Bize Muhammed b. Yusuf, ona Süfyân, ona Hişâm b. Urve, ona babası (Urve b. Zübeyr), ona da Âişe şöyle demiştir:
"Hind bt. Utbe: 'Ey Allah'ın RAsulü! Şübhesiz (kocam) Ebu Sufyân cimri bir adamdır. Onun malından bana ve evlatlarıma yetecek kadar almam günah olur mu?' dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav): 'Örfe uygun şekilde al!' buyurdu."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
16798, B005370
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يُوسُفَ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ - رضى الله عنها - قَالَتْ هِنْدُ: 'يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ أَبَا سُفْيَانَ رَجُلٌ شَحِيحٌ فَهَلْ عَلَىَّ جُنَاحٌ أَنْ آخُذَ مِنْ مَالِهِ مَا يَكْفِينِى وَبَنِىَّ' قَالَ: ' خُذِى بِالْمَعْرُوفِ' "
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Yusuf, ona Süfyân, ona Hişâm b. Urve, ona babası (Urve b. Zübeyr), ona da Âişe şöyle demiştir:
"Hind bt. Utbe: 'Ey Allah'ın RAsulü! Şübhesiz (kocam) Ebu Sufyân cimri bir adamdır. Onun malından bana ve evlatlarıma yetecek kadar almam günah olur mu?' dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav): 'Örfe uygun şekilde al!' buyurdu."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Nafakat 14, 2/387
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Münzir Hişam b. Urve el-Esedî (Hişam b. Urve b. Zübeyr b. Avvam)
4. Süfyan es-Sevrî (Süfyan b. Said b. Mesruk b. Habib b. Rafi')
5. Ebu Abdullah Muhammed b. Yusuf el-Firyabî (Muhammed b. Yusuf b. Vakıd b. Osman)
Konular:
Mülkiyet, Kadın, kocasının malından tasarrufta bulunması
Örf, hareket ölçüsü olarak kullanımı
حَدَّثَنِى يَحْيَى عَنْ مَالِكٍ أَنَّهُ بَلَغَهُ أَنَّ مَرْوَانَ بْنَ الْحَكَمِ كَتَبَ إِلَى مُعَاوِيَةَ بْنِ أَبِى سُفْيَانَ يَذْكُرُ أَنَّهُ أُتِىَ بِسَكْرَانَ قَدْ قَتَلَ رَجُلاً فَكَتَبَ إِلَيْهِ مُعَاوِيَةُ أَنِ اقْتُلْهُ بِهِ . قَالَ يَحْيَى قَالَ مَالِكٌ أَحْسَنُ مَا سَمِعْتُ فِى تَأْوِيلِ هَذِهِ الآيَةِ قَوْلِ اللَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى الْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ فَهَؤُلاَءِ الذُّكُورُ وَالأُنْثَى بِالأُنْثَى أَنَّ الْقِصَاصَ يَكُونُ بَيْنَ الإِنَاثِ كَمَا يَكُونُ بَيْنَ الذُّكُورِ وَالْمَرْأَةُ الْحُرَّةُ تُقْتَلُ بِالْمَرْأَةِ الْحُرَّةِ كَمَا يُقْتَلُ الْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالأَمَةُ تُقْتَلُ بِالأَمَةِ كَمَا يُقْتَلُ الْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْقِصَاصُ يَكُونُ بَيْنَ النِّسَاءِ كَمَا يَكُونُ بَيْنَ الرِّجَالِ وَالْقِصَاصُ أَيْضًا يَكُونُ بَيْنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَذَلِكَ أَنَّ اللَّهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى قَالَ فِى كِتَابِهِ وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ فِيهَا أَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِ وَالْعَيْنَ بِالْعَيْنِ وَالأَنْفَ بِالأَنْفِ وَالأُذُنَ بِالأُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّ وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌ فَذَكَرَ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى أَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِ فَنَفْسُ الْمَرْأَةِ الْحُرَّةِ بِنَفْسِ الرَّجُلِ الْحُرِّ وَجُرْحُهَا بِجُرْحِهِ . قَالَ مَالِكٌ فِى