Bize Muhammed b. Beşşar ile Muhammed b. Müsenna, onlara Ebû Âsım, ona Hayve b. Şurayh, ona Ebu Sahr, ona Nafi’nin rivayet ettiğine adamın birisi İbn Ömer’in yanına gelerek bir kimsenin selamını iletti. İbn Ömer ise kendisine selam gönderen kimsenin dinde olmayan bir takım şeyler uydurduğunu duyduğunu söyleyerek şunları söylemiştir. “Eğer söylenenler doğruysa benden ona selam götürme. Zira ben Hz. Peygamber’in şöyle dediğini işittim: “ Ümmetimde bir takım insanlar mesh (yüzünün hayvan suretine çevrilmesi), yere batırılma ve gökten üzerlerine taş yağmaları gibi bazı cezalara çarptırılacaktır.” İbn Ömer, Hz. Peygamber’in bu uyarısının kaderi inkar edenler hakkında olduğunu söylemiştir.
Açıklama: Kader konusundaki tartışmalarıyla bilinen şahıs hakkında İbn Ömer'in, ilişkiyi kesme anlamına gelen selamını kabul etmeme ya da ona selam göndermeme şeklindeki tepkisini ifade etmektedir.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
33112, İM004061
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ وَمُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى قَالاَ حَدَّثَنَا أَبُو عَاصِمٍ حَدَّثَنَا حَيْوَةُ بْنُ شُرَيْحٍ حَدَّثَنَا أَبُو صَخْرٍ عَنْ نَافِعٍ أَنَّ رَجُلاً أَتَى ابْنَ عُمَرَ فَقَالَ إِنَّ فُلاَنًا يُقْرِئُكَ السَّلاَمَ قَالَ إِنَّهُ بَلَغَنِى أَنَّهُ قَدْ أَحْدَثَ فَإِنْ كَانَ قَدْ أَحْدَثَ فَلاَ تُقْرِئْهُ مِنِّى السَّلاَمَ فَإِنِّى سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ « يَكُونُ فِى أُمَّتِى - أَوْ فِى هَذِهِ الأُمَّةِ - مَسْخٌ وَخَسْفٌ وَقَذْفٌ » . وَذَلِكَ فِى أَهْلِ الْقَدَرِ .
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Beşşar ile Muhammed b. Müsenna, onlara Ebû Âsım, ona Hayve b. Şurayh, ona Ebu Sahr, ona Nafi’nin rivayet ettiğine adamın birisi İbn Ömer’in yanına gelerek bir kimsenin selamını iletti. İbn Ömer ise kendisine selam gönderen kimsenin dinde olmayan bir takım şeyler uydurduğunu duyduğunu söyleyerek şunları söylemiştir. “Eğer söylenenler doğruysa benden ona selam götürme. Zira ben Hz. Peygamber’in şöyle dediğini işittim: “ Ümmetimde bir takım insanlar mesh (yüzünün hayvan suretine çevrilmesi), yere batırılma ve gökten üzerlerine taş yağmaları gibi bazı cezalara çarptırılacaktır.” İbn Ömer, Hz. Peygamber’in bu uyarısının kaderi inkar edenler hakkında olduğunu söylemiştir.
Açıklama:
Kader konusundaki tartışmalarıyla bilinen şahıs hakkında İbn Ömer'in, ilişkiyi kesme anlamına gelen selamını kabul etmeme ya da ona selam göndermeme şeklindeki tepkisini ifade etmektedir.
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Mâce, Sünen-i İbn Mâce, Fiten 29, /656
Senetler:
1. İbn Ömer Abdullah b. Ömer el-Adevî (Abdullah b. Ömer b. Hattab)
2. Nafi' Mevlâ İbn Ömer (Ebu Abdullah Nafi')
3. Ebu Sahr Humeyd b. Ebu Muharik el-Medenî (Humeyd b. Ziyad)
4. Ebu Zür'a Hayve b. Şurayh et-Tücîbî (Hayve b. Şurayh b. Safvan b. Malik)
5. Ebu Âsım Dahhâk b. Mahled en-Nebîl (Dahhâk b. Mahled)
6. Muhammed b. Beşşâr el-Abdî (Muhammed b. Beşşâr b. Osman)
Konular:
İman, Kader, inkar edenlerin başına gelecekler
KTB, İMAN
KTB, KADER
KTB, SELAM
Selam, bidat ehlinin selamını kabul etmemek
Selam, selam göndermek
Selam, Selam vermeme/almama, tepki için
حدثنا إبراهيم بن المنذر قال حدثني معن بن عيسى قال حدثني أبو رزيق : أنه سمع علي بن عبد الله يكره الاشترنج ويقول لا تسلموا على من يلعب بها وهي من الميسر
Bize İbrahim b. Münzir ona Ma'n b. İsa ona Ebu Ruzeyk şunu duyduğunu bildirdi: Ali b. Abdullah satrancı mekruh görür ve şöyle derdi:
«Satranç oynayana selâm vermeyiniz; çünkü satranç kumar türündendir.»
Açıklama: Ali b. Abdullah’ın satranç oynayana selam vermediğini belirten hadis, tabiûn kavli
olup (maktu) Ebû Ruzeyk’in meçhul olması nedeniyle zayıftır (bk. Elbânî, Daîfü’l-
edebü’l-müfred, s. 91) Ebû Ruzeyk için bk. Zehebî, Mîzân, IV, 524.
Hz. Peygamber döneminde bulunmayan satrancın sahabe ve yoğun olarak tabiûn
devrinde karşı çıkan şahısların onu kumara sokmalarının iki sebebi görünüyor.
Birincisi, parasına oynanmasa da taraflar arasında kavga, yalan yere yemin ve
namazdan alıkoyma gibi illeti esas alarak ilgili ayete istinaden kumar olacağını
belirtiyorlar. Nitekim Kasım b. Muhammed’e santranç hakkında ne diyorsunuz diye
sorduklarında “Allah’ın zikrinden ve namazdan uzaklaştıran her ne olursa o
kumardır” diye cevap vermektedir (Zeylaî, Nasbürraye, IV, 275). İkinci illet ise bu
oyunun İranlılara mahsus olması ve oradan gelmesi. Örneğin Muhammed Bâkır,
satrancı eleştirirken İranlıların oyunu olduğunu ileri sürerek tepki gösteriyor (bk.
Beyhakî, Şuabü’l-îmân, VIII, 471)
Netice itibariyle yukarıda zikredilen isnad zayıf, söyleyen de tabiûn olduğu için delil
değeri bulunmamaktadır. Ayrıca ilgili dönemde satranca karşı olanlar bizatihi haram
olmasından ziyade kişiyi namazdan alıkoymasını ve yalana sevketmesini ya da o
dönemde kültürel olarak etkilenmek istemedikleri Sasani adeti olmasını esas aldıkları
görülmektedir. Vallahu a‘lem (Bekir Kuzudişli)
Öneri Formu
Hadis Id, No:
165722, EM001019
Hadis:
حدثنا إبراهيم بن المنذر قال حدثني معن بن عيسى قال حدثني أبو رزيق : أنه سمع علي بن عبد الله يكره الاشترنج ويقول لا تسلموا على من يلعب بها وهي من الميسر
Tercemesi:
Bize İbrahim b. Münzir ona Ma'n b. İsa ona Ebu Ruzeyk şunu duyduğunu bildirdi: Ali b. Abdullah satrancı mekruh görür ve şöyle derdi:
«Satranç oynayana selâm vermeyiniz; çünkü satranç kumar türündendir.»
Açıklama:
Ali b. Abdullah’ın satranç oynayana selam vermediğini belirten hadis, tabiûn kavli
olup (maktu) Ebû Ruzeyk’in meçhul olması nedeniyle zayıftır (bk. Elbânî, Daîfü’l-
edebü’l-müfred, s. 91) Ebû Ruzeyk için bk. Zehebî, Mîzân, IV, 524.
Hz. Peygamber döneminde bulunmayan satrancın sahabe ve yoğun olarak tabiûn
devrinde karşı çıkan şahısların onu kumara sokmalarının iki sebebi görünüyor.
Birincisi, parasına oynanmasa da taraflar arasında kavga, yalan yere yemin ve
namazdan alıkoyma gibi illeti esas alarak ilgili ayete istinaden kumar olacağını
belirtiyorlar. Nitekim Kasım b. Muhammed’e santranç hakkında ne diyorsunuz diye
sorduklarında “Allah’ın zikrinden ve namazdan uzaklaştıran her ne olursa o
kumardır” diye cevap vermektedir (Zeylaî, Nasbürraye, IV, 275). İkinci illet ise bu
oyunun İranlılara mahsus olması ve oradan gelmesi. Örneğin Muhammed Bâkır,
satrancı eleştirirken İranlıların oyunu olduğunu ileri sürerek tepki gösteriyor (bk.
Beyhakî, Şuabü’l-îmân, VIII, 471)
Netice itibariyle yukarıda zikredilen isnad zayıf, söyleyen de tabiûn olduğu için delil
değeri bulunmamaktadır. Ayrıca ilgili dönemde satranca karşı olanlar bizatihi haram
olmasından ziyade kişiyi namazdan alıkoymasını ve yalana sevketmesini ya da o
dönemde kültürel olarak etkilenmek istemedikleri Sasani adeti olmasını esas aldıkları
görülmektedir. Vallahu a‘lem (Bekir Kuzudişli)
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 1019, /796
Senetler:
1. Ebu Hasan Ali b. el-Medînî (Ali b. Abdullah b. Cafer b. Necîh)
2. Ebu Ruzeyk (Mechul) (Ebu Ruzeyk)
3. Ebu Yahya Ma'n b. İsa el-Kazzâz (Ma'n b. İsa b. Ma'n)
4. İbrahim b. Münzir el-Hizamî (İbrahim b. Münzir b. Abdullah)
Konular:
Adab, Selam, selamlaşma adabı
Eğlence, Oyun, tavla, satranç vs.
KTB, ADAB
KTB, SELAM
Kumar, kumar oynamak
Selam, Selam vermeme/almama, tepki için
Bize Muhammed b. Beşşar ile Muhammed b. Müsenna, onlara Ebû Âsım, ona Hayve b. Şurayh, ona Ebu Sahr, ona ise Nafi, adamın birisinin İbn Ömer’in yanına gelerek bir kimsenin selamını ilettiğini rivayet etti. İbn Ömer ise kendisine selam gönderen kimsenin dinde olmayan bir takım şeyler uydurduğunun kendisine iletildiğini belirterek şunları söylemiştir. “Eğer bidatçı ise benden ona selam götürme. Zira ben Hz. Peygamber’in şöyle dediğini işittim: “ Ümmetimde bir takım insanlar mesh (yüzünün hayvan suretine çevrilmesi), yere batırılma ve gökten üzerilerine taş yağmaları gibi bazı cezalara çarptırılacaktır.” İbn Ömer, Hz. Peygamber’in bu uyarısının kaderi inkar edenler hakkında olduğunu söylemiştir.
