Giriş

Bize Yahya, ona Leys, ona Ukayl, ona İbn Şihâb, ona Urve b. Zübeyr, ona da Nebî'nin (sav) hanımı Aişe şöyle rivayet etmiştir: Rasulullah'a (sav) gelen ilk vahiy uykudaki sadık rüya şeklindeydi. Gördüğü bir rüya ertesi vakit mutlaka sabahın aydınlığı gibi apaçık gerçekleşirdi. Ardından ona yalnızlık sevdirildi. Hira mağarasına gider, ailesine dönmeden, orada gecelerce tehannüste bulunur, yani ibadet ederdi. Bunun için de yanına azık alırdı. Azığı bittikten sonra Hatice'nin yanına döner, aynı şekilde azık alırdı. Nihayet, o Hira mağarasında iken Hak, kendisine geldi. Melek, ona geldi ve 'oku' dedi. Rasulullah (sav), "ben okuma bilmem" dedi ve şöyle devam etti: "Melek, beni alıp takatim kesilene kadar sıktı, ardından bırakıp 'oku' dedi. Ben, okuma bilmem dedim. Beni yine alıp ikinci kez takatim kesilene kadar sıktı, ardından bırakıp 'oku' dedi. Ben, okuma bilmem dedim. Beni bir daha alıp takatim kesilene kadar üçüncü sefer sıktı, sonra bırakıp 'yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı alakadan yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir. O, kalemle öğretendir. İnsana bilmediğini öğretti' dedi."(Alak 96/ 1-5) Rasulullah (sav) korkudan titreyerek oradan döndü. Nihayet, Hatice'nin yanına girdi ve "beni örtün, beni örtün" dedi. Korku (hali) ondan gidene kadar kendisini örttüler. Hatice'ye, "ey Hatice, bana ne oluyor, kendim için endişeleniyorum" dedi (ve) olanı kendisine anlattı. Hatice, 'asla, (bu duruma) sevin. Allah'a yemin olsun ki, o seni asla rezil-rüsvâ etmez. Ona yemin olsun ki sen, akrabayı ihmal etmez, doğru konuşur, muhtaçları gözetir, sadece sende olanı başkalarına infak eder, misafiri ağırlar, Hak'tan gelen sıkıntılara karşı insanlara yardım edersin' dedi. Hatice onu aldı ve amcasının oğlu Varaka b. Nevfel'e götürdü. Kendisi Cahiliye devrinde Hristiyan olmuş, Arapça yazabilen, İncil'i, Allah'ın yazmasını dilediği kadar Arapça olarak yazabilen biriydi. (Ayrıca) oldukça yaşlı olup gözleri görmezdi. Hatice, 'Ey amcamın oğlu, kardeşinin oğlunu dinle' dedi. Varaka, 'Ey kardeşimin oğlu, ne görüyorsun' dedi. Nebî (sav), gördüğünü ona anlattı. Varaka, 'Bu, Musa'ya indirilen Nâmûs'tur. Keşke, vakti geldiğinde genç olup hayatta olabilsem' dedi. (Varaka), başka şeyler de söyledi. Rasulullah (sav), "onlar beni sürecekler mi" dedi. Varaka, 'evet, senin getirdiğini getirene (muhakkak) eziyet edilmiştir. Senin zamanına (kadar) sağ kalabilirsem, sana her şeyimle yardım ederim' dedi. (Ne var ki), çok geçmeden kendisi vefat etti. Vahiy de bir süre kesildi. (Bundan dolayı) Rasulullah (sav), üzüldü.


