Bize Ali b. Abdullah, ona Süfyân, ona Câmi', ona Ebû Vâil, ona da Huzeyfe şöyle rivayet etmiştir:
"Hz. Ömer, 'Fitne konusunda Hz. Peygamber'den (sav) kim hadis işitti?' diye sordu. Huzeyfe, "- Ben işittim" dedi ve Hz. Peygamber'in (sav), 'İnsanın ailesi, malı ve komşusu hakkındaki fitnesine namaz, oruç ve sadaka keffaret olur' buyurduğunu rivayet etti. Hz. Ömer, "- Ben onu sormuyorum. Ben, deniz dalgaları gibi gelecek olan fitneleri soruyorum" dedi. Huzeyfe cervaben, "- Onun önünde kapalı bir kapı vardır" dedi. Hz. Ömer, "- O kapı açılacak mı, yoksa kırılacak mı?" diye sorunca Huzeyfe, "- Kırılacak" dedi. Bunun üzerine Hz Ömer, "Öyleyse bu kapı kıyamete dek kapanmaması gerekir" dedi.
Bizler Mesrûk'a dedik ki: "Huzeyfe'ye sor bakalım; Hz. Ömer o kapının kim olduğunu biliyor muydu?" Mesrûk, Huzeyfe'ye sordu, Huzeyfe de, "Evet! Yarından önce bu geceyi bildiği gibi biliyordu" dedi.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
13270, B001895
Hadis:
حَدَّثَنَا عَلِىُّ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ حَدَّثَنَا جَامِعٌ عَنْ أَبِى وَائِلٍ عَنْ حُذَيْفَةَ قَالَ قَالَ عُمَرُ - رضى الله عنه - مَنْ يَحْفَظُ حَدِيثًا عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فِى الْفِتْنَةِ قَالَ حُذَيْفَةُ أَنَا سَمِعْتُهُ يَقُولُ « فِتْنَةُ الرَّجُلِ فِى أَهْلِهِ وَمَالِهِ وَجَارِهِ تُكَفِّرُهَا الصَّلاَةُ وَالصِّيَامُ وَالصَّدَقَةُ » . قَالَ لَيْسَ أَسْأَلُ عَنْ ذِهِ ، إِنَّمَا أَسْأَلُ عَنِ الَّتِى تَمُوجُ كَمَا يَمُوجُ الْبَحْرُ . قَالَ وَإِنَّ دُونَ ذَلِكَ بَابًا مُغْلَقًا . قَالَ فَيُفْتَحُ أَوْ يُكْسَرُ قَالَ يُكْسَرُ . قَالَ ذَاكَ أَجْدَرُ أَنْ لاَ يُغْلَقَ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ . فَقُلْنَا لِمَسْرُوقٍ سَلْهُ أَكَانَ عُمَرُ يَعْلَمُ مَنِ الْبَابُ فَسَأَلَهُ فَقَالَ نَعَمْ ، كَمَا يَعْلَمُ أَنَّ دُونَ غَدٍ اللَّيْلَةَ .
Tercemesi:
Bize Ali b. Abdullah, ona Süfyân, ona Câmi', ona Ebû Vâil, ona da Huzeyfe şöyle rivayet etmiştir:
"Hz. Ömer, 'Fitne konusunda Hz. Peygamber'den (sav) kim hadis işitti?' diye sordu. Huzeyfe, "- Ben işittim" dedi ve Hz. Peygamber'in (sav), 'İnsanın ailesi, malı ve komşusu hakkındaki fitnesine namaz, oruç ve sadaka keffaret olur' buyurduğunu rivayet etti. Hz. Ömer, "- Ben onu sormuyorum. Ben, deniz dalgaları gibi gelecek olan fitneleri soruyorum" dedi. Huzeyfe cervaben, "- Onun önünde kapalı bir kapı vardır" dedi. Hz. Ömer, "- O kapı açılacak mı, yoksa kırılacak mı?" diye sorunca Huzeyfe, "- Kırılacak" dedi. Bunun üzerine Hz Ömer, "Öyleyse bu kapı kıyamete dek kapanmaması gerekir" dedi.
