Bize İsmail b. Abdullah, ona İsmail b. İbrahim b. Ukbe, ona Musa b. Ukbe, ona da İbn Şihâb şöyle dedi: Bana Urve b. ez-Zübeyr'in haber verdiğine göre, Misver b. Mahreme kendisine şöyle anlatmış: Âmir b. Lueyy kabilesinin yeminli dostu olan ve Rasulullah (sav) ile beraber Bedir'de hazır bulunan Amr b. Avf bana şöyle dedi:
“Rasûlullah (sav.), Bahreyn’in cizyesini getirmek üzere Ebû Ubeyde b. el-Cerrah’ı oraya göndermişti. Hz. Peygamber (sav.), daha önce Bahreynlilerle bir cizye antlaşması yapmış ve el-Alâ’ b. el-Hadramî’yi onlara emîr tayin etmişti. Ebû Ubeyde, Bahreyn’den mallarla döndüğünde, Ensâr onun döndüğünü duymuş ve Hz. Peygamber’le (sav.) birlikte sabah namazına iştirak etmişlerdi. Hz. Peygamber (sav.) namazı tamamlayıp ayrılınca, onun önüne çıktılar. Rasûlullah (as.) onların bu halini görünce gülümsedi. Sonra
"Zannediyorum, Ebû Ubeyde’nin (Bahreyn’den) geldiğini ve bir şeyler getirdiğini duydunuz" dedi. Onlar da; “Evet, ey Allah’ın Rasûlü” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav.) şöyle söyledi:
"Öyle ise sevinin! Sizi sevindirecek olan şeyi de ümit edin! Allah’a yemin olsun ki, ben sizin için fakirlikten korkmuyorum; ama ben dünya nimetlerinin sizden önceliklerin önüne serildiği gibi sizin önünüze de serilmesinden ve onların bu dünyalıklar için birbirleriyle yarışa giriştikleri gibi, sizin de yarışa girmenizden ve onları meşgul ettiği gibi, sizi de meşgul etmesinden korkuyorum."
Açıklama: Bu hadîste Hz. Peygamber, dünya malına aşırı düşkünlük göstermenin ve ihtirasla çıkar peşinde koşmanın felaketine dikkat çekmiş, bunun insanlar arasında kıskançlık ve düşmanlıklara yol açabileceğini ve uzun vadede onların maddî ve manevî helâkine sebebiyet verebileceğini ifade buyurmuştur. Mal ihtirası aynı zamanda imab zaafiyetine de yol açar.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
23470, B006425
Hadis:
حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ حَدَّثَنِى إِسْمَاعِيلُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ بْنِ عُقْبَةَ عَنْ مُوسَى بْنِ عُقْبَةَ قَالَ ابْنُ شِهَابٍ حَدَّثَنِى عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ أَنَّ الْمِسْوَرَ بْنَ مَخْرَمَةَ أَخْبَرَهُ أَنَّ عَمْرَو بْنَ عَوْفٍ وَهْوَ حَلِيفٌ لِبَنِى عَامِرِ بْنِ لُؤَىٍّ كَانَ شَهِدَ بَدْرًا مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَخْبَرَهُ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بَعَثَ أَبَا عُبَيْدَةَ بْنَ الْجَرَّاحِ إِلَى الْبَحْرَيْنِ يَأْتِى بِجِزْيَتِهَا ، وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم هُوَ صَالَحَ أَهْلَ الْبَحْرَيْنِ ، وَأَمَّرَ عَلَيْهِمُ الْعَلاَءَ بْنَ الْحَضْرَمِىِّ ، فَقَدِمَ أَبُو عُبَيْدَةَ بِمَالٍ مِنَ الْبَحْرَيْنِ ، فَسَمِعَتِ الأَنْصَارُ بِقُدُومِهِ فَوَافَتْهُ صَلاَةَ الصُّبْحِ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَلَمَّا انْصَرَفَ تَعَرَّضُوا لَهُ فَتَبَسَّمَ حِينَ رَآهُمْ وَقَالَ " أَظُنُّكُمْ سَمِعْتُمْ بِقُدُومِ أَبِى عُبَيْدَةَ ، وَأَنَّهُ جَاءَ بِشَىْءٍ " . قَالُوا أَجَلْ يَا رَسُولَ اللَّهِ . قَالَ " فَأَبْشِرُوا وَأَمِّلُوا مَا يَسُرُّكُمْ ، فَوَاللَّهِ مَا الْفَقْرَ أَخْشَى عَلَيْكُمْ ، وَلَكِنْ أَخْشَى عَلَيْكُمْ أَنْ تُبْسَطَ عَلَيْكُمُ الدُّنْيَا ، كَمَا بُسِطَتْ عَلَى مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ ، فَتَنَافَسُوهَا كَمَا تَنَافَسُوهَا وَتُلْهِيَكُمْ كَمَا أَلْهَتْهُمْ " .
Tercemesi:
Bize İsmail b. Abdullah, ona İsmail b. İbrahim b. Ukbe, ona Musa b. Ukbe, ona da İbn Şihâb şöyle dedi: Bana Urve b. ez-Zübeyr'in haber verdiğine göre, Misver b. Mahreme kendisine şöyle anlatmış: Âmir b. Lueyy kabilesinin yeminli dostu olan ve Rasulullah (sav) ile beraber Bedir'de hazır bulunan Amr b. Avf bana şöyle dedi:
“Rasûlullah (sav.), Bahreyn’in cizyesini getirmek üzere Ebû Ubeyde b. el-Cerrah’ı oraya göndermişti. Hz. Peygamber (sav.), daha önce Bahreynlilerle bir cizye antlaşması yapmış ve el-Alâ’ b. el-Hadramî’yi onlara emîr tayin etmişti. Ebû Ubeyde, Bahreyn’den mallarla döndüğünde, Ensâr onun döndüğünü duymuş ve Hz. Peygamber’le (sav.) birlikte sabah namazına iştirak etmişlerdi. Hz. Peygamber (sav.) namazı tamamlayıp ayrılınca, onun önüne çıktılar. Rasûlullah (as.) onların bu halini görünce gülümsedi. Sonra
"Zannediyorum, Ebû Ubeyde’nin (Bahreyn’den) geldiğini ve bir şeyler getirdiğini duydunuz" dedi. Onlar da; “Evet, ey Allah’ın Rasûlü” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav.) şöyle söyledi:
"Öyle ise sevinin! Sizi sevindirecek olan şeyi de ümit edin! Allah’a yemin olsun ki, ben sizin için fakirlikten korkmuyorum; ama ben dünya nimetlerinin sizden önceliklerin önüne serildiği gibi sizin önünüze de serilmesinden ve onların bu dünyalıklar için birbirleriyle yarışa giriştikleri gibi, sizin de yarışa girmenizden ve onları meşgul ettiği gibi, sizi de meşgul etmesinden korkuyorum."
Açıklama:
Bu hadîste Hz. Peygamber, dünya malına aşırı düşkünlük göstermenin ve ihtirasla çıkar peşinde koşmanın felaketine dikkat çekmiş, bunun insanlar arasında kıskançlık ve düşmanlıklara yol açabileceğini ve uzun vadede onların maddî ve manevî helâkine sebebiyet verebileceğini ifade buyurmuştur. Mal ihtirası aynı zamanda imab zaafiyetine de yol açar.
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Rikâk 67, 2/564
Senetler:
1. Ebu Amr Amr b. Avf el-Ensârî (Amr b. Avf)
2. Misver b. Mahreme el-Kuraşi (Misver b. Mahreme b. Nevfel b. Üheyb b. Abdümenaf)
3. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
4. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
5. Ebu Muhammed Musa b. Ukbe el-Kuraşî (Musa b. Ukbe b. Ebu Ayyaş)
6. Ebu İshak İsmail b. İbrahim el-Kuraşi (İsmail b. İbrahim b. Ukbe b. Ebu Ayyaş)
7. Ebu Abdullah İsmail b. Ebu Üveys el-Esbahî (İsmail b. Abdullah b. Abdullah b. Üveys b. Malik)
Konular:
Antlaşma, anlaşmalara dayalı ilişkiler
Hased, Kıskançlık
Hz. Peygamber, tebessüm etmesi
İman, Esasları, Ahirete, üstünlüğü
KTB, İMAN
Kulluk, ümitle korku arasındaki denge
Mal, mal - mülk hırsı
Şehirler, Bahreyn ve Kınnesrin
Tebessüm, kardeşinin yüzüne tebessüm etmek
Toplumsal Düzen, münafeset müslümanların birbiriyle çekişmeleri
Yönetim, cizye vergisi
وَحَدَّثَنِى مُحَمَّدُ بْنُ رَافِعٍ وَإِسْحَاقُ بْنُ مَنْصُورٍ - وَاللَّفْظُ لاِبْنِ رَافِعٍ - قَالاَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا ابْنُ جُرَيْجٍ حَدَّثَنِى مُوسَى بْنُ عُقْبَةَ عَنْ نَافِعٍ عَنِ ابْنِ عُمَرَ أَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ أَجْلَى الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى مِنْ أَرْضِ الْحِجَازِ وَأَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لَمَّا ظَهَرَ عَلَى خَيْبَرَ أَرَادَ إِخْرَاجَ الْيَهُودِ مِنْهَا وَكَانَتِ الأَرْضُ حِينَ ظُهِرَ عَلَيْهَا لِلَّهِ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُسْلِمِينَ فَأَرَادَ إِخْرَاجَ الْيَهُودِ مِنْهَا فَسَأَلَتِ الْيَهُودُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَنْ يُقِرَّهُمْ بِهَا عَلَى أَنْ يَكْفُوا عَمَلَهَا وَلَهُمْ نِصْفُ الثَّمَرِ فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
"نُقِرُّكُمْ بِهَا عَلَى ذَلِكَ مَا شِئْنَا." فَقَرُّوا بِهَا حَتَّى أَجْلاَهُمْ عُمَرُ إِلَى تَيْمَاءَ وَأَرِيحَاءَ.