    Öneri Formu
11257 B000003 Buhari, Bedü'l-vahy, 1


    Öneri Formu
34396 D005230 Ebu Davud, Edeb, 151, 152

Bana Abdullah b. Muhammed, ona Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Urve b. Zübeyir, ona Misver b. Mahreme ve Mervân, -biri diğerinin rivayetini tasdik ederek- şöyle demişlerdir: Rasulullah (sav), Hudeybiye vakti yola çıktı ve bir süre gittikten sonra sahabilerine "Hâlid b. Velîd Kureyşli bir süvari müfrezesi ile öncü ve gözcü olarak Ganîm mevkiindedir. Şimdi siz yolun sağ tarafından gidin" buyurdu. Vallahi Peygamber'in (sav) ordusunun kaldırdığı kara tozu görene kadar Hâlid, Peygamber (sav) ile beraberindekilerin hareketini se­zemedi. Hâlid, hemen hayvanını mahmuzlayarak, Kureyş'i uyarmak üzere süratle gitti. Peygamber (sav) de yürüyüp, Kureyş'in üzerine ineceği Seniyye mevkiine geldi. Hz. Peygamber'in bineği burada çök­tü. İnsanlar “Kalk yürü, kalk yürü” dedilerse de deve çökmekte ısrar etti. Bu sefer insanlar “Kasvâ çöküp kaldı, Kasvâ çöküp kaldı” dediler. Bunun üzerine Peygamber (sav) "Kasvâ çöküp kalmaz. Onun çökme huyu da yoktur. Fakat vaktiyle fili (Mekke'ye girmekten) engelleyen Allah, şimdi Kasvâ'yı engelledi" buyurdu. Bundan sonra Rasulullah "hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş'in, Al­lah'ın haremine hürmet barındıran (Mekke'de savaşmayı önleyecek) her talebini onlara vereceğim" buyurdu. Sonra Kasvâ'yı sürdü. Hayvan hemen sıçrayıp kalktı. Râvî der ki: Bu defa Rasulullah, Kureyş tarafından ayrılıp suyu az olan "Semed" kuyusu yolu üzerindeki Hudeybiye mevkiinin en so­nunda konakladı. Çok geçmeden insanlar bu kuyunun suyunu çekerek bitirdiler. Sonra da Hz. Peygamber'e (sav) susuzluktan şikayet edildi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) mahfazasından bir ok çıkardı, sonra bu oku Semed kuyusuna atmalarını emretti. Vallahi o anda kuyunun suyu coşmağa başladı ve sahâbe oradan dönünceye kadar, onların susuzluğunu giderdi. Rasulullah ile sahâbîleri bu halde iken, Budeyl b. Verkâ el-Huzâî, kendi kabilesi olan Huzaa'dan bir grup insan ile çıkageldi. Tihâme kabileleri arasında Huzaalılar, öteden beri Rasulullah'ın sırdaşı idiler. Budeyl Hz. Peygamber'e “ben ayrılıp buraya geldiğimde, Ka'b ibn Luey ile Âmir ibn Luey kabileleri, kadınları ve çocukları da yanlarında olduğu halde, Hudeybiye sularının en zengin kaynaklarında konaklamıştı. Bunlar mu­hakkak sizinle savaşacak ve sizin Kâbe'ye gitmenize engel olacaklar” dedi. Hz. Peygamber (sav) de şöyle buyurdu: "Biz hiçbir kimse ile savaşmak için gelmedik. Biz sadece umre yapmak niyetiyle geldik. Muhakkak ki savaş, Kureyş'in mad­dî ve manevî kuvvetlerini zayıflatmış ve onları zarara uğratmıştır. Eğer Kureyş arzu ederse, aramızda bir müddet barış yaparım. Onlar da benimle diğer müşriklerin arasına girmemiş olurlar. Eğer ben Araplara galip olursam, Kureyş müşrikleri de insanların girdiği bu itaat yoluna girmek isterlerse girebilirler. Şayet galip gelemezsem, bu durumda müşrikler rahata ererler. Eğer kabul etmezlerse, hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, şu müdafaa ettiğim Müslümanlık uğrunda başım vücudumdan ayrılıncaya kadar onlarla savaşırım. Elbette Allah, vaadini yerine getirecektir." Bunun üzerine Budeyl, Rasulullah'a “şimdi ben senin bu söylediklerini muhakkak Kureyş'e ileteceğim” dedi. Ravi der ki: Büdeyl yürüyüp Kureyş karargâhına vardı ve “şimdi ben şu adamın yanından geliyorum. Onu şöy­le bir söz söylerken işittik. Eğer o sözleri sizlere iletmemizi isterseniz iletiriz” dedi. Kureyş'in beyinsizleri “senin bize ondan bir haber vermene ihtiyacımız yoktur” dediler. Fakat içlerinden öngörüsü olan biri “haydi, ondan işittiğin sözü aktar” dedi. Budeyl “ben Ondan şöyle şöyle sözleri söylerken işittim” diyerek, Peygamber'in (sav) söylediği sözleri birer birer anlattı. Bunun üzerine Urve b. Mes'ûd ayağa kalktı ve “ey kavmim, siz benim babam yerinde değil misiniz?” diye sordu. Kureyşliler “evet” dediler. Urve “ben de sizin oğlunuz konumunda değil miyim?” dedi. Onlar yine “evet” dediler. Sonra Urve “beni herhangi bir şeyle ile itham ediyor musunuz?” diye sordu. Onlar “hayır” diye cevap verdiler. Urve “Ukâz halkını size toptan yardıma çağırdığımı ve onların bu yardımdan çekinmeleri üzerine kendim ailem, çocuklarım ve ba­na itaat edenlerle size yardıma koştuğumu biliyorsunuz değil mi?” dedi. Onlar “evet; biliriz” dediler. Daha sonra Urve “bu adam size hayır ve iyilik yolu gösteriyor. O yolu kabul edin ve müsaade edin, Ona gideyim” dedi. onlar da “haydi git”, dediler. Urve, Peygamber'e (sav) geldi ve Onunla konuştu. Hz. Peygamber (sav) de Urve'ye, Budeyl'e söylediği sözlere benzer şeyler söyledi. Bunun üzerine Ur­ve “Ey Muhammed, diyelim ki kavminin kökünü kazıdın, peki senden önce Araplar içinde kendi kavmini toptan yok eden bir kimse duydun mu? Ya da aksine Kureyş sana galip gelirse o zaman söyle bakalım ne olacak. Vallahi ben aranızda itibarlı kimseler görüyorum, aynı şekilde yine bir takım kabilelerden toplanmış karışık kimseler de görüyorum. Bunlar savaş sırasında kaçıp, seni yalnız bırakabilecek karakterdedir” dedi. Ebu Bekir Urve'ye karşılık verip “haydi sen git, Lât'ın dişilik organını yala! Biz mi savaştan kaçıp Rasulullah'ı yalnız bırakacağız” dedi. Urve “bu kimdir?” diye sordu. Sahâbîler “Ebu Bekir'dir” dediler. Urve “canım elinde olana yemin ede­rim ki, eğer üzerimde henüz daha ödeyemediğim bir iyiliğin olmasaydı, el­bette ben de sana cevap verirdim” dedi. Râvî der ki: Urve, Hz. Peygamber'le konuşmaya devam etti ve her konuştuğunda eliyle Pey­gamber'in sakalını tutuyordu. O sırada Mugîre b. Şu'be, başında miğfer ve yalın kılıç bir hâlde Hz. Peygamber'in başında dikiliyordu. Urve her ne zaman eliyle uzanıp Hz. Peygamber'in sakalını tutmaya yeltense Mugîre hemen kılıcının kınının ucuyla Urve'nin eline vuruyor ve Urve'ye “Rasulullah'ın sakalından elini çek” diyordu. Mugîre'nin bu hareketi üzerine Urve başını kaldırdı ve “bu da kimdir?” diye sordu. Sahâbîler “Mugîre b Şu'be'dir” dediler. Bunun üzerine Urve “Ey gaddar, ben hâlâ senin gadr ve hıyanetini ödemeye çalışmakla meşgul değil miyim?” dedi. Mugîre Cahiliye döneminde bazı kimselerle yol ar­kadaşlığı yapmış ve yolda bunları öldürüp mallarını almış, sonra Me­dine'ye gelip Müslüman olmuştu. Hz. peygamber (sav) "senin İslam'a girmeni kabul ederim ama bu mallardan hiç bir şey alacak değilim" buyurdu. Sonra Urve, Hz. Peygamber'in sahâbîlerini iki gözü ile iyice süzmeye başladı ve şöyle dedi: “Vallahi Rasulullah'ın (sav) ağzından bir şey çıksa hemen sahâbîlerinden bir adamın avucuna düşüyor ve o adam bunu yüzüne ve bedenine sürüp ovalıyor. Onlara bir şey emredince, sahâbîleri derhâl emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar. Abdest aldı­ğı zaman da abdest suyunun artanını almak için neredeyse birbirleriyle çarpışacaklar. Hz. Peygamber (sav) söz söylediği zaman, huzurundaki bütün sahâbîler seslerini kısyorlar. Ona hürmeten için yüzüne dikkatle bakamıyorlar” dedi. Ardından Kureyş'in yanına geldi ve gördüklerini şöyle aktardı: “Ey kavmim! Vallahi ben vaktiyle birçok meliklerin huzuruna elçi olarak çıktım. Rum meliki Kayser'in, Fars meliki Kisrâ'nın, Ha­beş meliki Necâşî'nin huzuruna elçi olarak girdim. Vallahi hiçbir melikin adamlarını, Ashabın Muhammed'e (sav) gösterdiği hürmet kadar, hükümdarlarına hürmet ettiklerini görmedim. Muhammed'in ashabı, Onun tükürüğü ile bile teberrük ediyor­lar (bereket umuyorlar). O bir şey emredince, ashabı derhâl emrini yerine getir­meye koşuşuyorlar. O abdest aldığı zaman da, abdest suyunun fazlasını birbirlerinin üzerine yığılarak paylaşıyorlar. O söz söylediği zaman ashabı onun yanında seslerini kısıyorlar. Muham­med'in ashabı Ona hürmeten, yüzüne dikkatle bakmı­yorlar. Şimdi Muhammed size güzel bir barış ve iyilik yolu sunuyor. Bunu kabul edin” Bunun üzerine Kinâne oğullarından birisi Kureyş'e hitaben “müsaade edin bir de ben Muhammed'in yanına gide­yim” dedi. Onlar da “Pekâlâ git” dediler. Bu zât, Peygamber'in ashabına doğru giderken, Rasulullah (sav) "bu gelen falanca kimsedir. Onun kabilesi hac ve umre kurbanlarına hürmet ederler. Kurbanlıkları bu zatın gözü önüne salıverin" buyurdu. Ashab kurbanlıkları onun geleceği yolun üzerine salıverdi ve insanlar onu telbiye getirerek karşıladılar. Bu kimse kurbanlıkları ve telbiye getiren insanları görünce “sübhânallah, bunları Kâbe'yi ziyaretten alıkoymak uygun değildir” dedi. Kureyş'in yanına döndüğünde de “ben bunların umre için kesecekleri işaretlenmiş, gerdanlık takılmış kurban develerini gördüm. Bunların Kâbe'yi ziyaretten alıkonmasını uygun görmem” dedi. Sonra Kureyşliler arasından Mikraz b. Hafs isimli biri kalktı ve “bana müsaade edin de Muhammed'e (sav) bir de ben gideyim” dedi. Onlar da “haydi git” dediler. Mikraz ashaba doğru gelirken, Peygamber (sav) "şu gelen Mikraz'dir, gaddar bir kimsedir" buyurdu. Mikraz Peygamber (sav) ile konuşmağa başladı. Peygamber (sav) onunla konuşacağı sırada, Süheyl b. Amr çıkageldi. Ma'mer der ki: Bana Eyyûb, ona da İkrime'nin rivayet ettiğine göre Süheyl b. Amr gelince, Hz. Peygam­ber (sav) ashabına "işiniz kolaylaştı" buyurdu. Ma'mer der ki: Zuhrî hadisinde şöyle dedi: Süheyl b. Amr gelince, Hz. Peygamber'e “Haydi getir (katibini da) aramızda bir barış antlaşması yaz” dedi. Bunun üzerine Peygamber yazı yazacak olan kâtibi (Ali b. Ebu Tâlibî) çağırdı ve "Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla (Bismilâhirrahmânirrahîm) yaz" buyurdu. Süheyl “Rahman ismine gelince, vallahi ben onun mahiyetini bilmiyorum. Fakat vaktiyle Senin de yazdırdığın gibi “Bismikellâhumme (Senin adınla ey Allah'ım) diye yaz” dedi Müslümanlar da bir ağızdan “Vallahi biz sadece Bismillâhirrahmânirrahîm yazarız” dediler. Hz. Peygamber (sav) "Haydi Bismikellâhumme yaz" buyurdu. Sonra da "bu, Muhammed Rasulullah'ın yaptığı antlaşma metnidir" diye yazmasını emretti. Süheyl “biz Senin Allah'ın Rasulü olduğunu kabullenseydik, Seni Kâbe'yi ziyaretten alıkoymaz ve Sana karşı savaşmazdık. Sen Muhammed b. Abdullah yaz” dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav) "Vallahi siz yalanlasanız da ben şüphesiz Allah'ın Rasulüyüm" buyurdu ve (Hz. Ali'ye) "Haydi Muhammed b. Abdullah yaz" diye emretti. Zuhrî der ki: Hz. Peygamber'in bu (gerek Besmele, gerekse Rasulullah kelimelerinin metinden çıkarılmasına razı olması) Onun önceden söylediği "Hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş'in, içinde Al­lah'ın haremine hürmet barındıran (Mekke'de savaşmayı önleyecek) her talebini onlara vereceğim" buyurmasından dolayıdır. Sonra Hz. Peygamber (sav) "Siz yolumuzdan çekileceksiniz, biz Kâbe'yi tavaf edeceğiz" buyurdu. Süheyl “Vallahi Arap mil­leti sizin güç kullanarak zorla Mekke'ye girdiğinizin dedikodusunu yapar. Ancak gelecek sene (Kâbe'yi tavaf edebilirsiniz)” dedi. (Hz. Ali bu şekilde) yazdı. Süheyl “bizden bir erkek gelir sana sığınırsa, senin dininden olsa bile, onu bize geri vereceksin” dedi. Müslümanlar “Subhânallah! müslüman olarak gelip sığınan kimse nasıl müşriklere geri verilir” dediler. Tam bu sırada Süheyl b. Amr'ın oğlu Ebu Cendel, Mekke'nin aşağısındaki hapsedildiği yerden kaçmış bir şekilde, ayak­ları zincirli olarak seke seke çıkageldi ve kendisini Müslümanların arası­na attı. Bunun üzerine Süheyl “ey Muhammed, imzalanacak antlaşmanın ilk maddesi gereğince bunu bana geri iade edeceksin” dedi. Hz. Peygamber (sav) "Biz antlaşma metnini yazmayı bitirip (imzalamadık)" buyurdu. Süheyl “vallahi o zaman ben de seninle asla antlaşma yapmam” dedi. Peygamber (sav) "Ebû Cendel'i bana bağışla" buyurdu. Süheyl “Ben onu sana bağışlamam” dedi. Peygamber (sav) "Hadi bunu benim hatırım için yap" buyurdu. Süheyl “asla yapmam” dedi. (Antlaşma da temsilci olarak bulunan) Mikraz “onu sana bağışladık” dedi. (ama imzaya yetkili olan Sü­heyl kabul etmedi.) Ebu Cendel “ey Müslümanlar topluluğu, Müslüman olarak geldiğim hâlde şimdi ben müşriklere geri mi veriliyorum? Benim karşılaştığım şu hâli görmüyor musunuz?” dedi. Gerçekten de Allah için çok ağır işkenceye maruz kalmıştı. Ravi der ki: Ömer b. Hattâb şöyle demiş­tir: Bunun üzerine ben Peygamber'in yanına geldim ve “Sen gerçekten Allah Rasulü değil misin?” Peygamber (sav) "evet" buyurdu. Ben “biz hak üzerinde, düşmanlarımız ise bâtıl üze­rinde bulunmuyorlar mı?” dedim. Peygamber (sav) "Evet, öyledir" buyurdu. Ben “O hâlde dinimiz hakkında bu aşağılık hâli niçin kabul ediyo­ruz? dedim. Peygamber (sav) "hiç şüphesiz ben Allah'ın Rasulü'yüm ve Allah 'a isyan etmiş de değilim. Allah benim yar­dımcımdır" buyurdu. Ben yine “vaktiyle Sen bize "Yakında Kâbe'ye varıp tavaf edeceğiz" diye haber vermedin mi?” dedim. Rasulullah (sav) "Ben sana, 'bu sene tavaf edeceğiz', diye mi haber verdim?" buyurdu. Ben de “hayır” dedim. Rasulullah (sav) "Muhakkak sen (yakın zamanda) Kâbe'ye varıp onu tavaf edeceksin" buyurdu. Ömer der ki: Ben ardından Ebu Bekir'in yanına var­dım ve “ey Ebu Bekir, Bu adam Allah'ın hak peygamberi değil mi­dir?” dedim. Ebu Bekir de “evet, hak peygamberdir” dedi. Ben “biz Müslümanlar hak üzerinde, düşmanlarımız bâtıl üzerin­de bulunmuyor mu?” dedim. O da “evet öyledir” dedi. Ben tekrar “öyle ise niçin biz dinimizi küçük düşürüyoruz?” dedim. Ebu Bekir “behey adam, Muhammed (sav) muhakkak Allah'ın Rasulü'dür. O, Rabbine asi değildir. Allah Onun yardımcısıdır. Sen hemen Onun emrine sarıl. Vallahi Muhammed hak üzeredir” dedi. Ben tekrar “O bize Medine'de "Kâbe'ye varacağız, tavaf edeceğiz" demedi mi?” diye sordum. Ebu Bekir “evet öyledir. Fakat sana "Bu sene varıp tavaf edersiniz" dedi mi?” dedi. Ben de “hayır”, dedim. Ebu Bekir “Sen muhakkak yakın bir zamanda Kâbe'ye va­rıp onu tavaf edeceksin” dedi. Zuhrî, Ömer'in “bu itirazlarımdan dolayı kefaret olarak sonra birçok iyi işler yapmışımdır” dediğini aktarmaktadır. Râvî der ki: Rasulullah antlaşma metnini yazdırdıktan sonra "haydi artık kalkın, kurbanlarınızı kesip, başlarınızı tıraş edin" buyurdu. Râvî der ki: Hz. Peygamber (sav) üç kere tekrarladığı halde Vallahi ashaptan bir adam dahi olsun kalkmadı. Ashaptan hiçbirisi kalk­mayınca, Rasulullah, Ümmü Seleme'nin yanına girdi ve ona insanların tavrını anlattı. Ümmü Seleme “ey Allah'ın Rasulü, sen bu emri yerine getirmek istiyorsan, çık, hiç bir kimseyle bir kelime konuşmadan kurbanlık develerini kes, sonra da berberini çağırıp tıraşını ol” dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav), Ümmü Seleme'nin yanından çıktı ve ashaptan hiç kimse konuşmadan kurbanın kesti ve berberini çağırıp tıraşını oldu. Ashap bunu görünce, üzüntüden neredeyse birbirlerini öldürecek olmalarına rağmen, hemen kalkarak kurbanlarını kestiler ve birbirlerini tıraş etmeye başladılar. Sonra bazı mümin hanımlar geldi. Bunun üzerine Yüce Allah "Ey iman edenler! Mü'min kadınlar hicret ederek size geldiklerinde, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Siz de onların inanmış kimseler olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin. Ne onlar o kâfirlere helâldir, ne de o kâfirler onlara. Yalnız, müşrik kocalarının onlara vermiş oldukları mehirleri kendilerine iade edin. Mehirlerini verdiğiniz takdirde mü'min kadınları nikâhlamanızda hiçbir sakınca yoktur. Kâfir kadınları ise nikâhınızda tutmayın" (Mümtehine, ıo) ayetini indirdi. Bunun üzerine Ömer müşrik olan iki hanımını boşadı. Onlardan biri ile Muâviye b. Ebu Süfyân, diğeri ile de Safvân b. Ümeyye evlendi. Sonra Peygamber (sav) Medine'ye döndü. Ardından Kureyş'ten bir adam olan Ebu Basîr, Müslüman olarak çıkageldi. Hemen arkasından müşrikler onu geri istemek üzere iki adam gönderdiler ve “bizimle imzaladığın antlaşma gereği (onu geri ver)” dediler. Peygamber(sav) de Ebu Basîr'i bu iki kişiye geri verdi. Bunlar Ebu Basîr ile yola çıktılar. Zulhuleyfe'ye vardıklarında azıkları olan hurmayı yemek üzere orada konakladılar. Ebu Basîr bu iki adamdan birine “ey Falanca, vallahi çok güzel bir kılıcın olduğunu görüyorum” dedi. O da kılıcı kınından çıkararak “evet, gerçekten çok iyi bir kılıç. ben onu defalarca denedim” dedi. Ebu Basîr de “müsâade et de bakayım“ dedi ve bir fırsatını bulup kılıcı aldı, ardından vurup onu öldürdü. Diğer adam da kaçarak Medine'ye geldi, koşarak mescide girdi. Hz. peygamber (sav) onu görünce "muhakkak bu adam bir korku görüp geçirmiş" buyurdu. Adam Hz. Peygamber'in yanına gelince “Vallahi sahibim öldürüldü. (engel olmazsanız) ben de öldürüleceğim” dedi. Bu sırada Ebu Basîr de geldi ve “Ey Allah'ın Peygamberi, vallahi Allah sana sözünü yerine getirtti. Beni müşriklere geri verdin. Sonra Allah beni onlardan kurtardı” dedi. Peygamber (sav) "Anası helak olası Ebu Basîr! Eğer yanında biri daha olsa, bu adam savaş ateşini harlayacak" buyurdu. Hz. Peygamber'in bu sözlerini işiten Ebu Basîr, kendisinin tekrar müşriklere iade edileceğini anladı ve oradan çıkıp deniz sahiline kadar kaçtı. Râvî der ki: Süheyl'in oğlu Ebû Cendel de müşrikler arasından kaçarak Ebu Basîr'e katıldı. Müslümân olan herkes, Kureyş arasından ayrılarak Ebu Basîr'e katılmaya başladı. Nihayet Ebû Basîr'in etrafında bir topluluk oluştu. Vallahi bunlar, Şam'a giden bir Kureyş kervanını haber aldıklarında, hemen yolunu kesip, onları öldürerek mallarını alırlardı. Bunun üzerine Kureyş Peygamber'e (sav) elçi göndererek, Allah rızası ve akrabalık hatırını araya koydular ve Ebu Basîr ve arkadaşlarına haber iletip (bunu engellemesini istediler). “Bun­dan böyle Medine'ye kim giderse güvende olacaktır” diye bildirdiler. Peygamber (sav) de Ebu Basîr topluluğuna haber göndererek (Medine'ye gelebileceklerini bildirdi). Bunun üzerine Yüce Allah şu ayetleri indirmiştir: "Sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke'nin ortasında onların elini sizden, sizin elinizi onlardan çeken de Odur. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir. Onlar inkâr eden ve sizi Mescid-i Haramdan, bekletilen kurbanlıkları da yerine ulaşmaktan alıkoyanlardır. Eğer orada tanımadığınız mü'min erkekler ve mü'min kadınlar bulunup da sizin bilmeden onları ezerek vicdan azabına uğrama ihtimaliniz olmasaydı, Allah savaş izni verirdi. Dilediklerini rahmetine eriştirmek için Allah sizin elinizi onlardan çektirdi. Onlar birbirinden ayırt edilseydi, kâfir olanlarını acı bir azaba uğratırdık. İnkâr edenler, cahiliyet taassubundan ibaret olan o hamiyeti kalplerine yerleştirdiklerinde, Allah da Peygamberine ve mü'minlere güven ve huzur indirdi ve takvâ sözüne tutunmalarını nasip etti ki, zaten onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi. Allah ise herşeyi hakkıyla bilir." (Fetih, 24-26) Müşriklerin hamiyyetleri; Muhammed'in Allah'ın Peygamberi olduğunu kabul etmemeleri, bismillahirrahmâhirrahîm yazmayı reddetmeleri ve Müslümanların Kâbe'ye girişine engel olmalarıdır.