Bizler Mesrûk'a dedik ki: "Huzeyfe'ye sor bakalım; Hz. Ömer o kapının kim olduğunu biliyor muydu?" Mesrûk, Huzeyfe'ye sordu, Huzeyfe de, "Evet! Yarından önce bu geceyi bildiği gibi biliyordu" dedi.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Savm 1895, 1/562
Senetler:
1. Ebu Hafs Ömer b. Hattab el-Adevî (Ömer b. Hattab b. Nüfeyl b. Abdüluzza)
2. Ebu Abdullah Huzeyfe b. Yeman el-Absî (Huzeyfe b. Huseyl b. Cabir)
3. Ebu Vâil Şakik b. Seleme el-Esedî (Şakik b. Seleme)
4. Cami b. Ebu Raşid el-Kâhili (Cami b. Ebu Raşid)
5. Ebu Muhammed Süfyan b. Uyeyne el-Hilâlî (Süfyân b. Uyeyne b. Meymûn)
6. Ebu Hasan Ali b. el-Medînî (Ali b. Abdullah b. Cafer b. Necîh)
Konular:
Fitne, Fesat, İfsat, fitnecilik, bozgunculuk
Komşuluk, komşuluk ilişkileri
حَدَّثَنَا عَلِىُّ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنْ إِسْمَاعِيلَ عَنْ قَيْسٍ سَمِعْتُ جَرِيرًا - رضى الله عنه - بَايَعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلَى شَهَادَةِ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ ، وَإِقَامِ الصَّلاَةِ ، وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ ، وَالسَّمْعِ وَالطَّاعَةِ ، وَالنُّصْحِ لِكُلِّ مُسْلِمٍ .
Bize Ali b. Abdullah, ona Süfyan, ona İsmail, ona Kays, ona da Cerîr (ra) şöyle buyurmuştur:
Ben Allah Rasûlü'ne, Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah Rasûlü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, işitip itaat etmek ve her Müslümana karşı samimi olmak üzere biat ettim.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
13437, B002157
Hadis:
حَدَّثَنَا عَلِىُّ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنْ إِسْمَاعِيلَ عَنْ قَيْسٍ سَمِعْتُ جَرِيرًا - رضى الله عنه - بَايَعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلَى شَهَادَةِ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ ، وَإِقَامِ الصَّلاَةِ ، وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ ، وَالسَّمْعِ وَالطَّاعَةِ ، وَالنُّصْحِ لِكُلِّ مُسْلِمٍ .
Tercemesi:
Bize Ali b. Abdullah, ona Süfyan, ona İsmail, ona Kays, ona da Cerîr (ra) şöyle buyurmuştur:
Ben Allah Rasûlü'ne, Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah Rasûlü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, işitip itaat etmek ve her Müslümana karşı samimi olmak üzere biat ettim.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Buyû' 68, 1/615
Senetler:
1. Ebu Amr Cerir b. Abdullah el-Becelî (Cerir b. Abdullah b. Cabir)
2. Kays b. Ebu Hazim el-Becelî (Kays b. Avf b. Abdülharis)
3. ُEbu Abdullah İsmail b. Ebu Halid el-Becelî (İsmail b. Hürmüz)
4. Ebu Muhammed Süfyan b. Uyeyne el-Hilâlî (Süfyân b. Uyeyne b. Meymûn)
5. Ebu Hasan Ali b. el-Medînî (Ali b. Abdullah b. Cafer b. Necîh)
Konular:
Biat, bağlılık bildirimi
Biat, Hz. Peygambere biat etmek
Bize İbrahim b. Münzir, ona Ma'n, ona Malik, ona İbn Şihab, ona Humeyd b. Abdurrahman, ona da Ebu Hüreyre'nin (ra) rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Her kim Allah yolunda çift sadaka verirse, cennet kapılarından, 'Ey Allah'ın kulu! (Buraya gel!) Bu kapı hayırlıdır! diye çağrılır. Namaz ehlinden (çok namaz kılanlardan) ise de (cennetin) namaz kapısından çağrılır. Cihad ehlinden olan kimse de cihad kapısından çağrılır. Çok oruç tutan bir kişi ise Reyyân kapısından çağırılır. Sadaka ehlinden olup çok sadaka veren kimse de, sadaka kapısından çağırılır."
Bunun üzerine Ebu Bekir: 'Anam-babam sana feda olsun yâ Rasulallah! Bir kimsenin bu kapılardan sadece bir tanesinden çağrılması zorunlu mudur? Bir kişi bu kapıların hepsinden çağırılır mı?' diye sordu.
