Giriş

Bize Hennâd, ona Yunus b. Bükeyr, ona Ömer b. Zerr, ona Mücahid, Ebu Hureyre’nin şöyle anlattığın rivayet etti: (Peygamberimizin kurduğu) Suffa Okulunun öğrencileri, Müslümanların konuk severliği sayesinde geçimlerini sürdürüyorlardı. Onların ne bir aileleri ne de servetleri vardı. Tek olan Allah’a and olsun ki bazı zamanlar, açlıktan baygınlık geçirir ve karnıma taş bağlardım. Bir gün, insanların geçtikleri yol üzerine oturdum. Ebu Bekir yoldan geçiyordu. Ona Allah’ın kitabından bir ayetin manasını sordum. (Aslında asıl) maksadım beni doyurmasıydı. Ancak yoluna devam etti. İçimden geçirdiğim şeyi yapmamıştı. Sonra Ömer çıkageldi. Ona da, Allah’ın kitabından bir ayet sordum. Amacım belliydi, karnımı doyursun istiyordum. O da biraz sonra ayrılıp gitmişti. Beni anlamamıştı. Sonra Efendimiz Ebü’l-Kâsım Muhammed (sav) çıkageldi. Karşıdan beni görünce gülümsedi ve “Ey Ebu Hureyre” dedi. “Buyurun, Ey Allah’ın Rasulü!” dedim. Efendimiz (sav) “Haydi, benimle gel!” diye söyledi. Yürümeye başladı, takıldım peşine. Evine girdi. (Ben de gireyim mi?) diye izin istedim. (Durma gir) diyerek izin verdi. Evde bir tas süt buldu ve ‘Bu sütü size kim getirdi?’ diye sordu. “Falan kimse bize hediye olarak getirmişti” dediler. Bunun üzerine Allah’ın Resulü, “Ebu Hureyre !” dedi. Ben de “Buyur, Ey Allah’ın elçisi!” dedim. “Suffa öğrencilerine git ve onları buraya çağır” dedi. Suffa öğrencileri Müslümanların misafirleriydi. Onların ne servetleri, ne de aileleri vardı. Allah’ın Resulü, kendisine sadaka geldiğinde ondan hiçbir şey yemez, onu doğruca Suffa öğrencilerine yönlendirirdi. Hediye geldiğinde ise Suffa öğrencilerine haber gönderir, kendisi bu hediyeden alır, Suffa’dakileri de hediyeye ortak ederdi. Bu sefer Suffa öğrencilerinin çağrılması hoşuma gitmemişti. Peygamber’in elçisi olarak Suffa’dakileri çağırmaya giderken, bir taraftan da kendi kendime söyleniyordum: “Bir tas süt Suffadakilerin hangisine yetecek! Allah'ın Resulü, bir tas sütü onlar arasında dolaştırmamı emredecek ki, benim payıma bundan ne düşebilir? Ben açlığımı giderecek kadar ondan içmek isterdim, Ne yapalım, Allah’a ve Resulüne itaatten başka çare yok.” (Az sonra) Suffa’ya vardım. Suffa’da kalan öğrencilere Efendimiz’in (sav) davetini ilettim. Hz. Peygamber’in yanına girince herkes yerini aldı. Efendimiz (sav), “Ebu Hureyre! Süt tasını al, onlara ikram et” buyurdu. Ben tası alıp tek tek herkese vermeye başladım. Tası her eline alan doyasıya içiyor, sonra tası tekrar bana veriyor, bende bir başkasına veriyordum. Sonunda bardağı Efendimize verdim. Orada bulunan herkes doyuncaya kadar içmişti. Allah'ın Resulü, süt tasını aldı ellerinin arasına koydu, sonra başını kaldırarak gülümsedi ve “Ebu Hureyre iç!” dedi. İçtim. Sonra tekrar “İç!” buyurdu. Efendimiz “iç” dedikçe, içip durdum. Sonunda şöyle dedim: “Seni hak ile gönderen Allah’a yemin olsun ki, artık içecek halim kalmadı.” Nihayet, Hz. Peygamber tası eline aldı, Allah’a hamd etti, besmele çekti ve O da sütten içti. [Tirmizî: Bu hadis hasen-sahihtir.]