    Öneri Formu
25522 B002731 Buhari, Şurût, 15

Bana Abdullah b. Muhammed, ona Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Urve b. Zübeyir, ona Misver b. Mahreme ve Mervân, -biri diğerinin rivayetini tasdik ederek- şöyle demişlerdir: Rasulullah (sav), Hudeybiye vakti yola çıktı ve bir süre gittikten sonra sahabilerine "Hâlid b. Velîd Kureyşli bir süvari müfrezesi ile öncü ve gözcü olarak Ganîm mevkiindedir. Şimdi siz yolun sağ tarafından gidin" buyurdu. Vallahi Peygamber'in (sav) ordusunun kaldırdığı kara tozu görene kadar Hâlid, Peygamber (sav) ile beraberindekilerin hareketini se­zemedi. Hâlid, hemen hayvanını mahmuzlayarak, Kureyş'i uyarmak üzere süratle gitti. Peygamber (sav) de yürüyüp, Kureyş'in üzerine ineceği Seniyye mevkiine geldi. Hz. Peygamber'in bineği burada çök­tü. İnsanlar “Kalk yürü, kalk yürü” dedilerse de deve çökmekte ısrar etti. Bu sefer insanlar “Kasvâ çöküp kaldı, Kasvâ çöküp kaldı” dediler. Bunun üzerine Peygamber (sav) "Kasvâ çöküp kalmaz. Onun çökme huyu da yoktur. Fakat vaktiyle fili (Mekke'ye girmekten) engelleyen Allah, şimdi Kasvâ'yı engelledi" buyurdu. Bundan sonra Rasulullah "hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş'in, Al­lah'ın haremine hürmet barındıran (Mekke'de savaşmayı önleyecek) her talebini onlara vereceğim" buyurdu. Sonra Kasvâ'yı sürdü. Hayvan hemen sıçrayıp kalktı. Râvî der ki: Bu defa Rasulullah, Kureyş tarafından ayrılıp suyu az olan "Semed" kuyusu yolu üzerindeki Hudeybiye mevkiinin en so­nunda konakladı. Çok geçmeden insanlar bu kuyunun suyunu çekerek bitirdiler. Sonra da Hz. Peygamber'e (sav) susuzluktan şikayet edildi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) mahfazasından bir ok çıkardı, sonra bu oku Semed kuyusuna atmalarını emretti. Vallahi o anda kuyunun suyu coşmağa başladı ve sahâbe oradan dönünceye kadar, onların susuzluğunu giderdi. Rasulullah ile sahâbîleri bu halde iken, Budeyl b. Verkâ el-Huzâî, kendi kabilesi olan Huzaa'dan bir grup insan ile çıkageldi. Tihâme kabileleri arasında Huzaalılar, öteden beri Rasulullah'ın sırdaşı idiler. Budeyl Hz. Peygamber'e “ben ayrılıp buraya geldiğimde, Ka'b ibn Luey ile Âmir ibn Luey kabileleri, kadınları ve çocukları da yanlarında olduğu halde, Hudeybiye sularının en zengin kaynaklarında konaklamıştı. Bunlar mu­hakkak sizinle savaşacak ve sizin Kâbe'ye gitmenize engel olacaklar” dedi. Hz. Peygamber (sav) de şöyle buyurdu: "Biz hiçbir kimse ile savaşmak için gelmedik. Biz sadece umre yapmak niyetiyle geldik. Muhakkak ki savaş, Kureyş'in mad­dî ve manevî kuvvetlerini zayıflatmış ve onları zarara uğratmıştır. Eğer Kureyş arzu ederse, aramızda bir müddet barış yaparım. Onlar da benimle diğer müşriklerin arasına girmemiş olurlar. Eğer ben Araplara galip olursam, Kureyş müşrikleri de insanların girdiği bu itaat yoluna girmek isterlerse girebilirler. Şayet galip gelemezsem, bu durumda müşrikler rahata ererler. Eğer kabul etmezlerse, hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, şu müdafaa ettiğim Müslümanlık uğrunda başım vücudumdan ayrılıncaya kadar onlarla savaşırım. Elbette Allah, vaadini yerine getirecektir." Bunun üzerine Budeyl, Rasulullah'a “şimdi ben senin bu söylediklerini muhakkak Kureyş'e ileteceğim” dedi. Ravi der ki: Büdeyl yürüyüp Kureyş karargâhına vardı ve “şimdi ben şu adamın yanından geliyorum. Onu şöy­le bir söz söylerken işittik. Eğer o sözleri sizlere iletmemizi isterseniz iletiriz” dedi. Kureyş'in beyinsizleri “senin bize ondan bir haber vermene ihtiyacımız yoktur” dediler. Fakat içlerinden öngörüsü olan biri “haydi, ondan işittiğin sözü aktar” dedi. Budeyl “ben Ondan şöyle şöyle sözleri söylerken işittim” diyerek, Peygamber'in (sav) söylediği sözleri birer birer anlattı. Bunun üzerine Urve b. Mes'ûd ayağa kalktı ve “ey kavmim, siz benim babam yerinde değil misiniz?” diye sordu. Kureyşliler “evet” dediler. Urve “ben de sizin oğlunuz konumunda değil miyim?” dedi. Onlar yine “evet” dediler. Sonra Urve “beni herhangi bir şeyle ile itham ediyor musunuz?” diye sordu. Onlar “hayır” diye cevap verdiler. Urve “Ukâz halkını size toptan yardıma çağırdığımı ve onların bu yardımdan çekinmeleri üzerine kendim ailem, çocuklarım ve ba­na itaat edenlerle size yardıma koştuğumu biliyorsunuz değil mi?” dedi. Onlar “evet; biliriz” dediler. Daha sonra Urve “bu adam size hayır ve iyilik yolu gösteriyor. O yolu kabul edin ve müsaade edin, Ona gideyim” dedi. onlar da “haydi git”, dediler. Urve, Peygamber'e (sav) geldi ve Onunla konuştu. Hz. Peygamber (sav) de Urve'ye, Budeyl'e söylediği sözlere benzer şeyler söyledi. Bunun üzerine Ur­ve “Ey Muhammed, diyelim ki kavminin kökünü kazıdın, peki senden önce Araplar içinde kendi kavmini toptan yok eden bir kimse duydun mu? Ya da aksine Kureyş sana galip gelirse o zaman söyle bakalım ne olacak. Vallahi ben aranızda itibarlı kimseler görüyorum, aynı şekilde yine bir takım kabilelerden toplanmış karışık kimseler de görüyorum. Bunlar savaş sırasında kaçıp, seni yalnız bırakabilecek karakterdedir” dedi. Ebu Bekir Urve'ye karşılık verip “haydi sen git, Lât'ın dişilik organını yala! Biz mi savaştan kaçıp Rasulullah'ı yalnız bırakacağız” dedi. Urve “bu kimdir?” diye sordu. Sahâbîler “Ebu Bekir'dir” dediler. Urve “canım elinde olana yemin ede­rim ki, eğer üzerimde henüz daha ödeyemediğim bir iyiliğin olmasaydı, el­bette ben de sana cevap verirdim” dedi. Râvî der ki: Urve, Hz. Peygamber'le konuşmaya devam etti ve her konuştuğunda eliyle Pey­gamber'in sakalını tutuyordu. O sırada Mugîre b. Şu'be, başında miğfer ve yalın kılıç bir hâlde Hz. Peygamber'in başında dikiliyordu. Urve her ne zaman eliyle uzanıp Hz. Peygamber'in sakalını tutmaya yeltense Mugîre hemen kılıcının kınının ucuyla Urve'nin eline vuruyor ve Urve'ye “Rasulullah'ın sakalından elini çek” diyordu. Mugîre'nin bu hareketi üzerine Urve başını kaldırdı ve “bu da kimdir?” diye sordu. Sahâbîler “Mugîre b Şu'be'dir” dediler. Bunun üzerine Urve “Ey gaddar, ben hâlâ senin gadr ve hıyanetini ödemeye çalışmakla meşgul değil miyim?” dedi. Mugîre Cahiliye döneminde bazı kimselerle yol ar­kadaşlığı yapmış ve yolda bunları öldürüp mallarını almış, sonra Me­dine'ye gelip Müslüman olmuştu. Hz. peygamber (sav) "senin İslam'a girmeni kabul ederim ama bu mallardan hiç bir şey alacak değilim" buyurdu. Sonra Urve, Hz. Peygamber'in sahâbîlerini iki gözü ile iyice süzmeye başladı ve şöyle dedi: “Vallahi Rasulullah'ın (sav) ağzından bir şey çıksa hemen sahâbîlerinden bir adamın avucuna düşüyor ve o adam bunu yüzüne ve bedenine sürüp ovalıyor. Onlara bir şey emredince, sahâbîleri derhâl emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar. Abdest aldı­ğı zaman da abdest suyunun artanını almak için neredeyse birbirleriyle çarpışacaklar. Hz. Peygamber (sav) söz söylediği zaman, huzurundaki bütün sahâbîler seslerini kısyorlar. Ona hürmeten için yüzüne dikkatle bakamıyorlar” dedi. Ardından Kureyş'in yanına geldi ve gördüklerini şöyle aktardı: “Ey kavmim! Vallahi ben vaktiyle birçok meliklerin huzuruna elçi olarak çıktım. Rum meliki Kayser'in, Fars meliki Kisrâ'nın, Ha­beş meliki Necâşî'nin huzuruna elçi olarak girdim. Vallahi hiçbir melikin adamlarını, Ashabın Muhammed'e (sav) gösterdiği hürmet kadar, hükümdarlarına hürmet ettiklerini görmedim. Muhammed'in ashabı, Onun tükürüğü ile bile teberrük ediyor­lar (bereket umuyorlar). O bir şey emredince, ashabı derhâl emrini yerine getir­meye koşuşuyorlar. O abdest aldığı zaman da, abdest suyunun fazlasını birbirlerinin üzerine yığılarak paylaşıyorlar. O söz söylediği zaman ashabı onun yanında seslerini kısıyorlar. Muham­med'in ashabı Ona hürmeten, yüzüne dikkatle bakmı­yorlar. Şimdi Muhammed size güzel bir barış ve iyilik yolu sunuyor. Bunu kabul edin” Bunun üzerine Kinâne oğullarından birisi Kureyş'e hitaben “müsaade edin bir de ben Muhammed'in yanına gide­yim” dedi. Onlar da “Pekâlâ git” dediler. Bu zât, Peygamber'in ashabına doğru giderken, Rasulullah (sav) "bu gelen falanca kimsedir. Onun kabilesi hac ve umre kurbanlarına hürmet ederler. Kurbanlıkları bu zatın gözü önüne salıverin" buyurdu. Ashab kurbanlıkları onun geleceği yolun üzerine salıverdi ve insanlar onu telbiye getirerek karşıladılar. Bu kimse kurbanlıkları ve telbiye getiren insanları görünce “sübhânallah, bunları Kâbe'yi ziyaretten alıkoymak uygun değildir” dedi. Kureyş'in yanına döndüğünde de “ben bunların umre için kesecekleri işaretlenmiş, gerdanlık takılmış kurban develerini gördüm. Bunların Kâbe'yi ziyaretten alıkonmasını uygun görmem” dedi. Sonra Kureyşliler arasından Mikraz b. Hafs isimli biri kalktı ve “bana müsaade edin de Muhammed'e (sav) bir de ben gideyim” dedi. Onlar da “haydi git” dediler. Mikraz ashaba doğru gelirken, Peygamber (sav) "şu gelen Mikraz'dir, gaddar bir kimsedir" buyurdu. Mikraz Peygamber (sav) ile konuşmağa başladı. Peygamber (sav) onunla konuşacağı sırada, Süheyl b. Amr çıkageldi. Ma'mer der ki: Bana Eyyûb, ona da İkrime'nin rivayet ettiğine göre Süheyl b. Amr gelince, Hz. Peygam­ber (sav) ashabına "işiniz kolaylaştı" buyurdu. Ma'mer der ki: Zuhrî hadisinde şöyle dedi: Süheyl b. Amr gelince, Hz. Peygamber'e “Haydi getir (katibini da) aramızda bir barış antlaşması yaz” dedi. Bunun üzerine Peygamber yazı yazacak olan kâtibi (Ali b. Ebu Tâlibî) çağırdı ve "Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla (Bismilâhirrahmânirrahîm) yaz" buyurdu. Süheyl “Rahman ismine gelince, vallahi ben onun mahiyetini bilmiyorum. Fakat vaktiyle Senin de yazdırdığın gibi “Bismikellâhumme (Senin adınla ey Allah'ım) diye yaz” dedi Müslümanlar da bir ağızdan “Vallahi biz sadece Bismillâhirrahmânirrahîm yazarız” dediler. Hz. Peygamber (sav) "Haydi Bismikellâhumme yaz" buyurdu. Sonra da "bu, Muhammed Rasulullah'ın yaptığı antlaşma metnidir" diye yazmasını emretti. Süheyl “biz Senin Allah'ın Rasulü olduğunu kabullenseydik, Seni Kâbe'yi ziyaretten alıkoymaz ve Sana karşı savaşmazdık. Sen Muhammed b. Abdullah yaz” dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav) "Vallahi siz yalanlasanız da ben şüphesiz Allah'ın Rasulüyüm" buyurdu ve (Hz. Ali'ye) "Haydi Muhammed b. Abdullah yaz" diye emretti. Zuhrî der ki: Hz. Peygamber'in bu (gerek Besmele, gerekse Rasulullah kelimelerinin metinden çıkarılmasına razı olması) Onun önceden söylediği "Hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş'in, içinde Al­lah'ın haremine hürmet barındıran (Mekke'de savaşmayı önleyecek) her talebini onlara vereceğim" buyurmasından dolayıdır. Sonra Hz. Peygamber (sav) "Siz yolumuzdan çekileceksiniz, biz Kâbe'yi tavaf edeceğiz" buyurdu. Süheyl “Vallahi Arap mil­leti sizin güç kullanarak zorla Mekke'ye girdiğinizin dedikodusunu yapar. Ancak gelecek sene (Kâbe'yi tavaf edebilirsiniz)” dedi. (Hz. Ali bu şekilde) yazdı. Süheyl “bizden bir erkek gelir sana sığınırsa, senin dininden olsa bile, onu bize geri vereceksin” dedi. Müslümanlar “Subhânallah! müslüman olarak gelip sığınan kimse nasıl müşriklere geri verilir” dediler. Tam bu sırada Süheyl b. Amr'ın oğlu Ebu Cendel, Mekke'nin aşağısındaki hapsedildiği yerden kaçmış bir şekilde, ayak­ları zincirli olarak seke seke çıkageldi ve kendisini Müslümanların arası­na attı. Bunun üzerine Süheyl “ey Muhammed, imzalanacak antlaşmanın ilk maddesi gereğince bunu bana geri iade edeceksin” dedi. Hz. Peygamber (sav) "Biz antlaşma metnini yazmayı bitirip (imzalamadık)" buyurdu. Süheyl “vallahi o zaman ben de seninle asla antlaşma yapmam” dedi. Peygamber (sav) "Ebû Cendel'i bana bağışla" buyurdu. Süheyl “Ben onu sana bağışlamam” dedi. Peygamber (sav) "Hadi bunu benim hatırım için yap" buyurdu. Süheyl “asla yapmam” dedi. (Antlaşma da temsilci olarak bulunan) Mikraz “onu sana bağışladık” dedi. (ama imzaya yetkili olan Sü­heyl kabul etmedi.) Ebu Cendel “ey Müslümanlar topluluğu, Müslüman olarak geldiğim hâlde şimdi ben müşriklere geri mi veriliyorum? Benim karşılaştığım şu hâli görmüyor musunuz?” dedi. Gerçekten de Allah için çok ağır işkenceye maruz kalmıştı. Ravi der ki: Ömer b. Hattâb şöyle demiş­tir: Bunun üzerine ben Peygamber'in yanına geldim ve “Sen gerçekten Allah Rasulü değil misin?” Peygamber (sav) "evet" buyurdu. Ben “biz hak üzerinde, düşmanlarımız ise bâtıl üze­rinde bulunmuyorlar mı?” dedim. Peygamber (sav) "Evet, öyledir" buyurdu. Ben “O hâlde dinimiz hakkında bu aşağılık hâli niçin kabul ediyo­ruz? dedim. Peygamber (sav) "hiç şüphesiz ben Allah'ın Rasulü'yüm ve Allah 'a isyan etmiş de değilim. Allah benim yar­dımcımdır" buyurdu. Ben yine “vaktiyle Sen bize "Yakında Kâbe'ye varıp tavaf edeceğiz" diye haber vermedin mi?” dedim. Rasulullah (sav) "Ben sana, 'bu sene tavaf edeceğiz', diye mi haber verdim?" buyurdu. Ben de “hayır” dedim. Rasulullah (sav) "Muhakkak sen (yakın zamanda) Kâbe'ye varıp onu tavaf edeceksin" buyurdu. Ömer der ki: Ben ardından Ebu Bekir'in yanına var­dım ve “ey Ebu Bekir, Bu adam Allah'ın hak peygamberi değil mi­dir?” dedim. Ebu Bekir de “evet, hak peygamberdir” dedi. Ben “biz Müslümanlar hak üzerinde, düşmanlarımız bâtıl üzerin­de bulunmuyor mu?” dedim. O da “evet öyledir” dedi. Ben tekrar “öyle ise niçin biz dinimizi küçük düşürüyoruz?” dedim. Ebu Bekir “behey adam, Muhammed (sav) muhakkak Allah'ın Rasulü'dür. O, Rabbine asi değildir. Allah Onun yardımcısıdır. Sen hemen Onun emrine sarıl. Vallahi Muhammed hak üzeredir” dedi. Ben tekrar “O bize Medine'de "Kâbe'ye varacağız, tavaf edeceğiz" demedi mi?” diye sordum. Ebu Bekir “evet öyledir. Fakat sana "Bu sene varıp tavaf edersiniz" dedi mi?” dedi. Ben de “hayır”, dedim. Ebu Bekir “Sen muhakkak yakın bir zamanda Kâbe'ye va­rıp onu tavaf edeceksin” dedi. Zuhrî, Ömer'in “bu itirazlarımdan dolayı kefaret olarak sonra birçok iyi işler yapmışımdır” dediğini aktarmaktadır. Râvî der ki: Rasulullah antlaşma metnini yazdırdıktan sonra "haydi artık kalkın, kurbanlarınızı kesip, başlarınızı tıraş edin" buyurdu. Râvî der ki: Hz. Peygamber (sav) üç kere tekrarladığı halde Vallahi ashaptan bir adam dahi olsun kalkmadı. Ashaptan hiçbirisi kalk­mayınca, Rasulullah, Ümmü Seleme'nin yanına girdi ve ona insanların tavrını anlattı. Ümmü Seleme “ey Allah'ın Rasulü, sen bu emri yerine getirmek istiyorsan, çık, hiç bir kimseyle bir kelime konuşmadan kurbanlık develerini kes, sonra da berberini çağırıp tıraşını ol” dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav), Ümmü Seleme'nin yanından çıktı ve ashaptan hiç kimse konuşmadan kurbanın kesti ve berberini çağırıp tıraşını oldu. Ashap bunu görünce, üzüntüden neredeyse birbirlerini öldürecek olmalarına rağmen, hemen kalkarak kurbanlarını kestiler ve birbirlerini tıraş etmeye başladılar. Sonra bazı mümin hanımlar geldi. Bunun üzerine Yüce Allah "Ey iman edenler! Mü'min kadınlar hicret ederek size geldiklerinde, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Siz de onların inanmış kimseler olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin. Ne onlar o kâfirlere helâldir, ne de o kâfirler onlara. Yalnız, müşrik kocalarının onlara vermiş oldukları mehirleri kendilerine iade edin. Mehirlerini verdiğiniz takdirde mü'min kadınları nikâhlamanızda hiçbir sakınca yoktur. Kâfir kadınları ise nikâhınızda tutmayın" (Mümtehine, ıo) ayetini indirdi. Bunun üzerine Ömer müşrik olan iki hanımını boşadı. Onlardan biri ile Muâviye b. Ebu Süfyân, diğeri ile de Safvân b. Ümeyye evlendi. Sonra Peygamber (sav) Medine'ye döndü. Ardından Kureyş'ten bir adam olan Ebu Basîr, Müslüman olarak çıkageldi. Hemen arkasından müşrikler onu geri istemek üzere iki adam gönderdiler ve “bizimle imzaladığın antlaşma gereği (onu geri ver)” dediler. Peygamber(sav) de Ebu Basîr'i bu iki kişiye geri verdi. Bunlar Ebu Basîr ile yola çıktılar. Zulhuleyfe'ye vardıklarında azıkları olan hurmayı yemek üzere orada konakladılar. Ebu Basîr bu iki adamdan birine “ey Falanca, vallahi çok güzel bir kılıcın olduğunu görüyorum” dedi. O da kılıcı kınından çıkararak “evet, gerçekten çok iyi bir kılıç. ben onu defalarca denedim” dedi. Ebu Basîr de “müsâade et de bakayım“ dedi ve bir fırsatını bulup kılıcı aldı, ardından vurup onu öldürdü. Diğer adam da kaçarak Medine'ye geldi, koşarak mescide girdi. Hz. peygamber (sav) onu görünce "muhakkak bu adam bir korku görüp geçirmiş" buyurdu. Adam Hz. Peygamber'in yanına gelince “Vallahi sahibim öldürüldü. (engel olmazsanız) ben de öldürüleceğim” dedi. Bu sırada Ebu Basîr de geldi ve “Ey Allah'ın Peygamberi, vallahi Allah sana sözünü yerine getirtti. Beni müşriklere geri verdin. Sonra Allah beni onlardan kurtardı” dedi. Peygamber (sav) "Anası helak olası Ebu Basîr! Eğer yanında biri daha olsa, bu adam savaş ateşini harlayacak" buyurdu. Hz. Peygamber'in bu sözlerini işiten Ebu Basîr, kendisinin tekrar müşriklere iade edileceğini anladı ve oradan çıkıp deniz sahiline kadar kaçtı. Râvî der ki: Süheyl'in oğlu Ebû Cendel de müşrikler arasından kaçarak Ebu Basîr'e katıldı. Müslümân olan herkes, Kureyş arasından ayrılarak Ebu Basîr'e katılmaya başladı. Nihayet Ebû Basîr'in etrafında bir topluluk oluştu. Vallahi bunlar, Şam'a giden bir Kureyş kervanını haber aldıklarında, hemen yolunu kesip, onları öldürerek mallarını alırlardı. Bunun üzerine Kureyş Peygamber'e (sav) elçi göndererek, Allah rızası ve akrabalık hatırını araya koydular ve Ebu Basîr ve arkadaşlarına haber iletip (bunu engellemesini istediler). “Bun­dan böyle Medine'ye kim giderse güvende olacaktır” diye bildirdiler. Peygamber (sav) de Ebu Basîr topluluğuna haber göndererek (Medine'ye gelebileceklerini bildirdi). Bunun üzerine Yüce Allah şu ayetleri indirmiştir: "Sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke'nin ortasında onların elini sizden, sizin elinizi onlardan çeken de Odur. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir. Onlar inkâr eden ve sizi Mescid-i Haramdan, bekletilen kurbanlıkları da yerine ulaşmaktan alıkoyanlardır. Eğer orada tanımadığınız mü'min erkekler ve mü'min kadınlar bulunup da sizin bilmeden onları ezerek vicdan azabına uğrama ihtimaliniz olmasaydı, Allah savaş izni verirdi. Dilediklerini rahmetine eriştirmek için Allah sizin elinizi onlardan çektirdi. Onlar birbirinden ayırt edilseydi, kâfir olanlarını acı bir azaba uğratırdık. İnkâr edenler, cahiliyet taassubundan ibaret olan o hamiyeti kalplerine yerleştirdiklerinde, Allah da Peygamberine ve mü'minlere güven ve huzur indirdi ve takvâ sözüne tutunmalarını nasip etti ki, zaten onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi. Allah ise herşeyi hakkıyla bilir." (Fetih, 24-26) Müşriklerin hamiyyetleri; Muhammed'in Allah'ın Peygamberi olduğunu kabul etmemeleri, bismillahirrahmâhirrahîm yazmayı reddetmeleri ve Müslümanların Kâbe'ye girişine engel olmalarıdır.


