3641 Kayıt Bulundu.
Bize Mekkî b. İbrahim, ona İbn Cüreyc, ona Atâ, ona da Cabir şöyle rivayet etmiştir:
Nebi (sav) Ali’ye ihramlı kalmaya devam etmesini emir buyurdu.
Bize Muhammed b. Ebu Bekir, ona İbn Cüreyc, ona Atâ, ona da Cabir bu hadis şu eklemeyi yapmıştır:
Ali b. Ebu Talib (ra) (Yemen’deki görevini yerine getirip) sadaka ve zekat malları ile geldi ve (yolda hac için niyetlenerek ihrama girdi). Nebi (sav): "Ey Ali, ne niyet ile ihrama girdin?" diye sordu. Ali "Nebi’nin yaptığı niyet ne ise onu yaparak ihrama girdim" dedi. Bunun üzerine Allah Rasulü "Öyleyse kurbanlığını yanına al ve olduğun gibi ihramlı kalmaya devam et" buyurdu.
(Ravi) der ki: Ali ona Allah Rasulü’ne bir kurbanlık hediye etti.
Bize Âdem, ona Şu‘be, ona Hakem, ona Muhammed b. Ka‘b el-Kurazî, ona da Zeyd b. Erkam (ra) şöyle demiştir:
Abdullah b. Ubey “Rasulullah’ın (sav) yanındakilere infak etmeyin” ve “And olsun Medine’ye dönersek (göreceksiniz aziz olan, zelil olanı oradan dışarı atacaktır)” dediği zaman, ben bunları Nebi’ye (sav) ulaştırıp haber verdim. Ensâr bundan dolayı beni kınadı ve Abdullah b. Ubeyy bu sözleri söylemediğine yemin etti. Ben de evime dönüp uyudum. Sonra Rasulullah (sav) beni huzuruna çağırttı, huzuruna varınca "şüphesiz Allah senin söylediğini doğruladı" buyurdu ve "Onlar, Rasulullah'ın yanında bulunanlara hiçbir şey harcamayın ki dağılıp gitsinler, diyenlerdir." (Münâfikun, 7) ayeti indi.
İbn Ebu Zâide der ki: Yine bu hadisi bize A‘meş, ona Amr, ona İbn Ebu Leylâ, ona da Zeyd, Nebi’den (sav) rivayet etmiştir.
Bana Abdula'lâ b. Hammâd, ona Yezîd b. Zürey, ona Saîd, ona Katâde ona da Enes (ra) şöyle rivayet etmiştir:
Ukl ve Ureyne kabilelerinden birtakım insanlar Medine'ye Hz. Peygamber'in (sav) huzuruna gelip Müslüman olduklarını söylediler, ardından "Ey Allah'ın Peygamberi, biz deve sütüne alışık insanlarız şehir yemeklerine alışık değiliz." diyerek Medine havasının sağlıklarını bozduğunu ifade ettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) onlara develerin ve çobanının bulunduğu yere giderek, develerin sütünden ve idrarından içmelerini tavsiye etti. Onlar da gidip içtiler (ve iyileştiler). Daha sonra Harre civarına vardıklarında İslam'dan sonra tekrar gerisin geriye küfre döndüler, sonra Hz. Peygamber'in çobanını (işkence ile) öldürüp develeri önlerine katarak götürdüler. Bu olay kendisine ulaşınca Hz. Peygamber (sav) onların ardından yakalanmaları için adam gönderdi ve onlara bu canilerin gözlerini oymalarını, ellerini kesmelerini ve harre'de hâlleri üzere ölüme terk etmelerini emretti.
Katâde der ki: Bize ulaşan bilgiye göre bu olaydan sonra Hz. Peygamber (sav) her daim sadaka vermeyi teşvik etmiş, ölünün bedenine işkence etmeyi yasaklamıştır.
Buhârî der ki: Şu'be, Ebân ve Hammâd, Katâde'den yaptıkları rivayette "Ureyne'den birtakım insanlar..." ifadesini kullanmış buna karşın, Yahya b. Ebu Kesîr ve Eyyûb, Ebu Kılâbe'den, o da Enes'ten "Ukl'den birtakım insanlar geldi..." diye rivayet etmiştir.
Bize Yahya b. Bükeyr, ona el-Leys, ona Yunus, ona İbn Şihâb rivayetle dedi ki: Bana Urve b. ez-Zübeyr, Saîd b. el-Müseyyeb, Alkame b. Vakkas ve Ubeyydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud, Nebi’nin (sav) zevcesi Âişe’ye (r.anhâ) ifk ehli (ona iftirada bulunanlar) o söylediklerini söyleyip, Allah’ın da onların söylediklerinden (iftiralarından) onu temize çıkarması ile ilgili hadiseyi rivayet ettiler. Bunların her biri bana hadisin bir kısmını aktardı. Onların anlattıklarının bir bölümü diğer bir bölümünü doğruluyor idi. Bununla birlikte onların kimisi diğerinden daha iyi hıfz edip bellemiş idi. Urve’nin bana Âişe (r.anhâ) ile ilgili anlattığı hadisi şöyledir:
- Nebi’nin (sav) zevcesi Âişe (r.anhâ) dedi ki: Rasulullah (sav) sefere çıkmak istediği zaman zevceleri arasında kura çekerdi. Onların hangisinin payı kurada çıkarsa Rasulullah da (sav) onu beraberinde götürürdü. Âişe dedi ki: Çıktığı gazalardan birisinde aramızda kura çekti, kurada ben çıktım. Hicab emri nâzil oldumştu. Kura bana çıktığından dolayı Rasulullah (sav) ile birlikte ben çıktım. Ben hevdecimde iken taşınıyor, onun içinde iken indiriliyordum. Yola koyulduk. Nihayet Rasulullah (sav) o gazasını bitirip geri dönünce, bu dönüşte de Medine’ye yaklaştığımızda, gecelerin birisinde yola koyulacağımız ilanı yapıldı. Yola koyulacağımız ilan edilince ben de kalkıp yürüdüm ve karargâhın dışına çıktım. İşimi bitirip yerime döneceğim zaman Zafâr boncuğundan gerdanlığımın koptuğunu gördüm. Gerdanlığımı aramaya başladım. Onu aradığımdan dolayı geç kaldım. Benim hevdecimi kaldırıp indiren kişiler gelerek, hevdecimi kaldırıp, onu üzerinde yolculuk yaptığım deveme yüklediler. Benim hevdecimin içinde olduğumu zannediyorlardı. O sırada kadınlar hafiftiler, et bağlayıp ağırlaşmamışlardı. Çünkü kadınlar az yemek yerlerdi. Bu sebeple hevdecimi taşıyanlar onu kaldırdıklarında hafif