402 Kayıt Bulundu.
Bize yusuf b. Musa, ona Übeydullah b. Musa, ona İsrail, ona Ebu Ishâk, ona da Berâ şöyle demiştir: Rasulullah (sav), Ensar'dan bazı adamları, başlarına Abdullah b. Atîk'i emir tayin ederek Yahudi Ebu Râfi üzerine gönderdi. Ebu Râfi Hz. Peygamber'e eziyet eden, Onun aleyhinde çalışan birisiydi. Hicâz'da kendisine ait bir kalede idi. Birlik kaleye yaklaştığında güneş batmış ve insanlar hayvanlarıyla birlikte meradan dönmüşlerdi. Abdullah arkadaşlarına 'yerinizde oturun, ben gideyim, belki kale bekçilerine görünmeden kaleye girerim' dedi. Kale kapısına doğru yürüdü. Kapıya yaklaştığında, sanki bir ihtiyacını gideriyormuş gibi, elbisesine bürünüp kendisini gizledi. İnsanlar tamamıyla kaleye girmişti. Bu sırada kale bekçisi 'ey Allah'ın kulu, kaleye girmek istersen hemen gir, çünkü kapıyı kapatacağım' dedi. Ben de hemen girip gizlendim. İnsanların kaleye girmesi üzerine kapıcı kapıyı kilitledi ve anahtarları bir direğe astı. Abdullah der ki: Ben hemen anahtarlara doğru yöneldim ve onları alıp kapıyı açtım. Ebu Râfi'in yanında akşamdan sonra gece sohbeti yapılırdı ve bu sohbet kalenin üst katlarında olurdu. Bu gece sohbeti sona erip, dostları Ebu Râfi'in yanından dağılınca, ben hemen yanına çıktım. Açtığım her kapıyı içeriden sürgüleyerek kapatıyordum. Düşündüm ki, eğer Ebu Râfi'in adamları beni sezerlerse onu öldürünceye kadar bana fırsat bırakmazlar. Bu şekilde Ebu Râfi'in yattığı odaya kadar vardım. O, karanlık bir oda içinde, ailesinin arasındaydı. Odanın neresinde olduğunu kestiremedim. Anlamak için 'ey Ebu Râfi' diye seslendim. 'kim o?' diye karşılık verdi. Ben hemen sesin geldiği tarafa yönelip kılıcımla ilk darbeyi vurdum. Fakat dehşet içinde idim, bir iş göremedim. Ebu Râfi feryat etti. Ben hemen odadan dışarı çıktım ve kısa bir zaman bekleyip tekrar odaya daldım ve 'bu feryat nedir ey Ebu Râfi?' dedim. 'Ananın canı cehenneme, sen seslenmeden önce birisi bana oda içinde kılıçla vurdu' dedi. Abdullah der ki: Ben ona bir darbe daha vurdum, iyice yaraladım. Fakat yine öldüremedim. Sonra kılıcın keskin ucunu onun karnına bastım. Nihayet Ebu Râfi arkasına devrildi. Bu defa onu öldürdüğümü anladım ve hemen kapıları birer birer açmağa başladım. Ardından kale merdiveninin son basamağında, yere vardığımı sanarak ayağımı yere attım, ama mehtaplı bir gecede merdivenden aşağıya düştüm. Bacağım kırıldı. Hemen bir sargı ile bu kırığı sardım, sonra kapının önüne oturdum ve kendi kendime 'onu öldürüp öldürmediğimi öğreninceye kadar bu gece kaleden çıkmam' dedim. Horoz Ötmeye başlayınca ölümü ilan eden kimse kale surlarının üstünde ayakta 'hicaz ahalisinin tüccarı Ebu Râfi'nin ölümünü bildiririm' diye ilân etti. Bunun üzerine ben artık arkadaşlarımın yanına gittim. Onlara 'Ebu Râfi'den kurtulduk. Allah onu öldürmeyi nasip etti' dedim. Nihayet Peygamber'in (sav) huzuruna vardım ve O'na olanları anlattım. (Ayağımın kırıldığını duyunca) bana "ayağını uzat" buyurdu. Ben de ayağımı uzattım. Rasulullah (sav) ayağımı eliyle sıvazladı. Sanki ayağımdan hiç ağrı duymamış gibi oldum.