    Öneri Formu
280335 B002731-2 Buhari, Şurût, 15

Bize Yusuf b. Musa, ona Ebu Usame, ona A'meş, ona Amr b. Mürre, Saîd b. Cübeyr, ona da İbn Abbas (r.anhuma) şöyle demiştir: "En yakın akrabanı" (ve onlardan ihlâsa erdirilen cemâatini) "uyar" (Şuarâ, 214) ayeti inince, Rasulullah (sav) Safâ Tepe'sine çıktı ve "Yâ sabâhâh! (uyanın ey Kureyş, baskın var)" diye seslendi. İnsanlar “Bu kimdir?” diyerek Hz. Peygamber'in yanına toplandılar. Peygamber (sav) onlara "Ne dersiniz? Ben size 'Şu dağın arkasından bir süvari birliği çıkacak' diye haber versem, bana inanır mısınız?" buyurdu. Onlar da “Biz senden bir yalan duymadık” dediler. Peygamber (sav) "Öyleyse ben şiddetli bir azabın öncesinde sizleri uyaran kimseyim" buyurdu. Ebu Leheb “Yazık sana! Bizi buraya bunun için mi topladın!” dedi sonra kalkıp gitti. Bunun üzerine "Tebbet yedâ Ebî Lehebin ve tebb" suresi indi. A'meş o gün bu ayeti "kad tebbe" şeklinde okumuştur


