Öneri Formu
Hadis Id, No:
767, M000208
Hadis:
حَدَّثَنِى مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِى عَدِىٍّ عَنْ شُعْبَةَ عَنْ سُلَيْمَانَ عَنْ ذَكْوَانَ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم قَالَ
"لاَ يَزْنِى الزَّانِى حِينَ يَزْنِى وَهُوَ مُؤْمِنٌ وَلاَ يَسْرِقُ حِينَ يَسْرِقُ وَهُوَ مُؤْمِنٌ وَلاَ يَشْرَبُ الْخَمْرَ حِينَ يَشْرَبُهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ وَالتَّوْبَةُ مَعْرُوضَةٌ بَعْدُ."
Tercemesi:
Bana Muhammed b. el-Müsenna, ona İbn Ebu Adî, ona Şube, ona Süleyman, ona Zekvân, ona Ebu Hureyre (ra) rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
"Zina eden kişi zina ederken mümin olarak zina etmez. Hırsızlık yapan kişi bunu yaptığı zaman bunu mümin olarak yapmaz. Şarap içen kişi onu mümin olarak içmez. Tövbe kapısı ise açıktır."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, İmân 208, /53
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebû Salih es-Semmân (Ebû Sâlih Zekvân b. Abdillâh et-Teymî)
3. Ebu Muhammed Süleyman b. Mihran el-A'meş (Süleyman b. Mihran)
4. Şube b. Haccâc el-Atekî (Şu'be b. Haccac b. Verd)
5. Ebu Amr Muhammed b. İbrahim es-Sülemî (Muhammed b. İbrahim b. Ebu Adî)
6. Muhammed b. Müsenna el-Anezî (Muhammed b. Müsenna b. Ubeyd b. Kays b. Dinar)
Konular:
Hırsızlık
İçki, haramlığı
İman, imanın amelle ilişkisi
KTB, TEVBE, İSTİĞFAR
Zina, nikahsız, gayr-i meşru ilişki,
Öneri Formu
Hadis Id, No:
4217, M002415
Hadis:
حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ يَحْيَى وَسَعِيدُ بْنُ مَنْصُورٍ وَقُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ قَالَ يَحْيَى أَخْبَرَنَا وَقَالَ الآخَرَانِ حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ عَنْ قَتَادَةَ عَنْ أَنَسٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
"لَوْ كَانَ لاِبْنِ آدَمَ وَادِيَانِ مِنْ مَالٍ لاَبْتَغَى وَادِيًا ثَالِثًا وَلاَ يَمْلأُ جَوْفَ ابْنِ آدَمَ إِلاَّ التُّرَابُ وَيَتُوبُ اللَّهُ عَلَى مَنْ تَابَ."
Tercemesi:
Bize Yahya b. Yahya, Said b. Mansur ve Kuteybe b. Said, ona Yahya, ona Ebu Avane, ona Katade, ona da Enes (ra), Rasulullah'ın (sav) şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Âdemoğlunun iki vadi dolusu malı olsa, üçüncü bir vadi daha isterdi. Âdemoğlunun karnını topraktan başka bir şey dolduramaz. Allah, tövbe eden kimsenin tövbesini kabul eder."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Zekât 2415, /404
Senetler:
1. Enes b. Malik el-Ensarî (Enes b. Malik b. Nadr b. Damdam b. Zeyd b. Haram)
2. Ebu Hattab Katade b. Diame es-Sedusî (Katade b. Diame b. Katade)
3. Ebu Avane Vazzah b. Abdullah el-Yeşkurî (Vazzah b. Abdullah)
4. Ebu Recâ Kuteybe b. Said es-Sekafi (Kuteybe b. Said b. Cemil b. Tarif)
Konular:
İnsan, yaratılış özellikleri
KTB, TEVBE, İSTİĞFAR
KTB, YARATILIŞ
Mal, mal - mülk hırsı
Öneri Formu
Hadis Id, No:
285853, M002415-2
Hadis:
حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ يَحْيَى وَسَعِيدُ بْنُ مَنْصُورٍ وَقُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ قَالَ يَحْيَى أَخْبَرَنَا وَقَالَ الآخَرَانِ حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ عَنْ قَتَادَةَ عَنْ أَنَسٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم "لَوْ كَانَ لاِبْنِ آدَمَ وَادِيَانِ مِنْ مَالٍ لاَبْتَغَى وَادِيًا ثَالِثًا وَلاَ يَمْلأُ جَوْفَ ابْنِ آدَمَ إِلاَّ التُّرَابُ وَيَتُوبُ اللَّهُ عَلَى مَنْ تَابَ".
Tercemesi:
Bize Yahya b. Yahya (T); Bize Saîd b. Mansûr (T); Bize Kuteybe b. Saîd, -[ravilerden] Yahya (Ahberanâ), diğerleri (Haddesanâ) tâbirini kullandılar.-, onlara Ebû Avâne, ona Katâde, ona da Enes (ra), Rasulullah'ın (sav) şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Âdemoğlunun iki vadi dolusu malı olsa, üçüncü bir vadi daha isterdi. Âdemoğlunun karnını topraktan başka bir şey dolduramaz. Allah, tövbe eden kimsenin tövbesini kabul eder."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Zekât 2415, /404
Senetler:
1. Enes b. Malik el-Ensarî (Enes b. Malik b. Nadr b. Damdam b. Zeyd b. Haram)
2. Ebu Hattab Katade b. Diame es-Sedusî (Katade b. Diame b. Katade)
3. Ebu Avane Vazzah b. Abdullah el-Yeşkurî (Vazzah b. Abdullah)
4. Said b. Mansur el-Horasânî (Ebû Osman Said b Mansur b. Şu'be)
Konular:
İnsan, yaratılış özellikleri
KTB, TEVBE, İSTİĞFAR
KTB, YARATILIŞ
Mal, mal - mülk hırsı
حَدَّثَنِى مُحَمَّدٌ حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ أَبِى شُعَيْبٍ حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ أَعْيَنَ حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ رَاشِدٍ أَنَّ الزُّهْرِىَّ حَدَّثَهُ قَالَ أَخْبَرَنِى عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ عَنْ أَبِيهِ قَالَ سَمِعْتُ أَبِى كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ ، وَهْوَ أَحَدُ الثَّلاَثَةِ الَّذِينَ تِيبَ عَلَيْهِمْ أَنَّهُ لَمْ يَتَخَلَّفْ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى غَزْوَةٍ غَزَاهَا قَطُّ غَيْرَ غَزْوَتَيْنِ غَزْوَةِ الْعُسْرَةِ وَغَزْوَةِ بَدْرٍ . قَالَ فَأَجْمَعْتُ صِدْقَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ضُحًى ، وَكَانَ قَلَّمَا يَقْدَمُ مِنْ سَفَرٍ سَافَرَهُ إِلاَّ ضُحًى وَكَانَ يَبْدَأُ بِالْمَسْجِدِ ، فَيَرْكَعُ رَكْعَتَيْنِ ، وَنَهَى النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم عَنْ كَلاَمِى وَكَلاَمِ صَاحِبَىَّ ، وَلَمْ يَنْهَ عَنْ كَلاَمِ أَحَدٍ مِنَ الْمُتَخَلِّفِينَ غَيْرِنَا ، فَاجْتَنَبَ النَّاسُ كَلاَمَنَا ، فَلَبِثْتُ كَذَلِكَ حَتَّى طَالَ عَلَىَّ الأَمْرُ ، وَمَا مِنْ شَىْءٍ أَهَمُّ إِلَىَّ مِنْ أَنْ أَمُوتَ فَلاَ يُصَلِّى عَلَىَّ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم أَوْ يَمُوتَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَكُونَ مِنَ النَّاسِ بِتِلْكَ الْمَنْزِلَةِ ، فَلاَ يُكَلِّمُنِى أَحَدٌ مِنْهُمْ ، وَلاَ يُصَلِّى عَلَىَّ ، فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَوْبَتَنَا عَلَى نَبِيِّهِ صلى الله عليه وسلم حِينَ بَقِىَ الثُّلُثُ الآخِرُ مِنَ اللَّيْلِ ، وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عِنْدَ أُمِّ سَلَمَةَ ، وَكَانَتْ أُمُّ سَلَمَةَ مُحْسِنَةً فِى شَأْنِى مَعْنِيَّةً فِى أَمْرِى ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « يَا أُمَّ سَلَمَةَ تِيبَ عَلَى كَعْبٍ » . قَالَتْ أَفَلاَ أُرْسِلُ إِلَيْهِ فَأُبَشِّرَهُ قَالَ « إِذًا يَحْطِمَكُمُ النَّاسُ فَيَمْنَعُونَكُمُ النَّوْمَ سَائِرَ اللَّيْلَةِ » . حَتَّى إِذَا صَلَّى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم صَلاَةَ الْفَجْرِ آذَنَ بِتَوْبَةِ اللَّهِ عَلَيْنَا ، وَكَانَ إِذَا اسْتَبْشَرَ اسْتَنَارَ وَجْهُهُ حَتَّى كَأَنَّهُ قِطْعَةٌ مِنَ الْقَمَرِ ، وَكُنَّا أَيُّهَا الثَّلاَثَةُ الَّذِينَ خُلِّفُوا عَنِ الأَمْرِ الَّذِى قُبِلَ مِنْ هَؤُلاَءِ الَّذِينَ اعْتَذَرُوا حِينَ أَنْزَلَ اللَّهُ لَنَا التَّوْبَةَ ، فَلَمَّا ذُكِرَ الَّذِينَ كَذَبُوا رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنَ الْمُتَخَلِّفِينَ ، وَاعْتَذَرُوا بِالْبَاطِلِ ، ذُكِرُوا بِشَرِّ مَا ذُكِرَ بِهِ أَحَدٌ قَالَ اللَّهُ سُبْحَانَهُ ( يَعْتَذِرُونَ إِلَيْكُمْ إِذَا رَجَعْتُمْ إِلَيْهِمْ قُلْ لاَ تَعْتَذِرُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكُمْ قَدْ نَبَّأَنَا اللَّهُ مِنْ أَخْبَارِكُمْ وَسَيَرَى اللَّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ ) الآيَةَ .
Bana Muhammed, ona Ahmed b. Ebu Şuayb, ona Musa b. A'yun, ona İshak b. Raşid, ona Zührî, ona Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik, ona babası (Abdullah b. Ka'b b. Malik), ona da tevbesi kabul edilen üç kişiden biri olan ve Bedir ve Tebük seferleri dışında hiçbir seferde Hz. Peygamber'den (sav) ayrı kalmayan babası Ka'b b. Malik şöyle demiştir:
Ben kuşluk vakti Rasulullah'a (sav) doğruyu (Tebük seferine katılmamak için hiçbir mazeretimin olmadığını) söylemeye karar verdim. Rasulullah (sav) neredeyse çıktığı her seferin dönüşünde kuşluk vaktinde Medine'ye gelir ve önce mescide girip iki rekat namaz kılardı. (Ben durumumu anlattıktan sonra) Peygamber (sav) ben ve iki arkadaşımla konuşmayı herkese yasakladı. Seferde geri kalanlar içinde, bir tek bizimle konuşmak yasaklandı. İnsanlar bizimle konuşmaktan kaçındılar. Uzunca bir süre bu şekilde bekledim. Benim için, ölmem durumunda Hz. Peygamber'in (sav) cenaze namazımı kılmaması ya da Hz. Peygamber'in (sav) vefat etmesi halinde benim insanlar arasında bu konumda kalmam, sahabeden hiç kimsenin benimle konuşmuyor ve cenaze namazımı kılmıyor olmasından daha üzücü bir durum yoktu. (Bu durumun üzerinden elli gün geçtikten sonraki) gecenin son üçte birinde, Rasulullah, Ümmü Seleme'nin yanında iken Allah Taâlâ, Peygamber'ine, bizim tevbemizin kabulünü bildiren vahyini indirdi. Ümmü Seleme benim durumumu dert edinen ve hakkımda iyilik düşünen kimse idi. Rasulullah (sav) "ey Ümme Seleme, Ka'b'ın tevbesi kabul edildi" buyurdu. Ümmü Seleme “Ka'b'a haberci gönderip müjde vereyim mi?” dedi. Rasulullah "o zaman insanlar çok kalabalık şekilde gelip sizi ezer ve gürültü yaparak gecenin kalan kısmında uyumanıza engel olurlar" buyurdu.