Bize Ahmed b. Osman, ona Şurayh b. Seleme, ona İbrahim b. Yusuf, ona babası (Yusuf b. İshak), ona Ebu Ishâk, ona da Berâ (ra) şöyle demiştir: Rasulullah (sav), Abdullah b. Atîk ve Abdullah b. Utbe'yi, birtakım insanlar beraber Ebu Râfi üzerine gönderdi. Birlik kaleye yaklaştığında, başkanları Abdullah b. Atîk, arkadaşlarına “yerinizde durun da ben kaleye gidip duruma bakayım” dedi. Abdullah b. Atîk der ki: Ben gizlice kaleye girmek için gittim. Kale halkı, kaybettikleri bir eşeği aramak üzere alacakaranlıkta dışarıya çıkmışlardı. Ben tanınmaktan endişe ettim ve sanki ihtiyacımı gideriyormuş gibi, başımı kapattım. Sonra kapı nöbetçisi “kapıyı kapamadan önce içeri girmek isteyen girsin” diye seslendi. Ben de hemen içeriye girdim ve kale kapısının yanındaki eşek ahırının içinde saklandım. Adamları Ebu Râfi'in yanında akşam yemeği yediler ve yanında oturup konuştular. Nihayet geceden bir müddet geçti. Sonra adamları kale içindeki kendi evlerine döndüler. Sesler kesilip de hiçbir hareket işitmez olunca, ben (gizlendiğim yerden) dışarı çıktım. Kapı nöbetçisinin, kalenin anahtarını bir oyuk içine koyduğu yeri görmüştüm. Anahtarı oradan aldım ve kalenin kapısını açtım. Abdullah der ki: Kendi kendime “ya kale halkı beni tanırsa” diye düşündüm ve yavaşça yürüyüp kale içindeki evlerinin kapılarına vardım ve kapıları içlerindekilerin üzerine dıştan kilitledim. Sonra bir merdiven içinde üst kata, Ebu Râfi'in yanına çıktım. Bir de baktım ki, ev karanlık ve evin kandili sönmüş. Adamın nerede olduğunu bilemedim ve “ey Ebu Râfi” diye seslendim. “Kimdir o?” dedi. Abdullah der ki: Ona vurmak için hemen sesin geldiği tarafa gittim, fakat bağırınca iyi vuramadım. Sonra ona yardım ediyormuş gibi geldim ve ses tonumu değiştirerek “neyin var ey Ebu Râfi?” dedim. Ebu Râfi “yahu sana hayret ediyorum, anana yazıklar olsun! Yanıma bir adam girip bana kılıçla vurdu” dedi. Abdullah der ki: Ben yine gidip bir kere daha ona vurdum, fakat yine iş görecek bir vuruş olmadı. Ebu Râfi bağırdı ve ev halkı ayağa kalktı. Abdullah der ki: Sonra ben sesimi değiştirerek yardım edecekmiş gibi geldim, baktım sırt üstü yatıyor. Hemen kılıcı karnının içine soktum, sonra üzerinde tersine çevirdim, nihayet kemiğin sesini işittim. Sonra dehşetle dışarı çıkıp merdivenlere kadar geldim. Aşağıya inmek isterken, merdivenden düştüm, ayağım eklem yerinden çıktı. Hemen ayağımı bir sargı ile sardım. Sonra ben bir ayak üzerinde sekerek arkadaşlarıma geldim ve onlara “sizler gidip Rasulullah'a (sav) sevinçli haberi bildiriniz. Ben ölüm haberini verenin sesini işitinceye kadar buradan ayrılmayacağım” dedim. Sabahın aydınlığı olunca ölüm habercisi yukarıya çıktı ve “Ebu Râfi'in ölümünü bildiririm” diye ilân etti. Abdullah b. Atîk der ki: Ardından ben, bende ayağımda hiçbir ağrı olmaksızın kalkıp yürüdüm. Arkadaşlarımın Peygamber'e (sav) gelmelerinden önce onlara yetiştim ve Peygamber'e (sav) o sevinçli haberi verdim.