Bize Muhammed b. Râfi' ve İshak b. Mansur, - hadisin lafzı İbn Râfi'e aittir- o ikisine Abdürrezzak, ona İbn Cüreyc, ona Musa b. Ukbe, ona Nafi', ona da İbn Ömer şöyle demiştir: Ömer b. Hattab, Hicaz topraklarından Yahudi ve Hristiyanları sürmüştür. Hz. Peygamber de (sav) Hayber'i fethedince orada bulunan Yahudileri oradan çıkarmak istemişti. Zira fethedilince oranın arazisi Allah'ın, Rasulünün ve Müslümanların olmuştu. Hz. Peygamber bu sebeple Yahudileri oradan çıkarmak istedi. Yahudiler de Hz. Peygamber'den (sav) arazinin işlerini üstlenmek ve ürünlerin yarısını vermek karşılığında kendilerini Hayber'de bırakmasını talep etmişlerdi. Hz. Peygamber (sav) onlara; "sizi bu şartlarda burada dilediğimiz kadar bırakıyoruz" dedi. Yahudiler Hayber'de Hz. Ömer onları Teyma ve Eriha'ya sürünceye kadar kalmışlardır.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
528, M003967
Hadis:
وَحَدَّثَنِى مُحَمَّدُ بْنُ رَافِعٍ وَإِسْحَاقُ بْنُ مَنْصُورٍ - وَاللَّفْظُ لاِبْنِ رَافِعٍ - قَالاَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا ابْنُ جُرَيْجٍ حَدَّثَنِى مُوسَى بْنُ عُقْبَةَ عَنْ نَافِعٍ عَنِ ابْنِ عُمَرَ أَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ أَجْلَى الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى مِنْ أَرْضِ الْحِجَازِ وَأَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لَمَّا ظَهَرَ عَلَى خَيْبَرَ أَرَادَ إِخْرَاجَ الْيَهُودِ مِنْهَا وَكَانَتِ الأَرْضُ حِينَ ظُهِرَ عَلَيْهَا لِلَّهِ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُسْلِمِينَ فَأَرَادَ إِخْرَاجَ الْيَهُودِ مِنْهَا فَسَأَلَتِ الْيَهُودُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَنْ يُقِرَّهُمْ بِهَا عَلَى أَنْ يَكْفُوا عَمَلَهَا وَلَهُمْ نِصْفُ الثَّمَرِ فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
"نُقِرُّكُمْ بِهَا عَلَى ذَلِكَ مَا شِئْنَا." فَقَرُّوا بِهَا حَتَّى أَجْلاَهُمْ عُمَرُ إِلَى تَيْمَاءَ وَأَرِيحَاءَ.
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Râfi' ve İshak b. Mansur, - hadisin lafzı İbn Râfi'e aittir- o ikisine Abdürrezzak, ona İbn Cüreyc, ona Musa b. Ukbe, ona Nafi', ona da İbn Ömer şöyle demiştir: Ömer b. Hattab, Hicaz topraklarından Yahudi ve Hristiyanları sürmüştür. Hz. Peygamber de (sav) Hayber'i fethedince orada bulunan Yahudileri oradan çıkarmak istemişti. Zira fethedilince oranın arazisi Allah'ın, Rasulünün ve Müslümanların olmuştu. Hz. Peygamber bu sebeple Yahudileri oradan çıkarmak istedi. Yahudiler de Hz. Peygamber'den (sav) arazinin işlerini üstlenmek ve ürünlerin yarısını vermek karşılığında kendilerini Hayber'de bırakmasını talep etmişlerdi. Hz. Peygamber (sav) onlara; "sizi bu şartlarda burada dilediğimiz kadar bırakıyoruz" dedi. Yahudiler Hayber'de Hz. Ömer onları Teyma ve Eriha'ya sürünceye kadar kalmışlardır.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Müsâkât ve'l-Müzâra 3967, /645
Senetler:
1. İbn Ömer Abdullah b. Ömer el-Adevî (Abdullah b. Ömer b. Hattab)
2. Nafi' Mevlâ İbn Ömer (Ebu Abdullah Nafi')
3. Ebu Muhammed Musa b. Ukbe el-Kuraşî (Musa b. Ukbe b. Ebu Ayyaş)
4. Ebu Velid İbn Cüreyc el-Mekkî (Abdülmelik b. Abdülaziz b. Cüreyc)
5. ُEbu Bekir Abdürrezzak b. Hemmam (Abdürrezzak b. Hemmam b. Nafi)
6. İshak b. Mansur el-Kevsec (İshak b. Mansur b. Behram)
6. Muhammed b. Râfi' el-Kuşeyrî (Muhammed b. Râfi' b. Sabur)
Konular:
Antlaşma, anlaşmalara dayalı ilişkiler
Ehl-i Kitap, Hz. Peygamber ve yahudiler
حَدَّثَنِى أَبُو جَعْفَرٍ مُحَمَّدُ بْنُ الصَّبَّاحِ حَدَّثَنَا حَفْصُ بْنُ غِيَاثٍ حَدَّثَنَا عَاصِمٌ الأَحْوَلُ قَالَ قِيلَ لأَنَسِ بْنِ مَالِكٍ بَلَغَكَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ:
"لاَ حِلْفَ فِى الإِسْلاَمِ." فَقَالَ أَنَسٌ قَدْ حَالَفَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بَيْنَ قُرَيْشٍ وَالأَنْصَارِ فِى دَارِهِ.
Bize Ebu Cafer Muhammed b. es-Sabbah, ona Hafs b. Ğıyas, ona da Asım el-Ahval şöyle demiştir: Enes b. Malik'e, Rasulullah'ın (sav); "İslâm'da (cahiliye devrindeki gibi) yeminli antlaşma yapmak yoktur" şeklindeki buyruğu soruldu. Enes de Rasulullah'ın (sav), onun (Enes'in) evinde, Kureyş ile ensar arasında kardeşlik antlaşması yaptığını söyledi.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
8012, M006463
Hadis:
حَدَّثَنِى أَبُو جَعْفَرٍ مُحَمَّدُ بْنُ الصَّبَّاحِ حَدَّثَنَا حَفْصُ بْنُ غِيَاثٍ حَدَّثَنَا عَاصِمٌ الأَحْوَلُ قَالَ قِيلَ لأَنَسِ بْنِ مَالِكٍ بَلَغَكَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ:
"لاَ حِلْفَ فِى الإِسْلاَمِ." فَقَالَ أَنَسٌ قَدْ حَالَفَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بَيْنَ قُرَيْشٍ وَالأَنْصَارِ فِى دَارِهِ.
Tercemesi:
Bize Ebu Cafer Muhammed b. es-Sabbah, ona Hafs b. Ğıyas, ona da Asım el-Ahval şöyle demiştir: Enes b. Malik'e, Rasulullah'ın (sav); "İslâm'da (cahiliye devrindeki gibi) yeminli antlaşma yapmak yoktur" şeklindeki buyruğu soruldu. Enes de Rasulullah'ın (sav), onun (Enes'in) evinde, Kureyş ile ensar arasında kardeşlik antlaşması yaptığını söyledi.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Fedâilü's-sahâbe 6463, /1051
Senetler:
()
Konular:
Antlaşma, anlaşmalara dayalı ilişkiler
حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ وَمُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ نُمَيْرٍ قَالاَ حَدَّثَنَا عَبْدَةُ بْنُ سُلَيْمَانَ عَنْ عَاصِمٍ عَنْ أَنَسٍ قَالَ:
"حَالَفَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بَيْنَ قُرَيْشٍ وَالأَنْصَارِ فِى دَارِهِ الَّتِى بِالْمَدِينَةِ."
Bize Ebu Bekir b. Ebu Şeybe ve Muhammed b. Abdullah b. Nümeyr, o ikisine Abde b. Süleyman, ona Asım, ona da Enes şöyle demiştir:
"Rasulullah (sav), Medine'deki evimde, Kureyş ve Ensar arasında kardeşlik antlaşması yaptı."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
8013, M006464
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ وَمُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ نُمَيْرٍ قَالاَ حَدَّثَنَا عَبْدَةُ بْنُ سُلَيْمَانَ عَنْ عَاصِمٍ عَنْ أَنَسٍ قَالَ:
"حَالَفَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بَيْنَ قُرَيْشٍ وَالأَنْصَارِ فِى دَارِهِ الَّتِى بِالْمَدِينَةِ."