Açıklama: İbn Ömer, dinde olmayan bir takım şeylerin dine sokulması anlamına gelen bidatlerden ve bidat ehlinden uzak durulması gerektiğini anlatmaktadır. Kendi tepkisini, insani ilişkilerin başlangıç düzeyi olan selamı kabul etmemekle, ya da 'eğer bidatçı ise benden ona selam götürme' diyerek ortaya koymuştur.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
271769, İM004061-2
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ وَمُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى قَالاَ حَدَّثَنَا أَبُو عَاصِمٍ حَدَّثَنَا حَيْوَةُ بْنُ شُرَيْحٍ حَدَّثَنَا أَبُو صَخْرٍ عَنْ نَافِعٍ أَنَّ رَجُلاً أَتَى ابْنَ عُمَرَ فَقَالَ إِنَّ فُلاَنًا يُقْرِئُكَ السَّلاَمَ قَالَ إِنَّهُ بَلَغَنِى أَنَّهُ قَدْ أَحْدَثَ فَإِنْ كَانَ قَدْ أَحْدَثَ فَلاَ تُقْرِئْهُ مِنِّى السَّلاَمَ فَإِنِّى سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ « يَكُونُ فِى أُمَّتِى - أَوْ فِى هَذِهِ الأُمَّةِ - مَسْخٌ وَخَسْفٌ وَقَذْفٌ » . وَذَلِكَ فِى أَهْلِ الْقَدَرِ .
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Beşşar ile Muhammed b. Müsenna, onlara Ebû Âsım, ona Hayve b. Şurayh, ona Ebu Sahr, ona ise Nafi, adamın birisinin İbn Ömer’in yanına gelerek bir kimsenin selamını ilettiğini rivayet etti. İbn Ömer ise kendisine selam gönderen kimsenin dinde olmayan bir takım şeyler uydurduğunun kendisine iletildiğini belirterek şunları söylemiştir. “Eğer bidatçı ise benden ona selam götürme. Zira ben Hz. Peygamber’in şöyle dediğini işittim: “ Ümmetimde bir takım insanlar mesh (yüzünün hayvan suretine çevrilmesi), yere batırılma ve gökten üzerilerine taş yağmaları gibi bazı cezalara çarptırılacaktır.” İbn Ömer, Hz. Peygamber’in bu uyarısının kaderi inkar edenler hakkında olduğunu söylemiştir.
Açıklama:
İbn Ömer, dinde olmayan bir takım şeylerin dine sokulması anlamına gelen bidatlerden ve bidat ehlinden uzak durulması gerektiğini anlatmaktadır. Kendi tepkisini, insani ilişkilerin başlangıç düzeyi olan selamı kabul etmemekle, ya da 'eğer bidatçı ise benden ona selam götürme' diyerek ortaya koymuştur.
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Mâce, Sünen-i İbn Mâce, Fiten 29, /656
Senetler:
1. İbn Ömer Abdullah b. Ömer el-Adevî (Abdullah b. Ömer b. Hattab)
2. Nafi' Mevlâ İbn Ömer (Ebu Abdullah Nafi')
3. Ebu Sahr Humeyd b. Ebu Muharik el-Medenî (Humeyd b. Ziyad)
4. Ebu Zür'a Hayve b. Şurayh et-Tücîbî (Hayve b. Şurayh b. Safvan b. Malik)
5. Ebu Âsım Dahhâk b. Mahled en-Nebîl (Dahhâk b. Mahled)
6. Muhammed b. Müsenna el-Anezî (Muhammed b. Müsenna b. Ubeyd b. Kays b. Dinar)
Konular:
İman, Kader, inkar edenlerin başına gelecekler
KTB, İMAN
KTB, KADER
KTB, SELAM
Selam, bidat ehlinin selamını kabul etmemek
Selam, selam göndermek
Selam, Selam vermeme/almama, tepki için
Bize Ebu Âsım, ona Hayve b. Şüreyh, ona Ebu Sahr, ona Nafi, ona İbn Ömer şöyle nakletti: Yanına bir adam gelip “Falancanın sana selamı var” dedi. Bunun üzerine İbn Ömer: “Bana onun bidat çıkardığı haberi geldi. Eğer bu haber doğruysa ona selam söyleme” diye cevap verdi.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
37676, DM000407
Hadis:
أَخْبَرَنَا أَبُو عَاصِمٍ أَخْبَرَنَا حَيْوَةُ بْنُ شُرَيْحٍ حَدَّثَنِى أَبُو صَخْرٍ عَنْ نَافِعٍ عَنِ ابْنِ عُمَرَ : جَاءَهُ رَجُلٌ فَقَالَ إِنَّ فُلاَناً يَقْرَأُ عَلَيْكَ السَّلاَمَ. قَالَ : بَلَغَنِى أَنَّهُ قَدْ أَحْدَثَ ، فَإِنْ كَانَ قَدْ أَحْدَثَ فَلاَ تَقْرَأْ عَلَيْهِ السَّلاَمَ.
Tercemesi:
Bize Ebu Âsım, ona Hayve b. Şüreyh, ona Ebu Sahr, ona Nafi, ona İbn Ömer şöyle nakletti: Yanına bir adam gelip “Falancanın sana selamı var” dedi. Bunun üzerine İbn Ömer: “Bana onun bidat çıkardığı haberi geldi. Eğer bu haber doğruysa ona selam söyleme” diye cevap verdi.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Dârimî, Sünen-i Dârimî, Mukaddime 35, 1/388
Senetler:
1. İbn Ömer Abdullah b. Ömer el-Adevî (Abdullah b. Ömer b. Hattab)
2. Nafi' Mevlâ İbn Ömer (Ebu Abdullah Nafi')
3. Ebu Sahr Humeyd b. Ebu Muharik el-Medenî (Humeyd b. Ziyad)
4. Ebu Zür'a Hayve b. Şurayh et-Tücîbî (Hayve b. Şurayh b. Safvan b. Malik)
5. Ebu Âsım Dahhâk b. Mahled en-Nebîl (Dahhâk b. Mahled)
Konular:
KTB, SELAM
Selam, selam göndermek
Selam, Selam vermeme/almama, tepki için
Açıklama: İnkitadan dolayı zayıftır. Darekutnî'nin zikrettiği üzere, Yahyâ b. Ya'mer, Ammâr b. Yasir ile buluşmamıştır. Aralarında biri vardır (Bkz. 18890. rivayet).
Öneri Formu
Hadis Id, No:
66701, HM019092
Hadis:
حَدَّثَنَا بَهْزُ بْنُ أَسَدٍ حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ سَلَمَةَ أَخْبَرَنَا عَطَاءٌ الْخُرَاسَانِيُّ عَنْ يَحْيَى بْنِ يَعْمَرَ أَنَّ عَمَّارًا قَالَ
قَدِمْتُ عَلَى أَهْلِي لَيْلًا وَقَدْ تَشَقَّقَتْ يَدَايَ فَضَمَّخُونِي بِالزَّعْفَرَانِ فَغَدَوْتُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَلَمْ يَرُدَّ عَلَيَّ وَلَمْ يُرَحِّبْ بِي فَقَالَ اغْسِلْ هَذَا قَالَ فَذَهَبْتُ فَغَسَلْتُهُ ثُمَّ جِئْتُ وَقَدْ بَقِيَ عَلَيَّ مِنْهُ شَيْءٌ فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَلَمْ يَرُدَّ عَلَيَّ وَلَمْ يُرَحِّبْ بِي وَقَالَ اغْسِلْ هَذَا عَنْكَ فَذَهَبْتُ فَغَسَلْتُهُ ثُمَّ جِئْتُ فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَرَدَّ عَلَيَّ وَرَحَّبَ بِي وَقَالَ إِنَّ الْمَلَائِكَةَ لَا تَحْضُرُ جَنَازَةَ الْكَافِرِ وَلَا الْمُتَضَمِّخَ بِزَعْفَرَانٍ وَلَا الْجُنُبَ وَرَخَّصَ لِلْجُنُبِ إِذَا نَامَ أَوْ أَكَلَ أَوْ شَرِبَ أَنْ يَتَوَضَّأَ
Tercemesi:
Açıklama:
İnkitadan dolayı zayıftır. Darekutnî'nin zikrettiği üzere, Yahyâ b. Ya'mer, Ammâr b. Yasir ile buluşmamıştır. Aralarında biri vardır (Bkz. 18890. rivayet).
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ahmed b. Hanbel, Müsned-i Ahmed, Ammar b. Yasir 19092, 6/406
Senetler:
1. Ebu Yakzân Ammar b. Yasir el-Ansî (Ammar b. Yasir b. Amir b. Malik b. Kinane)
2. Yahya b. Ya'mer el-Kaysî (Yahya b. Ya'mer)
3. Ata b. Ebu Müslim el-Horasanî (Ata b. Abdullah)
4. Ebu Seleme Hammad b. Seleme el-Basrî (Hammad b. Seleme b. Dînar)
5. Ebu Esved Behz b. Esed el-Ammî (Behz b. Esed)
Konular:
İman, Melekler, Melek-insan ilişkisi
KTB, ABDEST
KTB, SELAM
Melekler, Meleklerin hoşlanmadığı şeyler: Safran, kafirin cenazesi, cünüp vb.
Selam, Selam vermeme/almama, tepki için
Süslenme, sarı renk elbise, saçı sakalı sarıya boyamak
حدثنا إسماعيل قال حدثني سليمان عن بن عجلان عن عمرو بن شعيب بن محمد بن عبد الله بن عمرو بن العاص بن وائل السهمي عن أبيه عن جده : أن رجلا أتى النبي صلى الله عليه وسلم وفي يده خاتم من ذهب فأعرض النبي صلى الله عليه وسلم عنه فلما رأى الرجل كراهيته ذهب فألقى الخاتم وأخذ خاتما من حديد فلبسه وأتى النبي صلى الله عليه وسلم قال هذا شر هذا حلية أهل النار فرجع فطرحه ولبس خاتما من ورق فسكت عنه النبي صلى الله عليه وسلم
Öneri Formu
Hadis Id, No:
165724, EM001021
Hadis:
حدثنا إسماعيل قال حدثني سليمان عن بن عجلان عن عمرو بن شعيب بن محمد بن عبد الله بن عمرو بن العاص بن وائل السهمي عن أبيه عن جده : أن رجلا أتى النبي صلى الله عليه وسلم وفي يده خاتم من ذهب فأعرض النبي صلى الله عليه وسلم عنه فلما رأى الرجل كراهيته ذهب فألقى الخاتم وأخذ خاتما من حديد فلبسه وأتى النبي صلى الله عليه وسلم قال هذا شر هذا حلية أهل النار فرجع فطرحه ولبس خاتما من ورق فسكت عنه النبي صلى الله عليه وسلم
Tercemesi:
Bize İsmail ona Süleyman ona İbn Aclan ona Amr b. Şuayb b. Muhammed b. Abdullah b. Amr b. As b. Vail es-Sehmi ona babası ona dedesi şunu bildirmiştir: Bir adam Nebi'ye (s.a.v) elinde altın bir yüzükle geldi. Nebi (s.a.v) ondan yüz çevirdi. Adam Peygamber'in (s.a.v) hoşlanmadığını görünce gitti ve o yüzüğü atarak demirden yeni bir yüzük alıp taktı. Nebi'nin (s.a.v) yanına geldi. O da:"Bu şerdir. Bu cehennem ehlinin süsüdür." diye buyurdu. Adam döndü onu atıp gümüşten bir yüzük taktı. Bu yaptığı karşısında hz. Peygamber (s.a.v) sükut etti.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 1021, /797
Senetler:
1. Ebu Muhammed Abdullah b. Amr es-Sehmî (Abdullah b. Amr b. Âs b. Vail b. Haşim)
2. Şuayb b. Muhammed es-Sehmi (Şuayb b. Muhammed b. Abdullah b. Amr b. As)
3. Ebu İbrahim Amr b. Şuayb el-Kuraşi (Amr b. Şuayb b. Muhammed b. Abdullah b. Amr b. As)
4. Ebu Abdullah Muhammed b. Aclân el-Kuraşî (Muhammed b. Aclân)
5. Ebu Muhammed Süleyman b. Bilal el-Kuraşi (Süleyman b. Bilal)
6. Ebu Abdullah İsmail b. Ebu Üveys el-Esbahî (İsmail b. Abdullah b. Abdullah b. Üveys b. Malik)
Konular:
Adab, Selam, selamlaşma adabı
Hz. Peygamber, hataları düzeltmesi
Hz. Peygamber, insanî ilişkileri
KTB, ADAB
KTB, LİBAS, GİYİM-KUŞAM
KTB, SELAM
Selam, karşılık verilmeyecek durumlar
Selam, Selam vermeme/almama, tepki için
Bize Yakub b. İbrahim, ona Zührî’nin erkek kardeşinin oğlu Muhammed b. Abdullah, ona amcası Muhammed b. Müslim ez-Zührî, ona Abdurrahman b. Abdullah b. Ka‘b b. Malik naklettiğine göre babası Abdullah, babası Ka‘b gözlerini yitirince oğulları arasında onun bakımını üstlenmişti. Şöyle dedi: Ka‘b b. Mâlik, Tebük Gazvesi sırasında Hz. Peygamber’in yanında savaşa katılamayışını şöyle anlattı:
Tebük Gazvesi dışında, Bedir savaşı hariç Rasulullah’ın (sav) katıldığı savaşların hepsine katılmıştım. Hz. Peygamber (sav) Bedir’e katılmayanları ayıplamamıştı. Hz. Peygamber (sav) Bedir’e sadece Kureyş kervanını yakalamak için gitmiş Allah onunla düşmanlarını aniden karşı karşıya getirmişti. Rasulullah (sav) ile birlikte Akabe’de biatte bulunmuştum. Her ne kadar Bedir insanlar arasında daha çok konuşulsa ve meşhur olsa da Akabe’de bulunmak bana Bedir’e şahit olmaktan daha güzel gelmişti. Tebük Gazvesi sırasında Hz. Peygamber’in (sav) yanında bulunamayışım şöyle gerçekleşmişti: Bu savaşa çıkıldığı andaki kadar güç ve zenginlik sahibi hiç olmamıştım. Hayatımda iki devem olmamış iken bu sefere çıkılacağı zaman iki tane devem vardı.
