قَالَ ابْنُ شِهَابٍ وَأَخْبَرَنِى عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ مَالِكٍ الْمُدْلِجِىُّ - وَهْوَ ابْنُ أَخِى سُرَاقَةَ بْنِ مَالِكِ بْنِ جُعْشُمٍ - أَنَّ أَبَاهُ أَخْبَرَهُ أَنَّهُ سَمِعَ سُرَاقَةَ بْنَ جُعْشُمٍ يَقُولُ جَاءَنَا رُسُلُ كُفَّارِ قُرَيْشٍ يَجْعَلُونَ فِى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَبِى بَكْرٍ دِيَةَ كُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا ، مَنْ قَتَلَهُ أَوْ أَسَرَهُ ، فَبَيْنَمَا أَنَا جَالِسٌ فِى مَجْلِسٍ مِنْ مَجَالِسِ قَوْمِى بَنِى مُدْلِجٍ أَقْبَلَ رَجُلٌ مِنْهُمْ حَتَّى قَامَ عَلَيْنَا وَنَحْنُ جُلُوسٌ ، فَقَالَ يَا سُرَاقَةُ ، إِنِّى قَدْ رَأَيْتُ آنِفًا أَسْوِدَةً بِالسَّاحِلِ - أُرَاهَا مُحَمَّدًا وَأَصْحَابَهُ . قَالَ سُرَاقَةُ فَعَرَفْتُ أَنَّهُمْ هُمْ ، فَقُلْتُ لَهُ إِنَّهُمْ لَيْسُوا بِهِمْ ، وَلَكِنَّكَ رَأَيْتَ فُلاَنًا وَفُلاَنًا انْطَلَقُوا بِأَعْيُنِنَا . ثُمَّ لَبِثْتُ فِى الْمَجْلِسِ سَاعَةً ، ثُمَّ قُمْتُ فَدَخَلْتُ فَأَمَرْتُ جَارِيَتِى أَنْ تَخْرُجَ بِفَرَسِى وَهْىَ مِنْ وَرَاءِ أَكَمَةٍ فَتَحْبِسَهَا عَلَىَّ ، وَأَخَذْتُ رُمْحِى ، فَخَرَجْتُ بِهِ مِنْ ظَهْرِ الْبَيْتِ ، فَحَطَطْتُ بِزُجِّهِ الأَرْضَ ، وَخَفَضْتُ عَالِيَهُ حَتَّى أَتَيْتُ فَرَسِى فَرَكِبْتُهَا ، فَرَفَعْتُهَا تُقَرَّبُ بِى حَتَّى دَنَوْتُ مِنْهُمْ ، فَعَثَرَتْ بِى فَرَسِى ، فَخَرَرْتُ عَنْهَا فَقُمْتُ ، فَأَهْوَيْتُ يَدِى إِلَى كِنَانَتِى فَاسْتَخْرَجْتُ مِنْهَا الأَزْلاَمَ ، فَاسْتَقْسَمْتُ بِهَا أَضُرُّهُمْ أَمْ لاَ فَخَرَجَ الَّذِى أَكْرَهُ ، فَرَكِبْتُ فَرَسِى ، وَعَصَيْتُ الأَزْلاَمَ ، تُقَرِّبُ بِى حَتَّى إِذَا سَمِعْتُ قِرَاءَةَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَهْوَ لاَ يَلْتَفِتُ ، وَأَبُو بَكْرٍ يُكْثِرُ الاِلْتِفَاتَ سَاخَتْ يَدَا فَرَسِى فِى الأَرْضِ حَتَّى بَلَغَتَا الرُّكْبَتَيْنِ ، فَخَرَرْتُ عَنْهَا ثُمَّ زَجَرْتُهَا فَنَهَضَتْ ، فَلَمْ تَكَدْ تُخْرِجُ يَدَيْهَا ، فَلَمَّا اسْتَوَتْ قَائِمَةً ، إِذَا لأَثَرِ يَدَيْهَا عُثَانٌ سَاطِعٌ فِى السَّمَاءِ مِثْلُ الدُّخَانِ ، فَاسْتَقْسَمْتُ بِالأَزْلاَمِ ، فَخَرَجَ الَّذِى أَكْرَهُ ، فَنَادَيْتُهُمْ بِالأَمَانِ فَوَقَفُوا ، فَرَكِبْتُ فَرَسِى حَتَّى جِئْتُهُمْ ، وَوَقَعَ فِى نَفْسِى حِينَ لَقِيتُ مَا لَقِيتُ مِنَ الْحَبْسِ عَنْهُمْ أَنْ سَيَظْهَرُ أَمْرُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقُلْتُ لَهُ إِنَّ قَوْمَكَ قَدْ جَعَلُوا فِيكَ الدِّيَةَ . وَأَخْبَرْتُهُمْ أَخْبَارَ مَا يُرِيدُ النَّاسُ بِهِمْ ، وَعَرَضْتُ عَلَيْهِمِ الزَّادَ وَالْمَتَاعَ ، فَلَمْ يَرْزَآنِى وَلَمْ يَسْأَلاَنِى إِلاَّ أَنْ قَالَ أَخْفِ عَنَّا . فَسَأَلْتُهُ أَنْ يَكْتُبَ لِى كِتَابَ أَمْنٍ ، فَأَمَرَ عَامِرَ بْنَ فُهَيْرَةَ ، فَكَتَبَ فِى رُقْعَةٍ مِنْ أَدِيمٍ ، ثُمَّ مَضَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . قَالَ ابْنُ شِهَابٍ فَأَخْبَرَنِى عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لَقِىَ الزُّبَيْرَ فِى رَكْبٍ مِنَ الْمُسْلِمِينَ كَانُوا تِجَارًا قَافِلِينَ مِنَ الشَّأْمِ ، فَكَسَا الزُّبَيْرُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَبَا بَكْرٍ ثِيَابَ بَيَاضٍ ، وَسَمِعَ الْمُسْلِمُونَ بِالْمَدِينَةِ مَخْرَجَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ مَكَّةَ ، فَكَانُوا يَغْدُونَ كُلَّ غَدَاةٍ إِلَى الْحَرَّةِ فَيَنْتَظِرُونَهُ ، حَتَّى يَرُدَّهُمْ حَرُّ الظَّهِيرَةِ ، فَانْقَلَبُوا يَوْمًا بَعْدَ مَا أَطَالُوا انْتِظَارَهُمْ ، فَلَمَّا أَوَوْا إِلَى بُيُوتِهِمْ ، أَوْفَى رَجُلٌ مِنْ يَهُودَ عَلَى أُطُمٍ مِنْ آطَامِهِمْ لأَمْرٍ يَنْظُرُ إِلَيْهِ ، فَبَصُرَ بِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَصْحَابِهِ مُبَيَّضِينَ يَزُولُ بِهِمُ السَّرَابُ ، فَلَمْ يَمْلِكِ الْيَهُودِىُّ أَنْ قَالَ بِأَعْلَى صَوْتِهِ يَا مَعَاشِرَ الْعَرَبِ هَذَا جَدُّكُمُ الَّذِى تَنْتَظِرُونَ . فَثَارَ الْمُسْلِمُونَ إِلَى السِّلاَحِ ، فَتَلَقَّوْا رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِظَهْرِ الْحَرَّةِ ، فَعَدَلَ بِهِمْ ذَاتَ الْيَمِينِ حَتَّى نَزَلَ بِهِمْ فِى بَنِى عَمْرِو بْنِ عَوْفٍ ، وَذَلِكَ يَوْمَ الاِثْنَيْنِ مِنْ شَهْرِ رَبِيعٍ الأَوَّلِ ، فَقَامَ أَبُو بَكْرٍ لِلنَّاسِ ، وَجَلَسَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم صَامِتًا ، فَطَفِقَ مَنْ جَاءَ مِنَ الأَنْصَارِ مِمَّنْ لَمْ يَرَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُحَيِّى أَبَا بَكْرٍ ، حَتَّى أَصَابَتِ الشَّمْسُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَقْبَلَ أَبُو بَكْرٍ حَتَّى ظَلَّلَ عَلَيْهِ بِرِدَائِهِ ، فَعَرَفَ النَّاسُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عِنْدَ ذَلِكَ ، فَلَبِثَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى بَنِى عَمْرِو بْنِ عَوْفٍ بِضْعَ عَشْرَةَ لَيْلَةً وَأُسِّسَ الْمَسْجِدُ الَّذِى أُسِّسَ عَلَى التَّقْوَى ، وَصَلَّى فِيهِ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ، ثُمَّ رَكِبَ رَاحِلَتَهُ فَسَارَ يَمْشِى مَعَهُ النَّاسُ حَتَّى بَرَكَتْ عِنْدَ مَسْجِدِ الرَّسُولِ صلى الله عليه وسلم بِالْمَدِينَةِ ، وَهْوَ يُصَلِّى فِيهِ يَوْمَئِذٍ رِجَالٌ مِنَ الْمُسْلِمِينَ ، وَكَانَ مِرْبَدًا لِلتَّمْرِ لِسُهَيْلٍ وَسَهْلٍ غُلاَمَيْنِ يَتِيمَيْنِ فِى حَجْرِ أَسْعَدَ بْنِ زُرَارَةَ ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حِينَ بَرَكَتْ بِهِ رَاحِلَتُهُ « هَذَا إِنْ شَاءَ اللَّهُ الْمَنْزِلُ » . ثُمَّ دَعَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم الْغُلاَمَيْنِ ، فَسَاوَمَهُمَا بِالْمِرْبَدِ لِيَتَّخِذَهُ مَسْجِدًا ، فَقَالاَ لاَ بَلْ نَهَبُهُ لَكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ ، ثُمَّ بَنَاهُ مَسْجِدًا ، وَطَفِقَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَنْقُلُ مَعَهُمُ اللَّبِنَ فِى بُنْيَانِهِ ، وَيَقُولُ وَهُوَ يَنْقُلُ اللَّبِنَ « هَذَا الْحِمَالُ لاَ حِمَالَ خَيْبَرْ هَذَا أَبَرُّ رَبَّنَا وَأَطْهَرْ » . وَيَقُولُ « اللَّهُمَّ إِنَّ الأَجْرَ أَجْرُ الآخِرَهْ فَارْحَمِ الأَنْصَارَ وَالْمُهَاجِرَهْ » . فَتَمَثَّلَ بِشِعْرِ رَجُلٍ مِنَ الْمُسْلِمِينَ لَمْ يُسَمَّ لِى . قَالَ ابْنُ شِهَابٍ وَلَمْ يَبْلُغْنَا فِى الأَحَادِيثِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم تَمَثَّلَ بِبَيْتِ شِعْرٍ تَامٍّ غَيْرِ هَذه الْبَيْتِ .
