Bize Hasan b. Ali ve Muhammed b. el-Müsenna -mana ile- onlara Yezid b. Harun, ona Taif ehlinden Abdullah b. Yezid b. Miksem es-Sekafiyye, ona Sâre bt. Miksem'in rivayet ettiğine göre; Meymune bt. Kerdem şöyle demiş: Babamla birlikte ben de Rasulullah'ın (sav) veda haccına katılmıştım. Hz. Peygamber devesinin üzerinde iken babamın O'na yaklaştığını gördüm. Rasulullah (sav) durdu ve onu dinlemeye başladı. Hz. Peygamber'in elinde sıbyan mektebi hocalarının elindeki çubuk gibi küçük bir çubuk vardı. Bedevîlerin ve halkın; tabtabiyye, tabtabiyye, tabtabiyye dediklerini işittim. Babam Hz. Peygamber'e yaklaşıp ayağına sarıldı. Rasulullah (sav) ona mâni olmadı, durdu ve babamı dinlemeye başladı. Babam şöyle konuştu: Ben, isrân ordusunda bulundum. - İbnu'l-Müsennâ, Ğisrân ordusu dedi-. Tarık b. el-Murakka’; Karşılığını vermek şartıyla bana mızrak verecek biri yok mu? diyordu. Ben de onun karşılığı nedir? diye sordum. Dünyaya gelecek olan ilk kızımı ona vereceğim dedi. Bunun üzerine ben mızrağımı ona verdim. Sonra ayrıldım. Bilâhare onun bir kızının dünyaya geldiğini ve kızın büyüdüğünü öğrendim. Kendisine gidip; Ailemi (yani karımı) hazırlayıp bana ver! dedim. Adam ise, aramızdaki anlaşmanın dışında kendisine ayrıca bir mehir vermedikçe kızını vermeyeceğine yemin etti. Ben de ona, daha önceki anlaşmamızın dışında bir mehir vermeyeceğime yemin ettim. Bunun üzerine Rasulullah (sav);
"O kadın bugün hangi yaşlardadır?" diye sordu. (Babam), ihtiyarlık çağını görmüştür dedi. O zaman Hz. Peygamber, "öyleyse bence onun peşini bırakmalısın!" buyurdu. (Babam Kerdem) der ki: Rasulullah'ın (sav) bu sözü beni korkuttu. Kendisine doğru baktım. Bendeki korkuyu anlayınca "ne sen ne de arkadaşın günah işlemiş olur!" buyurdu
[Ebû Davud dedi ki: Katîr kelimesi, ihtiyarlık yaşına erdi demektir.]
Açıklama: “Tab!.. Tab!..” ifâdesi kinâî bir lafızdır. Elindeki değneği göstererek “çekilin!.. dikkat edin!..” anlamında bir sözdür. Değneği taşa vurunca çıkardığı sesten kinâyedir. Araplar bu sese tabtabiyye derlerdi. Bunun, yürürken ayakların çıkardığı sesten kinâye olduğu da söylenmiştir. Buna göre de, insanların koşarak Hz. Peygamber’e yaklaşmaya çalışmaları kastedilmiştir. Hz. Peygamber’in yanındakiler, Rasûlullah’ın (sav) elindeki şeyin ne olduğunu bildirmek için “tabtabiyye, tabtabiyye” diye söylüyorlardı.
Bu rivayet, dünyaya gelmemiş bir kızı birine nikâhlamanın câiz olmadığını ifade etmektedir. Böyle bir nikâh kıyılacak olsa bile fasittir. Nitekim Hz. Peygamber Kerdem’e o kadını boşamasını değil, onunla evlenmekten vazgeçmesini tavsiye etmiştir. Eğer önceki sözleşme nikâh yerine geçmiş olsaydı, Hz. Peygamber’in ondan vazgeçmesini değil, onu boşamasını emretmesi gerekirdi.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
12006, D002103
Hadis:
حَدَّثَنَا الْحَسَنُ بْنُ عَلِىٍّ وَمُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى - الْمَعْنَى - قَالاَ حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ هَارُونَ أَخْبَرَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ يَزِيدَ بْنِ مِقْسَمٍ الثَّقَفِىُّ - مِنْ أَهْلِ الطَّائِفِ - حَدَّثَتْنِى سَارَّةُ بِنْتُ مِقْسَمٍ أَنَّهَا سَمِعَتْ مَيْمُونَةَ بِنْتَ كَرْدَمٍ قَالَتْ خَرَجْتُ مَعَ أَبِى فِى حَجَّةِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَرَأَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَدَنَا إِلَيْهِ أَبِى وَهُوَ عَلَى نَاقَةٍ لَهُ فَوَقَفَ لَهُ وَاسْتَمَعَ مِنْهُ وَمَعَهُ دِرَّةٌ كَدِرَّةِ الْكُتَّابِ فَسَمِعْتُ الأَعْرَابَ وَالنَّاسَ وَهُمْ يَقُولُونَ الطَّبْطَبِيَّةَ الطَّبْطَبِيَّةَ الطَّبْطَبِيَّةَ فَدَنَا إِلَيْهِ أَبِى فَأَخَذَ بِقَدَمِهِ فَأَقَرَّ لَهُ وَوَقَفَ عَلَيْهِ وَاسْتَمَعَ مِنْهُ فَقَالَ إِنِّى حَضَرْتُ جَيْشَ عِثْرَانَ - قَالَ ابْنُ الْمُثَنَّى جَيْشَ غِثْرَانَ - فَقَالَ طَارِقُ بْنُ الْمُرَقَّعِ مَنْ يُعْطِينِى رُمْحًا بِثَوَابِهِ قُلْتُ وَمَا ثَوَابُهُ قَالَ أُزَوِّجُهُ أَوَّلَ بِنْتٍ تَكُونُ لِى. فَأَعْطَيْتُهُ رُمْحِى ثُمَّ غِبْتُ عَنْهُ حَتَّى عَلِمْتُ أَنَّهُ قَدْ وُلِدَ لَهُ جَارِيَةٌ وَبَلَغَتْ ثُمَّ جِئْتُهُ فَقُلْتُ لَهُ أَهْلِى جَهِّزْهُنَّ إِلَىَّ. فَحَلَفَ أَنْ لاَ يَفْعَلَ حَتَّى أُصْدِقَهُ صَدَاقًا جَدِيدًا غَيْرَ الَّذِى كَانَ بَيْنِى وَبَيْنَهُ وَحَلَفْتُ لاَ أُصْدِقُ غَيْرَ الَّذِى أَعْطَيْتُهُ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
"وَبِقَرْنِ أَىِّ النِّسَاءِ هِىَ الْيَوْمَ." قَالَ قَدْ رَأَتِ الْقَتِيرَ . قَالَ
"أَرَى أَنْ تَتْرُكَهَا." قَالَ فَرَاعَنِى ذَلِكَ وَنَظَرْتُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَلَمَّا رَأَى ذَلِكَ مِنِّى قَالَ
"لاَ تَأْثَمُ وَلاَ يَأْثَمُ صَاحِبُكَ."
[قَالَ أَبُو دَاوُدَ الْقَتِيرُ الشَّيْبُ.]
Tercemesi:
Bize Hasan b. Ali ve Muhammed b. el-Müsenna -mana ile- onlara Yezid b. Harun, ona Taif ehlinden Abdullah b. Yezid b. Miksem es-Sekafiyye, ona Sâre bt. Miksem'in rivayet ettiğine göre; Meymune bt. Kerdem şöyle demiş: Babamla birlikte ben de Rasulullah'ın (sav) veda haccına katılmıştım. Hz. Peygamber devesinin üzerinde iken babamın O'na yaklaştığını gördüm. Rasulullah (sav) durdu ve onu dinlemeye başladı. Hz. Peygamber'in elinde sıbyan mektebi hocalarının elindeki çubuk gibi küçük bir çubuk vardı. Bedevîlerin ve halkın; tabtabiyye, tabtabiyye, tabtabiyye dediklerini işittim. Babam Hz. Peygamber'e yaklaşıp ayağına sarıldı. Rasulullah (sav) ona mâni olmadı, durdu ve babamı dinlemeye başladı. Babam şöyle konuştu: Ben, isrân ordusunda bulundum. - İbnu'l-Müsennâ, Ğisrân ordusu dedi-. Tarık b. el-Murakka’; Karşılığını vermek şartıyla bana mızrak verecek biri yok mu? diyordu. Ben de onun karşılığı nedir? diye sordum. Dünyaya gelecek olan ilk kızımı ona vereceğim dedi. Bunun üzerine ben mızrağımı ona verdim. Sonra ayrıldım. Bilâhare onun bir kızının dünyaya geldiğini ve kızın büyüdüğünü öğrendim. Kendisine gidip; Ailemi (yani karımı) hazırlayıp bana ver! dedim. Adam ise, aramızdaki anlaşmanın dışında kendisine ayrıca bir mehir vermedikçe kızını vermeyeceğine yemin etti. Ben de ona, daha önceki anlaşmamızın dışında bir mehir vermeyeceğime yemin ettim. Bunun üzerine Rasulullah (sav);
"O kadın bugün hangi yaşlardadır?" diye sordu. (Babam), ihtiyarlık çağını görmüştür dedi. O zaman Hz. Peygamber, "öyleyse bence onun peşini bırakmalısın!" buyurdu. (Babam Kerdem) der ki: Rasulullah'ın (sav) bu sözü beni korkuttu. Kendisine doğru baktım. Bendeki korkuyu anlayınca "ne sen ne de arkadaşın günah işlemiş olur!" buyurdu
[Ebû Davud dedi ki: Katîr kelimesi, ihtiyarlık yaşına erdi demektir.]
Açıklama:
“Tab!.. Tab!..” ifâdesi kinâî bir lafızdır. Elindeki değneği göstererek “çekilin!.. dikkat edin!..” anlamında bir sözdür. Değneği taşa vurunca çıkardığı sesten kinâyedir. Araplar bu sese tabtabiyye derlerdi. Bunun, yürürken ayakların çıkardığı sesten kinâye olduğu da söylenmiştir. Buna göre de, insanların koşarak Hz. Peygamber’e yaklaşmaya çalışmaları kastedilmiştir. Hz. Peygamber’in yanındakiler, Rasûlullah’ın (sav) elindeki şeyin ne olduğunu bildirmek için “tabtabiyye, tabtabiyye” diye söylüyorlardı.
Bu rivayet, dünyaya gelmemiş bir kızı birine nikâhlamanın câiz olmadığını ifade etmektedir. Böyle bir nikâh kıyılacak olsa bile fasittir. Nitekim Hz. Peygamber Kerdem’e o kadını boşamasını değil, onunla evlenmekten vazgeçmesini tavsiye etmiştir. Eğer önceki sözleşme nikâh yerine geçmiş olsaydı, Hz. Peygamber’in ondan vazgeçmesini değil, onu boşamasını emretmesi gerekirdi.
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Nikah 28, /487
Senetler:
1. Meymune bt. Kerdem es-Sekafiyye (Meymune bt. Kerdem b. Süfyan)
2. Sâre bt. Miksem es-Sekafiyye (Sâre bt. Miksem)
3. Abdullah b. Yezid es-Sekafi (Abdullah b. Yezid b. Miksem)
4. Ebu Halid Yezid b. Harun el-Vasitî (Yezid b. Harun b. Zâzî b. Sabit)
5. Hasan b. Ali el-Hüzeli (Hasan b. Ali b. Muhammed)
Konular:
Cahiliye, adetlerini sürdürmek
KTB, NİKAH
Nikah, çeşitleri
Nikah, İslam Öncesi
Nikah, mehir
Bize Süleyman b. Harb ve Ebu Kamil, onlara Hammad b. Zeyd, ona Hişam b. Urve, ona babası, ona da Hz. Aişe (r.anha) şöyle demiştir:
"Rasulullah (sav) benimle evlendiği zaman yedi yaşımda" -ravi Süleyman veya altı yaşımda dedi- "idim. Dokuz yaşımda iken de benimle gerdeğe girdi."
Açıklama: Hz. Aişe'nin evlilik yaşı ile ilgili bu rivayet, tartışılan bir konudur. Çocuk denecek kadar küçük bir yaşta bu evliliğin yapılmış olması, şüphesiz garipsenir. Bu konuda iki hususa dikkat çekmek istiyoruz:
1- Her şeyden önce Hz. Peygamber bu evliliği vahiy yoluyla gerçekleştirmiştir. Buhari, Müslim ve Tirmizî'de rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber'e arka arkaya üç gece rüyasında bir melek tarafından Hz. Aişe'nin resmi gösterilmiş ve "bu senin karın olacak" denmişti. Bilindiği üzere Peygamberlerin rüyaları da vahiy cümlesindendir. Nitekim Hz. Peygamber gördüğü rüya üzerine, "Eğer bu rüya Allah'tan ise bu iş mutlaka gerçekleşir" demişti. Buna göre Rasulullah'ın (safv) Hz. Aişe ile evliliğine Cenâb-ı Hak karar vermiş ve bunu da vahiy yoluyla kendisine bildirmişti. Vahyin bu evliliğe izin vermiş olması, ortada garipsenecek bir durumun olmadığını gösterir. Allah Teâlâ'nın henüz çocuk yaşında birinin evlenmesini emretmiş olması ihtimal dahilinde değildir.
2- Bilindiği üzere müşrikler, Hz. Peygamber’i aşağılamak ve gözden düşürmek için doğru-yanlış her vesileyi kullanıyorlardı. Eğer bu evlilik, dönemin örfüne göre garipsenecek bir durum olsaydı, hiç şüphesiz Peygamber olduğunu söyleyen ve 53 yaşına gelen bu adam, dokuz yaşındaki bir çocukla evleniyor diyerek ayıplayacaklar, böylece onu kamu oyunda küçük düşürmeye çalışacaklardı. Ama müşriklerden bu konuda Hz. Peygamber’e hiçbir eleştiri gelmemiştir. Bu da söz konusu evliliğin, dönemin örfüne göre son derece normal olduğunu göstermektedir
Öneri Formu
Hadis Id, No:
12164, D002121
Hadis:
حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ حَرْبٍ وَأَبُو كَامِلٍ قَالاَ حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ
"تَزَوَّجَنِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَنَا بِنْتُ سَبْعٍ" - قَالَ سُلَيْمَانُ أَوْ سِتٍّ - "وَدَخَلَ بِى وَأَنَا بِنْتُ تِسْعٍ."