Tercemesi:
Bize Ebu Bekir b. Ebu Şeybe ve Muhammed b. Abdullah b. Nümeyr, o ikisine Abde b. Süleyman, ona Asım, ona da Enes şöyle demiştir:
"Rasulullah (sav), Medine'deki evimde, Kureyş ve Ensar arasında kardeşlik antlaşması yaptı."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Fedâilü's-sahâbe 6464, /1051
Senetler:
()
Konular:
Antlaşma, anlaşmalara dayalı ilişkiler
Sahabe, İlk Müslüman Nesiller
Bize Muhammed b. Ubeyd, ona Muhammed b. Sevr, ona Mamer, ona ez-Zührî, ona Urve b. Zübeyr, ona da Misver b. Mahrame “Nebî (sav) Hudeybiye zamanında ashabından bin küsür kişi ile (yola) çıktı. Nihayet Zü'l-huleyfeye geldiklerinde kurbanına gerdanlık taktı, onu işaretledi ve umre için ihrama girdi” dedi ve hadisin devamını şöyle rivayet etti:
"Nebî (sav), Mekke yolu üzerindeki Seniyye'ye varana dek yola devam etti. (Derken) devesi onu durdurdu. İnsanlar iki defa “haydi! Haydi!” sonra da “Kusvâ' duruverdi” dediler. Hz. Peygamber (sav), “Kusva durmadı. Bu, onun huyu değildir. Onu, fili durduran durdurmuştur” dedi. Ardından, “canımı kudretinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, Allah'ın haremde kıldığı haramları gözetmemi isterlerse muhakkak icabet edeceğim” buyurdu. Sonra (Kusvâ'yı) zorladı, o da hızlıca hareket edip (Mekkeliler'in yolundan) saptı. Nihayet Nebî (sav), Hudeybiye'nin en uzak kısmında, suyu az olan bir kuyu başında konakladı. (Derken) yanına Büdeyl b. Verkâ el-Huzâ'î ardında da Urve b. Mesud geldi. Hz. Peygamber (sav) ile konuşmaya başladı. Onunla her konuştuğunda Rasulullah'ın (sav) sakalını tutuyor, Muğîra b. Şu'be de Nebî'nin (sav) yanı başında, beraberinde kılıcı ve miğferi olduğu halde (bekliyor) ve onun eline kılıcının kabzası ile vurup “Çek elini onun sakalından” diyordu. Urve başını kaldırıp “bu da kim?” dedi. (İnsanlar), “Muğîra b. Şu'be” dediler. (Urve), “Seni hain! Ben hala senin ihanetinin bedelini ödemiyor muyum?” dedi. Muğîre, cahiliye döneminde bir topluluğa arkadaşlık yapmış, onları öldürüp mallarını almış, sonra da gelip Müslüman olmuştu. Rasulullah (sav) “İslâm'a gelince, (onu senden) kabul ettik. Mala gelince o, ihanet (ile elde edilmiş) bir maldır! Bizim ona ihtiyacımız yok” buyurdu. -(Ravi) hadisin (devamını) zikretti.- Nebî (sav) “Allah'ın Rasulü Muhammed'in hükmettiği şeyi yaz” buyurdu. -(Ravi) hadisi anlattı.- Süheyl, “senin dininden bile olsa bizden sana gelen bir adamı bize iade etmen üzere (antlaşma yaparız)” dedi. Antlaşmanın yazılması bitince Hz. Peygamber (sav) “ashabına, kalkıp kurbanlarınızı kesin, sonra da tıraş olun” buyurdu. Akabinde muhacir mümin kadınlar geldiler. (İlgili) ayette Allah, onları geri göndermeyi Müslümanlara yasaklıyor, (kocalarına) mehirlerini göndermeyi emrediyordu. Ardından Nebî (sav), Medine'ye döndü. (Çok geçmeden) Kureyş'ten biri olan Ebu Basir çıkageldi! (Kureyş) onu istemek için (adamlar) gönderdi. Hz. Peygamber (sav) de onu adamlara verdi. Onlar da (Ebu Basir'i Medine'den) çıkardılar. Nihayet Zü'l-huleyfeye geldiklerinde hurma yemek için konakladılar. Ebu Basir, adamlardan birine, “ey Falanca! Senin bu kılıcın (kadar) kalitelisini görmedim” dedi. Diğeri de kılıcını çıkarıverdi. İlki, “evet, Onu tecrübe ettim” dedi. Ebu Basir, “bana göster de ona bakayım” dedi. (Böylece Ebu Basir) fırsatını bulup ona darbeyi indirdi. Netice (adam) öldü. Diğeri de Medine'ye varana dek kaçıp korka korka mescide girdi. Nebî (sav) “bu korkunç bir şey görmüş” buyurdu. (Adam), “Vallahi! Arkadaşım öldürüldü. (O) beni de öldürecek” dedi. (Derken) Ebu Basir çıkagelip Hz. Peygamber'e (sav) “Allah, senin sözünü yerine getirdi. Beni onlara verdin, sonra Allah, beni onlardan kurtardı” dedi. Rasulullah (sav) “analar neler doğuruyor! Yanında biri daha olsa savaşı körükleyecek” buyurdu. (Ebu Basir) bunu duyduğunda kendisini (Kureyş'e) geri vereceğini anlayıp (Medine'den) çıktı. Nihayet deniz kıyısına geldi. Ebu Cendel de esaretten kaçıp Ebu Basîr'e katıldı. Öyle ki, (sonunda orada) onlardan bir topluluk meydana geldi."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
17219, D002765
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عُبَيْدٍ أَنَّ مُحَمَّدَ بْنَ ثَوْرٍ حَدَّثَهُمْ عَنْ مَعْمَرٍ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ عُرْوَةَ بْنِ الزُّبَيْرِ عَنِ الْمِسْوَرِ بْنِ مَخْرَمَةَ قَالَ خَرَجَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم زَمَنَ الْحُدَيْبِيَةِ فِى بِضْعَ عَشَرَةَ مِائَةٍ مِنْ أَصْحَابِهِ حَتَّى إِذَا كَانُوا بِذِى الْحُلَيْفَةِ قَلَّدَ الْهَدْىَ وَأَشْعَرَهُ وَأَحْرَمَ بِالْعُمْرَةِ . وَسَاقَ الْحَدِيثَ قَالَ وَسَارَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم حَتَّى إِذَا كَانَ بِالثَّنِيَّةِ الَّتِى يُهْبَطُ عَلَيْهِمْ مِنْهَا بَرَكَتْ بِهِ رَاحِلَتُهُ فَقَالَ النَّاسُ حَلْ حَلْ خَلأَتِ الْقَصْوَاءُ. مَرَّتَيْنِ فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم
"مَا خَلأَتْ وَمَا ذَلِكَ لَهَا بِخُلُقٍ وَلَكِنْ حَبَسَهَا حَابِسُ الْفِيلِ." ثُمَّ قَالَ
"وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ لاَ يَسْأَلُونِى الْيَوْمَ خُطَّةً يُعَظِّمُونَ بِهَا حُرُمَاتِ اللَّهِ إِلاَّ أَعْطَيْتُهُمْ إِيَّاهَا." ثُمَّ زَجَرَهَا فَوَثَبَتْ فَعَدَلَ عَنْهُمْ حَتَّى نَزَلَ بِأَقْصَى الْحُدَيْبِيَةِ عَلَى ثَمَدٍ قَلِيلِ الْمَاءِ فَجَاءَهُ بُدَيْلُ بْنُ وَرْقَاءَ الْخُزَاعِىُّ ثُمَّ أَتَاهُ - يَعْنِى عُرْوَةَ بْنَ مَسْعُودٍ - فَجَعَلَ يُكَلِّمُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم فَكُلَّمَا كَلَّمَهُ أَخَذَ بِلِحْيَتِهِ وَالْمُغِيرَةُ بْنُ شُعْبَةَ قَائِمٌ عَلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم وَمَعَهُ السَّيْفُ وَعَلَيْهِ الْمِغْفَرُ فَضَرَبَ يَدَهُ بِنَعْلِ السَّيْفِ وَقَالَ أَخِّرْ يَدَكَ عَنْ لِحْيَتِهِ . فَرَفَعَ عُرْوَةُ رَأْسَهُ فَقَالَ مَنْ هَذَا قَالُوا الْمُغِيرَةُ بْنُ شُعْبَةَ. فَقَالَ أَىْ غُدَرُ أَوَلَسْتُ أَسْعَى فِى غَدْرَتِكَ وَكَانَ الْمُغِيرَةُ صَحِبَ قَوْمًا فِى الْجَاهِلِيَّةِ فَقَتَلَهُمْ وَأَخَذَ أَمْوَالَهُمْ ثُمَّ جَاءَ فَأَسْلَمَ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
"أَمَّا الإِسْلاَمُ فَقَدْ قَبِلْنَا وَأَمَّا الْمَالُ فَإِنَّهُ مَالُ غَدْرٍ لاَ حَاجَةَ لَنَا فِيهِ." فَذَكَرَ الْحَدِيثَ فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم
"اكْتُبْ هَذَا مَا قَاضَى عَلَيْهِ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ." وَقَصَّ الْخَبَرَ فَقَالَ سُهَيْلٌ وَعَلَى أَنَّهُ لاَ يَأْتِيكَ مِنَّا رَجُلٌ وَإِنْ كَانَ عَلَى دِينِكَ إِلاَّ رَدَدْتَهُ إِلَيْنَا. فَلَمَّا فَرَغَ مِنْ قَضِيَّةِ الْكِتَابِ قَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم لأَصْحَابِهِ
"قُومُوا فَانْحَرُوا ثُمَّ احْلِقُوا." ثُمَّ جَاءَ نِسْوَةٌ مُؤْمِنَاتٌ مُهَاجِرَاتٌ الآيَةَ فَنَهَاهُمُ اللَّهُ أَنْ يَرُدُّوهُنَّ وَأَمَرَهُمْ أَنْ يَرُدُّوا الصَّدَاقَ ثُمَّ رَجَعَ إِلَى الْمَدِينَةِ فَجَاءَهُ أَبُو بَصِيرٍ رَجُلٌ مِنْ قُرَيْشٍ - يَعْنِى فَأَرْسَلُوا فِى طَلَبِهِ - فَدَفَعَهُ إِلَى الرَّجُلَيْنِ فَخَرَجَا بِهِ حَتَّى إِذَا بَلَغَا ذَا الْحُلَيْفَةِ نَزَلُوا يَأْكُلُونَ مِنْ تَمْرٍ لَهُمْ فَقَالَ أَبُو بَصِيرٍ لأَحَدِ الرَّجُلَيْنِ وَاللَّهِ إِنِّى لأَرَى سَيْفَكَ هَذَا يَا فُلاَنُ جَيِّدًا . فَاسْتَلَّهُ الآخَرُ فَقَالَ أَجَلْ قَدْ جَرَّبْتُ بِهِ فَقَالَ أَبُو بَصِيرٍ أَرِنِى أَنْظُرْ إِلَيْهِ فَأَمْكَنَهُ مِنْهُ فَضَرَبَهُ حَتَّى بَرَدَ وَفَرَّ الآخَرُ حَتَّى أَتَى الْمَدِينَةَ فَدَخَلَ الْمَسْجِدَ يَعْدُو فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم
"لَقَدْ رَأَى هَذَا ذُعْرًا." فَقَالَ قَدْ قُتِلَ وَاللَّهِ صَاحِبِى وَإِنِّى لَمَقْتُولٌ فَجَاءَ أَبُو بَصِيرٍ فَقَالَ قَدْ أَوْفَى اللَّهُ ذِمَّتَكَ فَقَدْ رَدَدْتَنِى إِلَيْهِمْ ثُمَّ نَجَّانِى اللَّهُ مِنْهُمْ . فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم
"وَيْلَ أُمِّهِ مِسْعَرَ حَرْبٍ لَوْ كَانَ لَهُ أَحَدٌ." فَلَمَّا سَمِعَ ذَلِكَ عَرَفَ أَنَّهُ سَيَرُدُّهُ إِلَيْهِمْ فَخَرَجَ حَتَّى أَتَى سِيفَ الْبَحْرِ وَيَنْفَلِتُ أَبُو جَنْدَلٍ فَلَحِقَ بِأَبِى بَصِيرٍ حَتَّى اجْتَمَعَتْ مِنْهُمْ عِصَابَةٌ.
