2026 Kayıt Bulundu.
Bize İbrahim b. Halid Ebu Sevr el-Kelbi, ona Amr b. Yunus b. Kasım el-Yemâmî, ona İkrime b. Ammar, ona Ebu Zümey, ona da Abdullah b. Abbas (ra) şöyle demiştir: "Hârûriyye, Hz. Ali ile savaşmak üzere yola çıktıklarında, ben Ali'nin (ra) yanına vardım. Bana 'Haydi git, şu toplulukla (bir görüş)' dedi. Ben de Yemen kumaşlarının en güzelini giydim (ve yola koyuldum). Ravi Ebu Zümey 'İbn Abbas, güzel ve görkemli bir adamdı' demiştir. İbn Abbas der ki: Onların yanına vardım, bana 'Merhaba ey İbn Abbas, üzerindeki bu cübbe de neyin nesi?' dediler. İbn Abbas da 'Beni (bu elbiselerden dolayı) niçin ayıplıyorsunuz? Ben elbiselerin en güzelini Rasulullah'ın (sav) üzerinde gördüm' cevabını verdi." [Ebu Davud dedi ki: Ebu Zümeyl'in adı, Simak b. Velid el-Hanefi'dir.]
Bize Abdullah b. Mesleme, ona Malik, ona Ebu'z-Zinad, ona A'rec, ona da Ebu Hureyre'nin rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Biriniz ayakkabısını giyeceği zaman sağdan, çıkaracağında ise soldan başlasın. Böylece sağ ayakkabı ilk giyilen ve son çıkarılan ayakkabı olsun."
Bize Yakub, ona babası (İbrāhīm b. Sa‘d), ona İbn İshak, ona Salih b. İbrahim b. Abdurrahman b. Avf, ona Abdüleşhel oğullarının kardeşi Mahmud b. Lebîd, ona da Bedir ashabından Seleme b. Selâme b. Vakş şöyle demiştir: "Bizim, Abdüleşhel oğulları kabilesinden olan bir Yahudi komşumuz vardı. Allah Rasulü’nün (sav) gönderilişinden az bir zaman önce, bir gün evinden çıkarak bize uğradı ve Abdüleşhel oğullarının meclisinin önünde durdu. O sırada mecliste bulunanların en genci bendim. Üzerimde bir bürde olduğu halde ailemin avlusunda uzanmış yatıyordum. Bu Yahudi, ölümden sonra dirilişi, kıyameti, hesap ve mizanı, cennet ve cehennemi anlattı. Bunu, putlara tapan ve ölümden sonra dirilmenin gerçekleşeceğine inanmayan müşrik bir topluluğa anlatıyordu. Oradakiler 'Yazıklar olsun sana ey falanca! Gerçekten böyle bir şeyin olacağını mı sanıyorsun? Yani insanlar öldükten sonra diriltilecekler ve içinde cennet ile cehennem bulunan bir yurda götürülecekler, orada yaptıkları amellere göre karşılık görecekler, öyle mi?' dediler. Yahudi adam 'Evet! Ve adına yemin edilen Allah’a andolsun ki, insan ateşten payına düşene karşılık, bu dünyadaki en büyük tandıra sahip olmayı, onu hararetle ısıtıp içine sokulmayı, üstünün kapatılmasını, ama böylece o yarınki ateşten kurtulmayı isterdi' dedi. Bunun üzerine 'Yazıklar olsun sana, bunun alameti nedir?' dediler. O da '(Elini Mekke ve Yemen tarafına doğru işaret ederek), bu beldelerden birinden, elçi olarak gönderilecek bir peygamberdir' dedi. Onlar 'Peki, sence bu ne zaman gerçekleşir?' dediler. O yahut, yaşça o meclisin en küçüğü olana bana baktı ve 'Şayet ömrü yeterse bu delikanlı, o peygamberi mutlaka görür' dedi. Selâme der ki: Vallahi, bir kaç gün geçmemişti ki Allah Teâlâ Rasulünü gönderdi. O peygamber aramızda yaşadı. Biz ona iman ettik. Ama o Yahudi, haset ve azgınlık yüzünden inkâr etti. Biz de ona 'Yazıklar olsun sana ey falanca! Hani bize hakkında anlattıkların? Sen değil miydin onu anlatan?' dedik. O da 'Evet, ama işte o peygamber, bu kişi değil' dedi."
Açıklama: İsnad Muhammed b. İshâk dolayısıyla hasendir.
Bize İbrahim b. Münzir el-Hizâmî, ona Ömerîlerin azatlısı Sadaka b. Beşir şöyle rivayet etmiştir: Kudame b. İbrahim el-Cumahî, gençken ve üzerinde safranla boyanmış bir elbiseyle Abdullah b. Ömer b. Hattab'ın yanına gidip gelirdi. Kudâme der ki: Abdullah b. Ömer, bir gün bize hadis rivayet ederek Hz. Peygamber'in onlara şöyle dediğini nakletti: "Allah'ın kullarından biri 'Yâ Rabbi leke'l-hamdu kemâ yenbaği li celâli vechike ve li azîmi sultânike (Ey benim Rabbim, Senin zâtının celâlına ve senin hâkimiyetinin azametine layık biçimde sana hamd olsun)' dedi. Bu hamd, kulun amelini yazmakla görevli iki meleği âciz bırakarak, nasıl yazacaklarını bilemediler. Bunun üzerine melekler göğe çıktılar ve 'Ey Rabbıimiz! Senin kulun öyle bir söz söyledi ki nasıl yazacağımızı bilemedik.' dediler. Allah, kulunun söylediği sözü en iyi bilen olduğu halde 'Benim kulum ne söyledi?' diye sordu. Melekler 'Ey Rabbimiz! O kul, 'Yâ Rabbi leke'l-hamdu kemâ yenbaği li celali vechike ve azîmi sultânike' dedi.' dediler. Bunun üzerine Allah, o iki meleğe 'Kulum bana kavuşup ben, onu söylediği söze karşılık mükâfatlandırıncaya kadar siz o sözü kulumun söylediği gibi yazın' buyurdu."
