Giriş

Bize Ali b. Abdullah, ona Süfyân, ona Amr, ona Vehb b. Münebbih, ona kardeşi (Hemmâm b. Münebbih), ona da Ebu Hureyre şöyle rivayet etmiştir: "Abdullah b. Amr hariç, Hz. Peygamber'in (sav) ashabı içerisinde benden daha fazla hadis bilen kimse yoktur. Abdullah hadisleri yazar, ben ise yazmazdım." [Mamer, bu hadisin Vehb'in Hemmâm vasıtasıyla Ebu Hureyre'den rivayetine mütabaatta bulunmuştur.]


Açıklama: Rivayet muallaktır; Buhari ile Mamer b. Raşid arasında inkita vardır.

    Öneri Formu
278040 B000113-2 Buhari, İlim, 39

Bana Bişr b. Hakem rivayet etti ve şöyle dedi: Yahya b. Saîd el-Kattân’ın, Hakîm b. Cübeyr’i, Abdula'lâ’yı ve Mûsâ b. Dinar'ı zayıf (güvenilmez) saydığını işittim. Mûsâ b. Dinar hakkında “hadisi rüzgâr gibidir” demiştir. Yine Mûsâ b. Dihkân ve İsa b. Ebu İsa el-Medenî’yi de zayıf sayardı. Bişr b. Hakem der ki: Hasan b. İsa'nın şöyle dediğini işittim: İbn Mübarek bana “Cerîr’in yanına vardığında onun bütün ilmini yaz, ancak üç kişiden rivayet ettiği hadisleri yazma: Ubeyde b. Muattib, Serî b. İsmâîl ve Muhammed b. Sâlim” dedi. Müslim der ki: İtham edilen hadis râvilerinin kusurlarına dair âlimlerin sözleri ve onların (râviler hakkında) verdikleri bilgiler çoktur; tamamını zikretmeye kalkışmak kitabı uzatır. Ancak bizim burada zikrettiklerimiz, bu meselede muhaddislerin yöntemini anlayan ve bu konuda söylediklerini, açıkladıklarını idrak eden kimse için yeterlidir. Onlar, hadis râvilerinin kusurlarını ve haber taşıyıcılarının ayıplarını ortaya koymayı kendilerine bir görev bildiler ve bu görevin çok ağır bir sorumluluğu olduğu için, kendilerine bu konuda sorulduğunda açıklama yaptılar. Zira dinle ilgili haberler mutlaka helâl veya haram, emir veya nehiy, teşvik veya sakındırma (terğîb ve terhîb) gibi konulara dairdir. Eğer bir kimse, dine dair bu haberleri rivayet eden kişinin doğruluk ve güvenilirlik bakımından uygun biri olmadığını bilir ve başkalarının bilmediği bu durumu açıklamadan kalkıp da ondan rivayette bulunursa bu davranışından dolayı günahkâr olur ve Müslüman halkı aldatmış sayılır. Zira bu haberleri duyan bazı kimselerin o haberin tamamıyla veya bir kısmıyla amel etmeye kalkışması beklenen bir durumdur. Oysa bu rivayetlerin tamamı ya da çoğu aslı olmayan yalan rivayetler olabilir. Halbuki güvenilir ve kanaat sahibi râvilerden gelen sahih haberler, güvenilmez kimselerden rivayet almaya ihtiyaç bırakmayack kadar çoktur. Zaten insanların birçoğunun bu tür zayıf hadisler ve meçhul senedler üzerinde durması ve bunları, içinde barındırdığı zaafı ve güvensizliği bildiği hâlde rivayet etmeye devam etmesi, sadece halk nezdinde ‘şu adam ne kadar çok hadis topladı ve ne kadar çok kitap yazdı' diye çok hadis rivayet etmiş olarak anılma arzusundan kaynaklanmaktadır. Kim ilimde bu yolu tutar ve bu yöntemi izlerse, onun bu ilimden bir nasibi yoktur. Bilakis böyle biri ‘âlim’ değil, ‘câhil’ olarak anılmaya layıktır. Râvîlerin birbirlerinden rivayetinin sahih olmasını sağlayan şartlar ve bu konuda hata edenlerin uyarılması babı Zamanımızda hadisle meşgul olan bazı kimseler, senedlerin sahihliğini ve sağlamlığını değerlendirme hususunda öyle bir görüş ileri sürmüşlerdir ki; biz, eğer bu görüşün anlatımından ve bozukluğunu ortaya koymaktan yüz çevirip geçseydik, bu tutum, yerinde bir görüş ve isabetli