Rasulullah (sav) sabah namazını kıldıktan sonra tevbemizin Allah tarafından kabul edildiğini bildirdi. Rasulullah sevindiği zaman bir ay parçası gibi yüzü parlardı. Seferden geri kalanlar ve bundan dolayı mazeret bildirenler arasında mazereti en geç kabul edilen bizler, Allah'ın tevbemizi kabul ettiğini bildirmek üzere vahiy indirdiği üç kişiydik. Seferden geri kalanlardan Rasulullah'a yalan söyleyen, yalan özürler beyan edenler anıldığı zaman en kötü kişiden bahsedilir gibi anıldılar. Her şeyden münezzeh olan Allah (onlar hakkında) şöyle buyurdu: "Sefer dönüşü kendileriyle karşılaştığınız zaman o münafıklar size özür beyân edecekler. De ki: “Boşuna özür dilemeye kalkmayın; size asla inanacak değiliz. Çünkü Allah mazeretlerinizin geçersizliği ile alakalı olarak nifak ve yalanlarınızı bize haber verdi. Bundan böyle de Allah ve Rasûlü, ne yapacağınıza bakacak. Sonra da duyuların kapsam alanına girmeyen ve giren her şeyi hakkıyla bilen Allah’ın huzuruna varacaksınız. O da yaptıklarınızı size bir bir haber verecektir." (Tevbe, 94)
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32059, B004677
Hadis:
حَدَّثَنِى مُحَمَّدٌ حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ أَبِى شُعَيْبٍ حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ أَعْيَنَ حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ رَاشِدٍ أَنَّ الزُّهْرِىَّ حَدَّثَهُ قَالَ أَخْبَرَنِى عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ عَنْ أَبِيهِ قَالَ سَمِعْتُ أَبِى كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ ، وَهْوَ أَحَدُ الثَّلاَثَةِ الَّذِينَ تِيبَ عَلَيْهِمْ أَنَّهُ لَمْ يَتَخَلَّفْ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى غَزْوَةٍ غَزَاهَا قَطُّ غَيْرَ غَزْوَتَيْنِ غَزْوَةِ الْعُسْرَةِ وَغَزْوَةِ بَدْرٍ . قَالَ فَأَجْمَعْتُ صِدْقَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ضُحًى ، وَكَانَ قَلَّمَا يَقْدَمُ مِنْ سَفَرٍ سَافَرَهُ إِلاَّ ضُحًى وَكَانَ يَبْدَأُ بِالْمَسْجِدِ ، فَيَرْكَعُ رَكْعَتَيْنِ ، وَنَهَى النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم عَنْ كَلاَمِى وَكَلاَمِ صَاحِبَىَّ ، وَلَمْ يَنْهَ عَنْ كَلاَمِ أَحَدٍ مِنَ الْمُتَخَلِّفِينَ غَيْرِنَا ، فَاجْتَنَبَ النَّاسُ كَلاَمَنَا ، فَلَبِثْتُ كَذَلِكَ حَتَّى طَالَ عَلَىَّ الأَمْرُ ، وَمَا مِنْ شَىْءٍ أَهَمُّ إِلَىَّ مِنْ أَنْ أَمُوتَ فَلاَ يُصَلِّى عَلَىَّ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم أَوْ يَمُوتَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَكُونَ مِنَ النَّاسِ بِتِلْكَ الْمَنْزِلَةِ ، فَلاَ يُكَلِّمُنِى أَحَدٌ مِنْهُمْ ، وَلاَ يُصَلِّى عَلَىَّ ، فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَوْبَتَنَا عَلَى نَبِيِّهِ صلى الله عليه وسلم حِينَ بَقِىَ الثُّلُثُ الآخِرُ مِنَ اللَّيْلِ ، وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عِنْدَ أُمِّ سَلَمَةَ ، وَكَانَتْ أُمُّ سَلَمَةَ مُحْسِنَةً فِى شَأْنِى مَعْنِيَّةً فِى أَمْرِى ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « يَا أُمَّ سَلَمَةَ تِيبَ عَلَى كَعْبٍ » . قَالَتْ أَفَلاَ أُرْسِلُ إِلَيْهِ فَأُبَشِّرَهُ قَالَ « إِذًا يَحْطِمَكُمُ النَّاسُ فَيَمْنَعُونَكُمُ النَّوْمَ سَائِرَ اللَّيْلَةِ » . حَتَّى إِذَا صَلَّى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم صَلاَةَ الْفَجْرِ آذَنَ بِتَوْبَةِ اللَّهِ عَلَيْنَا ، وَكَانَ إِذَا اسْتَبْشَرَ اسْتَنَارَ وَجْهُهُ حَتَّى كَأَنَّهُ قِطْعَةٌ مِنَ الْقَمَرِ ، وَكُنَّا أَيُّهَا الثَّلاَثَةُ الَّذِينَ خُلِّفُوا عَنِ الأَمْرِ الَّذِى قُبِلَ مِنْ هَؤُلاَءِ الَّذِينَ اعْتَذَرُوا حِينَ أَنْزَلَ اللَّهُ لَنَا التَّوْبَةَ ، فَلَمَّا ذُكِرَ الَّذِينَ كَذَبُوا رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنَ الْمُتَخَلِّفِينَ ، وَاعْتَذَرُوا بِالْبَاطِلِ ، ذُكِرُوا بِشَرِّ مَا ذُكِرَ بِهِ أَحَدٌ قَالَ اللَّهُ سُبْحَانَهُ ( يَعْتَذِرُونَ إِلَيْكُمْ إِذَا رَجَعْتُمْ إِلَيْهِمْ قُلْ لاَ تَعْتَذِرُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكُمْ قَدْ نَبَّأَنَا اللَّهُ مِنْ أَخْبَارِكُمْ وَسَيَرَى اللَّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ ) الآيَةَ .
Tercemesi:
Bana Muhammed, ona Ahmed b. Ebu Şuayb, ona Musa b. A'yun, ona İshak b. Raşid, ona Zührî, ona Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik, ona babası (Abdullah b. Ka'b b. Malik), ona da tevbesi kabul edilen üç kişiden biri olan ve Bedir ve Tebük seferleri dışında hiçbir seferde Hz. Peygamber'den (sav) ayrı kalmayan babası Ka'b b. Malik şöyle demiştir:
Ben kuşluk vakti Rasulullah'a (sav) doğruyu (Tebük seferine katılmamak için hiçbir mazeretimin olmadığını) söylemeye karar verdim. Rasulullah (sav) neredeyse çıktığı her seferin dönüşünde kuşluk vaktinde Medine'ye gelir ve önce mescide girip iki rekat namaz kılardı. (Ben durumumu anlattıktan sonra) Peygamber (sav) ben ve iki arkadaşımla konuşmayı herkese yasakladı. Seferde geri kalanlar içinde, bir tek bizimle konuşmak yasaklandı. İnsanlar bizimle konuşmaktan kaçındılar. Uzunca bir süre bu şekilde bekledim. Benim için, ölmem durumunda Hz. Peygamber'in (sav) cenaze namazımı kılmaması ya da Hz. Peygamber'in (sav) vefat etmesi halinde benim insanlar arasında bu konumda kalmam, sahabeden hiç kimsenin benimle konuşmuyor ve cenaze namazımı kılmıyor olmasından daha üzücü bir durum yoktu. (Bu durumun üzerinden elli gün geçtikten sonraki) gecenin son üçte birinde, Rasulullah, Ümmü Seleme'nin yanında iken Allah Taâlâ, Peygamber'ine, bizim tevbemizin kabulünü bildiren vahyini indirdi. Ümmü Seleme benim durumumu dert edinen ve hakkımda iyilik düşünen kimse idi. Rasulullah (sav) "ey Ümme Seleme, Ka'b'ın tevbesi kabul edildi" buyurdu. Ümmü Seleme “Ka'b'a haberci gönderip müjde vereyim mi?” dedi. Rasulullah "o zaman insanlar çok kalabalık şekilde gelip sizi ezer ve gürültü yaparak gecenin kalan kısmında uyumanıza engel olurlar" buyurdu.
Rasulullah (sav) sabah namazını kıldıktan sonra tevbemizin Allah tarafından kabul edildiğini bildirdi. Rasulullah sevindiği zaman bir ay parçası gibi yüzü parlardı. Seferden geri kalanlar ve bundan dolayı mazeret bildirenler arasında mazereti en geç kabul edilen bizler, Allah'ın tevbemizi kabul ettiğini bildirmek üzere vahiy indirdiği üç kişiydik. Seferden geri kalanlardan Rasulullah'a yalan söyleyen, yalan özürler beyan edenler anıldığı zaman en kötü kişiden bahsedilir gibi anıldılar. Her şeyden münezzeh olan Allah (onlar hakkında) şöyle buyurdu: "Sefer dönüşü kendileriyle karşılaştığınız zaman o münafıklar size özür beyân edecekler. De ki: “Boşuna özür dilemeye kalkmayın; size asla inanacak değiliz. Çünkü Allah mazeretlerinizin geçersizliği ile alakalı olarak nifak ve yalanlarınızı bize haber verdi. Bundan böyle de Allah ve Rasûlü, ne yapacağınıza bakacak. Sonra da duyuların kapsam alanına girmeyen ve giren her şeyi hakkıyla bilen Allah’ın huzuruna varacaksınız. O da yaptıklarınızı size bir bir haber verecektir." (Tevbe, 94)
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Tefsîr 18, 2/196
Senetler:
1. Ka'b b. Malik el-Ensarî (Ka'b b. Malik b. Ebu Ka'b b. Kayn b. Ka'b)
2. Abdullah b. Ka'b el-Ensarî (Abdullah b. Ka'b b. Malik b. Amr b. Kayn)
3. Abdurrahman b. Abdullah el-Ensarî (Abdurrahaman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik)
4. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
5. Ebu Süleyman İshak b. Raşid er-Rakkî (İshak b. Raşid)
6. Musa b. A'yen el-Cezeri (Musa b. A'yen)
7. Ahmed b. Ebu Şuayb (Ahmed b. Abdullah b. Müslim)
8. Muhammed b. Yahya ez-Zühli (Muhammed b. Yahya b. Abdullah b. Halid)
Konular:
KTB, TEVBE, İSTİĞFAR
Namaz, nafile, sefer dönüşü
Bize Yahya b. Bukeyr, ona Leys, ona Ukayl, o na İbn Şihâb,ona Abdurrahmân b. Abdullah b. Ka'b b. Mâlik şöyle demiştir: Babası Ka'b b. Mâlik gözlerini kaybettiğinde evlatlarından ona rehberlik eden Abdullah b. Ka'b b. Mâlik şöyle demiştir: Ka'b b. Mâlik'in iştirak etmediği gazve olan Tebûk kıssası hakkında şunları anlattığını duydum:
Ka'b şöyle dedi: Ben Tebûk gazası dışında, Rasulullah'ın yaptığı gazvelerin hiçbirisinden geri kalmadım. Gerçi ben Bedir gazvesine de katılmamıştım, fakat Bedir gazvesine gitmeyip katılmayanlardan hiçbir kimse de azarlanmadı. Rasulullah Bedir seferine (cihâd maksadıyle değil, Şam'dan gelen) Kureyş kervanına ulaşmak için çıkmıştı. Nihayet Allah müslümânlarla düşmanlarını, önceden zaman tayin edilmediği halde, yolda karşılaştırdı. Ben, Akabe gecesi İslâm'a destek olmak için bey'at ettiğimiz zaman Rasûlullah'ın yanındaydım. Her ne kadar Bedir gazvesi insanlar arasında Akabe'den daha çok bilinse de; Ben Akabe'de hazır bulunmak yerine, Bedir'e katılmayı istemezdim.
