140 Kayıt Bulundu.
Bize Muhammed b. Kesir, ona Süfyan, ona el-A'meş, ona İbrahim et-Teymî, ona babası, ona da Hz. Ali (ra) rivayet etmiştir: Biz Rasulullah'tan (sav) sadece Kur'an ile şu sahifede bulunanları yazdık. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: "Medîne, Âir'den Sevr’e kadar haremdir. Kim orada bir bid'at işler veya bid'at işleyen birini himâye ederse, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun! Ondan ne tövbe ne de fidye kabul edilir! Müslümanların zimmeti birdir; Müslümanların en düşüğü de o zimmet hakkına sahiptir. Kim, bir Müslüman’ın verdiği emânı bozarsa, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun! Ondan ne tövbe ne de fidye kabul edilir. Kendisini âzâd edenlerin izni olmaksızın kim bir kavmi kendine veli (efendi) ittihaz ederse, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun! Kıyamet günü ondan ne tövbe ne de fidye kabul edilir!"
Açıklama: Âir dağı, Medîne’nin güzey cihetinde bulunan bir dağ adıdır. Sevr ise, Uhud’un gerisinde bulunan küçük bir tepedir. Medîne haremi, işte bu iki dağ arasında kalan bölgedir. Doğu batı cihetinde ise, her iki tarafta bulunan iki taşlık bölge sınırı oluşturmaktadır. “Müslümanların zimmeti”nden maksat, gayri müslimlere verdikleri emân ve güvencedir. Bu hadîste kölenin velâyet hakkından söz edilmektedir. Velâ hakkı; âzâd edenin, âzâd ettiği köleye mirasçı olma hakkıdır. Bu hak, doğrudan doğruya âzâd edene aittir. Köleye mirasçı olma hakkı anlamına gelen velâ, ancak köleyi âzâd etmek suretiyle kazanılabilir. Bir anlamda köleyi âzâd etmek suretiyle yapılan iyiliğin karşılığı gibidir. Velâ hakkı, alınıp satılan bir şey olmadığı gibi, bizzat kölenin de o hakkı istediği birine devretmesi helâl değildir. Çünkü her şeyden önce bu, kendisine iyilikte bulunan birinin hakkını yemek anlamına gelir. Velâ, bir anlamda nesep gibidir; bir insan nesebini babasından başkasına devredemeyeceği gibi, velâ hakkını da kendisini âzâd edenden başkasına devretmesi helâl olmaz. Hadîste, bir kölenin velâyet hakkını, kendisini âzâd edenlerden başkasına devredemeyeceğini ifâde edilmektedir. Hadîste yer alan “izin almaksızın” ifâdesi, sanki izin alınırsa bunun câiz olduğu anlamını doğurmaktadır. Bazı İslâm hukukçuları da bunu kabul ederler. Ancak İslâm hukukçularının büyük çoğunluğu, izin verilse bile, kölenin velâyet hakkını başkalarına devrini câiz görmezler. Buradaki “izin almaksızın” ifâdesini ihtirazî bir kayıt değil, vukûî bir durum olarak kabul ederler. Yani köleler bu işi ekseriyetle izin almak suretiyle yaptıkları için bu ifâde kullanılmıştır. Dolayısıyla burada mefhûm-u muhâlif geçerli değildir.
Bize Muhammed b. Beşşar, ona Abdurrahman b. Mehdî, ona Süfyan, ona alkame b. Mersed, ona Süleyman b. Büreyde, ona da babası (Büreyde b. Husayb)'in rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) birini ordunun başına komutan olarak görevlendirdiğinde ona kendisinin Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmesini, yanındaki Müslümanlara da iyi muamelede bulunmasını emreder ve şu tavsiyede bulunurdu: "Allah'ın adına, Allah yolunda, Allah'ı inkar edenlerle çarpışın. Ganimetten çalmayın. anlaşmanıza sadık kalın. Düşmanlarınızı öldürdükten sonra (gözlerini oyarak, kulaklarını veya burunlarını ya da diğer azalarını keserek) onlara müsle yapmayın. Hiç bir çocuğu öldürmeyin. Müşrik düşmanlarınla karşılaştığın zaman onlara şu üç alternatiften birisini teklif et. Bunlardan hangisini kabul ederlerse sen de kabul et ve onlara dokunma. Önce onları İslam'a ve kendi yurtlarından çıkıp muhacirlerin yurdu (Medine'ye) gelmeye davet et. Müslüman olarak Medine'ye hicret etmeleri durumunda oradaki muhacirlerin sahip oldukları haklara ve sorumluluklara sahip olacaklarını onlara bildir. Medine'ye hicreti kabul etmezlerse bedevî Müslümanlarla aynı konumda olacaklarını, onlarla aynı muameleye tabi tutulacaklarını ve cihad etmeleri dışında kendilerine ganimetten ve feyden herhangi bir pay ayrılmayacağını belirt. Eğer kabul etmezlerse Allah'tan sana yardım etmesini dile ve onlarla savaş. Bir kaleyi kuşattığında kaledekiler, kendilerini Allah ve Rasulü adına güvence isterlerse onlara Allah ve Rasulü adına güvence verme. Kendin veya arkadaşların adına güvence ver. Zira Allah ve Rasulü'nün güvencesine aykırı hareket etmiş olmanızdansa kendinizin ve arkadaşlarınızın verdiği güvenceye aykırı hareket etmiş olmanız daha iyidir. Yine savaş esnasında bir kalede bulunanları kuşatırsan ve kaledekiler kendilerine Allah adına hüküm uygulamanı isterlerse onlara Allah adına hüküm uygulama. Kendi hükmünü uygula. Çünkü Allah adına verdiğin hükümde isabet edip etmediğini bilemezsin." veya buna benzer (ifadeler kullanmıştır). Ebu İsa bu konuda Numan b. Mukarrin'den rivayet edilen bir hadisin de bulunduğunu ve Büreyde'nin yukarıdaki hadisinin hasen sahih olduğunu söylemiştir. Bize Muhammed b. Beşşar, ona Ahmed, ona Süfyan, ona da Alkame b. Mersed benzer muhtevalı hadisi "Eğer kabul etmezlerse onlardan cizye al. Şayet bunu da kabul etmezlerse Allah'tan onlara karşı sana yardım etmesini dile." ziyadesiyle rivayet etmiştir. Yine Ebu İsa şöyle demiştir: Bu hadisi Veki ve başkaları Süfyan'dan rivayet etmiştir. Aynı hadisi Muahmmed b. Beşşar'ın dışında biri Abdurrahman b. Mehdî'den rivayet etmiş ve bu rivayetinde düşmandan cizye isteme meselesini zikretmiştir.