İbn Şihâb der ki: Bana Surâka b. Mâlik b. Cu'şum'un erkek kardeşi Abdurrahman b. Malik el-Mudlicî ona da babası Mâlik, Surâka b. Cu'şum şöyle demiştir:
Kureyş kâfirlerinin etrafa saldıkları elçiler bize geldi. Mekkeliler Rasulullah ile Ebu Bekir'den her birini öldüren veya esir eden kimse için ayrı ayrı mükâfat vadediyorlardı. Ben, kavmim Mudlic oğullarının meclisinde oturuyorken Kureyşli bir adam çıkageldi, yanı başımızda dikildi ve “ey Surâka, biraz önce sahile doğru yol alan karaltılar gördüm. Öyle sanırım, onlar Muhammed ve ashabıdır” dedi. Surâka der ki: Ben derhâl bu adamın anlattığı yolcuların Muhammed ile sahâbîleri olduğunu anladım, ama ona “gördüğün onlar değildir. Sen muhtemelen, az önce gözlerimizin önünden geçip giden falanca ve filânca kişileri görmüş olacaksın. Onlar kendilerine ait bir kayıp arıyorlar” dedim ve mecliste bir süre daha oyalandıktan sonra kalkıp evime girdim, hizmetçime, atımı alıp çıkarmasını ve yüksek tepenin arkasında beni beklemesini emrettim. Ben de kargımı alarak evimin arka tarafından çıktım ve (parıltısını gizlemek için) kargımın alt tarafını yerde sürükleyip, üst tarafını da aşağıya doğru tutarak atımın yanına geldim, üstüne bindim ve beni gayeme yaklaştırması için hayvanı dört nala kaldırdım. Sonunda Rasulullah (sav) ve Ashabına yetişip yaklaştım. Bu sırada atım sürçüp kapaklandı. Ben de atımdan düştüm. Hemen toparlanıp kalktım ve elimi ok sadağıma uzatıp, fal oklarını çıkardım. Muhammed ve ashabına zarar verir miyim, yoksa vermez miyim? diye fal baktım. Fal neticesinde hoşlanmadığım şey çıktı. Bunun üzerine ben yine atıma bindim. Fal oklarının aykırı çıkmasına rağmen, ben onlara isyan edip, atımı yine dört nala kaldırdım. Rasulullah'ın okuyuşunu işitecek kadar yaklaştım. Rasulullah (sav) arkasına dönüp bakmıyor, Ebu Bekir ise arkasına çok dönüp bakıyordu. Rasulullah'ın okuduğunu işittiğim sırada atımın iki ön ayağı, dizlerine kadar yere battı, ben de attan düştüm. Sonra ben hayvanı kalkmağa zorladım. O da kalkmağa çalıştı. Fakat bir türlü ayaklarını çıkarmaya gücü yetmedi. Hayvan kalkıp doğrulunca da hemen iki ayağının gömülen izinden göğe doğru ateş dumanı gibi bir duman yükselip dağıldı. Bunun üzerine ben fal oklarıyla tekrar fal baktım. Yine hoşlanmadığım şekilde çıktı. Sonra ben Muhammed ve ashabına “amân” diye haykırdım. Bunun üzerine durdular. Ben de atıma binerek yanlarına vardım.
Rasulullah (sav) ve ashabına saldırmama engel olan bu kadar şeyle karşı karşıya kalınca, gönlümde, Rasulullah'ın davasının zafere ulaşacağına dair kesin bir kanaat oluştu. Bu kanaat üzerine O'na “kavmin Kureyş, senin öldürülmen veya esir alınman için mükâfat vadetmiştir” dedim ve Kureyş'in, kendisine ve ashabına karşı ne kadar fenalık yapmak istediklerini birer birer onlara haber verdim, kendilerine yol azığı ve malzemesi arz ettim. Fakat benden bir şey almadılar ve hiçbir şey de almak istemediler. Yalnız Rasulullah (sav) bana "bizim yolculuğumuzu gizle" dedi. Bunun üzerine ben Rasulullah'tan hakkımda bir amanname yazmasını istedim. Rasulullah (sav) da Âmir b. Fuheyre'ye emretti. Âmir de bir deri parçasına yazıp verdi. Bundan sonra Rasulullah yoluna devam etti. İbn Şihâb der ki: Bana Urve b. Zübeyir şöyle rivayet etmiştir: Rasulullah (sav) yolda, Şam'dan gelen Müslüman tüccarların kervanında bulunan Zübeyir ile karşılaştı. Zübeyir, Rasulullah ile Ebu Bekir'e beyaz maşlahlar giydirdi.
Medine'de Müslümanlar, Rasulullah'ın Mekke'den yola çıktığını işitmişler ve karşılamak için her sabah kuşluk vakti Harre mevkiine çıkarak öğle sıcağı basıncaya kadar Rasulullah'ın gelmesini bekliyorlardı. Yine bir gün Müslümanların beklemeleri uzadıktan sonra dönmüşlerdi. Evlerine girdikleri sırada Yahudilerden bir kişi, kendisine ait bir işe bakmak üzere Yahudi kulelerinden bir kulenin üstüne çıkıp yüksekten uzaklara bakmakta iken, Rasulullah (sav) ile Ashabını, beyazlar giymiş oldukları hâlde -sıcaktan meydana gelen serap ve sis manzaralarını yararak geldiklerini gördü. Artık Yahudi bu muhteşem gelişi saklamaya muktedir olamayarak, yüksek sesiyle “ey Arap topluluğu! Beklemekte olduğunuz nasibiniz ve devletliniz işte geliyor” diye haykırdı. Bu sesi işiten bütün Müslümanlar, silâhlarına sarılarak evlerinden fırlayıp Rasulullah'ı karşılamaya koştular. Ve Harre denilen kara taşlık yolunda Rasulullah'a kavuştular. Rasulullah (sav) şimdi maiyeti ve karşılayanlarıyla birlikte Medine'nin sağ tarafına (Kubâ yönüne) doğru yönelip yola devam etti ve Harise oğullarından Amr b. Avf ailesinin yurduna inip onlara misafir oldu. Küba'ya varış rabiu'l-evvel ayının bir pazartesi gününe tesadüf etmişti. Karşılayanlarla Ebu Bekir ilgilenip konuşuyor, Rasulullah (sav) ise sessiz bir şekilde oturuyordu. Öyle ki Ensâr'dan Rasulullah'ı önceden görmemiş olanlar Ebu Bekir'i selâmlamaya başlamışlardı. Rasulullah'a güneş vurduğunda hemen Ebu Bekir varıp, cübbesiyle gölgelik yapınca, o zaman insanlar Rasulullah'ı tanıdı.