Tebük Gazvesi’ne Resûlullah (sav) ile birlikte gitmeyişim şöyle oldu: Ben katılmadığım bu gazve sırasında olduğu kadar hiçbir zaman kuvvetli ve zengin olamamıştım. Vallahi Tebük Gazvesi’nden önce iki deve benim için bir arada hiç olmamıştı. Bu gazve esnasında iki tane binek devesine sahip olmuştum. Resûlullah (sav) bir gazveye hazırlandığı zaman asıl hedefi söylemez, bir başka yere gittiği sanılırdı. Fakat bu gazve çok sıcak bir zamanda idi. Uzun bir yol, çöl ve kalabalık bir düşmanla karşılaşılacağı için Resûlullah durumu açıkladı. Savaşa hazırlanabilmeleri için müslümanlara nereye gideceklerini söyledi. Resûlullah (sav) ile beraber sefere gidecek müslümanların sayısı çok fazlaydı. Adlarını bir deftere yazmak mümkün değildi. Savaşa gitmemek için gözden kaybolunduğu takdirde, hakkında bir âyet nâzil olmadıkça, işin gizli kalacağı zannedilebilirdi. Resûlullah (sav) bu gazveyi meyvaların olgunlaştığı, gölgelerin arandığı sıcak bir mevsimde yapmıştı. Ben de bunlara pek düşkündüm. Resûlullah (sav) ile müslümanlar savaş hazırlığına başladılar. Ben de onlarla birlikte savaşa hazırlanmak için çıkıyor, fakat hiçbir şey yapmadan geri dönüyordum. Kendi kendime de “Canım, ne zaman olsa hazırlanırım” diyordum. Günler böyle geçti. Herkes işini ciddi tuttu ve bir sabah Resûlullah (sav) ile birlikte müslümanlar erkenden yola çıktılar. Ben ise hâlâ hazırlanmamıştım. Yine sabah evden çıktım, hiçbir şey yapamadan geri döndüm. Hep aynı şekilde davranıyordum. Mücâhidler hayli yol almışlardı. Yola çıkıp onlara yetişeyim dedim, keşke öyle yapsaymışım; bunu da başaramadım. Resûlullah (sav) savaşa gittikten sonra insanların arasına çıktığımda beni en çok üzen şey, savaşa gitmeyip geride kalanların ya münafık diye bilinenler veya âciz oldukları için savaşa katılamayan kimseler olmasıydı. Resûlullah (sav) Tebük’e varıncaya kadar adımı hiç anmamış. Tebük’te ashâbın arasında otururken: “Kâ’b İbni Mâlik ne yaptı?” diye sormuş. Bunun üzerine Benî Selime’den bir adam: Yâ Resûlallah! Elbiselerine ve sağına soluna bakıp gururlanması onu Medine’de alıkoydu, demiş. Bunun üzerine Muâz İbni Cebel ona: Ne fena konuştun! demiş. Sonra da Rasulullah'a (sav) dönerek, yâ Resûlallah! Biz onun hakkında hep iyi şeyler biliyoruz, demiş. Resûlullah (sav) hiçbir şey söylememiş. Resûlullah'ın (sav) Tebük’ten Medine’ye hareket ettiğini öğrendiğim zaman beni bir üzüntü aldı. Söyleyeceğim yalanı düşünmeye başladım. Kendi kendime “Yarın onun öfkesinden nasıl kurtulacağım?” dedim. Yakınlarımdan görüşlerine değer verdiğim kimselerden akıl almaya başladım. Resûlullah'ın (sav) gelmek üzere olduğunu söyledikleri zaman, kafamdaki batıl düşünceler dağılıp gitti. Onun elinden hiçbir şekilde kurtulamayacağımı anladım. Her şeyi dosdoğru söylemeye karar verdim. Rasulullah (sav) sabahleyin Medine’ye geldi. Seferden dönerken önce Mescid-i Nebevî’ye gelerek iki rekat namaz kılar, sonra halkın arasına gelip otururdu. Yine öyle yaptı. Bu sırada savaşa katılmayanlar huzuruna geldiler; neden savaşa gidemediklerini yemin ederek anlatmaya başladılar. Bunlar seksenden fazla kimseydi. Rasulullah (sav) onların ileri sürdüğü mâzeretleri kabul etti; kendilerinden bîat aldı; Allah Teâlâ’dan bağışlanmalarını niyâz etti ve iç yüzlerini O’na bıraktı. Sonunda ben geldim. Selâm verdiğim zaman kızgın biçimde gülümsedi; sonra: “Gel!”, dedi. Ben de yürüyerek yanına geldim ve önüne oturdum. Bana: “Niçin savaşa katılmadın? Binek hayvanı satın almamış mıydın?” diye sordu. Ben de: Yâ Resûlallah! Allah’a yemin ederim ki, senden başka birinin yanında bulunsaydım, ileri süreceğim mâzeretlerle onun öfkesinden kurtulabilirdim. Çünkü insanlara fikrimi kabul ettirmeyi iyi beceririm. Fakat yine yemin ederim ki, bugün sana yalan söyleyerek gönlünü kazansam bile, yarın Cenâb-ı Hak (işin doğrusunu sana bildirecek ve) bana kızmanı sağlayacak. Şayet doğrusunu söylersem, bana kızacaksın. Ama ben doğru söyleyerek Allah’dan af umuyorum. Vallahi savaşa gitmemek için hiçbir özürüm yoktu. Hiçbir zaman da gazâdan geri kaldığım sıradaki kadar kuvvetli ve zengin olamamıştım, dedim.
Bunun üzerine Rasulullah (sav): “İşte bu doğru söyledi. Haydi kalk, senin hakkında Allah Teâlâ hüküm verene kadar bekle!” buyurdu. Ben kalkınca Benî Selime’den bazıları yanıma takılarak: Vallahi senin daha önce bir suç işlediğini bilmiyoruz. Savaşa katılmayanların ileri sürdükleri gibi bir mâzeret söyleyemedin. Halbuki günahlarının bağışlanması için Rasulullah'ın (sav) istiğfâr etmesi yeterdi, dediler. Beni o kadar çok ayıpladılar ki, tekrar Resûlullah’ın yanına dönüp biraz önceki sözlerimin yalan olduğunu söylemeyi bile düşündüm. Sonra onlara: Bana verilen cezaya çarptırılan bir başka kimse var mı? diye sordum. Evet. Seninle beraber bu cezaya uğrayan iki kişi daha var, dediler. Onlar da senin gibi konuştular ve senin aldığın cevabı aldılar. O iki kişi kim? diye sordum. Biri Mürâre İbni Rebî` el-Amrî, diğeri de Hilâl İbni Ümeyye el-Vâkıfî diyerek, herbiri Bedir Gazvesi’ne katılmış olan iki mükemmel örnek şahsiyetin adını verdiler. Bunun üzerine ben geri dönme düşüncesinden vazgeçerek yoluma devam ettim.
Rasulullah (sav) savaşa katılmayanlardan sadece üçümüzle konuşulmasını yasakladı. İnsanlar bizimle konuşmaktan kaçındılar veya bize karşı tavırlarını değiştirdiler. Hatta bana göre yer yüzü bile değişti. Sanki burası benim memleketim değildi. Elli gün böyle geçti. İki arkadaşım boyunlarını büktüler; ağlayarak evlerinde oturdular. Ben ise onlardan daha genç ve dayanıklı idim. Dışarı çıkarak cemaatle namaz kılar, çarşılarda dolaşırdım. Fakat kimse benimle konuşmazdı. Namaz bittikten sonra Rasulullah (sav) yerinde otururken yanına gelir, kendisine selâm verirdim. Kendi kendime “Acaba selâmımı alırken dudaklarını kıpırdattı mı kıpırdatmadı mı” diye sorardım. Sonra ona yakın bir yerde namaz kılar ve fark ettirmeden kendisine bakardım. Ben namaza dalınca bana doğru döner, kendisine baktığım zaman da yüzünü çeviriverirdi.
Müslümanların bana karşı olan sert tutumları uzun süre devam edince, amcamın oğlu ve en çok sevdiğim insan olan Ebû Katâde’nin bahçesine gidip duvardan içeri atladım ve selâm verdim. Vallâhi selâmımı almadı. Ona: Ebû Katâde! Allah adına and vererek soruyorum. Benim Allah’ı ve Resûlullah’ı ne kadar sevdiğimi biliyor musun? diye sordum. Hiç cevap vermedi. Ona and vererek bir daha sordum. Yine cevap vermedi. Bir daha yemin verince: Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedi. Bunun üzerine gözlerimden yaşlar boşandı. Geri dönüp duvardan atladım. Bir gün Medine çarşısında dolaşıyordum. Medine’ye yiyecek satmak üzere gelen Şamlı bir çiftçi: Kâ’b İbni Mâlik’i bana kim gösterir? diye sordu. Halk da beni gösterdi. Adam yanıma gelerek Gassân Meliki’nden getirdiği bir mektup verdi. Ben okuma yazma bilirdim. Mektubu açıp okudum. Selâmdan sonra şöyle diyordu: Duyduğumuza göre arkadaşın seni üzüyormuş. Allah seni değerinin bilinmediği ve hakkının çiğnendiği bir yerde yaşatmasın. Hemen yanımıza gel, sana izzet ve ikrâm edelim. Mektubu okuyunca, bu da bir başka belâ, dedim. Hemen onu ateşe atıp yaktım.
Nihayet elli günden kırkı geçmiş, fakat vahiy gelmemişti. Bir gün Rasulullah'ın (sav) gönderdiği bir şahıs çıkageldi. Rasulullah (sav) sana eşinden ayrı oturmanı emrediyor, dedi. Onu boşayacak mıyım, yoksa ne yapacağım? diye sordum. Hayır, ondan ayrı duracak, kendisine yanaşmayacaksın, dedi. Hz. Peygamber diğer iki arkadaşıma da aynı emri gönderdi. Bunun üzerine karıma: Allah Teâlâ bu mesele hakkında hüküm verene kadar ailenin yanına git ve onların yanında kal, dedim. Hilâl İbni Ümeyye’nin karısı Rasulullah'a (sav) giderek: Yâ Resûlallah! Hilâl İbni Ümeyye çok yaşlı bir adamdır. Kendisine bakacak hizmetçisi de yoktur. Ona hizmet etmemde bir sakınca görür müsün? diye sormuş. Hz. Peygamber de: Hayır görmem. Ama katiyen sana yaklaşmasın, buyurmuş. Kadın da şöyle demiş: Vallahi onun kımıldayacak hâli yok. Allah’a yemin ederim ki, başına bu iş geleliberi durmadan ağlıyor.
Yakınlarımdan biri bana: Rasulullah'tan (sav) eşinin sana hizmet etmesi için izin istesen olmaz mı! Baksana Hilâl İbni Ümeyye’ye bakması için karısına izin verdi, dedi. Ben de ona: Hayır, bu konuda Rasulullah'dan (sav) izin isteyemem. Üstelik ben genç bir adamım. İzin istesem bile Rasulullah'ın (sav) bana ne diyeceğini bilemem, dedim. Bu vaziyette on gün daha durdum. Bizimle konuşulması yasaklandığından bu yana tam elli gün geçmişti. Ellinci gecenin sabahında, evlerimizden birinin damında sabah namazını kıldım. Allah Teâlâ’nın (Kur’ân-ı Kerîm’de bizden) bahsettiği üzere canım iyice sıkılmış, o geniş yeryüzü bana dar gelmiş bir vaziyette otururken, Sel Dağı’nın tepesindeki birinin var gücüyle: “Kâ`b İbni Mâlik! Müjde!” diye bağırdığını duydum. Sıkıntılardan kurtulma gününün geldiğini anlayarak hemen secdeye kapandım. Rasulullah (sav) sabah namazını kıldırınca, Allah Teâlâ’nın tövbelerimizi kabul ettiğini ilân etmiş. Bunun üzerine ahâlî bize müjde vermeye koşmuş. İki arkadaşıma da müjdeciler gitmiş. Bunlardan biri bana doğru at koşturmuş. Eslem kabilesinden bir diğer müjdeci koşup Sel Dağı’na tırmanmış, onun sesi atlıdan önce bana ulaşmış. Sesini duyduğum müjdeci yanıma gelip beni tebrik edince, sırtımdaki elbiseyi de çıkarıp müjdesine karşılık ona giydirdim. Vallahi o gün giyecek başka elbisem yoktu. Emanet bir elbise bulup hemen giydim. Rasulullah'ı (sav) görmek üzere yola koyuldum. Beni grup grup karşılayan sahâbîler tövbemin kabul edilmesi sebebiyle tebrik ediyor ve “Allah Teâlâ’nın seni bağışlaması kutlu olsun” diyorlardı. Nihayet Mescid’e girdim. Rasulullah (sav) ashâbın ortasında oturuyordu. Talha b. Ubeydullah hemen ayağa kalktı, koşarak yanıma geldi, elimi sıktı ve beni tebrik etti. Vallahi muhâcirînden ondan başka kimse ayağa kalkmadı. Talha’nın bu davranışını hiç unutmam. Rasulullah'a (sav) selâm verdiğimde yüzü sevinçten parıldayarak: “Dünyaya geldiğinden beri yaşadığın bu en hayırlı gün kutlu olsun!” buyurdu. Ben de: Yâ Resûlallah! Tevbemin kabulü senin tarafından mıdır, yoksa Allah tarafından mı? diye sordum. “Benim tarafımdan değil, Yüce Allah tarafından”, buyurdu. Sevindiği zaman Rasulullah'ın (sav) mübarek yüzü parıldar, ay parçasına benzerdi. Biz de sevindiğini böyle anlardık. Resûl-i Ekrem’in önünde oturduğumda: Yâ Resûlallah! Tövbemin kabul edilmesine şükran olarak bütün malımı Allah ve Resûlullah uğrunda fakirlere dağıtmak istiyorum, dedim. Rasulullah (sav): “Malının bir kısmını dağıtmayıp elinde tutman senin için daha hayırlı olur” buyurdu. Ben de: Hayber fethinde hisseme düşen malı elimde bırakıyorum, dedikten sonra sözüme şöyle devam ettim. Yâ Resûlallah! Allah Teâlâ beni doğru söylediğimden dolayı kurtardı. Tövbemin bir parçası olarak, artık yaşadığım sürece sadece doğru söz söyleyeceğim. Vallâhi bu sözü Rasulullah'a (sav) söylediğim günden beri doğru sözlü olmak konusunda Allah Teâlâ’nın hiç kimseye benden daha güzel nimet verdiğini (yalandan koruduğunu) bilmiyorum. Yemin ederim ki, Rasulullah'a (sav) o sözleri söylediğim günden bu yana bilerek hiç yalan söylemedim. Kalan ömrümde de Cenâb-ı Hakk’ın beni yalan söylemekten koruyacağını umarım.