    Öneri Formu
14345 T002477 Tirmizi, Sıfatü’l-Kıyâme, 36

Bize Ezher b. Cemil, ona Halid b. Haris, ona Şube, ona Avn b. Ebu Cuheyfe, ona da Münzir b. Cerir, Babası (Cerir b. Abdullah) şöyle demiştir: "Sabahın erken saatlerinde Rasulullah'la (sav) birlikte oturuyorduk. Mudar kabilesinden bir gurup insan üzerlerinde (doğru dürüst bir) elbiseleri olmaksızın ve ayakları çıplak bir vaziyette kılıçlarını kuşanmış olarak geldiler. Rasulullah (sav) bunların bu ihtiyaçlı hallerini görünce yüzünün rengi değişti. İçeri girdi sonra çıktı Bilal’e ezan okumasını emretti, kamet getirilip namaz kılındı sonra bir konuşma yaptı ve 'Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.' [Nisâ, 4/1] ve 'Allah’ın azabından korunmaya çalışın herkes yarın için ne hazırladığına bir baksın' [Haşr, 59/18] ayetlerini okudu. İnsanlar dinarlarından, dirhemlerinden, elbiselerinden, buğday ve hurmasından bir hurma kadar bile olsa sadaka verdiler. Ensar’dan bir kimse zorlukla taşıdığı bir sepet hurmayla geldi; diğer insanlar da bunu takip ederek bir şeyler getirdiler. Getirilen yiyecek ve giyeceklerin iki yığın olduğunu gördüm. Rasulullah'ın (sav) yüzü güldü ve sevinçten altın gibi parlıyordu. Bunun üzerine Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:" "Kim İslâm’da iyi bir yol çığır açarsa, o kişiye hem bu yaptığının sevabı hem de bu yolda sevap işleyenlerin sevabı verilir diğerlerinin sevabından da hiçbir şey eksiltilmez. Her kim de İslâm da kötü örnek olacak bir çığır açarsa, hem bunun günahı hem de o yol üzere amel edenlerin günahı o kimseye yazılır ve diğerlerinin günahından da hiçbir şey eksilmez."


    Öneri Formu
22353 N002555 Nesai, Zekât, 64

Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zuhrî, ona da Urve şöyle demiştir: "Müslümanların sayısı artıp iman açıkça görünür hâle gelince, Kureyşli kâfir müşrikler, kendi kabilelerinden iman edenleri gündemlerine aldı ve onlara işkence ederek, onları hapsederek dinlerinden döndürmek istediler. Ravi der ki: Bize ulaştığına göre, Rasulullah (sav) iman edenlere 'Yeryüzüne dağılın' diye emir buyurdu. Onlar 'Ey Allah’ın Rasulü! Nereye gidelim?' dediler. Rasulullah (sav) elini Habeşistan toprağına doğru işaret ederek 'Oraya (gidin)' buyurdu. Habeşistan, Rasulullah'ın (sav) Medine’den önce hicret etmeyi en çok istediği yerdi. Bunun üzerine kalabalık bir grup hicret etti. Onlardan kimi ailesiyle birlikte, kimi ise tek başına hicret etti. Nihayet Habeşistan’a ulaştılar. Zuhrî der ki: Bu hicrete; Cafer b. Ebu Tâlib, eşi Esmâ bint Umeys el-Has'amiyye ile birlikte; Osman b. Affân (ra) eşi, Rasulullah’ın kızı Rukiye ile birlikte; Hâlid b. Saîd b. Âs, eşi Ümeyme bt. Halef ile birlikte; Ebu Seleme, eşi Ümmü Seleme bt. Ebu Ümeyye b. Muğîre ile birlikte ve Kureyş’ten bir adam da eşiyle birlikte çıktı. Habeşistan’da Abdullah b. Cafer ve Hâlid b. Saîd’in kızı Ümme doğdu. Ümme Amr b. Zübeyir ile Hâlid b. Zübeyir’in annesidir. Yine dünyaya gelenler arasında Hâris b. Hâtıb ve Kureyş’ten bazı kişiler vardı." Zührî der ki: Bana, Urve b. Zübeyir' haber verdiğine göre Hz. Âişe şöyle demiştir: "Ben aklım erdim ereli anne ve babam Müslümandı. Gün bile geçmezdi ki, sabah ve akşam vakitlerinde Rasulullah (sav) bize gelmemiş olsun. Müslümanlar sıkıntıya maruz kaldıklarında, Ebu Bekir (r.a.) Habeşistan’a doğru hicret etmek üzere yola çıktı. Berku’l-Ğımâd denilen yere ulaştığında, Kârre’nin reisi olan İbn Düğünne ile karşılaştı. İbn Düğünne ona 'Nereye gitmeyi düşünüyorsun ey Ebu