Tercemesi:
Bize Süleyman b. Harb ve Ebu Kamil, onlara Hammad b. Zeyd, ona Hişam b. Urve, ona babası, ona da Hz. Aişe (r.anha) şöyle demiştir:
"Rasulullah (sav) benimle evlendiği zaman yedi yaşımda" -ravi Süleyman veya altı yaşımda dedi- "idim. Dokuz yaşımda iken de benimle gerdeğe girdi."
Açıklama:
Hz. Aişe'nin evlilik yaşı ile ilgili bu rivayet, tartışılan bir konudur. Çocuk denecek kadar küçük bir yaşta bu evliliğin yapılmış olması, şüphesiz garipsenir. Bu konuda iki hususa dikkat çekmek istiyoruz:
1- Her şeyden önce Hz. Peygamber bu evliliği vahiy yoluyla gerçekleştirmiştir. Buhari, Müslim ve Tirmizî'de rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber'e arka arkaya üç gece rüyasında bir melek tarafından Hz. Aişe'nin resmi gösterilmiş ve "bu senin karın olacak" denmişti. Bilindiği üzere Peygamberlerin rüyaları da vahiy cümlesindendir. Nitekim Hz. Peygamber gördüğü rüya üzerine, "Eğer bu rüya Allah'tan ise bu iş mutlaka gerçekleşir" demişti. Buna göre Rasulullah'ın (safv) Hz. Aişe ile evliliğine Cenâb-ı Hak karar vermiş ve bunu da vahiy yoluyla kendisine bildirmişti. Vahyin bu evliliğe izin vermiş olması, ortada garipsenecek bir durumun olmadığını gösterir. Allah Teâlâ'nın henüz çocuk yaşında birinin evlenmesini emretmiş olması ihtimal dahilinde değildir.
2- Bilindiği üzere müşrikler, Hz. Peygamber’i aşağılamak ve gözden düşürmek için doğru-yanlış her vesileyi kullanıyorlardı. Eğer bu evlilik, dönemin örfüne göre garipsenecek bir durum olsaydı, hiç şüphesiz Peygamber olduğunu söyleyen ve 53 yaşına gelen bu adam, dokuz yaşındaki bir çocukla evleniyor diyerek ayıplayacaklar, böylece onu kamu oyunda küçük düşürmeye çalışacaklardı. Ama müşriklerden bu konuda Hz. Peygamber’e hiçbir eleştiri gelmemiştir. Bu da söz konusu evliliğin, dönemin örfüne göre son derece normal olduğunu göstermektedir
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Nikah 34, /492
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Münzir Hişam b. Urve el-Esedî (Hişam b. Urve b. Zübeyr b. Avvam)
4. Ebu İsmail Hammad b. Zeyd el-Ezdî (Hammad b. Zeyd b. Dirhem)
5. Ebu Eyyüb Süleyman b. Harb el-Vâşihî (Süleyman b. Harb b. Büceyl)
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe, Evliliği
KTB, NİKAH
Nikah, küçüklerin
Bana Abdullah b. Muhammed, ona Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Urve b. Zübeyir, ona Misver b. Mahreme ve Mervân, -biri diğerinin rivayetini tasdik ederek- şöyle demişlerdir:
Rasulullah (sav), Hudeybiye vakti yola çıktı ve bir süre gittikten sonra sahabilerine "Hâlid b. Velîd Kureyşli bir süvari müfrezesi ile öncü ve gözcü olarak Ganîm mevkiindedir. Şimdi siz yolun sağ tarafından gidin" buyurdu. Vallahi Peygamber'in (sav) ordusunun kaldırdığı kara tozu görene kadar Hâlid, Peygamber (sav) ile beraberindekilerin hareketini sezemedi. Hâlid, hemen hayvanını mahmuzlayarak, Kureyş'i uyarmak üzere süratle gitti. Peygamber (sav) de yürüyüp, Kureyş'in üzerine ineceği Seniyye mevkiine geldi. Hz. Peygamber'in bineği burada çöktü. İnsanlar “Kalk yürü, kalk yürü” dedilerse de deve çökmekte ısrar etti. Bu sefer insanlar “Kasvâ çöküp kaldı, Kasvâ çöküp kaldı” dediler. Bunun üzerine Peygamber (sav) "Kasvâ çöküp kalmaz. Onun çökme huyu da yoktur. Fakat vaktiyle fili (Mekke'ye girmekten) engelleyen Allah, şimdi Kasvâ'yı engelledi" buyurdu.
Bundan sonra Rasulullah "hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş'in, Allah'ın haremine hürmet barındıran (Mekke'de savaşmayı önleyecek) her talebini onlara vereceğim" buyurdu. Sonra Kasvâ'yı sürdü. Hayvan hemen sıçrayıp kalktı. Râvî der ki: Bu defa Rasulullah, Kureyş tarafından ayrılıp suyu az olan "Semed" kuyusu yolu üzerindeki Hudeybiye mevkiinin en sonunda konakladı. Çok geçmeden insanlar bu kuyunun suyunu çekerek bitirdiler. Sonra da Hz. Peygamber'e (sav) susuzluktan şikayet edildi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) mahfazasından bir ok çıkardı, sonra bu oku Semed kuyusuna atmalarını emretti. Vallahi o anda kuyunun suyu coşmağa başladı ve sahâbe oradan dönünceye kadar, onların susuzluğunu giderdi.
Rasulullah ile sahâbîleri bu halde iken, Budeyl b. Verkâ el-Huzâî, kendi kabilesi olan Huzaa'dan bir grup insan ile çıkageldi. Tihâme kabileleri arasında Huzaalılar, öteden beri Rasulullah'ın sırdaşı idiler. Budeyl Hz. Peygamber'e “ben ayrılıp buraya geldiğimde, Ka'b ibn Luey ile Âmir ibn Luey kabileleri, kadınları ve çocukları da yanlarında olduğu halde, Hudeybiye sularının en zengin kaynaklarında konaklamıştı. Bunlar muhakkak sizinle savaşacak ve sizin Kâbe'ye gitmenize engel olacaklar” dedi. Hz. Peygamber (sav) de şöyle buyurdu:
"Biz hiçbir kimse ile savaşmak için gelmedik. Biz sadece umre yapmak niyetiyle geldik. Muhakkak ki savaş, Kureyş'in maddî ve manevî kuvvetlerini zayıflatmış ve onları zarara uğratmıştır. Eğer Kureyş arzu ederse, aramızda bir müddet barış yaparım. Onlar da benimle diğer müşriklerin arasına girmemiş olurlar. Eğer ben Araplara galip olursam, Kureyş müşrikleri de insanların girdiği bu itaat yoluna girmek isterlerse girebilirler. Şayet galip gelemezsem, bu durumda müşrikler rahata ererler. Eğer kabul etmezlerse, hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, şu müdafaa ettiğim Müslümanlık uğrunda başım vücudumdan ayrılıncaya kadar onlarla savaşırım. Elbette Allah, vaadini yerine getirecektir."
Bunun üzerine Budeyl, Rasulullah'a “şimdi ben senin bu söylediklerini muhakkak Kureyş'e ileteceğim” dedi. Ravi der ki: Büdeyl yürüyüp Kureyş karargâhına vardı ve “şimdi ben şu adamın yanından geliyorum. Onu şöyle bir söz söylerken işittik. Eğer o sözleri sizlere iletmemizi isterseniz iletiriz” dedi. Kureyş'in beyinsizleri “senin bize ondan bir haber vermene ihtiyacımız yoktur” dediler. Fakat içlerinden öngörüsü olan biri “haydi, ondan işittiğin sözü aktar” dedi. Budeyl “ben Ondan şöyle şöyle sözleri söylerken işittim” diyerek, Peygamber'in (sav) söylediği sözleri birer birer anlattı.
Bunun üzerine Urve b. Mes'ûd ayağa kalktı ve “ey kavmim, siz benim babam yerinde değil misiniz?” diye sordu. Kureyşliler “evet” dediler. Urve “ben de sizin oğlunuz konumunda değil miyim?” dedi. Onlar yine “evet” dediler. Sonra Urve “beni herhangi bir şeyle ile itham ediyor musunuz?” diye sordu. Onlar “hayır” diye cevap verdiler. Urve “Ukâz halkını size toptan yardıma çağırdığımı ve onların bu yardımdan çekinmeleri üzerine kendim ailem, çocuklarım ve bana itaat edenlerle size yardıma koştuğumu biliyorsunuz değil mi?” dedi. Onlar “evet; biliriz” dediler. Daha sonra Urve “bu adam size hayır ve iyilik yolu gösteriyor. O yolu kabul edin ve müsaade edin, Ona gideyim” dedi. onlar da “haydi git”, dediler.
Urve, Peygamber'e (sav) geldi ve Onunla konuştu. Hz. Peygamber (sav) de Urve'ye, Budeyl'e söylediği sözlere benzer şeyler söyledi. Bunun üzerine Urve “Ey Muhammed, diyelim ki kavminin kökünü kazıdın, peki senden önce Araplar içinde kendi kavmini toptan yok eden bir kimse duydun mu? Ya da aksine Kureyş sana galip gelirse o zaman söyle bakalım ne olacak. Vallahi ben aranızda itibarlı kimseler görüyorum, aynı şekilde yine bir takım kabilelerden toplanmış karışık kimseler de görüyorum. Bunlar savaş sırasında kaçıp, seni yalnız bırakabilecek karakterdedir” dedi. Ebu Bekir Urve'ye karşılık verip “haydi sen git, Lât'ın dişilik organını yala! Biz mi savaştan kaçıp Rasulullah'ı yalnız bırakacağız” dedi. Urve “bu kimdir?” diye sordu. Sahâbîler “Ebu Bekir'dir” dediler. Urve “canım elinde olana yemin ederim ki, eğer üzerimde henüz daha ödeyemediğim bir iyiliğin olmasaydı, elbette ben de sana cevap verirdim” dedi.
Râvî der ki: Urve, Hz. Peygamber'le konuşmaya devam etti ve her konuştuğunda eliyle Peygamber'in sakalını tutuyordu. O sırada Mugîre b. Şu'be, başında miğfer ve yalın kılıç bir hâlde Hz. Peygamber'in başında dikiliyordu. Urve her ne zaman eliyle uzanıp Hz. Peygamber'in sakalını tutmaya yeltense Mugîre hemen kılıcının kınının ucuyla Urve'nin eline vuruyor ve Urve'ye “Rasulullah'ın sakalından elini çek” diyordu. Mugîre'nin bu hareketi üzerine Urve başını kaldırdı ve “bu da kimdir?” diye sordu. Sahâbîler “Mugîre b Şu'be'dir” dediler. Bunun üzerine Urve “Ey gaddar, ben hâlâ senin gadr ve hıyanetini ödemeye çalışmakla meşgul değil miyim?” dedi. Mugîre Cahiliye döneminde bazı kimselerle yol arkadaşlığı yapmış ve yolda bunları öldürüp mallarını almış, sonra Medine'ye gelip Müslüman olmuştu. Hz. peygamber (sav) "senin İslam'a girmeni kabul ederim ama bu mallardan hiç bir şey alacak değilim" buyurdu.
Sonra Urve, Hz. Peygamber'in sahâbîlerini iki gözü ile iyice süzmeye başladı ve şöyle dedi: “Vallahi Rasulullah'ın (sav) ağzından bir şey çıksa hemen sahâbîlerinden bir adamın avucuna düşüyor ve o adam bunu yüzüne ve bedenine sürüp ovalıyor. Onlara bir şey emredince, sahâbîleri derhâl emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar. Abdest aldığı zaman da abdest suyunun artanını almak için neredeyse birbirleriyle çarpışacaklar. Hz. Peygamber (sav) söz söylediği zaman, huzurundaki bütün sahâbîler seslerini kısyorlar. Ona hürmeten için yüzüne dikkatle bakamıyorlar” dedi. Ardından Kureyş'in yanına geldi ve gördüklerini şöyle aktardı:
“Ey kavmim! Vallahi ben vaktiyle birçok meliklerin huzuruna elçi olarak çıktım. Rum meliki Kayser'in, Fars meliki Kisrâ'nın, Habeş meliki Necâşî'nin huzuruna elçi olarak girdim. Vallahi hiçbir melikin adamlarını, Ashabın Muhammed'e (sav) gösterdiği hürmet kadar, hükümdarlarına hürmet ettiklerini görmedim. Muhammed'in ashabı, Onun tükürüğü ile bile teberrük ediyorlar (bereket umuyorlar). O bir şey emredince, ashabı derhâl emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar. O abdest aldığı zaman da, abdest suyunun fazlasını birbirlerinin üzerine yığılarak paylaşıyorlar. O söz söylediği zaman ashabı onun yanında seslerini kısıyorlar. Muhammed'in ashabı Ona hürmeten, yüzüne dikkatle bakmıyorlar. Şimdi Muhammed size güzel bir barış ve iyilik yolu sunuyor. Bunu kabul edin”
Bunun üzerine Kinâne oğullarından birisi Kureyş'e hitaben “müsaade edin bir de ben Muhammed'in yanına gideyim” dedi. Onlar da “Pekâlâ git” dediler. Bu zât, Peygamber'in ashabına doğru giderken, Rasulullah (sav) "bu gelen falanca kimsedir. Onun kabilesi hac ve umre kurbanlarına hürmet ederler. Kurbanlıkları bu zatın gözü önüne salıverin" buyurdu. Ashab kurbanlıkları onun geleceği yolun üzerine salıverdi ve insanlar onu telbiye getirerek karşıladılar. Bu kimse kurbanlıkları ve telbiye getiren insanları görünce “sübhânallah, bunları Kâbe'yi ziyaretten alıkoymak uygun değildir” dedi. Kureyş'in yanına döndüğünde de “ben bunların umre için kesecekleri işaretlenmiş, gerdanlık takılmış kurban develerini gördüm. Bunların Kâbe'yi ziyaretten alıkonmasını uygun görmem” dedi.
Sonra Kureyşliler arasından Mikraz b. Hafs isimli biri kalktı ve “bana müsaade edin de Muhammed'e (sav) bir de ben gideyim” dedi. Onlar da “haydi git” dediler. Mikraz ashaba doğru gelirken, Peygamber (sav) "şu gelen Mikraz'dir, gaddar bir kimsedir" buyurdu. Mikraz Peygamber (sav) ile konuşmağa başladı. Peygamber (sav) onunla konuşacağı sırada, Süheyl b. Amr çıkageldi. Ma'mer der ki: Bana Eyyûb, ona da İkrime'nin rivayet ettiğine göre Süheyl b. Amr gelince, Hz. Peygamber (sav) ashabına "işiniz kolaylaştı" buyurdu.