الرَّجُلِ يُمْسِكُ الرَّجُلَ لِلرَّجُلِ فَيَضْرِبُهُ فَيَمُوتُ مَكَانَهُ أَنَّهُ إِنْ أَمْسَكَهُ وَهُوَ يَرَى أَنَّهُ يُرِيدُ قَتْلَهُ قُتِلاَ بِهِ جَمِيعًا وَإِنْ أَمْسَكَهُ وَهُوَ يَرَى أَنَّهُ إِنَّمَا يُرِيدُ الضَّرْبَ مِمَّا يَضْرِبُ بِهِ النَّاسُ لاَ يَرَى أَنَّهُ عَمَدَ لِقَتْلِهِ فَإِنَّهُ يُقْتَلُ الْقَاتِلُ وَيُعَاقَبُ الْمُمْسِكُ أَشَدَّ الْعُقُوبَةِ وَيُسْجَنُ سَنَةً لأَنَّهُ أَمْسَكَهُ وَلاَ يَكُونُ عَلَيْهِ الْقَتْلُ . قَالَ مَالِكٌ فِى الرَّجُلِ يَقْتُلُ الرَّجُلَ عَمْدًا أَوْ يَفْقَأُ عَيْنَهُ عَمْدًا فَيُقْتَلُ الْقَاتِلُ أَوْ تُفْقَأُ عَيْنُ الْفَاقِئِ قَبْلَ أَنْ يُقْتَصَّ مِنْهُ أَنَّهُ لَيْسَ عَلَيْهِ دِيَةٌ وَلاَ قِصَاصٌ وَإِنَّمَا كَانَ حَقُّ الَّذِى قُتِلَ أَوْ فُقِئَتْ عَيْنُهُ فِى الشَّىْءِ بِالَّذِى ذَهَبَ وَإِنَّمَا ذَلِكَ بِمَنْزِلَةِ الرَّجُلِ يَقْتُلُ الرَّجُلَ عَمْدًا ثُمَّ يَمُوتُ الْقَاتِلُ فَلاَ يَكُونُ لِصَاحِبِ الدَّمِ إِذَا مَاتَ الْقَاتِلُ شَىْءٌ دِيَةٌ وَلاَ غَيْرُهَا وَذَلِكَ لِقَوْلِ اللَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِى الْقَتْلَى الْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ قَالَ مَالِكٌ فَإِنَّمَا يَكُونُ لَهُ الْقِصَاصُ عَلَى صَاحِبِهِ الَّذِى قَتَلَهُ وَإِذَا هَلَكَ قَاتِلُهُ الَّذِى قَتَلَهُ فَلَيْسَ لَهُ قِصَاصٌ وَلاَ دِيَةٌ . قَالَ مَالِكٌ لَيْسَ بَيْنَ الْحُرِّ وَالْعَبْدِ قَوَدٌ فِى شَىْءٍ مِنَ الْجِرَاحِ وَالْعَبْدُ يُقْتَلُ بِالْحُرِّ إِذَا قَتَلَهُ عَمْدًا وَلاَ يُقْتَلُ الْحُرُّ بِالْعَبْدِ وَإِنْ قَتَلَهُ عَمْدًا وَهُوَ أَحْسَنُ مَا سَمِعْتُ .
باب العفو في قتل العمد حدثني يحيى عن مالك أنه أدرك من يرضى من أهل العلم يقولون في الرجل إذا أوصى أن يُعْفى عن قاتله إذا قتل عمدا إن ذلك جائز له و أنه أولى بدمه من غيره من أوليائه من بعده قال مالك في الرجل يعفو عن قتل العمد بعد أن يَستحقّه و يجب له إنه ليس على القاتل عقل يلزمه إلا أن يكون الذي عفا عنه اشترط ذلك عند الغفو عنه قال مالك في القاتل عمدا إذا عُفِي عنه أنه يُجْلَدُ مائة جلدة و يُسجَن سنة قال مالك و إذا قتل الرجل عمدا و قامت على ذلك البينة و للمقتول بنون و بنات فعفا البنون و أبى البنات أن يعفون فعفو البنين جائز على البنات و لا أمرَ للبنات مع البنين في القيام بالدم و العفو عنه.
باب القصاص في الجِراح قال يحيى قال مالك الأمر المجتمَع عليه عندنا أن من كسر يدا أو رجلا عمداً أنه يُقاد منه و لا يعقل قال مالك و لا يقاد من أحد حتى تبرأ جراح صاحبه فيقاد منه فان جاء جُرح المستقاد منه مثل جرح الأول حين يَصحّ فهو القَوَد و إن زاد جرح المستقاد منه أو مات فليس على المجروح الأول المستقيد شئ و إن برأ جرح المستقاد منه و شَلّ المجروح الأول أو برأت جراحه و بها عيب أو نقص أو عثل فإن المستقاد منه لا يكسر الثانية و لا يُقاد بجرحه قال و لكنه يُعقل له بقدر ما نقص من يد الأول أو فسد منها و الجراح في الجسد على مثل ذلك قال مالك و إذا عمد الرجل إلى امرأته ففَقَأَ عينها أو كسر يدها أو قطع إصبعها أو شبه ذلك متعمِّدا لذلك فإنها تُقاد منه و أما الرجل يضرب امرأته بالحبل أو بالسوط فيُصيبها من ضربه ما لم يرد و لم يتعمّد فإنه يعقل ما أصاب منها على هذا الوجه و لا يُقاد منه.
Bana Yahya, ona Malik kendisine şöyle rivayet ulaştığını haber vermiştir:
"Mervan b. Hakem, Muaviye b. Ebu Süfyan'a mektup yazarak, kendisine sarhoş bir katilin getirildiğini, (buna kısas uygulanıp uygulanmayacağını) bildirilmesini (talep etmiş), Muaviye de “öldürdüğü kişiye karşılık onu öldür (kısas uygula)” diye cevap vermiştir."
