3656 Kayıt Bulundu.
Bize Ali b. Muhammed, ona İshak b. Süleyman, ona Ebu Sinan, ona Vehb b. Halid el-Hımsî, ona da ed-Deylemî şöyle demiştir:
"Bu kader konusuyla ilgili olarak kalbime, beni huzursuz edecek bir şeyler düştü. Dinim ve amelim ilgili beni bozmasından korktum. Hemen Übey b. Ka'b'ın yanına geldim ve ona 'Ey Ebu Münzir! Bu kader konusuyla ilgili olarak kalbime, beni huzursuz edecek bir şeyler düştü. Dinim ve amelimle ilgili olarak beni bozmasından korktum. Bu konuyla ilgili olarak bana bir şeyler anlatabilir misin? Umulur ki Allah bu anlatacaklarınla bana bir fayda nasip eder' dedim. Şöyle dedi: Eğer Allah gökler ve yeryüzü ehline azap edecek olsaydı onlara azap ederdi ve bu durumda Allah, onlara zulmetmiş olmazdı. Eğer onlara merhamet etseydi bu rahmeti de yaptıkları amellere nazaran onlar için daha hayırlı olurdu. Allah yolunda infak edeceğin Uhud Dağı kadar altının ya da Uhud dağı kadar (malın) olsaydı, kadere iman etmedikçe ve karşılaşıp yaşadığın durumların seni ıskalamayacak olduğunu, seni ıskalayan durumların da zaten başına gelmeyecek olduğunu bilmedikçe bu hayrın kabul edilmezdi. Kuşkusuz sen, eğer bundan başka bir inanç ve düşünce ile ölecek olursan Cehenneme girdin demektir. Sen yine de kardeşim Abdullah b. Mesud'a gidip bu konuyu bir de ona sormanda seninle ilgili olarak herhangi bir sıkıntı söz konusu olamaz.' Bunun üzerine Abdullah'ın yanına geldim ve konuyu bir de ona sordum. Übey'in söylediği şeylerin aynısını söyledi ve ' Kardeşim Huzeyfe'ye gidip bu konuyu bir de ona sormanda seninle ilgili olarak herhangi bir sıkıntı söz konusu olamaz' dedi. Hemen Huzeyfe'nin yanına geldim ve konuyu ona da sordum. Abdullah'ın söylediği şeylerin aynısını söyledi ve 'Zeyd b. Sabit'in yanına gidip ona da sorabilirsin' dedi. Hemen Zeyd b. Sabit'in yanına geldim ve konuyu kendisine sordum. Dedi ki: 'Rasulullah'ı (sav) şöyle buyururken duydum:"
"Eğer Allah gökler ve yeryüzü ehline azap edecek olsaydı onlara azap ederdi ve bu durumda Allah, onlara zulmetmiş olmazdı. Eğer onlara merhamet etseydi bu rahmeti de yaptıkları amellere nazaran onlar için daha hayırlı olurdu. Allah yolunda infak edeceğin Uhud Dağı kadar altının ya da Uhud dağı kadar (malın) olsa, kadere iman etmedikçe ve karşılaşıp yaşadığın durumların seni ıskalamayacak olduğunu, seni ıskalayan durumların da zaten başına gelmeyecek olduğunu bilmedikçe bu hayrın kabul edilmez. Kuşkusuz sen, eğer bundan başka bir inanç ve düşünce ile ölecek olursan Cehennem'e girdin demektir."