Ma'mer der ki: Zuhrî hadisinde şöyle dedi: Süheyl b. Amr gelince, Hz. Peygamber'e “Haydi getir (katibini da) aramızda bir barış antlaşması yaz” dedi. Bunun üzerine Peygamber yazı yazacak olan kâtibi (Ali b. Ebu Tâlibî) çağırdı ve "Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla (Bismilâhirrahmânirrahîm) yaz" buyurdu. Süheyl “Rahman ismine gelince, vallahi ben onun mahiyetini bilmiyorum. Fakat vaktiyle Senin de yazdırdığın gibi “Bismikellâhumme (Senin adınla ey Allah'ım) diye yaz” dedi Müslümanlar da bir ağızdan “Vallahi biz sadece Bismillâhirrahmânirrahîm yazarız” dediler. Hz. Peygamber (sav) "Haydi Bismikellâhumme yaz" buyurdu. Sonra da "bu, Muhammed Rasulullah'ın yaptığı antlaşma metnidir" diye yazmasını emretti. Süheyl “biz Senin Allah'ın Rasulü olduğunu kabullenseydik, Seni Kâbe'yi ziyaretten alıkoymaz ve Sana karşı savaşmazdık. Sen Muhammed b. Abdullah yaz” dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav) "Vallahi siz yalanlasanız da ben şüphesiz Allah'ın Rasulüyüm" buyurdu ve (Hz. Ali'ye) "Haydi Muhammed b. Abdullah yaz" diye emretti. Zuhrî der ki: Hz. Peygamber'in bu (gerek Besmele, gerekse Rasulullah kelimelerinin metinden çıkarılmasına razı olması) Onun önceden söylediği "Hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş'in, içinde Allah'ın haremine hürmet barındıran (Mekke'de savaşmayı önleyecek) her talebini onlara vereceğim" buyurmasından dolayıdır. Sonra Hz. Peygamber (sav) "Siz yolumuzdan çekileceksiniz, biz Kâbe'yi tavaf edeceğiz" buyurdu. Süheyl “Vallahi Arap milleti sizin güç kullanarak zorla Mekke'ye girdiğinizin dedikodusunu yapar. Ancak gelecek sene (Kâbe'yi tavaf edebilirsiniz)” dedi. (Hz. Ali bu şekilde) yazdı. Süheyl “bizden bir erkek gelir sana sığınırsa, senin dininden olsa bile, onu bize geri vereceksin” dedi. Müslümanlar “Subhânallah! müslüman olarak gelip sığınan kimse nasıl müşriklere geri verilir” dediler.
Tam bu sırada Süheyl b. Amr'ın oğlu Ebu Cendel, Mekke'nin aşağısındaki hapsedildiği yerden kaçmış bir şekilde, ayakları zincirli olarak seke seke çıkageldi ve kendisini Müslümanların arasına attı. Bunun üzerine Süheyl “ey Muhammed, imzalanacak antlaşmanın ilk maddesi gereğince bunu bana geri iade edeceksin” dedi. Hz. Peygamber (sav) "Biz antlaşma metnini yazmayı bitirip (imzalamadık)" buyurdu. Süheyl “vallahi o zaman ben de seninle asla antlaşma yapmam” dedi. Peygamber (sav) "Ebû Cendel'i bana bağışla" buyurdu. Süheyl “Ben onu sana bağışlamam” dedi. Peygamber (sav) "Hadi bunu benim hatırım için yap" buyurdu. Süheyl “asla yapmam” dedi. (Antlaşma da temsilci olarak bulunan) Mikraz “onu sana bağışladık” dedi. (ama imzaya yetkili olan Süheyl kabul etmedi.) Ebu Cendel “ey Müslümanlar topluluğu, Müslüman olarak geldiğim hâlde şimdi ben müşriklere geri mi veriliyorum? Benim karşılaştığım şu hâli görmüyor musunuz?” dedi. Gerçekten de Allah için çok ağır işkenceye maruz kalmıştı.
Ravi der ki: Ömer b. Hattâb şöyle demiştir: Bunun üzerine ben Peygamber'in yanına geldim ve “Sen gerçekten Allah Rasulü değil misin?” Peygamber (sav) "evet" buyurdu. Ben “biz hak üzerinde, düşmanlarımız ise bâtıl üzerinde bulunmuyorlar mı?” dedim. Peygamber (sav) "Evet, öyledir" buyurdu. Ben “O hâlde dinimiz hakkında bu aşağılık hâli niçin kabul ediyoruz? dedim. Peygamber (sav) "hiç şüphesiz ben Allah'ın Rasulü'yüm ve Allah 'a isyan etmiş de değilim. Allah benim yardımcımdır" buyurdu. Ben yine “vaktiyle Sen bize "Yakında Kâbe'ye varıp tavaf edeceğiz" diye haber vermedin mi?” dedim. Rasulullah (sav) "Ben sana, 'bu sene tavaf edeceğiz', diye mi haber verdim?" buyurdu. Ben de “hayır” dedim. Rasulullah (sav) "Muhakkak sen (yakın zamanda) Kâbe'ye varıp onu tavaf edeceksin" buyurdu.
Ömer der ki: Ben ardından Ebu Bekir'in yanına vardım ve “ey Ebu Bekir, Bu adam Allah'ın hak peygamberi değil midir?” dedim. Ebu Bekir de “evet, hak peygamberdir” dedi. Ben “biz Müslümanlar hak üzerinde, düşmanlarımız bâtıl üzerinde bulunmuyor mu?” dedim. O da “evet öyledir” dedi. Ben tekrar “öyle ise niçin biz dinimizi küçük düşürüyoruz?” dedim. Ebu Bekir “behey adam, Muhammed (sav) muhakkak Allah'ın Rasulü'dür. O, Rabbine asi değildir. Allah Onun yardımcısıdır. Sen hemen Onun emrine sarıl. Vallahi Muhammed hak üzeredir” dedi. Ben tekrar “O bize Medine'de "Kâbe'ye varacağız, tavaf edeceğiz" demedi mi?” diye sordum. Ebu Bekir “evet öyledir. Fakat sana "Bu sene varıp tavaf edersiniz" dedi mi?” dedi. Ben de “hayır”, dedim. Ebu Bekir “Sen muhakkak yakın bir zamanda Kâbe'ye varıp onu tavaf edeceksin” dedi. Zuhrî, Ömer'in “bu itirazlarımdan dolayı kefaret olarak sonra birçok iyi işler yapmışımdır” dediğini aktarmaktadır.
Râvî der ki: Rasulullah antlaşma metnini yazdırdıktan sonra "haydi artık kalkın, kurbanlarınızı kesip, başlarınızı tıraş edin" buyurdu. Râvî der ki: Hz. Peygamber (sav) üç kere tekrarladığı halde Vallahi ashaptan bir adam dahi olsun kalkmadı. Ashaptan hiçbirisi kalkmayınca, Rasulullah, Ümmü Seleme'nin yanına girdi ve ona insanların tavrını anlattı. Ümmü Seleme “ey Allah'ın Rasulü, sen bu emri yerine getirmek istiyorsan, çık, hiç bir kimseyle bir kelime konuşmadan kurbanlık develerini kes, sonra da berberini çağırıp tıraşını ol” dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav), Ümmü Seleme'nin yanından çıktı ve ashaptan hiç kimse konuşmadan kurbanın kesti ve berberini çağırıp tıraşını oldu. Ashap bunu görünce, üzüntüden neredeyse birbirlerini öldürecek olmalarına rağmen, hemen kalkarak kurbanlarını kestiler ve birbirlerini tıraş etmeye başladılar.
Sonra bazı mümin hanımlar geldi. Bunun üzerine Yüce Allah "Ey iman edenler! Mü'min kadınlar hicret ederek size geldiklerinde, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Siz de onların inanmış kimseler olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin. Ne onlar o kâfirlere helâldir, ne de o kâfirler onlara. Yalnız, müşrik kocalarının onlara vermiş oldukları mehirleri kendilerine iade edin. Mehirlerini verdiğiniz takdirde mü'min kadınları nikâhlamanızda hiçbir sakınca yoktur. Kâfir kadınları ise nikâhınızda tutmayın" (Mümtehine, ıo) ayetini indirdi. Bunun üzerine Ömer müşrik olan iki hanımını boşadı. Onlardan biri ile Muâviye b. Ebu Süfyân, diğeri ile de Safvân b. Ümeyye evlendi.
Sonra Peygamber (sav) Medine'ye döndü. Ardından Kureyş'ten bir adam olan Ebu Basîr, Müslüman olarak çıkageldi. Hemen arkasından müşrikler onu geri istemek üzere iki adam gönderdiler ve “bizimle imzaladığın antlaşma gereği (onu geri ver)” dediler. Peygamber(sav) de Ebu Basîr'i bu iki kişiye geri verdi. Bunlar Ebu Basîr ile yola çıktılar. Zulhuleyfe'ye vardıklarında azıkları olan hurmayı yemek üzere orada konakladılar. Ebu Basîr bu iki adamdan birine “ey Falanca, vallahi çok güzel bir kılıcın olduğunu görüyorum” dedi. O da kılıcı kınından çıkararak “evet, gerçekten çok iyi bir kılıç. ben onu defalarca denedim” dedi. Ebu Basîr de “müsâade et de bakayım“ dedi ve bir fırsatını bulup kılıcı aldı, ardından vurup onu öldürdü. Diğer adam da kaçarak Medine'ye geldi, koşarak mescide girdi. Hz. peygamber (sav) onu görünce "muhakkak bu adam bir korku görüp geçirmiş" buyurdu. Adam Hz. Peygamber'in yanına gelince “Vallahi sahibim öldürüldü. (engel olmazsanız) ben de öldürüleceğim” dedi. Bu sırada Ebu Basîr de geldi ve “Ey Allah'ın Peygamberi, vallahi Allah sana sözünü yerine getirtti. Beni müşriklere geri verdin. Sonra Allah beni onlardan kurtardı” dedi. Peygamber (sav) "Anası helak olası Ebu Basîr! Eğer yanında biri daha olsa, bu adam savaş ateşini harlayacak" buyurdu. Hz. Peygamber'in bu sözlerini işiten Ebu Basîr, kendisinin tekrar müşriklere iade edileceğini anladı ve oradan çıkıp deniz sahiline kadar kaçtı.