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Ubeyd, ona Muhammed b. Sevr, ona Mamer, ona ez-Zührî, ona Urve b. Zübeyr, ona da Misver b. Mahrame “Nebî (sav) Hudeybiye zamanında ashabından bin küsür kişi ile (yola) çıktı. Nihayet Zü'l-huleyfeye geldiklerinde kurbanına gerdanlık taktı, onu işaretledi ve umre için ihrama girdi” dedi ve hadisin devamını şöyle rivayet etti:
"Nebî (sav), Mekke yolu üzerindeki Seniyye'ye varana dek yola devam etti. (Derken) devesi onu durdurdu. İnsanlar iki defa “haydi! Haydi!” sonra da “Kusvâ' duruverdi” dediler. Hz. Peygamber (sav), “Kusva durmadı. Bu, onun huyu değildir. Onu, fili durduran durdurmuştur” dedi. Ardından, “canımı kudretinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, Allah'ın haremde kıldığı haramları gözetmemi isterlerse muhakkak icabet edeceğim” buyurdu. Sonra (Kusvâ'yı) zorladı, o da hızlıca hareket edip (Mekkeliler'in yolundan) saptı. Nihayet Nebî (sav), Hudeybiye'nin en uzak kısmında, suyu az olan bir kuyu başında konakladı. (Derken) yanına Büdeyl b. Verkâ el-Huzâ'î ardında da Urve b. Mesud geldi. Hz. Peygamber (sav) ile konuşmaya başladı. Onunla her konuştuğunda Rasulullah'ın (sav) sakalını tutuyor, Muğîra b. Şu'be de Nebî'nin (sav) yanı başında, beraberinde kılıcı ve miğferi olduğu halde (bekliyor) ve onun eline kılıcının kabzası ile vurup “Çek elini onun sakalından” diyordu. Urve başını kaldırıp “bu da kim?” dedi. (İnsanlar), “Muğîra b. Şu'be” dediler. (Urve), “Seni hain! Ben hala senin ihanetinin bedelini ödemiyor muyum?” dedi. Muğîre, cahiliye döneminde bir topluluğa arkadaşlık yapmış, onları öldürüp mallarını almış, sonra da gelip Müslüman olmuştu. Rasulullah (sav) “İslâm'a gelince, (onu senden) kabul ettik. Mala gelince o, ihanet (ile elde edilmiş) bir maldır! Bizim ona ihtiyacımız yok” buyurdu. -(Ravi) hadisin (devamını) zikretti.- Nebî (sav) “Allah'ın Rasulü Muhammed'in hükmettiği şeyi yaz” buyurdu. -(Ravi) hadisi anlattı.- Süheyl, “senin dininden bile olsa bizden sana gelen bir adamı bize iade etmen üzere (antlaşma yaparız)” dedi. Antlaşmanın yazılması bitince Hz. Peygamber (sav) “ashabına, kalkıp kurbanlarınızı kesin, sonra da tıraş olun” buyurdu. Akabinde muhacir mümin kadınlar geldiler. (İlgili) ayette Allah, onları geri göndermeyi Müslümanlara yasaklıyor, (kocalarına) mehirlerini göndermeyi emrediyordu. Ardından Nebî (sav), Medine'ye döndü. (Çok geçmeden) Kureyş'ten biri olan Ebu Basir çıkageldi! (Kureyş) onu istemek için (adamlar) gönderdi. Hz. Peygamber (sav) de onu adamlara verdi. Onlar da (Ebu Basir'i Medine'den) çıkardılar. Nihayet Zü'l-huleyfeye geldiklerinde hurma yemek için konakladılar. Ebu Basir, adamlardan birine, “ey Falanca! Senin bu kılıcın (kadar) kalitelisini görmedim” dedi. Diğeri de kılıcını çıkarıverdi. İlki, “evet, Onu tecrübe ettim” dedi. Ebu Basir, “bana göster de ona bakayım” dedi. (Böylece Ebu Basir) fırsatını bulup ona darbeyi indirdi. Netice (adam) öldü. Diğeri de Medine'ye varana dek kaçıp korka korka mescide girdi. Nebî (sav) “bu korkunç bir şey görmüş” buyurdu. (Adam), “Vallahi! Arkadaşım öldürüldü. (O) beni de öldürecek” dedi. (Derken) Ebu Basir çıkagelip Hz. Peygamber'e (sav) “Allah, senin sözünü yerine getirdi. Beni onlara verdin, sonra Allah, beni onlardan kurtardı” dedi. Rasulullah (sav) “analar neler doğuruyor! Yanında biri daha olsa savaşı körükleyecek” buyurdu. (Ebu Basir) bunu duyduğunda kendisini (Kureyş'e) geri vereceğini anlayıp (Medine'den) çıktı. Nihayet deniz kıyısına geldi. Ebu Cendel de esaretten kaçıp Ebu Basîr'e katıldı. Öyle ki, (sonunda orada) onlardan bir topluluk meydana geldi."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Cihâd 168, /640
Senetler:
1. Misver b. Mahreme el-Kuraşi (Misver b. Mahreme b. Nevfel b. Üheyb b. Abdümenaf)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Urve Mamer b. Raşid el-Ezdî (Mamer b. Râşid)
5. Ebu Abdullah Muhammed b. Sevr es-San'ai (Muhammed b. Sevr)
6. Muhammed b. Ubeyd el-Guberî (Muhammed b. Ubeyd b. Hisab)
Konular:
Antlaşma, anlaşmalara dayalı ilişkiler
Cahiliye, temel karakteri
Sahabe, Hz. Peygamber'e itirazları
Siyer, Hudeybiye Anlaşması
Söz, sözde durmak, ahde vefa
"Uhud Savaşı’ndan iki yıl sonra Ahzâb Gazvesi meydana geldi. Bu, Hendek Günü idi. Rasulullah (sav) o gün Medine tarafındaydı. Müşriklerin lideri Ebu Süfyân’dı. Rasulullah (sav) ve ashabını on küsur gece kuşattılar. Sıkıntı her birine iyice ulaştı. Öyle ki, Nebî (sav), [İbn Müseyyeb’in rivayetine göre] 'Allah’ım! Sana ahdini ve vaadini hatırlatıyorum. Allah’ım! Eğer dilersen, (yeryüzünde) Sana artık ibadet edilmez' diye dua etti. Bu durum devam ederken, Nebî (sav), o gün Ebu Süfyân'ın yanında saf tutan, Gatafân kabilesinin lideri Uyeyne b. Hısn b. Bedr el-Fazârî’ye haber gönderdi ve 'Ne dersin, sana Ensar hurmalarının üçte birini versem, yanındaki Gatafânlıları alıp dönerek Müşrik ordusu (Ahzâb) arasında çözülme sağlar mısın?' dedi. Uyeyne 'Eğer bana yarısını verirsen yaparım' diye haber gönderdi. Bunun üzerine Nebî (sav), Evs kabilesinin reisi Sa'd b. Muâz ile, Hazrec kabilesinin reisi Sa'd b. Ubâde’yi çağırdı ve onlara 'Uyeyne b. Hısn, hurmalarınızın yarısını benden istedi. Karşılığında yanındaki Gatafânlılarla geri dönecek ve Ahzâb arasında çözülme sağlayacak. Ben ona üçte birini verdim, ama o yarısını istiyor. Siz ne dersiniz?' diye sordu. Onlar da 'Ey Allah’ın Resûlü! Eğer bu konuda sana bir emir gelmişse, Allah’ın emrini uygula' dediler. Rasulullah (sav) 'Eğer bana bu konuda bir emir gelseydi, size danışmazdım. Ama bu, benim kendi görüşüm, size arz ediyorum' buyurdu. Onlar 'Biz ona ancak kılıcı veririz' dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) 'İyi o zaman öyle olsun' buyurdu. Ma'mer der ki: Bana İbn Ebu Necîh haber verdiğine göre onlar 'Vallahi, ey Allah’ın Rasûlü! Allah bize İslâm’ı getirdiği vakit dahi ona (Uyeyne’ye) böyle bir şey vermezken, şimdi mi vereceğiz?' dediler. Hz. Nebî (sav) de ' iyi o zaman öyle olsun' dedi"
Zuhrî, İbn Müseyyeb’den rivayetinde der ki: "Bu sırada Nuaym b. Mesûd el-Eşcaî geldi. O, hem Müslümanlar hem de karşı taraf tarafından güvenilir biriydi. İkisiyle de anlaşmalıydı. Nuaym Hz. Peygamber'e (sav) şöyle dedi: Ben Uyeyne ve Ebu Süfyân’ın yanında iken, onlara Kurayza oğullarından bir elçi geldi ve 'Dayanın! Biz Müslümanların merkezine saldıracağız' dedi. Hz. Peygamber (sav) 'Belki de onlara bunu biz emretmişizdir' buyurdu. Nuaym, sözü saklamayan biriydi. Nebî'nin (sav) bu sözünü aldı ve gitti. Ömer (ra) geldi ve 'Ey Allah’ın Rasulü! Eğer bu Allah’tan bir emir ise onu uygula, ama eğer kendi görüşünse, Kureyş ve Kurayza oğullarının meselesi senin için o kadar önemsiz ki kimsenin bu konuda sana söz söyleme hakkı yoktur' dedi. Bunun üzerine Nebî (sav) 'O adamı (Nu‘aym’ı) bana getirin' buyurdu. Onu getirdiler. Nebî (sav) ona 'Sana söylediğimiz şeyi kimseye söyleme' dedi. Nuaym gitti, Uyeyne ve Ebu Süfyân’ın yanına vardı ve onlara 'Muhammed’in ağzından işittiğiniz her söz doğru değil miydi?' dedi. Onlar 'Evet' dediler. Nuaym 'Ben ona Kurayza oğulları meselesini söyleyince, bana 'Belki biz onlara bunu emretmişizdir' dedi.' diye aktardı. Ebu Süfyân, 'Eğer bu bir hile ise yakında anlarız' dedi ve Kurayza oğullarına 'Bize, dayanmamızı ve Müslümanların merkezine saldıracağınızı söylediniz; bunun için bize rehin verin' diye haber gönderdi. Onlar da 'Şimdi cumartesi gecesi girdi, biz cumartesi günü hiçbir iş yapmayız' dediler. Bunun üzerine Ebu Süfyân, 'Kurayza oğulları bize tuzak kuruyor, çekilip gidin' dedi. Derken Allah onlara rüzgâr gönderdi, kalplerine korku düşürdü, ateşlerini söndürdü, atlarının bağlarını çözdü ve böylece savaşmadan çekip gittiler. Ravi der ki: Yüce Allah'ın 'Savaşta, inananlara Allah'ın yardımı yetti. Allah kuvvetli olandır, güçlü olandır' [Ahzâb, 33/25] buyruğu buna işarettir."