olduğunu fark etmediler. Ben de henüz yaşı küçük bir kadın idim. Onlar da deveyi (çökmüş olduğu yerden) kaldırıp yola koyuldular. Ordu, yoluna koyulduktan sonra gerdanlığımı buldum. Konakladıkları yere geldiğimde orada hiç kimse bulamadım. Bundan dolayı bulunduğum yere doğru gittim. Onların benim, hevdecimde olmadığımı görüp, beni aramak üzere geri döneceklerini zannettim. Ben olduğum yerde oturuyor iken, gözlerimi tutamayarak uyumuş oldum. Safvan b. el-Muattal es-Sülemî, -sonra da ez-Zekvânî- ordunun ardcılarından idi. Gece yol yürümüş ve bulunduğum yerde sabahı etmişti. Uyumakta olan bir insanın karartısını gördüğü için yanıma geldi. Beni görünce tanıdı. (Çünkü) hicab emri gelmeden önce beni görürdü. O beni görüp tanıyınca innâ lillâh ve innâ ileyhi râciun diyerek istircâ’da bulunması üzerine uyandım. Derhal cilbabımla yüzümü örttüm, vallahi benimle tek bir kelime dahi konuşmadı. Onun innâ lillah… diyerek istircâ’da bulunması dışında onun bir tek sözünü dahi duymadım. Sonunda devesini çöktürdü, binmem için devenin ön ayaklarına bastı, ben de deveye bindim. Bindiğim devenin yularını çekerek yürüdü. Sonunda öğle sıcağı zamanındaki konaklamalarından sonra orduya yetiştik. Bunun sonunda da helâk olanlar helâk oldu. Bu hadisede iftirayı uydurma işini üstlenen kişi Abdullah b. Ubeyy b. Selûl olmuştu. Medine’ye vardıktan sonra ben bir ay kadar bir süre rahatsızlandım. İnsanlar ise o iftirada bulunanların (İfk ashabının) sözlerini dillerine dolamış gidiyorlardı. Ben bu kabilden hiçbir şeyin farkına varmıyordum. Bununla birlikte rahatsızlandığım sırada Rasulullah’dan (sav), önceleri rahatsızlandığım vakit gördüğüm latif ve yumuşak muamelesini göremediğim için adeta onu tanımaz olmuştum. Rasulullah (sav) yalnızca yanıma giriyor, selam veriyor sonra da “Hastanız nasıl” dedikten sonra çekip gidiyordu. İşte bu beni şüphelendiriyordu fakat nekahet döneminden sonra dışarı çıkıncaya kadar bir şeyin farkına varmamıştım. Beraberimde Ümm Mistah olduğu halde Medine’nin dış taraflarında ihtiyaçlarımızı karşıladığımız yere doğru çıktım. Bizler ancak geceden geceye çıkardık. Bu ise evlerimize yakın yerlerde kenefler edinmemizden önce idi. Bizim o zamanki durumumuz, ihtiyaçlarını gidermek üzere ilk Arapların durumunun aynısı idi. Evlerimize yakın helalar edinmekten rahatsız olurduk. Ümm Mistah ile birlikte dışarı çıktım. Ümm Mistah ise Ebu Ruhm b. Abdî Menaf’ın kızı idi, annesi de Sahr b. Âmir’in kızı, Ebu Bekir es-Sıddık’in teyzesi idi. Oğlu da Mistah b. Usâse idi. Ben Ümm Mistah ile birlikte evime doğru geri dönerken işimizi de bitirdikten sonra Ümm Mistah eteğine basarak tökezledi ve: Kahrolası Mistah, dedi. Ben ona: Ne kötü söz söyledin, Bedir’e katılmış bir adama böyle ağır söz mü söylüyorsun? dedim. O: Vah kızım, sen onun neler söylediğini duymadın mı? dedi. (Âişe) dedi ki: Ben: Ne dedi ki? dedim. Bana İfki/bana yapılan iftirayı dillerine dolayanların söylediklerini haber verdi. Bu sefer hastalığımın üzerine hastalık kattım, evime geri dönüp Rasulullah (sav) yanıma girdiğinde yani bana selam verdikten sonra: “Bu hastanız nasıl” buyurdu. Ben: Anne babamın yanına gitmeme izin verir misin? dedim. Âişe dedi ki: O zaman ben onlardan haberin gerçeğinin ne olduğunu öğrenmek istemiştim. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) bana izin verince, anne babamın yanına geldim. Anneme: Anacağım! Bu insanlar dillerine neyi dolamışlar? dedim. O: kızcağızım, kendine acı, vallahi, kendisini seven bir kocanın yanında bulunan, birçok kuması olan, güzel bir kadın olacak da onun aleyhine dedikodular çıkartılmayacak kadın pek azdır. Ben: Subhanallah! İnsanlar bunu da mı dillerine doladılar, dedim. Sonra o gece sabaha kadar ağlayıp durdum, gözyaşlarım kesilmedi, gözüme uyku girmedi. Sabaha kadar ağlamaya devam ettim.
Vahyin gelmesi bir parça gecikince Rasulullah (sav) eşinden ayrılmak hususunda kendileriyle danışmak üzere Ali b. Ebu Talib ile Üsâme b. Zeyd’i (r.anhumâ) çağırdı. (Âişe) devamla dedi ki: Üsâme b. Zeyd, Rasulullah’a (sav), eşinin tertemiz ve suçsuz oluşu ile kendi içinde onlar için beslediğini bildiği sevgi istikametinde kanaatini belirtti ve: Ey Allah’ın Rasulü, o senin eşindir ve biz hayırdan başka hiçbir şey bilmiyoruz, dedi.
Ali b. Ebu Talib de: Ey Allah’ın Rasulü, Allah, işi senin için daraltmış değildir, onun dışındaki kadınlar da pek çoktur, bununla birlikte cariyesine (Beriye’ye) sorsan sana doğruyu söyleyecektir, dedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) derhal Beriye’yi çağırdı ve: “Ey Berire, sen onun aleyhine seni şüphelendirecek bir şey gördün mü?” buyurdu. Berire: Seni hak ile gönderene yemin ederim ki hayır, benim onun aleyhine kusur sayılabilecek gördüğüm tek şey, onun sadece yaşça küçük bir kadın oluşundan ibarettir. Ailesi için yoğurduğu hamur yoğururken uyur, evdeki koyun gelir onu yerdi. (Bunun dışında bir kusurunu görmedim.)