İmam Malik der ki: "Hür ile hür, köle ile köle, kadın ile kadın kısas edilir." [Bakara, 2/178] ayetinin açıklanması hakkında işittiklerimin en güzeli şudur: Erkekler arasında kısas olduğu gibi, kadınlar arasında da olur. Hür erkeği öldüren hür erkek, öldürüldüğü gibi, hür kadını öldüren hür kadın da öldürülür. Yine erkek köleyi öldüren erkek köle öldürüldüğü gibi, cariyeyi öldüren cariye de öldürülür. Şu halde kısas, erkekler arasında olduğu gibi, kadınlar arasında da olur. Yine bunun gibi kısas, erkeklerle kadınlar arasında da olur. Nitekim Allah Teala, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: "Biz Tevrat’ta onlara şunu farz kılmıştık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş karşılıktır; yaralamalar da böyle kısas yapılacaktır." [Mâide, 5/45] Allah Teala cana karşı canın kısas olunacağını bildirdi. O halde hür adam öldüren kadın, kısas yapılarak öldürülür, onu yaralayan kadın da kısas yapılarak yaralanır.
İmam Malik der ki: Biri bir adamı diğerinin dövmesi için tutar da o da orada ölünceye kadar döverse, bakılır. Şayet tutan öldürmesi için tutmuşsa o zaman her ikisi de öldürülür. Fakat sadece örfen insanların dövdüğü gibi dövmesi için tutup da öldürmek niyetiyle döveceğini bilmiyorsa o zaman katil öldürülür. Tutana da onu tuttuğu için bir sene hapis cezası verilir, öldürülmez.
İmam Malik der ki: Kasten bir adamı öldüren veya gözünü çıkaran kimse kısas yapılmadan önce öldürülse veya gözü çıkarılsa, o zaman ne diyet verilmesi ve ne de kısas yapılması gerekir. Çünkü öldürülen veya gözü çıkarılan kimsenin hakkı, o adamın canında veya gözünde idi. Bunlar da kısastan önce yok olmuştur. Bu, birinin bir adam öldürerek katil olduktan sonra ölmesi gibidir. Katil öldükten sonra ölü sahibinin ne diyet ve ne de başka bir şey isteme hakkı yoktur. Çünkü Allah Teala "Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hür, hür ile, köle köle ile kısas olunur" [Bakara, 2/178] buyurdu. İmam Malik der ki: Kısas, maktulü öldüren katile uygulanır. Katil ölünce maktulün kısası da, diyeti de kalmaz.
İmam Malik der ki: Yaralamalarda hür ile köle arasında kısas olmaz. Hür kimseyi kasten öldüren köle öldürülür. Fakat köleyi kasten öldüren hür kimse öldürülmez. İşittiklerimin en güzeli budur.
Kasıtlı Adam Öldürmede Affetme (باب العفو في قتل العمد)
Yahya'nın, Malik’ten rivayet ettiğine göre Malik, ilim ehli arasında güvenilir gördüğü kimselerin şöyle dediğini belirtmektedir: Bir adam, kendisini kasten öldürecek kişiyi affetmesini (varislerine) vasiyet ederse, bu onun için caizdir. Çünkü kanı üzerinde, kendisinden sonraki varislerinden daha fazla hak sahibidir. Malik der ki: Bir kimse, kendisine kasten yapılan bir öldürme eyleminden sonra affederse —yani hakkı doğduktan sonra affederse— bu durumda katilin üzerine diyet gerekmez. Ancak affeden kişi, affederken “diyet şartıyla affediyorum” demişse, o zaman diyet gerekir. Malik şöyle der ki: Bir kişi kasıtlı olarak birini öldürür de affedilirse, bu kişiye yüz sopa vurulur ve bir yıl hapsedilir.
Malik der ki: Bir kişi kasıtlı olarak birini öldürür ve bu konuda delil (şahitlik) bulunursa, ölenin oğulları ve kızları varsa, oğulları affeder ama kızları affetmeyi kabul etmezse, oğulların affı kızlar için de geçerli olur. Çünkü kan davası ve affetme hususunda erkek çocukların sözü geçerlidir, kızların bu konuda bir yetkisi yoktur.
Yaralanmalarda Kısas (باب القصاص في الجِراح)
Yahya'nın rivayet ettiğine göre Malik şöyle demiştir: Bizim nezdimizde genel kabul gören görüşe göre, bir kimse kasıtlı olarak birinin kolunu ya da bacağını kırarsa, kısas uygulanır ve diyet gerekmez (çünkü kasıt vardır). Malik der ki: (Hem failin hem de mağdurun yaralandığı bir yaralamada) mağdurun yarası iyileşinceye kadar kimseye kısas uygulanmaz. Eğer mağdurun iyileşmesinden sonra faildeki yara da mağdurunkiyle aynı olursa, bu durumda kısas uygulanır. Eğer failin yarası mağdurunkinden daha ağır olursa ya da ölürse, o zaman mağdur olan kişiye bir sorumluluk yüklenmez. Ama failin yarası iyileşir ve mağdurda bir sakatlık, eksiklik veya bozulma kalırsa, bu durumda mağdur failin aynı uzvunu kıramaz ve birebir kısas yapılmaz. Ancak uğradığı zarar oranında diyet (tazminat) ödenir. Bu kural, bedenin diğer bölgelerinde meydana gelen yaralanmalar için de geçerlidir.