Bize İbrahim b. Musa, ona Hişâm, ona Ma'mer, ona Zührî, ona da Urve'nin bildird,iğine göre Aişe (ra) şöyle anlatmıştır: "Müslümanlardan birçok kişi Habeşistan'a muhacir olarak gittiler. Ebu Bekir de muhacir olmak üzere hazırlık yapmıştı. Bu sırada Peygamber (sav) ona 'Sabret, çünkü ben, bana da (hicret için) izin verileceğini ümit etmekteyim' buyurdu. Bunun üzerine Ebu Bekir 'Babam anam Sana feda olsun! Böyle bir izin gelmesini umuyor musunuz?' diye sordu. Rasulullah (sav) da 'Evet' diye cevap verdi. Bunun üzerine Ebu Bekir de Hz. Peygamber'e (sav) hicrette yoldaşlık etmek üzere beklemeye koyuldu. Bu arada Ebu Bekir, evinde bulunan kuvvetli iki binek devesini, dört ay boyunca ağaç yapraklarıyla besledi." Urve'nin rivayetine göre Âişe şöyle demiştir: "Bir gün biz güneşin en sıcak anında Ebu Bekir'in evinde oturuyorduk. Ev halkından biri Ebu Bekir'e 'İşte Rasulullah, bize gelmesine alışık olmadığımız bir saatte, başına bir sargı sarıp yüzünü örtmüş olarak geliyor' dedi. Ebu Bekir de 'Babam anam O'na feda olsun! Vallahi O'nu bu saatte buraya muhakkak mühim bir iş getirmiştir' dedi. Ardından Peygamber (sav) geldi, içeri girmeye izin istedi, Ebu Bekir içeriye buyur etti, Hz. Peygamber (sav) içeriye girdi de Ebu Bekir'e 'Yanında kim varsa dışarı çıkar' buyurdu, Ebu Bekir 'Babam Sana feda olsun ey Allah'ın Rasulü! Onlar ancak Senin ehlin ve mahremindir (yabancı yoktur)' dedi. Rasulullah (sav) 'Bana Mekke'den çıkmak hususunda izin verilmiştir' buyurdu. Ebu Bekir de 'Ey Allah'ın Rasulü! Babam Sana feda olsun! Ben de sana refakat etmek, seninle birlikte bulunmak isterim' dedi. Rasulullah (sav) 'Evet (sen de benimle birlikte olacaksın)' buyurdu. Ebu Bekir 'Babam sana feda olsun, ey Allah'ın Rasulü! Şu iki binitten birini al' dedi. Hz. Peygamber (sav) 'Ancak bedeliyle alırım' buyurdu." Âişe der ki: "Biz Rasulullah (sav) ile Ebu Bekir'in sefer malzemelerini çabucak hazırladık. Her ikisi için bir dağarcık içinde bir miktar azık hazırlayıp bir sofra olarak koyduk. Ağzı bağlanacağı sıra Ebu Bekir'in kızı, kardeşim Esma, belinin kuşağından bir parça kesip ayırdı ve onunla dağarcığın ağzını bağladı. İşte bundan dolayı Esmâ'ya "Zâtu'n-Nitâkayn (İki Kuşaklı)" diye isim verildi. Sonra Rasulullah (sav) ile Ebu Bekir, Sevr denilen dağdaki bir mağaraya ulaştılar. Ve orada üç gece kaldılar. Her gece yanlarında Ebu Bekr'in oğlu Abdullah gecelerdi. Abdullah kıvrak zekâlı ve becerikli bir gençti. Seher vakti onların yanlarından ayrılır, Mekke'de Kureyş ile geceyi geçirmiş gibi sabaha uyanırdı. Abdullah, Rasulullah ile Ebu Bekir hakkında Kureyş müşriklerinin hilelerinden duyduğu şeyleri akılında tutar, sonunda karanlık basınca gelir, Rasulullah ile babası Ebu Bekir'e gelip olup bitenleri haber verirdi. Ebu Bekir'in kölesi Âmir b. Fuheyre (o civarda) bol sütlü sağmal koyun otlatır ve akşam bir süre geçince Rasulullah (sav) ile Ebu Bekir'e getirirdi. Onlar da taze süt içerek gecelerlerdi. Nihayet gecenin sonunda Âmir b. Fuheyre (mağaranın önüne gelir) sağmal koyuna seslenirdi (ve alır, otlatmaya götürürdü). Rasulullah (sav) ile Ebu Bekir'in mağarada bulundukları üç gecenin hepsinde Âmir bu şekilde davranırdı."