Rasulullah (sav) bir savaşa çıkmayı murat ettiğinde başka bir yere gider gibi yapıp gittiği yeri gizlerdi. Bu savaşta ise çarpışma şiddetli sıcakta vuku bulacağından ve uzak, çetin bir yolculuk ve kalabalık bir düşman ile karşılaşma ihtimaliden dolayı sefer hazırlıklarını sağlamaları için Müslümanlara durumu açıkça bildirdi ve nereye gideceğini söyledi. Rasulullah (sav) ile birlikte sefere çıkan Müslümanların sayısı divan katibinin defterine sığmayacak kadar çoktu. Ka‘b şöyle dedi: Kalabalık sebebiyle ortalıktan kaybolmak isteyen bir kişi, vahiy gelmedikçe açığa çıkmayacağını sanırdı. Hz. Peygamber (sav) bu sefere meyvelerin olgunlaştığı bir mevsimde çıkıyordu. Bende bu sefere katılma konusunda hevesliydim. Rasulullah (sav) ve Müslümanlar yol hazırlığına başladılar. Ben de onlarla birlikte hazırlanmak için erkenden gidiyor ama bir şey yapmadan geri geliyordum. Kendi kendime “(Daha vakit var) istediğimde hemen hazırlanırım” diyordum. Ben böyle deyip dururken insanlar ciddi bir şekilde hazırlıkla uğraşıyorlardı
Hz. Peygamber (sav) bir sabah erkenden Müslümanlarla birlikte yola çıktı. Ben ise daha hiçbir hazırlık yapmamıştım. “Bir iki gün sonra çıksam bile onlara yetişirim” diyordum. Onlar yola çıktıktan sonra hazırlanmak için çarşıya gittiysem de bir şey yapmadan geri döndüm. Ertesi gün de aynısı oldu. Ben böyle yapıp dururken gaziler hızla yol aldılar. Onlara yetişmek için hemen yola çıkmak istedim, keşke yapabilseydim, ama yapamadım.
Rasulullah’ın (sav) sefere çıkışından sonra insanların içine çıktığımda sadece nifaka itham edilenleri, savaşa katılamayacak kadar mazur olanları görünce çok üzülüyordum. Rasulullah (sav) Tebük’e varana kadar beni hiç anmamış. Oraya varınca bir mecliste insanlar arasında otururken “Ka‘b b. Malik ne yaptı, nerede?” diye sormuş. Selemeoğulllarından bir adam “Onu süslü elbiseleri ve kibirle omuzlarına bakması alıkoydu” demiş. Muaz b. Cebel “Ne kötü söz söyledin! Allah’a yemin olsun ki, biz Ka’b hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz” diye cevap vermiş. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) de hiçbir şey dememiş.
Ka’b şöyle devam etti: Rasulullah’ın (sav) Tebük’ten geri dönmek üzere yola çıktığını duyunca çok telaşlandım. Bir şeyler uydurmayı düşündüm. “Yarın Peygamber’in öfkesinden nasıl kurtulacağım?” diye düşünüp, ailemden ve akıllı insanların düşüncelerinden yararlanmalıyım” dedim. “Rasulullah (sav) Medine’ye varmak üzere” denildiği zaman bütün bu batıl düşünceler zihnimden dağıldı. Bu durumdan kurtuluş olmadığını anladım ve doğru söylemeye karar verdim. Rasulullah (sav) sabah vakti Medine’ye geldi. Ne zaman bir seferden dönse, önce mescide gider orada iki rekat namaz kılar, sonra insanları dinlerdi. Yine böyle yapınca sefere katılamayanlar onun huzuruna geldiler ve özürlerini sunmaya, yeminler etmeye başladılar. Seksen küsür kişiydiler. Rasulullah onların söylediklerini kabul etti ve onlar için istiğfar etti. İçlerinde sakladıklarını ise Allah’a havale etti. Sonunda sıra bana geldi. Ona selam verdiğimde kızgın bir edayla bana gülümsedi ve “Gel bakalım” dedi. Yürüyerek yanına kadar gelip önünde oturdum. “Neden sefere gelmedin? Sen bize biat etmemiş miydin?” diye sordu. Şöyle dedim: “Ey Allah’ın resulü! Senin değil de başka bir adamın yanında oturuyor olsaydım onun bu öfkesinden özrümle kurtulabilirdim. Dilimle ikna etmesini bilirim. Ama şunu kesinlikle biliyorum ki bu gün yalan söyleyerek benden razı olmanı sağlasam bile Allah seni bana karşı öfkelendirecektir. Eğer sana doğruyu söylersem, benim aleyhime bile olsa Allah’ın beni af edeceğini umarım. Yemin olsun ki benim bir mazeretim yoktu. Bu savaştaki kadar da hayatımda hiç güç ve zenginliğe sahip olmamıştım.” Bunun üzerine Rasulullah (sav) “Bu ise doğru söyledi. Şimdi kalk ve Allah’ın senin hakkındaki hükmünü bekle” buyurdu. Oradan kalktım. Seleme oğullarından birileri kalkıp beni takip ettiler ve bana “Bundan önce böyle bir günah işlediğini görmemiştik. Rasulullah’a diğer insanlar gibi bir özür bile sunmadın. Onun istiğfarı enin için yeterdi” dediler. O kadar üzerime geldiler ki, gidip kendimi yalanlamak istedim sonra onlara “Bu konuda benimle aynı halde olan kimse var mı?” diye sordum. “İki kişi var, senin söylediğini söylediler ve senin aldığın cevabı aldılar.” diye cevap verdiler. “Kim o ikisi?” diye sordum. “Mürare b. Rabî el-‘Âmirî ve Hilal b. Ümeyye el-Vâkıfî” dediler. İkisi de Bedir Savaşı’na katılmış salih ve örnek insanlardı. Onların adını söylediklerinde ben de geri dönmekten vazgeçtim ve söylediğimin arkasında durdum.
Rasulullah (sav) savaşa katılmayanlar arasından sadece bizimle konuşmaktan insanları men etti. İnsanlar bizden uzaklaştı. Bu şekilde elli gün geçirdik. İki arkadaşım evlerine çekilip ağlıyorlardı. Ben onlar arasında en genç ve sağlam olanıydım. Evimden çıkıp Müslümanlarla beraber namaz kılıyordum, çarşıda dolaşıyordum ama benimle kimse konuşmuyordu. Namazdan sonra Rasulullah’ın (sav) meclisine gidip selam veriyor ve “acaba selamı almak için dudaklarını kıpırdattı mı kıpırdatmadı mı?” diye soruyordum. Sonra ona yakın yerde namaz kılıp gizlice ona bakıyordum. Namaza başladığımda bana baktı ama ona dönünce yüzünü benden çevirdi.
Bana karşı uygulanan bu cefa uzayarak devam ediyordu. Ben de amcamın oğlu ve çok sevdiğim biri olan Ebu Katâde’nin çevirmesine gittim. Ona selam verdim ama selamımı almadı. “Ebu Katâde! Allah için söyle, benim Allah’ı ve resulünü sevdiğimi bilmiyor musun?”. Sustu, bir şey demedi. Tekrar sordum, yine sustu. Elinden çekiştirdim. “Allah ve Resulü en iyi bilendir” buyurdu. Gözlerimden yaşlar boşandı, geriye dönüp duvardan atlayıp oradan ayrıldım.