Allah Teâlâ şu âyet-i kerîmeleri indirdi: “Allah (savaşa gitmek istemeyenlere izin vermesi sebebiyle) Peygamberini bağışladığı gibi, bir kısmının kalbi kaymak üzere iken güçlük zamanında Peygamber’e uyan muhâcirlerle ensârın da tövbelerini kabul etti. Çünkü Allah onlara çok şefkatli, pek merhametlidir.
“Hani şu tövbeleri (Allah’ın emri gelene kadar) geri bırakılan üç kişinin de tövbesini kabul etti. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini iyice sıkıştırmıştı. Nihayet Allah’dan başka sığınılacak kimse olmadığını anlamışlardı. Eski hâllerine dönmeleri için Allah onların tövbelerini kabul etti. Çünkü Allah tövbeleri kabul edici ve bağışlayıcıdır.
“Ey imân edenler! Allah’ın azâbından korkun ve doğrularla beraber olun” [Tevbe sûresi (9), 117-119].
Allah’a yemin ederim ki, beni İslâmiyet’le şereflendirdikten sonra Cenâb-ı Hakk’ın bana verdiği en büyük nimet, Rasulullah'ın (sav) huzurunda doğruyu söylemek ve yalan söyleyip de helâk olmamaktır. Çünkü Allah Teâlâ şu yalan söyleyenler hakkında vahiy gönderdiği zaman, hiç kimseye söylemediği ağır sözleri söyledi ve şöyle buyurdu:
“O savaştan kaçanların yanına döndüğünüz zaman, kendilerini hesaba çekmiyesiniz diye Allah adına yemin ederler. Onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar pistirler. Yaptıklarına ceza olmak üzere varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden râzı olasınız diye size yemin de ederler. Siz onlardan râzı olsanız bile Allah fâsıklardan aslâ râzı olmaz” [Tevbe sûresi (9), 95-96].
Biz üç arkadaşın bağışlanması, Rasulullah'ın (sav) yeminlerini kabul edip kendilerinden bîat aldığı ve Cenâb-ı Hak’dan affedilmelerini dilediği kimselerin bağışlanmasından (elli gün) geri kalmıştı. Rasulullah (sav), hakkımızda Allah Teâlâ bir hüküm verene kadar bize yapacağı muameleyi tehir etmişti. Nihayet Allah Teâlâ -anlatıldığı üzere- hükmünü verdi. Allah Teâlâ’nın “tövbeleri geri kalan üç kişinin…” diye bahsettiği bu geri kalış, bizim savaştan geri kalmamız değildir; bu, Hz. Peygamber’e gelip yemin ederek mâzeretleri olduğunu söyleyenlerin özürlerini Peygamber aleyhisselâm’ın kabul etmesi, bize yapacağı muameleyi ise geriye bırakması olayıdır.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
34582, B004418
Hadis:
حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ بُكَيْرٍ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنْ عُقَيْلٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ - وَكَانَ قَائِدَ كَعْبٍ مِنْ بَنِيهِ حِينَ عَمِىَ - قَالَ سَمِعْتُ كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ يُحَدِّثُ حِينَ تَخَلَّفَ عَنْ قِصَّةِ تَبُوكَ قَالَ كَعْبٌ لَمْ أَتَخَلَّفْ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى غَزْوَةٍ غَزَاهَا إِلاَّ فِى غَزْوَةِ تَبُوكَ ، غَيْرَ أَنِّى كُنْتُ تَخَلَّفْتُ فِى غَزْوَةِ بَدْرٍ ، وَلَمْ يُعَاتِبْ أَحَدًا تَخَلَّفَ ، عَنْهَا إِنَّمَا خَرَجَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُرِيدُ عِيرَ قُرَيْشٍ ، حَتَّى جَمَعَ اللَّهُ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ عَدُوِّهِمْ عَلَى غَيْرِ مِيعَادٍ وَلَقَدْ شَهِدْتُ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لَيْلَةَ الْعَقَبَةِ حِينَ تَوَاثَقْنَا عَلَى الإِسْلاَمِ ، وَمَا أُحِبُّ أَنَّ لِى بِهَا مَشْهَدَ بَدْرٍ ، وَإِنْ كَانَتْ بَدْرٌ أَذْكَرَ فِى النَّاسِ مِنْهَا ، كَانَ مِنْ خَبَرِى أَنِّى لَمْ أَكُنْ قَطُّ أَقْوَى وَلاَ أَيْسَرَ حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْهُ فِى تِلْكَ الْغَزْوَةِ ، وَاللَّهِ مَا اجْتَمَعَتْ عِنْدِى قَبْلَهُ رَاحِلَتَانِ قَطُّ حَتَّى جَمَعْتُهُمَا فِى تِلْكَ الْغَزْوَةِ ، وَلَمْ يَكُنْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُرِيدُ غَزْوَةً إِلاَّ وَرَّى بِغَيْرِهَا ، حَتَّى كَانَتْ تِلْكَ الْغَزْوَةُ ، غَزَاهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى حَرٍّ شَدِيدٍ ، وَاسْتَقْبَلَ سَفَرًا بَعِيدًا وَمَفَازًا وَعَدُوًّا كَثِيرًا ، فَجَلَّى لِلْمُسْلِمِينَ أَمْرَهُمْ لِيَتَأَهَّبُوا أُهْبَةَ غَزْوِهِمْ ، فَأَخْبَرَهُمْ بِوَجْهِهِ الَّذِى يُرِيدُ ، وَالْمُسْلِمُونَ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم كَثِيرٌ ، وَلاَ يَجْمَعُهُمْ كِتَابٌ حَافِظٌ - يُرِيدُ الدِّيوَانَ - قَالَ كَعْبٌ فَمَا رَجُلٌ يُرِيدُ أَنْ يَتَغَيَّبَ إِلاَّ ظَنَّ أَنْ سَيَخْفَى لَهُ مَا لَمْ يَنْزِلْ فِيهِ وَحْىُ اللَّهِ ، وَغَزَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم تِلْكَ الْغَزْوَةَ حِينَ طَابَتِ الثِّمَارُ وَالظِّلاَلُ ، وَتَجَهَّزَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَالْمُسْلِمُونَ مَعَهُ ، فَطَفِقْتُ أَغْدُو لِكَىْ أَتَجَهَّزَ مَعَهُمْ فَأَرْجِعُ وَلَمْ أَقْضِ شَيْئًا ، فَأَقُولُ فِى نَفْسِى أَنَا قَادِرٌ عَلَيْهِ . فَلَمْ يَزَلْ يَتَمَادَى بِى حَتَّى اشْتَدَّ بِالنَّاسِ الْجِدُّ ، فَأَصْبَحَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَالْمُسْلِمُونَ مَعَهُ وَلَمْ أَقْضِ مِنْ جَهَازِى شَيْئًا ، فَقُلْتُ أَتَجَهَّزُ بَعْدَهُ بِيَوْمٍ أَوْ يَوْمَيْنِ ثُمَّ أَلْحَقُهُمْ ، فَغَدَوْتُ بَعْدَ أَنْ فَصَلُوا لأَتَجَهَّزَ ، فَرَجَعْتُ وَلَمْ أَقْضِ شَيْئًا ، ثُمَّ غَدَوْتُ ثُمَّ رَجَعْتُ وَلَمْ أَقْضِ شَيْئًا ، فَلَمْ يَزَلْ بِى حَتَّى أَسْرَعُوا وَتَفَارَطَ الْغَزْوُ ، وَهَمَمْتُ أَنْ أَرْتَحِلَ فَأُدْرِكَهُمْ ، وَلَيْتَنِى فَعَلْتُ ، فَلَمْ يُقَدَّرْ لِى ذَلِكَ ، فَكُنْتُ إِذَا خَرَجْتُ فِى النَّاسِ بَعْدَ خُرُوجِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَطُفْتُ فِيهِمْ ، أَحْزَنَنِى أَنِّى لاَ أَرَى إِلاَّ رَجُلاً مَغْمُوصًا عَلَيْهِ النِّفَاقُ أَوْ رَجُلاً مِمَّنْ عَذَرَ اللَّهُ مِنَ الضُّعَفَاءِ ، وَلَمْ يَذْكُرْنِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حَتَّى بَلَغَ تَبُوكَ ، فَقَالَ وَهْوَ جَالِسٌ فِى الْقَوْمِ بِتَبُوكَ « مَا فَعَلَ كَعْبٌ » . فَقَالَ رَجُلٌ مِنْ بَنِى سَلِمَةَ يَا رَسُولَ اللَّهِ ، حَبَسَهُ بُرْدَاهُ وَنَظَرُهُ فِى عِطْفِهِ . فَقَالَ مُعَاذُ بْنُ جَبَلٍ بِئْسَ مَا قُلْتَ ، وَاللَّهِ يَا رَسُولَ اللَّهِ ، مَا عَلِمْنَا عَلَيْهِ إِلاَّ خَيْرًا . فَسَكَتَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . قَالَ كَعْبُ بْنُ مَالِكٍ فَلَمَّا بَلَغَنِى أَنَّهُ تَوَجَّهَ قَافِلاً حَضَرَنِى هَمِّى ، وَطَفِقْتُ أَتَذَكَّرُ الْكَذِبَ وَأَقُولُ بِمَاذَا أَخْرُجُ مِنْ سَخَطِهِ غَدًا وَاسْتَعَنْتُ عَلَى ذَلِكَ بِكُلِّ ذِى رَأْىٍ مِنْ أَهْلِى ، فَلَمَّا قِيلَ إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَدْ أَظَلَّ قَادِمًا زَاحَ عَنِّى الْبَاطِلُ ، وَعَرَفْتُ أَنِّى لَنْ أَخْرُجَ مِنْهُ أَبَدًا بِشَىْءٍ فِيهِ كَذِبٌ ، فَأَجْمَعْتُ صِدْقَهُ ، وَأَصْبَحَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَادِمًا ، وَكَانَ إِذَا قَدِمَ مِنْ سَفَرٍ بَدَأَ بِالْمَسْجِدِ فَيَرْكَعُ فِيهِ رَكْعَتَيْنِ ثُمَّ جَلَسَ لِلنَّاسِ ، فَلَمَّا فَعَلَ ذَلِكَ جَاءَهُ الْمُخَلَّفُونَ ، فَطَفِقُوا يَعْتَذِرُونَ إِلَيْهِ ، وَيَحْلِفُونَ لَهُ ، وَكَانُوا بِضْعَةً وَثَمَانِينَ رَجُلاً فَقَبِلَ مِنْهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلاَنِيَتَهُمْ ، وَبَايَعَهُمْ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمْ ، وَوَكَلَ سَرَائِرَهُمْ إِلَى اللَّهِ ، فَجِئْتُهُ فَلَمَّا سَلَّمْتُ عَلَيْهِ تَبَسَّمَ تَبَسُّمَ الْمُغْضَبِ ، ثُمَّ قَالَ « تَعَالَ » . فَجِئْتُ أَمْشِى حَتَّى جَلَسْتُ بَيْنَ يَدَيْهِ ، فَقَالَ لِى « مَا خَلَّفَكَ أَلَمْ تَكُنْ قَدِ ابْتَعْتَ ظَهْرَكَ » . فَقُلْتُ بَلَى ، إِنِّى وَاللَّهِ لَوْ جَلَسْتُ عِنْدَ غَيْرِكَ مِنْ أَهْلِ الدُّنْيَا ، لَرَأَيْتُ أَنْ سَأَخْرُجُ مِنْ سَخَطِهِ بِعُذْرٍ ، وَلَقَدْ أُعْطِيتُ جَدَلاً ، وَلَكِنِّى وَاللَّهِ لَقَدْ عَلِمْتُ لَئِنْ حَدَّثْتُكَ الْيَوْمَ حَدِيثَ كَذِبٍ تَرْضَى بِهِ عَنِّى لَيُوشِكَنَّ اللَّهُ أَنْ يُسْخِطَكَ عَلَىَّ ، وَلَئِنْ حَدَّثْتُكَ حَدِيثَ صِدْقٍ تَجِدُ عَلَىَّ فِيهِ إِنِّى لأَرْجُو فِيهِ عَفْوَ اللَّهِ ، لاَ وَاللَّهِ مَا كَانَ لِى مِنْ عُذْرٍ ، وَاللَّهِ مَا كُنْتُ قَطُّ أَقْوَى وَلاَ أَيْسَرَ مِنِّى حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْكَ . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « أَمَّا هَذَا فَقَدْ صَدَقَ ، فَقُمْ حَتَّى يَقْضِىَ اللَّهُ فِيكَ » . فَقُمْتُ وَثَارَ رِجَالٌ مِنْ بَنِى سَلِمَةَ فَاتَّبَعُونِى ، فَقَالُوا لِى وَاللَّهِ مَا عَلِمْنَاكَ كُنْتَ أَذْنَبْتَ ذَنْبًا قَبْلَ هَذَا ، وَلَقَدْ عَجَزْتَ أَنْ لاَ تَكُونَ اعْتَذَرْتَ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِمَا اعْتَذَرَ إِلَيْهِ الْمُتَخَلِّفُونَ ، قَدْ كَانَ كَافِيَكَ ذَنْبَكَ اسْتِغْفَارُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لَكَ ، فَوَاللَّهِ مَا زَالُوا يُؤَنِّبُونِى حَتَّى أَرَدْتُ أَنْ أَرْجِعَ فَأُكَذِّبُ نَفْسِى ، ثُمَّ قُلْتُ لَهُمْ هَلْ لَقِىَ هَذَا مَعِى أَحَدٌ قَالُوا نَعَمْ ، رَجُلاَنِ قَالاَ مِثْلَ مَا قُلْتَ ، فَقِيلَ لَهُمَا مِثْلُ مَا قِيلَ لَكَ . فَقُلْتُ مَنْ هُمَا قَالُوا مُرَارَةُ بْنُ الرَّبِيعِ الْعَمْرِىُّ وَهِلاَلُ بْنُ أُمَيَّةَ الْوَاقِفِىُّ . فَذَكَرُوا لِى رَجُلَيْنِ صَالِحَيْنِ قَدْ شَهِدَا بَدْرًا فِيهِمَا إِسْوَةٌ ، فَمَضَيْتُ حِينَ ذَكَرُوهُمَا لِى ، وَنَهَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم الْمُسْلِمِينَ عَنْ كَلاَمِنَا أَيُّهَا الثَّلاَثَةُ مِنْ بَيْنِ مَنْ تَخَلَّفَ عَنْهُ ، فَاجْتَنَبَنَا النَّاسُ وَتَغَيَّرُوا لَنَا حَتَّى تَنَكَّرَتْ فِى نَفْسِى الأَرْضُ ، فَمَا هِىَ الَّتِى أَعْرِفُ ، فَلَبِثْنَا عَلَى ذَلِكَ خَمْسِينَ لَيْلَةً ، فَأَمَّا صَاحِبَاىَ فَاسْتَكَانَا وَقَعَدَا فِى بُيُوتِهِمَا يَبْكِيَانِ ، وَأَمَّا أَنَا فَكُنْتُ أَشَبَّ الْقَوْمِ وَأَجْلَدَهُمْ ، فَكُنْتُ أَخْرُجُ فَأَشْهَدُ الصَّلاَةَ مَعَ الْمُسْلِمِينَ وَأَطُوفُ فِى الأَسْوَاقِ ، وَلاَ يُكَلِّمُنِى أَحَدٌ ، وَآتِى رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأُسَلِّمُ عَلَيْهِ وَهْوَ فِى مَجْلِسِهِ بَعْدَ الصَّلاَةِ ، فَأَقُولُ فِى نَفْسِى هَلْ حَرَّكَ شَفَتَيْهِ بِرَدِّ السَّلاَمِ عَلَىَّ أَمْ لاَ ثُمَّ أُصَلِّى قَرِيبًا مِنْهُ فَأُسَارِقُهُ النَّظَرَ ، فَإِذَا أَقْبَلْتُ عَلَى صَلاَتِى أَقْبَلَ إِلَىَّ ، وَإِذَا الْتَفَتُّ نَحْوَهُ أَعْرَضَ عَنِّى ، حَتَّى إِذَا طَالَ عَلَىَّ ذَلِكَ مِنْ جَفْوَةِ النَّاسِ مَشَيْتُ حَتَّى تَسَوَّرْتُ جِدَارَ حَائِطِ أَبِى قَتَادَةَ وَهْوَ ابْنُ عَمِّى وَأَحَبُّ النَّاسِ إِلَىَّ ، فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ ، فَوَاللَّهِ مَا رَدَّ عَلَىَّ السَّلاَمَ ، فَقُلْتُ يَا أَبَا قَتَادَةَ ، أَنْشُدُكَ بِاللَّهِ هَلْ تَعْلَمُنِى أُحِبُّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَسَكَتَ ، فَعُدْتُ لَهُ فَنَشَدْتُهُ فَسَكَتَ ، فَعُدْتُ لَهُ فَنَشَدْتُهُ . فَقَالَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ . فَفَاضَتْ عَيْنَاىَ وَتَوَلَّيْتُ حَتَّى تَسَوَّرْتُ الْجِدَارَ ، قَالَ فَبَيْنَا أَنَا أَمْشِى بِسُوقِ الْمَدِينَةِ إِذَا نَبَطِىٌّ مِنْ أَنْبَاطِ أَهْلِ الشَّأْمِ مِمَّنْ قَدِمَ بِالطَّعَامِ يَبِيعُهُ بِالْمَدِينَةِ يَقُولُ مَنْ يَدُلُّ عَلَى كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ فَطَفِقَ النَّاسُ يُشِيرُونَ لَهُ ، حَتَّى إِذَا جَاءَنِى دَفَعَ إِلَىَّ كِتَابًا مِنْ مَلِكِ غَسَّانَ ، فَإِذَا فِيهِ أَمَّا بَعْدُ فَإِنَّهُ قَدْ بَلَغَنِى أَنَّ صَاحِبَكَ قَدْ جَفَاكَ ، وَلَمْ يَجْعَلْكَ اللَّهُ بِدَارِ هَوَانٍ وَلاَ مَضْيَعَةٍ ، فَالْحَقْ بِنَا نُوَاسِكَ . فَقُلْتُ لَمَّا قَرَأْتُهَا وَهَذَا أَيْضًا مِنَ الْبَلاَءِ . فَتَيَمَّمْتُ بِهَا التَّنُّورَ فَسَجَرْتُهُ بِهَا ، حَتَّى إِذَا مَضَتْ أَرْبَعُونَ لَيْلَةً مِنَ الْخَمْسِينَ إِذَا رَسُولُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَأْتِينِى فَقَالَ إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَأْمُرُكَ أَنْ تَعْتَزِلَ امْرَأَتَكَ فَقُلْتُ أُطَلِّقُهَا أَمْ مَاذَا أَفْعَلُ قَالَ لاَ بَلِ اعْتَزِلْهَا وَلاَ تَقْرَبْهَا . وَأَرْسَلَ إِلَى صَاحِبَىَّ مِثْلَ ذَلِكَ ، فَقُلْتُ لاِمْرَأَتِى الْحَقِى بِأَهْلِكِ فَتَكُونِى عِنْدَهُمْ حَتَّى يَقْضِىَ اللَّهُ فِى هَذَا الأَمْرِ . قَالَ كَعْبٌ فَجَاءَتِ امْرَأَةُ هِلاَلِ بْنِ أُمَيَّةَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَتْ يَا رَسُولَ اللَّهِ ، إِنَّ هِلاَلَ بْنَ أُمَيَّةَ شَيْخٌ ضَائِعٌ لَيْسَ لَهُ خَادِمٌ فَهَلْ تَكْرَهُ أَنْ أَخْدُمَهُ قَالَ « لاَ وَلَكِنْ لاَ يَقْرَبْكِ » . قَالَتْ إِنَّهُ وَاللَّهِ مَا بِهِ حَرَكَةٌ إِلَى شَىْءٍ ، وَاللَّهِ مَا زَالَ يَبْكِى مُنْذُ كَانَ مِنْ أَمْرِهِ مَا كَانَ إِلَى يَوْمِهِ هَذَا . فَقَالَ لِى بَعْضُ أَهْلِى لَوِ اسْتَأْذَنْتَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى امْرَأَتِكَ كَمَا أَذِنَ لاِمْرَأَةِ هِلاَلِ بْنِ أُمَيَّةَ أَنْ تَخْدُمَهُ فَقُلْتُ وَاللَّهِ لاَ أَسْتَأْذِنُ فِيهَا رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَمَا يُدْرِينِى مَا يَقُولُ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِذَا اسْتَأْذَنْتُهُ فِيهَا وَأَنَا رَجُلٌ شَابٌّ فَلَبِثْتُ بَعْدَ ذَلِكَ عَشْرَ لَيَالٍ حَتَّى كَمَلَتْ لَنَا خَمْسُونَ لَيْلَةً مِنْ حِينِ نَهَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَنْ كَلاَمِنَا ، فَلَمَّا صَلَّيْتُ صَلاَةَ الْفَجْرِ صُبْحَ خَمْسِينَ لَيْلَةً ، وَأَنَا عَلَى ظَهْرِ بَيْتٍ مِنْ بُيُوتِنَا ، فَبَيْنَا أَنَا جَالِسٌ عَلَى الْحَالِ الَّتِى ذَكَرَ اللَّهُ ، قَدْ ضَاقَتْ عَلَىَّ نَفْسِى ، وَضَاقَتْ عَلَىَّ الأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ ، سَمِعْتُ صَوْتَ صَارِخٍ أَوْفَى عَلَى جَبَلِ سَلْعٍ بِأَعْلَى صَوْتِهِ يَا كَعْبُ بْنَ مَالِكٍ ، أَبْشِرْ . قَالَ فَخَرَرْتُ سَاجِدًا ، وَعَرَفْتُ أَنْ قَدْ جَاءَ فَرَجٌ ، وَآذَنَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِتَوْبَةِ اللَّهِ عَلَيْنَا حِينَ صَلَّى صَلاَةَ الْفَجْرِ ، فَذَهَبَ النَّاسُ يُبَشِّرُونَنَا ، وَذَهَبَ قِبَلَ صَاحِبَىَّ مُبَشِّرُونَ ، وَرَكَضَ إِلَىَّ رَجُلٌ فَرَسًا ، وَسَعَى سَاعٍ مِنْ أَسْلَمَ فَأَوْفَى عَلَى الْجَبَلِ وَكَانَ الصَّوْتُ أَسْرَعَ مِنَ الْفَرَسِ ، فَلَمَّا جَاءَنِى الَّذِى سَمِعْتُ صَوْتَهُ يُبَشِّرُنِى نَزَعْتُ لَهُ ثَوْبَىَّ ، فَكَسَوْتُهُ إِيَّاهُمَا بِبُشْرَاهُ ، وَاللَّهِ مَا أَمْلِكُ غَيْرَهُمَا يَوْمَئِذٍ ، وَاسْتَعَرْتُ ثَوْبَيْنِ فَلَبِسْتُهُمَا ، وَانْطَلَقْتُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَيَتَلَقَّانِى النَّاسُ فَوْجًا فَوْجًا يُهَنُّونِى بِالتَّوْبَةِ ، يَقُولُونَ لِتَهْنِكَ تَوْبَةُ اللَّهِ عَلَيْكَ . قَالَ كَعْبٌ حَتَّى دَخَلْتُ الْمَسْجِدَ ، فَإِذَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم جَالِسٌ حَوْلَهُ النَّاسُ فَقَامَ إِلَىَّ طَلْحَةُ بْنُ عُبَيْدِ اللَّهِ يُهَرْوِلُ حَتَّى صَافَحَنِى وَهَنَّانِى ، وَاللَّهِ مَا قَامَ إِلَىَّ رَجُلٌ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ غَيْرُهُ ، وَلاَ أَنْسَاهَا لِطَلْحَةَ ، قَالَ كَعْبٌ فَلَمَّا سَلَّمْتُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَهْوَ يَبْرُقُ وَجْهُهُ مِنَ السُّرُورِ « أَبْشِرْ بِخَيْرِ يَوْمٍ مَرَّ عَلَيْكَ مُنْذُ وَلَدَتْكَ أُمُّكَ » . قَالَ قُلْتُ أَمِنْ عِنْدِكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَمْ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ قَالَ « لاَ ، بَلْ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ » . وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِذَا سُرَّ اسْتَنَارَ وَجْهُهُ حَتَّى كَأَنَّهُ قِطْعَةُ قَمَرٍ ، وَكُنَّا نَعْرِفُ ذَلِكَ مِنْهُ ، فَلَمَّا جَلَسْتُ بَيْنَ يَدَيْهِ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ ، إِنَّ مِنْ تَوْبَتِى أَنْ أَنْخَلِعَ مِنْ مَالِى صَدَقَةً إِلَى اللَّهِ وَإِلَى رَسُولِ اللَّهِ . قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « أَمْسِكْ عَلَيْكَ بَعْضَ مَالِكَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكَ » . قُلْتُ فَإِنِّى أُمْسِكُ سَهْمِى الَّذِى بِخَيْبَرَ ، فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ ، إِنَّ اللَّهَ إِنَّمَا نَجَّانِى بِالصِّدْقِ ، وَإِنَّ مِنْ تَوْبَتِى أَنْ لاَ أُحَدِّثَ إِلاَّ صِدْقًا مَا بَقِيتُ ، فَوَاللَّهِ مَا أَعْلَمُ أَحَدًا مِنَ الْمُسْلِمِينَ أَبْلاَهُ اللَّهُ فِى صِدْقِ الْحَدِيثِ مُنْذُ ذَكَرْتُ ذَلِكَ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَحْسَنَ مِمَّا أَبْلاَنِى ، مَا تَعَمَّدْتُ مُنْذُ ذَكَرْتُ ذَلِكَ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِلَى يَوْمِى هَذَا كَذِبًا ، وَإِنِّى لأَرْجُو أَنْ يَحْفَظَنِى اللَّهُ فِيمَا بَقِيتُ وَأَنْزَلَ اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ صلى الله عليه وسلم ( لَقَدْ تَابَ اللَّهُ عَلَى النَّبِىِّ وَالْمُهَاجِرِينَ ) إِلَى قَوْلِهِ ( وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ ) فَوَاللَّهِ مَا أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَىَّ مِنْ نِعْمَةٍ قَطُّ بَعْدَ أَنْ هَدَانِى لِلإِسْلاَمِ أَعْظَمَ فِى نَفْسِى مِنْ صِدْقِى لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَنْ لاَ أَكُونَ كَذَبْتُهُ ، فَأَهْلِكَ كَمَا هَلَكَ الَّذِينَ كَذَبُوا ، فَإِنَّ اللَّهَ قَالَ لِلَّذِينَ كَذَبُوا حِينَ أَنْزَلَ الْوَحْىَ شَرَّ مَا قَالَ لأَحَدٍ ، فَقَالَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى ( سَيَحْلِفُونَ بِاللَّهِ لَكُمْ إِذَا انْقَلَبْتُمْ ) إِلَى قَوْلِهِ ( فَإِنَّ اللَّهَ لاَ يَرْضَى عَنِ الْقَوْمِ الْفَاسِقِينَ ) . قَالَ كَعْبٌ وَكُنَّا تَخَلَّفْنَا أَيُّهَا الثَّلاَثَةُ عَنْ أَمْرِ أُولَئِكَ الَّذِينَ قَبِلَ مِنْهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حِينَ حَلَفُوا لَهُ ، فَبَايَعَهُمْ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمْ وَأَرْجَأَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَمْرَنَا حَتَّى قَضَى اللَّهُ فِيهِ ، فَبِذَلِكَ قَالَ اللَّهُ ( وَعَلَى الثَّلاَثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُوا ) وَلَيْسَ الَّذِى ذَكَرَ اللَّهُ مِمَّا خُلِّفْنَا عَنِ الْغَزْوِ إِنَّمَا هُوَ تَخْلِيفُهُ إِيَّانَا وَإِرْجَاؤُهُ أَمْرَنَا عَمَّنْ حَلَفَ لَهُ وَاعْتَذَرَ إِلَيْهِ ، فَقَبِلَ مِنْهُ .
Tercemesi:
Bize Yahya b. Bukeyr, ona Leys, ona Ukayl, o na İbn Şihâb,ona Abdurrahmân b. Abdullah b. Ka'b b. Mâlik şöyle demiştir: Babası Ka'b b. Mâlik gözlerini kaybettiğinde evlatlarından ona rehberlik eden Abdullah b. Ka'b b. Mâlik şöyle demiştir: Ka'b b. Mâlik'in iştirak etmediği gazve olan Tebûk kıssası hakkında şunları anlattığını duydum:
Ka'b şöyle dedi: Ben Tebûk gazası dışında, Rasulullah'ın yaptığı gazvelerin hiçbirisinden geri kalmadım. Gerçi ben Bedir gazvesine de katılmamıştım, fakat Bedir gazvesine gitmeyip katılmayanlardan hiçbir kimse de azarlanmadı. Rasulullah Bedir seferine (cihâd maksadıyle değil, Şam'dan gelen) Kureyş kervanına ulaşmak için çıkmıştı. Nihayet Allah müslümânlarla düşmanlarını, önceden zaman tayin edilmediği halde, yolda karşılaştırdı. Ben, Akabe gecesi İslâm'a destek olmak için bey'at ettiğimiz zaman Rasûlullah'ın yanındaydım. Her ne kadar Bedir gazvesi insanlar arasında Akabe'den daha çok bilinse de; Ben Akabe'de hazır bulunmak yerine, Bedir'e katılmayı istemezdim.
Tebük Gazvesi’ne Resûlullah (sav) ile birlikte gitmeyişim şöyle oldu: Ben katılmadığım bu gazve sırasında olduğu kadar hiçbir zaman kuvvetli ve zengin olamamıştım. Vallahi Tebük Gazvesi’nden önce iki deve benim için bir arada hiç olmamıştı. Bu gazve esnasında iki tane binek devesine sahip olmuştum. Resûlullah (sav) bir gazveye hazırlandığı zaman asıl hedefi söylemez, bir başka yere gittiği sanılırdı. Fakat bu gazve çok sıcak bir zamanda idi. Uzun bir yol, çöl ve kalabalık bir düşmanla karşılaşılacağı için Resûlullah durumu açıkladı. Savaşa hazırlanabilmeleri için müslümanlara nereye gideceklerini söyledi. Resûlullah (sav) ile beraber sefere gidecek müslümanların sayısı çok fazlaydı. Adlarını bir deftere yazmak mümkün değildi. Savaşa gitmemek için gözden kaybolunduğu takdirde, hakkında bir âyet nâzil olmadıkça, işin gizli kalacağı zannedilebilirdi. Resûlullah (sav) bu gazveyi meyvaların olgunlaştığı, gölgelerin arandığı sıcak bir mevsimde yapmıştı. Ben de bunlara pek düşkündüm. Resûlullah (sav) ile müslümanlar savaş hazırlığına başladılar. Ben de onlarla birlikte savaşa hazırlanmak için çıkıyor, fakat hiçbir şey yapmadan geri dönüyordum. Kendi kendime de “Canım, ne zaman olsa hazırlanırım” diyordum. Günler böyle geçti. Herkes işini ciddi tuttu ve bir sabah Resûlullah (sav) ile birlikte müslümanlar erkenden yola çıktılar. Ben ise hâlâ hazırlanmamıştım. Yine sabah evden çıktım, hiçbir şey yapamadan geri döndüm. Hep aynı şekilde davranıyordum. Mücâhidler hayli yol almışlardı. Yola çıkıp onlara yetişeyim dedim, keşke öyle yapsaymışım; bunu da başaramadım. Resûlullah (sav) savaşa gittikten sonra insanların arasına çıktığımda beni en çok üzen şey, savaşa gitmeyip geride kalanların ya münafık diye bilinenler veya âciz oldukları için savaşa katılamayan kimseler olmasıydı. Resûlullah (sav) Tebük’e varıncaya kadar adımı hiç anmamış. Tebük’te ashâbın arasında otururken: “Kâ’b İbni Mâlik ne yaptı?” diye sormuş. Bunun üzerine Benî Selime’den bir adam: Yâ Resûlallah! Elbiselerine ve sağına soluna bakıp gururlanması onu Medine’de alıkoydu, demiş. Bunun üzerine Muâz İbni Cebel ona: Ne fena konuştun! demiş. Sonra da Rasulullah'a (sav) dönerek, yâ Resûlallah! Biz onun hakkında hep iyi şeyler biliyoruz, demiş. Resûlullah (sav) hiçbir şey söylememiş. Resûlullah'ın (sav) Tebük’ten Medine’ye hareket ettiğini öğrendiğim zaman beni bir üzüntü aldı. Söyleyeceğim yalanı düşünmeye başladım. Kendi kendime “Yarın onun öfkesinden nasıl kurtulacağım?” dedim. Yakınlarımdan görüşlerine değer verdiğim kimselerden akıl almaya başladım. Resûlullah'ın (sav) gelmek üzere olduğunu söyledikleri zaman, kafamdaki batıl düşünceler dağılıp gitti. Onun elinden hiçbir şekilde kurtulamayacağımı anladım. Her şeyi dosdoğru söylemeye karar verdim. Rasulullah (sav) sabahleyin Medine’ye geldi. Seferden dönerken önce Mescid-i Nebevî’ye gelerek iki rekat namaz kılar, sonra halkın arasına gelip otururdu. Yine öyle yaptı. Bu sırada savaşa katılmayanlar huzuruna geldiler; neden savaşa gidemediklerini yemin ederek anlatmaya başladılar. Bunlar seksenden fazla kimseydi. Rasulullah (sav) onların ileri sürdüğü mâzeretleri kabul etti; kendilerinden bîat aldı; Allah Teâlâ’dan bağışlanmalarını niyâz etti ve iç yüzlerini O’na bıraktı. Sonunda ben geldim. Selâm verdiğim zaman kızgın biçimde gülümsedi; sonra: “Gel!”, dedi. Ben de yürüyerek yanına geldim ve önüne oturdum. Bana: “Niçin savaşa katılmadın? Binek hayvanı satın almamış mıydın?” diye sordu. Ben de: Yâ Resûlallah! Allah’a yemin ederim ki, senden başka birinin yanında bulunsaydım, ileri süreceğim mâzeretlerle onun öfkesinden kurtulabilirdim. Çünkü insanlara fikrimi kabul ettirmeyi iyi beceririm. Fakat yine yemin ederim ki, bugün sana yalan söyleyerek gönlünü kazansam bile, yarın Cenâb-ı Hak (işin doğrusunu sana bildirecek ve) bana kızmanı sağlayacak. Şayet doğrusunu söylersem, bana kızacaksın. Ama ben doğru söyleyerek Allah’dan af umuyorum. Vallahi savaşa gitmemek için hiçbir özürüm yoktu. Hiçbir zaman da gazâdan geri kaldığım sıradaki kadar kuvvetli ve zengin olamamıştım, dedim.