Ravi der ki: "Hz. Peygamber (sav), ashabını onları takip etmeye çağırdı. Onları, Hamrâü’l-Esed’e kadar takip ettiler, sonra geri döndüler. Nebî (sav) zırhını çıkardı, gusletti ve güzel koku sürdü. Bu sırada Cebrail (as) 'Allah seni sana saldıran düşmanlarından korusun. Görüyorum ki Sen zırhını çıkarmışsın ama biz henüz çıkarmadık' diye Hz. Peygamber'e (sav) seslendi. Bunun üzerine Nebî (sav) hemen kalktı ve ashabına 'Size kesin olarak söylüyorum ki, Kurayza oğulları yurduna varıncaya kadar ikindi namazını kılmayın' buyurdu. Güneş batmadan oraya ulaşamadılar. Müslümanların bir kısmı 'Nebî (sav) namazı terk etmenizi istemedi' diyerek namazını yolda kıldı; bir kısmı ise 'Biz Nebî'nin (sav) kesin emrindeyiz, bunda sakınca yok' dedi. Böylece bir gurup inanarak ve sevabını Allah'tan umarak namazını orada kıldı, bir kısmı da inanarak ve sevabını Allah'tan umarak namazını kılmadı. Hz. Nebî (sav) iki gruptan hiçbirini kınamadı. Nebî (sav) yolda bazı toplulukların yanından geçti ve 'Buradan kim geçti?' diye sordu. Onlar 'Dihye el-Kelbî, beyaz bir katır üzerinde, altında ipekli bir örtü ile geçti' dediler. Nebî (sav) 'O Dihye değildi; o, Cebrâil’di. Kurayza oğullarına gidip, kalelerini sarsmak ve kalplerine korku salmak için gönderilmişti' buyurdu."
"Müslümanlar Kurayza oğullarını kuşattılar. Nebî (sav) yaklaşıp konuşmalarını duyabilmek için sahabeye, kalkanlarıyla, kendisini taşlardan korumalarını emretti. Nebî (sav) onlara 'Ey maymun ve domuzun kardeşleri!' diye seslendi. Onlar: 'Ey Ebu Kâsım! Sen kaba bir insan değildin' dediler. Nebî (sav) onları savaşmadan önce İslâm’a davet etti, ancak onlar kabul etmediler. Hz. Peygamber ve beraberindeki Müslümanlar onlarla savaştı, sonunda, Sa'd b. Muâz’ın hüküm vermesi şartıyla teslim oldular ve Hz. Peygamber'in hakemliğini reddettiler. Böylece onlar kendileri için ağır bir hükme razı oldular. (Müslümanlar) onları getirdiler. Sa'd b. Mu‘âz, bir merkep üzerinde tutunmuş olarak geldi. Nihayet hepsi birlikte Allah’ın Rasulü’nün yanına vardılar. Kurayza oğulları, eski dostluklarını hatırlatarak Sa'd'ı etkilemeye çalıştı. Sa'd b. Muâz, vereceği hüküm konusunda Allah’ın Rasûlü (sav) ile istişare etmek üzere ona yönelmeye başladı. Hükmü açıklamadan önce, Rasulullah’ın (sav) ne diyeceğini bekliyordu. Allah Rasulü de ona 'Devam et, ben de bu hükme razıyım' demek istercesine 'Evet' diyordu. Sa'd 'Savaşçı erkekleri öldürülecek, malları taksim edilecek, kadın ve çocukları esir edilecektir' diye hüküm verdi. Nebî (sav) 'Doğru hüküm verdin' buyurdu. Hendek savaşında Müşrikleri Allah’ın Rasulü’ne (sav) karşı müşrikleri kışkırtan Huyey b. Ahtab, Kurayza oğullarına gelip geceleyin onların kalesinin kapısını çaldı. Onların reisi (Ka‘b b. Esed) 'Bu uğursuz bir adamdır. Sakın Huyey size uğursuzluk getirmesin' dedi. Fakat Huyey onlara seslenerek 'Ey Kurayza oğulları! Bana cevap vermeyecek misiniz? Bana katılmayacak mısınız? Beni misafir etmeyecek misiniz? Ben mağrur bir toplulukla geldim' dedi. Bunun üzerine Kurayza oğulları 'Vallahi ona kapıyı açacağız' dediler ve sonunda ona kapıyı açtılar. Huyey onların kalesine girdiğinde 'Ey Kurayza oğulları! Size zamanın en güçlü döneminde geldim. Size öyle bir soğuk (güçlü) rüzgârın estiği vakitte geldim ki, onun karşısında hiçbir güç duramaz' dedi. Reisleri ona 'Sen bize, gelip geçici ve yakında dağılacak bir soğuk (güçlü) dalgası mı vaat ediyorsun, yoksa bizi hiç ayrılmayan, sürekli bir deniz (gibi) kuşatacak bir tehlikenin karşısında mı bırakıyorsun? Sen bize ancak aldatıcı bir vaat veriyorsun' dedi. Buna rağmen Huyey, onlarla anlaşma yaptı ve 'Eğer Müşrik ordusu (Ahzab) dağılırsa, sizinle birlikte kalenizde kalacağım' dedi. Bunu üzerine onlar Hz. Peygamber’e (sav) ve Müslümanlara ihanet etmeyi kabul ettiler. Allah, Ahzab ordusunu dağıttığında Huyey, Ravhâ denilen yere gelince, onlara verdiği ahdi ve yaptığı sözleşmeyi hatırladı ve geri dönerek onlarla birlikte kaleye girdi. Sonra Kurayza oğulları esir edilince, Huyey b. Ahtab, dizbağı ile bağlı olarak getirildi. Peygamber’e (sav) 'Vallahi, sana düşmanlık etmemde kendimi kınamıyorum, ancak Allah kimi zelil kılarsa, o mutlaka zelil olur' dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav) emretti, boynu vuruldu."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
80760, MA009737
Hadis:
ثُمَّ كَانَتْ وَقْعَةُ الْأَحْزَابِ بَعْدَ وَقْعَةِ أُحُدٍ بِسَنَتَيْنِ، وَذَلِكَ يَوْمُ الْخَنْدَقِ وَرَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ جَانِبَ الْمَدِينَةِ، وَرَأْسُ الْمُشْرِكِينَ يَوْمَئِذٍ أَبُو سُفْيَانَ، فَحَاصَرَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأَصْحَابَهُ بِضْعَ عَشْرَةَ لَيْلَةً، حَتَّى خَلُصَ إِلَى كُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمُ الْكَرْبُ، وَحَتَّى قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: ـ كَمَا أَخْبَرَنِي ابْنُ الْمُسَيِّبِ ـ «اللَّهُمَّ إِنِّي أُنْشِدُكَ عَهْدَكَ وَوَعْدَكَ، اللَّهُمَّ إِنَّكَ إِنْ تَشَأْ أَنْ لَا تُعْبَدَ» فَبَيْنَا هُمْ عَلَى ذَلِكَ إِذْ أَرْسَلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَى عُيَيْنَةَ بْنِ حِصْنِ بْنِ بَدْرٍ الْفَزَارِيِّ، وَهُوَ يَوْمَئِذٍ رَأْسُ الْمُشْرِكِينَ مِنْ غَطَفَانَ، وَهُوَ مَعَ أَبِي سُفْيَانَ: «أَرَأَيْتَ إِنْ جَعَلْتُ لَكَ ثُلُثَ ثَمَرِ الْأَنْصَارِ أَتَرْجِعُ بِمَنْ مَعَكَ مِنْ غَطَفَانَ؟ وَتُخَذِّلُ بَيْنَ الْأَحْزَابِ؟»، فَأَرْسَلَ إِلَيْهِ عُيَيْنَةُ إِنْ جَعَلْتَ لِي الشَّطْرَ فَعَلْتُ، فَأَرْسَلَ إِلَى سَعْدِ بْنِ مُعَاذٍ وَهُوَ سَيِّدُ الْأَوْسِ، وَإِلَى سَعْدِ بْنِ عُبَادَةَ وَهُوَ سَيِّدُ الْخَزْرَجِ فَقَالَ لَهُمَا: «إِنَّ عُيَيْنَةَ بْنَ حِصْنٍ قَدْ سَأَلَنِي نِصْفَ ثَمَرِكُمَا عَلَى أَنْ يَنْصَرِفَ بِمَنْ مَعَهُ مِنْ غَطَفَانَ، وَيُخَذِّلَ بَيْنَ الْأَحْزَابِ، وَإِنِّي قَدْ أَعْطَيْتُهُ الثُّلُثَ فَأَبَى إِلَّا الشَّطْرَ، فَمَاذَا تَرَيَانِ؟» قَالَا: يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنْ كُنْتَ أُمِرْتَ بِشَيْءٍ فَامْضِ لِأَمْرِ اللَّهِ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «لَوْ كُنْتُ أُمِرْتُ بِشَيْءٍ لَمْ أَسْتَأمِرْكُمَا، وَلَكِنْ هَذَا رَأْيِي أَعْرِضُهُ عَلَيْكُمَا» قَالَا: فَإِنَّا لَا نَرَى أَنْ نُعْطِيَهُ إِلَّا السَّيْفَ قَالَ: «فَنِعْمَ إِذًا» قَالَ مَعْمَرٌ: فَأَخْبَرَنِي ابْنُ أَبِي نَجِيحٍ أَنَّهُمَا قَالَا لَهُ: وَاللَّهِ يَا رَسُولَ اللَّهِ لَقَدْ كَانَ أَفُلَانَ حِينَ جَاءَ اللَّهُ بِالْإِسْلَامِ نُعْطِيهِمْ ذَلِكَ، قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «فَنِعْمَ إِذًا».