Malik şöyle der ki: Bir erkek, hanımının bir gözünü kör eder, elini kırar ya da parmağını keserse —ve bunu bilerek, kasten yaparsa— hanımı kendisinden kısas (aynı şekilde karşılık) alır. Ama bir adam, karısını kamçıyla ya da ip ile vurur da kasıtlı olmadan ona bir zarar verirse, bu durumda kısas yapılmaz. Fakat verdiği zarar oranında tazminat (diyet) öder.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
38514, MU001596
Hadis:
حَدَّثَنِى يَحْيَى عَنْ مَالِكٍ أَنَّهُ بَلَغَهُ أَنَّ مَرْوَانَ بْنَ الْحَكَمِ كَتَبَ إِلَى مُعَاوِيَةَ بْنِ أَبِى سُفْيَانَ يَذْكُرُ أَنَّهُ أُتِىَ بِسَكْرَانَ قَدْ قَتَلَ رَجُلاً فَكَتَبَ إِلَيْهِ مُعَاوِيَةُ أَنِ اقْتُلْهُ بِهِ . قَالَ يَحْيَى قَالَ مَالِكٌ أَحْسَنُ مَا سَمِعْتُ فِى تَأْوِيلِ هَذِهِ الآيَةِ قَوْلِ اللَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى الْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ فَهَؤُلاَءِ الذُّكُورُ وَالأُنْثَى بِالأُنْثَى أَنَّ الْقِصَاصَ يَكُونُ بَيْنَ الإِنَاثِ كَمَا يَكُونُ بَيْنَ الذُّكُورِ وَالْمَرْأَةُ الْحُرَّةُ تُقْتَلُ بِالْمَرْأَةِ الْحُرَّةِ كَمَا يُقْتَلُ الْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالأَمَةُ تُقْتَلُ بِالأَمَةِ كَمَا يُقْتَلُ الْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْقِصَاصُ يَكُونُ بَيْنَ النِّسَاءِ كَمَا يَكُونُ بَيْنَ الرِّجَالِ وَالْقِصَاصُ أَيْضًا يَكُونُ بَيْنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَذَلِكَ أَنَّ اللَّهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى قَالَ فِى كِتَابِهِ وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ فِيهَا أَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِ وَالْعَيْنَ بِالْعَيْنِ وَالأَنْفَ بِالأَنْفِ وَالأُذُنَ بِالأُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّ وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌ فَذَكَرَ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى أَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِ فَنَفْسُ الْمَرْأَةِ الْحُرَّةِ بِنَفْسِ الرَّجُلِ الْحُرِّ وَجُرْحُهَا بِجُرْحِهِ . قَالَ مَالِكٌ فِى الرَّجُلِ يُمْسِكُ الرَّجُلَ لِلرَّجُلِ فَيَضْرِبُهُ فَيَمُوتُ مَكَانَهُ أَنَّهُ إِنْ أَمْسَكَهُ وَهُوَ يَرَى أَنَّهُ يُرِيدُ قَتْلَهُ قُتِلاَ بِهِ جَمِيعًا وَإِنْ أَمْسَكَهُ وَهُوَ يَرَى أَنَّهُ إِنَّمَا يُرِيدُ الضَّرْبَ مِمَّا يَضْرِبُ بِهِ النَّاسُ لاَ يَرَى أَنَّهُ عَمَدَ لِقَتْلِهِ فَإِنَّهُ يُقْتَلُ الْقَاتِلُ وَيُعَاقَبُ الْمُمْسِكُ أَشَدَّ الْعُقُوبَةِ وَيُسْجَنُ سَنَةً لأَنَّهُ أَمْسَكَهُ وَلاَ يَكُونُ عَلَيْهِ الْقَتْلُ . قَالَ مَالِكٌ فِى الرَّجُلِ يَقْتُلُ الرَّجُلَ عَمْدًا أَوْ يَفْقَأُ عَيْنَهُ عَمْدًا فَيُقْتَلُ الْقَاتِلُ أَوْ تُفْقَأُ عَيْنُ الْفَاقِئِ قَبْلَ أَنْ يُقْتَصَّ مِنْهُ أَنَّهُ لَيْسَ عَلَيْهِ دِيَةٌ وَلاَ قِصَاصٌ وَإِنَّمَا كَانَ حَقُّ الَّذِى قُتِلَ أَوْ فُقِئَتْ عَيْنُهُ فِى الشَّىْءِ بِالَّذِى ذَهَبَ وَإِنَّمَا ذَلِكَ بِمَنْزِلَةِ الرَّجُلِ يَقْتُلُ الرَّجُلَ عَمْدًا ثُمَّ يَمُوتُ الْقَاتِلُ فَلاَ يَكُونُ لِصَاحِبِ الدَّمِ إِذَا مَاتَ الْقَاتِلُ شَىْءٌ دِيَةٌ وَلاَ غَيْرُهَا وَذَلِكَ لِقَوْلِ اللَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِى الْقَتْلَى الْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ قَالَ مَالِكٌ فَإِنَّمَا يَكُونُ لَهُ الْقِصَاصُ عَلَى صَاحِبِهِ الَّذِى قَتَلَهُ وَإِذَا هَلَكَ قَاتِلُهُ الَّذِى قَتَلَهُ فَلَيْسَ لَهُ قِصَاصٌ وَلاَ دِيَةٌ . قَالَ مَالِكٌ لَيْسَ بَيْنَ الْحُرِّ وَالْعَبْدِ قَوَدٌ فِى شَىْءٍ مِنَ الْجِرَاحِ وَالْعَبْدُ يُقْتَلُ بِالْحُرِّ إِذَا قَتَلَهُ عَمْدًا وَلاَ يُقْتَلُ الْحُرُّ بِالْعَبْدِ وَإِنْ قَتَلَهُ عَمْدًا وَهُوَ أَحْسَنُ مَا سَمِعْتُ .