Râvî der ki: Süheyl'in oğlu Ebû Cendel de müşrikler arasından kaçarak Ebu Basîr'e katıldı. Müslümân olan herkes, Kureyş arasından ayrılarak Ebu Basîr'e katılmaya başladı. Nihayet Ebû Basîr'in etrafında bir topluluk oluştu. Vallahi bunlar, Şam'a giden bir Kureyş kervanını haber aldıklarında, hemen yolunu kesip, onları öldürerek mallarını alırlardı. Bunun üzerine Kureyş Peygamber'e (sav) elçi göndererek, Allah rızası ve akrabalık hatırını araya koydular ve Ebu Basîr ve arkadaşlarına haber iletip (bunu engellemesini istediler). “Bundan böyle Medine'ye kim giderse güvende olacaktır” diye bildirdiler. Peygamber (sav) de Ebu Basîr topluluğuna haber göndererek (Medine'ye gelebileceklerini bildirdi). Bunun üzerine Yüce Allah şu ayetleri indirmiştir:
"Sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke'nin ortasında onların elini sizden, sizin elinizi onlardan çeken de Odur. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir. Onlar inkâr eden ve sizi Mescid-i Haramdan, bekletilen kurbanlıkları da yerine ulaşmaktan alıkoyanlardır. Eğer orada tanımadığınız mü'min erkekler ve mü'min kadınlar bulunup da sizin bilmeden onları ezerek vicdan azabına uğrama ihtimaliniz olmasaydı, Allah savaş izni verirdi. Dilediklerini rahmetine eriştirmek için Allah sizin elinizi onlardan çektirdi. Onlar birbirinden ayırt edilseydi, kâfir olanlarını acı bir azaba uğratırdık. İnkâr edenler, cahiliyet taassubundan ibaret olan o hamiyeti kalplerine yerleştirdiklerinde, Allah da Peygamberine ve mü'minlere güven ve huzur indirdi ve takvâ sözüne tutunmalarını nasip etti ki, zaten onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi. Allah ise herşeyi hakkıyla bilir." (Fetih, 24-26)
Müşriklerin hamiyyetleri; Muhammed'in Allah'ın Peygamberi olduğunu kabul etmemeleri, bismillahirrahmâhirrahîm yazmayı reddetmeleri ve Müslümanların Kâbe'ye girişine engel olmalarıdır.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
280335, B002731-2
Hadis:
حَدَّثَنِى عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدٍ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ قَالَ أَخْبَرَنِى الزُّهْرِىُّ قَالَ أَخْبَرَنِى عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ عَنِ الْمِسْوَرِ بْنِ مَخْرَمَةَ وَمَرْوَانَ يُصَدِّقُ كُلُّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا حَدِيثَ صَاحِبِهِ قَالَ خَرَجَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم زَمَنَ الْحُدَيْبِيَةِ ، حَتَّى كَانُوا بِبَعْضِ الطَّرِيقِ قَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « إِنَّ خَالِدَ بْنَ الْوَلِيدِ بِالْغَمِيمِ فِى خَيْلٍ لِقُرَيْشٍ طَلِيعَةً فَخُذُوا ذَاتَ الْيَمِينِ » . فَوَاللَّهِ مَا شَعَرَ بِهِمْ خَالِدٌ حَتَّى إِذَا هُمْ بِقَتَرَةِ الْجَيْشِ ، فَانْطَلَقَ يَرْكُضُ نَذِيرًا لِقُرَيْشٍ ، وَسَارَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم حَتَّى إِذَا كَانَ بِالثَّنِيَّةِ الَّتِى يُهْبَطُ عَلَيْهِمْ مِنْهَا ، بَرَكَتْ بِهِ رَاحِلَتُهُ . فَقَالَ النَّاسُ حَلْ حَلْ . فَأَلَحَّتْ ، فَقَالُوا خَلأَتِ الْقَصْوَاءُ ، خَلأَتِ الْقَصْوَاءُ . فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « مَا خَلأَتِ الْقَصْوَاءُ ، وَمَا ذَاكَ لَهَا بِخُلُقٍ ، وَلَكِنْ حَبَسَهَا حَابِسُ الْفِيلِ ، ثُمَّ قَالَ وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ لاَ يَسْأَلُونِى خُطَّةً يُعَظِّمُونَ فِيهَا حُرُمَاتِ اللَّهِ إِلاَّ أَعْطَيْتُهُمْ إِيَّاهَا » . ثُمَّ زَجَرَهَا فَوَثَبَتْ ، قَالَ فَعَدَلَ عَنْهُمْ حَتَّى نَزَلَ بِأَقْصَى الْحُدَيْبِيَةِ ، عَلَى ثَمَدٍ قَلِيلِ الْمَاءِ يَتَبَرَّضُهُ النَّاسُ تَبَرُّضًا ، فَلَمْ يُلَبِّثْهُ النَّاسُ حَتَّى نَزَحُوهُ ، وَشُكِىَ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم الْعَطَشُ ، فَانْتَزَعَ سَهْمًا مِنْ كِنَانَتِهِ ، ثُمَّ أَمَرَهُمْ أَنْ يَجْعَلُوهُ فِيهِ ، فَوَاللَّهِ مَا زَالَ يَجِيشُ لَهُمْ بِالرِّىِّ حَتَّى صَدَرُوا عَنْهُ ، فَبَيْنَمَا هُمْ كَذَلِكَ ، إِذْ جَاءَ بُدَيْلُ بْنُ وَرْقَاءَ الْخُزَاعِىُّ فِى نَفَرٍ مِنْ قَوْمِهِ مِنْ خُزَاعَةَ ، وَكَانُوا عَيْبَةَ نُصْحِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ أَهْلِ تِهَامَةَ ، فَقَالَ إِنِّى تَرَكْتُ كَعْبَ بْنَ لُؤَىٍّ وَعَامِرَ بْنَ لُؤَىٍّ نَزَلُوا أَعْدَادَ مِيَاهِ الْحُدَيْبِيَةِ ، وَمَعَهُمُ الْعُوذُ الْمَطَافِيلُ ، وَهُمْ مُقَاتِلُوكَ وَصَادُّوكَ عَنِ الْبَيْتِ . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « إِنَّا لَمْ نَجِئْ لِقِتَالِ أَحَدٍ ، وَلَكِنَّا جِئْنَا مُعْتَمِرِينَ ، وَإِنَّ قُرَيْشًا قَدْ نَهِكَتْهُمُ الْحَرْبُ ، وَأَضَرَّتْ بِهِمْ ، فَإِنْ شَاءُوا مَادَدْتُهُمْ مُدَّةً ، وَيُخَلُّوا بَيْنِى وَبَيْنَ النَّاسِ ، فَإِنْ أَظْهَرْ فَإِنْ شَاءُوا أَنْ يَدْخُلُوا فِيمَا دَخَلَ فِيهِ النَّاسُ فَعَلُوا ، وَإِلاَّ فَقَدْ جَمُّوا ، وَإِنْ هُمْ أَبَوْا فَوَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ ، لأُقَاتِلَنَّهُمْ عَلَى أَمْرِى هَذَا حَتَّى تَنْفَرِدَ سَالِفَتِى ، وَلَيُنْفِذَنَّ اللَّهُ أَمْرَهُ » . فَقَالَ بُدَيْلٌ سَأُبَلِّغُهُمْ مَا تَقُولُ . قَالَ فَانْطَلَقَ حَتَّى أَتَى قُرَيْشًا قَالَ إِنَّا قَدْ جِئْنَاكُمْ مِنْ هَذَا الرَّجُلِ ، وَسَمِعْنَاهُ يَقُولُ قَوْلاً ، فَإِنْ شِئْتُمْ أَنْ نَعْرِضَهُ عَلَيْكُمْ فَعَلْنَا ، فَقَالَ سُفَهَاؤُهُمْ لاَ حَاجَةَ لَنَا أَنْ تُخْبِرَنَا عَنْهُ بِشَىْءٍ . وَقَالَ ذَوُو الرَّأْىِ مِنْهُمْ هَاتِ مَا سَمِعْتَهُ يَقُولُ . قَالَ سَمِعْتُهُ يَقُولُ كَذَا وَكَذَا ، فَحَدَّثَهُمْ بِمَا قَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم . فَقَامَ عُرْوَةُ بْنُ مَسْعُودٍ فَقَالَ أَىْ قَوْمِ أَلَسْتُمْ بِالْوَالِدِ قَالُوا بَلَى . قَالَ أَوَلَسْتُ بِالْوَلَدِ قَالُوا بَلَى . قَالَ فَهَلْ تَتَّهِمُونِى . قَالُوا لاَ . قَالَ أَلَسْتُمْ تَعْلَمُونَ أَنِّى اسْتَنْفَرْتُ أَهْلَ عُكَاظٍ ، فَلَمَّا بَلَّحُوا عَلَىَّ جِئْتُكُمْ بِأَهْلِى وَوَلَدِى وَمَنْ أَطَاعَنِى قَالُوا بَلَى . قَالَ فَإِنَّ هَذَا قَدْ عَرَضَ لَكُمْ خُطَّةَ رُشْدٍ ، اقْبَلُوهَا وَدَعُونِى آتِهِ . قَالُوا ائْتِهِ . فَأَتَاهُ فَجَعَلَ يُكَلِّمُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم نَحْوًا مِنْ قَوْلِهِ لِبُدَيْلٍ ، فَقَالَ عُرْوَةُ عِنْدَ ذَلِكَ أَىْ مُحَمَّدُ ، أَرَأَيْتَ إِنِ اسْتَأْصَلْتَ أَمْرَ قَوْمِكَ هَلْ سَمِعْتَ بِأَحَدٍ مِنَ الْعَرَبِ اجْتَاحَ أَهْلَهُ قَبْلَكَ وَإِنْ تَكُنِ الأُخْرَى ، فَإِنِّى وَاللَّهِ لأَرَى وُجُوهًا ، وَإِنِّى لأَرَى أَوْشَابًا مِنَ النَّاسِ خَلِيقًا أَنْ يَفِرُّوا وَيَدَعُوكَ . فَقَالَ لَهُ أَبُو بَكْرٍ امْصُصْ بَظْرَ اللاَّتِ ، أَنَحْنُ نَفِرُّ عَنْهُ وَنَدَعُهُ فَقَالَ مَنْ ذَا قَالُوا أَبُو بَكْرٍ . قَالَ أَمَا وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ لَوْلاَ يَدٌ كَانَتْ لَكَ عِنْدِى لَمْ أَجْزِكَ بِهَا لأَجَبْتُكَ . قَالَ وَجَعَلَ يُكَلِّمُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم فَكُلَّمَا تَكَلَّمَ أَخَذَ بِلِحْيَتِهِ ، وَالْمُغِيرَةُ بْنُ شُعْبَةَ قَائِمٌ عَلَى رَأْسِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم وَمَعَهُ السَّيْفُ وَعَلَيْهِ الْمِغْفَرُ ، فَكُلَّمَا أَهْوَى عُرْوَةُ بِيَدِهِ إِلَى لِحْيَةِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم ضَرَبَ يَدَهُ بِنَعْلِ السَّيْفِ ، وَقَالَ لَهُ أَخِّرْ يَدَكَ عَنْ لِحْيَةِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . فَرَفَعَ عُرْوَةُ رَأْسَهُ فَقَالَ مَنْ هَذَا قَالُوا الْمُغِيرَةُ بْنُ شُعْبَةَ . فَقَالَ أَىْ غُدَرُ ، أَلَسْتُ أَسْعَى فِى غَدْرَتِكَ وَكَانَ الْمُغِيرَةُ صَحِبَ قَوْمًا فِى الْجَاهِلِيَّةِ ، فَقَتَلَهُمْ ، وَأَخَذَ أَمْوَالَهُمْ ، ثُمَّ جَاءَ فَأَسْلَمَ فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « أَمَّا الإِسْلاَمَ فَأَقْبَلُ ، وَأَمَّا الْمَالَ فَلَسْتُ مِنْهُ فِى شَىْءٍ » . ثُمَّ إِنَّ عُرْوَةَ جَعَلَ يَرْمُقُ أَصْحَابَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم بِعَيْنَيْهِ . قَالَ فَوَاللَّهِ مَا تَنَخَّمَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم نُخَامَةً إِلاَّ وَقَعَتْ فِى كَفِّ رَجُلٍ مِنْهُمْ فَدَلَكَ بِهَا وَجْهَهُ وَجِلْدَهُ ، وَإِذَا أَمَرَهُمُ ابْتَدَرُوا أَمْرَهُ ، وَإِذَا تَوَضَّأَ كَادُوا يَقْتَتِلُونَ عَلَى وَضُوئِهِ ، وَإِذَا تَكَلَّمَ خَفَضُوا أَصْوَاتَهُمْ عِنْدَهُ ، وَمَا يُحِدُّونَ إِلَيْهِ النَّظَرَ تَعْظِيمًا لَهُ ، فَرَجَعَ عُرْوَةُ إِلَى أَصْحَابِهِ ، فَقَالَ أَىْ قَوْمِ ، وَاللَّهِ لَقَدْ وَفَدْتُ عَلَى الْمُلُوكِ ، وَوَفَدْتُ عَلَى قَيْصَرَ وَكِسْرَى وَالنَّجَاشِىِّ وَاللَّهِ إِنْ رَأَيْتُ مَلِكًا قَطُّ ، يُعَظِّمُهُ أَصْحَابُهُ مَا يُعَظِّمُ أَصْحَابُ مُحَمَّدٍ صلى الله عليه وسلم مُحَمَّدًا ، وَاللَّهِ إِنْ تَنَخَّمَ نُخَامَةً إِلاَّ وَقَعَتْ فِى كَفِّ رَجُلٍ مِنْهُمْ ، فَدَلَكَ بِهَا وَجْهَهُ وَجِلْدَهُ ، وَإِذَا أَمَرَهُمُ ابْتَدَرُوا أَمْرَهُ وَإِذَا تَوَضَّأَ كَادُوا يَقْتَتِلُونَ عَلَى وَضُوئِهِ ، وَإِذَا تَكَلَّمَ خَفَضُوا أَصْوَاتَهُمْ عِنْدَهُ ، وَمَا يُحِدُّونَ إِلَيْهِ النَّظَرَ تَعْظِيمًا لَهُ ، وَإِنَّهُ قَدْ عَرَضَ عَلَيْكُمْ خُطَّةَ رُشْدٍ ، فَاقْبَلُوهَا . فَقَالَ رَجُلٌ مِنْ بَنِى كِنَانَةَ دَعُونِى آتِهِ . فَقَالُوا ائْتِهِ . فَلَمَّا أَشْرَفَ عَلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم وَأَصْحَابِهِ ، قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « هَذَا فُلاَنٌ ، وَهْوَ مِنْ قَوْمٍ يُعَظِّمُونَ الْبُدْنَ فَابْعَثُوهَا لَهُ » . فَبُعِثَتْ لَهُ وَاسْتَقْبَلَهُ النَّاسُ يُلَبُّونَ ، فَلَمَّا رَأَى ذَلِكَ قَالَ سُبْحَانَ اللَّهِ مَا يَنْبَغِى لِهَؤُلاَءِ أَنْ يُصَدُّوا عَنِ الْبَيْتِ ، فَلَمَّا رَجَعَ إِلَى أَصْحَابِهِ قَالَ رَأَيْتُ الْبُدْنَ قَدْ قُلِّدَتْ وَأُشْعِرَتْ ، فَمَا أَرَى أَنْ يُصَدُّوا عَنِ الْبَيْتِ . فَقَامَ رَجُلٌ مِنْهُمْ يُقَالُ لَهُ مِكْرَزُ بْنُ حَفْصٍ . فَقَالَ دَعُونِى آتِهِ . فَقَالُوا ائْتِهِ . فَلَمَّا أَشْرَفَ عَلَيْهِمْ قَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « هَذَا مِكْرَزٌ وَهْوَ رَجُلٌ فَاجِرٌ » . فَجَعَلَ يُكَلِّمُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم ، فَبَيْنَمَا هُوَ يُكَلِّمُهُ إِذْ جَاءَ سُهَيْلُ بْنُ عَمْرٍو . قَالَ مَعْمَرٌ فَأَخْبَرَنِى أَيُّوبُ عَنْ عِكْرِمَةَ ، أَنَّهُ لَمَّا جَاءَ سُهَيْلُ بْنُ عَمْرٍو قَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « لَقَدْ سَهُلَ لَكُمْ مِنْ أَمْرِكُمْ » . قَالَ مَعْمَرٌ قَالَ الزُّهْرِىُّ فِى حَدِيثِهِ فَجَاءَ سُهَيْلُ بْنُ عَمْرٍو فَقَالَ هَاتِ ، اكْتُبْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ كِتَابًا ، فَدَعَا النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم الْكَاتِبَ ، فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ » . قَالَ سُهَيْلٌ أَمَّا الرَّحْمَنُ فَوَاللَّهِ مَا أَدْرِى مَا هُوَ وَلَكِنِ اكْتُبْ بِاسْمِكَ اللَّهُمَّ . كَمَا كُنْتَ تَكْتُبُ . فَقَالَ الْمُسْلِمُونَ وَاللَّهِ لاَ نَكْتُبُهَا إِلاَّ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ . فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « اكْتُبْ بِاسْمِكَ اللَّهُمَّ » . ثُمَّ قَالَ « هَذَا مَا قَاضَى عَلَيْهِ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ » . فَقَالَ سُهَيْلٌ وَاللَّهِ لَوْ كُنَّا نَعْلَمُ أَنَّكَ رَسُولُ اللَّهِ مَا صَدَدْنَاكَ عَنِ الْبَيْتِ وَلاَ قَاتَلْنَاكَ ، وَلَكِنِ اكْتُبْ مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ . فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « وَاللَّهِ إِنِّى لَرَسُولُ اللَّهِ وَإِنْ كَذَّبْتُمُونِى . اكْتُبْ مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ » . قَالَ الزُّهْرِىُّ وَذَلِكَ لِقَوْلِهِ « لاَ يَسْأَلُونِى خُطَّةً يُعَظِّمُونَ فِيهَا حُرُمَاتِ اللَّهِ إِلاَّ أَعْطَيْتُهُمْ إِيَّاهَا » . فَقَالَ لَهُ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « عَلَى أَنْ تُخَلُّوا بَيْنَنَا وَبَيْنَ الْبَيْتِ فَنَطُوفَ بِهِ » . فَقَالَ سُهَيْلٌ وَاللَّهِ لاَ تَتَحَدَّثُ الْعَرَبُ أَنَّا أُخِذْنَا ضُغْطَةً وَلَكِنْ ذَلِكَ مِنَ الْعَامِ الْمُقْبِلِ فَكَتَبَ . فَقَالَ سُهَيْلٌ وَعَلَى أَنَّهُ لاَ يَأْتِيكَ مِنَّا رَجُلٌ ، وَإِنْ كَانَ عَلَى دِينِكَ ، إِلاَّ رَدَدْتَهُ إِلَيْنَا . قَالَ الْمُسْلِمُونَ سُبْحَانَ اللَّهِ كَيْفَ يُرَدُّ إِلَى الْمُشْرِكِينَ وَقَدْ جَاءَ مُسْلِمًا فَبَيْنَمَا هُمْ كَذَلِكَ إِذْ دَخَلَ أَبُو جَنْدَلِ بْنُ سُهَيْلِ بْنِ عَمْرٍو يَرْسُفُ فِى قُيُودِهِ ، وَقَدْ خَرَجَ مِنْ أَسْفَلِ مَكَّةَ ، حَتَّى رَمَى بِنَفْسِهِ بَيْنَ أَظْهُرِ الْمُسْلِمِينَ . فَقَالَ سُهَيْلٌ هَذَا يَا مُحَمَّدُ أَوَّلُ مَا أُقَاضِيكَ عَلَيْهِ أَنْ تَرُدَّهُ إِلَىَّ . فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « إِنَّا لَمْ نَقْضِ الْكِتَابَ بَعْدُ » . قَالَ فَوَاللَّهِ إِذًا لَمْ أُصَالِحْكَ عَلَى شَىْءٍ أَبَدًا . قَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « فَأَجِزْهُ لِى » . قَالَ مَا أَنَا بِمُجِيزِهِ لَكَ . قَالَ « بَلَى ، فَافْعَلْ » . قَالَ مَا أَنَا بِفَاعِلٍ . قَالَ مِكْرَزٌ بَلْ قَدْ أَجَزْنَاهُ لَكَ . قَالَ أَبُو جَنْدَلٍ أَىْ مَعْشَرَ الْمُسْلِمِينَ ، أُرَدُّ إِلَى الْمُشْرِكِينَ وَقَدْ جِئْتُ مُسْلِمًا أَلاَ تَرَوْنَ مَا قَدْ لَقِيتُ وَكَانَ قَدْ عُذِّبَ عَذَابًا شَدِيدًا فِى اللَّهِ . قَالَ فَقَالَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ فَأَتَيْتُ نَبِىَّ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقُلْتُ أَلَسْتَ نَبِىَّ اللَّهِ حَقًّا قَالَ « بَلَى » . قُلْتُ أَلَسْنَا عَلَى الْحَقِّ وَعَدُوُّنَا عَلَى الْبَاطِلِ قَالَ « بَلَى » . قُلْتُ فَلِمَ نُعْطِى الدَّنِيَّةَ فِى دِينِنَا إِذًا قَالَ « إِنِّى رَسُولُ اللَّهِ ، وَلَسْتُ أَعْصِيهِ وَهْوَ نَاصِرِى » . قُلْتُ أَوَلَيْسَ كُنْتَ تُحَدِّثُنَا أَنَّا سَنَأْتِى الْبَيْتَ فَنَطُوفُ بِهِ قَالَ « بَلَى ، فَأَخْبَرْتُكَ أَنَّا نَأْتِيهِ الْعَامَ » . قَالَ قُلْتُ لاَ . قَالَ « فَإِنَّكَ آتِيهِ وَمُطَّوِّفٌ بِهِ » . قَالَ فَأَتَيْتُ أَبَا بَكْرٍ فَقُلْتُ يَا أَبَا بَكْرٍ ، أَلَيْسَ هَذَا نَبِىَّ اللَّهِ حَقًّا قَالَ بَلَى . قُلْتُ أَلَسْنَا عَلَى الْحَقِّ وَعَدُوُّنَا عَلَى الْبَاطِلِ قَالَ بَلَى . قُلْتُ فَلِمَ نُعْطِى الدَّنِيَّةَ فِى دِينِنَا إِذًا قَالَ أَيُّهَا الرَّجُلُ ، إِنَّهُ لَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَلَيْسَ يَعْصِى رَبَّهُ وَهْوَ نَاصِرُهُ ، فَاسْتَمْسِكْ بِغَرْزِهِ ، فَوَاللَّهِ إِنَّهُ عَلَى الْحَقِّ . قُلْتُ أَلَيْسَ كَانَ يُحَدِّثُنَا أَنَّا سَنَأْتِى الْبَيْتَ وَنَطُوفُ بِهِ قَالَ بَلَى ، أَفَأَخْبَرَكَ أَنَّكَ تَأْتِيهِ الْعَامَ قُلْتُ لاَ . قَالَ فَإِنَّكَ آتِيهِ وَمُطَّوِّفٌ بِهِ . قَالَ الزُّهْرِىِّ قَالَ عُمَرُ فَعَمِلْتُ لِذَلِكَ أَعْمَالاً . قَالَ فَلَمَّا فَرَغَ مِنْ قَضِيَّةِ الْكِتَابِ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لأَصْحَابِهِ « قُومُوا فَانْحَرُوا ، ثُمَّ احْلِقُوا » . قَالَ فَوَاللَّهِ مَا قَامَ مِنْهُمْ رَجُلٌ حَتَّى قَالَ ذَلِكَ ثَلاَثَ مَرَّاتٍ ، فَلَمَّا لَمْ يَقُمْ مِنْهُمْ أَحَدٌ دَخَلَ عَلَى أُمِّ سَلَمَةَ ، فَذَكَرَ لَهَا مَا لَقِىَ مِنَ النَّاسِ . فَقَالَتْ أُمُّ سَلَمَةَ يَا نَبِىَّ اللَّهِ ، أَتُحِبُّ ذَلِكَ اخْرُجْ ثُمَّ لاَ تُكَلِّمْ أَحَدًا مِنْهُمْ كَلِمَةً حَتَّى تَنْحَرَ بُدْنَكَ ، وَتَدْعُوَ حَالِقَكَ فَيَحْلِقَكَ . فَخَرَجَ فَلَمْ يُكَلِّمْ أَحَدًا مِنْهُمْ ، حَتَّى فَعَلَ ذَلِكَ نَحَرَ بُدْنَهُ ، وَدَعَا حَالِقَهُ فَحَلَقَهُ . فَلَمَّا رَأَوْا ذَلِكَ ، قَامُوا فَنَحَرُوا ، وَجَعَلَ بَعْضُهُمْ يَحْلِقُ بَعْضًا ، حَتَّى كَادَ بَعْضُهُمْ يَقْتُلُ بَعْضًا غَمًّا ، ثُمَّ جَاءَهُ نِسْوَةٌ مُؤْمِنَاتٌ فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَعَالَى ( يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا جَاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ فَامْتَحِنُوهُنَّ ) حَتَّى بَلَغَ ( بِعِصَمِ الْكَوَافِرِ ) فَطَلَّقَ عُمَرُ يَوْمَئِذٍ امْرَأَتَيْنِ كَانَتَا لَهُ فِى الشِّرْكِ ، فَتَزَوَّجَ إِحْدَاهُمَا مُعَاوِيَةُ بْنُ أَبِى سُفْيَانَ ، وَالأُخْرَى صَفْوَانُ بْنُ أُمَيَّةَ ، ثُمَّ رَجَعَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم إِلَى الْمَدِينَةِ ، فَجَاءَهُ أَبُو بَصِيرٍ - رَجُلٌ مِنْ قُرَيْشٍ - وَهْوَ مُسْلِمٌ فَأَرْسَلُوا فِى طَلَبِهِ رَجُلَيْنِ ، فَقَالُوا الْعَهْدَ الَّذِى جَعَلْتَ لَنَا . فَدَفَعَهُ إِلَى الرَّجُلَيْنِ ، فَخَرَجَا بِهِ حَتَّى بَلَغَا ذَا الْحُلَيْفَةِ ، فَنَزَلُوا يَأْكُلُونَ مِنْ تَمْرٍ لَهُمْ ، فَقَالَ أَبُو بَصِيرٍ لأَحَدِ الرَّجُلَيْنِ وَاللَّهِ إِنِّى لأَرَى سَيْفَكَ هَذَا يَا فُلاَنُ جَيِّدًا . فَاسْتَلَّهُ الآخَرُ فَقَالَ أَجَلْ ، وَاللَّهِ إِنَّهُ لَجَيِّدٌ ، لَقَدْ جَرَّبْتُ بِهِ ثُمَّ جَرَّبْتُ . فَقَالَ أَبُو بَصِيرٍ أَرِنِى أَنْظُرْ إِلَيْهِ ، فَأَمْكَنَهُ مِنْهُ ، فَضَرَبَهُ حَتَّى بَرَدَ ، وَفَرَّ الآخَرُ ، حَتَّى أَتَى الْمَدِينَةَ ، فَدَخَلَ الْمَسْجِدَ يَعْدُو . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حِينَ رَآهُ « لَقَدْ رَأَى هَذَا ذُعْرًا » . فَلَمَّا انْتَهَى إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ قُتِلَ وَاللَّهِ صَاحِبِى وَإِنِّى لَمَقْتُولٌ ، فَجَاءَ أَبُو بَصِيرٍ فَقَالَ يَا نَبِىَّ اللَّهِ ، قَدْ وَاللَّهِ أَوْفَى اللَّهُ ذِمَّتَكَ ، قَدْ رَدَدْتَنِى إِلَيْهِمْ ثُمَّ أَنْجَانِى اللَّهُ مِنْهُمْ . قَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « وَيْلُ أُمِّهِ مِسْعَرَ حَرْبٍ ، لَوْ كَانَ لَهُ أَحَدٌ » . فَلَمَّا سَمِعَ ذَلِكَ عَرَفَ أَنَّهُ سَيَرُدُّهُ إِلَيْهِمْ ، فَخَرَجَ حَتَّى أَتَى سِيفَ الْبَحْرِ . قَالَ وَيَنْفَلِتُ مِنْهُمْ أَبُو جَنْدَلِ بْنُ سُهَيْلٍ ، فَلَحِقَ بِأَبِى بَصِيرٍ ، فَجَعَلَ لاَ يَخْرُجُ مِنْ قُرَيْشٍ رَجُلٌ قَدْ أَسْلَمَ إِلاَّ لَحِقَ بِأَبِى بَصِيرٍ ، حَتَّى اجْتَمَعَتْ مِنْهُمْ عِصَابَةٌ ، فَوَاللَّهِ مَا يَسْمَعُونَ بِعِيرٍ خَرَجَتْ لِقُرَيْشٍ إِلَى الشَّأْمِ إِلاَّ اعْتَرَضُوا لَهَا ، فَقَتَلُوهُمْ ، وَأَخَذُوا أَمْوَالَهُمْ ، فَأَرْسَلَتْ قُرَيْشٌ إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم تُنَاشِدُهُ بِاللَّهِ وَالرَّحِمِ لَمَّا أَرْسَلَ ، فَمَنْ أَتَاهُ فَهْوَ آمِنٌ ، فَأَرْسَلَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم إِلَيْهِمْ ، فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَعَالَى ( وَهُوَ الَّذِى كَفَّ أَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ أَنْ أَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْ ) حَتَّى بَلَغَ ( الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ ) وَكَانَتْ حَمِيَّتُهُمْ أَنَّهُمْ لَمْ يُقِرُّوا أَنَّهُ نَبِىُّ اللَّهِ ، وَلَمْ يُقِرُّوا بِبِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ ، وَحَالُوا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْبَيْتِ .
Tercemesi:
Bana Abdullah b. Muhammed, ona Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Urve b. Zübeyir, ona Misver b. Mahreme ve Mervân, -biri diğerinin rivayetini tasdik ederek- şöyle demişlerdir:
Rasulullah (sav), Hudeybiye vakti yola çıktı ve bir süre gittikten sonra sahabilerine "Hâlid b. Velîd Kureyşli bir süvari müfrezesi ile öncü ve gözcü olarak Ganîm mevkiindedir. Şimdi siz yolun sağ tarafından gidin" buyurdu. Vallahi Peygamber'in (sav) ordusunun kaldırdığı kara tozu görene kadar Hâlid, Peygamber (sav) ile beraberindekilerin hareketini sezemedi. Hâlid, hemen hayvanını mahmuzlayarak, Kureyş'i uyarmak üzere süratle gitti. Peygamber (sav) de yürüyüp, Kureyş'in üzerine ineceği Seniyye mevkiine geldi. Hz. Peygamber'in bineği burada çöktü. İnsanlar “Kalk yürü, kalk yürü” dedilerse de deve çökmekte ısrar etti. Bu sefer insanlar “Kasvâ çöküp kaldı, Kasvâ çöküp kaldı” dediler. Bunun üzerine Peygamber (sav) "Kasvâ çöküp kalmaz. Onun çökme huyu da yoktur. Fakat vaktiyle fili (Mekke'ye girmekten) engelleyen Allah, şimdi Kasvâ'yı engelledi" buyurdu.
Bundan sonra Rasulullah "hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş'in, Allah'ın haremine hürmet barındıran (Mekke'de savaşmayı önleyecek) her talebini onlara vereceğim" buyurdu. Sonra Kasvâ'yı sürdü. Hayvan hemen sıçrayıp kalktı. Râvî der ki: Bu defa Rasulullah, Kureyş tarafından ayrılıp suyu az olan "Semed" kuyusu yolu üzerindeki Hudeybiye mevkiinin en sonunda konakladı. Çok geçmeden insanlar bu kuyunun suyunu çekerek bitirdiler. Sonra da Hz. Peygamber'e (sav) susuzluktan şikayet edildi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) mahfazasından bir ok çıkardı, sonra bu oku Semed kuyusuna atmalarını emretti. Vallahi o anda kuyunun suyu coşmağa başladı ve sahâbe oradan dönünceye kadar, onların susuzluğunu giderdi.