قَالَ الزُّهْرِيُّ فِي حَدِيثِهِ عَنِ ابْنِ الْمُسَيِّبِ: فَبَيْنَا هُمْ كَذَلِكَ إِذْ جَاءَهُمْ نُعَيْمُ بْنُ مَسْعُودٍ الْأَشْجَعِيُّ، وَكَانَ يَأْمَنُهُ الْفَرِيقَانِ، كَانَ مُوادِعًا لَهُمَا فَقَالَ: إِنِّي كُنْتُ عِنْدَ عُيَيْنَةَ وَأَبِي سُفْيَانَ إِذْ جَاءَهُمْ رَسُولُ بَنِي قُرَيْظَةَ: أَنِ اثْبُتُوا، فَإِنَّا سَنُخَالِفُ الْمُسْلِمِينَ إِلَى بَيْضَتِهِمْ، قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «فَلَعَلَّنَا أَمَرْنَاهُمْ بِذَلِكَ»، وَكَانَ نُعَيْمٌ رَجُلًا لَا يَكْتُمُ الْحَدِيثَ، فَقَامَ بِكَلِمَةِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَجَاءَهُ عُمَرُ فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنْ كَانَ هَذَا الْأَمْرُ مِنَ اللَّهِ فَأَمْضِهِ، وَإِنْ كَانَ رَأَيًا مِنْكَ فَإِنَّ شَأْنَ قُرَيْشٍ وَبَنِي قُرَيْظَةَ أَهْوَنُ مِنْ أَنْ يَكُونَ لِأَحَدٍ عَلَيْكَ فِيهِ مَقَالٌ، فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «عَلَيَّ الرَّجُلَ» رُدُّوهُ فَرَدُّوهُ فَقَالَ: انْظُرِ الَّذِي ذَكَرْنَا لَكَ، فَلَا تَذْكُرْهُ لِأَحَدٍ " فَإِنَّمَا أَغْرَاهُ فَانْطَلَقَ حَتَّى أَتَى عُيَيْنَةَ وَأَبَا سُفْيَانَ فَقَالَ: هَلْ سَمِعْتُمْ مِنْ مُحَمَّدٍ يَقُولُ قَوْلًا إِلَّا كَانَ حَقًّا؟ قَالَا: لَا قَالَ: فَإِنِّي لَمَّا ذَكَرْتُ لَهُ شَأْنَ قُرَيْظَةَ قَالَ: فَلَعَلَّنَا أَمَرْنَاهُمْ بِذَلِكَ قَالَ أَبُو سُفْيَانَ: سَنَعْلَمُ ذَلِكَ إِنْ كَانَ مَكْرًا، فَأَرْسَلَ إِلَى بَنِي قُرَيْظَةَ أَنَّكُمْ قَدْ أَمَرْتُمُونَا أَنْ نَثْبُتَ، وَأَنَّكُمْ سَتُخَالِفُونَ الْمُسْلِمِينَ إِلَى بَيْضَتِهِمْ، فَأَعْطُونَا بِذَلِكَ رَهِينَةً فَقَالُوا: إِنَّهَا قَدْ دَخَلَتْ لَيْلَةُ السَّبْتِ، وَإِنَّا لَا نَقْضِي فِي السَّبْتِ شَيْئًا فَقَالَ أَبُو سُفْيَانَ إِنَّكُمْ فِي مَكْرٍ مِنْ بَنِي قُرَيْظَةَ، فَارْتَحِلُوا، وَأَرْسَلَ اللَّهُ عَلَيْهِمُ الرِّيحَ، وَقَذَفَ فِي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ، فَأطْفَأتْ نِيرَانَهُمْ وَقَطَعَتْ أَرْسَانَ خُيُولِهِمْ، وَانْطَلَقُوا مُنْهَزِمِينَ مِنْ غَيْرِ قِتَالٍ قَالَ: فَذَلِكَ حِينَ يَقُولُ: {وَكَفَى اللَّهُ الْمُؤْمِنِينَ الْقِتَالَ وَكَانَ اللَّهُ قَوِيًّا عَزِيزًا} [الأحزاب: 25]
قَالَ: فَنَدَبَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَصْحَابَهُ فِي طَلَبِهِمْ، فَطَلَبُوهُمْ حَتَّى بَلَغُوا حَمْرَاءَ الْأَسَدِ قَالَ: فَرَجَعُوا قَالَ: فَوَضَعَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَأْمَتَهُ، وَاغْتَسَلَ وَاسْتَجْمَرَ، فَنَادَى النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ جِبْرِيلُ: عَذِيرُكَ مِنْ مُحَارِبٍ، أَلَا أَرَاكَ قَدْ وَضَعْتَ اللَّأْمَةَ، وَلَمْ نَضَعْهَا نَحْنُ بَعْدُ فَقَامَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَزِعًا فَقَالَ لِأَصْحَابِهِ: «عَزَمْتُ عَلَيْكُمْ أَلَّا تُصَلُّوا الْعَصْرَ حَتَّى تَأْتُوا بَنِي قُرَيْظَةَ»، فَغَرَبِتِ الشَّمْسُ قَبْلَ أَنْ يَأْتُوهَا، فَقَالَتْ طَائِفَةٌ مِنَ الْمُسْلِمِينَ إِنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَمْ يُرِدْ أَنْ تَدَعُوا الصَّلَاةَ فَصَلُّوا، وَقَالَتْ طَائِفَةٌ: إِنَّا لَفِي عَزِيمَةِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَمَا عَلَيْنَا مِنْ بَأْسٍ، فَصَلَّتْ طَائِفَةٌ إِيمَانًا وَاحْتِسَابًا وَتَرَكَتْ طَائِفَةٌ إِيمَانًا وَاحْتِسَابًا قَالَ: فَلَمْ يُعَنِّفِ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَاحِدًا مِنَ الْفَرِيقَيْنِ، وَخَرَجَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَمَرَّ بِمَجَالِسَ بَيْنَهُ وَبَيْنَ بَنِي قُرَيْظَةَ، فَقَالَ: «هَلْ مَرَّ بِكُمْ مِنْ أَحَدٍ؟» فَقَالُوا: نَعَمْ، مَرَّ عَلَيْنَا دِحْيَةُ الْكَلْبِيُّ عَلَى بَغْلَةٍ شَهْبَاءَ تَحْتَهُ قَطِيفَةُ دِيبَاجٍ، فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «لَيْسَ ذَلِكَ وَلَكِنَّهُ جِبْرِيلُ، أُرْسِلَ إِلَى بَنِي قُرَيْظَةَ لِيُزَلْزِلَ حُصُونَهُمْ، وَيَقْذِفَ فِي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ»
فَحَاصَرَهُمْ أَصْحَابُ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَلَمَّا انْتَهَى أَصْحَابُ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَمَرَهُمْ أَنْ يَسْتُرُوهُ بِجُحَفِهِمْ لِيَقُوهُ الْحِجَارَةَ، حَتَّى يَسْمَعَ كَلَامَهُمْ، فَفَعَلُوا فَنَادَاهُمْ: «يَا إِخْوَةَ الْقِرَدَةِ وَالْخَنَازِيرَ» فَقَالُوا: يَا أَبَا الْقَاسِمِ مَا كُنْتَ فَاحِشًا فَدَعَاهُمْ إِلَى الْإِسْلَامِ قَبْلَ أَنْ يُقَاتِلَهُمْ، فَأَبَوْا أَنْ يُجِيبُوهُ إِلَى الْإِسْلَامِ، فَقَاتَلَهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَمَنْ مَعَهُ مِنَ الْمُسْلِمِينَ، حَتَّى نَزَلُوا عَلَى حُكْمِ سَعْدِ بْنِ مُعَاذٍ، وَأَبَوْا أَنْ يَنْزِلُوا عَلَى حُكْمِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَنَزَلُوا عَلَى دَاءٍ فَأَقْبَلُوا بِهِمْ، وَسَعْدُ بْنُ مُعَاذٍ أَسِيرًا عَلَى أَتَانٍ، حَتَّى انْتَهَوْا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَأَخَذَتْ قُرَيْظَةُ تُذَكِّرُهُ بِحِلْفِهِمْ، وَطَفِقَ سَعْدُ بْنُ مُعَاذٍ يَنْفَلِتُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مُسْتَأْمِرًا، يَنْتَظِرُهُ فِيمَا يُرِيدُ أَنْ يَحْكُمَ بِهِ، فَيُجِيبُ بِهِ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُرِيدُ أَنْ يَقُولَ: انْفِرْ بِمَا أَنَا حَاكِمٌ، وَطَفِقَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ بِقَوْلِ: «نَعَمْ» قَالَ سَعْدٌ: فَإِنِّي أَحْكُمُ بِأَنْ يُقْتَلَ مُقَاتِلَتُهُمْ، وَتُقَسَّمَ أَمْوَالُهُمْ، وَتُسْبَى ذَرَارِيهِمْ، فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «أَصَابَ الْحُكْمَ» قَالَ: وَكَانَ حُيَيُّ بْنُ أَخْطَبَ اسْتَجَاشَ الْمُشْرِكِينَ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَجَلَاكَ لِبَنِي قُرَيْظَةَ، فَاسْتَفْتَحَ عَلَيْهِمْ لَيْلًا، فَقَالَ سَيِّدُهُمْ: إِنَّ هَذَا رَجُلٌ مَشْئُومٌ، فَلَا يَشْأَمَنَّكُمْ حُيَيٌّ، فَنَادَاهُمْ يَا بَنِي قُرَيْظَةَ أَلَا تَسْتَجِيبُوا؟ أَلَا تَلْحِقُونِي؟ أَلَا تُضَيِّفُونِي؟ فَإِنِّي جَامِعٌ مَغْرُورٌ، فَقَالَتْ بَنُو قُرَيْظَةَ: وَاللَّهِ لَنَفْتَحَنَّ لَهُ، فَلَمْ يَزَالُوا حَتَّى فَتَحُوا لَهُ، فَلَمَّا دَخَلَ عَلَيْهِمْ أُطُمَهُمْ قَالَ: يَا بَنِي قُرَيْظَةَ جِئْتُكُمْ فِي عَزِّ الدَّهْرِ، جِئْتُكُمْ فِي عَارِضِ بَرْدٍ لَا يَقُومُ لِسَبِيلِهِ شَيْءٌ، فَقَالَ لَهُ سَيِّدُهُمْ: أتَعِدُنَا عَارِضًا بَرْدًا يَنْكَشِفُ عَنَّا، وَتَدَعُنَا عِنْدَ بَحْرٍ دَائِمٍ لَا يُفَارِقُنَا، إِنَّمَا تَعِدُنَا الْغُرُورَ قَالَ: فَوَاثَقَهُمْ وَعَاهَدَهُمْ لِإِنِ انْفَضَّتْ جُمُوعُ الْأَحْزَابِ أَنْ يَجِيئَ حَتَّى يَدْخُلَ مَعَهُمْ أُطُمَهُمْ، فَأَطَاعُوهُ حِينَئِذٍ بِالْغَدْرِ بِالنَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَالْمُسْلِمِينَ، فَلَمَّا فَضَّ اللَّهُ جُمُوعَ الْأَحْزَابَ انْطَلَقَ حَتَّى إِذَا كَانَ بِالرَّوْحَاءِ، ذَكَرَ الْعَهْدَ وَالْمِيثَاقَ الَّذِي أَعْطَاهُمْ، فَرَجَعَ حَتَّى دَخَلَ مَعَهُمْ، فَلَمَّا أَقْبَلَتْ بَنُو قُرَيْظَةَ أُتِيَ بِهِ مَكْتُوفًا بِقِدٍّ فَقَالَ حُيَيٌّ لِلنَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : أَمَا وَاللَّهِ مَا لُمْتُ نَفْسِي فِي عَدَاوَتِكَ، وَلَكِنَّهُ مَنْ يَخْذُلِ اللَّهَ يُخْذَلُ، فَأَمَرَ بِهِ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَضُرِبَتْ عُنُقُهُ
Tercemesi:
"Uhud Savaşı’ndan iki yıl sonra Ahzâb Gazvesi meydana geldi. Bu, Hendek Günü idi. Rasulullah (sav) o gün Medine tarafındaydı. Müşriklerin lideri Ebu Süfyân’dı. Rasulullah (sav) ve ashabını on küsur gece kuşattılar. Sıkıntı her birine iyice ulaştı. Öyle ki, Nebî (sav), [İbn Müseyyeb’in rivayetine göre] 'Allah’ım! Sana ahdini ve vaadini hatırlatıyorum. Allah’ım! Eğer dilersen, (yeryüzünde) Sana artık ibadet edilmez' diye dua etti. Bu durum devam ederken, Nebî (sav), o gün Ebu Süfyân'ın yanında saf tutan, Gatafân kabilesinin lideri Uyeyne b. Hısn b. Bedr el-Fazârî’ye haber gönderdi ve 'Ne dersin, sana Ensar hurmalarının üçte birini versem, yanındaki Gatafânlıları alıp dönerek Müşrik ordusu (Ahzâb) arasında çözülme sağlar mısın?' dedi. Uyeyne 'Eğer bana yarısını verirsen yaparım' diye haber gönderdi. Bunun üzerine Nebî (sav), Evs kabilesinin reisi Sa'd b. Muâz ile, Hazrec kabilesinin reisi Sa'd b. Ubâde’yi çağırdı ve onlara 'Uyeyne b. Hısn, hurmalarınızın yarısını benden istedi. Karşılığında yanındaki Gatafânlılarla geri dönecek ve Ahzâb arasında çözülme sağlayacak. Ben ona üçte birini verdim, ama o yarısını istiyor. Siz ne dersiniz?' diye sordu. Onlar da 'Ey Allah’ın Resûlü! Eğer bu konuda sana bir emir gelmişse, Allah’ın emrini uygula' dediler. Rasulullah (sav) 'Eğer bana bu konuda bir emir gelseydi, size danışmazdım. Ama bu, benim kendi görüşüm, size arz ediyorum' buyurdu. Onlar 'Biz ona ancak kılıcı veririz' dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) 'İyi o zaman öyle olsun' buyurdu. Ma'mer der ki: Bana İbn Ebu Necîh haber verdiğine göre onlar 'Vallahi, ey Allah’ın Rasûlü! Allah bize İslâm’ı getirdiği vakit dahi ona (Uyeyne’ye) böyle bir şey vermezken, şimdi mi vereceğiz?' dediler. Hz. Nebî (sav) de ' iyi o zaman öyle olsun' dedi"
Zuhrî, İbn Müseyyeb’den rivayetinde der ki: "Bu sırada Nuaym b. Mesûd el-Eşcaî geldi. O, hem Müslümanlar hem de karşı taraf tarafından güvenilir biriydi. İkisiyle de anlaşmalıydı. Nuaym Hz. Peygamber'e (sav) şöyle dedi: Ben Uyeyne ve Ebu Süfyân’ın yanında iken, onlara Kurayza oğullarından bir elçi geldi ve 'Dayanın! Biz Müslümanların merkezine saldıracağız' dedi. Hz. Peygamber (sav) 'Belki de onlara bunu biz emretmişizdir' buyurdu. Nuaym, sözü saklamayan biriydi. Nebî'nin (sav) bu sözünü aldı ve gitti. Ömer (ra) geldi ve 'Ey Allah’ın Rasulü! Eğer bu Allah’tan bir emir ise onu uygula, ama eğer kendi görüşünse, Kureyş ve Kurayza oğullarının meselesi senin için o kadar önemsiz ki kimsenin bu konuda sana söz söyleme hakkı yoktur' dedi. Bunun üzerine Nebî (sav) 'O adamı (Nu‘aym’ı) bana getirin' buyurdu. Onu getirdiler. Nebî (sav) ona 'Sana söylediğimiz şeyi kimseye söyleme' dedi. Nuaym gitti, Uyeyne ve Ebu Süfyân’ın yanına vardı ve onlara 'Muhammed’in ağzından işittiğiniz her söz doğru değil miydi?' dedi. Onlar 'Evet' dediler. Nuaym 'Ben ona Kurayza oğulları meselesini söyleyince, bana 'Belki biz onlara bunu emretmişizdir' dedi.' diye aktardı. Ebu Süfyân, 'Eğer bu bir hile ise yakında anlarız' dedi ve Kurayza oğullarına 'Bize, dayanmamızı ve Müslümanların merkezine saldıracağınızı söylediniz; bunun için bize rehin verin' diye haber gönderdi. Onlar da 'Şimdi cumartesi gecesi girdi, biz cumartesi günü hiçbir iş yapmayız' dediler. Bunun üzerine Ebu Süfyân, 'Kurayza oğulları bize tuzak kuruyor, çekilip gidin' dedi. Derken Allah onlara rüzgâr gönderdi, kalplerine korku düşürdü, ateşlerini söndürdü, atlarının bağlarını çözdü ve böylece savaşmadan çekip gittiler. Ravi der ki: Yüce Allah'ın 'Savaşta, inananlara Allah'ın yardımı yetti. Allah kuvvetli olandır, güçlü olandır' [Ahzâb, 33/25] buyruğu buna işarettir."
Ravi der ki: "Hz. Peygamber (sav), ashabını onları takip etmeye çağırdı. Onları, Hamrâü’l-Esed’e kadar takip ettiler, sonra geri döndüler. Nebî (sav) zırhını çıkardı, gusletti ve güzel koku sürdü. Bu sırada Cebrail (as) 'Allah seni sana saldıran düşmanlarından korusun. Görüyorum ki Sen zırhını çıkarmışsın ama biz henüz çıkarmadık' diye Hz. Peygamber'e (sav) seslendi. Bunun üzerine Nebî (sav) hemen kalktı ve ashabına 'Size kesin olarak söylüyorum ki, Kurayza oğulları yurduna varıncaya kadar ikindi namazını kılmayın' buyurdu. Güneş batmadan oraya ulaşamadılar. Müslümanların bir kısmı 'Nebî (sav) namazı terk etmenizi istemedi' diyerek namazını yolda kıldı; bir kısmı ise 'Biz Nebî'nin (sav) kesin emrindeyiz, bunda sakınca yok' dedi. Böylece bir gurup inanarak ve sevabını Allah'tan umarak namazını orada kıldı, bir kısmı da inanarak ve sevabını Allah'tan umarak namazını kılmadı. Hz. Nebî (sav) iki gruptan hiçbirini kınamadı. Nebî (sav) yolda bazı toplulukların yanından geçti ve 'Buradan kim geçti?' diye sordu. Onlar 'Dihye el-Kelbî, beyaz bir katır üzerinde, altında ipekli bir örtü ile geçti' dediler. Nebî (sav) 'O Dihye değildi; o, Cebrâil’di. Kurayza oğullarına gidip, kalelerini sarsmak ve kalplerine korku salmak için gönderilmişti' buyurdu."