Abdullah b. Münir, ona Abdullah b. Bekir, ona Humeyd, ona da Enes şöyle demiştir: Abdullah b. Selâm bir arazide hurma toplarken Rasulullah'ın (sav) Medine'ye geldiğini duyunca Hz. Peygamber'in yanına gelip “sana cevabını sadece peygamber olan kimsenin bilebileceği üç soru soracağım; 1. Kıyamet alâmetlerinin ilki nedir? 2. Cennet ehlinin ilk yemeği nedir? 3. Çocuğun babasına yahut anasına benzemesine yol açan şey nedir?” dedi. Hz. Peygamber (sav) "Bunları, az önce, Cibril bana bildirdi" dedi. Abdullah b. Selâm “Cibril mi?” dedi. Hz. Peygamber "Evet" dedi. Abdullah “Cibril, melekler içinde Yahudilerin düşmanıdır” dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav) ya da Râvî "Cebrâil’e kim düşmansa şunu iyi bilsin ki, daha önce gönderilen kitapları doğrulayan, Müminlere bir doğru yol rehberi ve müjdeci olan Kur’an’ı Allah’ın izniyle senin kalbine o indirmiştir." (Bakara, 97) ayetini okudu. Sonra Hz. Peygamber (sav) "Kıyamet alâmetlerinin ilki, insanları doğudan batıya sürecek bir ateştir. Cennet ehlinin ilk yemeği balık ciğerinin (sarkmış olan) fazlasıdır. Çocuğun baba ve ana soylarına çekmesine gelince; cinsel münasebet sırasında erkeğin spermi, kadının sperminin önüne geçtiğinde, çocuk erkeğe, kadının spermi erkeğin sperminin önüne geçtiği zaman çocuk kadına çeker" buyurdu. Bunun üzerine Abdullah b. Selâm “Ben şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur. Ben yine şehadet ederim ki sen Allah'ın rasulüsün” dedi ve “ey Allah'ın Rasulü, Yahudiler insanı hayrette bırakacak kadar yalan söyleyen, asılsız iftiralarda bulunan bir topluluktur. Eğer sen beni, onlardan sormadan önce, Müslüman olduğumu bilirlerse, muhakkak bana iftira ederler” diye ekledi. Ardından Yahudiler geldi. Peygamber (sav) "İçinizde Abdullah nasıl adamdır?" diye sordu. Yahudiler “o bizim hayırlımız ve hayırlımızın oğludur. Seyyidimiz ve seyyidimizin oğludur” dediler. Hz. Peygamber (sav) "Abdullah b. Selâm İslâm 'a girerse ne düşünürsünüz?" diye sordu. Yahudiler “Allah böyle şeyden onu korusun” dediler. Abdullah, Yahudilerin karşısına çıktı ve kelime-i şehadet getirip Müslüman oldu. Bunun üzerine Yahudiler “o bizim en kötümüz ve en kötümüzün oğludur” dediler ve Abdullah b. Selam'ın değerini düşürmeye çalıştılar. Abdullah “ey Allah'ın Rasulü, işte korkmakta olduğum şey budur” dedi.