باب العفو في قتل العمد حدثني يحيى عن مالك أنه أدرك من يرضى من أهل العلم يقولون في الرجل إذا أوصى أن يُعْفى عن قاتله إذا قتل عمدا إن ذلك جائز له و أنه أولى بدمه من غيره من أوليائه من بعده قال مالك في الرجل يعفو عن قتل العمد بعد أن يَستحقّه و يجب له إنه ليس على القاتل عقل يلزمه إلا أن يكون الذي عفا عنه اشترط ذلك عند الغفو عنه قال مالك في القاتل عمدا إذا عُفِي عنه أنه يُجْلَدُ مائة جلدة و يُسجَن سنة قال مالك و إذا قتل الرجل عمدا و قامت على ذلك البينة و للمقتول بنون و بنات فعفا البنون و أبى البنات أن يعفون فعفو البنين جائز على البنات و لا أمرَ للبنات مع البنين في القيام بالدم و العفو عنه.
باب القصاص في الجِراح قال يحيى قال مالك الأمر المجتمَع عليه عندنا أن من كسر يدا أو رجلا عمداً أنه يُقاد منه و لا يعقل قال مالك و لا يقاد من أحد حتى تبرأ جراح صاحبه فيقاد منه فان جاء جُرح المستقاد منه مثل جرح الأول حين يَصحّ فهو القَوَد و إن زاد جرح المستقاد منه أو مات فليس على المجروح الأول المستقيد شئ و إن برأ جرح المستقاد منه و شَلّ المجروح الأول أو برأت جراحه و بها عيب أو نقص أو عثل فإن المستقاد منه لا يكسر الثانية و لا يُقاد بجرحه قال و لكنه يُعقل له بقدر ما نقص من يد الأول أو فسد منها و الجراح في الجسد على مثل ذلك قال مالك و إذا عمد الرجل إلى امرأته ففَقَأَ عينها أو كسر يدها أو قطع إصبعها أو شبه ذلك متعمِّدا لذلك فإنها تُقاد منه و أما الرجل يضرب امرأته بالحبل أو بالسوط فيُصيبها من ضربه ما لم يرد و لم يتعمّد فإنه يعقل ما أصاب منها على هذا الوجه و لا يُقاد منه.
Tercemesi:
Bana Yahya, ona Malik kendisine şöyle rivayet ulaştığını haber vermiştir:
"Mervan b. Hakem, Muaviye b. Ebu Süfyan'a mektup yazarak, kendisine sarhoş bir katilin getirildiğini, (buna kısas uygulanıp uygulanmayacağını) bildirilmesini (talep etmiş), Muaviye de “öldürdüğü kişiye karşılık onu öldür (kısas uygula)” diye cevap vermiştir."
İmam Malik der ki: "Hür ile hür, köle ile köle, kadın ile kadın kısas edilir." [Bakara, 2/178] ayetinin açıklanması hakkında işittiklerimin en güzeli şudur: Erkekler arasında kısas olduğu gibi, kadınlar arasında da olur. Hür erkeği öldüren hür erkek, öldürüldüğü gibi, hür kadını öldüren hür kadın da öldürülür. Yine erkek köleyi öldüren erkek köle öldürüldüğü gibi, cariyeyi öldüren cariye de öldürülür. Şu halde kısas, erkekler arasında olduğu gibi, kadınlar arasında da olur. Yine bunun gibi kısas, erkeklerle kadınlar arasında da olur. Nitekim Allah Teala, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: "Biz Tevrat’ta onlara şunu farz kılmıştık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş karşılıktır; yaralamalar da böyle kısas yapılacaktır." [Mâide, 5/45] Allah Teala cana karşı canın kısas olunacağını bildirdi. O halde hür adam öldüren kadın, kısas yapılarak öldürülür, onu yaralayan kadın da kısas yapılarak yaralanır.
İmam Malik der ki: Biri bir adamı diğerinin dövmesi için tutar da o da orada ölünceye kadar döverse, bakılır. Şayet tutan öldürmesi için tutmuşsa o zaman her ikisi de öldürülür. Fakat sadece örfen insanların dövdüğü gibi dövmesi için tutup da öldürmek niyetiyle döveceğini bilmiyorsa o zaman katil öldürülür. Tutana da onu tuttuğu için bir sene hapis cezası verilir, öldürülmez.