Bunun üzerine Rasulullah (sav) ayağa kalktı ve o gün Abdullah b. Ubeyy b. Selul ile ilgili söyleyeceklerinden ötürü mazur görülmesini istedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) minber üzerinde: “Ey müslümanlar topluluğu, benim aile halkım hakkındaki eziyeti, bana kadar ulaşmış bir adam hakkında yapacaklarımdan dolayı beni kim mazur görür? Vallahi ben eşim ile ilgili hayırdan başka bir şey bilmiyorum, sözünü ettikleri kişi hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum, benim aile halkım yanına ancak benimle birlikte içeri girerdi” buyurdu.
Bunun üzerine Sa‘d b. Muâz el-Ensârî ayağa kalkarak: Ey Allah’ın Rasulü, eğer bu kişi Evslilerden olsaydı ondan dolayı ben seni mazur görürdüm, boynunu da vururdum. Şayet Hazreçli kardeşlerimizden ise bize emir verirsin biz de ne emredersen onu yaparız, dedi. (Âişe) dedi ki: Bunun üzerine Hazreçlilerin efendisi olan Sa‘d b. Ubâde ayağa kalktı. Esasen bundan önce hep salih bir insan idi. Fakat gayret, onu etkisi altına aldı ve Sa‘d’a: Yalan söyledin, vallahi sen onu öldüremezsin ve onu öldürmeye da gücün yetmez, dedi. Bu sefer Sa‘d’ın amcasının oğlu olan Useyd b. Hudayr ayağa kalktı ve Sa‘d b. Ubâde’ye: Yalan söyledin, Allah’a and olsun, onu mutlaka öldürürüz, sen münafık birisin ve münafıklar adına tartışıyorsun, dedi. Bunun üzerine Evs ve Hazreçli her iki kabile mensubu da galeyana geldi, hatta birbirleriyle çatışmak istediler. Rasulullah (sav) ise minber üzerinde ayakta duruyordu. Rasulullah (sav) onları teskin etmeye çalışıp durdu. Nihayet onlar da sustular, o da sustu.
Âişe dedi ki: O gün öylece bekleyip durdum. Ne gözyaşlarım diniyor, ne gözüme uyku giriyordu. (Âişe) dedi ki: Annem, babam sabahı yanımda etti. İki gece ve bir gündüz ağlamaya devam ettim, gözüme uyku girmedi, gözyaşım kesilmedi. Hatta annem ve babam ağlamanın artık benim ciğerimi parçalayacağını sandılar. (Âişe) dedi ki: Annem babam yanımda oturuyor ve ben ağlıyorken Ensar’dan bir kadın yanıma girmek için izin istedi, ben de ona izin verdim, o da oturup benimle ağlamaya başladı. Bizler bu vaziyette iken Rasulullah (sav) yanımıza girdi, selam verdikten sonra oturdu. (Âişe) dedi ki: Daha önceden o söylenen dedikodular çıktığından beri yanımda oturmamıştı, aradan bir ay süre geçmiş benim hakkımda ona herhangi bir vahiy gelmemişti. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) oturunca şehadet kelimesini getirdi, sonra da şöyle buyurdu: “İmdi Ey Âişe, senin hakkında bana şunlar, şunlar ulaştı, eğer sen suçsuz isen Allah pek yakında senin suçsuz olduğunu çıkaracaktır. Şayet bir günah işlemiş isen Allah’tan mağfiret dile ve ona tövbe et. Çünkü kul günahını itiraf ettikten sonra Allah’a tövbe ederse Allah da tövbesini kabul buyurur.”
Âişe dedi ki: Rasulullah (sav) sözlerini bitirince gözyaşlarım dindi. Hatta bir damla aktığını dahi hissetmez oldum. Babama: Rasulullah’ın (sav) söylediklerine cevap ver, dedim. O: Vallahi, Rasulullah’a (sav) ne diyeceğimi bilemiyorum, dedi. Anneme: Rasulullah’a (sav) sen cevap ver, dedim. O: Rasulullah’a (sav) nasıl cevap vereceğimi bilemiyorum, dedi. (Âişe devamla) dedi ki: Ben dedim ki: Vallahi ben yaşı küçük bir hanımım, Kur’ân-ı Kerim’den ezbere fazla bir şey bilmiyorum, vallahi ben sizin bu işittiğiniz sözlerin, sonunda içinizde yer ettiğini, onu doğru kabul ettiğinizi biliyorum. Ben sizlere, benim hiçbir günahım yok, Allah da benim günahsız olduğumu çok iyi biliyor desem dahi siz bu hususta benim doğru söylediğime inanmayacaksınız. Eğer bir işi işlemiş olduğumu size itiraf edecek olursam Allah da benim o suçtan uzak olduğumu bilmekle birlikte siz o vakit benim doğru söylediğimi kabul edeceksiniz. Allah’a yemin olsun ki, size ancak Yusuf’un babasının: “Artık bana düşen güzel bir sabırdır, sizin şu söylediklerinize karşı yardımına sığınılacak Allah’tır” (Yusuf, 12/18) buyruğundan başka uygun bir örnek bulamıyorum.
(Âişe devamla) dedi ki: Sonra yüzümü başka tarafa döndüm ve yanım üzere yatağıma uzandım. (Âişe) dedi ki: O zaman ben, kendimin gerçekten suçsuz olduğumu ve suçsuz olduğum için Allah’ın beni mutlaka temize çıkaracağını biliyordum. Fakat Allah’ın benim durumum ile ilgili olarak tilavet olunan bir vahiy indireceğini de sanmıyordum. Çünkü ben, kendimi Allah’ın benim ile ilgili tilavet olunacak bir kelam indirmeye değmeyecek kadar küçük görüyordum ama Rasulullah’a (sav) uykusunda Allah’ın beni kendisi ile temize çıkaracağı bir rüya göstereceğini umuyordum. (Âişe devamla) dedi ki: Vallahi Rasulullah henüz (sav) yerinden kalkmadan, evdekilerden hiçbir kimse de dışarı çıkmadan ona vahiy indi. Önceden olduğu gibi, vahiy hali onu bürüdüğünden, kış gününde olsa dahi ona indirilen buyrukların ağırlığından ötürü inci taneleri gibi terler ondan dökülmeye başladı. (Âişe devamla) dedi ki: Rasulullah’ın (sav) üzerinden o vahiy hali açılınca, kendisi gülüyordu. Söylediği ilk söz: “Ey Âişe, aziz ve celil Allah senin suçsuz ve tertemiz olduğunu bildirdi” demek oldu. Bunun üzerine annem: Haydi (teşekkürlerini ifade etmek üzere) onun önünde ayağa kalk, dedi. (Âişe) dedi ki: Ben: Vallahi onun önünde ayağa kalkmam, aziz ve celil Allah’tan başkasına da hamd etmem, dedim. Aziz ve celil Allah da: “O olmadık iftirada bulunanlar sizden bir topluluktur, siz bunu kendiniz için kötü bir şey sanmayın” (Nur, 24/11) buyruğundan itibaren on ayetin tamamını indirdi. Allah bu buyrukları benim suçsuzluğum hakkında indirince, Ebu Bekir es-Sıddık kendisi ile akrabalığı ve fakirliğinden ötürü Mistah b. Usâse’ye bir nafaka verdiği için: Vallahi, artık Âişe için o söylediklerini söyledikten sonra ebediyen hiçbir şey infak etmeyeceğim, dedi. Bunun üzerine şanı yüce Allah da: “Sizden fazilet ve imkân sahipleri yakınlara, fakirlere ve Allah yolunda hicret edenlere infak etmemeye yemin etmesinler, affetsinler ve görmezlikten gelsinler. Allah’ın günahlarınızı bağışlamasını sevmez misiniz? Allah çok bağışlayandır, bol bol rahmet edicidir” (Nur, 24/22) buyruğunu indirdi. Ebu Bekir de: Elbette (severiz), vallahi, Allah’ım, beni bağışlamanı severim diyerek Mistah’a daha önce yaptığı infakı tekrar devam ettirdi ve: Vallahi hiçbir zaman ona verdiğim bu infakı da geri çekmeyeceğim, dedi.