Bekir?' dedi. Ebu Bekir 'Kavmim beni yurdumdan çıkardı. Ben de yeryüzünde dolaşarak Rabbime ibadet etmek istiyorum' dedi. İbn Düğünne 'Ey Ebu Bekir! Senin gibi bir kişi ne yurdundan çıkarılır ne de kendi çıkıp gider. Sen, malı olmayan yoksulu gözetir, akrabalık bağlarını sürdürür, yük taşıyamayanın yükünü taşır, misafire ikram eder, hakkın gerektirdiği işlerde yardım edersin. Ben sana eman veriyorum, dön ve memleketinde Rabbine ibadet et' dedi. Bunun üzerine İbn Düğünne, Ebu Bekir ile birlikte geri döndü. Müşrik Kureyş ileri gelenlerinin yanına giderek 'Ebu Bekir yurdunu terk etmiş. Hâlbuki onun gibisi yurdundan çıkarılmaz. Siz, yoksulu gözeten, akrabalık bağını sürdüren, yük taşıyamayanın yükünü taşıyan, misafire ikram eden ve hak uğruna yardımcı olan bir adamı mı çıkarıyorsunuz?' dedi. Kureyş, İbn Düğünne’nin verdiği emanı kabul ederek Ebu Bekir’e eman verdi ve 'İbn Düğünne’ye 'Ebu Bekir'e söyle, evinde Rabbine ibadet etsin. Evinde istediği kadar namaz kılsın ama bize eziyet vermesin. Namazını ve Kur’an okuyuşunu evinin dışında alenileştirmesin' dediler. Ebu Bekir bu şartı kabul etti, ancak daha sonra evinin avlusunda küçük bir mescit inşa etti. Orada namaz kılıyor ve Kur’an okuyordu. Onun okuyuşu karşısında müşrik kadınlar ve çocuklar toplanıp dinliyor, hayran kalıyorlardı. Ebu Bekir çok duygulu bir adamdı. Kur’an okuduğunda gözyaşlarını tutamazdı. Bu durum Kureyş’in ileri gelenlerini endişelendirdi. İbn Düğünne’ye adam gönderip 'Biz Ebu Bekir’e sadece evinde ibadet etmesi şartıyla eman vermiştik. O ise bu şartı aştı, evinin avlusuna mescit yaptı, namazı ve Kur’an okuyuşunu açıktan yapmaya başladı. Kadınlarımızın ve çocuklarımızın etkilenmesinden korkuyoruz. Ona git ve uyar. İsterse evinde ibadet etmeye devam etsin, istemezse himayeni sana iade etsin. Biz, himayeni ihlâl etmekten hoşlanmayız, fakat onun bu şekilde açıkça ibadet etmesini de onaylamıyoruz' dediler. Âişe der ki: İbn Düğünne, Ebu Bekir’in yanına geldi ve 'Ey Ebu Bekir! Sana sağladığım himayenin şartını biliyorsun. Ya buna uyarsın ya da himayemi bana geri verirsin. Zira Araplar arasında, himayesini verdiğim bir kişiyi korumaktan vazgeçtiğim söylenmesinden hoşlanmam' dedi. Ebu Bekir 'O hâlde himayeni sana iade ediyorum. Ben Allah’ın ve Rasûlünün himayesinden razıyım' dedi." "O günlerde Rasulullah (sav) hâlâ Mekke’de idi. Müslümanlara 'Bana hicret edeceğiniz yurt gösterildi, bana hicret edeceğiniz yurt gösterildi. Hurmalık, iki kara taşlık (lava) arasında, tuzlu topraklı bir yer gördüm' buyurdu. Bunun üzerine Medine’ye hicret edenler oldu. Habeşistan’a hicret eden bazı Müslümanlar da Medine’ye geri döndü. Ebu Bekir de hicret için hazırlık yaptı. Rasulullah (sav) ona 'Acele etme, umarım bana da izin verilir' buyurdu. Ebu Bekir 'Bu izni gerçekten bekliyor musun, ey Allah’ın Rasulü?' diye sordu. Rasulullah (sav) da 'Evet' dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir, Rasulullah’a (sav) yoldaş olabilmek için bekledi. İki devesini dört ay boyunca semur ağacının yapraklarıyla besleyerek hazırladı." Zührî der ki: Urve'nin rivayet ettiğine göre Hz. Âişe şöyle demiştir: "Bir gün öğle sıcağında evimizde oturuyorduk. Ebu Bekir’e biri gelip 'İşte Rasûlullah (sav), başını örtmüş, geliyor' dedi. Ebu Bekir 'Anam babam Ona feda olsun! Bu saatte gelmesi ancak önemli bir iş sebebiyledir' dedi. Rasulullah (sav) geldi, izin istedi, kendisine izin verildi ve içeri girdi... Ebu Bekir 'Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasulü! Yanındakiler