Rasulullah (sav), Amr b. Avf oğulları'nda on küsur gece misafir kaldı. Bu müddet zarfında takva üzerine kurulan mescit inşa edildi ve Rasulullah (sav) orada namaz kıldı. Sonra Rasulullah (sav) beraberinde insanlar olduğu halde devesine binip yola koyuldu. Devesi, Müslümanların, o sırada namazgah olarak kullandıkları, Rasulullah'ın mescidinin yerinde çöktü. Burası daha önce Sa'd b. Zurâre'nin himayesinde bulunan Süheyl ve Sehl adlı iki yetim çocuğa ait, hurma kurutmak üzere kullanılan harman yeri idi. Rasulullah'ın devesi bu arsaya gelip çökünce, Rasulullah "inşallah bizim menzilimiz burası" buyurdu. Daha sonra Rasulullah (sav), bu iki genci davet edip, burasını mescit yapmak üzere bedelini ödeyerek onlardan satın almak istedi. Gençler “ey Allah'ın Rasulü, burasını biz sana bağışlayalım” dediler. Sonra mescidi inşa etti. Mescidin inşası sırasında Rasulullah (sav), ashabı ile beraber mescit duvarlarına kerpiç taşımaya başladı ve taşırken de "Ey Rabbimiz, yüklenip taşıdığımız şu balçıktan düzülmüş ham kerpiç yükü, Hayber'in hurma hamulesi değildir. Bu ondan daha hayırlı ve daha temizdir" beytini okuyup "şüphesiz ki hayırlı ücret, ahiret ücretidir. Ya Rab, sen Ensâr'a ve Muhacirlere merhamet eyle" diye dua ediyordu. Rasulullah (sav) Müslümanlardan ismi bize bildirilmeyen bir şairin şiirine nazire yapmıştı.
İbn Şihâb der ki: Rasulullah'ın bu beyitten başka, bir şiire tam olarak nazire yaptığı bir beyti bize ulaşmadı.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
35035, B003906
Hadis:
قَالَ ابْنُ شِهَابٍ وَأَخْبَرَنِى عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ مَالِكٍ الْمُدْلِجِىُّ - وَهْوَ ابْنُ أَخِى سُرَاقَةَ بْنِ مَالِكِ بْنِ جُعْشُمٍ - أَنَّ أَبَاهُ أَخْبَرَهُ أَنَّهُ سَمِعَ سُرَاقَةَ بْنَ جُعْشُمٍ يَقُولُ جَاءَنَا رُسُلُ كُفَّارِ قُرَيْشٍ يَجْعَلُونَ فِى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَبِى بَكْرٍ دِيَةَ كُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا ، مَنْ قَتَلَهُ أَوْ أَسَرَهُ ، فَبَيْنَمَا أَنَا جَالِسٌ فِى مَجْلِسٍ مِنْ مَجَالِسِ قَوْمِى بَنِى مُدْلِجٍ أَقْبَلَ رَجُلٌ مِنْهُمْ حَتَّى قَامَ عَلَيْنَا وَنَحْنُ جُلُوسٌ ، فَقَالَ يَا سُرَاقَةُ ، إِنِّى قَدْ رَأَيْتُ آنِفًا أَسْوِدَةً بِالسَّاحِلِ - أُرَاهَا مُحَمَّدًا وَأَصْحَابَهُ . قَالَ سُرَاقَةُ فَعَرَفْتُ أَنَّهُمْ هُمْ ، فَقُلْتُ لَهُ إِنَّهُمْ لَيْسُوا بِهِمْ ، وَلَكِنَّكَ رَأَيْتَ فُلاَنًا وَفُلاَنًا انْطَلَقُوا بِأَعْيُنِنَا . ثُمَّ لَبِثْتُ فِى الْمَجْلِسِ سَاعَةً ، ثُمَّ قُمْتُ فَدَخَلْتُ فَأَمَرْتُ جَارِيَتِى أَنْ تَخْرُجَ بِفَرَسِى وَهْىَ مِنْ وَرَاءِ أَكَمَةٍ فَتَحْبِسَهَا عَلَىَّ ، وَأَخَذْتُ رُمْحِى ، فَخَرَجْتُ بِهِ مِنْ ظَهْرِ الْبَيْتِ ، فَحَطَطْتُ بِزُجِّهِ الأَرْضَ ، وَخَفَضْتُ عَالِيَهُ حَتَّى أَتَيْتُ فَرَسِى فَرَكِبْتُهَا ، فَرَفَعْتُهَا تُقَرَّبُ بِى حَتَّى دَنَوْتُ مِنْهُمْ ، فَعَثَرَتْ بِى فَرَسِى ، فَخَرَرْتُ عَنْهَا فَقُمْتُ ، فَأَهْوَيْتُ يَدِى إِلَى كِنَانَتِى فَاسْتَخْرَجْتُ مِنْهَا الأَزْلاَمَ ، فَاسْتَقْسَمْتُ بِهَا أَضُرُّهُمْ أَمْ لاَ فَخَرَجَ الَّذِى أَكْرَهُ ، فَرَكِبْتُ فَرَسِى ، وَعَصَيْتُ الأَزْلاَمَ ، تُقَرِّبُ بِى حَتَّى إِذَا سَمِعْتُ قِرَاءَةَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَهْوَ لاَ يَلْتَفِتُ ، وَأَبُو بَكْرٍ يُكْثِرُ الاِلْتِفَاتَ سَاخَتْ يَدَا فَرَسِى فِى الأَرْضِ حَتَّى بَلَغَتَا الرُّكْبَتَيْنِ ، فَخَرَرْتُ عَنْهَا ثُمَّ زَجَرْتُهَا فَنَهَضَتْ ، فَلَمْ تَكَدْ تُخْرِجُ يَدَيْهَا ، فَلَمَّا اسْتَوَتْ قَائِمَةً ، إِذَا لأَثَرِ يَدَيْهَا عُثَانٌ سَاطِعٌ فِى السَّمَاءِ مِثْلُ الدُّخَانِ ، فَاسْتَقْسَمْتُ بِالأَزْلاَمِ ، فَخَرَجَ الَّذِى أَكْرَهُ ، فَنَادَيْتُهُمْ بِالأَمَانِ فَوَقَفُوا ، فَرَكِبْتُ فَرَسِى حَتَّى جِئْتُهُمْ ، وَوَقَعَ فِى نَفْسِى حِينَ لَقِيتُ مَا لَقِيتُ مِنَ الْحَبْسِ عَنْهُمْ أَنْ سَيَظْهَرُ أَمْرُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقُلْتُ لَهُ إِنَّ قَوْمَكَ قَدْ جَعَلُوا فِيكَ الدِّيَةَ . وَأَخْبَرْتُهُمْ أَخْبَارَ مَا يُرِيدُ النَّاسُ بِهِمْ ، وَعَرَضْتُ عَلَيْهِمِ الزَّادَ وَالْمَتَاعَ ، فَلَمْ يَرْزَآنِى وَلَمْ يَسْأَلاَنِى إِلاَّ أَنْ قَالَ أَخْفِ عَنَّا . فَسَأَلْتُهُ أَنْ يَكْتُبَ لِى كِتَابَ أَمْنٍ ، فَأَمَرَ عَامِرَ بْنَ فُهَيْرَةَ ، فَكَتَبَ فِى رُقْعَةٍ مِنْ أَدِيمٍ ، ثُمَّ مَضَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . قَالَ ابْنُ شِهَابٍ فَأَخْبَرَنِى عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لَقِىَ الزُّبَيْرَ فِى رَكْبٍ مِنَ الْمُسْلِمِينَ كَانُوا تِجَارًا قَافِلِينَ مِنَ الشَّأْمِ ، فَكَسَا الزُّبَيْرُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَبَا بَكْرٍ ثِيَابَ بَيَاضٍ ، وَسَمِعَ الْمُسْلِمُونَ بِالْمَدِينَةِ مَخْرَجَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ مَكَّةَ ، فَكَانُوا يَغْدُونَ كُلَّ غَدَاةٍ إِلَى الْحَرَّةِ فَيَنْتَظِرُونَهُ ، حَتَّى يَرُدَّهُمْ حَرُّ الظَّهِيرَةِ ، فَانْقَلَبُوا يَوْمًا بَعْدَ مَا أَطَالُوا انْتِظَارَهُمْ ، فَلَمَّا أَوَوْا إِلَى بُيُوتِهِمْ ، أَوْفَى رَجُلٌ مِنْ يَهُودَ عَلَى أُطُمٍ مِنْ آطَامِهِمْ لأَمْرٍ يَنْظُرُ إِلَيْهِ ، فَبَصُرَ بِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَصْحَابِهِ مُبَيَّضِينَ يَزُولُ بِهِمُ السَّرَابُ ، فَلَمْ يَمْلِكِ الْيَهُودِىُّ أَنْ قَالَ بِأَعْلَى صَوْتِهِ يَا مَعَاشِرَ الْعَرَبِ هَذَا جَدُّكُمُ الَّذِى تَنْتَظِرُونَ . فَثَارَ الْمُسْلِمُونَ إِلَى السِّلاَحِ ، فَتَلَقَّوْا رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِظَهْرِ الْحَرَّةِ ، فَعَدَلَ بِهِمْ ذَاتَ الْيَمِينِ حَتَّى نَزَلَ بِهِمْ فِى بَنِى عَمْرِو بْنِ عَوْفٍ ، وَذَلِكَ يَوْمَ الاِثْنَيْنِ مِنْ شَهْرِ رَبِيعٍ الأَوَّلِ ، فَقَامَ أَبُو بَكْرٍ لِلنَّاسِ ، وَجَلَسَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم صَامِتًا ، فَطَفِقَ مَنْ جَاءَ مِنَ الأَنْصَارِ مِمَّنْ لَمْ يَرَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُحَيِّى أَبَا بَكْرٍ ، حَتَّى أَصَابَتِ الشَّمْسُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَقْبَلَ أَبُو بَكْرٍ حَتَّى ظَلَّلَ عَلَيْهِ بِرِدَائِهِ ، فَعَرَفَ النَّاسُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عِنْدَ ذَلِكَ ، فَلَبِثَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى بَنِى عَمْرِو بْنِ عَوْفٍ بِضْعَ عَشْرَةَ لَيْلَةً وَأُسِّسَ الْمَسْجِدُ الَّذِى أُسِّسَ عَلَى التَّقْوَى ، وَصَلَّى فِيهِ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ، ثُمَّ رَكِبَ رَاحِلَتَهُ فَسَارَ يَمْشِى مَعَهُ النَّاسُ حَتَّى بَرَكَتْ عِنْدَ مَسْجِدِ الرَّسُولِ صلى الله عليه وسلم بِالْمَدِينَةِ ، وَهْوَ يُصَلِّى فِيهِ يَوْمَئِذٍ رِجَالٌ مِنَ الْمُسْلِمِينَ ، وَكَانَ مِرْبَدًا لِلتَّمْرِ لِسُهَيْلٍ وَسَهْلٍ غُلاَمَيْنِ يَتِيمَيْنِ فِى حَجْرِ أَسْعَدَ بْنِ زُرَارَةَ ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حِينَ بَرَكَتْ بِهِ رَاحِلَتُهُ « هَذَا إِنْ شَاءَ اللَّهُ الْمَنْزِلُ » . ثُمَّ دَعَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم الْغُلاَمَيْنِ ، فَسَاوَمَهُمَا بِالْمِرْبَدِ لِيَتَّخِذَهُ مَسْجِدًا ، فَقَالاَ لاَ بَلْ نَهَبُهُ لَكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ ، ثُمَّ بَنَاهُ مَسْجِدًا ، وَطَفِقَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَنْقُلُ مَعَهُمُ اللَّبِنَ فِى بُنْيَانِهِ ، وَيَقُولُ وَهُوَ يَنْقُلُ اللَّبِنَ « هَذَا الْحِمَالُ لاَ حِمَالَ خَيْبَرْ هَذَا أَبَرُّ رَبَّنَا وَأَطْهَرْ » . وَيَقُولُ « اللَّهُمَّ إِنَّ الأَجْرَ أَجْرُ الآخِرَهْ فَارْحَمِ الأَنْصَارَ وَالْمُهَاجِرَهْ » . فَتَمَثَّلَ بِشِعْرِ رَجُلٍ مِنَ الْمُسْلِمِينَ لَمْ يُسَمَّ لِى . قَالَ ابْنُ شِهَابٍ وَلَمْ يَبْلُغْنَا فِى الأَحَادِيثِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم تَمَثَّلَ بِبَيْتِ شِعْرٍ تَامٍّ غَيْرِ هَذه الْبَيْتِ .