    Öneri Formu
33568 B004971 Buhari, Tefsir, (Leheb) 1

Bana Abdullah b. Muhammed, ona Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Urve b. Zübeyir, ona Misver b. Mahreme ve Mervân, -biri diğerinin rivayetini tasdik ederek- şöyle demişlerdir: Rasulullah (sav), Hudeybiye vakti yola çıktı ve bir süre gittikten sonra sahabilerine "Hâlid b. Velîd Kureyşli bir süvari müfrezesi ile öncü ve gözcü olarak Ganîm mevkiindedir. Şimdi siz yolun sağ tarafından gidin" buyurdu. Vallahi Peygamber'in (sav) ordusunun kaldırdığı kara tozu görene kadar Hâlid, Peygamber (sav) ile beraberindekilerin hareketini se­zemedi. Hâlid, hemen hayvanını mahmuzlayarak, Kureyş'i uyarmak üzere süratle gitti. Peygamber (sav) de yürüyüp, Kureyş'in üzerine ineceği Seniyye mevkiine geldi. Hz. Peygamber'in bineği burada çök­tü. İnsanlar “Kalk yürü, kalk yürü” dedilerse de deve çökmekte ısrar etti. Bu sefer insanlar “Kasvâ çöküp kaldı, Kasvâ çöküp kaldı” dediler. Bunun üzerine Peygamber (sav) "Kasvâ çöküp kalmaz. Onun çökme huyu da yoktur. Fakat vaktiyle fili (Mekke'ye girmekten) engelleyen Allah, şimdi Kasvâ'yı engelledi" buyurdu. Bundan sonra Rasulullah "hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş'in, Al­lah'ın haremine hürmet barındıran (Mekke'de savaşmayı önleyecek) her talebini onlara vereceğim" buyurdu. Sonra Kasvâ'yı sürdü. Hayvan hemen sıçrayıp kalktı. Râvî der ki: Bu defa Rasulullah, Kureyş tarafından ayrılıp suyu az olan "Semed" kuyusu yolu üzerindeki Hudeybiye mevkiinin en so­nunda konakladı. Çok geçmeden insanlar bu kuyunun suyunu çekerek bitirdiler. Sonra da Hz. Peygamber'e (sav) susuzluktan şikayet edildi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) mahfazasından bir ok çıkardı, sonra bu oku Semed kuyusuna atmalarını emretti. Vallahi o anda kuyunun suyu coşmağa başladı ve sahâbe oradan dönünceye kadar, onların susuzluğunu giderdi. Rasulullah ile sahâbîleri bu halde iken, Budeyl b. Verkâ el-Huzâî, kendi kabilesi olan Huzaa'dan bir grup insan ile çıkageldi. Tihâme kabileleri arasında Huzaalılar, öteden beri Rasulullah'ın sırdaşı idiler. Budeyl Hz. Peygamber'e “ben ayrılıp buraya geldiğimde, Ka'b ibn Luey ile Âmir ibn Luey kabileleri, kadınları ve çocukları da yanlarında olduğu halde, Hudeybiye sularının en zengin kaynaklarında konaklamıştı. Bunlar mu­hakkak sizinle savaşacak ve sizin Kâbe'ye gitmenize engel olacaklar” dedi. Hz. Peygamber (sav) de şöyle buyurdu: "Biz hiçbir kimse ile savaşmak için gelmedik. Biz sadece umre yapmak niyetiyle geldik. Muhakkak ki savaş, Kureyş'in mad­dî ve manevî kuvvetlerini zayıflatmış ve onları zarara uğratmıştır. Eğer Kureyş arzu ederse, aramızda bir müddet barış yaparım. Onlar da benimle diğer müşriklerin arasına girmemiş olurlar. Eğer ben Araplara galip olursam, Kureyş müşrikleri de insanların girdiği bu itaat yoluna girmek isterlerse girebilirler. Şayet galip gelemezsem, bu durumda müşrikler rahata ererler. Eğer kabul etmezlerse, hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, şu müdafaa ettiğim Müslümanlık uğrunda başım vücudumdan ayrılıncaya kadar onlarla savaşırım. Elbette Allah, vaadini yerine getirecektir." Bunun üzerine Budeyl, Rasulullah'a “şimdi ben senin bu söylediklerini muhakkak Kureyş'e ileteceğim” dedi. Ravi der ki: Büdeyl yürüyüp Kureyş karargâhına vardı ve “şimdi ben şu adamın yanından geliyorum. Onu şöy­le bir söz söylerken işittik. Eğer o sözleri sizlere iletmemizi isterseniz iletiriz” dedi. Kureyş'in beyinsizleri “senin bize ondan bir haber vermene ihtiyacımız yoktur” dediler. Fakat içlerinden öngörüsü olan biri “haydi, ondan işittiğin sözü aktar” dedi. Budeyl “ben Ondan şöyle şöyle sözleri söylerken işittim” diyerek, Peygamber'in (sav) söylediği sözleri birer birer anlattı. Bunun üzerine Urve b. Mes'ûd ayağa kalktı ve “ey kavmim, siz benim babam yerinde değil misiniz?” diye sordu. Kureyşliler “evet” dediler. Urve “ben de sizin oğlunuz konumunda değil miyim?” dedi. Onlar yine “evet” dediler. Sonra Urve “beni herhangi bir şeyle ile itham ediyor musunuz?” diye sordu. Onlar “hayır” diye cevap verdiler. Urve “Ukâz halkını size toptan yardıma çağırdığımı ve onların bu yardımdan çekinmeleri üzerine kendim ailem, çocuklarım ve ba­na itaat edenlerle size yardıma koştuğumu biliyorsunuz değil mi?” dedi. Onlar “evet; biliriz” dediler. Daha sonra Urve “bu adam size hayır ve iyilik yolu gösteriyor. O yolu kabul edin ve müsaade edin, Ona gideyim” dedi. onlar da “haydi git”, dediler. Urve, Peygamber'e (sav) geldi ve Onunla konuştu. Hz. Peygamber (sav) de Urve'ye, Budeyl'e söylediği sözlere benzer şeyler söyledi. Bunun üzerine Ur­ve “Ey Muhammed, diyelim ki kavminin kökünü kazıdın, peki senden önce Araplar içinde kendi kavmini toptan yok eden bir kimse duydun mu? Ya da aksine Kureyş sana galip gelirse o zaman söyle bakalım ne olacak. Vallahi ben aranızda itibarlı kimseler görüyorum, aynı şekilde yine bir takım kabilelerden toplanmış karışık kimseler de görüyorum. Bunlar savaş sırasında kaçıp, seni yalnız bırakabilecek karakterdedir” dedi. Ebu Bekir Urve'ye karşılık verip “haydi sen git, Lât'ın dişilik organını yala! Biz mi savaştan kaçıp Rasulullah'ı yalnız bırakacağız” dedi. Urve “bu kimdir?” diye sordu. Sahâbîler “Ebu Bekir'dir” dediler. Urve “canım elinde olana yemin ede­rim ki, eğer üzerimde henüz daha ödeyemediğim bir iyiliğin olmasaydı, el­bette ben de sana cevap verirdim” dedi. Râvî der ki: Urve, Hz. Peygamber'le konuşmaya devam etti ve her konuştuğunda eliyle Pey­gamber'in sakalını tutuyordu. O sırada Mugîre b. Şu'be, başında miğfer ve yalın kılıç bir hâlde Hz. Peygamber'in başında dikiliyordu. Urve her ne zaman eliyle uzanıp Hz. Peygamber'in sakalını tutmaya yeltense Mugîre hemen kılıcının kınının ucuyla Urve'nin eline vuruyor ve Urve'ye “Rasulullah'ın sakalından elini çek” diyordu. Mugîre'nin bu hareketi üzerine Urve başını kaldırdı ve “bu da kimdir?” diye sordu. Sahâbîler “Mugîre b Şu'be'dir” dediler. Bunun üzerine Urve “Ey gaddar, ben hâlâ senin gadr ve hıyanetini ödemeye çalışmakla meşgul değil miyim?” dedi. Mugîre Cahiliye döneminde bazı kimselerle yol ar­kadaşlığı yapmış ve yolda bunları öldürüp mallarını almış, sonra Me­dine'ye gelip Müslüman olmuştu. Hz. peygamber (sav) "senin İslam'a girmeni kabul ederim ama bu mallardan hiç bir şey alacak değilim" buyurdu. Sonra Urve, Hz. Peygamber'in sahâbîlerini iki gözü ile iyice süzmeye başladı ve şöyle dedi: “Vallahi Rasulullah'ın (sav) ağzından bir şey çıksa hemen sahâbîlerinden bir adamın avucuna düşüyor ve o adam bunu yüzüne ve bedenine sürüp ovalıyor. Onlara bir şey emredince, sahâbîleri derhâl emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar. Abdest aldı­ğı zaman da abdest suyunun artanını almak için neredeyse birbirleriyle çarpışacaklar. Hz. Peygamber (sav) söz söylediği zaman, huzurundaki bütün sahâbîler seslerini kısyorlar. Ona hürmeten için yüzüne dikkatle bakamıyorlar” dedi. Ardından Kureyş'in yanına geldi ve gördüklerini şöyle aktardı: “Ey kavmim! Vallahi ben vaktiyle birçok meliklerin huzuruna elçi olarak çıktım. Rum meliki Kayser'in, Fars meliki Kisrâ'nın, Ha­beş meliki Necâşî'nin huzuruna elçi olarak girdim. Vallahi hiçbir melikin adamlarını, Ashabın Muhammed'e (sav) gösterdiği hürmet kadar, hükümdarlarına hürmet ettiklerini görmedim. Muhammed'in ashabı, Onun tükürüğü ile bile teberrük ediyor­lar (bereket umuyorlar). O bir şey emredince, ashabı derhâl emrini yerine getir­meye koşuşuyorlar. O abdest aldığı zaman da, abdest suyunun fazlasını birbirlerinin üzerine yığılarak paylaşıyorlar. O söz söylediği zaman ashabı onun yanında seslerini kısıyorlar. Muham­med'in ashabı Ona hürmeten, yüzüne dikkatle bakmı­yorlar. Şimdi Muhammed size güzel bir barış ve iyilik yolu sunuyor. Bunu kabul edin” Bunun üzerine Kinâne oğullarından birisi Kureyş'e hitaben “müsaade edin bir de ben Muhammed'in yanına gide­yim” dedi. Onlar da “Pekâlâ git” dediler. Bu zât, Peygamber'in ashabına doğru giderken, Rasulullah (sav) "bu gelen falanca kimsedir. Onun kabilesi hac ve umre kurbanlarına hürmet ederler. Kurbanlıkları bu zatın gözü önüne salıverin" buyurdu. Ashab kurbanlıkları onun geleceği yolun üzerine salıverdi ve insanlar onu telbiye getirerek karşıladılar. Bu kimse kurbanlıkları ve telbiye getiren insanları görünce “sübhânallah, bunları Kâbe'yi ziyaretten alıkoymak uygun değildir” dedi. Kureyş'in yanına döndüğünde de “ben bunların umre için kesecekleri işaretlenmiş, gerdanlık takılmış kurban develerini gördüm. Bunların Kâbe'yi ziyaretten alıkonmasını uygun görmem” dedi. Sonra Kureyşliler arasından Mikraz b. Hafs isimli biri kalktı ve “bana müsaade edin de Muhammed'e (sav) bir de ben gideyim” dedi. Onlar da “haydi git” dediler. Mikraz ashaba doğru gelirken, Peygamber (sav) "şu gelen Mikraz'dir, gaddar bir kimsedir" buyurdu. Mikraz Peygamber (sav) ile konuşmağa başladı. Peygamber (sav) onunla konuşacağı sırada, Süheyl b. Amr çıkageldi. Ma'mer der ki: Bana Eyyûb, ona da İkrime'nin rivayet ettiğine göre Süheyl b. Amr gelince, Hz. Peygam­ber (sav) ashabına "işiniz kolaylaştı" buyurdu. Ma'mer der ki: Zuhrî hadisinde şöyle dedi: Süheyl b. Amr gelince, Hz. Peygamber'e “Haydi getir (katibini da) aramızda bir barış antlaşması yaz” dedi. Bunun üzerine Peygamber yazı yazacak olan kâtibi (Ali b. Ebu Tâlibî) çağırdı ve "Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla (Bismilâhirrahmânirrahîm) yaz" buyurdu. Süheyl “Rahman ismine gelince, vallahi ben onun mahiyetini bilmiyorum. Fakat vaktiyle Senin de yazdırdığın gibi “Bismikellâhumme (Senin adınla ey Allah'ım) diye yaz” dedi Müslümanlar da bir ağızdan “Vallahi biz sadece Bismillâhirrahmânirrahîm yazarız” dediler. Hz. Peygamber (sav) "Haydi Bismikellâhumme yaz" buyurdu. Sonra da "bu, Muhammed Rasulullah'ın yaptığı antlaşma metnidir" diye yazmasını emretti. Süheyl “biz Senin Allah'ın Rasulü olduğunu kabullenseydik, Seni Kâbe'yi ziyaretten alıkoymaz ve Sana karşı savaşmazdık. Sen Muhammed b. Abdullah yaz” dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav) "Vallahi siz yalanlasanız da ben şüphesiz Allah'ın Rasulüyüm" buyurdu ve (Hz. Ali'ye) "Haydi Muhammed b. Abdullah yaz" diye emretti. Zuhrî der ki: Hz. Peygamber'in bu (gerek Besmele, gerekse Rasulullah kelimelerinin metinden çıkarılmasına razı olması) Onun önceden söylediği "Hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş'in, içinde Al­lah'ın haremine hürmet barındıran (Mekke'de savaşmayı önleyecek) her talebini onlara vereceğim" buyurmasından dolayıdır. Sonra Hz. Peygamber (sav) "Siz yolumuzdan çekileceksiniz, biz Kâbe'yi tavaf edeceğiz" buyurdu. Süheyl “Vallahi Arap mil­leti sizin güç kullanarak zorla Mekke'ye girdiğinizin dedikodusunu yapar. Ancak gelecek sene (Kâbe'yi tavaf edebilirsiniz)” dedi. (Hz. Ali bu şekilde) yazdı. Süheyl “bizden bir erkek gelir sana sığınırsa, senin dininden olsa bile, onu bize geri vereceksin” dedi. Müslümanlar “Subhânallah! müslüman olarak gelip sığınan kimse nasıl müşriklere geri verilir” dediler. Tam bu sırada Süheyl b. Amr'ın oğlu Ebu Cendel, Mekke'nin aşağısındaki hapsedildiği yerden kaçmış bir şekilde, ayak­ları zincirli olarak seke seke çıkageldi ve kendisini Müslümanların arası­na attı. Bunun üzerine Süheyl “ey Muhammed, imzalanacak antlaşmanın ilk maddesi gereğince bunu bana geri iade edeceksin” dedi. Hz. Peygamber (sav) "Biz antlaşma metnini yazmayı bitirip (imzalamadık)" buyurdu. Süheyl “vallahi o zaman ben de seninle asla antlaşma yapmam” dedi. Peygamber (sav) "Ebû Cendel'i bana bağışla" buyurdu. Süheyl “Ben onu sana bağışlamam” dedi. Peygamber (sav) "Hadi bunu benim hatırım için yap" buyurdu. Süheyl “asla yapmam” dedi. (Antlaşma da temsilci olarak bulunan) Mikraz “onu sana bağışladık” dedi. (ama imzaya yetkili olan Sü­heyl kabul etmedi.) Ebu Cendel “ey Müslümanlar topluluğu, Müslüman olarak geldiğim hâlde şimdi ben müşriklere geri mi veriliyorum? Benim karşılaştığım şu hâli görmüyor musunuz?” dedi. Gerçekten de Allah için çok ağır işkenceye maruz kalmıştı. Ravi der ki: Ömer b. Hattâb şöyle demiş­tir: Bunun üzerine ben Peygamber'in yanına geldim ve “Sen gerçekten Allah Rasulü değil misin?” Peygamber (sav) "evet" buyurdu. Ben “biz hak üzerinde, düşmanlarımız ise bâtıl üze­rinde bulunmuyorlar mı?” dedim. Peygamber (sav) "Evet, öyledir" buyurdu. Ben “O hâlde dinimiz hakkında bu aşağılık hâli niçin kabul ediyo­ruz? dedim. Peygamber (sav) "hiç şüphesiz ben Allah'ın Rasulü'yüm ve Allah 'a isyan etmiş de değilim. Allah benim yar­dımcımdır" buyurdu. Ben yine “vaktiyle Sen bize "Yakında Kâbe'ye varıp tavaf edeceğiz" diye haber vermedin mi?” dedim. Rasulullah (sav) "Ben sana, 'bu sene tavaf edeceğiz', diye mi haber verdim?" buyurdu. Ben de “hayır” dedim. Rasulullah (sav) "Muhakkak sen (yakın zamanda) Kâbe'ye varıp onu tavaf edeceksin" buyurdu. Ömer der ki: Ben ardından Ebu Bekir'in yanına var­dım ve “ey Ebu Bekir, Bu adam Allah'ın hak peygamberi değil mi­dir?” dedim. Ebu Bekir de “evet, hak peygamberdir” dedi. Ben “biz Müslümanlar hak üzerinde, düşmanlarımız bâtıl üzerin­de bulunmuyor mu?” dedim. O da “evet öyledir” dedi. Ben tekrar “öyle ise niçin biz dinimizi küçük düşürüyoruz?” dedim. Ebu Bekir “behey adam, Muhammed (sav) muhakkak Allah'ın Rasulü'dür. O, Rabbine asi değildir. Allah Onun yardımcısıdır. Sen hemen Onun emrine sarıl. Vallahi Muhammed hak üzeredir” dedi. Ben tekrar “O bize Medine'de "Kâbe'ye varacağız, tavaf edeceğiz" demedi mi?” diye sordum. Ebu Bekir “evet öyledir. Fakat sana "Bu sene varıp tavaf edersiniz" dedi mi?” dedi. Ben de “hayır”, dedim. Ebu Bekir “Sen muhakkak yakın bir zamanda Kâbe'ye va­rıp onu tavaf edeceksin” dedi. Zuhrî, Ömer'in “bu itirazlarımdan dolayı kefaret olarak sonra birçok iyi işler yapmışımdır” dediğini aktarmaktadır. Râvî der ki: Rasulullah antlaşma metnini yazdırdıktan sonra "haydi artık kalkın, kurbanlarınızı kesip, başlarınızı tıraş edin" buyurdu. Râvî der ki: Hz. Peygamber (sav) üç kere tekrarladığı halde Vallahi ashaptan bir adam dahi olsun kalkmadı. Ashaptan hiçbirisi kalk­mayınca, Rasulullah, Ümmü Seleme'nin yanına girdi ve ona insanların tavrını anlattı. Ümmü Seleme “ey Allah'ın Rasulü, sen bu emri yerine getirmek istiyorsan, çık, hiç bir kimseyle bir kelime konuşmadan kurbanlık develerini kes, sonra da berberini çağırıp tıraşını ol” dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav), Ümmü Seleme'nin yanından çıktı ve ashaptan hiç kimse konuşmadan kurbanın kesti ve berberini çağırıp tıraşını oldu. Ashap bunu görünce, üzüntüden neredeyse birbirlerini öldürecek olmalarına rağmen, hemen kalkarak kurbanlarını kestiler ve birbirlerini tıraş etmeye başladılar. Sonra bazı mümin hanımlar geldi. Bunun üzerine Yüce Allah "Ey iman edenler! Mü'min kadınlar hicret ederek size geldiklerinde, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Siz de onların inanmış kimseler olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin. Ne onlar o kâfirlere helâldir, ne de o kâfirler onlara. Yalnız, müşrik kocalarının onlara vermiş oldukları mehirleri kendilerine iade edin. Mehirlerini verdiğiniz takdirde mü'min kadınları nikâhlamanızda hiçbir sakınca yoktur. Kâfir kadınları ise nikâhınızda tutmayın" (Mümtehine, ıo) ayetini indirdi. Bunun üzerine Ömer müşrik olan iki hanımını boşadı. Onlardan biri ile Muâviye b. Ebu Süfyân, diğeri ile de Safvân b. Ümeyye evlendi. Sonra Peygamber (sav) Medine'ye döndü. Ardından Kureyş'ten bir adam olan Ebu Basîr, Müslüman olarak çıkageldi. Hemen arkasından müşrikler onu geri istemek üzere iki adam gönderdiler ve “bizimle imzaladığın antlaşma gereği (onu geri ver)” dediler. Peygamber(sav) de Ebu Basîr'i bu iki kişiye geri verdi. Bunlar Ebu Basîr ile yola çıktılar. Zulhuleyfe'ye vardıklarında azıkları olan hurmayı yemek üzere orada konakladılar. Ebu Basîr bu iki adamdan birine “ey Falanca, vallahi çok güzel bir kılıcın olduğunu görüyorum” dedi. O da kılıcı kınından çıkararak “evet, gerçekten çok iyi bir kılıç. ben onu defalarca denedim” dedi. Ebu Basîr de “müsâade et de bakayım“ dedi ve bir fırsatını bulup kılıcı aldı, ardından vurup onu öldürdü. Diğer adam da kaçarak Medine'ye geldi, koşarak mescide girdi. Hz. peygamber (sav) onu görünce "muhakkak bu adam bir korku görüp geçirmiş" buyurdu. Adam Hz. Peygamber'in yanına gelince “Vallahi sahibim öldürüldü. (engel olmazsanız) ben de öldürüleceğim” dedi. Bu sırada Ebu Basîr de geldi ve “Ey Allah'ın Peygamberi, vallahi Allah sana sözünü yerine getirtti. Beni müşriklere geri verdin. Sonra Allah beni onlardan kurtardı” dedi. Peygamber (sav) "Anası helak olası Ebu Basîr! Eğer yanında biri daha olsa, bu adam savaş ateşini harlayacak" buyurdu. Hz. Peygamber'in bu sözlerini işiten Ebu Basîr, kendisinin tekrar müşriklere iade edileceğini anladı ve oradan çıkıp deniz sahiline kadar kaçtı. Râvî der ki: Süheyl'in oğlu Ebû Cendel de müşrikler arasından kaçarak Ebu Basîr'e katıldı. Müslümân olan herkes, Kureyş arasından ayrılarak Ebu Basîr'e katılmaya başladı. Nihayet Ebû Basîr'in etrafında bir topluluk oluştu. Vallahi bunlar, Şam'a giden bir Kureyş kervanını haber aldıklarında, hemen yolunu kesip, onları öldürerek mallarını alırlardı. Bunun üzerine Kureyş Peygamber'e (sav) elçi göndererek, Allah rızası ve akrabalık hatırını araya koydular ve Ebu Basîr ve arkadaşlarına haber iletip (bunu engellemesini istediler). “Bun­dan böyle Medine'ye kim giderse güvende olacaktır” diye bildirdiler. Peygamber (sav) de Ebu Basîr topluluğuna haber göndererek (Medine'ye gelebileceklerini bildirdi). Bunun üzerine Yüce Allah şu ayetleri indirmiştir: "Sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke'nin ortasında onların elini sizden, sizin elinizi onlardan çeken de Odur. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir. Onlar inkâr eden ve sizi Mescid-i Haramdan, bekletilen kurbanlıkları da yerine ulaşmaktan alıkoyanlardır. Eğer orada tanımadığınız mü'min erkekler ve mü'min kadınlar bulunup da sizin bilmeden onları ezerek vicdan azabına uğrama ihtimaliniz olmasaydı, Allah savaş izni verirdi. Dilediklerini rahmetine eriştirmek için Allah sizin elinizi onlardan çektirdi. Onlar birbirinden ayırt edilseydi, kâfir olanlarını acı bir azaba uğratırdık. İnkâr edenler, cahiliyet taassubundan ibaret olan o hamiyeti kalplerine yerleştirdiklerinde, Allah da Peygamberine ve mü'minlere güven ve huzur indirdi ve takvâ sözüne tutunmalarını nasip etti ki, zaten onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi. Allah ise herşeyi hakkıyla bilir." (Fetih, 24-26) Müşriklerin hamiyyetleri; Muhammed'in Allah'ın Peygamberi olduğunu kabul etmemeleri, bismillahirrahmâhirrahîm yazmayı reddetmeleri ve Müslümanların Kâbe'ye girişine engel olmalarıdır.