Bunun üzerine Rasulullah (sav): “İşte bu doğru söyledi. Haydi kalk, senin hakkında Allah Teâlâ hüküm verene kadar bekle!” buyurdu. Ben kalkınca Benî Selime’den bazıları yanıma takılarak: Vallahi senin daha önce bir suç işlediğini bilmiyoruz. Savaşa katılmayanların ileri sürdükleri gibi bir mâzeret söyleyemedin. Halbuki günahlarının bağışlanması için Rasulullah'ın (sav) istiğfâr etmesi yeterdi, dediler. Beni o kadar çok ayıpladılar ki, tekrar Resûlullah’ın yanına dönüp biraz önceki sözlerimin yalan olduğunu söylemeyi bile düşündüm. Sonra onlara: Bana verilen cezaya çarptırılan bir başka kimse var mı? diye sordum. Evet. Seninle beraber bu cezaya uğrayan iki kişi daha var, dediler. Onlar da senin gibi konuştular ve senin aldığın cevabı aldılar. O iki kişi kim? diye sordum. Biri Mürâre İbni Rebî` el-Amrî, diğeri de Hilâl İbni Ümeyye el-Vâkıfî diyerek, herbiri Bedir Gazvesi’ne katılmış olan iki mükemmel örnek şahsiyetin adını verdiler. Bunun üzerine ben geri dönme düşüncesinden vazgeçerek yoluma devam ettim.
Rasulullah (sav) savaşa katılmayanlardan sadece üçümüzle konuşulmasını yasakladı. İnsanlar bizimle konuşmaktan kaçındılar veya bize karşı tavırlarını değiştirdiler. Hatta bana göre yer yüzü bile değişti. Sanki burası benim memleketim değildi. Elli gün böyle geçti. İki arkadaşım boyunlarını büktüler; ağlayarak evlerinde oturdular. Ben ise onlardan daha genç ve dayanıklı idim. Dışarı çıkarak cemaatle namaz kılar, çarşılarda dolaşırdım. Fakat kimse benimle konuşmazdı. Namaz bittikten sonra Rasulullah (sav) yerinde otururken yanına gelir, kendisine selâm verirdim. Kendi kendime “Acaba selâmımı alırken dudaklarını kıpırdattı mı kıpırdatmadı mı” diye sorardım. Sonra ona yakın bir yerde namaz kılar ve fark ettirmeden kendisine bakardım. Ben namaza dalınca bana doğru döner, kendisine baktığım zaman da yüzünü çeviriverirdi.
Müslümanların bana karşı olan sert tutumları uzun süre devam edince, amcamın oğlu ve en çok sevdiğim insan olan Ebû Katâde’nin bahçesine gidip duvardan içeri atladım ve selâm verdim. Vallâhi selâmımı almadı. Ona: Ebû Katâde! Allah adına and vererek soruyorum. Benim Allah’ı ve Resûlullah’ı ne kadar sevdiğimi biliyor musun? diye sordum. Hiç cevap vermedi. Ona and vererek bir daha sordum. Yine cevap vermedi. Bir daha yemin verince: Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedi. Bunun üzerine gözlerimden yaşlar boşandı. Geri dönüp duvardan atladım. Bir gün Medine çarşısında dolaşıyordum. Medine’ye yiyecek satmak üzere gelen Şamlı bir çiftçi: Kâ’b İbni Mâlik’i bana kim gösterir? diye sordu. Halk da beni gösterdi. Adam yanıma gelerek Gassân Meliki’nden getirdiği bir mektup verdi. Ben okuma yazma bilirdim. Mektubu açıp okudum. Selâmdan sonra şöyle diyordu: Duyduğumuza göre arkadaşın seni üzüyormuş. Allah seni değerinin bilinmediği ve hakkının çiğnendiği bir yerde yaşatmasın. Hemen yanımıza gel, sana izzet ve ikrâm edelim. Mektubu okuyunca, bu da bir başka belâ, dedim. Hemen onu ateşe atıp yaktım.
Nihayet elli günden kırkı geçmiş, fakat vahiy gelmemişti. Bir gün Rasulullah'ın (sav) gönderdiği bir şahıs çıkageldi. Rasulullah (sav) sana eşinden ayrı oturmanı emrediyor, dedi. Onu boşayacak mıyım, yoksa ne yapacağım? diye sordum. Hayır, ondan ayrı duracak, kendisine yanaşmayacaksın, dedi. Hz. Peygamber diğer iki arkadaşıma da aynı emri gönderdi. Bunun üzerine karıma: Allah Teâlâ bu mesele hakkında hüküm verene kadar ailenin yanına git ve onların yanında kal, dedim. Hilâl İbni Ümeyye’nin karısı Rasulullah'a (sav) giderek: Yâ Resûlallah! Hilâl İbni Ümeyye çok yaşlı bir adamdır. Kendisine bakacak hizmetçisi de yoktur. Ona hizmet etmemde bir sakınca görür müsün? diye sormuş. Hz. Peygamber de: Hayır görmem. Ama katiyen sana yaklaşmasın, buyurmuş. Kadın da şöyle demiş: Vallahi onun kımıldayacak hâli yok. Allah’a yemin ederim ki, başına bu iş geleliberi durmadan ağlıyor.
Yakınlarımdan biri bana: Rasulullah'tan (sav) eşinin sana hizmet etmesi için izin istesen olmaz mı! Baksana Hilâl İbni Ümeyye’ye bakması için karısına izin verdi, dedi. Ben de ona: Hayır, bu konuda Rasulullah'dan (sav) izin isteyemem. Üstelik ben genç bir adamım. İzin istesem bile Rasulullah'ın (sav) bana ne diyeceğini bilemem, dedim. Bu vaziyette on gün daha durdum. Bizimle konuşulması yasaklandığından bu yana tam elli gün geçmişti. Ellinci gecenin sabahında, evlerimizden birinin damında sabah namazını kıldım. Allah Teâlâ’nın (Kur’ân-ı Kerîm’de bizden) bahsettiği üzere canım iyice sıkılmış, o geniş yeryüzü bana dar gelmiş bir vaziyette otururken, Sel Dağı’nın tepesindeki birinin var gücüyle: “Kâ`b İbni Mâlik! Müjde!” diye bağırdığını duydum. Sıkıntılardan kurtulma gününün geldiğini anlayarak hemen secdeye kapandım. Rasulullah (sav) sabah namazını kıldırınca, Allah Teâlâ’nın tövbelerimizi kabul ettiğini ilân etmiş. Bunun üzerine ahâlî bize müjde vermeye koşmuş. İki arkadaşıma da müjdeciler gitmiş. Bunlardan biri bana doğru at koşturmuş. Eslem kabilesinden bir diğer müjdeci koşup Sel Dağı’na tırmanmış, onun sesi atlıdan önce bana ulaşmış. Sesini duyduğum müjdeci yanıma gelip beni tebrik edince, sırtımdaki elbiseyi de çıkarıp müjdesine karşılık ona giydirdim. Vallahi o gün giyecek başka elbisem yoktu. Emanet bir elbise bulup hemen giydim. Rasulullah'ı (sav) görmek üzere yola koyuldum. Beni grup grup karşılayan sahâbîler tövbemin kabul edilmesi sebebiyle tebrik ediyor ve “Allah Teâlâ’nın seni bağışlaması kutlu olsun” diyorlardı. Nihayet Mescid’e girdim. Rasulullah (sav) ashâbın ortasında oturuyordu. Talha b. Ubeydullah hemen ayağa kalktı, koşarak yanıma geldi, elimi sıktı ve beni tebrik etti. Vallahi muhâcirînden ondan başka kimse ayağa kalkmadı. Talha’nın bu davranışını hiç unutmam. Rasulullah'a (sav) selâm verdiğimde yüzü sevinçten parıldayarak: “Dünyaya geldiğinden beri yaşadığın bu en hayırlı gün kutlu olsun!” buyurdu. Ben de: Yâ Resûlallah! Tevbemin kabulü senin tarafından mıdır, yoksa Allah tarafından mı? diye sordum. “Benim tarafımdan değil, Yüce Allah tarafından”, buyurdu. Sevindiği zaman Rasulullah'ın (sav) mübarek yüzü parıldar, ay parçasına benzerdi. Biz de sevindiğini böyle anlardık. Resûl-i Ekrem’in önünde oturduğumda: Yâ Resûlallah! Tövbemin kabul edilmesine şükran olarak bütün malımı Allah ve Resûlullah uğrunda fakirlere dağıtmak istiyorum, dedim. Rasulullah (sav): “Malının bir kısmını dağıtmayıp elinde tutman senin için daha hayırlı olur” buyurdu. Ben de: Hayber fethinde hisseme düşen malı elimde bırakıyorum, dedikten sonra sözüme şöyle devam ettim. Yâ Resûlallah! Allah Teâlâ beni doğru söylediğimden dolayı kurtardı. Tövbemin bir parçası olarak, artık yaşadığım sürece sadece doğru söz söyleyeceğim. Vallâhi bu sözü Rasulullah'a (sav) söylediğim günden beri doğru sözlü olmak konusunda Allah Teâlâ’nın hiç kimseye benden daha güzel nimet verdiğini (yalandan koruduğunu) bilmiyorum. Yemin ederim ki, Rasulullah'a (sav) o sözleri söylediğim günden bu yana bilerek hiç yalan söylemedim. Kalan ömrümde de Cenâb-ı Hakk’ın beni yalan söylemekten koruyacağını umarım.
Allah Teâlâ şu âyet-i kerîmeleri indirdi: “Allah (savaşa gitmek istemeyenlere izin vermesi sebebiyle) Peygamberini bağışladığı gibi, bir kısmının kalbi kaymak üzere iken güçlük zamanında Peygamber’e uyan muhâcirlerle ensârın da tövbelerini kabul etti. Çünkü Allah onlara çok şefkatli, pek merhametlidir.
“Hani şu tövbeleri (Allah’ın emri gelene kadar) geri bırakılan üç kişinin de tövbesini kabul etti. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini iyice sıkıştırmıştı. Nihayet Allah’dan başka sığınılacak kimse olmadığını anlamışlardı. Eski hâllerine dönmeleri için Allah onların tövbelerini kabul etti. Çünkü Allah tövbeleri kabul edici ve bağışlayıcıdır.
“Ey imân edenler! Allah’ın azâbından korkun ve doğrularla beraber olun” [Tevbe sûresi (9), 117-119].
Allah’a yemin ederim ki, beni İslâmiyet’le şereflendirdikten sonra Cenâb-ı Hakk’ın bana verdiği en büyük nimet, Rasulullah'ın (sav) huzurunda doğruyu söylemek ve yalan söyleyip de helâk olmamaktır. Çünkü Allah Teâlâ şu yalan söyleyenler hakkında vahiy gönderdiği zaman, hiç kimseye söylemediği ağır sözleri söyledi ve şöyle buyurdu:
“O savaştan kaçanların yanına döndüğünüz zaman, kendilerini hesaba çekmiyesiniz diye Allah adına yemin ederler. Onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar pistirler. Yaptıklarına ceza olmak üzere varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden râzı olasınız diye size yemin de ederler. Siz onlardan râzı olsanız bile Allah fâsıklardan aslâ râzı olmaz” [Tevbe sûresi (9), 95-96].
Biz üç arkadaşın bağışlanması, Rasulullah'ın (sav) yeminlerini kabul edip kendilerinden bîat aldığı ve Cenâb-ı Hak’dan affedilmelerini dilediği kimselerin bağışlanmasından (elli gün) geri kalmıştı. Rasulullah (sav), hakkımızda Allah Teâlâ bir hüküm verene kadar bize yapacağı muameleyi tehir etmişti. Nihayet Allah Teâlâ -anlatıldığı üzere- hükmünü verdi. Allah Teâlâ’nın “tövbeleri geri kalan üç kişinin…” diye bahsettiği bu geri kalış, bizim savaştan geri kalmamız değildir; bu, Hz. Peygamber’e gelip yemin ederek mâzeretleri olduğunu söyleyenlerin özürlerini Peygamber aleyhisselâm’ın kabul etmesi, bize yapacağı muameleyi ise geriye bırakması olayıdır.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Meğâzî 79, 2/133
Senetler:
1. Ka'b b. Malik el-Ensarî (Ka'b b. Malik b. Ebu Ka'b b. Kayn b. Ka'b)
2. Abdullah b. Ka'b el-Ensarî (Abdullah b. Ka'b b. Malik b. Amr b. Kayn)
3. Abdurrahman b. Abdullah el-Ensarî (Abdurrahaman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik)
4. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
5. Ebu Halid Ukayl b. Halid el-Eylî (Ukayl b. Halid b. Ukayl)
6. Ebu Haris Leys b. Sa'd el-Fehmî (Leys b. Sa'd b. Abdurrahman)
7. Yahya b. Bükeyr el-Kuraşî (Yahya b. Abdullah b. Bükeyr)
Konular:
Hz. Peygamber, tebessüm etmesi
KTB, TEVBE, İSTİĞFAR
Siyer, Tebük gazvesi
Tebessüm, kardeşinin yüzüne tebessüm etmek
Bize Abdân, ona babası (Osman b. Cebele), ona Şu'be, ona Mansur, ona da Saîd b. Cubeyr şöyle demiştir:
Abdurrahman b. Ebzâ bana, şu iki ayeti İbn Abbâs'tan sormamı emretti: "Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir" (Nisa, 93) ve "Onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen kimselerdir" (Furkan, 68) Ben de sordum İbn Abbas “Bu ayetin (Nisa, 93) hükmünü hiçbir şey kaldırmadı Furkan, 68 ise Müşrikler hakkında indi” dedi.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32710, B004766
Hadis:
حَدَّثَنَا عَبْدَانُ أَخْبَرَنَا أَبِى عَنْ شُعْبَةَ عَنْ مَنْصُورٍ عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ قَالَ أَمَرَنِى عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ أَبْزَى أَنْ أَسْأَلَ ابْنَ عَبَّاسٍ عَنْ هَاتَيْنِ الآيَتَيْنِ ( وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا ) ، فَسَأَلْتُهُ فَقَالَ لَمْ يَنْسَخْهَا شَىْءٌ . وَعَنْ ( وَالَّذِينَ لاَ يَدْعُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ ) قَالَ نَزَلَتْ فِى أَهْلِ الشِّرْكِ .