ancak ehlindir, (yabancı kimse yoktur)' dedi. Rasulullah (sav) 'Bana hicret izni verildi' buyurdu. Ebu Bekir 'Öyleyse yol arkadaşlığını isterim, anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasûlü!' dedi. Rasulullah (sav) 'Evet' dedi. Ebu Bekir 'O hâlde, anam babam sana feda olsun, şu iki deveden birini al' dedi. Rasulullah (sav) 'Bedelini ödeyerek alırım' buyurdu. Âişe der ki: Onları aceleyle yola hazırladık. Azık için bir torba yaptık. Kız kardeşim Esmâ, kuşağını ikiye bölerek torbanın ağzını bağladı. Bu yüzden ‘Zâtü’n-nitâkayn’ (iki kuşak sahibi) diye anıldı. Sonra Rasulullah (sav) ile Ebu Bekir, Sevr denilen dağdaki bir mağaraya ulaştılar ve orada üç gece kaldılar." Ma‘mer der ki: Osman el-Cezerî'nin bana haber verdiğine göre İbn Abbâs’ın azatlısı Meksem, Allah Teâlâ’nın 'Hani inkâr edenler seni yakalayıp bağlamak veya öldürmek ya da (Mekke’den) çıkarmak için tuzak kuruyorlardı…” [Enfâl, 8/30] ayeti tefsirinde şöyle demiştir: "Kureyş Mekke’de toplandı ve istişare etti. Onlardan bazıları 'Sabah olunca O'nu bağlayalım'; bazıları 'Hayır, onu öldürelim' bir kısmı da 'Onu (şehirden) çıkaralım' dedi. Allah, Peygamberini bu plandan haberdar etti. O gece Hz. Ali, Peygamber’in yatağında yattı. Peygamber (sav) ise mağaraya doğru yola çıktı. Müşrikler, Hz. Ali’yi gözetlemeye başladılar; onu Peygamber zannediyorlardı. Sabah olunca Ali’nin üzerine yürüdüler. Onu görünce Allah onların tuzaklarını boşa çıkardı. 'Arkadaşın nerede?' diye sordular. Ali 'Bilmiyorum' dedi. Onun izini sürmeye başladılar. Dağa ulaştıklarında iş karıştı. Dağa tırmandılar, mağaranın yanından geçtiler ve kapısında örümcek ağı gördüler. 'Eğer buraya girmiş olsaydı kapısında örümcek ağı olmazdı' dediler. Böylece Rasulullah (sav) orada üç gün kaldı." Ma'mer der ki: Katâde şöyle haber vermiştir: "Onlar, Peygamber (sav) hakkında istişare etmek üzere Dâru’n-Nedve’ye girdiler ve 'Aranıza sizden olmayan (yabancı) kimse girmesin' dediler. Bu sırada şeytan, Necid'li yaşlı bir adam suretinde aralarına girdi. Onlar 'Bundan size zarar gelmez, bu Necid'li bir adamdır' dediler ve istişare etmeye başladılar. İçlerinden biri 'Onu bir deveye bindirip buradan çıkaralım' dedi. Şeytan 'Bu çok kötü bir fikir. O, aranızda bulunduğu hâlde bile size zarar veriyordu. Onu dışarı çıkarırsanız insanları ifsat eder, sonra da onları üzerinize salarak sizinle savaşır' dedi. Onlar 'Bu şeyhin söylediği çok doğru' dediler. Bir başkası 'Onu bir eve kapatıp kapısını çamurla örteriz, orada ölüp gidene kadar bırakırız' dedi. Şeytan 'Bu da kötü bir fikir. Sizce kavmi onu orada sonsuza kadar bırakır mı? Elbette onun için öfkelenecekler ve çıkaracaklardır' dedi. Bunun üzerine Ebu Cehil 'Her kabileden bir adam seçelim. Hep birlikte kılıçlarını kuşansınlar, onu tek bir kılıç darbesiyle öldürsünler. Böylece kimin öldürdüğü belli olmaz ve kan davasına da girilmez' dedi. Şeytan 'Bu, en doğru görüştür' dedi. Bunun üzerine Allah, Peygamberini bu plandan haberdar etti. Peygamber (sav), Ebu Bekir’le birlikte “Sevr” denilen dağdaki mağaraya gitti. Hz. Ali ise Peygamber’in (sav) yatağında yattı. Müşrikler onu gözetledi; Peygamber (sav) zannediyorlardı. Sabah olunca Ali kalkıp sabah namazını kıldı. Onun üzerine yürüdüler, karşılarında Hz. Ali’yi görünce 'Arkadaşın nerede?' diye sordular. Hz. Ali 'Bilmiyorum' dedi. İzini sürdüler, mağaraya kadar geldiler, sonra geri döndüler. Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir orada üç gece kaldılar." Ma'mer der ki: Zührî' Urve'den rivayet ettiği hadisinde şöyle demiştir: "Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir, (Sevr) mağarasında üç gece kaldılar. Onların yanında geceleri, Ebu Bekir’in oğlu Abdullah kalıyordu. Abdullah, genç, zeki ve anlayışlı bir delikanlı idi. Gece seher vakti yanlarından çıkıyor, sabah olduğunda Mekke’de Kureyş’in arasında bulunuyor, onlarla birlikte geceyi geçirmiş gibi davranıyordu. Kureyş’in gizlice planladığı her şeyi işitiyor, hafızasında tutuyor ve akşam karanlığı bastığında gelip Peygamber’e ve babasına haber veriyordu. Ebu Bekir’in azatlısı Âmir b. Füheyre de onlara ait süt veren birkaç koyunu otlatıyordu. Gece bir vakit geçtikten sonra sürüyü mağaranın yanına getiriyor, onlar da koyunların sütünden içip barınıyorlardı. Sonra Âmir, koyunları tan yeri ağarmadan götürüyor, böylece üç gece boyunca izleri kapatıyordu. Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir, Abd b. Adî oğulları kolundan, Dîl oğulları kabilesine mensup, yol bulmada usta (harrît) bir kılavuz kiraladılar. Bu adam, Âs b. Vâil ailesi ile anlaşması bulunan, Kureyş kâfirlerinin dini üzere olan birisiydi. Ona güvenip develerini teslim ettiler. Üç gün sonra Sevr mağarasında buluşmak üzere sözleştiler. Kılavuz, üç gecenin sabahında develeri mağaraya getirdi. Onlar yola koyuldular. Yanlarında Âmir b. Füheyre ve o Dîl oğulları kabilesinden olan kılavuz da vardı. Kılavuz, onları sahil tarafındaki Ezâhir yolundan götürdü." Ma‘mer der ki: Zührî'nin bana, Sürâka b. Cu‘şum’un yeğeni Abdurrahman b. Mâlik el-Müdlicî’den haber verdiğine göre, babası, Sürâka şöyle demiştir: "Kureyşli kâfirlerin elçileri bize geldiler. Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir’i öldüren ya da esir eden kimseye, onun kan bedelini (ödül olarak) vereceklerini ilan ettiler. Ben, kendi kabilem Müdelic oğullarının meclisinde otururken, kabileden biri geldi ve 'Ey Sürâka! Az önce sahilde bir grup insan gördüm, bana öyle geliyor ki onlar Muhammed ve arkadaşlarıdır' dedi. Bunun gerçek olduğunu anladım, ama 'Hayır, onlar değil; sen filan ve filanı gördün, av peşindeydiler' dedim. Mecliste biraz daha oturduktan sonra kalktım, evime girdim. Cariyeme, tepenin arkasında tutmakta olduğu atımı getirmesini söyledim. Mızrağımı aldım, evin arka tarafından çıktım. Mızrağımı yere sürüyerek atıma vardım, bindim. Atımı sürerek hızla ilerledim. Onları görene kadar yaklaştım. Sesimi duyabilecek mesafeye gelince atım tökezledi ve yere düştüm. Ayağa kalktım, kınımdaki fal oklarını (ezlâm) çıkarıp 'Onlara zarar vereyim mi, vermeyeyim mi?' diye çekiliş yaptım, sonuç, hoşuma gitmeyecek şekilde 'Zarar verme' çıktı. Ama ben falı dinlemeyip atıma tekrar bindim ve ilerledim. Rasulullah’ın, Kur’ân okuyuşunu işittim. Kendisi hiç arkasına bakmıyor, fakat Ebû Bekir sık sık dönüp bakıyordu. Bu sırada atımın iki ön ayağı yere gömülüp dizlerine kadar battı. Yine yere düştüm. Atı kamçıladım, zorla ayağa kalktı ama ön ayaklarını güçlükle çıkardı. Ayağa kalktığında ön ayaklarının yerinde, göğe doğru alevsiz bir duman gibi yükselen bir toz bulutu oluştu." Ma'mer der ki: Ebu Amr b. Alâ’ya, '“الْعُثَانُ” nedir?' diye sordum. Bir süre sustu, sonra “Ateşsiz duman” dedi. Ma‘mer der ki: Zührî, hadisinde şöyle demiştir: (Süraka şöyle devam etti:) "Fal oklarıyla (ezlâm) çekiliş yaptım, 'Onlara zarar verme' şeklinde istemediğim sonuç çıktı. Bunun üzerine onlara eman verdim, durdular. Atıma binip yanlarına geldim. Onlardan gördüğüm