bir yöntem sayılırdı. Zira terk edilmeye layık bir sözden yüz çevirmek, onu unutturmak, söyleyenini gizlemek ve cehâlet içindeki kimselerin dikkatini ona çekmemekten daha uygundur. Ne var ki biz, ortaya çıkabilecek kötü sonuçlardan, bilgisizlerin bu yeni ortaya atılmış görüşlere aldanmasından, hatalı görüşlere süratle itibar edip benimsemelerinden ve ilim ehli katında değersiz sayılan sözlere itimat etmelerinden korkarak; bu kişinin sözünün bozukluğunu ortaya koymanın ve görüşünü layık olduğu şekilde reddetmenin insanlar için daha faydalı ve neticesi bakımından daha hayırlı olacağına kanaat getirdik – inşallah. Sözünü anlatmaya başladığımız ve rivayet konusundaki kötü anlayışını haber verdiğimiz kişi şöyle bir iddiada bulunmuştur: Herhangi bir hadisin senedinde “(فُلاَنٌ عَنْ فُلاَنٍ) falan, o da falandan rivayet etti ” şeklinde muanan bir bir ifade yer alsa ve bu iki kişinin aynı dönemde yaşadıkları bilgisi sabit olsa ve ayrıca bu râvînin, rivayet ettiği kişiden hadisi bizzat işitmiş ve ondan doğrudan almış olması ihtimali de aklen mümkün bulunsa da, bu râvînin ondan gerçekten hadis işittiğine veya onunla görüştüğüne dair elimizde bir bilgi yoksa, hiçbir rivayette onların birbirleriyle görüştüğüne ya da hadisi doğrudan birbirlerine aktardıklarına dair bir bilgi yer almıyorsa, o zaman bu kimseye göre böyle bir isnadla gelen hiçbir habere delil getirilemez. Bu kişinin nazarında, ancak şu durumlarda bu tür rivayetler geçerli olabilir: Bu iki kişinin ömürleri boyunca en az bir kez bir araya geldiklerinin bilinmesi, Yahut birbirlerine şifahen hadis rivayet ettiklerinin sabit olması, Veya onların bir defa olsun buluştuklarına ve görüştüklerine dair bir haberin gelmiş olması. Eğer böyle bir bilgi yoksa ve bu râvînin, rivayette bulunduğu kişiyi bir defa dahi görüp ondan herhangi bir şey işittiğini bildiren sahih bir rivayet de gelmemişse, bu durumda, -bu kişiye göre-, râvînin bu kimseden haber aktarması bir delil sayılmaz ve ondan herhangi bir şey işittiğine dair az ya da çok bir bilgi gelmediği müddetçe bu haber, kendisi nezdinde, mevkuf olarak kalır. Muanan (Ravilerin birbirinden عن sığasıyla aldıkları) Hadisin Sahih Olabilmesinin Şartları. (Ravilerin birbirinden عن sığasıyla aldıkları hadisin Sahih olmadığına dair) bu görüş –Allah sana rahmet etsin– senedlerde (rivayet zincirlerinde) yapılan tenkit konusunda sonradan ortaya atılmış, uydurulmuş bir görüştür. Bu görüşü daha önce ileri süren hiç kimse bulunmamaktadır. Ne geçmiş âlimlerden, ne de günümüzdeki ilim ehli arasında bu görüşe destek çıkan biri yoktur. Çünkü hadis ve rivayet ilmiyle uğraşanların eskiden beri kabul edip ittifak ettikleri genel ve yaygın görüş şudur: Her güvenilir râvinin, kendisi gibi güvenilir bir râviden rivayet ettiği bir hadis; eğer ikisinin buluşması ve birbirinden hadis işitmesi mümkündür denebilecek bir durumdaysa, yani ikisi de aynı çağda yaşamışlarsa, bu iki kişinin gerçekten bir araya geldiklerine ve sözlü olarak birbirlerinden hadis naklettiklerine dair hiçbir haber gelmemiş olsa bile, o rivayet geçerli kabul edilir. Bu ravinin, rivayet ettiği kişiyi hiç görmediğine veya ondan hiçbir şey işitmediğine dair açık bir delil olmadığı müddetçe rivayet sabittir ve onunla delil getirilir (hüccettir). Ama eğer ravinin hocası ile buluşma imkanı