etmek isteyen bu adamlardan insanları sakındıracağım” dedi. Abdurrahman der ki: Ben “ey Müminlerin Emiri, böyle yapma. Hac mevsimi, insanların her türlüsünü ve şerli işlerde süratli olanlarını bir araya toplar. Sen konuşmaya kalktığında, bu kimseler sana yakın yerleri tutarlar. Sonra ben, bu insanların, sen kalkıp konuşma yaptığında, her haber uçuranın bu konuşmayı alıp etrafa uçurmasından, onu iyice kavramayıp, manasını iyice anlamadan konuşmanı, yakışmayacak birtakım yerlere koymalarından endişe ederim. Onun için ey Müminlerin Emiri Medine'ye dönünceye kadar bekle. Çünkü Medine hicret ve sünnet yurdudur. Orası insanların alimlerini ve eşrafını barındırır. Sen de söylemek istediğin şeyleri o topluluğa sağlam olarak söylersin, onlar da senin konuşmanı iyi belleyip anlar ve onu uygun konuma koyarlar” dedim. Bunun üzerine Ömer “Vallahi, inşallah sağ salim Medine'ye vardığımda ilk hutbemde bu meseleyi konuşacağım” dedi. Zilhicce ayının ardından Medine'ye vardığımızda, günlerden Cuma idi. Hemen acele ile vakte ve havaya aldırmadan yola koyuldum. -Ravi der ki: Ben Malik'e “(صَكَّةُ الْأَعْمَى ) ne demektir?” diye sordum, bana “saatin kaç olduğuna, havanın soğuk ya da sıcak olduğuna aldırmaksızın yola koyulmak demektir” diye cevap verdi.- (Mescide geldim) ve bir de baktım ki Saîd b. Zeyd benden önce gelmiş, minberin sağ tarafında oturuyor. Ben de hemen onun hizasına oturdum, öyle ki dizim onun dizine değiyordu. Ömer (ra) gelene kadar bekledim, onu gördüğümde “Ömer daha önce Mekke'de akşamleyin yapmayı planladığı konuşmayı şimdi bu minberde yapacak ve daha önce kimsenin söylemediği, çok önemli şeyleri söyleyecek” dedim. Saîd b. Zeyd bu sözü yadırgadı ve “Ömer şimdiye kadar kimsenin söylemediği neyi söyleyeceğini umuyorsun” dedi. Ömer minber üzerine oturdu, müezzinler de ezanları okuyup bitirdikten sonra ayağa kalktı, Allah'a hamd ve lâyık olduğu yüce sıfatlarla övdükten sonra “Amma ba'du” deyip şunları söyledi: Ey insanlar, Ben sizlere, Allah'ın benim konuşmamı takdir etmiş olduğu bir konuşma yapacağım. Bilmiyorum, belki bu konuşmam, benim ecelimin hemen öncesidir. Her kim bu konuşmamı kavrayıp iyi ezberler ise bineğinin ulaştırdığı her yerde bunu söyleyip yaysın. Kavramayacağından endişe eden kimseye gelince, ben hiçbir kimseye benim üzerime yalan söylemesini helal etmiyorum. Şüphesiz, Allah tebareke ve teala, Muhammed'i (sav) hak peygamber olarak gönderdi ve O'na kitap indirdi. Allah'ın indirdiği şeyler içinde Recim Ayeti de vardı. Bizler o ayeti okuduk, kavrayıp anladık ve iyice ezberledik. Rasulullah (sav) recmetti, O'ndan sonra biz de recmettik. İnsanların üzerinden bir zaman geçtikten sonra birinin çıkıp “Biz Allah'ın Kitabında recim ayetini bulmuyoruz” demesinden ve Allah'ın indirmiş olduğu bir farizayı terk ederek insanların sapıklığa düşmelerinden endişe ediyorum. Recim, Allah'ın Kitabında sabit bir haktır. Bu hüküm, zina eden, zina ettiği de delil veya gebelik, ya da itiraf ile sabit