engelleme ve başıma gelenlerden sonra, içime Rasulullah’ın (sav) işinin mutlaka üstün geleceği doğdu. Ona, 'Kavmin senin için ödül koydu' dedim. Yolculuğumda duyduklarımı ve insanların onlara ne yapmak istediklerini haber verdim. Azık ve eşya teklif ettim, benden hiçbir şey almadılar, sadece gizli tutmamı istediler. Ben de kendilerinden, bana eman verdiğine dair bir güven belgesi yazmalarını istedim. Bunun üzerine Rasulullah (sav), Âmir b. Füheyre’ye emretti, o da bana deri parçasına yazılı bir amanname verdi. Sonra yollarına devam ettiler." Ma'mer der ki: Zührî “Urve b. Zübeyir bana şöyle haber verdi” demiştir: "Hz. Peygamber (sav) yolda Zübeyir ile birlikte bir grup Müslümanla karşılaştı. Bunlar Şam’dan Mekke’ye dönen Medineli tüccarlardı. Onlar Rasulullah (sav) ile Ebu Bekir’e beyaz elbiseler verdiler. Medineli Müslümanlar, Rasulullah’ın yola çıktığını duyduğundan beri, her sabah Harra’ya gidip onu beklemeye başlar, Öğle sıcağı onları rahatsız edince de geri dönerlerdi. Bir gün yine bekleyip dönmüşlerdi ki, bir Yahudi kendi evinin kulesine çıkıp bakınırken Rasulullah (sav) ve arkadaşlarını beyaz elbiseler içinde, serap gibi dalgalanarak yaklaşırken gördü. Yahudi, yüksek sesle 'Ey Arap topluluğu! İşte beklediğiniz talihiniz geldi' diye bağırdı. Müslümanlar silahlanıp Rasulullah’a koştular, Harra’nın dışına kadar onu karşıladılar. Rasulullah (sav) sağa yöneldi, Amr b. Avf oğulları yurduna indi. Bu olay, Rebîulevvel ayının pazartesi günü oldu. Ebu Bekir insanlara konuşuyor, Rasulullah (sav) sessizce oturuyordu. Daha önce Rasulullah’ı görmemiş olan Ensar’dan bazıları Ebû Bekir'i, O sandı. Güneş Rasulullah’a vurunca, Ebu Bekir ridâsıyla ona gölge yaptı. O zaman insanlar hangisinin Peygamber (sav) olduğunu anladılar. Rasulullah (sav) Amr b. Avf oğulları yurdunda on küsur gün kaldı. Takvâ üzere kurulan mescidi inşa etti ve orada namaz kıldı. Sonra devesine bindi, insanlar yaya olarak onu takip etti. Medine’deki bugünkü Mescid-i Nebevî’nin yerine kadar geldi, burada devesi çöktü. Orası, o zaman bir kısım Müslümanların namaz kıldığı bir yerdi. Arsa Neccâr oğullarından Ebu Ümâme Esad b. Zürâre’nin himayesindeki iki yetim kardeşe; Sahl ve Suheyl’e ait hurma kurutma yeriydi. Rasulullah (sav) devesi çöktüğünde 'Burası konak yerimiz, inşallah' dedi. Çocukları çağırıp yeri satın almak istedi. Onlar, 'Size hibe ediyoruz ey Allah'ın Rasulü' dediler. Fakat o hibeyi kabul etmedi, bedelini ödeyerek aldı. Buraya mescit inşa edildi. Rasulullah (sav) da onlarla birlikte kerpiç taşıyor ve şu beyitleri okuyordu:" "Bu yük, Hayber’in yükü değildir; Bu Rabbimize daha hayırlı ve daha temizdir." "Allah’ım! Asıl ecir ahiret ecridir; Ensar’a ve Muhacirlere merhamet et." "Ravi der ki: Rasulullah’ın (sav), bu beyitler dışında hiçbir zaman tam bir şiir beyti söylediğini işitmedim. Bunları da mescit inşasında işçiler gibi tekrarlardı. Rasulullah (sav), Kureyşli kâfirlerle savaş devam ettiği için, Habeşistan’a hicret eden Muhacirler, Medine’ye gelişlerini geciktirildiler, ancak Hendek Savaşı sırasında Peygamber (sav) ile buluşabildiler. Esmâ bt. Umeys 'Ömer b. Hattâb, bizim Habeşistan’da kalışımızı ayıplardı' demiştir. Esmâ, bunu Rasulullah’a anlattığında, -Esmâ’nın ifadesine göre- Hz. Peygamber (sav) 'Hayır, siz öyle (ayıplanacak kimseler) değilsiniz' buyurdu. Savaş (Cihada izin) hususunda inen ilk ayet 'Kendilerine zulmedilenlere, savaşmak için izin verildi. Allah onların yardımına elbette kâdirdir' [Hac, 22/39] ayetidir."