Bize Amr b. Avn, ona Ebu Avâne, ona Katâde; (T)
Bize Ahmed b. Hanbel, ona Yahya b. Said, ona Hişam, ona Katâde, ona Yunus b. Cübeyr, ona da Hıttân b. Abdullah er-Rakkâşî şöyle rivayet etmiştir:
"Ebu Musa el-Eş'arî, bize namaz kıldırmıştı. Namazının son rekatına oturduğunda cemaatten bir adam 'Namaz, ancak iyilik ve zekât ile makbul olur' dedi. Ebu Musa namazını tamamladığında, cemaate döndü ve 'Şöyle şöyle diyen hanginizdi?' dedi. Cemaat sessizliğe büründü. Ebu Musa tekrar 'Şöyle şöyle diyen hanginizdi?' diye sordu. Cemaat yine cevap vermeyince, 'Ey Hıttân! Galiba sen söyledin' dedi. Hıttân 'Ben söylemedim' dedim. Zira beni paylamasından çekindim.' Cemaatten bir adam kalkıp 'O sözleri ben söyledim ve bununla da sadece hayrı kastettim' dedi. Ebu Musa bunun üzerine 'Namazınızda neler söyleyeceğinizi bilmiyor musunuz. Rasulullah (sav) hutbe verip bize bunu öğretmiş, bize namazın sünnetini (adabını) açıklamış ve namazı (nasıl kılacağımızı) bize şu sözleriyle anlatmıştır: Namaza kalktığınızda önce saflarınızı düzgün ve sık tutun. Sonra içinizden biri imam olsun. O tekbir aldığında siz de tekbir getirin. O 'Ğayri'l-mağdûbi aleyhim velâ'd-dâllîn' dediğinde sizler âmin deyin ki Allah duanıza icabet etsin. İmam tekbir alıp rükûa vardığında siz de tekbir getirip rükûa gidin. Çünkü imam, sizden önce rükûa gidip sizden önce rükûdan kalkar. Rasulüllah (sav) bu anlattıklarım böyledir buyurdu ve şöyle devam etti: İmam 'Semiallâhu limen hamideh' dediğinde sizler 'Allâhümme Rabbenâ leke'l-hamd' deyin. Şüphesiz Allah Teâlâ, Nebi'sinin (sav) dili ile 'Semiallâhu limen hamideh' demiştir. İmam tekbir alıp secdeye vardığında, siz de tekbir getirip secde edin. Çünkü imam, sizden önce secdeye varıp sizden önce secdeden kalkar. Rasulüllah (sav) bu anlattıklarım da böyledir buyurdu ve şöyle devam etti: İmam oturduğunda sizden birinin ilk sözü şu olsun: 'En güzel selamlar, dualar Allah'a olsun. Selam sana ey Nebi! Allah'ın rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun. Selam bizlere ve Allah'ın salih kullarına olsun. Şahitlik ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktu ve şahitlik ederim ki Muhammed (sav), onun kulu ve Rasulüdür' buyurdu."
Ahmed (b. Hanbel), hadisinde 've berakâtühü' ifadesini zikretmemiş; 've eşhedü' ifadesi yerine de 2ve enne Muhammeden' ifadesini zikretmiştir.
Açıklama: 'فَتِلْكَ بِتِلْكَ' ifadesinin 'Bu, sizin imama tâbi olmanızdan dolayıdır.' şeklinde tercümesine dair bk. Azîmâbâdî, Avnu'l-ma'bûd, III, 181.
Bize Abdullah b. Mesleme, ona Malik, ona Hişam b. Urve, ona babası (Urve b. Zübeyr), ona da Aişe şöyle rivayet etmiştir:
Rasulullah (sav) zamanında güneş tutulmuştu. Rasulullah (sav) de insanlara namaz kıldırdı. O, Namaza durdu ve kıyamı uzattı. Sonra rükû yaptı ve bunu uzattı. Sonra rukûdan kalktı ve kıyamı yine uzattı ama bu ilk kıyamı kadar uzun değildi. Sonra yine rukûya gitti ve bunu uzattı ama ilkinden kısa sürdü. Sonra secde etti ve secdesini uzattı. Sonra ikinci rekatı da ilk rekat gibi kıldı. Güneş açıldığında ise namazı tamamladı. Ardından insanlara hutbe vermek üzere Allah'a hamd ve sena ederek şöyle buyurdu:
"Şüphesiz ki, güneş ile ay, Allah'ın ayetlerinden iki ayettir. Bunlar hiçbir kimsenin ölümü ve de hayatın sebebiyle tutulmaz. Sizler bu tutulmayı gördüğünüz zaman hemen Allah'a dua edin, tekbir alın, namaz kılın ve sadaka verin " Rasulullah (sav) sonra da şunları söyledi: "Ey Muhammed ümmeti! Vallahi! Allah’tan daha kıskanç (gayret sahibi) kimse yoktur ve O, erkek ya da kadın hiç bir kulunun zina etmesine razı olmaz. Ey Muhammed ümmeti, vallahi bildiklerimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız."