İmam Malik der ki: Kasten bir adamı öldüren veya gözünü çıkaran kimse kısas yapılmadan önce öldürülse veya gözü çıkarılsa, o zaman ne diyet verilmesi ve ne de kısas yapılması gerekir. Çünkü öldürülen veya gözü çıkarılan kimsenin hakkı, o adamın canında veya gözünde idi. Bunlar da kısastan önce yok olmuştur. Bu, birinin bir adam öldürerek katil olduktan sonra ölmesi gibidir. Katil öldükten sonra ölü sahibinin ne diyet ve ne de başka bir şey isteme hakkı yoktur. Çünkü Allah Teala "Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hür, hür ile, köle köle ile kısas olunur" [Bakara, 2/178] buyurdu. İmam Malik der ki: Kısas, maktulü öldüren katile uygulanır. Katil ölünce maktulün kısası da, diyeti de kalmaz.
İmam Malik der ki: Yaralamalarda hür ile köle arasında kısas olmaz. Hür kimseyi kasten öldüren köle öldürülür. Fakat köleyi kasten öldüren hür kimse öldürülmez. İşittiklerimin en güzeli budur.
Kasıtlı Adam Öldürmede Affetme (باب العفو في قتل العمد)
Yahya'nın, Malik’ten rivayet ettiğine göre Malik, ilim ehli arasında güvenilir gördüğü kimselerin şöyle dediğini belirtmektedir: Bir adam, kendisini kasten öldürecek kişiyi affetmesini (varislerine) vasiyet ederse, bu onun için caizdir. Çünkü kanı üzerinde, kendisinden sonraki varislerinden daha fazla hak sahibidir. Malik der ki: Bir kimse, kendisine kasten yapılan bir öldürme eyleminden sonra affederse —yani hakkı doğduktan sonra affederse— bu durumda katilin üzerine diyet gerekmez. Ancak affeden kişi, affederken “diyet şartıyla affediyorum” demişse, o zaman diyet gerekir. Malik şöyle der ki: Bir kişi kasıtlı olarak birini öldürür de affedilirse, bu kişiye yüz sopa vurulur ve bir yıl hapsedilir.
Malik der ki: Bir kişi kasıtlı olarak birini öldürür ve bu konuda delil (şahitlik) bulunursa, ölenin oğulları ve kızları varsa, oğulları affeder ama kızları affetmeyi kabul etmezse, oğulların affı kızlar için de geçerli olur. Çünkü kan davası ve affetme hususunda erkek çocukların sözü geçerlidir, kızların bu konuda bir yetkisi yoktur.
Yaralanmalarda Kısas (باب القصاص في الجِراح)
Yahya'nın rivayet ettiğine göre Malik şöyle demiştir: Bizim nezdimizde genel kabul gören görüşe göre, bir kimse kasıtlı olarak birinin kolunu ya da bacağını kırarsa, kısas uygulanır ve diyet gerekmez (çünkü kasıt vardır). Malik der ki: (Hem failin hem de mağdurun yaralandığı bir yaralamada) mağdurun yarası iyileşinceye kadar kimseye kısas uygulanmaz. Eğer mağdurun iyileşmesinden sonra faildeki yara da mağdurunkiyle aynı olursa, bu durumda kısas uygulanır. Eğer failin yarası mağdurunkinden daha ağır olursa ya da ölürse, o zaman mağdur olan kişiye bir sorumluluk yüklenmez. Ama failin yarası iyileşir ve mağdurda bir sakatlık, eksiklik veya bozulma kalırsa, bu durumda mağdur failin aynı uzvunu kıramaz ve birebir kısas yapılmaz. Ancak uğradığı zarar oranında diyet (tazminat) ödenir. Bu kural, bedenin diğer bölgelerinde meydana gelen yaralanmalar için de geçerlidir.
Malik şöyle der ki: Bir erkek, hanımının bir gözünü kör eder, elini kırar ya da parmağını keserse —ve bunu bilerek, kasten yaparsa— hanımı kendisinden kısas (aynı şekilde karşılık) alır. Ama bir adam, karısını kamçıyla ya da ip ile vurur da kasıtlı olmadan ona bir zarar verirse, bu durumda kısas yapılmaz. Fakat verdiği zarar oranında tazminat (diyet) öder.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', Ukûl 1596, 1/344
Senetler:
()
Konular:
Örf, hareket ölçüsü olarak kullanımı
Yargı, adam öldürmek
Yargı, Ceza Hukuku
Yargı, diyet
Yargı, Hadler-Cezalar
Yargı, Kısas
Yargı, köleye karşılık hüre Kısas
Bize Kuteybe b. Saîd, ona Muhammed b. Abdullah el-Ensârî, ona İbn Avn, ona Nâfi, ona da İbn Ömer şöyle rivayet emiştir:
Ömer b. Hattâb'ın payına Hayber'den bir arazi düşmüştü. Bu arazi hakkında nasıl tasarrufta bulunacağı konusunda fikir sormak üzere Hz. Peygamber'e gelip “Hayber'de öyle bir araziye sâhip oldum ki, bundan daha güzel bir mala sahip olmamışımdır. Şimdi bana bu mal hakkında ne emredersin?” dedi. Rasulullah (sav) "istersen mülkiyetini kendinde bırakır, mahsulünü de sadaka verirsin" buyurdu. Râvî der ki: Ömer de araziyi satılamaz, hibe edilemez, miras yapılamaz şekilde vakfetti ve gelirini de fakirlere, yakınlara, köle ve esirleri hürriyete kavuşmasına, ve Allah yolunda çalışanlara, yolculara ve zayıflara sadaka yaptı. Yine vakfın işlerini yürüten kimsenin de vakfın mülkiyetine dokunmadan yalnız gelirinden örfe uygun bir şekilde yemesine ve dostuna yedirmesine bir çekince koymadı.