Rasulullah ile sahâbîleri bu halde iken, Budeyl b. Verkâ el-Huzâî, kendi kabilesi olan Huzaa'dan bir grup insan ile çıkageldi. Tihâme kabileleri arasında Huzaalılar, öteden beri Rasulullah'ın sırdaşı idiler. Budeyl Hz. Peygamber'e “ben ayrılıp buraya geldiğimde, Ka'b ibn Luey ile Âmir ibn Luey kabileleri, kadınları ve çocukları da yanlarında olduğu halde, Hudeybiye sularının en zengin kaynaklarında konaklamıştı. Bunlar muhakkak sizinle savaşacak ve sizin Kâbe'ye gitmenize engel olacaklar” dedi. Hz. Peygamber (sav) de şöyle buyurdu:
"Biz hiçbir kimse ile savaşmak için gelmedik. Biz sadece umre yapmak niyetiyle geldik. Muhakkak ki savaş, Kureyş'in maddî ve manevî kuvvetlerini zayıflatmış ve onları zarara uğratmıştır. Eğer Kureyş arzu ederse, aramızda bir müddet barış yaparım. Onlar da benimle diğer müşriklerin arasına girmemiş olurlar. Eğer ben Araplara galip olursam, Kureyş müşrikleri de insanların girdiği bu itaat yoluna girmek isterlerse girebilirler. Şayet galip gelemezsem, bu durumda müşrikler rahata ererler. Eğer kabul etmezlerse, hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, şu müdafaa ettiğim Müslümanlık uğrunda başım vücudumdan ayrılıncaya kadar onlarla savaşırım. Elbette Allah, vaadini yerine getirecektir."
Bunun üzerine Budeyl, Rasulullah'a “şimdi ben senin bu söylediklerini muhakkak Kureyş'e ileteceğim” dedi. Ravi der ki: Büdeyl yürüyüp Kureyş karargâhına vardı ve “şimdi ben şu adamın yanından geliyorum. Onu şöyle bir söz söylerken işittik. Eğer o sözleri sizlere iletmemizi isterseniz iletiriz” dedi. Kureyş'in beyinsizleri “senin bize ondan bir haber vermene ihtiyacımız yoktur” dediler. Fakat içlerinden öngörüsü olan biri “haydi, ondan işittiğin sözü aktar” dedi. Budeyl “ben Ondan şöyle şöyle sözleri söylerken işittim” diyerek, Peygamber'in (sav) söylediği sözleri birer birer anlattı.
Bunun üzerine Urve b. Mes'ûd ayağa kalktı ve “ey kavmim, siz benim babam yerinde değil misiniz?” diye sordu. Kureyşliler “evet” dediler. Urve “ben de sizin oğlunuz konumunda değil miyim?” dedi. Onlar yine “evet” dediler. Sonra Urve “beni herhangi bir şeyle ile itham ediyor musunuz?” diye sordu. Onlar “hayır” diye cevap verdiler. Urve “Ukâz halkını size toptan yardıma çağırdığımı ve onların bu yardımdan çekinmeleri üzerine kendim ailem, çocuklarım ve bana itaat edenlerle size yardıma koştuğumu biliyorsunuz değil mi?” dedi. Onlar “evet; biliriz” dediler. Daha sonra Urve “bu adam size hayır ve iyilik yolu gösteriyor. O yolu kabul edin ve müsaade edin, Ona gideyim” dedi. onlar da “haydi git”, dediler.
Urve, Peygamber'e (sav) geldi ve Onunla konuştu. Hz. Peygamber (sav) de Urve'ye, Budeyl'e söylediği sözlere benzer şeyler söyledi. Bunun üzerine Urve “Ey Muhammed, diyelim ki kavminin kökünü kazıdın, peki senden önce Araplar içinde kendi kavmini toptan yok eden bir kimse duydun mu? Ya da aksine Kureyş sana galip gelirse o zaman söyle bakalım ne olacak. Vallahi ben aranızda itibarlı kimseler görüyorum, aynı şekilde yine bir takım kabilelerden toplanmış karışık kimseler de görüyorum. Bunlar savaş sırasında kaçıp, seni yalnız bırakabilecek karakterdedir” dedi. Ebu Bekir Urve'ye karşılık verip “haydi sen git, Lât'ın dişilik organını yala! Biz mi savaştan kaçıp Rasulullah'ı yalnız bırakacağız” dedi. Urve “bu kimdir?” diye sordu. Sahâbîler “Ebu Bekir'dir” dediler. Urve “canım elinde olana yemin ederim ki, eğer üzerimde henüz daha ödeyemediğim bir iyiliğin olmasaydı, elbette ben de sana cevap verirdim” dedi.
Râvî der ki: Urve, Hz. Peygamber'le konuşmaya devam etti ve her konuştuğunda eliyle Peygamber'in sakalını tutuyordu. O sırada Mugîre b. Şu'be, başında miğfer ve yalın kılıç bir hâlde Hz. Peygamber'in başında dikiliyordu. Urve her ne zaman eliyle uzanıp Hz. Peygamber'in sakalını tutmaya yeltense Mugîre hemen kılıcının kınının ucuyla Urve'nin eline vuruyor ve Urve'ye “Rasulullah'ın sakalından elini çek” diyordu. Mugîre'nin bu hareketi üzerine Urve başını kaldırdı ve “bu da kimdir?” diye sordu. Sahâbîler “Mugîre b Şu'be'dir” dediler. Bunun üzerine Urve “Ey gaddar, ben hâlâ senin gadr ve hıyanetini ödemeye çalışmakla meşgul değil miyim?” dedi. Mugîre Cahiliye döneminde bazı kimselerle yol arkadaşlığı yapmış ve yolda bunları öldürüp mallarını almış, sonra Medine'ye gelip Müslüman olmuştu. Hz. peygamber (sav) "senin İslam'a girmeni kabul ederim ama bu mallardan hiç bir şey alacak değilim" buyurdu.
Sonra Urve, Hz. Peygamber'in sahâbîlerini iki gözü ile iyice süzmeye başladı ve şöyle dedi: “Vallahi Rasulullah'ın (sav) ağzından bir şey çıksa hemen sahâbîlerinden bir adamın avucuna düşüyor ve o adam bunu yüzüne ve bedenine sürüp ovalıyor. Onlara bir şey emredince, sahâbîleri derhâl emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar. Abdest aldığı zaman da abdest suyunun artanını almak için neredeyse birbirleriyle çarpışacaklar. Hz. Peygamber (sav) söz söylediği zaman, huzurundaki bütün sahâbîler seslerini kısyorlar. Ona hürmeten için yüzüne dikkatle bakamıyorlar” dedi. Ardından Kureyş'in yanına geldi ve gördüklerini şöyle aktardı:
“Ey kavmim! Vallahi ben vaktiyle birçok meliklerin huzuruna elçi olarak çıktım. Rum meliki Kayser'in, Fars meliki Kisrâ'nın, Habeş meliki Necâşî'nin huzuruna elçi olarak girdim. Vallahi hiçbir melikin adamlarını, Ashabın Muhammed'e (sav) gösterdiği hürmet kadar, hükümdarlarına hürmet ettiklerini görmedim. Muhammed'in ashabı, Onun tükürüğü ile bile teberrük ediyorlar (bereket umuyorlar). O bir şey emredince, ashabı derhâl emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar. O abdest aldığı zaman da, abdest suyunun fazlasını birbirlerinin üzerine yığılarak paylaşıyorlar. O söz söylediği zaman ashabı onun yanında seslerini kısıyorlar. Muhammed'in ashabı Ona hürmeten, yüzüne dikkatle bakmıyorlar. Şimdi Muhammed size güzel bir barış ve iyilik yolu sunuyor. Bunu kabul edin”
Bunun üzerine Kinâne oğullarından birisi Kureyş'e hitaben “müsaade edin bir de ben Muhammed'in yanına gideyim” dedi. Onlar da “Pekâlâ git” dediler. Bu zât, Peygamber'in ashabına doğru giderken, Rasulullah (sav) "bu gelen falanca kimsedir. Onun kabilesi hac ve umre kurbanlarına hürmet ederler. Kurbanlıkları bu zatın gözü önüne salıverin" buyurdu. Ashab kurbanlıkları onun geleceği yolun üzerine salıverdi ve insanlar onu telbiye getirerek karşıladılar. Bu kimse kurbanlıkları ve telbiye getiren insanları görünce “sübhânallah, bunları Kâbe'yi ziyaretten alıkoymak uygun değildir” dedi. Kureyş'in yanına döndüğünde de “ben bunların umre için kesecekleri işaretlenmiş, gerdanlık takılmış kurban develerini gördüm. Bunların Kâbe'yi ziyaretten alıkonmasını uygun görmem” dedi.
Sonra Kureyşliler arasından Mikraz b. Hafs isimli biri kalktı ve “bana müsaade edin de Muhammed'e (sav) bir de ben gideyim” dedi. Onlar da “haydi git” dediler. Mikraz ashaba doğru gelirken, Peygamber (sav) "şu gelen Mikraz'dir, gaddar bir kimsedir" buyurdu. Mikraz Peygamber (sav) ile konuşmağa başladı. Peygamber (sav) onunla konuşacağı sırada, Süheyl b. Amr çıkageldi. Ma'mer der ki: Bana Eyyûb, ona da İkrime'nin rivayet ettiğine göre Süheyl b. Amr gelince, Hz. Peygamber (sav) ashabına "işiniz kolaylaştı" buyurdu.
Ma'mer der ki: Zuhrî hadisinde şöyle dedi: Süheyl b. Amr gelince, Hz. Peygamber'e “Haydi getir (katibini da) aramızda bir barış antlaşması yaz” dedi. Bunun üzerine Peygamber yazı yazacak olan kâtibi (Ali b. Ebu Tâlibî) çağırdı ve "Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla (Bismilâhirrahmânirrahîm) yaz" buyurdu. Süheyl “Rahman ismine gelince, vallahi ben onun mahiyetini bilmiyorum. Fakat vaktiyle Senin de yazdırdığın gibi “Bismikellâhumme (Senin adınla ey Allah'ım) diye yaz” dedi Müslümanlar da bir ağızdan “Vallahi biz sadece Bismillâhirrahmânirrahîm yazarız” dediler. Hz. Peygamber (sav) "Haydi Bismikellâhumme yaz" buyurdu. Sonra da "bu, Muhammed Rasulullah'ın yaptığı antlaşma metnidir" diye yazmasını emretti. Süheyl “biz Senin Allah'ın Rasulü olduğunu kabullenseydik, Seni Kâbe'yi ziyaretten alıkoymaz ve Sana karşı savaşmazdık. Sen Muhammed b. Abdullah yaz” dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav) "Vallahi siz yalanlasanız da ben şüphesiz Allah'ın Rasulüyüm" buyurdu ve (Hz. Ali'ye) "Haydi Muhammed b. Abdullah yaz" diye emretti. Zuhrî der ki: Hz. Peygamber'in bu (gerek Besmele, gerekse Rasulullah kelimelerinin metinden çıkarılmasına razı olması) Onun önceden söylediği "Hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş'in, içinde Allah'ın haremine hürmet barındıran (Mekke'de savaşmayı önleyecek) her talebini onlara vereceğim" buyurmasından dolayıdır. Sonra Hz. Peygamber (sav) "Siz yolumuzdan çekileceksiniz, biz Kâbe'yi tavaf edeceğiz" buyurdu. Süheyl “Vallahi Arap milleti sizin güç kullanarak zorla Mekke'ye girdiğinizin dedikodusunu yapar. Ancak gelecek sene (Kâbe'yi tavaf edebilirsiniz)” dedi. (Hz. Ali bu şekilde) yazdı. Süheyl “bizden bir erkek gelir sana sığınırsa, senin dininden olsa bile, onu bize geri vereceksin” dedi. Müslümanlar “Subhânallah! müslüman olarak gelip sığınan kimse nasıl müşriklere geri verilir” dediler.
Tam bu sırada Süheyl b. Amr'ın oğlu Ebu Cendel, Mekke'nin aşağısındaki hapsedildiği yerden kaçmış bir şekilde, ayakları zincirli olarak seke seke çıkageldi ve kendisini Müslümanların arasına attı. Bunun üzerine Süheyl “ey Muhammed, imzalanacak antlaşmanın ilk maddesi gereğince bunu bana geri iade edeceksin” dedi. Hz. Peygamber (sav) "Biz antlaşma metnini yazmayı bitirip (imzalamadık)" buyurdu. Süheyl “vallahi o zaman ben de seninle asla antlaşma yapmam” dedi. Peygamber (sav) "Ebû Cendel'i bana bağışla" buyurdu. Süheyl “Ben onu sana bağışlamam” dedi. Peygamber (sav) "Hadi bunu benim hatırım için yap" buyurdu. Süheyl “asla yapmam” dedi. (Antlaşma da temsilci olarak bulunan) Mikraz “onu sana bağışladık” dedi. (ama imzaya yetkili olan Süheyl kabul etmedi.) Ebu Cendel “ey Müslümanlar topluluğu, Müslüman olarak geldiğim hâlde şimdi ben müşriklere geri mi veriliyorum? Benim karşılaştığım şu hâli görmüyor musunuz?” dedi. Gerçekten de Allah için çok ağır işkenceye maruz kalmıştı.
Ravi der ki: Ömer b. Hattâb şöyle demiştir: Bunun üzerine ben Peygamber'in yanına geldim ve “Sen gerçekten Allah Rasulü değil misin?” Peygamber (sav) "evet" buyurdu. Ben “biz hak üzerinde, düşmanlarımız ise bâtıl üzerinde bulunmuyorlar mı?” dedim. Peygamber (sav) "Evet, öyledir" buyurdu. Ben “O hâlde dinimiz hakkında bu aşağılık hâli niçin kabul ediyoruz? dedim. Peygamber (sav) "hiç şüphesiz ben Allah'ın Rasulü'yüm ve Allah 'a isyan etmiş de değilim. Allah benim yardımcımdır" buyurdu. Ben yine “vaktiyle Sen bize "Yakında Kâbe'ye varıp tavaf edeceğiz" diye haber vermedin mi?” dedim. Rasulullah (sav) "Ben sana, 'bu sene tavaf edeceğiz', diye mi haber verdim?" buyurdu. Ben de “hayır” dedim. Rasulullah (sav) "Muhakkak sen (yakın zamanda) Kâbe'ye varıp onu tavaf edeceksin" buyurdu.