konusunda bir belirsizlik varsa, görüşme ihtimali ortadan kalktığına, yani râvînin görmediğin, işitmediğin dair kesin bir bilgi olmadığı müddetçe semaya (ravinin hocasından bu rivayeti işittiğine) hükmedilir. Şu anlattığımız görüşü (bir kere olsun görüşmeyi şartını) ortaya atan veya bu görüşü savunana şöyle denir: Sen genel itibarıyla “güvenilir bir raviden güvenilir bir raviye ulaşan haberin (haber-i vâhidin) delil olduğunu ve ona göre amel edilmesi gerektiğini” kabul ediyorsun ama sonra buna bir şart ekledin ve “Ancak bu iki ravinin (şeyh ve talebenin) bir kez olsun karşılaştığını veya bir hadisi ondan duyduğunu bilmemiz gerekir” dedin. Peki bu koyduğun şartına, sözüne itibar edilen herhangi muhaddisten delil bulabiliyor musun? Bulamıyorsan, o zaman bu iddianı destekleyecek bir delil getir. Eğer sen, bu şartı (lika şartını) selef âlimlerinden birinin görüşüne dayandırdığını iddia ediyorsan, senden bu görüşü açıkça göstermeni isteriz. Ama sen de başkası da bu konuda bir görüş bulamayacaksınız. Eğer sen “Ben bakıyorum ki geçmiş ve günümüz râvîleri birbirlerinden hadis rivayet ediyor ama gerçekte birbirlerini hiç görmemişler, birbirlerinden bir şey işitmemişler. Yani aralarında semâ olmadan bu işi yapıyorlar. Hâlbuki bizim ve hadis ehlinin görüşüne göre, böyle mürsel rivayetler hüccet değildir. O yüzden, her râvinin hocasından hadis işitip işitmediğini araştırmaya ihtiyaç duydum. En küçük bir semâ örneğine rastlarsam, artık ondan gelen bütün rivayetleri sabit kabul ediyorum. Ama eğer o semâ bilgisine ulaşamazsam, o zaman bu haberi askıya alıyor ve delil olarak görmüyorum; çünkü bu durumda irsâl ihtimali mevcuttur” diyerek böyle bir delil getirmeye kalkarsan sana şöyle denir: Eğer senin bu haberi zayıf sayma sebebin, sadece irsâl ihtimali ise, o zaman sana düşen şudur: Herhangi bir senedde, râvîlerin “an” (عن) lafzıyla rivayet ettiği (mu‘an‘an) hiçbir hadisi, bu senedin başından sonuna kadar semâ ile sabit olduğunu görene kadar kabul etme. Şöyle ki: Hişâm b. Urve’nin, babası (Urve) aracılığıyla Hz. Âişe'den rivayet ettiği ve bize ulaşan hadis hakkında biz şunu kesin olarak biliyoruz: Hişâm, babasından hadis işitmiştir; babası da Hz. Âişe’den işitmiştir. Tıpkı Hz. Âişe’nin de, Peygamber Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) hadis işittiğini bildiğimiz gibi. Bununla birlikte, Hişâm bir rivayetinde "babamdan işittim" veya "bana haber verdi" dememişse, aklen şu da mümkündür: Belki o hadisi bir başkası Hişâm’a, babasından nakletmiştir de Hişâm onu babasından şifahen işitmemiştir. Sadece bu rivayeti mürsel olarak (aradaki kişiyi anmadan) aktarmayı tercih etmiş ve ondan duyduğu kişiyi isnada eklememiştir. Her bir râvînin, diğerinden çokça hadis işittiği genel olarak bilinmekteyse, bu durumda şunu da kabul etmek gerekir: Bunlardan her biri bazı rivayetlerde bir başkasından —o zat hakkında— bazı hadisleri işitmiş olabilir ve sonra bazen bu hadisleri mürsel olarak (aradaki kişiyi anmadan) o zattan nakletmiş olabilir. Yani hadisi kime nispet ettiğini söyler ama, aradaki kendisine rivayet eden kişiyi anmaz. Bazen de bunu yapmaz; yani o hadisi kimden aldığını açıkça söyler ve böylece irsal (mürsel rivayet) yolunu terk eder. Bizim bu söylediklerimiz, hadislerde mevcuttur ve güvenilir muhaddislerin ve ilim ehli imamların