    Öneri Formu
80848 MA009743 Musannef-i Abdurrezzak, V, 384

Bana İbrahim b. Musa, ona Hişâm b. Yusuf, ona Ma'mer, ona Zuhrî, ona Amr b. Ebu Sufyân es-Sakafî, ona da Ebu Hureyre (ra) şöyle demiştir: Peygamber (sav) on kişilik bir keşif birliği hazırlayıp başına Asım b. Ömer b. Hattâb'ın de­desi olan Asım b. Sabit'i kumandan yaparak gönder­di. Bunlar hareket ettiler. Birlik yola çıkıp Usfân ile Mekke arasında bir yere geldiklerinde, bunların gelişi Huzeyl kabilesinin bir kolu olan Lıhyân oğulları obasına haber verildi. Kabile halkı yüze yakın okçu ile bunları yakalamak için peşlerine takılıp iz sürdüler ve keşif birliğinin konaklamış olduğu menzile geldiler. Orada, keşif birliğinin Medine'den azık ola­rak yanlarına almış oldukları hurma çekirdeklerini buldular. Bunun üzerine “İşte bunlar Yesrib hurmasıdır” diyerek tekrar birliğin izleri ardına düşüp sonunda onlara ulaştılar. Asım ve arkadaşları yolun sonuna geldiklerinde yüksek bir tepeye sığındı­lar. Takip eden Lıhyân oğulları da gelip onları ku­şattılar ve “size söz ve garanti veriyoruz, eğer inip gelirseniz hiçbir kim­seyi öldürmeyeceğiz” dediler. Asım “ben bir kâfirin korumasında aşağı inmem” dedikten sonra “Allah'ım, Peygamber'ine bizden haber ver” diye dua etti. Asım ve arkadaşları müşriklerle çarpıştılar. Nihayet müşrikler Asım ile birlikte yedi kişiyi oklayıp öldürdüler. Geriye Hubeyb, Zeyd ve diğer bir kimse kaldı. Müşrikler onlara da söz ve garanti verdiler. Onların söz ve garanti vermeleri üzerine bu üç kişi aşağı inip müşriklerin yanına geldiler. Müşrikler onları yakalayınca, yaylarının kirişlerini çö­zerek onları bağladılar. Bunun üzerine üçüncü kişi “işte bu ilk zulümdür” diyerek onlarla gitmeyi kabul etmeyip direndi. Müşrikler de onu yanlarında götürmek için sürükleyip çekmeye çabaladılar. Olmayınca onu da öldürdüler. Hubeyb ile Zeyd'i de götürüp Mekke'de sattılar. Hubeyb'i Hâris b. Nevfel oğulları satın aldı. Hubeyb, Be­dir günü Hâris b. Âmir'i öldürmüştü. Hubeyb, Hâris oğullarının yanında (haram aylar geçinceye kadar) esir olarak kaldı. Onu öldürmeye karar verip ittifak ettiklerinde, Hubeyb etek ve kol­tuk altı kıllarını temizlemek için Hâris kızlarının birinden bir ustura istedi. Kadın da ona usturayı verdi. Kadın der ki: Bu arada ben farkında değilken benim çocuğum yürüyüp Hubeyb'in yanına varmış. Hubeyb de çocuğu dizi üzerine koymuştu. Ben çocuğumu bu va­ziyette görünce Hubeyb onu ustura ile kesecek diye çok kork­tum. Hubeyb, elinde ustura olduğu halde benim bu korkumu anladı ve “çocuğu öldüreceğimden mi korkuyorsun? İnşallah ben bu işi yapacak değilim” dedi. Kadın der ki: “Ben asla Hubeyb'den daha hayırlı bir esir görmedim. Bir gün ben onu, demirle bağlı olduğu hâlde, elinde bir üzüm salkımından yerken gördüm. Halbuki o zaman