Tercemesi:
İbn Şihâb der ki: Bana Surâka b. Mâlik b. Cu'şum'un erkek kardeşi Abdurrahman b. Malik el-Mudlicî ona da babası Mâlik, Surâka b. Cu'şum şöyle demiştir:
Kureyş kâfirlerinin etrafa saldıkları elçiler bize geldi. Mekkeliler Rasulullah ile Ebu Bekir'den her birini öldüren veya esir eden kimse için ayrı ayrı mükâfat vadediyorlardı. Ben, kavmim Mudlic oğullarının meclisinde oturuyorken Kureyşli bir adam çıkageldi, yanı başımızda dikildi ve “ey Surâka, biraz önce sahile doğru yol alan karaltılar gördüm. Öyle sanırım, onlar Muhammed ve ashabıdır” dedi. Surâka der ki: Ben derhâl bu adamın anlattığı yolcuların Muhammed ile sahâbîleri olduğunu anladım, ama ona “gördüğün onlar değildir. Sen muhtemelen, az önce gözlerimizin önünden geçip giden falanca ve filânca kişileri görmüş olacaksın. Onlar kendilerine ait bir kayıp arıyorlar” dedim ve mecliste bir süre daha oyalandıktan sonra kalkıp evime girdim, hizmetçime, atımı alıp çıkarmasını ve yüksek tepenin arkasında beni beklemesini emrettim. Ben de kargımı alarak evimin arka tarafından çıktım ve (parıltısını gizlemek için) kargımın alt tarafını yerde sürükleyip, üst tarafını da aşağıya doğru tutarak atımın yanına geldim, üstüne bindim ve beni gayeme yaklaştırması için hayvanı dört nala kaldırdım. Sonunda Rasulullah (sav) ve Ashabına yetişip yaklaştım. Bu sırada atım sürçüp kapaklandı. Ben de atımdan düştüm. Hemen toparlanıp kalktım ve elimi ok sadağıma uzatıp, fal oklarını çıkardım. Muhammed ve ashabına zarar verir miyim, yoksa vermez miyim? diye fal baktım. Fal neticesinde hoşlanmadığım şey çıktı. Bunun üzerine ben yine atıma bindim. Fal oklarının aykırı çıkmasına rağmen, ben onlara isyan edip, atımı yine dört nala kaldırdım. Rasulullah'ın okuyuşunu işitecek kadar yaklaştım. Rasulullah (sav) arkasına dönüp bakmıyor, Ebu Bekir ise arkasına çok dönüp bakıyordu. Rasulullah'ın okuduğunu işittiğim sırada atımın iki ön ayağı, dizlerine kadar yere battı, ben de attan düştüm. Sonra ben hayvanı kalkmağa zorladım. O da kalkmağa çalıştı. Fakat bir türlü ayaklarını çıkarmaya gücü yetmedi. Hayvan kalkıp doğrulunca da hemen iki ayağının gömülen izinden göğe doğru ateş dumanı gibi bir duman yükselip dağıldı. Bunun üzerine ben fal oklarıyla tekrar fal baktım. Yine hoşlanmadığım şekilde çıktı. Sonra ben Muhammed ve ashabına “amân” diye haykırdım. Bunun üzerine durdular. Ben de atıma binerek yanlarına vardım.
Rasulullah (sav) ve ashabına saldırmama engel olan bu kadar şeyle karşı karşıya kalınca, gönlümde, Rasulullah'ın davasının zafere ulaşacağına dair kesin bir kanaat oluştu. Bu kanaat üzerine O'na “kavmin Kureyş, senin öldürülmen veya esir alınman için mükâfat vadetmiştir” dedim ve Kureyş'in, kendisine ve ashabına karşı ne kadar fenalık yapmak istediklerini birer birer onlara haber verdim, kendilerine yol azığı ve malzemesi arz ettim. Fakat benden bir şey almadılar ve hiçbir şey de almak istemediler. Yalnız Rasulullah (sav) bana "bizim yolculuğumuzu gizle" dedi. Bunun üzerine ben Rasulullah'tan hakkımda bir amanname yazmasını istedim. Rasulullah (sav) da Âmir b. Fuheyre'ye emretti. Âmir de bir deri parçasına yazıp verdi. Bundan sonra Rasulullah yoluna devam etti. İbn Şihâb der ki: Bana Urve b. Zübeyir şöyle rivayet etmiştir: Rasulullah (sav) yolda, Şam'dan gelen Müslüman tüccarların kervanında bulunan Zübeyir ile karşılaştı. Zübeyir, Rasulullah ile Ebu Bekir'e beyaz maşlahlar giydirdi.
