37 Kayıt Bulundu.
Bize Ahmed b. Salih, ona Abdürrezzak, ona İbn Cüreyc, ona İbrahim b. Meysere, ona da teyzesi, (herkes tarafından) doğruluğu tasdik edilen doğru bir kadının şöyle dediğini haber vermiş: "Babam cahiliyye çağında bir gazada iken sıcak şiddetlenince adamın biri, bana ayakkabılarını verecek birisi yok mu, ben de dünyaya gelecek ilk kızımı ona vereyim? demiş. Babam da ayakkabılarını çıkarıp ona vermiş. Sonra o adamın bir kızı dünyaya gelmiş, kız bülûğa ermiş... Sonra bunu daha önceki rivayet gibi nakleder. Yalnız burada ihtiyarlık çağına ulaştı anlamına gelen katîr kelimesini zikretmedi."
Açıklama: Bu rivayet, cahiliye âdetlerinden olan henüz dünyaya gelmemiş olan bir kızın, babası tarafından nikâhlanmasının câiz olmadığını ifade etmektedir.
Bize Hasan b. Ali ve Muhammed b. el-Müsenna -mana ile- onlara Yezid b. Harun, ona Taif ehlinden Abdullah b. Yezid b. Miksem es-Sekafiyye, ona Sâre bt. Miksem'in rivayet ettiğine göre; Meymune bt. Kerdem şöyle demiş: Babamla birlikte ben de Rasulullah'ın (sav) veda haccına katılmıştım. Hz. Peygamber devesinin üzerinde iken babamın O'na yaklaştığını gördüm. Rasulullah (sav) durdu ve onu dinlemeye başladı. Hz. Peygamber'in elinde sıbyan mektebi hocalarının elindeki çubuk gibi küçük bir çubuk vardı. Bedevîlerin ve halkın; tabtabiyye, tabtabiyye, tabtabiyye dediklerini işittim. Babam Hz. Peygamber'e yaklaşıp ayağına sarıldı. Rasulullah (sav) ona mâni olmadı, durdu ve babamı dinlemeye başladı. Babam şöyle konuştu: Ben, isrân ordusunda bulundum. - İbnu'l-Müsennâ, Ğisrân ordusu dedi-. Tarık b. el-Murakka’; Karşılığını vermek şartıyla bana mızrak verecek biri yok mu? diyordu. Ben de onun karşılığı nedir? diye sordum. Dünyaya gelecek olan ilk kızımı ona vereceğim dedi. Bunun üzerine ben mızrağımı ona verdim. Sonra ayrıldım. Bilâhare onun bir kızının dünyaya geldiğini ve kızın büyüdüğünü öğrendim. Kendisine gidip; Ailemi (yani karımı) hazırlayıp bana ver! dedim. Adam ise, aramızdaki anlaşmanın dışında kendisine ayrıca bir mehir vermedikçe kızını vermeyeceğine yemin etti. Ben de ona, daha önceki anlaşmamızın dışında bir mehir vermeyeceğime yemin ettim. Bunun üzerine Rasulullah (sav); "O kadın bugün hangi yaşlardadır?" diye sordu. (Babam), ihtiyarlık çağını görmüştür dedi. O zaman Hz. Peygamber, "öyleyse bence onun peşini bırakmalısın!" buyurdu. (Babam Kerdem) der ki: Rasulullah'ın (sav) bu sözü beni korkuttu. Kendisine doğru baktım. Bendeki korkuyu anlayınca "ne sen ne de arkadaşın günah işlemiş olur!" buyurdu [Ebû Davud dedi ki: Katîr kelimesi, ihtiyarlık yaşına erdi demektir.]
Açıklama: “Tab!.. Tab!..” ifâdesi kinâî bir lafızdır. Elindeki değneği göstererek “çekilin!.. dikkat edin!..” anlamında bir sözdür. Değneği taşa vurunca çıkardığı sesten kinâyedir. Araplar bu sese tabtabiyye derlerdi. Bunun, yürürken ayakların çıkardığı sesten kinâye olduğu da söylenmiştir. Buna göre de, insanların koşarak Hz. Peygamber’e yaklaşmaya çalışmaları kastedilmiştir. Hz. Peygamber’in yanındakiler, Rasûlullah’ın (sav) elindeki şeyin ne olduğunu bildirmek için “tabtabiyye, tabtabiyye” diye söylüyorlardı. Bu rivayet, dünyaya gelmemiş bir kızı birine nikâhlamanın câiz olmadığını ifade etmektedir. Böyle bir nikâh kıyılacak olsa bile fasittir. Nitekim Hz. Peygamber Kerdem’e o kadını boşamasını değil, onunla evlenmekten vazgeçmesini tavsiye etmiştir. Eğer önceki sözleşme nikâh yerine geçmiş olsaydı, Hz. Peygamber’in ondan vazgeçmesini değil, onu boşamasını emretmesi gerekirdi.