Rasulullah da: "Evet, (hepsinden çağırılabilir.) Ben, senin onlardan olmanı ümit ediyorum." buyurdu.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
13276, B001897
Hadis:
حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ الْمُنْذِرِ قَالَ حَدَّثَنِى مَعْنٌ قَالَ حَدَّثَنِى مَالِكٌ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ حُمَيْدِ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ - رضى الله عنه - أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ : " مَنْ أَنْفَقَ زَوْجَيْنِ فِى سَبِيلِ اللَّهِ نُودِىَ مِنْ أَبْوَابِ الْجَنَّةِ يَا عَبْدَ اللَّهِ ، هَذَا خَيْرٌ . فَمَنْ كَانَ مِنْ أَهْلِ الصَّلاَةِ دُعِىَ مِنْ بَابِ الصَّلاَةِ ، وَمَنْ كَانَ مِنْ أَهْلِ الْجِهَادِ دُعِىَ مِنْ بَابِ الْجِهَادِ ، وَمَنْ كَانَ مِنْ أَهْلِ الصِّيَامِ دُعِىَ مِنْ بَابِ الرَّيَّانِ ، وَمَنْ كَانَ مِنْ أَهْلِ الصَّدَقَةِ دُعِىَ مِنْ بَابِ الصَّدَقَةِ "
فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ - رضى الله عنه -: بِأَبِى أَنْتَ وَأُمِّى يَا رَسُولَ اللَّهِ ، مَا عَلَى مَنْ دُعِىَ مِنْ تِلْكَ الأَبْوَابِ مِنْ ضَرُورَةٍ ، فَهَلْ يُدْعَى أَحَدٌ مِنْ تِلْكَ الأَبْوَابِ كُلِّهَا قَالَ " نَعَمْ . وَأَرْجُو أَنْ تَكُونَ مِنْهُمْ "
Tercemesi:
Bize İbrahim b. Münzir, ona Ma'n, ona Malik, ona İbn Şihab, ona Humeyd b. Abdurrahman, ona da Ebu Hüreyre'nin (ra) rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Her kim Allah yolunda çift sadaka verirse, cennet kapılarından, 'Ey Allah'ın kulu! (Buraya gel!) Bu kapı hayırlıdır! diye çağrılır. Namaz ehlinden (çok namaz kılanlardan) ise de (cennetin) namaz kapısından çağrılır. Cihad ehlinden olan kimse de cihad kapısından çağrılır. Çok oruç tutan bir kişi ise Reyyân kapısından çağırılır. Sadaka ehlinden olup çok sadaka veren kimse de, sadaka kapısından çağırılır."
Bunun üzerine Ebu Bekir: 'Anam-babam sana feda olsun yâ Rasulallah! Bir kimsenin bu kapılardan sadece bir tanesinden çağrılması zorunlu mudur? Bir kişi bu kapıların hepsinden çağırılır mı?' diye sordu.
Rasulullah da: "Evet, (hepsinden çağırılabilir.) Ben, senin onlardan olmanı ümit ediyorum." buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Savm 1897, 1/563
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebu Abdurrahman Humeyd b. Abdurrahman ez-Zühri (Humeyd b. Abdurrahman b. Avf b. Abduavf b. Abd)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Abdullah Malik b. Enes el-Esbahî (Malik b. Enes b. Malik b. Ebu Amir)
5. Ebu Yahya Ma'n b. İsa el-Kazzâz (Ma'n b. İsa b. Ma'n)
6. İbrahim b. Münzir el-Hizamî (İbrahim b. Münzir b. Abdullah)
Konular:
Oruç, ahiretteki karşılığı Zekat, Sadaka, Fitre, ahiretteki karşılığı
Öneri Formu
Hadis Id, No:
288900, T001377-2
Hadis:
حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ مَنِيعٍ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ سَعِيدِ بْنِ الْمُسَيَّبِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « الْعَجْمَاءُ جُرْحُهَا جُبَارٌ وَالْبِئْرُ جُبَارٌ وَالْمَعْدِنُ جُبَارٌ وَفِى الرِّكَازِ الْخُمُسُ » . حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ سَعِيدِ بْنِ الْمُسَيَّبِ وَأَبِى سَلَمَةَ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم نَحْوَهُ. قَالَ وَفِى الْبَابِ عَنْ جَابِرٍ وَعَمْرِو بْنِ عَوْفٍ الْمُزَنِىِّ وَعُبَادَةَ بْنِ الصَّامِتِ . قَالَ أَبُو عِيسَى حَدِيثُ أَبِى هُرَيْرَةَ حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ . حَدَّثَنَا الأَنْصَارِىُّ حَدَّثَنَا مَعْنٌ قَالَ أَخْبَرَنَا مَالِكُ بْنُ أَنَسٍ وَتَفْسِيرُ حَدِيثِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم « الْعَجْمَاءُ جُرْحُهَا جُبَارٌ » . يَقُولُ هَدَرٌ لاَ دِيَةَ فِيهِ . قَالَ أَبُو عِيسَى وَمَعْنَى قَوْلِهِ « الْعَجْمَاءُ جُرْحُهَا جُبَارٌ » . فَسَّرَ ذَلِكَ بَعْضُ أَهْلِ الْعِلْمِ قَالُوا الْعَجْمَاءُ الدَّابَّةُ الْمُنْفَلِتَةُ مِنْ صَاحِبِهَا فَمَا أَصَابَتْ فِى انْفِلاَتِهَا فَلاَ غُرْمَ عَلَى صَاحِبِهَا . « وَالْمَعْدِنُ جُبَارٌ » . يَقُولُ إِذَا احْتَفَرَ الرَّجُلُ مَعْدِنًا فَوَقَعَ فِيهَا إِنْسَانٌ فَلاَ غُرْمَ عَلَيْهِ . وَكَذَلِكَ الْبِئْرُ إِذَا احْتَفَرَهَا الرَّجُلُ لِلسَّبِيلِ فَوَقَعَ فِيهَا إِنْسَانٌ فَلاَ غُرْمَ عَلَى صَاحِبِهَا . « وَفِى الرِّكَازِ الْخُمُسُ » . وَالرِّكَازُ مَا وُجِدَ فِى دَفْنِ أَهْلِ الْجَاهِلِيَّةِ . فَمَنْ وَجَدَ رِكَازًا أَدَّى مِنْهُ الْخُمُسَ إِلَى السُّلْطَانِ . وَمَا بَقِىَ فَهُوَ لَهُ .
Tercemesi:
Bize Ahmed b. Meni, ona Süfyan, ona Zührî, ona Saîd b. Müseyyeb, ona da Ebu Hureyre’nin rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
"Hayvanın, yaralamasından dolayı bir ceza yoktur (tazmin edilmez). Kuyuya düşmekten dolayı (ortaya çıkan zarar) tazmin edilmez. Maden ocaklarına (düşmekten) dolayı da bir ceza gerekmez. Definelerde beşte bir (zekat) vardır."
Bize Kuteybe, ona Leys b. Şihâb, ona Saîd b. Müseyyeb ve Ebu Seleme b. Abdurrahman, onlara da Ebu Hureyre, Hz. Peygamber'den (sav) benzer rivayette bulunmuştur.
(Tirmizi) der ki: Bu hususta Câbir, Amr b. Avf el-Müzenî ve Ubade b. Sâmit’ten de rivayet vardır. Ebu İsa (Tirmizi) der ki: Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği hadis hasen sahih bir hadistir. Bize el-Ensari, ona Ma‘n, ona da Mâlik b. Enes şöyle haber vermiştir: Hz. Peygamber'in (sav) "Hayvanın yaralaması hederdir" sözünün açıklaması şudur: Yani bundan dolayı bir diyet yoktur. Ebu İsa (Tirmizi) der ki: "Hayvanın yaralaması hederdir" buyruğunu açıklamak üzere kimi ilim adamı şöyle demiştir: Acmâ (hayvan)dan kasıt sahibinden bir şekilde kurtulup kaçmış hayvandır. Bu kaçışı esnasında bir şeylere zarar verecek olursa onun sahibinin herhangi bir tazminat ödemesi söz konusu olmaz.
"Maden de hederdir" buyruğu ile şu ifade edilmektedir: Bir kimse bir maden ocağı kazsa ve oraya bir insan düşse bundan dolayı ona tazminat düşmez. Aynı şekilde bir kimse giden gelen herkesin yararlanması için bir kuyu kazsa ve oraya bir insan düşse, o kuyu sahibine bir tazminat yükümlülüğü olmaz.
"Rikâzda (definede) da beşte bir vardır". Buradaki rikâz’dan kasıt cahiliye dönemi gömüleri arasında bulunan değerli şeylerdir. Her kim bir define bulacak olursa onun beşte birini sultana (İslam devletine) öder, geri kalanı da ona aittir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Tirmizî, Sünen-i Tirmizî, Ahkâm 37, 2/661
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Said b. Müseyyeb el-Kuraşî (Said b. Müseyyeb b. Hazn b. Ebu Vehb)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Haris Leys b. Sa'd el-Fehmî (Leys b. Sa'd b. Abdurrahman)
5. Ebu Recâ Kuteybe b. Said es-Sekafi (Kuteybe b. Said b. Cemil b. Tarif)
Konular:
Zaruret, sorumluluğu, düşüren mazeretler Zekat, hangi mallardan, ve ne kadar verileceği Zekat, yeraltından çıkarılan şeylerde
Öneri Formu
Hadis Id, No:
288901, T001377-3
Hadis:
حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ مَنِيعٍ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ سَعِيدِ بْنِ الْمُسَيَّبِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « الْعَجْمَاءُ جُرْحُهَا جُبَارٌ وَالْبِئْرُ جُبَارٌ وَالْمَعْدِنُ جُبَارٌ وَفِى الرِّكَازِ الْخُمُسُ » . حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ سَعِيدِ بْنِ الْمُسَيَّبِ وَأَبِى سَلَمَةَ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم نَحْوَهُ. قَالَ وَفِى الْبَابِ عَنْ جَابِرٍ وَعَمْرِو بْنِ عَوْفٍ الْمُزَنِىِّ وَعُبَادَةَ بْنِ الصَّامِتِ . قَالَ أَبُو عِيسَى حَدِيثُ أَبِى هُرَيْرَةَ حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ . حَدَّثَنَا الأَنْصَارِىُّ حَدَّثَنَا مَعْنٌ قَالَ أَخْبَرَنَا مَالِكُ بْنُ أَنَسٍ وَتَفْسِيرُ حَدِيثِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم « الْعَجْمَاءُ جُرْحُهَا جُبَارٌ » . يَقُولُ هَدَرٌ لاَ دِيَةَ فِيهِ . قَالَ أَبُو عِيسَى وَمَعْنَى قَوْلِهِ « الْعَجْمَاءُ جُرْحُهَا جُبَارٌ » . فَسَّرَ ذَلِكَ بَعْضُ أَهْلِ الْعِلْمِ قَالُوا الْعَجْمَاءُ الدَّابَّةُ الْمُنْفَلِتَةُ مِنْ صَاحِبِهَا فَمَا أَصَابَتْ فِى انْفِلاَتِهَا فَلاَ غُرْمَ عَلَى صَاحِبِهَا . « وَالْمَعْدِنُ جُبَارٌ » . يَقُولُ إِذَا احْتَفَرَ الرَّجُلُ مَعْدِنًا فَوَقَعَ فِيهَا إِنْسَانٌ فَلاَ غُرْمَ عَلَيْهِ . وَكَذَلِكَ الْبِئْرُ إِذَا احْتَفَرَهَا الرَّجُلُ لِلسَّبِيلِ فَوَقَعَ فِيهَا إِنْسَانٌ فَلاَ غُرْمَ عَلَى صَاحِبِهَا . « وَفِى الرِّكَازِ الْخُمُسُ » . وَالرِّكَازُ مَا وُجِدَ فِى دَفْنِ أَهْلِ الْجَاهِلِيَّةِ . فَمَنْ وَجَدَ رِكَازًا أَدَّى مِنْهُ الْخُمُسَ إِلَى السُّلْطَانِ . وَمَا بَقِىَ فَهُوَ لَهُ .
Tercemesi:
Bize Ahmed b. Meni, ona Süfyan, ona Zührî, ona Saîd b. Müseyyeb, ona da Ebu Hureyre’nin rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
"Hayvanın, yaralamasından dolayı bir ceza yoktur (tazmin edilmez). Kuyuya düşmekten dolayı (ortaya çıkan zarar) tazmin edilmez. Maden ocaklarına (düşmekten) dolayı da bir ceza gerekmez. Definelerde beşte bir (zekat) vardır."
Bize Kuteybe, ona Leys b. Şihâb, ona Saîd b. Müseyyeb ve Ebu Seleme b. Abdurrahman, onlara da Ebu Hureyre, Hz. Peygamber'den (sav) benzer rivayette bulunmuştur.
(Tirmizi) der ki: Bu hususta Câbir, Amr b. Avf el-Müzenî ve Ubade b. Sâmit’ten de rivayet vardır. Ebu İsa (Tirmizi) der ki: Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği hadis hasen sahih bir hadistir. Bize el-Ensari, ona Ma‘n, ona da Mâlik b. Enes şöyle haber vermiştir: Hz. Peygamber'in (sav) "Hayvanın yaralaması hederdir" sözünün açıklaması şudur: Yani bundan dolayı bir diyet yoktur. Ebu İsa (Tirmizi) der ki: "Hayvanın yaralaması hederdir" buyruğunu açıklamak üzere kimi ilim adamı şöyle demiştir: Acmâ (hayvan)dan kasıt sahibinden bir şekilde kurtulup kaçmış hayvandır. Bu kaçışı esnasında bir şeylere zarar verecek olursa onun sahibinin herhangi bir tazminat ödemesi söz konusu olmaz.
"Maden de hederdir" buyruğu ile şu ifade edilmektedir: Bir kimse bir maden ocağı kazsa ve oraya bir insan düşse bundan dolayı ona tazminat düşmez. Aynı şekilde bir kimse giden gelen herkesin yararlanması için bir kuyu kazsa ve oraya bir insan düşse, o kuyu sahibine bir tazminat yükümlülüğü olmaz.