Medine’de çarşıda gezdiğim bir sırada, Medine’ye yiyecek bir şeyler satmaya gelmiş Şam nabatilerinden bir adam “Bana Ka’b b. Mâlik’i kim gösterecek” diye sesleniyordu. İnsanlar beni göstermeye başladılar. O da bana gelip Gassânî kralından getirdiği bir mektubu verdi. Ben okuma yazma biliyordum. Mektupta şunları gördüm: “Konumuza gelince: Dostunun sana cefa ettiğini işittik. Allah seni horlanacağın ve yok olup gideceğin bir yerde yaratmamıştır. Bize gel, sana en güzel şekilde muamele ederiz”. Mektubu okuyunca “Bu da başka bir imtihan” dedim ve hemen onu yanan ocağa attım. Böyle elli gecenin kırkı geçmiş oldu. O gece Hz. Peygamber’in (sav) elçisi geldi ve “Rasulullah (sav) eşinden ayrılmanı emrediyor” dedi. Ben “Onu boşayayım mı, ne yapayım?” diye sordum. “Sadece ondan uzak dur, ona yaklaşma” dedi. İki arkadaşıma da aynı haberi göndermiş. Hanımıma “Allah bu konuda hükmünü verene kadar babanın evine git” dedim. Hilal b. Ümeyye’nin karısı Hz. Peygamber’in yanına gelip “Ey Allah’ın resulü! Hilal yaşlı, çaresiz bir adam. İşlerini görecek bir hizmetçisi de yok. Ona hizmet etmemi kötü görür müsün?” diye sordu. Hz. Peygamber “Hayır, ama sana yaklaşmasın” buyurdu. “Hiçbir şey yapmıyor, o günden beri sürekli ağlayıp duruyor” dedi. Ailemden biri “Eşin konusunda Rasulullah’tan sen de izin istesen, Hilal b. Ümeyye’nin karısına hizmet etmesi için izin verdi” dedi. “Allah’a yemin olsun ki, bu konuda Hz. Peygamber’den izin istemem. Ben genç bir adamım. Bana Hz. Peygamber (sav) ne der bilemiyorum” dedim. Bu halde on gün daha kalıp elli geceyi tamamladık. Ellinci gecenin sabahında sabah namazını evlerimizin birinin damında kıldım. Yüce Allah’ın zikrettiği şekilde canım dar, yeryüzü bana dar gelir bir halde oturuyordum. Sel’ dağının üzerinden bir kişinin en yükse sesiyle bağırdığını duydum: “Ka’b b. Malik! Müjdeler olsun”. Hemen secdeye kapandım. Sıkıntım giderilmişti. Rasulullah sabah namazını kıldırırken Allah’ın bizim tövbemizi kabul ettiğini bildirmişti. İnsanlar bizi müjdelemeye eldiler. İki arkadaşıma da müjdelemeye gitmişlerdi. Bir adam bana atını koşturarak gelmiş, başka birisi tepeye çıkıp bağırmıştı. Ses attan daha hızlıydı. Sesini duyduğum müjdeci yanıma gelince iki elbisemi de çıkarıp ona verdim. Vallahi o zaman o ikisinden başka elbisem yoktu. Başkasından iki elbise ödünç aldım ve onları giyip hemen rasulullah’ın yanına koştum. İnsanlar gruplar halinde yanıma geliyor ve benim tövbemin kabul olmasını tebrik ediyorlardı. “Allah’ın tövbeni kabulü mübarek olsun” diyorlardı. Ben mescide girdim. Hz. Peygamber (sav) insanların arasında oturuyordu. Talha b. Ubeydullah bana doğru koşup benimle tokalaştı ve beni tebrik etti. Muhacirlerden başka kimse kalkmamıştı. Ka’b, Talha’nın bu davranışını unutmamıştır. Rasulullah’a selam verdiği zaman yüzü sevinçle parlayarak “Annenin seni doğurduğu günden beri yaşadığın en güzel gün için sana müjdeler olsun” buyurdu. “Sizin tarafınızdan mı yoksa Allah tarafından mı?” diye sordum. “Allah tarafından” buyurdu. Hz. Peygamber (sav) sevindiği zaman yüzü ay parçası gibi parlardı ve sevindiği anlaşılırdı.
Hz. Peygamber’in (sav) önüne oturunca “Ey Allah’ın resulü! Tövbemde bütün malımı Allah ve resulüne vermekte vardı” dedim. Hz. Peygamber “Malının bir kısmını kendine sakla bu senin için daha iyidir” buyurdu. “Öyleyse Hayber’deki payımı bırakıyorum” dedim. “Ey Allah’ın resulü! Allah beni doğru sözlü olduğum için kurtardı. Tövbemde asla yalan söylemeyeceğim de var” dedim. Allah’a yemin olsun ki Allah’ın doğrulukla bu şekilde imtihan ettiği başka bir Müslüman bilmiyorum. O günden beri asla bilerek yalan söylemedim. Allah’ın kalan ömrümde de beni yalandan korumasını dilerim. “Andolsun ki Allah, müslümanlardan bir gurubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamberi ve güçlük zamanında ona uyan muhacirlerle ensarı affetti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir.” (Tevbe, 9/117) Ka‘b şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki, Allah o gün Rasulullah’a (sav) doğru söylememden daha büyük bir nimet bahşetmedi. Eğer ona diğer insanlar gibi yalan söyleseydim onlar gibi helak olurdum. Allah o yalancılar hakkında bir kişi için söylenecek en kötü sözü söylemiş ve şöyle buyurmuştur: “Onların yanına döndüğünüz zaman size, kendilerinden (onları cezalandırmaktan) vazgeçmeniz için Allah adına and içecekler. Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır. Kazanmakta olduklarına (kötü işlerine) karşılık ceza olarak varacakları yer cehennemdir.” (Tevbe 9/95). Biz üçümüz Rasullah’ın sözlerini kabul ettiği ve kendileri için istiğfar ettiği kimseler varken bu işten geri bırakılmıştık. Rasulullah da bizim durumumuzu hakkımızda hüküm vermesi için Allah’a havale etmişti. Yüce Allah şöyle buyurdu: “Ve geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti).” (Tevbe, 9/118). Burada geri bırakılmakla kastedilen savaşa katılmaktan kaçınmamız değil, Hz. Peygamber’in huzuruna gidip yemin ederek özür dileyen ve bu özürleri kabul edilenlerden geri kalmamızdır.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
64431, HM015882
Hadis:
حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ حَدَّثَنَا ابْنُ أَخِي الزُّهْرِيِّ مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ عَمِّهِ مُحَمَّدِ بْنِ مُسْلِمٍ الزُّهْرِيِّ قَالَ أَخْبَرَنِي عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ وَكَانَ قَائِدَ كَعْبٍ مِنْ بَنِيهِ حِينَ عَمِيَ قَالَ
سَمِعْتُ كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ يُحَدِّثُ حَدِيثَهُ حِينَ تَخَلَّفَ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي غَزْوَةِ تَبُوكَ فَقَالَ كَعْبُ بْنُ مَالِكٍ لَمْ أَتَخَلَّفْ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي غَزْوَةٍ غَيْرِهَا قَطُّ إِلَّا فِي غَزْوَةِ تَبُوكَ غَيْرَ أَنِّي كُنْتُ تَخَلَّفْتُ فِي غَزْوَةِ بَدْرٍ وَلَمْ يُعَاتِبْ أَحَدًا تَخَلَّفَ عَنْهَا إِنَّمَا خَرَجَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُرِيدُ عِيرَ قُرَيْشٍ حَتَّى جَمَعَ اللَّهُ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ عَدُوِّهِمْ عَلَى غَيْرِ مِيعَادٍ وَلَقَدْ شَهِدْتُ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَيْلَةَ الْعَقَبَةِ حِينَ تَوَافَقْنَا عَلَى الْإِسْلَامِ مَا أُحِبُّ أَنَّ لِي بِهَا مَشْهَدَ بَدْرٍ وَإِنْ كَانَتْ بَدْرٌ أَذْكَرَ فِي النَّاسِ مِنْهَا وَأَشْهَرَ وَكَانَ مِنْ خَبَرِي حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي غَزْوَةِ تَبُوكَ لِأَنِّي لَمْ أَكُنْ قَطُّ أَقْوَى وَلَا أَيْسَرَ مِنِّي حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْهُ فِي تِلْكَ الْغَزَاةِ وَاللَّهِ مَا جَمَعْتُ قَبْلَهَا رَاحِلَتَيْنِ قَطُّ حَتَّى جَمَعْتُهَا فِي تِلْكَ الْغَزَاةِ وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَلَّمَا يُرِيدُ غَزَاةً يَغْزُوهَا إِلَّا وَرَّى بِغَيْرِهَا حَتَّى كَانَتْ تِلْكَ الْغَزَاةُ فَغَزَاهَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي حَرٍّ شَدِيدٍ وَاسْتَقْبَلَ سَفَرًا بَعِيدًا وَمَفَازًا وَاسْتَقْبَلَ عَدُوًّا كَثِيرًا فَجَلَا لِلْمُسْلِمِينَ أَمْرَهُ لِيَتَأَهَّبُوا أُهْبَةَ عَدُوِّهِمْ فَأَخْبَرَهُمْ بِوَجْهِهِ الَّذِي يُرِيدُ وَالْمُسْلِمُونَ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَثِيرٌ لَا يَجْمَعُهُمْ كِتَابُ حَافِظٍ يُرِيدُ الدِّيوَانَ فَقَالَ كَعْبٌ فَقَلَّ رَجُلٌ يُرِيدُ يَتَغَيَّبُ إِلَّا ظَنَّ أَنَّ ذَلِكَ سَيُخْفَى لَهُ مَا لَمْ يَنْزِلْ فِيهِ وَحْيٌ مِنْ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ وَغَزَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ تِلْكَ الْغَزْوَةَ حِينَ طَابَتْ الثِّمَارُ وَالظِّلُّ وَأَنَا إِلَيْهَا أَصْعَرُ فَتَجَهَّزَ إِلَيْهَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَالْمُؤْمِنُونَ مَعَهُ وَطَفِقْتُ أَغْدُو لِكَيْ أَتَجَهَّزَ مَعَهُ فَأَرْجِعَ وَلَمْ أَقْضِ شَيْئًا فَأَقُولُ فِي نَفْسِي أَنَا قَادِرٌ عَلَى ذَلِكَ إِذَا أَرَدْتُ فَلَمْ يَزَلْ كَذَلِكَ يَتَمَادَى بِي حَتَّى شَمَّرَ بِالنَّاسِ الْجِدُّ فَأَصْبَحَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ غَادِيًا وَالْمُسْلِمُونَ مَعَهُ وَلَمْ أَقْضِ مِنْ جَهَازِي شَيْئًا فَقُلْتُ الْجَهَازُ بَعْدَ يَوْمٍ أَوْ يَوْمَيْنِ ثُمَّ أَلْحَقُهُمْ فَغَدَوْتُ بَعْدَ مَا فَصَلُوا لِأَتَجَهَّزَ فَرَجَعْتُ وَلَمْ أَقْضِ شَيْئًا مِنْ جَهَازِي ثُمَّ غَدَوْتُ فَرَجَعْتُ وَلَمْ أَقْضِ شَيْئًا فَلَمْ يَزَلْ ذَلِكَ يَتَمَادَى بِي حَتَّى أَسْرَعُوا وَتَفَارَطَ الْغَزْوُ فَهَمَمْتُ أَنْ أَرْتَحِلَ فَأُدْرِكَهُمْ وَلَيْتَ أَنِّي فَعَلْتُ ثُمَّ لَمْ يُقَدَّرْ ذَلِكَ لِي فَطَفِقْتُ إِذَا خَرَجْتُ فِي النَّاسِ بَعْدَ خُرُوجِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَطُفْتُ فِيهِمْ يَحْزُنُنِي أَنْ لَا أَرَى إِلَّا رَجُلًا مَغْمُوصًا عَلَيْهِ فِي النِّفَاقِ أَوْ رَجُلًا مِمَّنْ عَذَرَهُ اللَّهُ وَلَمْ يَذْكُرْنِي رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حَتَّى بَلَغَ تَبُوكَ فَقَالَ وَهُوَ جَالِسٌ فِي الْقَوْمِ بِتَبُوكَ مَا فَعَلَ كَعْبُ بْنُ مَالِكٍ قَالَ رَجُلٌ مِنْ بَنِي سَلِمَةَ حَبَسَهُ يَا رَسُولَ اللَّهِ بُرْدَاهُ وَالنَّظَرُ فِي عِطْفَيْهِ فَقَالَ لَهُ مُعَاذُ بْنُ جَبَلٍ بِئْسَمَا قُلْتَ وَاللَّهِ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَا عَلِمْنَا عَلَيْهِ إِلَّا خَيْرًا فَسَكَتَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ كَعْبُ بْنُ مَالِكٍ فَلَمَّا بَلَغَنِي أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَدْ تَوَجَّهَ قَافِلًا مِنْ تَبُوكَ حَضَرَنِي بَثِّي فَطَفِقْتُ أَتَفَكَّرُ الْكَذِبَ وَأَقُولُ بِمَاذَا أَخْرُجُ مِنْ سَخَطِهِ غَدًا أَسْتَعِينُ عَلَى ذَلِكَ كُلَّ ذِي رَأْيٍ مِنْ أَهْلِي فَلَمَّا قِيلَ إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَدْ أَظَلَّ قَادِمًا زَاحَ عَنِّي الْبَاطِلُ وَعَرَفْتُ أَنِّي لَنْ أَنْجُوَ مِنْهُ بِشَيْءٍ أَبَدًا فَأَجْمَعْتُ صِدْقَهُ وَصَبَّحَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَكَانَ إِذَا قَدِمَ مِنْ سَفَرٍ بَدَأَ بِالْمَسْجِدِ فَرَكَعَ فِيهِ رَكْعَتَيْنِ ثُمَّ جَلَسَ لِلنَّاسِ فَلَمَّا فَعَلَ ذَلِكَ جَاءَهُ الْمُتَخَلِّفُونَ فَطَفِقُوا يَعْتَذِرُونَ إِلَيْهِ وَيَحْلِفُونَ لَهُ وَكَانُوا بِضْعَةً وَثَمَانِينَ رَجُلًا فَقَبِلَ مِنْهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَانِيَتَهُمْ وَيَسْتَغْفِرُ لَهُمْ وَيَكِلُ سَرَائِرَهُمْ إِلَى اللَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى حَتَّى جِئْتُ فَلَمَّا سَلَّمْتُ عَلَيْهِ تَبَسَّمَ تَبَسُّمَ الْمُغْضَبِ ثُمَّ قَالَ لِي تَعَالَ فَجِئْتُ أَمْشِي حَتَّى جَلَسْتُ بَيْنَ يَدَيْهِ فَقَالَ لِي مَا خَلَّفَكَ أَلَمْ تَكُنْ قَدْ اسْتَمَرَّ ظَهْرُكَ قَالَ فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنِّي لَوْ جَلَسْتُ عِنْدَ غَيْرِكَ مِنْ أَهْلِ الدُّنْيَا لَرَأَيْتُ أَنِّي أَخْرُجُ مِنْ سَخْطَتِهِ بِعُذْرٍ لَقَدْ أُعْطِيتُ جَدَلًا وَلَكِنَّهُ وَاللَّهِ لَقَدْ عَلِمْتُ لَئِنْ حَدَّثْتُكَ الْيَوْمَ حَدِيثَ كَذِبٍ تَرْضَى عَنِّي بِهِ لَيُوشِكَنَّ اللَّهُ تَعَالَى يُسْخِطُكَ عَلَيَّ وَلَئِنْ حَدَّثْتُكَ الْيَوْمَ بِصِدْقٍ تَجِدُ عَلَيَّ فِيهِ إِنِّي لَأَرْجُو قُرَّةَ عَيْنِي عَفْوًا مِنْ اللَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى وَاللَّهِ مَا كَانَ لِي عُذْرٌ وَاللَّهِ مَا كُنْتُ قَطُّ أَفْرَغَ وَلَا أَيْسَرَ مِنِّي حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْكَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَمَّا هَذَا فَقَدْ صَدَقَ فَقُمْ حَتَّى يَقْضِيَ اللَّهُ تَعَالَى فِيكَ فَقُمْتُ وَبَادَرَتْ رِجَالٌ مِنْ بَنِي سَلِمَةَ فَاتَّبَعُونِي فَقَالُوا لِي وَاللَّهِ مَا عَلِمْنَاكَ كُنْتَ أَذْنَبْتَ ذَنْبًا قَبْلَ هَذَا وَلَقَدْ عَجَزْتَ أَنْ لَا تَكُونَ اعْتَذَرْتَ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِمَا اعْتَذَرَ بِهِ الْمُتَخَلِّفُونَ لَقَدْ كَانَ كَافِيَكَ مِنْ ذَنْبِكَ اسْتِغْفَارُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَكَ قَالَ فَوَاللَّهِ مَا زَالُوا يُؤَنِّبُونِي حَتَّى أَرَدْتُ أَنْ أَرْجِعَ فَأُكَذِّبَ نَفْسِي قَالَ ثُمَّ قُلْتُ لَهُمْ هَلْ لَقِيَ هَذَا مَعِي أَحَدٌ قَالُوا نَعَمْ لَقِيَهُ مَعَكَ رَجُلَانِ قَالَا مَا قُلْتَ فَقِيلَ لَهُمَا مِثْلُ مَا قِيلَ لَكَ قَالَ فَقُلْتُ لَهُمْ مَنْ هُمَا قَالُوا مُرَارَةُ بْنُ الرَّبِيعِ الْعَامِرِيُّ وَهِلَالُ بْنُ أُمَيَّةَ الْوَاقِفِيُّ قَالَ فَذَكَرُوا لِي رَجُلَيْنِ صَالِحَيْنِ قَدْ شَهِدَا بَدْرًا لِي فِيهِمَا أُسْوَةٌ قَالَ فَمَضَيْتُ حِينَ ذَكَرُوهُمَا لِي قَالَ وَنَهَى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمُسْلِمِينَ عَنْ كَلَامِنَا أَيُّهَا الثَّلَاثَةُ مِنْ بَيْنِ مَنْ تَخَلَّفَ عَنْهُ فَاجْتَنَبَنَا النَّاسُ قَالَ وَتَغَيَّرُوا لَنَا حَتَّى تَنَكَّرَتْ لِي مِنْ نَفْسِي الْأَرْضُ فَمَا هِيَ بِالْأَرْضِ الَّتِي كُنْتُ أَعْرِفُ فَلَبِثْنَا عَلَى ذَلِكَ خَمْسِينَ لَيْلَةً فَأَمَّا صَاحِبَايَ فَاسْتَكَانَا وَقَعَدَا فِي بُيُوتِهِمَا يَبْكِيَانِ وَأَمَّا أَنَا فَكُنْتُ أَشَبَّ الْقَوْمِ وَأَجْلَدَهُمْ فَكُنْتُ أَشْهَدُ الصَّلَاةَ مَعَ الْمُسْلِمِينَ وَأَطُوفُ بِالْأَسْوَاقِ وَلَا يُكَلِّمُنِي أَحَدٌ وَآتِي رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَهُوَ فِي مَجْلِسِهِ بَعْدَ الصَّلَاةِ فَأُسَلِّمُ عَلَيْهِ فَأَقُولُ فِي نَفْسِي حَرَّكَ شَفَتَيْهِ بِرَدِّ السَّلَامِ أَمْ لَا ثُمَّ أُصَلِّي قَرِيبًا مِنْهُ وَأُسَارِقُهُ النَّظَرَ فَإِذَا أَقْبَلْتُ عَلَى صَلَاتِي نَظَرَ إِلَيَّ فَإِذَا الْتَفَتُّ نَحْوَهُ أَعْرَضَ حَتَّى إِذَا طَالَ عَلَيَّ ذَلِكَ مِنْ هَجْرِ الْمُسْلِمِينَ مَشَيْتُ حَتَّى تَسَوَّرْتُ حَائِطَ أَبِي قَتَادَةَ وَهُوَ ابْنُ عَمِّي وَأَحَبُّ النَّاسِ إِلَيَّ فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَوَاللَّهِ مَا رَدَّ عَلَيَّ السَّلَامَ فَقُلْتُ لَهُ يَا أَبَا قَتَادَةَ أَنْشُدُكَ اللَّهَ هَلْ تَعْلَمُ أَنِّي أُحِبُّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ قَالَ فَسَكَتَ قَالَ فَعُدْتُ فَنَشَدْتُهُ فَسَكَتَ فَعُدْتُ فَنَشَدْتُهُ فَقَالَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ فَفَاضَتْ عَيْنَايَ وَتَوَلَّيْتُ حَتَّى تَسَوَّرْتُ الْجِدَارَ فَبَيْنَمَا أَنَا أَمْشِي بِسُوقِ الْمَدِينَةِ إِذَا نَبَطِيٌّ مِنْ أَنْبَاطِ أَهْلِ الشَّامِ مِمَّنْ قَدِمَ بِطَعَامٍ يَبِيعُهُ بِالْمَدِينَةِ يَقُولُ مَنْ يَدُلُّنِي عَلَى كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ فَطَفِقَ النَّاسُ يُشِيرُونَ لَهُ إِلَيَّ حَتَّى جَاءَ فَدَفَعَ إِلَيَّ كِتَابًا مِنْ مَلِكِ غَسَّانَ وَكُنْتُ كَاتِبًا فَإِذَا فِيهِ أَمَّا بَعْدُ فَقَدْ بَلَغَنَا أَنَّ صَاحِبَكَ قَدْ جَفَاكَ وَلَمْ يَجْعَلْكَ اللَّهُ بِدَارِ هَوَانٍ وَلَا مَضْيَعَةٍ فَالْحَقْ بِنَا نُوَاسِكَ قَالَ فَقُلْتُ حِينَ قَرَأْتُهَا وَهَذَا أَيْضًا مِنْ الْبَلَاءِ قَالَ فَتَيَمَّمْتُ بِهَا التَّنُّورَ فَسَجَرْتُهُ بِهَا حَتَّى إِذَا مَضَتْ أَرْبَعُونَ لَيْلَةً مِنْ الْخَمْسِينَ إِذَا بِرَسُولِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَأْتِينِي فَقَالَ إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَأْمُرُكَ أَنْ تَعْتَزِلَ امْرَأَتَكَ قَالَ فَقُلْتُ أُطَلِّقُهَا أَمْ مَاذَا أَفْعَلُ قَالَ بَلْ اعْتَزِلْهَا فَلَا تَقْرَبْهَا قَالَ وَأَرْسَلَ إِلَى صَاحِبَيَّ بِمِثْلِ ذَلِكَ قَالَ فَقُلْتُ لِامْرَأَتِي الْحَقِي بِأَهْلِكِ فَكُونِي عِنْدَهُمْ حَتَّى يَقْضِيَ اللَّهُ فِي هَذَا الْأَمْرِ قَالَ فَجَاءَتْ امْرَأَةُ هِلَالِ بْنِ أُمَيَّةَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَتْ لَهُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ هِلَالًا شَيْخٌ ضَائِعٌ لَيْسَ لَهُ خَادِمٌ فَهَلْ تَكْرَهُ أَنْ أَخْدُمَهُ قَالَ لَا وَلَكِنْ لَا يَقْرَبَنَّكِ قَالَتْ فَإِنَّهُ وَاللَّهِ مَا بِهِ حَرَكَةٌ إِلَى شَيْءٍ وَاللَّهِ مَا يَزَالُ يَبْكِي مِنْ لَدُنْ أَنْ كَانَ مِنْ أَمْرِكَ مَا كَانَ إِلَى يَوْمِهِ هَذَا قَالَ فَقَالَ لِي بَعْضُ أَهْلِي لَوْ اسْتَأْذَنْتَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي امْرَأَتِكَ فَقَدْ أَذِنَ لِامْرَأَةِ هِلَالِ بْنِ أُمَيَّةَ أَنْ تَخْدُمَهُ قَالَ فَقُلْتُ وَاللَّهِ لَا أَسْتَأْذِنُ فِيهَا رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَمَا أَدْرِي مَا يَقُولُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا اسْتَأْذَنْتُهُ وَأَنَا رَجُلٌ شَابٌّ قَالَ فَلَبِثْنَا بَعْدَ ذَلِكَ عَشْرَ لَيَالٍ كَمَالُ خَمْسِينَ لَيْلَةً حِينَ نُهِيَ عَنْ كَلَامِنَا قَالَ ثُمَّ صَلَّيْتُ صَلَاةَ الْفَجْرِ صَبَاحَ خَمْسِينَ لَيْلَةً عَلَى ظَهْرِ بَيْتٍ مِنْ بُيُوتِنَا فَبَيْنَمَا أَنَا جَالِسٌ عَلَى الْحَالِ الَّتِي