Bize Ahmed b. Salih, ona Anbese b. Halid, ona Yunus b. Yezid, ona Muhammed b. Müslim b. Şihab, ona Urve b. ez-Zübeyr, ona da Rasulullah'ın (sav) zevcesi Hz. Aişe şöyle haber vermiş: "Cahiliyye döneminde dört çeşit nikâh vardı. Bunlardan biri, insanların bugün kıydıkları normal nikâh idi. Evlenecek kişi, almak istediği kızın velisine gider, kıza layık olduğu mehri öder, sonra onunla evlenirdi. Diğer bir nikâh şekli de şöyle idi: Adam karısına hayızdan temizlendiği zaman, falan adama git de seninle ilişkide bulunmasını iste derdi. Sonra kocası, karısından uzaklaşır, ilişkide bulunduğu erkekten hâmile kaldığı belli oluncaya kadar kadına elini sürmezdi. Kadının gebe kaldığı belli olunca, kocası isterse onunla cinsî münasebette bulunurdu. Bunu da asil bir çocuğa sahip olmak için yaparlardı. Buna nikâhu'l-istibdâ', yani döl alma nikâhı denirdi. Bir başka nikâh şekli de şu idi: On kadar erkek bir araya toplanır ve hepsi de bir kadının yanına girip onunla cinsî münasebette bulunurlardı. Kadın gebe kalıp çocuğunu doğurunca, bir süre geçtikten sonra onlara haber gönderir, hepsini çağırırdı. Onlardan hiçbiri gelmemezlik yapamazdı. Hepsi gelip kadının huzurunda toplanırdı. Kadın onlara, yaptığınızı biliyorsunuz. Ben bir çocuk dünyaya getirdim der ve içlerinden hoşuna giden birine ismen hitap ederek, ey falanca, bu çocuk sendendir diyerek çocuğu ona ilhak ederdi. Dördüncü nikâh şekli de şöyle idi: Pek çok kimse toplanarak bir kadının yanına girerdi. Kadın gelenlerin hiçbirini geri çevirmezdi. Bunlar fahişe kadınlardı. Kendilerine gelmek isteyen kişilere bir alâmet olması için kapılarının üzerlerine bayraklar dikerlerdi. Kadın hamile olup da çocuğunu doğurunca daha önce kendisiyle münâsebette bulunan erkeklerin hepsi onun yanında toplanırdı. Sonra çocuğun şekline bakarak babasının kim olduğunu tespit etmek üzere kâifler çağrılır, onlar da (kadın da) onlar için çocuğun şekil ve şemailine bakarak babasını tespit edebilen mütehassıslar çağırırdı. Onlar da çocuğu uygun gördükleri birine verirlerdi. O kişi de çocuğu alırdı ve artık çocuk, o kişinin oğlu olarak çağrılırdı. Çocuk da bundan imtina edemezdi. Allah Teâlâ, Muhammed (sav) peygamber olarak gönderince, cahiliye dönemine ait olan bütün nikâh çeşitlerini kaldırdı, sadece müslümanların bugün yaptıkları nikâh şeklini bıraktı."