"Rikâzda (definede) da beşte bir vardır". Buradaki rikâz’dan kasıt cahiliye dönemi gömüleri arasında bulunan değerli şeylerdir. Her kim bir define bulacak olursa onun beşte birini sultana (İslam devletine) öder, geri kalanı da ona aittir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Tirmizî, Sünen-i Tirmizî, Ahkâm 37, 3/661
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebu Seleme b. Abdurrahman ez-Zuhrî (Abdullah b. Abdurrahman b. Avf b. Abduavf)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Haris Leys b. Sa'd el-Fehmî (Leys b. Sa'd b. Abdurrahman)
5. Ebu Recâ Kuteybe b. Said es-Sekafi (Kuteybe b. Said b. Cemil b. Tarif)
Konular:
Zaruret, sorumluluğu, düşüren mazeretler Zekat, hangi mallardan, ve ne kadar verileceği Zekat, yeraltından çıkarılan şeylerde
حَدَّثَنَا صَدَقَةُ بْنُ الْفَضْلِ أَخْبَرَنَا إِسْمَاعِيلُ ابْنُ عُلَيَّةَ قَالَ حَدَّثَنِى يَحْيَى بْنُ أَبِى إِسْحَاقَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ أَبِى بَكْرَةَ قَالَ قَالَ أَبُو بَكْرَةَ - رضى الله عنه - قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « لاَ تَبِيعُوا الذَّهَبَ بِالذَّهَبِ إِلاَّ سَوَاءً بِسَوَاءٍ ، وَالْفِضَّةَ بِالْفِضَّةِ إِلاَّ سَوَاءً بِسَوَاءٍ ، وَبِيعُوا الذَّهَبَ بِالْفِضَّةِ وَالْفِضَّةَ بِالذَّهَبِ كَيْفَ شِئْتُمْ » .
Bize Sadaka b. Fadl, ona İsmail b. Uleyye, ona Yahya b. Ebu İshak, ona Abdurrahman b. Ebu Bekre ona da Ebu Bekre'nin (ra) rivayet ettiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
"Altını altınla, ancak birebir aynı olursa satın. Gümüşü de gümüşle, ancak birebir aynı olursa satın. Altını gümüş ile, gümüşü de altın ile nasıl isterseniz öyle satın."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
13476, B002175
Hadis:
حَدَّثَنَا صَدَقَةُ بْنُ الْفَضْلِ أَخْبَرَنَا إِسْمَاعِيلُ ابْنُ عُلَيَّةَ قَالَ حَدَّثَنِى يَحْيَى بْنُ أَبِى إِسْحَاقَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ أَبِى بَكْرَةَ قَالَ قَالَ أَبُو بَكْرَةَ - رضى الله عنه - قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « لاَ تَبِيعُوا الذَّهَبَ بِالذَّهَبِ إِلاَّ سَوَاءً بِسَوَاءٍ ، وَالْفِضَّةَ بِالْفِضَّةِ إِلاَّ سَوَاءً بِسَوَاءٍ ، وَبِيعُوا الذَّهَبَ بِالْفِضَّةِ وَالْفِضَّةَ بِالذَّهَبِ كَيْفَ شِئْتُمْ » .
Tercemesi:
Bize Sadaka b. Fadl, ona İsmail b. Uleyye, ona Yahya b. Ebu İshak, ona Abdurrahman b. Ebu Bekre ona da Ebu Bekre'nin (ra) rivayet ettiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
"Altını altınla, ancak birebir aynı olursa satın. Gümüşü de gümüşle, ancak birebir aynı olursa satın. Altını gümüş ile, gümüşü de altın ile nasıl isterseniz öyle satın."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Buyû' 77, 1/618
Senetler:
1. Ebu Bekre Nüfey' b. Mesruh es-Sekafî (Nüfey' b. Haris b. Kelde)
2. Ebu Bahr Abdurrahman b. Ebu Bekre es-Sekafî (Abdurrahman b. Nüfey b. Haris)
3. Yahya b. Ebu İshak el-Hadramî (Yahya b. Ebu İshak)
4. Ebu Bişr İsmail b. Uleyye el-Esedî (İsmail b. İbrahim b. Miksem)
5. Ebu Fadl Sadaka b. Fadl el-Mervezî (Sadaka b. Fadl)
Konular:
Faiz, Riba
Ticaret, yasak olan şekilleri
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُنِيرٍ سَمِعَ يَزِيدَ بْنَ هَارُونَ حَدَّثَنَا يَحْيَى - هُوَ ابْنُ سَعِيدٍ - أَنَّ عَبْدَ الرَّحْمَنِ بْنَ الْقَاسِمِ أَخْبَرَهُ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ جَعْفَرِ بْنِ الزُّبَيْرِ بْنِ الْعَوَّامِ بْنِ خُوَيْلِدٍ عَنْ عَبَّادِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ الزُّبَيْرِ أَخْبَرَهُ أَنَّهُ سَمِعَ عَائِشَةَ رضى الله عنها تَقُولُ: "إِنَّ رَجُلاً أَتَى النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ إِنَّهُ احْتَرَقَ. قَالَ مَالَكَ؟ قَالَ أَصَبْتُ أَهْلِى فِى رَمَضَانَ. فَأُتِىَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم بِمِكْتَلٍ يُدْعَى الْعَرَقَ، فَقَالَ أَيْنَ الْمُحْتَرِقُ؟ قَالَ أَنَا، قَالَ تَصَدَّقْ بِهَذَا."