Medine'de Müslümanlar, Rasulullah'ın Mekke'den yola çıktığını işitmişler ve karşılamak için her sabah kuşluk vakti Harre mevkiine çıkarak öğle sıcağı basıncaya kadar Rasulullah'ın gelmesini bekliyorlardı. Yine bir gün Müslümanların beklemeleri uzadıktan sonra dönmüşlerdi. Evlerine girdikleri sırada Yahudilerden bir kişi, kendisine ait bir işe bakmak üzere Yahudi kulelerinden bir kulenin üstüne çıkıp yüksekten uzaklara bakmakta iken, Rasulullah (sav) ile Ashabını, beyazlar giymiş oldukları hâlde -sıcaktan meydana gelen serap ve sis manzaralarını yararak geldiklerini gördü. Artık Yahudi bu muhteşem gelişi saklamaya muktedir olamayarak, yüksek sesiyle “ey Arap topluluğu! Beklemekte olduğunuz nasibiniz ve devletliniz işte geliyor” diye haykırdı. Bu sesi işiten bütün Müslümanlar, silâhlarına sarılarak evlerinden fırlayıp Rasulullah'ı karşılamaya koştular. Ve Harre denilen kara taşlık yolunda Rasulullah'a kavuştular. Rasulullah (sav) şimdi maiyeti ve karşılayanlarıyla birlikte Medine'nin sağ tarafına (Kubâ yönüne) doğru yönelip yola devam etti ve Harise oğullarından Amr b. Avf ailesinin yurduna inip onlara misafir oldu. Küba'ya varış rabiu'l-evvel ayının bir pazartesi gününe tesadüf etmişti. Karşılayanlarla Ebu Bekir ilgilenip konuşuyor, Rasulullah (sav) ise sessiz bir şekilde oturuyordu. Öyle ki Ensâr'dan Rasulullah'ı önceden görmemiş olanlar Ebu Bekir'i selâmlamaya başlamışlardı. Rasulullah'a güneş vurduğunda hemen Ebu Bekir varıp, cübbesiyle gölgelik yapınca, o zaman insanlar Rasulullah'ı tanıdı.
Rasulullah (sav), Amr b. Avf oğulları'nda on küsur gece misafir kaldı. Bu müddet zarfında takva üzerine kurulan mescit inşa edildi ve Rasulullah (sav) orada namaz kıldı. Sonra Rasulullah (sav) beraberinde insanlar olduğu halde devesine binip yola koyuldu. Devesi, Müslümanların, o sırada namazgah olarak kullandıkları, Rasulullah'ın mescidinin yerinde çöktü. Burası daha önce Sa'd b. Zurâre'nin himayesinde bulunan Süheyl ve Sehl adlı iki yetim çocuğa ait, hurma kurutmak üzere kullanılan harman yeri idi. Rasulullah'ın devesi bu arsaya gelip çökünce, Rasulullah "inşallah bizim menzilimiz burası" buyurdu. Daha sonra Rasulullah (sav), bu iki genci davet edip, burasını mescit yapmak üzere bedelini ödeyerek onlardan satın almak istedi. Gençler “ey Allah'ın Rasulü, burasını biz sana bağışlayalım” dediler. Sonra mescidi inşa etti. Mescidin inşası sırasında Rasulullah (sav), ashabı ile beraber mescit duvarlarına kerpiç taşımaya başladı ve taşırken de "Ey Rabbimiz, yüklenip taşıdığımız şu balçıktan düzülmüş ham kerpiç yükü, Hayber'in hurma hamulesi değildir. Bu ondan daha hayırlı ve daha temizdir" beytini okuyup "şüphesiz ki hayırlı ücret, ahiret ücretidir. Ya Rab, sen Ensâr'a ve Muhacirlere merhamet eyle" diye dua ediyordu. Rasulullah (sav) Müslümanlardan ismi bize bildirilmeyen bir şairin şiirine nazire yapmıştı.
İbn Şihâb der ki: Rasulullah'ın bu beyitten başka, bir şiire tam olarak nazire yaptığı bir beyti bize ulaşmadı.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Menâkıbü'l-Ensâr 45, 2/30
Senetler:
1. Ebu Süfyan Süraka b. Cu'şüm el-Müdlicî (Süraka b. Malik b. Cu'şüm b. Malik b. Amr)
2. Malik b. Cu'şüm el-Müdlicî (Malik b. Malik b. Cu'şüm b. Malik b. Amr)
3. Abdurrahman b. Malik (Abdurrahman b. Malik b. Cu'şüm b. Malik b. Amr)
4. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
5. Ebu Halid Ukayl b. Halid el-Eylî (Ukayl b. Halid b. Ukayl)
6. Ebu Haris Leys b. Sa'd el-Fehmî (Leys b. Sa'd b. Abdurrahman)
7. Yahya b. Bükeyr el-Kuraşî (Yahya b. Abdullah b. Bükeyr)
Konular:
Arrâf, Arraflık, arrafa gitmek ve inanmak
HİCRET OLGUSU
Mucize
Siyer, Hicret Medine'ye
Siyer, Hz. Peygamber'in Mekke döneminde çektiği sıkıntılar
Yazı, katiplik
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ سَلاَمٍ أَخْبَرَنَا مَخْلَدُ بْنُ يَزِيدَ أَخْبَرَنَا ابْنُ جُرَيْجٍ قَالَ ابْنُ شِهَابٍ أَخْبَرَنِى يَحْيَى بْنُ عُرْوَةَ أَنَّهُ سَمِعَ عُرْوَةَ يَقُولُ قَالَتْ عَائِشَةُ سَأَلَ أُنَاسٌ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَنِ الْكُهَّانِ فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « لَيْسُوا بِشَىْءٍ » . قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ فَإِنَّهُمْ يُحَدِّثُونَ أَحْيَانًا بِالشَّىْءِ يَكُونُ حَقًّا . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « تِلْكَ الْكَلِمَةُ مِنَ الْحَقِّ يَخْطَفُهَا الْجِنِّىُّ ، فَيَقُرُّهَا فِى أُذُنِ وَلِيِّهِ قَرَّ الدَّجَاجَةِ ، فَيَخْلِطُونَ فِيهَا أَكْثَرَ مِنْ مِائَةِ كَذْبَةٍ » .