Yahya b. Süleyman der ki: Bize İbn Vehb, ona ona Yunus; (T) Bize Ahmed b. Salih, ona Anbese, ona Yunus, onlara İbn Şihâb, ona Urve b. Zübeyir, ona da Hz. Peygamber'in eşi Âişe şöyle rivayet etmiştir: Cahiliye döneminde dört çeşit vardı. Birincisi bugün insanların yaptığı nikah şeklidir. Buna göre bir erkek birisinin velayeti altında bulunan bir hanıma veya kızına talip olur, sonra da mihrini vererek onunla evlenir. İkincisi şöyledir: Bir adam, hayız halinden temizlenmiş olan karısına “Falanca (itibarlı) adama var git ve onunla cinsel ilişkiye girmeyi teklif et” der. Sonra, o adamdan hamile kaldığı belli oluncaya kadar eşine elini sürmez ve onunla ilişkiye girmez. Hamile olduğu belli olunca da kocası istediği zaman hamile eşiyle cinsel ilişkiye girer. Kocası bu (eşinin başka erkekten hamile kalması şeklindeki) nikahı soylu ve asil bir çocuk sahibi olma arzusu ile yapar. Bu nikâh, "Nikâhu'l-istibzâ" (eşinin bir başkasından, hamile kalmasını talep etme nikahı) olur. Üçüncü nikah şekli şöyledir: On kişiden az bir grup erkek toplanıp bir kadının yanına girer ve o kadınla ayrı ayrı cinsel ilişkiye girerler. Kadın onlardan hamile kalır, ardından çocuğunu doğurduktan bir kaç gün sonra o erkeklere haber gönderir. Erkeklerin hepsi zorunlu olarak o kadının yanında toplanırlar. Kadın onlara “ilişkinizden doğan çocuk işte bu. Doğurduğum bu çocuk senin oğlundur ey Falânca” diyerek istediği ve hoşlandığı bir adamın adını söyler ve çocuk o adamın nesebine kaydedilir, adam da bunu reddedemez. Dördüncü nikâh şöyledir: Fahişelik yapan, fahişelik yaptığı bilinsin diye kapısına flaması asan ve yanına gelip kendisi ile ilişkiye girmeyi arzu eden herkesle ilişkiye giren fahişe kadınların yanına bir çok erkek girer çıkar. Sonra bu şekilde fuhuş yapan kadınlardan biri hamile kalıp çocuğunu doğurduğu zaman, o erkekler toplanır ve nesep tespitinde ve iz sürmede uzman bir kaç kişiyi çağırırlar. Sonra bu uzmanlar, çocuğu, kendilerince belirledikleri kimsenin nesebine kaydederler. Böylece çocuk onun soyuna katılır ve o şahsın oğlu diye çağırılır. O kişi de bu nesep tespitini reddedemez. Nihayet Muhammed (sav) hak peygamber olarak gönderilince insanların bugünkü nikâhı haricindeki tüm cahiliye nikâh şekillerini yok edip kaldırdı.
Yahya b. Süleyman der ki: Bize İbn Vehb, ona ona Yunus; (T) Bize Ahmed b. Salih, ona Anbese, ona Yunus, onlara İbn Şihâb, ona Urve b. Zübeyir, ona da Hz. Peygamber'in eşi Âişe şöyle rivayet etmiştir: Cahiliye döneminde dört çeşit vardı. Birincisi bugün insanların yaptığı nikah şeklidir. Buna göre bir erkek birisinin velayeti altında bulunan bir hanıma veya kızına talip olur, sonra da mihrini vererek onunla evlenir. İkincisi şöyledir: Bir adam, hayız halinden temizlenmiş olan karısına “Falanca (itibarlı) adama var git ve onunla cinsel ilişkiye girmeyi teklif et” der. Sonra, o adamdan hamile kaldığı belli oluncaya kadar eşine elini sürmez ve onunla ilişkiye girmez. Hamile olduğu belli olunca da kocası istediği zaman hamile eşiyle cinsel ilişkiye girer. Kocası bu (eşinin başka erkekten hamile kalması şeklindeki) nikahı soylu ve asil bir çocuk sahibi olma arzusu ile yapar. Bu nikâh, "Nikâhu'l-istibzâ" (eşinin bir başkasından, hamile kalmasını talep etme nikahı) olur. Üçüncü nikah şekli şöyledir: On kişiden az bir grup erkek toplanıp bir kadının yanına girer ve o kadınla ayrı ayrı cinsel ilişkiye girerler. Kadın onlardan hamile kalır, ardından çocuğunu doğurduktan bir kaç gün sonra o erkeklere haber gönderir. Erkeklerin hepsi zorunlu olarak o kadının yanında toplanırlar. Kadın onlara “ilişkinizden doğan çocuk işte bu. Doğurduğum bu çocuk senin oğlundur ey Falanca” diyerek istediği ve hoşlandığı bir adamın adını söyler ve çocuk o adamın nesebine kaydedilir, adam da bunu reddedemez. Dördüncü nikâh şöyledir: Fahişelik yapan, fahişelik yaptığı bilinsin diye kapısına flaması asan ve yanına gelip kendisi ile ilişkiye girmeyi arzu eden herkesle ilişkiye giren fahişe kadınların yanına bir çok erkek girer çıkar. Sonra bu şekilde fuhuş yapan kadınlardan biri hamile kalıp çocuğunu doğurduğu zaman, o erkekler toplanır ve nesep tespitinde ve iz sürmede uzman bir kaç kişiyi çağırırlar. Sonra bu uzmanlar, çocuğu, kendilerince belirledikleri kimsenin nesebine kaydederler. Böylece çocuk onun soyuna katılır ve o şahsın oğlu diye çağırılır. O kişi de bu nesep tespitini reddedemez. Nihayet Muhammed (sav) hak peygamber olarak gönderilince insanların bugünkü nikâhı haricindeki tüm cahiliye nikâh şekillerini yok edip kaldırdı.