3645 Kayıt Bulundu.
Bize Züheyr b. Harb ve Muhammed b. Abdullah b. Nümeyr, o ikisine Süfyan b. Uyeyne, ona Ebu Zinad, ona el-A'rec, ona Ebu Hureyre, hadisi Nebi'ye (sav) atıfla şöyle rivayet etti:
"Şanı mübarek ve yüce Allah buyurdu ki: Ey Ademoğlu! Sen infak et, ben de sana infak edeyim."
Yine şöyle buyurdu: "Allah'ın sağı dopdoludur –İbn Nümeyr: (dopdoludur anlamında mel’â yerine) mel’ân lafzını zikretti. O, gece gündüz, durmadan, bol bol infak etmesi bile O’nda olanları hiçbir şey eksiltmez."
Bize Müsedded, ona Yahya, ona el-A‘meş, ona Şakîk, ona da Huzeyfe şöyle rivâyet etti:
Hz. Ömer’in (ra) huzurunda oturuyorduk. Bir ara; 'Hanginiz Rasûlullah’ın (sav) fitne hakkındaki buyruğunu belledi?' diye sordu. Ben; 'O nasıl dediyse aynı şekilde ben ezberledim' dedim. Hz. Ömer; 'Şüphesiz ki sen, ona (Allah Rasulü hakkında söz söylemek konusunda) ya da o işe (fitneye dair açıklamalar yapmaya) pek cüretkârsın' dedi. Ben; 'Rasûlullah (sav), "Kişinin ailesi, malı, evladı ve komşusu sebebiyle maruz kaldığı fitnenin vebaline namaz, oruç, sadaka, iyiliği emretmek ve kötülüğe mani olmak keffâret olur" buyurdu' dedim. Hz. Ömer; 'Benim sorduğum bu değil, asıl öğrenmek istediğim deniz dalgaları gibi gelen fitnelerdir' dedi. Huzeyfe; 'Bu tür fitnelerden dolayı senin için korkulacak bir şey yok, ey mü'minlerin emiri. Çünkü seninle o fitne arasında kilitlenmiş bir kapı vardır' dedi. Hz. Ömer; 'Kapı kırılacak mı, yoksa açılacak mı?' diye sordu. Huzeyfe; 'Kırılacak' deyince, Hz. Ömer; 'O halde o kapı ebediyen kapatılıp kilitlenmeyecek demektir' dedi. Biz (Huzeyfe’ye); 'Ömer kapının kim olduğunu biliyor muydu?' diye sorduk. 'Evet. Bu geceden sonra gündüzün geleceğini bildiği gibi biliyordu. Üstelik ben ona anlaşılmaz üstü kapalı bir söz söylemedim' dedi. Bizler Huzeyfe’ye soru sormaktan çekindiğimiz için Mesrûk’a, bu hususu ona sormasını istedik. O da sordu. Huzeyfe cevaben, 'O kapı Ömer’dir' dedi.
Bize Kuteybe b. Said, ona Leys (b. Sa'd el-Fehmî) (T)
Bize Muhammed b. Rumh, ona Leys (b. Sad), ona Ebu Zübeyr (Muhammed b. Müslim), ona da Cabir (b. Abdullah) şöyle demiştir: Beni Uzre kabilesinden bir adam, kölesini (ölümünden sonra tahakkuk etmek üzere) azletti. Bu haber kendisine ulaştığında Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
"Senin o köleden başka malın var mı?" diye sordu. Adam hayır dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav); "bu köleyi benden kim satın alır?" diye sahabilere seslendi. Nuaym b. Abdullah el-Adevî; onu sekiz yüz dirheme satın aldı ve parayı Rasulullah'a getirdi. Hz. Peygamber de (sav) parayı adama verdi ve "bunu öncelikle kendi ihtiyaçların için harca. Eğer bir şey artarsa ailene; ailenin ihtiyaçlarından sonra bir şey artarsa, akrabalarına; akrabalarına harcadıktan sonra artan olursa da böyle böyle yap" buyurdu.
Yani O (sav); "önünde, sağında, solunda (yani çevrende) muhtaç kim varsa (onlara harca)" diyordu.