ذَكَرَ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى مِنَّا قَدْ ضَاقَتْ عَلَيَّ نَفْسِي وَضَاقَتْ عَلَيَّ الْأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ سَمِعْتُ صَارِخًا أَوْفَى عَلَى جَبَلِ سَلْعٍ يَقُولُ بِأَعْلَى صَوْتِهِ يَا كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ أَبْشِرْ قَالَ فَخَرَرْتُ سَاجِدًا وَعَرَفْتُ أَنْ قَدْ جَاءَ فَرَجٌ وَآذَنَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِتَوْبَةِ اللَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى عَلَيْنَا حِينَ صَلَّى صَلَاةَ الْفَجْرِ فَذَهَبَ النَّاسُ يُبَشِّرُونَنَا وَذَهَبَ قِبَلَ صَاحِبَيَّ يُبَشِّرُونَ وَرَكَضَ إِلَيَّ رَجُلٌ فَرَسًا وَسَعَى سَاعٍ مِنْ أَسْلَمَ وَأَوْفَى الْجَبَلَ فَكَانَ الصَّوْتُ أَسْرَعَ مِنْ الْفَرَسِ فَلَمَّا جَاءَنِي الَّذِي سَمِعْتُ صَوْتَهُ يُبَشِّرُنِي نَزَعْتُ لَهُ ثَوْبَيَّ فَكَسَوْتُهُمَا إِيَّاهُ بِبِشَارَتِهِ وَاللَّهِ مَا أَمْلِكُ غَيْرَهُمَا يَوْمَئِذٍ فَاسْتَعَرْتُ ثَوْبَيْنِ فَلَبِسْتُهُمَا فَانْطَلَقْتُ أَتَأَمَّمُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَلْقَانِي النَّاسُ فَوْجًا فَوْجًا يُهَنِّئُونِي بِالتَّوْبَةِ يَقُولُونَ لِيَهْنِكَ تَوْبَةُ اللَّهِ عَلَيْكَ حَتَّى دَخَلْتُ الْمَسْجِدَ فَإِذَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ جَالِسٌ فِي الْمَسْجِدِ حَوْلَهُ النَّاسُ فَقَامَ إِلَيَّ طَلْحَةُ بْنُ عُبَيْدِ اللَّهِ يُهَرْوِلُ حَتَّى صَافَحَنِي وَهَنَّأَنِي وَاللَّهِ مَا قَامَ إِلَيَّ رَجُلٌ مِنْ الْمُهَاجِرِينَ غَيْرَهُ قَالَ فَكَانَ كَعْبٌ لَا يَنْسَاهَا لِطَلْحَةَ قَالَ كَعْبٌ فَلَمَّا سَلَّمْتُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ وَهُوَ يَبْرُقُ وَجْهُهُ مِنْ السُّرُورِ أَبْشِرْ بِخَيْرِ يَوْمٍ مَرَّ عَلَيْكَ مُنْذُ وَلَدَتْكَ أُمُّكَ قَالَ قُلْتُ أَمِنْ عِنْدِكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَمْ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ قَالَ لَا بَلْ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ قَالَ وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا سُرَّ اسْتَنَارَ وَجْهُهُ كَأَنَّهُ قِطْعَةُ قَمَرٍ حَتَّى يُعْرَفَ ذَلِكَ مِنْهُ قَالَ فَلَمَّا جَلَسْتُ بَيْنَ يَدَيْهِ قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ مِنْ تَوْبَتِي أَنْ أَنْخَلِعَ مِنْ مَالِي صَدَقَةً إِلَى اللَّهِ تَعَالَى وَإِلَى رَسُولِهِ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَمْسِكْ بَعْضَ مَالِكَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكَ قَالَ فَقُلْتُ إِنِّي أُمْسِكُ سَهْمِي الَّذِي بِخَيْبَرَ قَالَ فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّمَا اللَّهُ تَعَالَى نَجَّانِي بِالصِّدْقِ وَإِنَّ مِنْ تَوْبَتِي أَنْ لَا أُحَدِّثَ إِلَّا صِدْقًا مَا بَقِيتُ قَالَ فَوَاللَّهِ مَا أَعْلَمُ أَحَدًا مِنْ الْمُسْلِمِينَ أَبْلَاهُ اللَّهُ مِنْ الصِّدْقِ فِي الْحَدِيثِ مُذْ ذَكَرْتُ ذَلِكَ لِرَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَحْسَنَ مِمَّا أَبْلَانِي اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى وَاللَّهِ مَا تَعَمَّدْتُ كَذِبَةً مُذْ قُلْتُ ذَلِكَ لِرَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَى يَوْمِي هَذَا وَإِنِّي لَأَرْجُو أَنْ يَحْفَظَنِي فِيمَا بَقِيَ قَالَ وَأَنْزَلَ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى
{ لَقَدْ تَابَ اللَّهُ عَلَى النَّبِيِّ وَالْمُهَاجِرِينَ وَالْأَنْصَارِ الَّذِينَ اتَّبَعُوهُ فِي سَاعَةِ الْعُسْرَةِ مِنْ بَعْدِ مَا كَادَ يَزِيغُ قُلُوبُ فَرِيقٍ مِنْهُمْ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ إِنَّهُ بِهِمْ رَءُوفٌ رَحِيمٌ وَعَلَى الثَّلَاثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُوا حَتَّى إِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمْ الْأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ أَنْفُسُهُمْ وَظَنُّوا أَنْ لَا مَلْجَأَ مِنْ اللَّهِ إِلَّا إِلَيْهِ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُوا إِنَّ اللَّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ }
قَالَ كَعْبٌ فَوَاللَّهِ مَا أَنْعَمَ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى عَلَيَّ مِنْ نِعْمَةٍ قَطُّ بَعْدَ أَنْ هَدَانِي أَعْظَمَ فِي نَفْسِي مِنْ صِدْقِي رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَئِذٍ أَنْ لَا أَكُونَ كَذَبْتُهُ فَأَهْلِكُ كَمَا هَلَكَ الَّذِينَ كَذَبُوهُ حِينَ كَذَبُوهُ فَإِنَّ اللَّهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى قَالَ لِلَّذِينَ كَذَبُوهُ حِينَ كَذَبُوهُ شَرَّ مَا يُقَالُ لِأَحَدٍ فَقَالَ اللَّهُ تَعَالَى
{ سَيَحْلِفُونَ بِاللَّهِ لَكُمْ إِذَا انْقَلَبْتُمْ إِلَيْهِمْ لِتُعْرِضُوا عَنْهُمْ فَأَعْرِضُوا عَنْهُمْ إِنَّهُمْ رِجْسٌ وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ يَحْلِفُونَ لَكُمْ لِتَرْضَوْا عَنْهُمْ فَإِنْ تَرْضَوْا عَنْهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ لَا يَرْضَى عَنْ الْقَوْمِ الْفَاسِقِينَ }
قَالَ وَكُنَّا خُلِّفْنَا أَيُّهَا الثَّلَاثَةُ عَنْ أَمْرِ أُولَئِكَ الَّذِينَ قَبِلَ مِنْهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حِينَ حَلَفُوا فَبَايَعَهُمْ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمْ فَأَرْجَأَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَمْرَنَا حَتَّى قَضَى اللَّهُ تَعَالَى فَبِذَلِكَ قَالَ اللَّهُ تَعَالَى
{ وَعَلَى الثَّلَاثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُوا }
وَلَيْسَ تَخْلِيفُهُ إِيَّانَا وَإِرْجَاؤُهُ أَمْرَنَا الَّذِي ذَكَرَ مِمَّا خُلِّفْنَا بِتَخَلُّفِنَا عَنْ الْغَزْوِ وَإِنَّمَا هُوَ عَمَّنْ حَلَفَ لَهُ وَاعْتَذَرَ إِلَيْهِ فَقَبِلَ مِنْهُ
Tercemesi:
Bize Yakub b. İbrahim, ona Zührî’nin erkek kardeşinin oğlu Muhammed b. Abdullah, ona amcası Muhammed b. Müslim ez-Zührî, ona Abdurrahman b. Abdullah b. Ka‘b b. Malik naklettiğine göre babası Abdullah, babası Ka‘b gözlerini yitirince oğulları arasında onun bakımını üstlenmişti. Şöyle dedi: Ka‘b b. Mâlik, Tebük Gazvesi sırasında Hz. Peygamber’in yanında savaşa katılamayışını şöyle anlattı:
Tebük Gazvesi dışında, Bedir savaşı hariç Rasulullah’ın (sav) katıldığı savaşların hepsine katılmıştım. Hz. Peygamber (sav) Bedir’e katılmayanları ayıplamamıştı. Hz. Peygamber (sav) Bedir’e sadece Kureyş kervanını yakalamak için gitmiş Allah onunla düşmanlarını aniden karşı karşıya getirmişti. Rasulullah (sav) ile birlikte Akabe’de biatte bulunmuştum. Her ne kadar Bedir insanlar arasında daha çok konuşulsa ve meşhur olsa da Akabe’de bulunmak bana Bedir’e şahit olmaktan daha güzel gelmişti. Tebük Gazvesi sırasında Hz. Peygamber’in (sav) yanında bulunamayışım şöyle gerçekleşmişti: Bu savaşa çıkıldığı andaki kadar güç ve zenginlik sahibi hiç olmamıştım. Hayatımda iki devem olmamış iken bu sefere çıkılacağı zaman iki tane devem vardı.
Rasulullah (sav) bir savaşa çıkmayı murat ettiğinde başka bir yere gider gibi yapıp gittiği yeri gizlerdi. Bu savaşta ise çarpışma şiddetli sıcakta vuku bulacağından ve uzak, çetin bir yolculuk ve kalabalık bir düşman ile karşılaşma ihtimaliden dolayı sefer hazırlıklarını sağlamaları için Müslümanlara durumu açıkça bildirdi ve nereye gideceğini söyledi. Rasulullah (sav) ile birlikte sefere çıkan Müslümanların sayısı divan katibinin defterine sığmayacak kadar çoktu. Ka‘b şöyle dedi: Kalabalık sebebiyle ortalıktan kaybolmak isteyen bir kişi, vahiy gelmedikçe açığa çıkmayacağını sanırdı. Hz. Peygamber (sav) bu sefere meyvelerin olgunlaştığı bir mevsimde çıkıyordu. Bende bu sefere katılma konusunda hevesliydim. Rasulullah (sav) ve Müslümanlar yol hazırlığına başladılar. Ben de onlarla birlikte hazırlanmak için erkenden gidiyor ama bir şey yapmadan geri geliyordum. Kendi kendime “(Daha vakit var) istediğimde hemen hazırlanırım” diyordum. Ben böyle deyip dururken insanlar ciddi bir şekilde hazırlıkla uğraşıyorlardı
Hz. Peygamber (sav) bir sabah erkenden Müslümanlarla birlikte yola çıktı. Ben ise daha hiçbir hazırlık yapmamıştım. “Bir iki gün sonra çıksam bile onlara yetişirim” diyordum. Onlar yola çıktıktan sonra hazırlanmak için çarşıya gittiysem de bir şey yapmadan geri döndüm. Ertesi gün de aynısı oldu. Ben böyle yapıp dururken gaziler hızla yol aldılar. Onlara yetişmek için hemen yola çıkmak istedim, keşke yapabilseydim, ama yapamadım.