Bize Ebu’l-Yemân, ona Şuayb, ona Zührî, ona Urve b. Zübeyir’in rivayet ettiğine göre Usame b. Zeyd (r.anhumâ) kendisine şunu haber vermiştir: Rasulullah (sav) Bedir vakasından önce Hâris b. Hazrec oğulları yurdunda hasta bulunan Sa‘d b. Ubâde’yi ziyaret etmek üzere Fedek işi kadife kaplı bir palan vurulmuş bir eşeğin üzerine binmiş, terkisine de Usame b. Zeyd’i bindirmişti. (Usame) der ki: Hz. Peygamber (sav) yolda Abdullah b. Ubeyy b. Selûl’un da bulunduğu bir meclise uğradı. Bu sırada Abdullah b. Ubeyy henüz Müslüman olmamıştı. Bir de gördü ki Mecliste Müslümanlar, puta tapan müşrikler ve Yahudiler karışık oturuyorlar. Mecliste Abdullah b. Revâha da vardı. Bindikleri hayvanın çıkardığı toz, mecliste oturanların üzerine kalkınca, Abdullah b. Ubeyy ridâsıyla burnunu kapattı, sonra da “Üzerimizi toza bulamayın”, dedi. Rasulullah (sav) onlara selam verdikten sonra durdu, bineğinden indi, onları Allah’a davet etti, onlara Kur’ân okudu. Abdullah b. Ubeyy b. Selûl “Ey kişi! Gerçek şu ki, senin bu söylediklerin eğer bir hakikat ise ondan daha güzeli yoktur. Ona sebep meclislerimizde bizi rahatsız etme. Sen kaldığın yere geri dön. Yanına gelen olursa ona anlatacaklarını anlat” dedi. Bu sefer Abdullah b. Revaha “Hayır, ey Allah’ın Rasulü, o Kur'an ile meclislerimizi kuşat, biz bunu seviyoruz” deyince, Müslümanlar, müşrikler ve Yahudiler birbirlerine ağır sözler söylemeye başladılar. Hatta neredeyse birbirleriyle kavga dahi edeceklerdi. Nebi (sav) ise onları sakinleştirmeye çalışıyordu. Sonra Nebi (sav) eşeğine bindi ve yoluna devam etti. Nihayet Sa‘d b. Ubâde’nin yanına girdi. Nebi (sav) ona: "Ey Sa‘d, Ebu Hubâb’ın" -bununla Abdullah b. Ubeyy’i kast ediyordu- "söylediklerini işittin mi? O, şöyle şöyle dedi" buyurdu. Sa‘d b. Ubâde “Ey Allah’ın Rasulü, onu affet, ona müsamaha göster, sana Kitab’ı indirene yemin olsun ki, Allah sana indirmiş olduğu hakkı getirdiğinde, bu kasabadaki ahali, ona taç giydirmek, onun başına krallara mahsus sarık sarmak üzere anlaşmışlardı. Allah sana vermiş olduğu hak vesilesiyle bunun gerçekleşmesine imkân vermeyince, bundan dolayı onun hevesi kursağında kaldı. İşte bu durum senin gördüklerini yapmasına sebep oldu” dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) da onu affetti. Nebi (sav) ve ashabı, Allah’ın kendilerine emretmiş olduğu gibi müşrikleri ve Kitab ehlini affediyor, eziyetlere sabredip katlanıyorlardı. Zaten aziz ve celil Allah da "Ve and olsun, sizden önce kitap verilenlerden ve şirk koşanlardan, rahatsız edici çok sözler işiteceksiniz" (Ali İmran, 3/186); "Kitap ehlinden birçoğu ruhlarında yerleşmiş olan kıskançlıktan dolayı, sizi imanınızdan sonra kâfirler olarak geriye döndürmeyi çok isterler…" (Bakara, 2/109) buyurmuştur. Nebi (sav), Allah onlar hakkında cihada izin verinceye kadar, Allah’ın kendisine emretmiş olduğu affı bu şekilde tevil ediyor ve gereğini yerine getiriyordu. Rasulullah (sav), Bedir gazvesini yapınca Allah onun vasıtası ile Kureyş kâfirlerinin ileri gelenlerinin öldürülmesini sağladı. İbn Ubeyy b. Selûl ve beraberindeki putperest müşrikler “Artık bu Müslümanların işinin yoluna girdiğini gösteren bir husustur” deyip İslam üzere Rasulullah’a (sav) biat edip Müslüman oldular.