"Müslümanlar Kurayza oğullarını kuşattılar. Nebî (sav) yaklaşıp konuşmalarını duyabilmek için sahabeye, kalkanlarıyla, kendisini taşlardan korumalarını emretti. Nebî (sav) onlara 'Ey maymun ve domuzun kardeşleri!' diye seslendi. Onlar: 'Ey Ebu Kâsım! Sen kaba bir insan değildin' dediler. Nebî (sav) onları savaşmadan önce İslâm’a davet etti, ancak onlar kabul etmediler. Hz. Peygamber ve beraberindeki Müslümanlar onlarla savaştı, sonunda, Sa'd b. Muâz’ın hüküm vermesi şartıyla teslim oldular ve Hz. Peygamber'in hakemliğini reddettiler. Böylece onlar kendileri için ağır bir hükme razı oldular. (Müslümanlar) onları getirdiler. Sa'd b. Mu‘âz, bir merkep üzerinde tutunmuş olarak geldi. Nihayet hepsi birlikte Allah’ın Rasulü’nün yanına vardılar. Kurayza oğulları, eski dostluklarını hatırlatarak Sa'd'ı etkilemeye çalıştı. Sa'd b. Muâz, vereceği hüküm konusunda Allah’ın Rasûlü (sav) ile istişare etmek üzere ona yönelmeye başladı. Hükmü açıklamadan önce, Rasulullah’ın (sav) ne diyeceğini bekliyordu. Allah Rasulü de ona 'Devam et, ben de bu hükme razıyım' demek istercesine 'Evet' diyordu. Sa'd 'Savaşçı erkekleri öldürülecek, malları taksim edilecek, kadın ve çocukları esir edilecektir' diye hüküm verdi. Nebî (sav) 'Doğru hüküm verdin' buyurdu. Hendek savaşında Müşrikleri Allah’ın Rasulü’ne (sav) karşı müşrikleri kışkırtan Huyey b. Ahtab, Kurayza oğullarına gelip geceleyin onların kalesinin kapısını çaldı. Onların reisi (Ka‘b b. Esed) 'Bu uğursuz bir adamdır. Sakın Huyey size uğursuzluk getirmesin' dedi. Fakat Huyey onlara seslenerek 'Ey Kurayza oğulları! Bana cevap vermeyecek misiniz? Bana katılmayacak mısınız? Beni misafir etmeyecek misiniz? Ben mağrur bir toplulukla geldim' dedi. Bunun üzerine Kurayza oğulları 'Vallahi ona kapıyı açacağız' dediler ve sonunda ona kapıyı açtılar. Huyey onların kalesine girdiğinde 'Ey Kurayza oğulları! Size zamanın en güçlü döneminde geldim. Size öyle bir soğuk (güçlü) rüzgârın estiği vakitte geldim ki, onun karşısında hiçbir güç duramaz' dedi. Reisleri ona 'Sen bize, gelip geçici ve yakında dağılacak bir soğuk (güçlü) dalgası mı vaat ediyorsun, yoksa bizi hiç ayrılmayan, sürekli bir deniz (gibi) kuşatacak bir tehlikenin karşısında mı bırakıyorsun? Sen bize ancak aldatıcı bir vaat veriyorsun' dedi. Buna rağmen Huyey, onlarla anlaşma yaptı ve 'Eğer Müşrik ordusu (Ahzab) dağılırsa, sizinle birlikte kalenizde kalacağım' dedi. Bunu üzerine onlar Hz. Peygamber’e (sav) ve Müslümanlara ihanet etmeyi kabul ettiler. Allah, Ahzab ordusunu dağıttığında Huyey, Ravhâ denilen yere gelince, onlara verdiği ahdi ve yaptığı sözleşmeyi hatırladı ve geri dönerek onlarla birlikte kaleye girdi. Sonra Kurayza oğulları esir edilince, Huyey b. Ahtab, dizbağı ile bağlı olarak getirildi. Peygamber’e (sav) 'Vallahi, sana düşmanlık etmemde kendimi kınamıyorum, ancak Allah kimi zelil kılarsa, o mutlaka zelil olur' dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav) emretti, boynu vuruldu."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Abdürrezzak b. Hemmam, Musannef, Meğâzî 9737, 5/367
Senetler:
()
Konular:
Antlaşma, anlaşmalara dayalı ilişkiler
Hz. Peygamber, Cebraille ilişkisi
Hz. Peygamber, duaları
Kur'an, Ayet Yorumu
Mesh, maymun ve domuz suretine vd. tebdil
Müslüman, Anlaşmalara riayet etmek, ahde vefa
Savaş, esirlere muamele
Savaş, ilan etme ve savaş hukuku
Savaş, ordu komutanlığı, komutanlar
Siyer, Ben-i Kurayza, gazvesi ve diğer şeyler
Siyer, Evs kabilesi
Siyer, Gatafan (Beni Gatafan kabilesi)
Siyer, Hazrec kabilesi
Siyer, Hendek günü
Tebliğ, dine davet ve tebliğde metot
Yardım, Müslümanlara nasip olan ilahi yardımlar
Bize Affân, ona Hafs b. Ğıyâs, ona da Asım el-Ehval şöyle demiştir:
"Bir kişi Enes b. Malik'e, Rasulullah'ın (sav) 'İslamda (kardeşlik) antlaşması yoktur' buyurduğunu söyledi. Ravi der ki: Enes son derece öfkelendi ve 'var, var! Rasulullah (sav) evinde Kureyş ile Ensar arasında (kardeşlik) antlaşması yaptı' dedi."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
61926, HM014031
Hadis:
حَدَّثَنَا عَفَّانُ حَدَّثَنَا حَفْصُ بْنُ غِيَاثٍ حَدَّثَنَا عَاصِمٌ الْأَحْوَلُ قَالَ سَمِعْتُ أَنَسًا وَقَالَ لَهُ قَائِلٌ بَلَغَكَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ لَا حِلْفَ فِي الْإِسْلَامِ قَالَ فَغَضِبَ ثُمَّ قَالَ بَلَى بَلَى قَدْ حَالَفَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَيْنَ قُرَيْشٍ وَالْأَنْصَارِ فِي دَارِهِ
Tercemesi:
Bize Affân, ona Hafs b. Ğıyâs, ona da Asım el-Ehval şöyle demiştir:
"Bir kişi Enes b. Malik'e, Rasulullah'ın (sav) 'İslamda (kardeşlik) antlaşması yoktur' buyurduğunu söyledi. Ravi der ki: Enes son derece öfkelendi ve 'var, var! Rasulullah (sav) evinde Kureyş ile Ensar arasında (kardeşlik) antlaşması yaptı' dedi."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ahmed b. Hanbel, Müsned-i Ahmed, Enes b. Malik 14031, 4/716
Senetler:
()
Konular:
Antlaşma, anlaşmalara dayalı ilişkiler
cahiliye, âdetleri
Kardeşlik, muhacir ve ensar arasında
عبد الرزاق عن معمر عن الزهري قال : العمد ، وشبه العمد ، والاعتراف ، والصلح ، لاتحمله عنه العاقلة ، هو عليه في ماله ، إلا أن تعينه العاقلة ، وعليهم أن يعينوه كما بلغنا أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال في كتابه الذي كتبه بين قريش والانصار : لا يتركون مفرحا أن يعينوه في فكاك أو عقل .
(Bize) Abdurrezzak, ona Ma'mer ona da ez-Zührî şöyle demiştir:
Kasten, kısmi kasıt, itiraf ve anlaşma durumunda (maktulün) diyetini ödemekle yükümlü olanlar sorumlu tutulmazlar. Mal konusunda sorumluluk katilin kendisine aittir, fakat ona akile (diyeti ödeyecek kimseler) tayin edilebilir ve onlar katile yardımcı olurlar. Nitekim bize ulaştığı üzere Rasulullah (sav) Kureyş ve Ensar arasında yaptığı yazılı sözleşmede "Eğer müminler arasında fidye veya diyet vermesi gereken biri varsa, (Müminler) onu yalnız bırakmayıp uygun bir şekilde desteklerler" buyurmuştur.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
90569, MA017812
Hadis:
عبد الرزاق عن معمر عن الزهري قال : العمد ، وشبه العمد ، والاعتراف ، والصلح ، لاتحمله عنه العاقلة ، هو عليه في ماله ، إلا أن تعينه العاقلة ، وعليهم أن يعينوه كما بلغنا أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال في كتابه الذي كتبه بين قريش والانصار : لا يتركون مفرحا أن يعينوه في فكاك أو عقل .
Tercemesi:
(Bize) Abdurrezzak, ona Ma'mer ona da ez-Zührî şöyle demiştir:
Kasten, kısmi kasıt, itiraf ve anlaşma durumunda (maktulün) diyetini ödemekle yükümlü olanlar sorumlu tutulmazlar. Mal konusunda sorumluluk katilin kendisine aittir, fakat ona akile (diyeti ödeyecek kimseler) tayin edilebilir ve onlar katile yardımcı olurlar. Nitekim bize ulaştığı üzere Rasulullah (sav) Kureyş ve Ensar arasında yaptığı yazılı sözleşmede "Eğer müminler arasında fidye veya diyet vermesi gereken biri varsa, (Müminler) onu yalnız bırakmayıp uygun bir şekilde desteklerler" buyurmuştur.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Abdürrezzak b. Hemmam, Musannef, Ukûl 17812, 9/409
Senetler:
()
Konular:
Antlaşma, anlaşmalara dayalı ilişkiler
Siyer, Hudeybiye Anlaşması
Yargı, diyeti, suçlunun yakınlarının ödemesi
Öneri Formu
Hadis Id, No:
2677, M004639
Hadis:
وَحَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ حَدَّثَنَا أَبُو أُسَامَةَ عَنِ الْوَلِيدِ بْنِ جُمَيْعٍ حَدَّثَنَا أَبُو الطُّفَيْلِ حَدَّثَنَا حُذَيْفَةُ بْنُ الْيَمَانِ قَالَ مَا مَنَعَنِى أَنْ أَشْهَدَ بَدْرًا إِلاَّ أَنِّى خَرَجْتُ أَنَا وَأَبِى - حُسَيْلٌ - قَالَ فَأَخَذَنَا كُفَّارُ قُرَيْشٍ قَالُوا إِنَّكُمْ تُرِيدُونَ مُحَمَّدًا فَقُلْنَا مَا نُرِيدُهُ مَا نُرِيدُ إِلاَّ الْمَدِينَةَ. فَأَخَذُوا مِنَّا عَهْدَ اللَّهِ وَمِيثَاقَهُ لَنَنْصَرِفَنَّ إِلَى الْمَدِينَةِ وَلاَ نُقَاتِلُ مَعَهُ فَأَتَيْنَا رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَخْبَرْنَاهُ الْخَبَرَ فَقَالَ:
"انْصَرِفَا نَفِى لَهُمْ بِعَهْدِهِمْ وَنَسْتَعِينُ اللَّهَ عَلَيْهِمْ."
Tercemesi:
Bize Ebu Bekir b. Ebu Şeybe, ona Ebu Üsame, ona Velid b. Cümey', ona Ebu Tufeyl, ona da Huzeyfe b. Yeman şöyle rivayet etmiştir: Bedir'de hazır bulunmama ben ve babam Huseyl'in (başına gelen şu olay engel olmuştur: (Mekke'den) çıktık da Kureyş kafirleri bizi yakaladı. (Onlar), Siz Muhammed'e (katılmak) istiyorsunuz dediler de (biz); ona (katılmak) istemiyoruz. Sadece Medine'ye (gitmek) istiyoruz dedik. (Onlar) da Medine'ye gitmemiz ve onun safında savaşmamız üzerine bizden Allah adına söz aldılar. (Nihayet) Rasulullah'ın (sav) yanına geldik de olayı ona anlattık. Nebî (sav), "(Medine'de) kalın! Onların ahdine sadık kalırız ve onlara karşı Allah'tan yardım dileriz" buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Cihâd ve's-Siyer 4639, /763
Senetler:
()
Konular:
Amel, salih amel
Antlaşma, anlaşmalara dayalı ilişkiler
BEDİR GAZVESİ
Siyer, Bedir harbine katılan sahabiler
Siyer, Bedir Savaşı
Öneri Formu
Hadis Id, No:
8014, M006465
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ نُمَيْرٍ وَأَبُو أُسَامَةَ عَنْ زَكَرِيَّاءَ عَنْ سَعْدِ بْنِ إِبْرَاهِيمَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ جُبَيْرِ بْنِ مُطْعِمٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
"لاَ حِلْفَ فِى الإِسْلاَمِ وَأَيُّمَا حِلْفٍ كَانَ فِى الْجَاهِلِيَّةِ لَمْ يَزِدْهُ الإِسْلاَمُ إِلاَّ شِدَّةً."
Tercemesi:
Bize Ebu Bekir b. Ebu Şeybe, ona Abdullah b. Nümeyr ve Ebu Üsame, ona Zekeriyya, ona Said b. İbrahim, ona babası ona da Cübeyr b. Mut'im Rasullulah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etti:
"İslam'da (kötülük üzerine) ahidleşmek yoktur. İslam, cahiliyye devrinde (iyilik üzerine) yapılan bütün ahitlerin ancak gücünü pekiştirmiştir"
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Fedâilü's-sahâbe 6465, /1051
Senetler:
()
Konular:
Antlaşma, anlaşmalara dayalı ilişkiler