(Âişe devamla) dedi ki: Rasulullah (sav) Cahş kızı Zeyneb’e durumuma dair soru sorardı. Ona: “Ey Zeyneb, ne biliyorsun ya da ne gördün?” dedi. Zeyneb: Ey Allah’ın Rasulü, ben kulağımı ve gözümü korurum, hayırdan başka bir şey bilmiyorum, dedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah’ın (sav) zevceleri arasında benimle boy ölçüşebilecek kadın da o idi. Allah onu vera ve takvası sayesinde korudu. Kız kardeşi Hamne ise onun lehine savaşa koyulmuştu. Bundan ötürü o da helâk olan ifk sahipleri/iftiracılar arasında helâk oldu.
Bize Yahya b. Bükeyr, ona Leys, ona Yunus, ona İbn Şihâb, ona Urve b. Zübeyir, ona da Saîd b. Müseyyeb, Alkame b. Vakkas ve Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud, İftiracıların, Nebi’nin (sav) eşi Âişe’ye (r.anhâ) attıkları iftira ve Allah’ın da onların iftirasından Aişe'yi temize çıkarması ile ilgili hadiseyi rivayet ettiler. Bunların her biri bana hadisin bir kısmını aktardı. Onların anlattıklarının bir bölümü diğer bir bölümünü doğruluyor idi. Bununla birlikte onların kimisi diğerinden daha iyi bellemiş idi. Urve’nin bana Âişe (r.anhâ) ile ilgili anlattığı hadisi şöyledir:
Hz. Peygamber'in (sav) eşi Âişe (r.anhâ) der ki: Rasulullah (sav) sefere çıkmak istediği zaman eşleri arasında kura çekerdi. Kura hangisine çıkarsa Rasulullah da (sav) onu beraberinde götürürdü. Âişe der ki: Çıktığı gazalardan birisinde aramızda kura çekti, kurada ben çıktım. Bunun üzerine örtünme emri geldikten sonraki bir zamanda Rasulullah (sav) ile birlikte sefere çıktım. Ben mahfemde taşınıyor ve onun içinde indiriliyordum. Yola koyulduk. Nihayet Rasulullah (sav) o gazasını bitirince geri dönüp Medine’ye yakın bir yerde konakladık. Gece yola koyulacağımız ilanı yapıldı. Yola koyulacağımız ilan edilince ben de kalkıp yürüdüm ve ihtiyaç gidermek üzere karargâhın dışına çıktım. İşimi bitirip yerime döneceğim zaman Zafâr boncuğundan gerdanlığımın koptuğunu gördüm. Gerdanlığımı aramaya başladım. Onu aradığımdan dolayı geç kaldım. Benim mahfemi kaldırıp indiren kişiler gelerek, mahfemi kaldırıp, yolculuk yaptığım deveme yüklediler. Benim, mahfe içinde olduğumu zannediyorlardı. O sırada kadınlar hafiftiler, et bağlayıp ağırlaşmamışlardı. Çünkü kadınlar az yemek yerlerdi. Bu sebeple mahfemi taşıyanlar onu kaldırdıklarında hafif olduğunu fark etmediler. Ben de henüz yaşı küçük bir kadın idim. Onlar da deveyi kaldırıp yola koyuldular. Ordu, yoluna koyulduktan sonra gerdanlığımı buldum. Konakladıkları yere geldiğimde orada hiç kimse bulamadım. Bundan dolayı bulunduğum yere doğru gittim. Onların benim, mahfemde olmadığımı görüp, beni aramak üzere geri döneceklerini zannettim. Ben olduğum yerde oturuyor iken, gözlerime hakim olamayarak uyudum. Safvan b. Muattal es-Sülemî ez-Zekvânî- ordunun ardını toplayanlardandı. Gece yol yürümüş ve bulunduğum yerde sabahı etmişti. Uyumakta olan bir insanın karartısını gördüğü için yanıma geldi. Beni görünce tanıdı. (Çünkü) örtünme emri gelmeden önce beni görürdü. O beni görüp tanıyınca "innâ lillâh ve innâ ileyhi râciun" demesi üzerine uyandım. Derhal cilbabımla yüzümü örttüm, vallahi benimle tek bir kelime dahi konuşmadı. Onun "innâ lillah…" demesi dışında bir tek sözünü dahi duymadım. Sonunda devesini çöktürdü, binmem için devenin ön ayaklarına bastı, ben de deveye bindim. Bindiğim devenin yularını çekerek yürüdü. Sonunda öğle sıcağı zamanındaki konaklamalarından sonra orduya yetiştik.