Rasulullah’ın (sav) sefere çıkışından sonra insanların içine çıktığımda sadece nifaka itham edilenleri, savaşa katılamayacak kadar mazur olanları görünce çok üzülüyordum. Rasulullah (sav) Tebük’e varana kadar beni hiç anmamış. Oraya varınca bir mecliste insanlar arasında otururken “Ka‘b b. Malik ne yaptı, nerede?” diye sormuş. Selemeoğulllarından bir adam “Onu süslü elbiseleri ve kibirle omuzlarına bakması alıkoydu” demiş. Muaz b. Cebel “Ne kötü söz söyledin! Allah’a yemin olsun ki, biz Ka’b hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz” diye cevap vermiş. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) de hiçbir şey dememiş.
Ka’b şöyle devam etti: Rasulullah’ın (sav) Tebük’ten geri dönmek üzere yola çıktığını duyunca çok telaşlandım. Bir şeyler uydurmayı düşündüm. “Yarın Peygamber’in öfkesinden nasıl kurtulacağım?” diye düşünüp, ailemden ve akıllı insanların düşüncelerinden yararlanmalıyım” dedim. “Rasulullah (sav) Medine’ye varmak üzere” denildiği zaman bütün bu batıl düşünceler zihnimden dağıldı. Bu durumdan kurtuluş olmadığını anladım ve doğru söylemeye karar verdim. Rasulullah (sav) sabah vakti Medine’ye geldi. Ne zaman bir seferden dönse, önce mescide gider orada iki rekat namaz kılar, sonra insanları dinlerdi. Yine böyle yapınca sefere katılamayanlar onun huzuruna geldiler ve özürlerini sunmaya, yeminler etmeye başladılar. Seksen küsür kişiydiler. Rasulullah onların söylediklerini kabul etti ve onlar için istiğfar etti. İçlerinde sakladıklarını ise Allah’a havale etti. Sonunda sıra bana geldi. Ona selam verdiğimde kızgın bir edayla bana gülümsedi ve “Gel bakalım” dedi. Yürüyerek yanına kadar gelip önünde oturdum. “Neden sefere gelmedin? Sen bize biat etmemiş miydin?” diye sordu. Şöyle dedim: “Ey Allah’ın resulü! Senin değil de başka bir adamın yanında oturuyor olsaydım onun bu öfkesinden özrümle kurtulabilirdim. Dilimle ikna etmesini bilirim. Ama şunu kesinlikle biliyorum ki bu gün yalan söyleyerek benden razı olmanı sağlasam bile Allah seni bana karşı öfkelendirecektir. Eğer sana doğruyu söylersem, benim aleyhime bile olsa Allah’ın beni af edeceğini umarım. Yemin olsun ki benim bir mazeretim yoktu. Bu savaştaki kadar da hayatımda hiç güç ve zenginliğe sahip olmamıştım.” Bunun üzerine Rasulullah (sav) “Bu ise doğru söyledi. Şimdi kalk ve Allah’ın senin hakkındaki hükmünü bekle” buyurdu. Oradan kalktım. Seleme oğullarından birileri kalkıp beni takip ettiler ve bana “Bundan önce böyle bir günah işlediğini görmemiştik. Rasulullah’a diğer insanlar gibi bir özür bile sunmadın. Onun istiğfarı enin için yeterdi” dediler. O kadar üzerime geldiler ki, gidip kendimi yalanlamak istedim sonra onlara “Bu konuda benimle aynı halde olan kimse var mı?” diye sordum. “İki kişi var, senin söylediğini söylediler ve senin aldığın cevabı aldılar.” diye cevap verdiler. “Kim o ikisi?” diye sordum. “Mürare b. Rabî el-‘Âmirî ve Hilal b. Ümeyye el-Vâkıfî” dediler. İkisi de Bedir Savaşı’na katılmış salih ve örnek insanlardı. Onların adını söylediklerinde ben de geri dönmekten vazgeçtim ve söylediğimin arkasında durdum.
Rasulullah (sav) savaşa katılmayanlar arasından sadece bizimle konuşmaktan insanları men etti. İnsanlar bizden uzaklaştı. Bu şekilde elli gün geçirdik. İki arkadaşım evlerine çekilip ağlıyorlardı. Ben onlar arasında en genç ve sağlam olanıydım. Evimden çıkıp Müslümanlarla beraber namaz kılıyordum, çarşıda dolaşıyordum ama benimle kimse konuşmuyordu. Namazdan sonra Rasulullah’ın (sav) meclisine gidip selam veriyor ve “acaba selamı almak için dudaklarını kıpırdattı mı kıpırdatmadı mı?” diye soruyordum. Sonra ona yakın yerde namaz kılıp gizlice ona bakıyordum. Namaza başladığımda bana baktı ama ona dönünce yüzünü benden çevirdi.
Bana karşı uygulanan bu cefa uzayarak devam ediyordu. Ben de amcamın oğlu ve çok sevdiğim biri olan Ebu Katâde’nin çevirmesine gittim. Ona selam verdim ama selamımı almadı. “Ebu Katâde! Allah için söyle, benim Allah’ı ve resulünü sevdiğimi bilmiyor musun?”. Sustu, bir şey demedi. Tekrar sordum, yine sustu. Elinden çekiştirdim. “Allah ve Resulü en iyi bilendir” buyurdu. Gözlerimden yaşlar boşandı, geriye dönüp duvardan atlayıp oradan ayrıldım.
Medine’de çarşıda gezdiğim bir sırada, Medine’ye yiyecek bir şeyler satmaya gelmiş Şam nabatilerinden bir adam “Bana Ka’b b. Mâlik’i kim gösterecek” diye sesleniyordu. İnsanlar beni göstermeye başladılar. O da bana gelip Gassânî kralından getirdiği bir mektubu verdi. Ben okuma yazma biliyordum. Mektupta şunları gördüm: “Konumuza gelince: Dostunun sana cefa ettiğini işittik. Allah seni horlanacağın ve yok olup gideceğin bir yerde yaratmamıştır. Bize gel, sana en güzel şekilde muamele ederiz”. Mektubu okuyunca “Bu da başka bir imtihan” dedim ve hemen onu yanan ocağa attım. Böyle elli gecenin kırkı geçmiş oldu. O gece Hz. Peygamber’in (sav) elçisi geldi ve “Rasulullah (sav) eşinden ayrılmanı emrediyor” dedi. Ben “Onu boşayayım mı, ne yapayım?” diye sordum. “Sadece ondan uzak dur, ona yaklaşma” dedi. İki arkadaşıma da aynı haberi göndermiş. Hanımıma “Allah bu konuda hükmünü verene kadar babanın evine git” dedim. Hilal b. Ümeyye’nin karısı Hz. Peygamber’in yanına gelip “Ey Allah’ın resulü! Hilal yaşlı, çaresiz bir adam. İşlerini görecek bir hizmetçisi de yok. Ona hizmet etmemi kötü görür müsün?” diye sordu. Hz. Peygamber “Hayır, ama sana yaklaşmasın” buyurdu. “Hiçbir şey yapmıyor, o günden beri sürekli ağlayıp duruyor” dedi. Ailemden biri “Eşin konusunda Rasulullah’tan sen de izin istesen, Hilal b. Ümeyye’nin karısına hizmet etmesi için izin verdi” dedi. “Allah’a yemin olsun ki, bu konuda Hz. Peygamber’den izin istemem. Ben genç bir adamım. Bana Hz. Peygamber (sav) ne der bilemiyorum” dedim. Bu halde on gün daha kalıp elli geceyi tamamladık. Ellinci gecenin sabahında sabah namazını evlerimizin birinin damında kıldım. Yüce Allah’ın zikrettiği şekilde canım dar, yeryüzü bana dar gelir bir halde oturuyordum. Sel’ dağının üzerinden bir kişinin en yükse sesiyle bağırdığını duydum: “Ka’b b. Malik! Müjdeler olsun”. Hemen secdeye kapandım. Sıkıntım giderilmişti. Rasulullah sabah namazını kıldırırken Allah’ın bizim tövbemizi kabul ettiğini bildirmişti. İnsanlar bizi müjdelemeye eldiler. İki arkadaşıma da müjdelemeye gitmişlerdi. Bir adam bana atını koşturarak gelmiş, başka birisi tepeye çıkıp bağırmıştı. Ses attan daha hızlıydı. Sesini duyduğum müjdeci yanıma gelince iki elbisemi de çıkarıp ona verdim. Vallahi o zaman o ikisinden başka elbisem yoktu. Başkasından iki elbise ödünç aldım ve onları giyip hemen rasulullah’ın yanına koştum. İnsanlar gruplar halinde yanıma geliyor ve benim tövbemin kabul olmasını tebrik ediyorlardı. “Allah’ın tövbeni kabulü mübarek olsun” diyorlardı. Ben mescide girdim. Hz. Peygamber (sav) insanların arasında oturuyordu. Talha b. Ubeydullah bana doğru koşup benimle tokalaştı ve beni tebrik etti. Muhacirlerden başka kimse kalkmamıştı. Ka’b, Talha’nın bu davranışını unutmamıştır. Rasulullah’a selam verdiği zaman yüzü sevinçle parlayarak “Annenin seni doğurduğu günden beri yaşadığın en güzel gün için sana müjdeler olsun” buyurdu. “Sizin tarafınızdan mı yoksa Allah tarafından mı?” diye sordum. “Allah tarafından” buyurdu. Hz. Peygamber (sav) sevindiği zaman yüzü ay parçası gibi parlardı ve sevindiği anlaşılırdı.