uygulamaları arasında yaygın olarak görülür. Daha önce bahsettiğimiz tarzda rivayetlerinden bazı örnekleri, inşallah daha fazlasına delil olarak zikredeceğiz. Bunlardan biri şudur: Eyyûb es-Sahtiyânî, İbn Mubârek, Vekî, İbn Numeyr ve başkalarından oluşan bir topluluk, Hişâm b. Urve’den, o da babası Urve’den, o da Hz. Âişe’den (r.anha) (عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ) rivayet ettiklerine göre Hz. Âişe “Rasulullah’ı (sav) ihramlı ve ihramsız haliyle en güzel kokularla kokulandırırdım.” demiştir. Bu rivayeti aynı kelimelerle Leys b. Sa‘d, Dâvûd el-Attâr, Humeyd b. Esved, Vuhayb b. Hâlid ve Ebu Usame de Hişâm’dan şöyle nakletmişlerdir: Hişâm der ki: Bana Osman b. Urve, ona Urve, ona da Hz. Âişe Nebî’den (sav) haber verdi. (عَنْ هِشَامٍ قَالَ أَخْبَرَنِى عُثْمَانُ بْنُ عُرْوَةَ عَنْ عُرْوَةَ عَنْ عَائِشَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم) Hişâm b. Urve’den, babası Urve’den, Hz. Âişe’den (وَرَوَى هِشَامٌ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ) nakledilen başka bir rivayette şöyle denilmiştir: “Peygamber (sav) itikaf yaptığı zaman başını yanıma yaklaştırırdım, ben de hayızlı iken, ayaklarını okşardım.” Bu rivayetin aynısını Malik b. Enes, Zührî’den, Urve’den, Amre’den, Hz. Âişe’den, Nebî’den (sav) (مَالِكُ بْنُ أَنَسٍ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ عُرْوَةَ عَنْ عَمْرَةَ عَنْ عَائِشَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم) nakletmiştir. Ayrıca Zührî ve Salih b. Ebu Hassan, Ebu Seleme’den, Hz. Âişe’den, Peygamber’den (sav) (رَوَى الزُّهْرِىُّ وَصَالِحُ بْنُ أَبِى حَسَّانَ عَنْ أَبِى سَلَمَةَ عَنْ عَائِشَةَ) şöyle rivayet etmiştir: “Peygamber (s.a.v.) oruçlu iken kendisini öperdi.” Yahyâ b. Ebu Kesîr bu kuble (öpme) hadisi ile ilgili olarak şöyle demiştir: Bana Ebu Seleme b. Abdurrahman bana haber verdi, ona Ömer b. Abdülaziz haber verdi, ona Urve haber verdi, ona da Hz. Âişe Peygamber’in (sav) oruçlu iken kendisini öptüğünü haber vermiştir. (أَخْبَرَنِى أَبُو سَلَمَةَ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ أَنَّ عُمَرَ بْنَ عَبْدِ الْعَزِيزِ أَخْبَرَهُ أَنَّ عُرْوَةَ أَخْبَرَهُ أَنَّ عَائِشَةَ أَخْبَرَتْهُ أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم ) İbn Uyeyne ve başkaları Amr b. Dinar’dan, o da Câbir’den ( ابْنُ عُيَيْنَةَ وَغَيْرُهُ عَنْ عَمْرِو بْنِ دِينَارٍ عَنْ جَابِرٍ) rivayet ettiklerine göre Cabir “Rasulullah (sav) bize at eti yedirirdi, eşek eti yemememizi yasaklardı” demiştir Bu rivayeti Hammad b. Zeyd, Amr’dan, o da Muhammed b. Ali’den, o da Câbir’den, o da Peygamber’den (sav) nakletmiştir. (حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ عَنْ عَمْرٍو عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ عَلِىٍّ عَنْ جَابِرٍ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم) Böyle rivayetler çoktur ve sayı bakımından fazladır. Bizim zikrettiklerimiz, anlayış sahibi kimseler için yeterlidir. Eğer, daha önce sözünü ettiğimiz kişinin nazarında bir hadisin bozuk (zayıf) ve geçersiz sayılmasının gerekçesi, ravinin rivayet ettiği kişiden bir şey işittiğinin bilinmemesi ve o rivayette irsal (yani aradaki râvinin atlanmış olması) ihtimalinin bulunması ise; o halde bu görüşü benimseyen kimsenin, kendisine isnadı sabit olan bir râvinin rivayetini bile, ancak o rivayetin bizzat içinde “duydum (سمعت), bana haber verdi (أخبرني)” gibi bir semâ ifadesi yer alıyorsa delil olarak alması gerekir. Çünkü biz daha önce haberleri (hadisleri) bize aktaran imamların (güvenilir râvilerin) şöyle davrandığını açıklamıştık: Bazen hadisleri mürsel şekilde rivayet etmiş ve hadisi kimden duyduklarını zikretmemişler, bazen de daha dikkatli davranarak, hadisi işittikleri şekliyle tam isnadıyla aktarmışlardır. Bu durumda, eğer senedde "nüzûl" (ravi düşmesi) ya da senedde ("su‘ûd" — tam isnad) varsa bunu da haber vermişlerdir. Biz bu durumu daha önce onların rivayet tarzından örnekler vererek açıklamıştık. Daha önce görüşünü açıkladığımız şahsın iddia ettiği gibi hiçbir selef aliminden hadislerle amel eden hüccet sayan ve senedlerin sahihlik ve zayıflığını inceleyen Eyyub es-Sahtiyânî, İbn Avn, Mâlik b. Enes, Şube b. Haccâc, Yahya b. Said el-Kattân, Abdurrahman b. Mehdî gibi ve bunlardan sonra gelen muhaddislerden isnadlarda semâ sığalarını (muanan rivayetleri özellikle) araştırdıklarını bilmiyoruz. Alimler, hadis ravilerinin kendilerinden rivayette bulundukları hocalarından semanın olup olmadığını, sadece ravinin hadiste tedlisle maruf ve meşhur olduğu zaman ve tedlis probleminin izale olması için ravinin (muanan) rivayetlerinde semanın olup olmadığını araştırıp incelerler. Daha önce görüşünü zikrettiğimiz kişinin iddia ettiği şekliyle kim müdellis olmayan bir ravinin (muanan) rivayetinin de inceleneceğini talep ediyorsa (yanılır); zira burada ismini verdiğimiz ne bu alimlerden ne de ismini zikretmediğimiz diğer alimlerden bunu (müdellis olmayan ravinin muanan rivayetini incelemeyi) duyduk. Söz gelimi Abdullah b. Yezîd el-Ensârî, Hz. Peygamber’i (sav) görmüş (ancak O’ndan (sav) rivayeti yoktur) İbn Yezid, Huzeyfe ve Ebu Mesud el-Ensârî’den hadis rivayet etmekte ve onlar vasıtasıyla Rasulullah’tan (sav) hadis rivayet ediyor. Abdullah b. Yezîd’in ne onlarda naklettiği rivayetlerde sema sigası söz konusu ne herhangi bir rivayette onun Huzeyfe ve Ebu Mesud ile bir araya gelip konuştuğuna dair bir rivayet biliyoruz ne de İbn Yezid’in onları gördüğüne dair bir bilgi bulduk. Aynı şekilde ne selef alimlerden ne de bizim yetiştiğimiz hocalardan herhangi birisinden, Abdullah b. Yezîd’in Huzeyfe ve Ebu Mesud’dan naklettiği iki hadisle ilgili bir eleştiri ve bir zayıflık işitmişizdir. Bilakis bizim mülaki olduğumuz hadis hocalarına göre, bu iki hadis veya bunlara benzer hadisler sahih hadislerdendir. Onlar, bu senedlerle nakledilen hadislerle amel edileceğini ve delil olarak kullanılacağı görüşündeler. Bu gibi hadisler, daha önce görüşünü açıkladığımız iddia sahibine göre ravinin rivayet ettiği kimselerden semanın tespiti yapılıncaya kadar zayıf amel edilmemesi gereken rivayetlerdir. Mezkur iddia sahibine göre zayıf kabul edilen kimselerden nakledilen rivayetleri, (ama gerçekte) alimlere göre sahih hadisleri saymaya kalksak, o örneklerin hepsini etraflıca tespit edip dökümünü çıkarmaktan aciz kalırız. Ancak biz burada zikretmediğimiz diğer rivayetlere alamet olması için birkaç misal ile iktifa etmeyi uygun gördük. Söz gelimi Ebu Osman en-Nehdî ile Ebu Râfi’ es-Sâiğ cahiliye dönemini idrak etmiş ve Hz. Peygamber’in (sav) Bedir’e katılan ashabına sohbeti olup (diğer sahabileri) de görmüştür. Onlar, (bu büyük) sahabilerden birtakım hadisler