olan muhsan (evli, başından evlilik geçmiş) kadın ve erkeğe uygulanır. Sonra bizler Allah'ın Kitabında okuduğumuz şeyler arasında "Babalarınızı reddetmeyin. onların babalığını reddetmeniz sizin için küfürdür" yahut "babalarınızdan yüz çevirmeniz, muhakkak sizin için bir küfürdür" sözleri de vardı. Sonra dikkatinizi çekerim, Rasulullah (sav) "Sizler beni, Meryem oğlu İsa'nın (as) aşırı övüldüğü gibi aşırı şekilde övmeyiniz. Ben Allah'ın kuluyum. Sizler bana 'Allah'ın kulu ve Rasulü' deyiniz" buyurmuştur. Sonra içinizden birinin çıkıp “Vallahi Ömer ölürse, ben falancaya biat ederim" dediği benim kulağıma geldi. Sakın hiçbir kimse, onun “Ebu Bekir'e yapılan biat istişare olmadan, çarçabuk oldu bitti” demesine aldanmasın. Evet iş hakikaten böyle çabuk olmuştur, ama Allah, o işin şerrinden ümmeti korumuştur. Sizden hiç birinizin konumu, (fazilet ve değer bakımından) kendisine süratle gidilmesinden dolayı develerin boynunun koptuğu, Ebu Bekir'in konumu gibi değildir.(Kimse Ebu Bekir'e yapılan biat gibi bir biat beklentisi içinde olmasın.) Biliniz ki Allah, Peygamberini (sav) vefat ettirdiği zaman bizim (halife seçimi ile ilgili) hadisemiz şöyle oldu: Ali ile Zubeyir ve onların beraberinde olanlar Fatıma'nın evinde toplanıp bize muhalefet ettiler. Ensâr topluluğu bize muhalefet edip Sâide oğulları gölgeliğinde toplandılar. Muhacirler, Ebu Bekir'in (ra) yanında toplandılar. Ben Ebu Bekir'e “ey Ebu Bekir, hadi Ensâr kardeşlerimizin yanına gidelim” dedim. Ardından onların yanına varmak arzusu ile yola koyulduk. Onlara yaklaştığımız zaman, bizleri onlardan iki sâlih adam karşıladı ve topluluğun üzerinde ittifak ettikleri görüşü bize aktardı ve “ey Muhacirler topluluğu, siz nereye gitmek istiyorsunuz?” dediler. Ben de onlara “Ensâr kardeşlerimizin yanına gitmek istiyoruz” dedim. Onlar da bize “Ensâr topluluğuna yaklaşmayınız, siz kendi işinizin hükmünü veriniz” dediler. Ben de onlara “Vallahi bizler muhakkak onların yanına gideceğiz” dedim. Ve yürüyüp nihayet Sâide oğullarının istişare ettikleri gölgelikte Ensâr topluluğunun yanına vardık. Bir de baktık ki, onların arasında bir örtüye bürünüp sarınmış bir adam var. “Bu kimdir?” dedim. “Sa'd b. Ubâde” dediler. “Onun nesi var?” dedim. “Sıtma ateşi var” dediler. Biz oturduğumuzda onların hatibi şehadet kelimelerini söyledi ve Allah'a lâyık olduğu yüce sıfatlarıyla hamd-u sena etti. Sonra “bizler Allah'ın Ensârı ve İslâm'ın büyük ordusuyuz. Siz Muhacirler topluluğu ise Mekke'deki kavminizden bize yürüyüp gelmiş olan bir azınlıksınız. Böyle iken şimdi bu azınlık bizi aslımızdan koparmak ve bizleri emirlik işinden dışarıya çıkarmak istiyorlar” dedi. Ömer der ki: Ensâr'ın hatibi susunca ben konuşmak istedim. Ben daha önce oldukça beğendiğim bir konuşma hazırlamıştım. bu konuşmayı Ebu Bekir'in önünde sunmak ve bazı keskin çıkışları yumuşatmak istiyordum. Konuşmak istediğim zaman, Ebu Bekir bana “sükunet ve teenni içinde ol” dedi. Ben Ebu Bekir'i öfkelendirmek