    Öneri Formu
280336 B002731-3 Buhari, Şurût, 15

Ebu Bekir Allah'a hamd ve sena etti ve şöyle dedi: Dikkat edin! Kim Muhammed'e tapıyorsa, bilsin ki Muham­med ölmüştür. Kim Allah'a ibadet ediyorsa, bilsin ki Allah, ölmeye­cek olan diridir. Yüce Allah "Muhakkak sen de öleceksin, onlar da elbet ölecekler" buyurmuştur. (Zümer, 30) Yine Allah "Muhammed ancak bir rasuldür. Ondan evvel de nice rasuller gelip geçmiştir. Şimdi O, ölür yahut öldürülürse ökçe­lerinizin üstünde geriye mi döneceksiniz? Kim iki ökçesi üzerinde geri dönerse, elbette Allah'a hiçbir şeyle zarar vermiş olmaz. Allah şükredenlere mükâfat verecektir" buyurmuştur. (Âl-i imrân, 144). Râvî der ki: Bunun üzerine insanlar sessizce ağlamağa başladı­lar. Bu sırada Ensâr, "bizden bir yönetici, sizden bir yönetici olsun" diyerek Sâide oğulları gölgeliğinde, Sa'd b. Ubâde'nin yanında toplanmışlardı. Bunu haber alan Ebu Bekir, Ömer b. Hattâb ve Ebu Ubeyde b. Cerrâh onların yanına gitti. Ömer konuşmaya dav­randı ancak Ebu Bekir onu susturdu. Ömer der ki: "Vallahi ben bu davranışımla, benim hoşuma giden ama Ebu Bekir'in söylemeyeceğinden korktuğum bir konuşma hazırla­mak istemiştim." Sonra Ebu Bekir konuştu, insanların sözü en tesirli kişisi olarak konuştu ve "Bizler yönetici, sizler ise yardımcılarsınız" dedi. Bunun üzerine Habbâb b. Munzir "hayır vallahi bunu yapmayız. Bizden bir yönetici, sizden bir yönetici olsun" dedi. Ebu Bekir "hayır. biz yöneticileriz sizler yardımcılarsınız. Kureyş yurt bakımından Arapların ortası, soy bakımından en hâlis Arap olanıdır. Bu sebeple Ömer'e yahut Ebu Ubeyde'ye biat ediniz" de­di. Ömer "hayır, biz sana biat ediyoruz. Çünkü sen bizim efendimiz, hayırlımız ve Rasulullah'a en sevgili olanımızsın" dedi ve ardından Ebu Bekir'in elini tutup ona biat etti, sonra da insanlar da ona biat ettiler. Bu sırada Ensâr'dan biri "siz Sa'd b. Ubâde'yi kahrettiniz" dedi. Ömer de "Onu Allah kahretsin" diye beddua etti.


    Öneri Formu
34556 B003668 Buhari, Fedailü Ashabi'n-Nebi, 5

Bize Muhammed b. Beşşâr, ona Abdülvehhâb es-Sekafî, Muhammed b. Cafer, İbn Ebu Adî ve Yahya b. Saîd, onlara Avf b. Ebu Cemîle, ona Zürâre b. Evfâ, ona Abdullah b. Selâm şöyle rivayet etmiştir "Rasulullah (sav) Medîne'ye geldiği zaman insanlar Ona (sav) koştular. 'Rasulullah geldi! Rasulullah geldi! Rasulullah geldi!' denilmişti. Ben de Onu (sav) görmek için insanlarla birlikte geldim. Rasulullah'ın (sav) yüzünü gördüğümde Onun (sav) yüzünün yalancı yüzü olmadığını anladım. Söylediği ilk şey şuydu 'Ey insanlar! Selamı yayın, yemek yedirin, insanlar uyurken namaz kılın ki Cennete selamet içinde girin'." Ebu İsâ (Tirmizî) şöyle demiştir: Bu, sahîh bir hadistir.


    Öneri Formu
271325 T002485-2 Tirmizi, Sıfatü’l-Kıyâme, 42

Bize Muhammed b. Beşşâr, ona Abdülvehhâb es-Sekafî, Muhammed b. Cafer, İbn Ebu Adî ve Yahya b. Saîd, onlara Avf b. Ebu Cemîle, ona Zürâre b. Evfâ, ona Abdullah b. Selâm şöyle rivayet etmiştir "Rasulullah (sav) Medîne'ye geldiği zaman insanlar ona koştular. 'Rasulullah geldi! Rasulullah geldi! Rasulullah geldi!' denilmişti. Ben de Onu (sav) görmek için insanlarla birlikte geldim. Rasulullah'ın (sav) yüzünü gördüğümde Onun (sav) yüzünün yalancı yüzü olmadığını anladım. Söylediği ilk şey şuydu: "Ey insanlar! Selamı yayın, yemek yedirin, insanlar uyurken namaz kılın ki Cennete selamet içinde girin." Ebu İsâ (Tirmizî) şöyle demiştir: Bu, sahîh bir hadistir.


    Öneri Formu
271326 T002485-3 Tirmizi, Sıfatü’l-Kıyâme, 42


    Öneri Formu
4284 M002451 Müslim, Zekat, 143