naklettikleri gibi, Ebu Hureyre ve İbn Ömer gibilerden ve onlardan daha küçük sahabilerden de hadis rivayet etmişlerdir. Onlardan her biri, Übey b. Ka’b aracılığı ile Nebî’den (sav) birer hadis rivayet etmişler; ancak herhangi bir rivayette onların Übey’i gördüklerini veya işittiklerine dair bir bilgi bilmiyoruz. Ebu Amir eşl-Şeybânî de hadis rivayet etmiştir. Kendisi cahiliye dönemini idrak edenlerden olup Nebî (sav) zamanında olgun (yaşı ileri) biriydi. Ebu Ma’mer Abdullah b. Sahbere’nin de (aynı şekilde) rivayeti vardır. Onların her biri, Ebu Mesud el-Ensârî’den (an sigasıyla), o da Hz. Peygamber’den (sav) olmak üzere iki hadis rivayet etmiştir. Ebu Ubeyd b. Umeyr Rasulullah’ın (sav) hanımı Ümmü Seleme’den (r.anha) (an sigasıyla), o da Nebî’den (sav) bir hadis rivayet etmiştir. Oysaki Ebu Ubeyd (ra), Hz. Peygamber’in (sav) (nübüvvet) zamanında doğmuştu. Kays b. Ebu Hâzim Rasulullah’ın (sav) zamanına yetiştiği halde Ebu Mesud el-Ensârî’den (an sigasıyla), o da Hz. Peygamber’den (sas) olmak üzere üç hadis rivayet etmiştir. Abdurrahman b. Ebu Leyla, Ömer b. Hattâb’tan (ra) hadis öğrenmiş ve Ali (ra) ile beraber olduğu halde Enes b. Mallik’ten (ra) (an sigasıyla), o da Nebî’den (sav) bir hadis rivayet etmiştir. Rıb’i b. Hırâş, İmrân b. Hüseyin’den (an sigasıyla), o da Rasulullah'tan (sav) iki hadis ve Ebu Bekre’den de (an sigasıyla), o da Nebî’den (sav) bir hadis rivayet etmiştir. Oysaki Rib’i Ali b. Ebu Tâlib’ten (ra) seması olup ondan hadis rivayet etmiştir. Nâfi b. Cübeyr b. Mutim, Ebu Şureyh el-Huzâî’den (an sigasıyla), o da Rasulullah’dan (sav) bir hadis nakletmiştir. Numân b. Ebu Ayyâş, Ebu Said el-Hudrî’den (ra) (an sigasıyla), o da Rasulullah’tan (sav) üç hadis rivayet etmiştir. Atâ b. Yezîd el-Leysî, Temîm ed-Dârî’den, o da Nebî’den (sav) (an sigasıyla) bir hadis rivayet etmiştir. Süleyman b. Yesâr, Râfi’ b. Hadîc’den 'an sigasıyla), o da Rasulullah’tan (sav) bir hadis rivayet etmiştir. Hümeyd b. Abdurrahman el-Himyerî’den (an sigasıyla), Ebu Hureyre’den (ra) o da Hz. Peygamber’den (sav) bazı hadisler rivayet etmiştir. Burada örnek kabilinden isimlerini verdiğimiz sahabilerden rivayet eden bütün bu tabilerin, ne herhangi muayyen bir rivayette kendilerinden naklettikleri o sahabilerden semanın olduğu biliniyor ne de onlarla karşılaştıkları sabittir. Ancak bu senedler, hadis alimlerine göre sahih senedlerdendir. Ne bu hadis alimlerinin ilgili rivayetlerden herhangi bir tanesini zayıf kabul ettiklerini biliyoruz ne de bu tabilerin o sahabilerden semanın olup olmadığına dair bir araştırma yapmışlardır. Zira onların aynı asırda bulunmaları sebebiyle tabilerin rivayet ettikleri hocalardan semaı mümkün olup yadırganamayacak bir durumdur. (Muanan) hadisi, ilgili gerekçe sebebiyle zayıf kılma hususunda görüşünü aktardığımız şahsın sonradan uydurduğu bu söz, üzerinde durulması ve başkalarına duyurulması gerekecek düzeyde değildir. Çünkü ne selef alimlerinden bunu söyleyen ne de onlardan sonra gelenlerin kabul ettiği sonradan uydurulmuş batıl bir görüştür. Dolayısıyla bu görüşün reddi ile ilgili açıkladığımızın dışında daha fazla izaha ihtiyaç duymuyoruz. Zira bu sözün ve sahibinin değeri açıkladığımız kadardır. Alimlerin metoduna muhalif bu sözün savunulması noktasında yardımcımız Allah'tır ve tevekkülümüz de Allah’adır.