istemedim. Ebu Bekir kendisi konuşmaya başladı. Ebu Bekir benden daha yumuşak ve ve daha vakarlı idi. Vallahi, Ebu Bekir benim hoşuma giden ne sözüm varsa, hepsinin bir benzerini ya da daha iyisini konuşması içerisinde ifade etti ve sonunda konuşmasını bitirdi. Bu konuşmasında “Sizler anlattığınız faziletlerin hepsine layıksınız. Fakat şu halifelik işi Kureyş'ten olan şu Muhacirler topluluğundan başkasında asla kabul görmeyecektir. Bu Kureyş topluluğu nesep ve yurt bakımlarından Arapların tam ortasındadır. Ben size şu iki adamdan birine biat etmenizi teklif ediyor ve rıza gösteriyorum. Şimdi bu ikisinden istediğinize biat ediniz” dedi. Ömer der ki: Bundan sonra Ebu Bekir, aramızda oturarak benim ve Ebu Ubeyde b. Cerrâh'ın elini tuttu. Onun söyledikleri içinde bundan başka yadırgadığım bir şey olmadı. Vallahi, bir günah işlemiş olmaksızın, öne atılıp boynumun vurulması, içlerinde Ebu Bekir'in bulunduğu bulunduğu bir topluluğa emirlik yapmaktan bana daha sevimliydi. Ancak, şu an hissetmediğim böyle bir duyguyu, ölümüm sırasında, nefsimin bunu bana süsleyip güzel göstermesi hâli hariçtir. Bu sırada Ensâr'dan bir sözcü “bizler, uyuz develerin bağlandığı ve sürtünerek şifa bulduğu kazık, (emirliğin bağlanacağı kazık) ve dalları meyve dolu, yüksek ağacın kırılmasın ve meyveleri dökülmesin diye bağlandığı dayanağız (emirlik konusundaki ihtilaf bizimle çözülür). Bir emir Ensâr'dan bir emir de sizden olsun ey Kureyş topluluğu” dedi. Bunun üzerine ihtilaflı sözler çoğaldı ve sesler yükseldi, hatta ben bir ihtilâf çıkmasından korktum ve hemen “uzat elini ey Ebu Bekir” dedim. O da elini uzattı. Ben de ona biat ettim. Benden sonra Muhacirler ve sonra Ensâr Ebu Bekir'e biat ettiler. Biz böylece çabuk davranıp Sa'd b. Ubâde'ye karşı üstünlük sağlamış olduk. Onlardan bir sözcü “sizler Sa'd b. Ubâde'yi öldürdünüz” dedi. Ben “Allah Sa'd b. Ubâde'yi kahretsin” dedim. Bundan sonra Ömer o cuma hutbesindeki konuşmasının sonunda şunları tekrar olarak söyledi: Vallahi biz o gün içinde bulunduğumuz seçim işinde, Ebu Bekir'e biat etmekten daha güçlü bir çözüm yolu bulamadık. Biz, Ensâr topluluğunun, biat etmeden, bizden ayrılıp sonra kendilerinden bir adama biat etmelerinden korktuk. Çünkü o zaman biz ya razı olmadığımız bir adama biat edecektik, ya da karşı çıkacaktık bu sefer de fitne ve bozgunculuk olacaktı. Artık bundan böyle Müslümanların istişaresi ve rızaları olmaksızın her kim bir adama biat edecek olursa, hem biat edenin hem de kendisine biat edilenin öldürülme korkusu olacağı için onlara kimse tabi olmayacaktır. Malik der ki: İbn Şihâb “bana Urve şöyle haber verdi” dedi: Hz. Ömer'in karşılaştığı o iki Ensarlı adam Uveym b. Sâide ve Ma'n b. Adiyy idi. Saîd b. Müseyyeb bana “Bizler, uyuz develerin bağlandığı ve sürtünerek şifa bulduğu kazık, (emirliğin bağlanacağı kazık) ve dalları meyve dolu, yüksek ağacın kırılmasın ve meyveleri dökülmesin diye bağlandığı dayanağız” diyen kişinin Hubâb b. Münzir olduğunu haber verdi.