Bize Muhammed b. Selam, ona el-Fezarî, ona Humeyd, ona da Enes şöyle nakletmiştir: Abdullah b. Selâm Rasul-i Ekrem’in (sav) Medine’ye geldiğini duyunca hemen Rasulullah'a (sav) geldi ve “ “sana, cevabını sadece bir peygamberin bilebileceği üç şey soracağım: 1. Kıyamet alâmetlerinin ilki nedir?; 2. Cennet ahalisi ilk önce hangi yemeği yiyecekler? 3. Çocuk hangi durumda babasına çeker ve hangi durumda da dayılarına çeker?” dedi. Rasul-i Ekrem (sav) "az önce Cebrail bunları bana bildirdi" dedi. Bunun üzerine Abdullah “Cebrail, Melekler arasında Yahudilerin düşmanıdır” dedi. Rasulullah (sav) sorulan sorulara "Kıyamet alâmetlerinin ilki, insanları doğudan batıya sürüp toplayacak bir ateştir. Cennetliklerin yiyeceği ilk yemek, balık ciğerinin (sarkmış olan) fazlasıdır. Çocuğun benzemesine gelince; erkek kadınla cinsel ilişkide bulunduğunda erkeğin spermi kadınınkinden önce gelirse çocuk babaya benzer. Kadının spermi erkeğin menisinden önce gelirse çocuk anaya benzer" cevabını verdi. Bunun üzerine Abdullah b. Selam “Şehadet ederim ki sen Allah’ın (Hak) Peygamberisin” dedi. Sonra Abdullah “Ya Rasulullah, Yahudiler, insanı hayrette bırakacak kadar yalan söyleyen, asılsız isnat ve iftiralarda bulunan bir millettir. Eğer siz beni onlara sormadan önce Müslüman olduğumu duyup öğrenirlerse muhakkak bana bir sürü itham ve iftiralarda bulunurlar” dedi. Ardından Rasulullah’ın huzuruna Yahudiler geldi. Abdullah ise evde saklandı. Rasulullah (sav) Yahudilere "Abdullah b. Selam aranızda nasıl biridir?" diye sordu. Yahudiler “O bizim en alimimizdir. Ve en alimimizin de oğludur. O, bizim en hayırlımızdır ve en hayırlımızın oğludur” dediler. Bunun üzerine Rasul-i Ekrem (sav) "Abdullah Müslüman olursa ne dersiniz?" diye sordu. Yahudiler “Böyle şeyden onu Allah korusun!” dediler. Bunun üzerine Abdullah onların karşısına çıktı ve “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Rasulullah = Şehadet ederim ki Allah’tan başka (tapacak) hiçbir ilâh yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın elçisidir” dedi. Bu defa da Yahudiler “O bizim kötümüzdür, kötümüzün de oğludur” deyip İbn Selam hakkında türlü iftiralara başladılar.
Hârice b. Zeyd b. Sabit, ona da Zeyd b. Sabit, Peygamber'in (sav), kendisine, Yahudilerin yazısını öğrenmesini emrettiğini rivayet etmiş ve şöyle demiştir: Ben, Hz. Peygamber'in (sav) Yahudilere gönderdiği mektupları yazar, onların da Hz. Peygamber'e yazdığı mektupları kendisine okurdum. Hz. Ömer, yanında Ali b. Ebu Talip, Abdurrahman b. Avf ve Osman b. Affan varken “bu kadın ne söylüyor?” diye sormuş, Abdurrahman b. Hâtib b. Ebu Beltea da “bunun üzerine ben 'bu kadın sana iki arkadaşı ile yapmış olduğu işi haber veriyor' dedim” demiştir. Ebu Cemre der ki: Ben İbn Abbas ile insanlar arasında tercümanlık yapıyordum. Bazı insanlar da der ki: Hakim için iki tercüman gereklidir.
Bize İshak b. Nasr, ona Abdurrezzâk, ona İbn Cureyc, ona Mûsâ b. Ukbe, ona Nâfi, ona İbn Ömer (r.anhuma) şöyle demiştir: Rasulullah'a karşı Nadîr oğulları ve ardından Kurayza oğulları harp açtı. Bunun üzerine Rasulullah (sav) Nadîr oğullarını yerlerinden sürüp çıkardı. Kurayza oğullarını ise yerlerinde bıraktı. Ve onlara karşılıksız lütufta bulundu. Nihayet Kurayza da harb etti. Rasulullah (sav) da onların erkeklerini öldürüp, kadınlarını, çocuklarını ve mallarını da Müslümanlar arasında bölüştürdü. Ancak onlardan bazıları Peygamber'e katıldı. Hz. Peygamber (sav) bu katılanlara âmân verdi. Onlar da Müslüman oldular. Bu suretle Rasulullah (sav), içlerinde Abdullah b. Selâm'ın kabilesi olan Kaynukâ oğulları ve üzere Harise oğulları olmak üzere Medine Yahudilerinin hepsini Medine'den sürgün etti.