Ardından helâk olanlar helâk oldu. Bu hadisede iftirayı uydurma işini üstlenen kişi Abdullah b. Ubeyy b. Selûl olmuştu. Medine’ye vardıktan sonra ben bir ay kadar bir süre rahatsızlandım. İnsanlar ise o iftiracıların sözlerini dillerine dolamış gidiyorlardı. Ben olan biten hiçbir şeyin farkına değildim. Bununla birlikte rahatsızlandığım sırada Rasulullah’dan (sav) daha önce gördüğüm iltifat ve yumuşaklığı göremediğim için adeta onu yadırgar olmuştum. Rasulullah (sav) yalnızca yanıma giriyor, selam veriyor sonra da "Hastanız nasıl" dedikten sonra çekip gidiyordu. İşte bu beni şüphelendiriyordu fakat nekahet döneminden sonra dışarı çıkıncaya kadar bir şeyin farkına varmamıştım. Bir seferinde beraberimde Ümmü Mistah olduğu halde Medine’nin dış taraflarında ihtiyaçlarımızı karşıladığımız yere doğru çıktım. Bizler ancak geceden geceye çıkardık. Bu ise evlerimize yakın yerlerde tuvalet edinmemizden önce idi. Bizim o zamanki durumumuz, ihtiyaçlarını gidermek üzere ilk Arapların durumunun aynısı idi. Evlerimize yakın helalar edinmekten rahatsız olurduk. Ümmü Mistah ile birlikte dışarı çıktım. Ümmü Mistah ise Ebu Ruhm b. Abdülmenaf’ın kızı idi, annesi de Sahr b. Âmir’in kızı, Ebu Bekir es-Sıddık’ın teyzesi idi. Oğlu da Mistah b. Usâse idi. İşimizi de bitirdikten sonra Ümmü Mistah ile birlikte evime doğru geri dönerken Ümm Mistah eteğine basarak tökezledi ve “kahrolası Mistah” dedi. Ben ona “ne kötü söz söyledin, Bedir’e katılmış bir adama böyle ağır söz mü söylüyorsun?” dedim. O da “vah kızım, sen onun neler söylediğini duymadın mı?” dedi. (Âişe) der ki: Ben: “ne dedi ki?” dedim. O da bana atılan iftirayı, bu iftirayı dillerine dolayanların söylediklerini haber verdi.
Bu sefer hastalığım arttıkça arttı. Evime geri döndüğümde Rasulullah (sav) selam vermek üzere yanıma girdikten sonra: "Bu hastanız nasıl" buyurdu. Ben “Anne babamın yanına gitmeme izin verir misin?” dedim. Âişe der ki: O zaman ben ailemden işin doğrusunu öğrenmek istemiştim. (Âişe) der ki: Rasulullah (sav) bana izin verince, anne babamın yanına geldim. Anneme “anacağım, bu insanlar dillerine neyi dolamışlar?” dedim. O da “kızcağızım, kendine acı, vallahi, kendisini seven bir kocanın yanında bulunan, birçok kuması olan, güzel bir kadın olacak da onun aleyhine dedikodular çıkartılmayacak kadın pek azdır” dedi. Ben: “Subhanallah! İnsanlar bunu da mı dillerine doladılar” dedim. Sonra o gece sabaha kadar ağlayıp durdum, gözyaşlarım kesilmedi, gözüme uyku girmedi. Sabaha kadar ağlamaya devam ettim.
Vahyin gelmesi bir parça gecikince Rasulullah (sav) eşinden ayrılmak hususunda kendileriyle danışmak üzere Ali b. Ebu Talib ile Usame b. Zeyd’i (r.anhumâ) çağırdı. (Âişe) devamla der ki: Usame b. Zeyd, Rasulullah’a (sav), ailesinin tertemiz ve suçsuz olduğu konusunda ve kendi içinde onlar için beslediği sevgi istikametinde bilgi ve kanaatini paylaşarak “ey Allah’ın Rasulü, o senin eşindir ve biz hayırdan başka hiçbir şey bilmiyoruz” dedi. Ali b. Ebu Talib ise “ey Allah’ın Rasulü, Allah, işi senin için daraltmış değildir, onun dışındaki kadınlar da pek çoktur, bununla birlikte cariyesine sorarsan sana doğruyu söyleyecektir” dedi. (Âişe) der ki: Rasulullah (sav) derhal Berire’yi çağırıp "Ey Berire, sen onun aleyhine, seni şüphelendirecek bir şey gördün mü?" buyurdu. Berire “Seni hak ile gönderene yemin ederim ki hayır, benim onun aleyhine kusur sayılabilecek gördüğüm tek şey, ailesi için hamur yoğurduğunda yaşça küçük bir kadın olmasından dolayı hamur yoğururken uyuyakalır, evdeki koyun gelir onu yerdi” dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (sav) ayağa kalktı ve o gün Abdullah b. Ubeyy b. Selul ile ilgili söyleyeceklerinin karşılık bulmasını istedi. (Âişe) der ki: Rasulullah (sav) minber üzerinde: "Ey Müslümanlar topluluğu, benim ailem hakkındaki eziyeti, bana kadar ulaşmış bir adama karşı yapacaklarımdan dolayı beni kim destekler? Vallahi ben eşim ile ilgili hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Sözünü ettikleri kişi hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum, benim ailem yanına ancak benimle birlikte içeri girerdi" buyurdu. Bunun üzerine Sa‘d b. Muâz el-Ensârî ayağa kalkarak “ey Allah’ın Rasulü, eğer bu kişi Evslilerden ise ben seni destekler ve onun da boynunu vururum. Şayet Hazreçli kardeşlerimizden ise bize emir verirsin biz de ne emredersen onu yaparız” dedi. (Âişe) der ki: Bunun üzerine Hazreçlilerin efendisi olan Sa‘d b. Ubâde ayağa kalktı. Esasen bundan önce hep salih bir insan idi. Fakat kavmiyetçilik duygusu onu etkisi altına aldı ve “yalan söyledin, vallahi sen onu öldüremezsin ve onu öldürmeye de gücün yetmez” dedi. Bu sefer Sa‘d’ın amcasının oğlu olan Useyd b. Hudayr ayağa kalktı ve Sa‘d b. Ubâde’ye “yalan söyledin, Allah’a and olsun, onu mutlaka öldürürüz, sen münafık birisin ve münafıklar adına tartışıyorsun” dedi. Bunun üzerine Evs ve Hazreçliler birbirleriyle çatışmayı isteyecek kadar galeyana geldi. Bu sırada Rasulullah (sav) ise minber üzerinde ayakta duruyor ve onları teskin etmeye çalışıyordu. Nihayet onlar da sustular, o da sustu.