Bize Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Übeydullah b. Abdullah b. Utbe, ona da İbn Abbas şöyle demiştir: Hz. Ömer döneminde Abdurrahman b. Avf'a Kur'an okutuyordum. Ömer'in yaptığı son haccında, ben Mina'da iken, akşam üzeri Abdurrahman b. Avf yanıma geldi ve şöyle dedi: Bugün Müminlerin Emirini bir görseydin, yanına bir adam geldi ve “ey Müminlerin Emiri, Falanca adamı işittim 'eğer Müminlerin Emiri ölürse, ben Filanca kimseye biat ederim' diyor” dedi. Bunun üzerine Ömer “ben bu akşam üzeri insanların arasında ayağa kalkıp bir konuşma yapacağım ve milletin mukadderatını gasp etmek isteyen bu adamlardan insanları sakındıracağım” dedi. İbn Abbâs der ki: Ben “ey Müminlerin Emiri, hac mevsimi, insanların her türlüsünü ve şerli işlerde süratli olanlarını bir araya toplar. Sen konuşmaya kalktığında, bu kimseler sana yakın yerleri tutarlar. Sonra ben, bu insanların, sen kalkıp konuşma yaptığında, her haber uçuranın bu konuşmayı alıp etrafa uçurmasından, onu iyice kavramayıp, manasını iyice anlamadan konuşmanı, yakışmayacak birtakım yerlere koymalarından endişe ederim. Onun için ey Müminlerin Emiri Medine'ye dönünceye kadar bekle. Çünkü Medine hicret ve sünnet yurdudur. Orada Muhacir ve Ensar'la baş başa kalır, söylemek istediğin şeyleri o topluluğa sağlam olarak söylersin, onlar da senin konuşmanı iyi belleyip anlar ve onu uygun konuma koyarlar” dedim. İbn Abbâs der ki: Bunun üzerine Ömer “Vallahi, inşallah Medine'ye vardığımda ilk hutbemde bu meseleyi konuşacağım” dedi. İbn Abbâs der ki: Medine'ye vardığımızda, Cuma günü gelip çattı, Abdurrahman b. Avf'ın söylediklerinden dolayı ben erkence bir vakitte mescide gittim, bir de baktım ki Saîd b. Zeyd benden önce gelmiş, onu minberin dibinde otururken buldum ve ben de yanına oturdum. Benim dizim onun dizine dokunuyordu. zeval vakti Ömer (ra) çıkageldi. Onun geldiğini görünce Saîd b. Zeyd'e dönüp “Ömer bu minberde daha önce yapmadığı, en önemli konuşmayı yapacak” dedim. Saîd b. Zeyd kızarak “Ömer şimdiye kadar söylemediği neyi söyleyecek” dedi. Ömer minber üzerine oturdu, müezzinler de ezanları okuyup bitirdikten sonra ayağa kalktı, Allah'a hamd ve lâyık olduğu yüce sıfatlarla övdükten sonra “Amma ba'du” deyip şunları söyledi: Ben sizlere, Allah'ın benim konuşmamı takdir etmiş olduğu bir konuşma yapacağım. Bilmiyorum, belki bu konuşmam, benim ecelimin hemen öncesidir. Şüphesiz, Allah, Muhammed'i hak peygamber olarak gönderdi ve O'na kitap indirdi. Allah'ın indirdiği şeyler içinde Recim Ayeti de vardı. Rasulullah (sav) recmetti, O'ndan sonra biz de recmettik. İnsanların üzerinden bir zaman geçtikten sonra birinin çıkıp “Biz Allah'ın Kitabında recim ayetini bulmuyoruz” demesinden ve Allah'ın indirmiş olduğu bir farizayı terk ederek insanların sapıklığa düşmelerinden endişe ediyorum. Bilin ki Recim, Allah'ın Kitabında sabit bir haktır. Bu hüküm, zina eden, zina ettiği de delil veya gebelik, ya da itiraf ile