Bize Abdullah b. Münîr, ona Yezid b. Harun, ona Yahya b. Said, ona Abdurrahman b. Kasım, ona Muhammed b. Cafer b. Zübeyr b. Avvâm b. Huveylid, ona da Abbâd b. Abdullah b. Zübeyr, Aişe'nin (r.anha) şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir adam Nebî'nin (sav) huzuruna gelip 'Yandım!' dedi. Hz. Peygamber (sav) 'Neyin var, ne oldu?' diye sordu. Adam 'Ramazan ayında hanımımla beraber oldum' dedi. O esnada Hz. Peygamber'e (sav) arak denilen (içi hurma dolu) bir sepet getirildi. Rasulullah (sav) 'O yanan kişi nerede?' buyurdu. Adam 'Benim' deyince, Nebî (sav) de 'Al bunları sadaka olarak dağıt' buyurdu."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
13331, B001935
Hadis:
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُنِيرٍ سَمِعَ يَزِيدَ بْنَ هَارُونَ حَدَّثَنَا يَحْيَى - هُوَ ابْنُ سَعِيدٍ - أَنَّ عَبْدَ الرَّحْمَنِ بْنَ الْقَاسِمِ أَخْبَرَهُ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ جَعْفَرِ بْنِ الزُّبَيْرِ بْنِ الْعَوَّامِ بْنِ خُوَيْلِدٍ عَنْ عَبَّادِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ الزُّبَيْرِ أَخْبَرَهُ أَنَّهُ سَمِعَ عَائِشَةَ رضى الله عنها تَقُولُ: "إِنَّ رَجُلاً أَتَى النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ إِنَّهُ احْتَرَقَ. قَالَ مَالَكَ؟ قَالَ أَصَبْتُ أَهْلِى فِى رَمَضَانَ. فَأُتِىَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم بِمِكْتَلٍ يُدْعَى الْعَرَقَ، فَقَالَ أَيْنَ الْمُحْتَرِقُ؟ قَالَ أَنَا، قَالَ تَصَدَّقْ بِهَذَا."
Tercemesi:
Bize Abdullah b. Münîr, ona Yezid b. Harun, ona Yahya b. Said, ona Abdurrahman b. Kasım, ona Muhammed b. Cafer b. Zübeyr b. Avvâm b. Huveylid, ona da Abbâd b. Abdullah b. Zübeyr, Aişe'nin (r.anha) şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir adam Nebî'nin (sav) huzuruna gelip 'Yandım!' dedi. Hz. Peygamber (sav) 'Neyin var, ne oldu?' diye sordu. Adam 'Ramazan ayında hanımımla beraber oldum' dedi. O esnada Hz. Peygamber'e (sav) arak denilen (içi hurma dolu) bir sepet getirildi. Rasulullah (sav) 'O yanan kişi nerede?' buyurdu. Adam 'Benim' deyince, Nebî (sav) de 'Al bunları sadaka olarak dağıt' buyurdu."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Savm 29, 1/570
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Abbad b. Abdullah el-Kuraşi (Abbad b. Abdullah b. Zübeyir b. Avvam)
3. Muhammed b. Cafer el-Esedi (Muhammed b. Cafer b. Zübeyir b. Avvam)
4. Ebu Muhammed Abdurrahman b. Kasım et-Teymî (Abdurrahman b. Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir Sıddîk)
5. Ebu Said Yahyâ b. Saîd el-Ensârî (Yahyâ b. Saîd b. Kays b. Amr)
6. Ebu Halid Yezid b. Harun el-Vasitî (Yezid b. Harun b. Zâzî b. Sabit)
7. Abdullah b. Münir el-Mervezî (Abdullah b. Münir)
Konular:
KTB, ORUÇ
Oruç, bozan şeyler, cinsel ilişkide bulunmak
Oruç, bozulması
Oruç, kaza ve keffareti
حَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ قَالَ أَخْبَرَنِى حُمَيْدُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ أَنَّ أَبَا هُرَيْرَةَ رضى الله عنه قَالَ؟ "بَيْنَمَا نَحْنُ جُلُوسٌ عِنْدَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم، إِذْ جَاءَهُ رَجُلٌ، فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ هَلَكْتُ. قَالَ مَا لَكَ؟ قَالَ وَقَعْتُ عَلَى امْرَأَتِى وَأَنَا صَائِمٌ. فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم هَلْ تَجِدُ رَقَبَةً تُعْتِقُهَا؟ قَالَ لاَ. قَالَ فَهَلْ تَسْتَطِيعُ أَنْ تَصُومَ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ؟ قَالَ لاَ. فَقَالَ فَهَلْ تَجِدُ إِطْعَامَ سِتِّينَ مِسْكِينًا؟ قَالَ لاَ. قَالَ فَمَكَثَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم، فَبَيْنَا نَحْنُ عَلَى ذَلِكَ أُتِىَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم بِعَرَقٍ فِيهَا تَمْرٌ - وَالْعَرَقُ الْمِكْتَلُ - قَالَ أَيْنَ السَّائِلُ؟ فَقَالَ أَنَا. قَالَ خُذْهَا فَتَصَدَّقْ بِهِ. فَقَالَ الرَّجُلُ أَعَلَى أَفْقَرَ مِنِّى يَا رَسُولَ اللَّهِ، فَوَاللَّهِ مَا بَيْنَ لاَبَتَيْهَا - يُرِيدُ الْحَرَّتَيْنِ - أَهْلُ بَيْتٍ أَفْقَرُ مِنْ أَهْلِ بَيْتِى. فَضَحِكَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم حَتَّى بَدَتْ أَنْيَابُهُ ثُمَّ قَالَ أَطْعِمْهُ أَهْلَكَ."