Bize Ali b. Muhammed, ona Veki, ona Kehmes b. Hasan, ona Abdullah b. Büreyde, ona Yahya b. Ya'mer, ona Abdullah b. Ömer, ona da Ömer b. Hattab şöyle demiştir:
"Biz Rasulullah'ın (sav) yanında oturuyorduk. Yanımıza elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah, üzerinde yolculuktan iz görülmeyen ve bizden de kendisini kimsenin tanımadığı bir adam geldi. Rasulullah'ın yanına oturdu, dizlerini dizlerine dayadı, ellerini O'nun (sav) dizlerine koydu ve 'Ey Muhammed! İslam nedir' dedi. Rasulullah 'Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucunu tutmak, Kabe'yi haccetmektir' buyurdu. Ömer der ki: Adam 'Doğru söyledin' dedi. O'nun böyle soru sorup sonra da doğrulamasını yadırgadık. Sonra 'Ey Muhammed! İman nedir?' dedi. Rasulullah (sav) 'Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, Ahiret gününe, hayrı ve şerriyle kadere iman etmektir' buyurdu. Ömer şöyle der ki: Adam 'Doğru söyledin' dedi. O'nun böyle soru sorup sonra da doğrulamasını yadırgadık. Sonra 'Ey Muhammed! İhsan nedir?' dedi. Rasulullah 'Kendisini görüyormuş gibi Allah’a ibadet etmektir. Zira sen O’nu görmesen de O seni görüyor' buyurdu. Sonra 'Kıyamet ne zaman kopacak?' deyince Rasulullah (sav) 'Bu konuda soru sorulan sorandan daha fazla bilgili değildir' buyurdu. Adam 'O halde kıyametin alametleri nelerdir?' dedi. Rasulullah (sav) 'Cariyenin efendisini doğurması -Veki' bunun. Arap olmayan kadının Arap çocuk doğurması, anlamına geldiğini söyledi- ve yalın ayak, baldırı çıplak, ihtiyaç sahibi koyun çobanlarını, binalar yapmada yarışır halde görmendir' buyurdu. Ömer şöyle devam etti: Üç gün sonra Rasulullah (sav) bana rastladı ve 'O adamın kim olduğunu biliyor musun?' buyurdu. Ben de 'Allah ve Rasulü en iyi bilendir' dedim. Bunun üzerine Rasulullah (sav) 'O, Cebrail'di. Size dininizin esaslarını öğretmeye geldi' buyurdu.
Bize Kuteybe b. Said, ona Cerir, ona Muğîra, ona Haris, ona Ebu Zür'a, ona da Ebu Hureyre şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in (sav) Temîm oğulları hakkında söylediği üç şeyi duyduktan sonra onlara olan sevgim daim oldu. Rasulullah onlar hakkında; "ümmetimin Deccâl'a karşı en güçlü direniş gösterenleridir" buyurdu. Yine onların zekat malları geldiğinde Hz. Peygamber (sav); "bu mallar bizim kavmimizin sadakalarıdır" buyurdu. Aişe'nin elinde Temîm oğullarından esir bir cariye vardı. Rasulullah (sav) Aişe'ye; "bu kadını azat et, çünkü o İsmail'in neslindendir" buyurdu.
Bize Yahya b. Yahya et-Temîmî, Ebu Bekir b. Ebu Şeybe ve Muhammed b. Ala, onlara Ebu Muaviye, ona A'meş, ona Ebû Salih, ona da Ebu Hureyre'nin rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
"Ashabıma sövmeyin, Ashabıma sövmeyin. Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, sizden biri Uhud (dağı) kadar altın infak etse, yine de onların yaptığı bir veya yarım ölçek (hayrın sevabına) ulaşamaz."