Açıklama: Cinlerin kelime kaçırması meleklerin kendi aralarında konuşurken kulak hızrsızlığı ile duydukları şeylerdir.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
21962, B006213
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ سَلاَمٍ أَخْبَرَنَا مَخْلَدُ بْنُ يَزِيدَ أَخْبَرَنَا ابْنُ جُرَيْجٍ قَالَ ابْنُ شِهَابٍ أَخْبَرَنِى يَحْيَى بْنُ عُرْوَةَ أَنَّهُ سَمِعَ عُرْوَةَ يَقُولُ قَالَتْ عَائِشَةُ سَأَلَ أُنَاسٌ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَنِ الْكُهَّانِ فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « لَيْسُوا بِشَىْءٍ » . قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ فَإِنَّهُمْ يُحَدِّثُونَ أَحْيَانًا بِالشَّىْءِ يَكُونُ حَقًّا . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « تِلْكَ الْكَلِمَةُ مِنَ الْحَقِّ يَخْطَفُهَا الْجِنِّىُّ ، فَيَقُرُّهَا فِى أُذُنِ وَلِيِّهِ قَرَّ الدَّجَاجَةِ ، فَيَخْلِطُونَ فِيهَا أَكْثَرَ مِنْ مِائَةِ كَذْبَةٍ » .
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Selam, ona Mahled b. Yezid, ona İbn Cüreyc (Abdülmelik b. Abdülaziz el-Mekkî), ona İbn Şihab (Muhammed b. Şihab), ona Yahya b. Urve, ona Urve (b. Zübeyr), ona da Aişe (bt. Ebu Bekir) şöyle demiştir: İnsanlar Rasulullah'a (sav) kahinlerin durumu hakkında sordular. Rasulullah da (sav) onlara: "Onlar bir şey (biliyor) değiller" buyurdu. Bunun üzerine oradakiler: 'Ey Allah'ın Rasulü! (sav) Onlar bazen bir şey söylüyorlar bu da doğru oluyor.' Rasulullah (sav) da onlara: "Bu doğru olan kelimeler, cinlerin kaçırdıkları kelimelerdir. Sonra bunları tavuğun bağırması gibi kahinlerin kulaklarına tekrar tekrar söyler dururlar. Kahinler de bunlara yüzden fazla yalan karıştırırlar" buyurdu.
Açıklama:
Cinlerin kelime kaçırması meleklerin kendi aralarında konuşurken kulak hızrsızlığı ile duydukları şeylerdir.
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Edeb 117, 2/528
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Urve Yahya b. Urve el-Kuraşî (Yahya b. Urve b. Zübeyr b. Avvam)
4. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
5. Ebu Velid İbn Cüreyc el-Mekkî (Abdülmelik b. Abdülaziz b. Cüreyc)
6. Ebu Yahya Mahled b. Yezid el-Harranî (Mahled b. Yezid)
7. Muhammed b. Selam el-Bikendî (Muhammed b. Selam b. Ferec)
Konular:
Arrâf, Arraflık, arrafa gitmek ve inanmak
Bilgi, gayb bilgisi
Bilgi, gaybdan haber verme
Cin, Cinler
KTB, ADAB
KTB, CİNLER
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى الْعَنَزِىُّ حَدَّثَنَا يَحْيَى - يَعْنِى ابْنَ سَعِيدٍ - عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ عَنْ نَافِعٍ عَنْ صَفِيَّةَ عَنْ بَعْضِ أَزْوَاجِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ:
"مَنْ أَتَى عَرَّافًا فَسَأَلَهُ عَنْ شَىْءٍ لَمْ تُقْبَلْ لَهُ صَلاَةٌ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
6381, M005821
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى الْعَنَزِىُّ حَدَّثَنَا يَحْيَى - يَعْنِى ابْنَ سَعِيدٍ - عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ عَنْ نَافِعٍ عَنْ صَفِيَّةَ عَنْ بَعْضِ أَزْوَاجِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ:
"مَنْ أَتَى عَرَّافًا فَسَأَلَهُ عَنْ شَىْءٍ لَمْ تُقْبَلْ لَهُ صَلاَةٌ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً."
Tercemesi:
Bize Muhammed b. el-Müsenna el-Anezî, ona Yahya –yani İbn Said-, ona Ubeydullah, ona Nafi', ona Safiyye, ona da Nebi'nin (sav) zevcelerinden birisi, o da Nebi'nin (sav) şöyle buyurduğunu rivayet eti:
"Kim bir kâhine gider, ona herhangi bir hususa dair soru sorarsa, kırk gün boyunca onun namazı kabul edilmez."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Tıb 5821, /944
Senetler:
()
Konular:
Arrâf, Arraflık, arrafa gitmek ve inanmak
Bilgi, gaybdan haber verme
cahiliye, âdetleri
Cahiliye, adetlerini sürdürmek
Öneri Formu
Hadis Id, No:
41806, HM003032
Hadis:
حَدَّثَنَا عَفَّانُ حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ عَنْ سِمَاكٍ عَنْ عِكْرِمَةَ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ لَا طِيَرَةَ وَلَا عَدْوَى وَلَا هَامَةَ وَلَا صَفَرَ قَالَ فَقَالَ رَجُلٌ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّا لَنَأْخُذُ الشَّاةَ الْجَرْبَاءَ فَنَطْرَحُهَا فِي الْغَنَمِ فَتَجْرَبُ قَالَ فَمَنْ أَعْدَى الْأَوَّلَ
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ahmed b. Hanbel, Müsned-i Ahmed, Abdullah b. Abbas b. Abdulmuttalib 3032, 1/829
Senetler:
1. İbn Abbas Abdullah b. Abbas el-Kuraşî (Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
2. İkrime Mevla İbn Abbas (İkrime)
3. Simak b. Harb ez-Zühlî (Simak b. Harb b. Evs b. Halid)
4. Ebu Avane Vazzah b. Abdullah el-Yeşkurî (Vazzah b. Abdullah)
5. Ebu Osman Affân b. Müslim el-Bahilî (Affân b. Müslim b. Abdullah)
Konular:
Arrâf, Arraflık, arrafa gitmek ve inanmak
Hastalık, Hz. Peygamber döneminde
Sağlık, ve Tedavi (Tıbbu’n-Nebevi)
Sihir, sihir/büyü