sabit olan muhsan (evli, başından evlilik geçmiş) kadın ve erkeğe uygulanır. Sonra bizler Allah'ın Kitabında okuduğumuz şeyler arasında "Babalarınızı reddetmeyin. onların babalığını reddetmeniz sizin için küfürdür" yahut "babalarınızdan yüz çevirmeniz, muhakkak sizin için bir küfürdür" sözleri de vardı. Sonra Rasulullah (sav) "Sizler beni, Hıristiyanların Meryem oğlu İsa'yı aşırı övdükleri gibi aşırı şekilde övmeyiniz. Ben Allah'ın kuluyum. Sizler bana 'Allah'ın kulu ve Rasulü' deyiniz!" buyurmuştur. Sonra içinizden birinin çıkıp “Vallahi Ömer ölürse, ben falancaya biat ederim" dediği benim kulağıma geldi. Sakın hiçbir kimse, onun “Ebu Bekir'e yapılan biat istişare olmadan, çarçabuk oldu bitti” demesine aldanmasın. Evet iş hakikaten böyle çabuk olmuştur, ama Allah, o işin şerrinden ümmeti korumuştur. Sizden hiç birinizin konumu, (fazilet ve değer bakımından) kendisine süratle gidilmesinden dolayı develerin boynunun koptuğu, Ebu Bekir'in konumu gibi değildir.(Kimse Ebu Bekir'e yapılan biat gibi bir biat beklentisi içinde olmasın.) O, Hz. Peygamber'in (sav) vefatından sonra bizim en hayırlımızdır. Ali, Zübeyir ve onlarla birlikte olanlar Hz. Fatıma'nın evinde bir araya gelip Ebu Bekir'e muhalefet ettiler. Ensâr topluluğu bize muhalefet edip Sâide oğulları gölgeliğinde toplandılar. Muhacirler, Ebu Bekir'in yanında toplandılar. Ben Ebu Bekir'e “ey Ebu Bekir, hadi Ensâr kardeşlerimizin yanına gidelim” dedim. Ardından onların yanına varmak arzusu ile yola koyulduk. Onlara yaklaştığımız zaman, bizleri onlardan Bedir'de bulunmuş iki sâlih adam karşıladı ve “ey Muhacirler topluluğu, siz nereye gitmek istiyorsunuz?” dediler. Biz de onlara “Ensâr kardeşlerimizin yanına gitmek istiyoruz” dedik. Onlar da bize “Ensâr topluluğuna yaklaşmayınız, siz kendi işinizin hükmünü veriniz” dediler. Ben de onlara “Vallahi bizler muhakkak onların yanına gideceğiz” dedim. Ve yürüyüp nihayet Sâide oğullarının istişare ettikleri gölgelikte Ensâr topluluğunun yanına vardık. Bir de baktık ki, onların arasında bir örtüye bürünüp sarınmış bir adam var. “Bu kimdir?” dedim. “Sa'd b. Ubâde” dediler. “Onun nesi var?” dedim. “Sıtma ateşi var” dediler. Biz birazcık oturduğumuzda onların hatibi şehadet kelimelerini söyledi ve Allah'a lâyık olduğu yüce sıfatlarıyla hamd-u sena etti. Sonra “bizler Allah'ın Ensârı ve İslâm'ın büyük ordusuyuz. Siz Muhacirler topluluğu ise Mekke'deki kavminizden bize yürüyüp gelmiş olan bir azınlıksınız. Böyle iken şimdi bu azınlık bizi aslımızdan koparmak ve bizleri emirlik işinden dışarıya çıkarmak istiyorlar” dedi. Ömer der ki: Ensâr'ın hatibi susunca ben konuşmak istedim. Ben daha önce oldukça beğendiğim bir konuşma hazırlamıştım. bu konuşmayı Ebu Bekir'in önünde sunmak ve bazı keskin çıkışları yumuşatmak istiyordum. Ebu Bekir benden daha yumuşak ve ve daha vakarlı idi. Konuşmak istediğim zaman, Ebu Bekir bana “sakin ol, bir müsaade et” dedi. Ben Ebu Bekir'i öfkelendirmek istemedim. Ebu Bekir