    Öneri Formu
468 M000092 Müslim, Mukaddime, 7

Bize Ali b. Abdullah, ona Süfyân, ona Amr, ona Vehb b. Münebbih, ona kardeşi (Hemmâm b. Münebbih), ona da Ebu Hureyre şöyle rivayet etmiştir: "Abdullah b. Amr hariç, Hz. Peygamber'in (sav) ashabı içerisinde benden daha fazla hadis bilen kimse yoktur. Abdullah hadisleri yazar, ben ise yazmazdım." [Mamer, bu hadisin Vehb'in Hemmâm vasıtasıyla Ebu Hureyre'den rivayetine mütabaatta bulunmuştur.]


    Öneri Formu
1247 B000113 Buhari, İlim, 39

Bize Ebu Nu'aym Fadl b. Dükeyn, ona Şeybân, ona Yahya, ona Ebu Seleme, ona da Ebu Hureyre şöyle rivayet etmiştir: "Huzâlılar, Leys oğullarından bir adamı kendi adamlarını öldürdükleri için Mekke'nin fethi gününde öldürdüler. Durum Hz. Peygamber'e (sav) intikal etti, (hemen) bineğine bindi, bir hutbe verip şöyle buyurdu: 'Şüphesiz Allah, Mekke'de cinayet işlemeye [Ebu Abdullah şüpheye düşüp] veya filin oraya girmesine [dedi] engel olmuş, Müşrikler üzerine Hz. Peygamber'i (sav) ve müminleri galip kılmıştır. Dikkat edin, Mekke'nin dokunulmazlığını ve saygınlığını (haremlik vasfını) ihlal etmek benden önce kimseye helal olmadığı gibi benden sonra da kimseye helal olmayacaktır. Dikkat edin, bana da sadece gündüzün bir vaktinde (savaş ve kan dökme) helal kılınmıştır. Dikkat edin, şimdi bana da haremdir, dokunulmazdır. Oranın dikeni koparılmaz, ağacı kesilmez, ilan etmek maksadı haricinde kayıp malı alınmaz. Kim de öldürülürse (ailesi) iki durum ile muhayyerdir; ya (ailesine) diyet verilir ya da öldürülenin ailesi için kısas talep edilir.' (Bu esnada) Yemen ahalisinden bir adam geliverdi ve 'Ey Allah'ın Rasulü, benim için (bu hutbeyi) kaydettir' dedi. O da 'Ebu Fulân için yazın' buyurdu. Yine Kureyş'ten bir adam, 'ey Allah'ın Rasulü, keşke izhir (otu) hariç tutulsa! Bizler onu evlerimizde ve kabirlerimizde kullanıyoruz' dedi. Nebî (sav) 'izhir hariç, izhir hariç' buyurdu." [Ebu Abdullah der ki: 'يُقَادَ' kelimesi Kaf harfi iledir. Ebu Abdullah'a, Hz. Peygamber (sav)'in ne yazdırdığı soruldu. O, 'bu hutbeyi yazdırdı' dedi.]