Âişe der ki: O gün öylece bekleyip durdum. Ne gözyaşlarım diniyor, ne gözüme uyku giriyordu. (Âişe) der ki: Annem, babam yanımda sabahladı. İki gece ve bir gündüz ağlamaya devam ettim, gözüme uyku girmedi, gözyaşım kesilmedi. Hatta annem ve babam ağlamanın artık benim ciğerimi parçalayacağını sandılar. (Âişe) der ki: Annem babam yanımda oturuyor ve ben ağlıyorken Ensar’dan bir kadın yanıma girmek için izin istedi, ben de ona izin verdim, o da oturup benimle ağlamaya başladı. Bizler bu vaziyette iken Rasulullah (sav) yanımıza girdi, selam verdikten sonra oturdu. (Âişe) der ki: Daha önceden o söylenen dedikodular çıktığından beri yanımda oturmamış ve aradan bir ay süre geçmiş benim hakkımda ona herhangi bir vahiy gelmemişti. (Âişe) der ki: Rasulullah (sav) oturunca şehadet kelimesini getirdi, sonra da "şimdi Ey Âişe, senin hakkında bana şunlar, şunlar ulaştı, eğer sen suçsuz isen Allah pek yakında senin suçsuz olduğunu ortaya çıkaracaktır. Şayet bir günah işlemiş isen Allah’tan mağfiret dile ve ona tövbe et. Çünkü kul günahını itiraf ettikten sonra Allah’a tövbe ederse Allah da tövbesini kabul buyurur" dedi. Âişe der ki: Rasulullah (sav) sözlerini bitirince gözyaşlarım dindi. Hatta bir damla aktığını dahi hissetmez oldum. Babama “Rasulullah’ın (sav) söylediklerine cevap ver” dedim. O “vallahi, Rasulullah’a (sav) ne diyeceğimi bilemiyorum, dedi. Anneme: “Rasulullah’a (sav) sen cevap ver” dedim. O da “Rasulullah’a (sav) nasıl cevap vereceğimi bilemiyorum” dedi. Bunun üzerine “vallahi ben yaşı küçük bir hanımım, Kur’ân-ı Kerim’den ezbere fazla bir şey bilmiyorum. Vallahi ben sizin bu işittiğiniz sözlerin, sonunda içinizde yer ettiğini, onu doğru kabul ettiğinizi biliyorum. Ben sizlere, benim hiçbir günahım yok, Allah da benim günahsız olduğumu çok iyi biliyor desem dahi siz bu hususta benim doğru söylediğime inanmayacaksınız. Eğer bir işi işlemiş olduğumu size itiraf edecek olursam Allah da benim o suçtan uzak olduğumu bilmekle birlikte siz o vakit benim doğru söylediğimi kabul edeceksiniz. Allah’a yemin olsun ki, size ancak Yusuf’un babasının: "Artık bana düşen güzel bir sabırdır, sizin şu söylediklerinize karşı yardımına sığınılacak Allah’tır" (Yusuf, 12/18) buyruğundan başka uygun bir örnek bulamıyorum” dedim.
(Âişe devamla) der ki: Sonra yüzümü başka tarafa döndüm ve yanım üzere yatağıma uzandım. (Âişe) der ki: O zaman ben, kendimin gerçekten suçsuz olduğunu ve suçsuz olduğum için Allah’ın beni mutlaka temize çıkaracağını biliyordum. Fakat Allah’ın benim durumum ile ilgili olarak tilavet olunan bir vahiy indireceğini de sanmıyordum. Çünkü ben, kendimi Allah’ın benim ile ilgili tilavet olunacak bir kelam indirmeye değmeyecek kadar küçük görüyordum ama Rasulullah’a (sav) uykusunda Allah’ın beni kendisi ile temize çıkaracağı bir rüya göstereceğini umuyordum. (Âişe devamla) der ki: Vallahi Rasulullah henüz (sav) yerinden kalkmadan, evdekilerden hiçbir kimse de dışarı çıkmadan ona vahiy indi ve kendisini vahiy hali bürüdü. Kış gününde dahi olsa, ona vahiy inerken, indirilen buyrukların ağırlığından ötürü inci taneleri gibi ter dökmeye başlardı. (Âişe devamla) der ki: Üzerinden vahiy hali açıldığında, Rasulullah (sav) gülüyordu. Söylediği ilk söz "ey Âişe, aziz ve celil Allah senin suçsuz ve tertemiz olduğunu bildirdi" oldu. Bunun üzerine annem “haydi kalk, Peygamber'in yanına var, (şükranlarını ilet)” dedi. (Âişe) der ki: Ben “vallahi kalkamam, aziz ve celil Allah’tan başkasına da hamd etmeyeceğim” dedim. Aziz ve celil Allah da "O olmadık iftirada bulunanlar sizden bir topluluktur, siz bunu kendiniz için kötü bir şey sanmayın" (Nur, 24/11) buyruğundan itibaren on ayetin tamamını indirdi.
Allah, bu buyrukları benim suçsuzluğum hakkında indirince, Ebu Bekir es-Sıddık kendisi ile akrabalık bağından ve fakirliğinden ötürü nafaka verdiği Mistah b. Usâse için “vallahi, artık Âişe için söylediği şeylerden sonra ona bir daha asla hiçbir şey infak etmeyeceğim” dedi. Bunun üzerine şanı yüce Allah "Sizden fazilet ve imkân sahipleri yakınlara, fakirlere ve Allah yolunda hicret edenlere infak etmemeye yemin etmesinler, affetsinler ve görmezlikten gelsinler. Allah’ın günahlarınızı bağışlamasını sevmez misiniz? Allah çok bağışlayandır, bol bol rahmet edicidir" (Nur, 24/22) buyruğunu indirdi. Ebu Bekir de “elbette severim Allah’ım, vallahi beni bağışlamanı severim” diyerek Mistah’a daha önce yaptığı infakı tekrar devam ettirdi ve “vallahi hiçbir zaman ona verdiğim bu infakı da geri çekmeyeceğim” dedi.
(Âişe devamla) der ki: Rasulullah (sav) Cahş kızı Zeyneb’e durumuma dair soru sorardı. Ona "ey Zeyneb, ne biliyorsun ya da ne gördün?" dedi. Zeyneb de “Ey Allah’ın Rasulü, ben kulağımı ve gözümü korurum, hayırdan başka bir şey bilmiyorum” dedi. (Âişe) der ki: Rasulullah’ın (sav) zevceleri arasında benimle boy ölçüşebilecek tek kadın oydu, ama Allah onu dindarlığı ve takvası sayesinde korudu. Kız kardeşi Hamne ise onun lehine savaşa koyulmuştu. Bundan ötürü o da helâk olan iftiracılar arasında helâk oldu.
Yüce Allah'ın "Aralarındaki işlerini istişare ederek yürütürler" (Şûrâ, 38); "Karara bağlanacak işlerde onlarla istişare et" (Alu İmrân, 158) buyrukları ve "Kesin kararını verince de, yalnız Allah’a güvenip dayan" (Alu İmrân, 158) ayetinin de beyan ettiği üzere istişarenin karar verilmeden önce yapılması gerektiği Babı
Allah Rasulü (sav) bir karar verdiği zaman, hiç bir beşerin, Allah ve Rasulü'nün önüne geçme imkanı yoktur. Hz. Peygamber'in (sav) Uhud günü savaş için Medine'de kalmak veya dışına çıkmak konusunda ashabı ile yaptığı istişare sonucunda savaşın Medine dışında yapılaması uygun görüldü. Hz. Peygamber (sav) zırhını giyip yola çıkmaya karar verince, “(istersen) Medine'de kal ” dediler ama Hz. Peygamber (sav) bu teklife kulak asmadı ve "Bir Peygamber'e zırhını giydikten sonra Allah'ın hükmü gerçekleşinceye kadar onu çıkarması yaraşmaz" buyurdu. Yine Hz. Peygamber (sav) İfk hadisesinde, Hz. Âişe'ye atılan iftira konusunda Hz. Ali ve Usame ile istişare etti ve ikisinden birini dinledi. Ancak Kur'an'ın hükmü inince, tartışmalara kulak asmayıp iftiracılara sopa vurdu ve Allah'ın emrettiği hükmü uyguladı.
Hz. peygamber'den (sav) sonra da yöneticiler, mubah işlerde, en kolay hüküm ile amel etmek üzere ehl-i ilimden güvenilir kimselerle istişare yaptılar. Kitap ve sünnet bir konuda açık hüküm beyan ettiği zaman da, Hz. Peygamber'in sünnetine uyarak asla o hükmün dışına çıkmadılar. Hz. Ebu Bekir zekat vermeyenlerle savaşmayı uygun gördüğünde, Hz. Ömer ona “Peygamber (sav) "ben insanlarla 'lâ ilâhe İllallah' deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. 'Lâ ilâhe İllallah' dediklerinde canlarını ve mallarını benden korumuş olurlar, ancak İslam hakkı hariç. Onun da hesabını Allah'a verirler" buyurduğu halde sen o insanlarla nasıl savaşırsın?” dedi. Ebu Bekir “vallahi Allah Rasulü'nün (sav) birleştirdiği şeylerin (namaz ile zekatın) arasını ayıranlarla elbette savaşırım” dedi. Sonra Ömer de ona uydu. Bu konuda Ebu Bekir istişare etmedi. Çünkü onun yanında, Allah Rasulü'nün (sav), namaz ile zekat arasını ayıran, dini ve dinin ahkamını değiştirmek isteyen kimselerle ilgili verdiği hüküm vardı. Hz. Peygamber (sav) "kim dininin değiştirirse onu öldürün" buyurmuştur. Hz. Ömer'in istişare heyeti, ister genç isterse yaşlı olsun Kurrâ kimselerdi. O, Aziz ve Celil Allah'ın kitabına uyma konusunda son derece titizdi.
Bize Üveysî, ona İbrahim, ona Salih, ona İbn Şihâb, ona Urve, ona İbn Müseyyeb, Alkame b. Vakkâs ve Übeydullah, onlara da Âişe (r.anha), iftiracıların kendisi hakkında ileri geri konuştukları zaman şöyle demiştir:
Vahiy gecikince Rasulullah (sav), eşi ile ayrılığı konusunda fikirlerini sormak ve istişare etmek üzere Ali b. Ebu Tâlib ile Usame b. Zeyd'i yanına çağırdı. Usame, Rasulullah'ın ailesinin, atılan iftiradan beri olduğunu bildiğini ifade etmiş, ancak Ali “ey Allah'ın Rasulü, Allah Sana darlık vermemiş. Âişe'den dışında bir sürü kadın vardır. Âişe'nin hizmetçisi Berîre'ye de sor. O doğrusunu Sana söyler” demişti.
Bunun üzerine Rasulullah (sav) Berîre'yi çağırıp "ey Berire, Âişe'nin şüpheli her hangi bir durumunu gördün mü?" diye sordu. Berîre de “hayır ey Allah'ın Rasulü, görmedim. Benim, onda görebildiğim en büyük kusur şu oldu. Âişe küçük yaşta bir kız çocuğu olarak hamur yoğururken uyuyakalırdı da evin besi koyunu gelip hamuru yerdi” dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) o günü minbere çıkıp şöyle buyurdu: "Ey Müslümanlar topluluğu, ailem hakkında bana eziyet eden bir adama karşı, bana kim yardım eder ve benim o kimseyi kınamamı haklı görür? Vallahi ben ailem hakkında hayırdan başka bildiğim bir şey yok" dedi ve Âişe'nin atılan iftiradan beri olduğunu söyledi.
Bu hadisi Ebu Usâme, Hişâm'dan rivayet etmiştir.
Yüce Allah'ın "Aralarındaki işlerini istişare ederek yürütürler" (Şûrâ, 38); "Karara bağlanacak işlerde onlarla istişare et" (Alu İmrân, 158) buyrukları ve "Kesin kararını verince de, yalnız Allah’a güvenip dayan" (Alu İmrân, 158) ayetinin de beyan ettiği üzere istişarenin karar verilmeden önce yapılması gerektiği Babı
Allah Rasulü (sav) bir karar verdiği zaman, hiç bir beşerin, Allah ve Rasulü'nün önüne geçme imkanı yoktur. Hz. Peygamber'in (sav) Uhud günü savaş için Medine'de kalmak veya dışına çıkmak konusunda ashabı ile yaptığı istişare sonucunda savaşın Medine dışında yapılaması uygun görüldü. Hz. Peygamber (sav) zırhını giyip yola çıkmaya karar verince, “(istersen) Medine'de kal ” dediler ama Hz. Peygamber (sav) bu teklife kulak asmadı ve "Bir Peygamber'e zırhını giydikten sonra Allah'ın hükmü gerçekleşinceye kadar onu çıkarması yaraşmaz" buyurdu. Yine Hz. Peygamber (sav) İfk hadisesinde, Hz. Âişe'ye atılan iftira konusunda Hz. Ali ve Usame ile istişare etti ve ikisinden birini dinledi. Ancak Kur'an'ın hükmü inince, tartışmalara kulak asmayıp iftiracılara sopa vurdu ve Allah'ın emrettiği hükmü uyguladı.
Hz. peygamber'den (sav) sonra da yöneticiler, mubah işlerde, en kolay hüküm ile amel etmek üzere ehl-i ilimden güvenilir kimselerle istişare yaptılar. Kitap ve sünnet bir konuda açık hüküm beyan ettiği zaman da, Hz. Peygamber'in sünnetine uyarak asla o hükmün dışına çıkmadılar. Hz. Ebu Bekir zekat vermeyenlerle savaşmayı uygun gördüğünde, Hz. Ömer ona “Peygamber (sav) "ben insanlarla 'lâ ilâhe İllallah' deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. 'Lâ ilâhe İllallah' dediklerinde canlarını ve mallarını benden korumuş olurlar, ancak İslam hakkı hariç. Onun da hesabını Allah'a verirler" buyurduğu halde sen o insanlarla nasıl savaşırsın?” dedi. Ebu Bekir “vallahi Allah Rasulü'nün (sav) birleştirdiği şeylerin (namaz ile zekatın) arasını ayıranlarla elbette savaşırım” dedi. Sonra Ömer de ona uydu. Bu konuda Ebu Bekir istişare etmedi. Çünkü onun yanında, Allah Rasulü'nün (sav), namaz ile zekat arasını ayıran, dini ve dinin ahkamını değiştirmek isteyen kimselerle ilgili verdiği hüküm vardı. Hz. Peygamber (sav) "kim dininin değiştirirse onu öldürün" buyurmuştur. Hz. Ömer'in istişare heyeti, ister genç isterse yaşlı olsun Kurrâ kimselerdi. O, Aziz ve Celil Allah'ın kitabına uyma konusunda son derece titizdi.