Hz. Peygamber’in (sav) önüne oturunca “Ey Allah’ın resulü! Tövbemde bütün malımı Allah ve resulüne vermekte vardı” dedim. Hz. Peygamber “Malının bir kısmını kendine sakla bu senin için daha iyidir” buyurdu. “Öyleyse Hayber’deki payımı bırakıyorum” dedim. “Ey Allah’ın resulü! Allah beni doğru sözlü olduğum için kurtardı. Tövbemde asla yalan söylemeyeceğim de var” dedim. Allah’a yemin olsun ki Allah’ın doğrulukla bu şekilde imtihan ettiği başka bir Müslüman bilmiyorum. O günden beri asla bilerek yalan söylemedim. Allah’ın kalan ömrümde de beni yalandan korumasını dilerim. “Andolsun ki Allah, müslümanlardan bir gurubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamberi ve güçlük zamanında ona uyan muhacirlerle ensarı affetti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir.” (Tevbe, 9/117) Ka‘b şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki, Allah o gün Rasulullah’a (sav) doğru söylememden daha büyük bir nimet bahşetmedi. Eğer ona diğer insanlar gibi yalan söyleseydim onlar gibi helak olurdum. Allah o yalancılar hakkında bir kişi için söylenecek en kötü sözü söylemiş ve şöyle buyurmuştur: “Onların yanına döndüğünüz zaman size, kendilerinden (onları cezalandırmaktan) vazgeçmeniz için Allah adına and içecekler. Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır. Kazanmakta olduklarına (kötü işlerine) karşılık ceza olarak varacakları yer cehennemdir.” (Tevbe 9/95). Biz üçümüz Rasullah’ın sözlerini kabul ettiği ve kendileri için istiğfar ettiği kimseler varken bu işten geri bırakılmıştık. Rasulullah da bizim durumumuzu hakkımızda hüküm vermesi için Allah’a havale etmişti. Yüce Allah şöyle buyurdu: “Ve geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti).” (Tevbe, 9/118). Burada geri bırakılmakla kastedilen savaşa katılmaktan kaçınmamız değil, Hz. Peygamber’in huzuruna gidip yemin ederek özür dileyen ve bu özürleri kabul edilenlerden geri kalmamızdır.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ahmed b. Hanbel, Müsned-i Ahmed, Ka'b b. Malik el-Ensarî 15882, 5/417
Senetler:
1. Ka'b b. Malik el-Ensarî (Ka'b b. Malik b. Ebu Ka'b b. Kayn b. Ka'b)
2. Abdullah b. Ka'b el-Ensarî (Abdullah b. Ka'b b. Malik b. Amr b. Kayn)
3. Abdurrahman b. Abdullah el-Ensarî (Abdurrahaman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik)
4. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
5. Ebu Halid Ukayl b. Halid el-Eylî (Ukayl b. Halid b. Ukayl)
6. Ebu Haris Leys b. Sa'd el-Fehmî (Leys b. Sa'd b. Abdurrahman)
7. Ebu Muhammed Haccac b. Muhammed el-Mesîsî (Haccac b. Muhammed)
Konular:
Boşanma, öncesi muhayyerlik/ bir müddet ayrı kalmak
Hz. Peygamber, kızması
Hz. Peygamber, sahabeyle iletişimi
Hz. Peygamber, tebessüm etmesi
KTB, LİBAS, GİYİM-KUŞAM
KTB, SELAM
Kültürel Hayat, hadislerden kültürümüze
Kur'an, Ayet Yorumu
Kur'an, Nüzul sebebleri
Münafık, Nifak / Münafık
Sadaka, malın tamamının sadaka olarak verilmesi
Sahabe, birbirlerine karşı kullandıkları üslup
Sahabe, birbirlerine sıcak, samimi davranmaları
Savaş, mazereti bulunan için
Şehirler, Dımaşk, Şam
Selam, aynı şekilde veya daha güzeliyle karşılık vermek
Selam, Selam vermeme/almama, tepki için
Siyer, akabe günü
Siyer, Bedir harbine katılan sahabiler
Siyer, Hayber günü
Siyer, Tebük gazvesi
Strateji, Hz. Peygamber'in savaş kararında gizliliğe riayet etmesi
Tebessüm, kardeşinin yüzüne tebessüm etmek
Teşvik Edilenler, Müjdeleyici olmak
Ticaret, ticari ilişkiler
Tokalaşma, Musafaha, tokalaşma, musâfaha, el sıkışma, kucaklaşma
Yalan, yalan söylemek
Yazı, katiplik
Yazı, Yazışma, Hz. Peygamber döneminde yazışma,
Bize Hârûn b. Ma‘rûf, ona Abdullah b. Vehb, ona Ebû Sahr, ona da Nâfî‘ anlattı:
Biz Abdullah b. Ömer ile oturur iken bir adam çıkageldi ve Şamlı birisini kastederek:
– Falanca sana selâm ediyor, dedi. Abdullah da şöyle karşılık verdi:
– Bana onun bir bid'at ihdas ettiği haberi ulaştı. Şayet öyle ise, benden asla ona selam söyleme. Ben, Rasûlullah’ı (s.a.v.) şöyle buyururken işittim: “Ümmetimden suretlerinin değiştirilmesi ve üzerilerine taş yağdırılma cezalarına maruz kalanlar olacaktır. Bu cezalar, zındıklar ve kaderi inkar edenlere verilecektir.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
55170, HM006208
Hadis:
حَدَّثَنَا هَارُونُ بْنُ مَعْرُوفٍ أَخْبَرَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ وَهْبٍ أَخْبَرَنِي أَبُو صَخْرٍ عَنْ نَافِعٍ قَالَ
بَيْنَمَا نَحْنُ عِنْدَ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ قُعُودًا إِذْ جَاءَ رَجُلٌ فَقَالَ إِنَّ فُلَانًا يَقْرَأُ عَلَيْكَ السَّلَامَ لِرَجُلٍ مِنْ أَهْلِ الشَّامِ فَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ بَلَغَنِي أَنَّهُ أَحْدَثَ حَدَثًا فَإِنْ كَانَ كَذَلِكَ فَلَا تَقْرَأَنَّ عَلَيْهِ مِنِّي السَّلَامَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ إِنَّهُ سَيَكُونُ فِي أُمَّتِي مَسْخٌ وَقَذْفٌ وَهُوَ فِي الزِّنْدِيقِيَّةِ وَالْقَدَرِيَّةِ
Tercemesi:
Bize Hârûn b. Ma‘rûf, ona Abdullah b. Vehb, ona Ebû Sahr, ona da Nâfî‘ anlattı:
Biz Abdullah b. Ömer ile oturur iken bir adam çıkageldi ve Şamlı birisini kastederek:
– Falanca sana selâm ediyor, dedi. Abdullah da şöyle karşılık verdi:
– Bana onun bir bid'at ihdas ettiği haberi ulaştı. Şayet öyle ise, benden asla ona selam söyleme. Ben, Rasûlullah’ı (s.a.v.) şöyle buyururken işittim: “Ümmetimden suretlerinin değiştirilmesi ve üzerilerine taş yağdırılma cezalarına maruz kalanlar olacaktır. Bu cezalar, zındıklar ve kaderi inkar edenlere verilecektir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ahmed b. Hanbel, Müsned-i Ahmed, Abdullah b. Ömer b. el-Hattab 6208, 2/538
Senetler:
1. İbn Ömer Abdullah b. Ömer el-Adevî (Abdullah b. Ömer b. Hattab)
2. Nafi' Mevlâ İbn Ömer (Ebu Abdullah Nafi')
3. Ebu Sahr Humeyd b. Ebu Muharik el-Medenî (Humeyd b. Ziyad)
4. Abdullah b. Vehb el-Kuraşî (Abdullah b. Vehb b. Müslim)
5. Ebu Ali Harun b. Maruf el-Mervezî (Harun b. Maruf)
Konular:
Bid'at, bid'at ve hurafe ihdas etmek
Hz. Peygamber, gelecekten haber vermesi
İman, Kader, inkar edenlerin başına gelecekler
KTB, KADER
KTB, SELAM
Mesh, maymun ve domuz suretine vd. tebdil
Mezhep, fırka
Selam, selam göndermek
Selam, Selam vermeme/almama, tepki için
Sünnet, Abdullah b. Ömer'in uygulamaları
حدثنا عبد الله بن صالح قال حدثني الليث عن عمرو هو بن الحارث عن بكر بن سوادة عن أبي النجيب عن أبي سعيد قال : أقبل رجل من البحرين إلى النبي صلى الله عليه وسلم فسلم عليه فلم يرد وفي يده خاتم من ذهب وعليه جبة حرير فانطلق الرجل محزونا فشكا إلى امرأته فقالت لعل برسول الله جبتك وخاتمك فألقهما ثم عد ففعل فرد السلام فقال جئتك آنفا فأعرضت عني قال كان في يدك جمر من نار فقال لقد جئت إذا بجمر كثير قال إن ما جئت به ليس بأحد أغنى من حجارة الحرة ولكنه متاع الحياة الدنيا قال فبما ذا أتختم قال بحلقة من ورق أو صفر أو حديد
Öneri Formu
Hadis Id, No:
165725, EM001022
Hadis:
حدثنا عبد الله بن صالح قال حدثني الليث عن عمرو هو بن الحارث عن بكر بن سوادة عن أبي النجيب عن أبي سعيد قال : أقبل رجل من البحرين إلى النبي صلى الله عليه وسلم فسلم عليه فلم يرد وفي يده خاتم من ذهب وعليه جبة حرير فانطلق الرجل محزونا فشكا إلى امرأته فقالت لعل برسول الله جبتك وخاتمك فألقهما ثم عد ففعل فرد السلام فقال جئتك آنفا فأعرضت عني قال كان في يدك جمر من نار فقال لقد جئت إذا بجمر كثير قال إن ما جئت به ليس بأحد أغنى من حجارة الحرة ولكنه متاع الحياة الدنيا قال فبما ذا أتختم قال بحلقة من ورق أو صفر أو حديد
Tercemesi:
— Ebû Saîd'den rivayet edildiğine göte, şöyle demiştir:
— Bahreyn'den bîr adam Peygamber (SaUallahü A îeyhi ve Seîlem) 'e ge-iip, ona selâm verdi de, adamın üzerinde ipekten bir cübbe ve elinde altından bir yüzük bulunduğundan, Peygamber selâmı almadı. Adam üzüntülü olarak gidip hanımına (halini) şikâyet etti. Bunun üzerine hanım dedi ki:
Senin selâmını Peygamberin almayışı, cübbenle yüzüğünden dolayı olsa gerektir; bunları bırak da, sonra dön. Adam böyle yaptı; Peygamber de selâmına mukabele etti. Adam dedi ki:
— (Yâ Resûlallah) az önce sana geldim de, benden yüz çevirdin?
O sama» elinde ateşten bir kor vardı.» Adam: Ö halde ben (Bahreyn'den) çok. kor parçalan getirdim, dedi..
— Senin getirdiğin şeyler, hiç kimsenin müstağni kalmadığı taşlığın î&şîarmdandır. Bunlar ancak dünya hayatının malıdır (bunları herkes ticaretinde ve san'atında kullanılır; fakat onlarla süslenemez).» buyurdu. am:
ö halde ne île yüzük edineyim? dedi. gamber: Gümüşten yahut pirinçten yahut demirden halka iie. buyurdu.[771]
Bu hadîs-î şerifle bundan önceki arasında mânâ bakımından tearuz bulunmaktadır. Bir kısım âlimler bunu daha sıhhatli bularak yüzüklerin İstimaline dair hüküm vermişlerdir ve İmam Nese'î bu hadîs-î şerifi -tahrîç etmiştir. Bir önceki, hadîs-î'.şerifin açıklamasına;.müracaat edilsin.[772]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 1022, /798
Senetler:
1. Ebu Said el-Hudrî (Sa'd b. Malik b. Sinan b. Sa'lebe b. Ebcer)
2. Ebu Necîb el-Âmiri (Zuleym)
3. Ebu Sümame Bekir b. Sevade el-Cüzami (Bekir b. Sevade b. Sümame)
4. Amr b. Haris el-Ensarî (Amr b. Haris b. Yakub)
5. Ebu Haris Leys b. Sa'd el-Fehmî (Leys b. Sa'd b. Abdurrahman)
6. Ebu Salih Abdullah b. Salih el-Cüheni (Abdullah b. Salih b. Muhammed b. Müslim)
Konular:
Dünya, hayatının değeri ve değersizliği
Dünya, Hz. Peygamber gözünde
Hz. Peygamber, insanî ilişkileri
KTB, LİBAS, GİYİM-KUŞAM
KTB, SELAM
Selam, karşılık verilmeyecek durumlar
Selam, Selam vermeme/almama, tepki için