İbn Avn der ki: Ben bu hadisi İbn Şîrîn'e rivayet ettim, “gayre müteessilin mâlen (mal ve sermaye yapmaksızın” dedi.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
25534, B002737
Hadis:
حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ الأَنْصَارِىُّ حَدَّثَنَا ابْنُ عَوْنٍ قَالَ أَنْبَأَنِى نَافِعٌ عَنِ ابْنِ عُمَرَ - رضى الله عنهما - أَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ أَصَابَ أَرْضًا بِخَيْبَرَ ، فَأَتَى النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم يَسْتَأْمِرُهُ فِيهَا ، فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ ، إِنِّى أَصَبْتُ أَرْضًا بِخَيْبَرَ ، لَمْ أُصِبْ مَالاً قَطُّ أَنْفَسَ عِنْدِى مِنْهُ ، فَمَا تَأْمُرُ بِهِ قَالَ « إِنْ شِئْتَ حَبَسْتَ أَصْلَهَا ، وَتَصَدَّقْتَ بِهَا » . قَالَ فَتَصَدَّقَ بِهَا عُمَرُ أَنَّهُ لاَ يُبَاعُ وَلاَ يُوهَبُ وَلاَ يُورَثُ ، وَتَصَدَّقَ بِهَا فِى الْفُقَرَاءِ وَفِى الْقُرْبَى ، وَفِى الرِّقَابِ ، وَفِى سَبِيلِ اللَّهِ ، وَابْنِ السَّبِيلِ ، وَالضَّيْفِ ، لاَ جُنَاحَ عَلَى مَنْ وَلِيَهَا أَنْ يَأْكُلَ مِنْهَا بِالْمَعْرُوفِ ، وَيُطْعِمَ غَيْرَ مُتَمَوِّلٍ . قَالَ فَحَدَّثْتُ بِهِ ابْنَ سِيرِينَ فَقَالَ غَيْرَ مُتَأَثِّلٍ مَالاً .
Tercemesi:
Bize Kuteybe b. Saîd, ona Muhammed b. Abdullah el-Ensârî, ona İbn Avn, ona Nâfi, ona da İbn Ömer şöyle rivayet emiştir:
Ömer b. Hattâb'ın payına Hayber'den bir arazi düşmüştü. Bu arazi hakkında nasıl tasarrufta bulunacağı konusunda fikir sormak üzere Hz. Peygamber'e gelip “Hayber'de öyle bir araziye sâhip oldum ki, bundan daha güzel bir mala sahip olmamışımdır. Şimdi bana bu mal hakkında ne emredersin?” dedi. Rasulullah (sav) "istersen mülkiyetini kendinde bırakır, mahsulünü de sadaka verirsin" buyurdu. Râvî der ki: Ömer de araziyi satılamaz, hibe edilemez, miras yapılamaz şekilde vakfetti ve gelirini de fakirlere, yakınlara, köle ve esirleri hürriyete kavuşmasına, ve Allah yolunda çalışanlara, yolculara ve zayıflara sadaka yaptı. Yine vakfın işlerini yürüten kimsenin de vakfın mülkiyetine dokunmadan yalnız gelirinden örfe uygun bir şekilde yemesine ve dostuna yedirmesine bir çekince koymadı.
İbn Avn der ki: Ben bu hadisi İbn Şîrîn'e rivayet ettim, “gayre müteessilin mâlen (mal ve sermaye yapmaksızın” dedi.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Şurût 19, 1/742
Senetler:
1. İbn Ömer Abdullah b. Ömer el-Adevî (Abdullah b. Ömer b. Hattab)
2. Nafi' Mevlâ İbn Ömer (Ebu Abdullah Nafi')
3. Ebu Avn Abdullah b. Avn el-Müzenî (Abdullah b. Avn b. Ertabân)
4. Ebu Abdullah Muhammed b. Abdullah el-Ensari (Muhammed b. Abdullah b. Müsenna b. Abdullah b. Enes b. Malik)
5. Ebu Recâ Kuteybe b. Said es-Sekafi (Kuteybe b. Said b. Cemil b. Tarif)
Konular:
İNSANLAR ARASI SEVGİ VE SAYGI
Örf, hareket ölçüsü olarak kullanımı
Vakıf, vakfedilen malın kullanımı
Vakıf, yönetenin vakıf malındaki tasarrufları
Öneri Formu
Hadis Id, No:
16788, B005364
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى حَدَّثَنَا يَحْيَى عَنْ هِشَامٍ قَالَ أَخْبَرَنِى أَبِى عَنْ عَائِشَةَ أَنَّ هِنْدَ بِنْتَ عُتْبَةَ قَالَتْ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ أَبَا سُفْيَانَ رَجُلٌ شَحِيحٌ ، وَلَيْسَ يُعْطِينِى مَا يَكْفِينِى وَوَلَدِى ، إِلاَّ مَا أَخَذْتُ مِنْهُ وَهْوَ لاَ يَعْلَمُ فَقَالَ « خُذِى مَا يَكْفِيكِ وَوَلَدَكِ بِالْمَعْرُوفِ » .