layıkıyla hamdu sena ettikten sonra kendisi konuşmaya başladı. Vallahi, Ebu Bekir benim hoşuma giden ne sözüm varsa, hepsinin bir benzerini ya da daha iyisini konuşması içerisinde ifade etti ve sonunda konuşmasını bitirdi. Bu konuşmasında “Sizler anlattığınız faziletlerin hepsine layıksınız. Fakat şu halifelik işi Kureyş'ten olan şu Muhacirler topluluğundan başkasında asla kabul görmeyecektir. Bu Kureyş topluluğu nesep ve yurt bakımlarından Arapların tam ortasındadır. Ben size şu iki adamdan birine biat etmenizi teklif ediyor ve rıza gösteriyorum. Şimdi bu ikisinden istediğinize biat ediniz” dedi. Ömer der ki: Bundan sonra Ebu Bekir, benim ve Ebu Ubeyde b. Cerrâh'ın elini tuttu. Onun söyledikleri içinde bundan başka yadırgadığım bir şey olmadı. Vallahi, bir günah işlemiş olmaksızın, öne atılıp boynumun vurulması, içlerinde Ebu Bekir'in bulunduğu bulunduğu bir topluluğa emirlik yapmaktan bana daha sevimliydi. Ebu Bekir konuşmasını bitirince Ensâr'dan bir adam ayağa kalktı ve “bizler, uyuz develerin bağlandığı ve sürtünerek şifa bulduğu kazık, (emirliğin bağlanacağı kazık) ve dalları meyve dolu, yüksek ağacın kırılmasın ve meyveleri dökülmesin diye bağlandığı dayanağız. Bir emir Ensâr'dan bir emir de sizden olsun ey Kureyş topluluğu! Aksi durum sizinle bizim aramızda harbe yol açar” dedi. Ma'mer der ki: Katâde Hz. Ömer'in şöyle dediğini aktardı: Bir kında iki kılıç olmaz. Yöneticiler bizden, yardımcılar sizden olsun. Ma'mer der ki: Zührî hadisinde senedle der ki: Bunun üzerine sesler yükseldi, gürültü arttı, hatta ben bir ihtilâf çıkmasından korktum ve hemen “uzat elini ey Ebu Bekir, sana biat edeyim” dedim. O da elini uzattı. Ben de ona biat ettim. Benden sonra Muhacirler ve sonra Ensâr Ebu Bekir'e biat ettiler. Biz böylece çabuk davranıp Sa'd b. Ubâde'ye karşı üstünlük sağlamış olduk. Onlardan bir sözcü “sizler Sa'd b. Ubâde'yi kahrettiniz” dedi. Ben “Sa'd'ı Allah kahretsin” dedim. Vallahi biz o gün içinde bulunduğumuz seçim işinde, Ebu Bekir'e biat etmekten daha güçlü bir çözüm yolu bulamadık. Biz, Ensâr topluluğunun, biat etmeden, bizden ayrılıp sonra kendilerinden bir adama biat etmelerinden korktuk. Çünkü o zaman biz ya razı olmadığımız bir adama biat edecektik, ya da karşı çıkacaktık bu sefer de fitne ve bozgunculuk olacaktı. Artık bundan böyle Müslümanların istişaresi ve rızaları olmaksızın her kim bir adama biat edecek olursa, hem biat edenin hem de kendisine biat edilenin öldürülme korkusu olacağı için onlara kimse tabi olmayacaktır. Ma'mer der ki: Zührî “bana Urve şöyle haber verdi” dedi: Hz. Ömer'in karşılaştığı o iki Ensarlı adam Uveym b. Sâide ve Ma'n b. Adiyy idi. “Bizler, uyuz develerin bağlandığı ve sürtünerek şifa bulduğu kazık, (emirliğin bağlanacağı kazık) ve dalları meyve dolu, yüksek ağacın kırılmasın ve meyveleri dökülmesin diye bağlandığı dayanağız” diyen ise Hubâb b. Münzir idi.
Açıklama: Bu bilinmezlik sebebiyle "şüphe ile had düşer" kaidesince ceza da düşmüş oldu.