Ömer der ki: Ben ardından Ebu Bekir'in yanına vardım ve “ey Ebu Bekir, Bu adam Allah'ın hak peygamberi değil midir?” dedim. Ebu Bekir de “evet, hak peygamberdir” dedi. Ben “biz Müslümanlar hak üzerinde, düşmanlarımız bâtıl üzerinde bulunmuyor mu?” dedim. O da “evet öyledir” dedi. Ben tekrar “öyle ise niçin biz dinimizi küçük düşürüyoruz?” dedim. Ebu Bekir “behey adam, Muhammed (sav) muhakkak Allah'ın Rasulü'dür. O, Rabbine asi değildir. Allah Onun yardımcısıdır. Sen hemen Onun emrine sarıl. Vallahi Muhammed hak üzeredir” dedi. Ben tekrar “O bize Medine'de "Kâbe'ye varacağız, tavaf edeceğiz" demedi mi?” diye sordum. Ebu Bekir “evet öyledir. Fakat sana "Bu sene varıp tavaf edersiniz" dedi mi?” dedi. Ben de “hayır”, dedim. Ebu Bekir “Sen muhakkak yakın bir zamanda Kâbe'ye varıp onu tavaf edeceksin” dedi. Zuhrî, Ömer'in “bu itirazlarımdan dolayı kefaret olarak sonra birçok iyi işler yapmışımdır” dediğini aktarmaktadır.
Râvî der ki: Rasulullah antlaşma metnini yazdırdıktan sonra "haydi artık kalkın, kurbanlarınızı kesip, başlarınızı tıraş edin" buyurdu. Râvî der ki: Hz. Peygamber (sav) üç kere tekrarladığı halde Vallahi ashaptan bir adam dahi olsun kalkmadı. Ashaptan hiçbirisi kalkmayınca, Rasulullah, Ümmü Seleme'nin yanına girdi ve ona insanların tavrını anlattı. Ümmü Seleme “ey Allah'ın Rasulü, sen bu emri yerine getirmek istiyorsan, çık, hiç bir kimseyle bir kelime konuşmadan kurbanlık develerini kes, sonra da berberini çağırıp tıraşını ol” dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav), Ümmü Seleme'nin yanından çıktı ve ashaptan hiç kimse konuşmadan kurbanın kesti ve berberini çağırıp tıraşını oldu. Ashap bunu görünce, üzüntüden neredeyse birbirlerini öldürecek olmalarına rağmen, hemen kalkarak kurbanlarını kestiler ve birbirlerini tıraş etmeye başladılar.
Sonra bazı mümin hanımlar geldi. Bunun üzerine Yüce Allah "Ey iman edenler! Mü'min kadınlar hicret ederek size geldiklerinde, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Siz de onların inanmış kimseler olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin. Ne onlar o kâfirlere helâldir, ne de o kâfirler onlara. Yalnız, müşrik kocalarının onlara vermiş oldukları mehirleri kendilerine iade edin. Mehirlerini verdiğiniz takdirde mü'min kadınları nikâhlamanızda hiçbir sakınca yoktur. Kâfir kadınları ise nikâhınızda tutmayın" (Mümtehine, ıo) ayetini indirdi. Bunun üzerine Ömer müşrik olan iki hanımını boşadı. Onlardan biri ile Muâviye b. Ebu Süfyân, diğeri ile de Safvân b. Ümeyye evlendi.
Sonra Peygamber (sav) Medine'ye döndü. Ardından Kureyş'ten bir adam olan Ebu Basîr, Müslüman olarak çıkageldi. Hemen arkasından müşrikler onu geri istemek üzere iki adam gönderdiler ve “bizimle imzaladığın antlaşma gereği (onu geri ver)” dediler. Peygamber(sav) de Ebu Basîr'i bu iki kişiye geri verdi. Bunlar Ebu Basîr ile yola çıktılar. Zulhuleyfe'ye vardıklarında azıkları olan hurmayı yemek üzere orada konakladılar. Ebu Basîr bu iki adamdan birine “ey Falanca, vallahi çok güzel bir kılıcın olduğunu görüyorum” dedi. O da kılıcı kınından çıkararak “evet, gerçekten çok iyi bir kılıç. ben onu defalarca denedim” dedi. Ebu Basîr de “müsâade et de bakayım“ dedi ve bir fırsatını bulup kılıcı aldı, ardından vurup onu öldürdü. Diğer adam da kaçarak Medine'ye geldi, koşarak mescide girdi. Hz. peygamber (sav) onu görünce "muhakkak bu adam bir korku görüp geçirmiş" buyurdu. Adam Hz. Peygamber'in yanına gelince “Vallahi sahibim öldürüldü. (engel olmazsanız) ben de öldürüleceğim” dedi. Bu sırada Ebu Basîr de geldi ve “Ey Allah'ın Peygamberi, vallahi Allah sana sözünü yerine getirtti. Beni müşriklere geri verdin. Sonra Allah beni onlardan kurtardı” dedi. Peygamber (sav) "Anası helak olası Ebu Basîr! Eğer yanında biri daha olsa, bu adam savaş ateşini harlayacak" buyurdu. Hz. Peygamber'in bu sözlerini işiten Ebu Basîr, kendisinin tekrar müşriklere iade edileceğini anladı ve oradan çıkıp deniz sahiline kadar kaçtı.
Râvî der ki: Süheyl'in oğlu Ebû Cendel de müşrikler arasından kaçarak Ebu Basîr'e katıldı. Müslümân olan herkes, Kureyş arasından ayrılarak Ebu Basîr'e katılmaya başladı. Nihayet Ebû Basîr'in etrafında bir topluluk oluştu. Vallahi bunlar, Şam'a giden bir Kureyş kervanını haber aldıklarında, hemen yolunu kesip, onları öldürerek mallarını alırlardı. Bunun üzerine Kureyş Peygamber'e (sav) elçi göndererek, Allah rızası ve akrabalık hatırını araya koydular ve Ebu Basîr ve arkadaşlarına haber iletip (bunu engellemesini istediler). “Bundan böyle Medine'ye kim giderse güvende olacaktır” diye bildirdiler. Peygamber (sav) de Ebu Basîr topluluğuna haber göndererek (Medine'ye gelebileceklerini bildirdi). Bunun üzerine Yüce Allah şu ayetleri indirmiştir:
"Sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke'nin ortasında onların elini sizden, sizin elinizi onlardan çeken de Odur. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir. Onlar inkâr eden ve sizi Mescid-i Haramdan, bekletilen kurbanlıkları da yerine ulaşmaktan alıkoyanlardır. Eğer orada tanımadığınız mü'min erkekler ve mü'min kadınlar bulunup da sizin bilmeden onları ezerek vicdan azabına uğrama ihtimaliniz olmasaydı, Allah savaş izni verirdi. Dilediklerini rahmetine eriştirmek için Allah sizin elinizi onlardan çektirdi. Onlar birbirinden ayırt edilseydi, kâfir olanlarını acı bir azaba uğratırdık. İnkâr edenler, cahiliyet taassubundan ibaret olan o hamiyeti kalplerine yerleştirdiklerinde, Allah da Peygamberine ve mü'minlere güven ve huzur indirdi ve takvâ sözüne tutunmalarını nasip etti ki, zaten onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi. Allah ise herşeyi hakkıyla bilir." (Fetih, 24-26)
Müşriklerin hamiyyetleri; Muhammed'in Allah'ın Peygamberi olduğunu kabul etmemeleri, bismillahirrahmâhirrahîm yazmayı reddetmeleri ve Müslümanların Kâbe'ye girişine engel olmalarıdır.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Şurût 15, 1/737
Senetler:
1. Ebu Abdulmelik Mervan b. Hakem el-Kuraşi (Mervan b. Hakem b. Ebu As b. Ümeyye)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Urve Mamer b. Raşid el-Ezdî (Mamer b. Râşid)
5. ُEbu Bekir Abdürrezzak b. Hemmam (Abdürrezzak b. Hemmam b. Nafi)
6. Ebu Cafer Abdullah b. Muhammed el-Cu'fî (Abdullah b. Muhammed b. Abdullah)
Konular:
HZ.PEYGAMBER'İN SAYGINLIĞI
KTB, NİKAH
KTB, TEBERRÜK
Nikah, müşrikle
Siyer, Hudeybiye Anlaşması
Siyer, Hudeybiye Günü
Öneri Formu
Hadis Id, No:
946, M000387
Hadis:
حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ يَحْيَى أَخْبَرَنَا هُشَيْمٌ عَنْ صَالِحِ بْنِ صَالِحٍ الْهَمْدَانِىِّ عَنِ الشَّعْبِىِّ قَالَ رَأَيْتُ رَجُلاً مِنْ أَهْلِ خُرَاسَانَ سَأَلَ الشَّعْبِىَّ فَقَالَ يَا أَبَا عَمْرٍو إِنَّ مَنْ قِبَلَنَا مِنْ أَهْلِ خُرَاسَانَ يَقُولُونَ فِى الرَّجُلِ إِذَا أَعْتَقَ أَمَتَهُ ثُمَّ تَزَوَّجَهَا فَهُوَ كَالرَّاكِبِ بَدَنَتَهُ. فَقَالَ الشَّعْبِىُّ حَدَّثَنِى أَبُو بُرْدَةَ بْنُ أَبِى مُوسَى عَنْ أَبِيهِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ
"ثَلاَثَةٌ يُؤْتَوْنَ أَجْرَهُمْ مَرَّتَيْنِ رَجُلٌ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ آمَنَ بِنَبِيِّهِ وَأَدْرَكَ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم فَآمَنَ بِهِ وَاتَّبَعَهُ وَصَدَّقَهُ فَلَهُ أَجْرَانِ وَعَبْدٌ مَمْلُوكٌ أَدَّى حَقَّ اللَّهِ تَعَالَى وَحَقَّ سَيِّدِهِ فَلَهُ أَجْرَانِ وَرَجُلٌ كَانَتْ لَهُ أَمَةٌ فَغَذَاهَا فَأَحْسَنَ غِذَاءَهَا ثُمَّ أَدَّبَهَا فَأَحْسَنَ أَدَبَهَا ثُمَّ أَعْتَقَهَا وَتَزَوَّجَهَا فَلَهُ أَجْرَانِ."
[ثُمَّ قَالَ الشَّعْبِىُّ لِلْخُرَاسَانِىِّ خُذْ هَذَا الْحَدِيثَ بِغَيْرِ شَىْءٍ. فَقَدْ كَانَ الرَّجُلُ يَرْحَلُ فِيمَا دُونَ هَذَا إِلَى الْمَدِينَةِ.]
Tercemesi:
Bize Yahya b. Yahya, ona Hüşeym, ona Salih b. Salih el-Hemdânî, ona Şa'bî şöyle rivayet etmiştir: Horasan bölgesinden bir adam görmüştüm. Şa'bî'ye şöyle bir soru sormuştu: Ey Ebu Amr! Horasan taraflarında insanlar cariyesini azat edip onunla evlenen kişi hakkında bu adam kurbanlık devesine binen gibidir diyorlar. Bu konuda ne dersin? Şa'bî şöyle dedi: Baba Ebu Bürde b. Ebu Musa babasından rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
"Üç kişinin sevabı iki kez verilir: Ehl-i kitaptan olup kendi peygamberine iman edip sonra Hz. Muhammed'e (sav) erişen ve ona da iman ederek tabi olan ve onu tasdik eden kişinin; Allah'ın ve sahibinin hakkını yerine getiren kölenin ve bir cariyesi olup onu güzelce besleyen, edeplendiren sonra azat edip onunla evlenen kişinin."
[Şa'bî bu hadisi naklettikten sonra Horasanlı adama; bu konuda bu hadisi al, başka bir şey gerekmez dedi. Vaktinde bir adam bundan daha basit bir konu için Medine'ye kadar seyahat etmişti.]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, İmân 387, /82
Senetler:
()
Konular:
Köle, Cariye, azadı, insan hürriyeti
Köle, cariyelere iyi davranmak
Köle, kölelik, cariyelik hukuku.
KTB, NİKAH
Nikah, kölenin
Öneri Formu
Hadis Id, No:
270518, D002098-2
Hadis:
حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ يُونُسَ وَعَبْدُ اللَّهِ بْنُ مَسْلَمَةَ قَالاَ أَخْبَرَنَا مَالِكٌ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ الْفَضْلِ عَنْ نَافِعِ بْنِ جُبَيْرٍ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
"الأَيِّمُ أَحَقُّ بِنَفْسِهَا مِنْ وَلِيِّهَا وَالْبِكْرُ تُسْتَأْذَنُ فِى نَفْسِهَا وَإِذْنُهَا صُمَاتُهَا."
[وَهَذَا لَفْظُ الْقَعْنَبِىِّ.]
Tercemesi:
Bize Ahmed b. Yunus ve Abdullah b. Mesleme, onlara Malik, ona Abdullah b. el-Fadl, ona Nafi' b. Cübeyr, ona da İbn Abbas (ra) Rasulullah'ın (sav) buyurduğunu haber vermiştir:
"Dul kadın, kendisini evlendirme kararını vermeye velisinden daha layıktır. Bekâr kızın ise izni alınır, onun izni de susmasıdır."
[Bu rivayet, el-Ka'neb'in lafızlarıdır.]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Nikah 26, /486
Senetler:
1. İbn Abbas Abdullah b. Abbas el-Kuraşî (Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
2. Ebu Muhammed Nafi' b. Cübeyr en-Nevfelî (Nafi' b. Cübeyr b. Mut'im b. Adî b. Nevfel)
3. Abdullah b. Fadl el-Kuraşi (Abdullah b. Fadl b. Abbas b. Rabî'a b. Haris)
4. Ebu Abdullah Malik b. Enes el-Esbahî (Malik b. Enes b. Malik b. Ebu Amir)
5. Ebu Abdullah Ahmed b. Yunus et-Temimî (Ahmed b. Abdullah b. Yunus b. Abdullah b. Kays)
Konular:
Evlilik, dul ve bekarın
Evlilik, evlilik için bakirenin izni, rızası
Evlilik, evlilikte dul kadının rızası
KTB, NİKAH
Nikah, velinin evlendirmesi
Öneri Formu
Hadis Id, No:
33993, D004933
Hadis:
حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ إِسْمَاعِيلَ حَدَّثَنَا حَمَّادٌ ح
وَحَدَّثَنَا بِشْرُ بْنُ خَالِدٍ حَدَّثَنَا أَبُو أُسَامَةَ قَالاَ حَدَّثَنَا هِشَامُ بْنُ عُرْوَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ
"إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم تَزَوَّجَنِى وَأَنَا بِنْتُ سَبْعِ سِنِينَ فَلَمَّا قَدِمْنَا الْمَدِينَةَ أَتَيْنَ نِسْوَةٌ" - وَقَالَ بِشْرٌ فَأَتَتْنِى أُمُّ رُومَانَ - "وَأَنَا عَلَى أُرْجُوحَةٍ فَذَهَبْنَ بِى وَهَيَّأْنَنِى وَصَنَعْنَنِى فَأُتِىَ بِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَبَنَى بِى وَأَنَا ابْنَةُ تِسْعٍ فَوَقَفَتْ بِى عَلَى الْبَابِ فَقُلْتُ هِيهْ هِيهْ."