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Müsenna, ona Yahya, ona Hişam (b. Urve), ona babası (Urve b. Zübeyr), ona da Aişe (bt. Ebu Bekir) şöyle demiştir: Hind, Rasulullah'a (sav) gelip şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasulü! Ebu Süfyan gerçekten cimri bir kimsedir. O, bilgisi olmadan kendisinden (gizlice) aldıklarım hariç, bana ve oğullarıma yetecek kadar (para, mal) vermez! Bunun üzerine Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: "Sana ve çocuklarına yetecek kadarını, örfe uygun olarak al!" buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Nafakat 9, 2/386
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Münzir Hişam b. Urve el-Esedî (Hişam b. Urve b. Zübeyr b. Avvam)
4. Ebu Said Yahya b. Said el-Kattan (Yahya b. Said b. Ferruh)
5. Muhammed b. Müsenna el-Anezî (Muhammed b. Müsenna b. Ubeyd b. Kays b. Dinar)
Konular:
Mülkiyet, Kadın, kocasının malından tasarrufta bulunması
Örf, hareket ölçüsü olarak kullanımı
Öneri Formu
Hadis Id, No:
26464, B002765
Hadis:
حَدَّثَنَا عُبَيْدُ بْنُ إِسْمَاعِيلَ حَدَّثَنَا أَبُو أُسَامَةَ عَنْ هِشَامٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ - رضى الله عنها - ( وَمَنْ كَانَ غَنِيًّا فَلْيَسْتَعْفِفْ وَمَنْ كَانَ فَقِيرًا فَلْيَأْكُلْ بِالْمَعْرُوفِ ) . قَالَتْ أُنْزِلَتْ فِى وَالِى الْيَتِيمِ أَنْ يُصِيبَ مِنْ مَالِهِ إِذَا كَانَ مُحْتَاجًا بِقَدْرِ مَالِهِ بِالْمَعْرُوفِ .
Tercemesi:
Bize Ubeyd b. İsmail, ona Ebu Üsâme, ona Hişâm, ona babası (Urve b. Zübeyr), ona da Âişe (r.anha) şöyle demiştir:
"(Zengin olan (veli) iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da (ihtiyaç ve emeğine) uygun olarak yesin...) (Nisâ, 4/6) ayetinin yetimin velisi hakkında indirildi. Yetim malının velisi muhtaç bir kimse olduğunda, malının miktarına göre ve maruf (bilinen) bir oranda yetimin malına sahip olması hakkında indirildi."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Vesâyâ 22, 1/749
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Münzir Hişam b. Urve el-Esedî (Hişam b. Urve b. Zübeyr b. Avvam)
4. Ebu Üsame Hammâd b. Üsame el-Kuraşî (Hammâd b. Üsame b. Zeyd)
5. Abdullah b. İsmail el-Hebari (Ubeyd b. İsmail)
Konular:
Kur'an, sahabenin ve tabiunun tefsiri
Örf, hareket ölçüsü olarak kullanımı
Yetim,
Öneri Formu
Hadis Id, No:
31692, B004575
Hadis:
حَدَّثَنِى إِسْحَاقُ أَخْبَرَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ نُمَيْرٍ حَدَّثَنَا هِشَامٌ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ - رضى الله عنها - فِى قَوْلِهِ تَعَالَى ( وَمَنْ كَانَ غَنِيًّا فَلْيَسْتَعْفِفْ وَمَنْ كَانَ فَقِيرًا فَلْيَأْكُلْ بِالْمَعْرُوفِ ) أَنَّهَا نَزَلَتْ فِى مَالِ الْيَتِيمِ إِذَا كَانَ فَقِيرًا ، أَنَّهُ يَأْكُلُ مِنْهُ مَكَانَ قِيَامِهِ عَلَيْهِ ، بِمَعْرُوفٍ .
Tercemesi:
Bize İshâk, ona Abdullah b. Nümeyr, ona Hişâm, ona babası (Urve b. Zübeyr), ona da Aişe (r.anhâ) şöyle demiştir:
Kendisi, "Kim zengin ise yetimin malını yemekten kaçınsın. Kim de fakir ise, o halde örfe göre yesin) (Nisâ, 4/6) ayeti hakkında: Bu, yetimin malı hakkında inmiştir. Eğer yetim fakirse, ona bakmakla yükümlü olan kişi, onun malından, üzerine düşen görevi yerine getirirken, güzel bir şekilde (helal ve ölçülü şekilde) yiyebilir."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Tefsîr 2, 2/169
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Münzir Hişam b. Urve el-Esedî (Hişam b. Urve b. Zübeyr b. Avvam)
4. Ebu Hişam Abdullah b. Nümeyr el-Hemdânî (Abdullah b. Nümeyr b. Abdullah b. Ebu Hayye)
5. İshak b. Râhûye el-Mervezî (İshak b. İbrahim b. Mahled)
Konular:
Kur'an, Nüzul sebebleri
Örf, hareket ölçüsü olarak kullanımı
Yetim,
Yetim, Yetim malı
Yetim, yetimlere haksızlık etmemek
Yetim, yetimlik / yetimler