    Öneri Formu
1246 B000112 Buhari, İlim, 39

Bize Müsedded ve Ebu Bekir b. Ebu Şeybe, onlara Yahya, ona Ubeydullah b. Ahnes, ona Velid b. Abdullah b. Ebu Muğîs, ona Yusuf b. Mâhek, ona da Abdullah b. Amr şöyle rivayet etti: 'Ben, Rasulullah'tan (sav) işittiğim her şeyi ezberlemek için yazıyordum. Kureyş, beni engelleyip 'Rasulullah (sav) kızgınlık ve hoşnutluk esnasında konuşabilen bir beşer iken ondan duyduğun her şeyi yazıyor musun' dediler. Ben de yazmaktan geri durdum ve bunu Rasulullah'a (sav) bildirdim. Hz. Peygamber (sav) parmağı ile ağzını işaret edip "Sen yaz! Canım elinde olan (Allah'a) yemin olsun ki, buradan sadece hak söz çıkar" buyurdu.'


    Öneri Formu
22929 D003646 Ebu Davud, İlm, 3

Bize Yahya b. Said, ona Ubeydullah b. Ahnes, ona Velid b. Abdullah, ona Yusuf b. Mahek, ona da Abdullah b. Amr anlatmıştır: Ben ezberlemek için Rasulullah'tan işittiğim her şeyi yazıyordum. Kureyşliler, beni engellediler ve 'Sen Rasulullah'tan işittiğin her şeyi yazıyorsun. Oysa o, kızgın olduğu zamanlarda da, mutlu olduğu zamanlarda da konuşuyor' dediler. Ben de yazmaktan vazgeçtim; ancak bu durumu Nebi (sav)'e bildirdim. Eliyle dilini işaret ederek şöyle buyurdu: "Sen yaz, nefsim elinde olana and olsun ki, buradan haktan başkası çıkmaz."


    Öneri Formu

Bize Müsedded ve Ebu Bekir b. Ebu Şeybe, onlara Yahya, ona Ubeydullah b. Ahnes, ona Velid b. Abdullah b. Ebu Muğîs, ona Yusuf b. Mâhek, ona da Abdullah b. Amr şöyle rivayet etti: 'Ben, Rasulullah'tan (sav) işittiğim her şeyi ezberlemek için yazıyordum. Kureyş, beni engelleyip 'Rasulullah (sav) (da) gazap ve rıza esnasında konuşabilen bir beşer iken ondan duyduğun her şeyi yazıyor musun' dediler. Ben de yazmaktan geri durdum ve bunu Rasulullah'a (sav) bildirdim. Hz. Peygamber (sav) parmağı ile ağzını işaret edip "sen yaz! Canım elinde olan (Allah'a) yemin olsun ki, buradan sadece hak söz çıkar" buyurdu.'


    Öneri Formu
272293 D003646-2 Ebu Davud, İlm, 3


    Öneri Formu
29917 B003111 Buhari, Farzu'l-Humus, 5


    Öneri Formu
31035 B003179 Buhari, Cizye ve Muvâdea, 17