Tercemesi:
Bize Abdân, ona babası (Osman b. Cebele), ona Şu'be, ona Mansur, ona da Saîd b. Cubeyr şöyle demiştir:
Abdurrahman b. Ebzâ bana, şu iki ayeti İbn Abbâs'tan sormamı emretti: "Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir" (Nisa, 93) ve "Onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen kimselerdir" (Furkan, 68) Ben de sordum İbn Abbas “Bu ayetin (Nisa, 93) hükmünü hiçbir şey kaldırmadı Furkan, 68 ise Müşrikler hakkında indi” dedi.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Tefsîr 4, 2/237
Senetler:
1. İbn Abbas Abdullah b. Abbas el-Kuraşî (Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
2. Ebu Abdullah Said b. Cübeyr el-Esedî (Said b. Cübeyr)
3. Ebu Attab Mansur b. Mu'temir es-Sülemî (Mansur b. Mu'temir b. Abdullah)
4. Şube b. Haccâc el-Atekî (Şu'be b. Haccac b. Verd)
5. İbn Ebu Revvâd Osman b. Cebele el-Atekî (Osman b. Cebele b. Ebu Revvâd)
6. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Osman el-Ateki (Abdullah b. Osman b. Cebele b. Meymun)
Konular:
Günah, İslam'a girmek geçmişteki günahları yok eder
Haklar, İnsan hakları
KTB, TEVBE, İSTİĞFAR
Şirk, şirk koşmak
Tevbe, kasden adam öldürenin tevbesi
Bize Ebu Davud, ona Yakub, ona babası (İbrahim b. Sa'd), ona Salih, ona İbn Şihâb, ona Ebu Seleme ve İbn Müseyyeb onlara da Ebu Hureyre (ra) şöyle rivayet etmiştir:
Rasulullah (sav) onlara Habeşlilerin hükümdarı Necâşî’nin öldüğü günde, vefat ettiği haberini vermiş ve "Kardeşiniz için mağfiret dileyiniz" buyurmuştur.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
277476, N002044-2
Hadis:
أَخْبَرَنَا أَبُو دَاوُدَ قَالَ حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ قَالَ حَدَّثَنَا أَبِى عَنْ صَالِحٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ قَالَ حَدَّثَنِى أَبُو سَلَمَةَ وَابْنُ الْمُسَيَّبِ أَنَّ أَبَا هُرَيْرَةَ أَخْبَرَهُمَا : أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم نَعَى لَهُمُ النَّجَاشِىَّ صَاحِبَ الْحَبَشَةِ فِى الْيَوْمِ الَّذِى مَاتَ فِيهِ فَقَالَ : « اسْتَغْفِرُوا لأَخِيكُمْ » .
Tercemesi:
Bize Ebu Davud, ona Yakub, ona babası (İbrahim b. Sa'd), ona Salih, ona İbn Şihâb, ona Ebu Seleme ve İbn Müseyyeb onlara da Ebu Hureyre (ra) şöyle rivayet etmiştir:
Rasulullah (sav) onlara Habeşlilerin hükümdarı Necâşî’nin öldüğü günde, vefat ettiği haberini vermiş ve "Kardeşiniz için mağfiret dileyiniz" buyurmuştur.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Nesâî, Sünen-i Nesâî, Cenâiz 2044, /2221
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebu Seleme b. Abdurrahman ez-Zuhrî (Abdullah b. Abdurrahman b. Avf b. Abduavf)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Muhammed Salih b. Keysan ed-Devsi (Salih b. Keysan)
5. Ebu İshak İbrahim b. Sa'd ez-Zührî (İbrahim b. Sa'd b. İbrahim b. Abdurrahman b. Avf)
6. Ebu Yusuf Yakub b. İbrahim el-Kuraşî (Yakub b. İbrahim b. Sa'd b. İbrahim b. Abdurrahman b. Avf)
7. Süleyman b. Seyf et-Taî (Süleyman b. Seyf b. Yahya)
Konular:
KTB, TEVBE, İSTİĞFAR
Tarihsel şahsiyetler, Necaşi, ölüm haberi ve cenaze namazı
Öneri Formu
Hadis Id, No:
15478, D002479
Hadis:
حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ مُوسَى الرَّازِىُّ أَخْبَرَنَا عِيسَى عَنْ حَرِيزِ بْنِ عُثْمَانَ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ أَبِى عَوْفٍ عَنْ أَبِى هِنْدٍ عَنْ مُعَاوِيَةَ قَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ
"لاَ تَنْقَطِعُ الْهِجْرَةُ حَتَّى تَنْقَطِعَ التَّوْبَةُ وَلاَ تَنْقَطِعُ التَّوْبَةُ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ مِنْ مَغْرِبِهَا."
Tercemesi:
Bize İbrahim b. Musa er-Râzî, ona İsa b. Harîz b. Osman, ona Abdurrahman b. Ebu Avf, ona Ebu Hind, ona da Muaviye, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet etti:
"Tövbe kapısı kapanana kadar hicret kapısı, güneş batıdan doğana kadar da tövbe kapısı kapanmaz."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Cihâd 2, /575
Senetler:
1. Ebu Abdurrahman Muaviye b. Ebu Süfyan el-Ümevi (Muaviye b. Sahr b. Harb b. Ümeyye b. Abdü Şems)
2. Ebu Hind el-Becelî (Ebu Hind)
3. Abdurrahman b. Ebu Avf el-Kadı (Abdurrahman b. Ebu Avf)
4. Harîz b. Osman er-Rahabi (Harîz b. Osman b. Cebr b. Ahmed b. Es'ad)
5. Ebu Amr İsa b. Yunus es-Sebiî (İsa b. Yunus b. Amr b. Abdullah)
6. İbrahim b. Musa et-Temîmî (İbrahim b. Musa b. Yezid b. Zâzân)
Konular:
HİCRET OLGUSU
KTB, TEVBE, İSTİĞFAR
Siyer, Hicret
Öneri Formu
Hadis Id, No:
17214, D002762
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ كَثِيرٍ أَخْبَرَنَا سُفْيَانُ عَنْ أَبِى إِسْحَاقَ عَنْ حَارِثَةَ بْنِ مُضَرِّبٍ أَنَّهُ أَتَى عَبْدَ اللَّهِ فَقَالَ مَا بَيْنِى وَبَيْنَ أَحَدٍ مِنَ الْعَرَبِ حِنَةٌ وَإِنِّى مَرَرْتُ بِمَسْجِدٍ لِبَنِى حَنِيفَةَ فَإِذَا هُمْ يُؤْمِنُونَ بِمُسَيْلِمَةَ. فَأَرْسَلَ إِلَيْهِمْ عَبْدُ اللَّهِ فَجِىءَ بِهِمْ فَاسْتَتَابَهُمْ غَيْرَ ابْنِ النَّوَّاحَةِ قَالَ لَهُ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ
"لَوْلاَ أَنَّكَ رَسُولٌ لَضَرَبْتُ عُنُقَكَ." فَأَنْتَ الْيَوْمَ لَسْتَ بِرَسُولٍ فَأَمَرَ قَرَظَةَ بْنَ كَعْبٍ فَضَرَبَ عُنُقَهُ فِى السُّوقِ ثُمَّ قَالَ مَنْ أَرَادَ أَنْ يَنْظُرَ إِلَى ابْنِ النَّوَّاحَةِ قَتِيلاً بِالسُّوقِ .
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Kesir, ona Süfyan, ona Ebu İshak, ona da Harise b. Mudarrib şöyle rivayet etmiştir: Kendisi Abdullah'ın yanına gelip benimle Araplar'dan biri arasında bir düşmanlık yoktur! Ben, Hanîfe oğulları mescidine uğradım. Bir de baktım ki onlar Müseylime'ye iman ediyorlar! (Bunun üzerine) Abdullah onlara (haber) yolladı. Onlar da yanına getirildi. İbn Nevvâha hariç onlardan tövbe etmelerini istedi. Abdullah, ona, Rasulullah'ın (sav), sen elçi olmasaydın muhakkak boynunu vurmuştum!" buyurduğunu işittim. Sen bugün elçi (falan) değilsin! deyip Karaza b. Ka'b'a emretti de çarşıda onun boynunu vurdu! Ardından, İbn Nevvaha'ya çarşıda öldürülmüş olarak bakmak isteyen (çarşıya gitsin)! dedi.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Cihâd 166, /640
Senetler:
1. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Mesud (Abdullah b. Mesud b. Gafil b. Habib b. Şemh)
2. Harise b. Mudarrib el-Abdi (Harise b. Mudarrib)
3. Ebu İshak es-Sebiî (Amr b. Abdullah b. Ubeyd)
4. Süfyan es-Sevrî (Süfyan b. Said b. Mesruk b. Habib b. Rafi')
5. Muhammed b. Kesîr el-Abdî (Muhammed b. Kesir)
Konular:
KTB, TEVBE, İSTİĞFAR
Savaş, ve Barış
Tarihsel şahsiyetler, Müseyleme (Sahte Peygamberler)
Yönetim, Diplomasi, Elçilik/Sefaret
حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ حَدَّثَنِى ابْنُ وَهْبٍ عَنْ يُونُسَ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ عُرْوَةَ عَنْ عَائِشَةَ أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم قَطَعَ يَدَ امْرَأَةٍ . قَالَتْ عَائِشَةُ وَكَانَتْ تَأْتِى بَعْدَ ذَلِكَ ، فَأَرْفَعُ حَاجَتَهَا إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَتَابَتْ وَحَسُنَتْ تَوْبَتُهَا .
Öneri Formu
Hadis Id, No:
27095, B006800
Hadis:
حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ حَدَّثَنِى ابْنُ وَهْبٍ عَنْ يُونُسَ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ عُرْوَةَ عَنْ عَائِشَةَ أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم قَطَعَ يَدَ امْرَأَةٍ . قَالَتْ عَائِشَةُ وَكَانَتْ تَأْتِى بَعْدَ ذَلِكَ ، فَأَرْفَعُ حَاجَتَهَا إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَتَابَتْ وَحَسُنَتْ تَوْبَتُهَا .
Tercemesi:
Bize İsmail b. Abdullah, ona İbn Vehb, ona Yunus, ona İbn Şihâb, ona Urve b. Zübeyr, ona da Hz. Aişe'nin söylediğine göre Rasulullah (sav) emretti de bir kadının eli kesildi. Hz. Aişe dedi ki: 'Bu kadın bundan sonra bana gelirdi ben de onun ihtiyaçlarını Hz. Peygamber'e (sav) iletirdim. Bunun üzerine o kadın güzelce tövbe etti.'
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Hudûd 14, 2/628
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Yunus b. Yezid el-Eyli (Yunus b. Yezid b. Mişkan)
5. Abdullah b. Vehb el-Kuraşî (Abdullah b. Vehb b. Müslim)
6. Ebu Abdullah İsmail b. Ebu Üveys el-Esbahî (İsmail b. Abdullah b. Abdullah b. Üveys b. Malik)
Konular:
Hırsızlık
KTB, TEVBE, İSTİĞFAR
Yargı, Hadler-Cezalar