Mekke'­de bu meyve hiç yoktu. Bu ancak Allah'ın Hubeyb'e ihsan ettiği bir rızktır.” Nihayet Hubeyb'i Hıll'de öldürmek için Harem'den çıkardıkla­rında Hubeyb onlara “beni serbest bırakın da iki rekât namaz kılayım” dedi. Sonra namazdan bitirip onların yanına vardı ve “eğer ölümden korktuğumu düşünmeyecek olsaydınız namazı uzatırdım” dedi. Böylece Hubeyb, öldürülme sırasında iki rekât namaz kıl­mayı adet haline getiren ilk kimse olmuştur. Bundan sonra Hubeyb “Allah'ım, onların hepsini sayıp hesaplarını gör” diye beddua edip ardından şu beyitleri söyledi: Ben müslümân olarak öldürülürken buna aldırmam, Çünkü ölümüm hangi yerde olsa Allah içindir. Bu ölüm Allah'ın Zâtı uğrunadır. Eğer O isterse parça parça edilmiş cesedin eklemleri üzerine de bereketler ihsan eder. Sonra Ukbe b. Hâris kalkıp onu öldürdü. Bu arada Kureyş, öldürüldüğüne kanıt olmak üzere Asım'ın cesedinden, onun olduğunu anlayacakları bir parçayı kendilerine getirmeleri için birilerini gönderdi. Çünkü Asım, Bedir günü onların büyüklerinden birini öldürmüştü. Al­lah, Asım'ın üzerine arılardan bir gölgelik yaparak Asım'ı onların elçilerinden korudu ve gelenler Asım'ın cesedinden bir şey kesip alamadılar.


    Öneri Formu
31304 B004086 Buhari, Megâzî, 28

Bize Ali b. Hucr, ona İsmail b. İbrahim, ona Davud, ona Şa‘bî, ona da Alkame şöyle demiştir: "Ben, İbn Mes'ûd’a (ra) 'Cin (olayı) gecesinde, içinizden hiç kimse Nebî'ye (sav) arkadaşlık etti mi?' diye sordum, şöyle dedi: Bizden hiç kimse ona arkadaşlık etmedi. Ancak, bir gece, Mekke’de iken, kendisini kaybettik. (Kendi kendimize) 'Acaba suikasta mı uğradı, yoksa (cinler tarafından) uçuruldu mu? Ona ne oldu?' dedik ve bir topluluğun geçirdiği en kötü geceyi geçirerek sabahladık. Sabah olduğunda –yahut sabaha karşı– bir de baktık ki Hz. Peygamber (sav), Hirâ tarafından geliyor. Topluluk içinde bulunduğu hâli kendisine anlattı. Hz. Peygamber (sav) 'Bana cinlerin davetçisi geldi, ben de onlara gittim ve onlara Kur’ân okudum' buyurdu. Sonra kalktı, bize onların izlerini ve ateşlerinin izlerini gösterdi. Şa‘bî der ki: Arap Yarımadası cinleri Rasulullah’tan (sav) azık talebinde bulundu. Rasulullah (sav) da 'Üzerinde Allah’ın ismi anılmamış her kemik, sizin elinize geçtiğinde, eskisinden daha çok etli olarak (size yiyecek olur); her dışkı ve tezek de binek hayvanlarınız için yemdir' buyurdu. Sonra da bize 'Sizler bunlarla (yani kemik ve tezek ile) taharetlenmeyin. Zira bunlar, cinlerden kardeşlerinizin azığıdır' buyurdu." [Ebu İsa (Tirmizî) der ki: Bu, hasen sahih bir hadistir.]


    Öneri Formu
19245 T003258 Tirmizi,Tefsîru'l-Kur'ân, 46


    Öneri Formu
7552 M006362 Müslim, Fadâilu's Sahabe, 133


    Öneri Formu
31340 B004100 Buhari, Megâzî, 29


    Öneri Formu
31830 B004128 Buhari, Megâzî, 31