Bize Üveysî, ona İbrahim, ona Salih, ona İbn Şihâb, ona Urve, ona İbn Müseyyeb, Alkame b. Vakkâs ve Übeydullah, onlara da Âişe (r.anha), iftiracıların kendisi hakkında ileri geri konuştukları zaman şöyle demiştir:
Vahiy gecikince Rasulullah (sav), eşi ile ayrılığı konusunda fikirlerini sormak ve istişare etmek üzere Ali b. Ebu Tâlib ile Usame b. Zeyd'i yanına çağırdı. Usame, Rasulullah'ın ailesinin, atılan iftiradan beri olduğunu bildiğini ifade etmiş, ancak Ali “ey Allah'ın Rasulü, Allah Sana darlık vermemiş. Âişe'den dışında bir sürü kadın vardır. Âişe'nin hizmetçisi Berîre'ye de sor. O doğrusunu Sana söyler” demişti.
Bunun üzerine Rasulullah (sav) Berîre'yi çağırıp "ey Berire, Âişe'nin şüpheli her hangi bir durumunu gördün mü?" diye sordu. Berîre de “hayır ey Allah'ın Rasulü, görmedim. Benim, onda görebildiğim en büyük kusur şu oldu. Âişe küçük yaşta bir kız çocuğu olarak hamur yoğururken uyuyakalırdı da evin besi koyunu gelip hamuru yerdi” dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) o günü minbere çıkıp şöyle buyurdu: "Ey Müslümanlar topluluğu, ailem hakkında bana eziyet eden bir adama karşı, bana kim yardım eder ve benim o kimseyi kınamamı haklı görür? Vallahi ben ailem hakkında hayırdan başka bildiğim bir şey yok" dedi ve Âişe'nin atılan iftiradan beri olduğunu söyledi.
Bu hadisi Ebu Usâme, Hişâm'dan rivayet etmiştir.
Bana Abdula'lâ b. Hammâd, ona Yezîd b. Zürey, ona Saîd, ona Katâde ona da Enes (ra) şöyle rivayet etmiştir:
Ukl ve Ureyne kabilelerinden birtakım insanlar Medine'ye Hz. Peygamber'in (sav) huzuruna gelip Müslüman olduklarını söylediler, ardından "Ey Allah'ın Peygamberi, biz deve sütüne alışık insanlarız şehir yemeklerine alışık değiliz." diyerek Medine havasının sağlıklarını bozduğunu ifade ettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) onlara develerin ve çobanının bulunduğu yere giderek, develerin sütünden ve idrarından içmelerini tavsiye etti. Onlar da gidip içtiler (ve iyileştiler). Daha sonra Harre civarına vardıklarında İslam'dan sonra tekrar gerisin geriye küfre döndüler, sonra Hz. Peygamber'in çobanını (işkence ile) öldürüp develeri önlerine katarak götürdüler. Bu olay kendisine ulaşınca Hz. Peygamber (sav) onların ardından yakalanmaları için adam gönderdi ve onlara bu canilerin gözlerini oymalarını, ellerini kesmelerini ve harre'de hâlleri üzere ölüme terk etmelerini emretti.
Katâde der ki: Bize ulaşan bilgiye göre bu olaydan sonra Hz. Peygamber (sav) her daim sadaka vermeyi teşvik etmiş, ölünün bedenine işkence etmeyi yasaklamıştır.
Buhârî der ki: Şu'be, Ebân ve Hammâd, Katâde'den yaptıkları rivayette "Ureyne'den birtakım insanlar..." ifadesini kullanmış buna karşın, Yahya b. Ebu Kesîr ve Eyyûb, Ebu Kılâbe'den, o da Enes'ten "Ukl'den birtakım insanlar geldi..." diye rivayet etmiştir.
Bize Sadaka ve Müsedded, onlara Yahya, ona Sufyân, ona Süleyman, ona İbrahim, ona Abîde, ona Abdullah b. Mesud; (T) Yahya der ki: Bu hadisin bir kısmını bana Amr b. Mürre rivayet etmiştir; (T) A'meş de der ki: Bu hadisin bir kısmını bana Amr b. Mürre, ona İbrahim ve babası, (Yezid b. Kays), ona Ebu Duhâ ona da Abdullah b. Mesud rivayet etmiş ve şöyle demiştir:
Rasulullah (sav) bana "Kur'an oku bana" buyurdu. Ben “Kur'ân Size indirildiği hâlde, ben mi size okuyayım?” dedim. Rasulullah (sav) "Kur'an'ı benden başkasından dinlemeyi arzu ediyorum" dedi. İbn Mesud der ki: Bunun üzerine ben Nisâ Suresini okudum ve "Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir şahit yaptığımız zaman, bakalım onların hâli nice olacak!"(Nisâ, 41) ayetine geldiğimde, Peygamber (sav) bana "yeter dur" buyurdu. Bir de gördüm ki Hz. Peygamber'in iki gözünden yaşlar süzülüyor.
Bize Sadaka ve Müsedded, onlara Yahya, ona Sufyân, ona Süleyman, ona İbrahim, ona Abîde, ona Abdullah b. Mesud; (T) Yahya der ki: Bu hadisin bir kısmını bana Amr b. Mürre rivayet etmiştir; (T) A'meş de der ki: Bu hadisin bir kısmını bana Amr b. Mürre, ona İbrahim ve babası, (Yezid b. Kays), ona Ebu Duhâ ona da Abdullah b. Mesud rivayet etmiş ve şöyle demiştir:
Rasulullah (sav) bana "Kur'an okun bana" buyurdu. Ben “Kur'ân Size indirildiği hâlde, ben mi size okuyayım?” dedim. Rasulullah (sav) "Kur'an'ı benden başkasından dinlemeyi arzu ediyorum" dedi. İbn Mesud der ki: Bunun üzerine ben Nisâ Suresini okudum ve "Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir şahit yaptığımız zaman, bakalım onların hâli nice olacak!"(Nisâ, 41) ayetine geldiğimde, Peygamber (sav) bana "yeter dur" buyurdu. Bir de gördüm ki Hz. Peygamber'in iki gözünden yaşlar süzülüyor.