[قَالَ أَبُو دَاوُدَ أَىْ تَنَفَّسَتْ - فَأُدْخِلْتُ بَيْتًا فَإِذَا فِيهِ نِسْوَةٌ مِنَ الأَنْصَارِ فَقُلْنَ عَلَى الْخَيْرِ وَالْبَرَكَةِ. دَخَلَ حَدِيثُ أَحَدِهِمَا فِى الآخَرِ.]
Tercemesi:
Bize Musa b. İsmail, ona Hammad; (T)
Bize Bişr b. Halid, ona Ebu Üsame, ona Hişam b. Urve, ona babası (Urve) ona Hz. Aişe şöyle söylemiştir:
"Ben yedi yaşımda iken Rasulullah (sav) benimle evlendi. Medine'ye geldiğimiz zaman kadınlar geldiler." -Ravi Bişr dedi ki, bana (annem) Ümmü Rûman geldi.- "Ben salıncak üzerinde idim. Kadınlar beni alıp götürdü. Saçımı yıkayıp taradılar, beni süslediler ve Rasulullah'a (sav) getirdiler. Benimle zifafa girdi. Ben o sırada dokuz yaşında idim. Ümmü Rûman (annem) (kadınlara teslim etmeden önce) beni kapının yanında durdurdu. (Salıncağa bine bine yorulduğumdan) hih, hih (diyerek zorla nefes alıyordum.)"
[Ebû Davud, hih, hih sözünün nefes aldı anlamına geldiğini söyledi. Derken ben bir eve sokuldum. Orada Ensar'dan kadınlar vardı ve bana hayırlı mübarek olsun dediler. Bu rivayette hadisin biri diğerine karışmıştır.]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Edeb 63, /1120
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Münzir Hişam b. Urve el-Esedî (Hişam b. Urve b. Zübeyr b. Avvam)
4. Ebu Seleme Hammad b. Seleme el-Basrî (Hammad b. Seleme b. Dînar)
5. Ebu Seleme Musa b. İsmail et-Tebûzeki (Musa b. İsmail)
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe, Evliliği
KTB, NİKAH
Nikah, küçüklerin
Öneri Formu
Hadis Id, No:
270543, D002121-2
Hadis:
حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ حَرْبٍ وَأَبُو كَامِلٍ قَالاَ حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ
"تَزَوَّجَنِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَنَا بِنْتُ سَبْعٍ" - قَالَ سُلَيْمَانُ أَوْ سِتٍّ - "وَدَخَلَ بِى وَأَنَا بِنْتُ تِسْعٍ."
Tercemesi:
Bize Süleyman b. Harb ve Ebu Kamil, onlara Hammad b. Zeyd, ona Hişam b. Urve, ona babası, ona da Hz. Aişe (r.anha) şöyle demiştir:
"Rasulullah (sav) benimle evlendiği zaman yedi yaşımda" -ravi Süleyman veya altı yaşımda dedi- "idim. Dokuz yaşımda iken de benimle gerdeğe girdi."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Nikah 34, /492
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Münzir Hişam b. Urve el-Esedî (Hişam b. Urve b. Zübeyr b. Avvam)
4. Ebu İsmail Hammad b. Zeyd el-Ezdî (Hammad b. Zeyd b. Dirhem)
5. Ebu Kamil Fudayl b. Hüseyin el-Cahderî (Fudayl b. Hüseyin b. Talha)
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe, Evliliği
KTB, NİKAH
Nikah, küçüklerin
Öneri Formu
Hadis Id, No:
270521, D002103-2
Hadis:
حَدَّثَنَا الْحَسَنُ بْنُ عَلِىٍّ وَمُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى - الْمَعْنَى - قَالاَ حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ هَارُونَ أَخْبَرَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ يَزِيدَ بْنِ مِقْسَمٍ الثَّقَفِىُّ - مِنْ أَهْلِ الطَّائِفِ - حَدَّثَتْنِى سَارَّةُ بِنْتُ مِقْسَمٍ أَنَّهَا سَمِعَتْ مَيْمُونَةَ بِنْتَ كَرْدَمٍ قَالَتْ خَرَجْتُ مَعَ أَبِى فِى حَجَّةِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَرَأَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَدَنَا إِلَيْهِ أَبِى وَهُوَ عَلَى نَاقَةٍ لَهُ فَوَقَفَ لَهُ وَاسْتَمَعَ مِنْهُ وَمَعَهُ دِرَّةٌ كَدِرَّةِ الْكُتَّابِ فَسَمِعْتُ الأَعْرَابَ وَالنَّاسَ وَهُمْ يَقُولُونَ الطَّبْطَبِيَّةَ الطَّبْطَبِيَّةَ الطَّبْطَبِيَّةَ فَدَنَا إِلَيْهِ أَبِى فَأَخَذَ بِقَدَمِهِ فَأَقَرَّ لَهُ وَوَقَفَ عَلَيْهِ وَاسْتَمَعَ مِنْهُ فَقَالَ إِنِّى حَضَرْتُ جَيْشَ عِثْرَانَ - قَالَ ابْنُ الْمُثَنَّى جَيْشَ غِثْرَانَ - فَقَالَ طَارِقُ بْنُ الْمُرَقَّعِ مَنْ يُعْطِينِى رُمْحًا بِثَوَابِهِ قُلْتُ وَمَا ثَوَابُهُ قَالَ أُزَوِّجُهُ أَوَّلَ بِنْتٍ تَكُونُ لِى. فَأَعْطَيْتُهُ رُمْحِى ثُمَّ غِبْتُ عَنْهُ حَتَّى عَلِمْتُ أَنَّهُ قَدْ وُلِدَ لَهُ جَارِيَةٌ وَبَلَغَتْ ثُمَّ جِئْتُهُ فَقُلْتُ لَهُ أَهْلِى جَهِّزْهُنَّ إِلَىَّ. فَحَلَفَ أَنْ لاَ يَفْعَلَ حَتَّى أُصْدِقَهُ صَدَاقًا جَدِيدًا غَيْرَ الَّذِى كَانَ بَيْنِى وَبَيْنَهُ وَحَلَفْتُ لاَ أُصْدِقُ غَيْرَ الَّذِى أَعْطَيْتُهُ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
"وَبِقَرْنِ أَىِّ النِّسَاءِ هِىَ الْيَوْمَ." قَالَ قَدْ رَأَتِ الْقَتِيرَ . قَالَ
"أَرَى أَنْ تَتْرُكَهَا." قَالَ فَرَاعَنِى ذَلِكَ وَنَظَرْتُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَلَمَّا رَأَى ذَلِكَ مِنِّى قَالَ
"لاَ تَأْثَمُ وَلاَ يَأْثَمُ صَاحِبُكَ."
[قَالَ أَبُو دَاوُدَ الْقَتِيرُ الشَّيْبُ.]
Tercemesi:
Bize Hasan b. Ali ve Muhammed b. el-Müsenna -mana ile- onlara Yezid b. Harun, ona Taif ehlinden Abdullah b. Yezid b. Miksem es-Sekafiyye, ona Sâre bt. Miksem'in rivayet ettiğine göre; Meymune bt. Kerdem şöyle demiş: Babamla birlikte ben de Rasulullah'ın (sav) veda haccına katılmıştım. Hz. Peygamber devesinin üzerinde iken babamın O'na yaklaştığını gördüm. Rasulullah (sav) durdu ve onu dinlemeye başladı. Hz. Peygamber'in elinde sıbyan mektebi hocalarının elindeki çubuk gibi küçük bir çubuk vardı. Bedevîlerin ve halkın; tabtabiyye, tabtabiyye, tabtabiyye dediklerini işittim. Babam Hz. Peygamber'e yaklaşıp ayağına sarıldı. Rasulullah (sav) ona mâni olmadı, durdu ve babamı dinlemeye başladı. Babam şöyle konuştu: Ben, isrân ordusunda bulundum. - İbnu'l-Müsennâ, Ğisrân ordusu dedi-. Tarık b. el-Murakka’; Karşılığını vermek şartıyla bana mızrak verecek biri yok mu? diyordu. Ben de onun karşılığı nedir? diye sordum. Dünyaya gelecek olan ilk kızımı ona vereceğim dedi. Bunun üzerine ben mızrağımı ona verdim. Sonra ayrıldım. Bilâhare onun bir kızının dünyaya geldiğini ve kızın büyüdüğünü öğrendim. Kendisine gidip; Ailemi (yani karımı) hazırlayıp bana ver! dedim. Adam ise, aramızdaki anlaşmanın dışında kendisine ayrıca bir mehir vermedikçe kızını vermeyeceğine yemin etti. Ben de ona, daha önceki anlaşmamızın dışında bir mehir vermeyeceğime yemin ettim. Bunun üzerine Rasulullah (sav);
"O kadın bugün hangi yaşlardadır?" diye sordu. (Babam), ihtiyarlık çağını görmüştür dedi. O zaman Hz. Peygamber, "öyleyse bence onun peşini bırakmalısın!" buyurdu. (Babam Kerdem) der ki: Rasulullah'ın (sav) bu sözü beni korkuttu. Kendisine doğru baktım. Bendeki korkuyu anlayınca "ne sen ne de arkadaşın günah işlemiş olur!" buyurdu
[Ebû Davud dedi ki: Katîr kelimesi, ihtiyarlık yaşına erdi demektir.]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Nikah 28, /487
Senetler:
1. Meymune bt. Kerdem es-Sekafiyye (Meymune bt. Kerdem b. Süfyan)
2. Sâre bt. Miksem es-Sekafiyye (Sâre bt. Miksem)
3. Abdullah b. Yezid es-Sekafi (Abdullah b. Yezid b. Miksem)
4. Ebu Halid Yezid b. Harun el-Vasitî (Yezid b. Harun b. Zâzî b. Sabit)
5. Muhammed b. Müsenna el-Anezî (Muhammed b. Müsenna b. Ubeyd b. Kays b. Dinar)
Konular:
Cahiliye, adetlerini sürdürmek
KTB, NİKAH
Nikah, İslam Öncesi
Nikah, mehir
Öneri Formu
Hadis Id, No:
273513, D004933-2
Hadis:
حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ إِسْمَاعِيلَ حَدَّثَنَا حَمَّادٌ ح
وَحَدَّثَنَا بِشْرُ بْنُ خَالِدٍ حَدَّثَنَا أَبُو أُسَامَةَ قَالاَ حَدَّثَنَا هِشَامُ بْنُ عُرْوَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ
"إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم تَزَوَّجَنِى وَأَنَا بِنْتُ سَبْعِ سِنِينَ فَلَمَّا قَدِمْنَا الْمَدِينَةَ أَتَيْنَ نِسْوَةٌ" - وَقَالَ بِشْرٌ فَأَتَتْنِى أُمُّ رُومَانَ - "وَأَنَا عَلَى أُرْجُوحَةٍ فَذَهَبْنَ بِى وَهَيَّأْنَنِى وَصَنَعْنَنِى فَأُتِىَ بِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَبَنَى بِى وَأَنَا ابْنَةُ تِسْعٍ فَوَقَفَتْ بِى عَلَى الْبَابِ فَقُلْتُ هِيهْ هِيهْ."
[قَالَ أَبُو دَاوُدَ أَىْ تَنَفَّسَتْ - فَأُدْخِلْتُ بَيْتًا فَإِذَا فِيهِ نِسْوَةٌ مِنَ الأَنْصَارِ فَقُلْنَ عَلَى الْخَيْرِ وَالْبَرَكَةِ. دَخَلَ حَدِيثُ أَحَدِهِمَا فِى الآخَرِ.]
Tercemesi:
Bize Musa b. İsmail, ona Hammâd; (T)
Bize Bişr b. Halid, ona Ebu Üsame, ona Hişam b. Urve, ona babası (Urve) ona Hz. Aişe şöyle söylemiştir:
"Ben yedi yaşımda iken Rasulullah (sav) benimle evlendi. Medine'ye geldiğimiz zaman kadınlar geldiler." -Ravi Bişr dedi ki, bana (annem) Ümmü Rûman geldi.- "Ben salıncak üzerinde idim. Kadınlar beni alıp götürdü. Saçımı yıkayıp taradılar, beni süslediler ve Rasulullah'a (sav) getirdiler. Benimle zifafa girdi. Ben o sırada dokuz yaşında idim. Ümmü Rûman (annem) (kadınlara teslim etmeden önce) beni kapının yanında durdurdu. (Salıncağa bine bine yorulduğumdan) hih, hih (diyerek zorla nefes alıyordum.)"
[Ebû Davud, hih, hih sözünün nefes aldı anlamına geldiğini söyledi. Derken ben bir eve sokuldum. Orada Ensar'dan kadınlar vardı ve bana hayırlı mübarek olsun dediler. Bu rivayette hadisin biri diğerine karışmıştır.]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Edeb 63, /1120
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Münzir Hişam b. Urve el-Esedî (Hişam b. Urve b. Zübeyr b. Avvam)
4. Ebu Üsame Hammâd b. Üsame el-Kuraşî (Hammâd b. Üsame b. Zeyd)
5. Bişr b. Halid el-Askeri (Bişr b. Halid)
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe, Evliliği
KTB, NİKAH
Nikah, küçüklerin
عبد الرزاق عن الثوري عن أبي يحيى عن رجل عن ابن عباس نحوه.[ قال : سمعت ابن عباس يقول : البغايا اللائي يتزوجن بغير ولي ، - أحسبه - قال : لا بد من أربعة : خاطب ، وولي ، وشاهدين .]
Öneri Formu
Hadis Id, No:
79571, MA010482
Hadis:
عبد الرزاق عن الثوري عن أبي يحيى عن رجل عن ابن عباس نحوه.[ قال : سمعت ابن عباس يقول : البغايا اللائي يتزوجن بغير ولي ، - أحسبه - قال : لا بد من أربعة : خاطب ، وولي ، وشاهدين .]
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Abdürrezzak b. Hemmam, Musannef, Nikah 10482, 6/198
Senetler:
1. İbn Abbas Abdullah b. Abbas el-Kuraşî (Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
2. Mübhem Ravi (Mübhem)
3. Ebu Yahya Zazan el-Kattat (Abdurrahman b. Dinar)
4. Süfyan es-Sevrî (Süfyan b. Said b. Mesruk b. Habib b. Rafi')
Konular:
KTB, NİKAH
Nikah, şahitlerin olması
Nikah, velinin izni