Bize Ebu Yemân, ona Şuayb, ona Zührî, ona Humeyd b. Abdurrahman, ona da Ebu Hureyre (ra) şöyle rivayet etmiştir: "Bizler Nebî'nin (sav) huzurunda oturuyorken, bir adam geldi ve 'Helak oldum yâ Rasulallah!' dedi. Hz. Peygamber (sav) 'Ne oldu, neyin ver?' diye sorunca, 'Oruçlu iken hanımımla beraber oldum' dedi. Nebî (sav), 'Azat edecek bir köle bulabilir misin?' deyince, adam 'Hayır' dedi. 'Peki peş peşe iki ay oruç tutabilir misin?' deyince, adam yine 'Hayır' dedi. Hz. Peygamber (sav) 'Altmış fakiri doyurma imkanın var mı?' diye sorunca, adam 'Hayır' cevabını verdi. Nebî (sav), bir müddet durdu. Biz bu haldeyken Rasulullah'a (sav) içinde hurma bulunan bir sepet getirildi. -Râvilerden biri arak'ın miktel (sepet, kova) olduğu açıklamasını yapmıştır- Hz. Peygamber (sav) 'Soru soran nerede?' buyurdu. Adam 'Benim' deyince de 'Al bunları, sadaka olarak dağıt' buyurdu. Adam, 'Yâ Rasulallah! Benden daha fakir birine mi dağıtayım? Vallahi iki taşlık arasında -râvilerden biri 'Medine'nin iki taşlığı' açıklamasında bulunmuştur- benim ailemden daha fakiri yoktur!' dedi. Bu söz üzerine Nebî (sav), yan dişleri gözükene dek güldü. Ardından da 'Onu ailene yedir' buyurdu."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
13332, B001936
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ قَالَ أَخْبَرَنِى حُمَيْدُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ أَنَّ أَبَا هُرَيْرَةَ رضى الله عنه قَالَ؟ "بَيْنَمَا نَحْنُ جُلُوسٌ عِنْدَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم، إِذْ جَاءَهُ رَجُلٌ، فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ هَلَكْتُ. قَالَ مَا لَكَ؟ قَالَ وَقَعْتُ عَلَى امْرَأَتِى وَأَنَا صَائِمٌ. فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم هَلْ تَجِدُ رَقَبَةً تُعْتِقُهَا؟ قَالَ لاَ. قَالَ فَهَلْ تَسْتَطِيعُ أَنْ تَصُومَ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ؟ قَالَ لاَ. فَقَالَ فَهَلْ تَجِدُ إِطْعَامَ سِتِّينَ مِسْكِينًا؟ قَالَ لاَ. قَالَ فَمَكَثَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم، فَبَيْنَا نَحْنُ عَلَى ذَلِكَ أُتِىَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم بِعَرَقٍ فِيهَا تَمْرٌ - وَالْعَرَقُ الْمِكْتَلُ - قَالَ أَيْنَ السَّائِلُ؟ فَقَالَ أَنَا. قَالَ خُذْهَا فَتَصَدَّقْ بِهِ. فَقَالَ الرَّجُلُ أَعَلَى أَفْقَرَ مِنِّى يَا رَسُولَ اللَّهِ، فَوَاللَّهِ مَا بَيْنَ لاَبَتَيْهَا - يُرِيدُ الْحَرَّتَيْنِ - أَهْلُ بَيْتٍ أَفْقَرُ مِنْ أَهْلِ بَيْتِى. فَضَحِكَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم حَتَّى بَدَتْ أَنْيَابُهُ ثُمَّ قَالَ أَطْعِمْهُ أَهْلَكَ."
Tercemesi:
Bize Ebu Yemân, ona Şuayb, ona Zührî, ona Humeyd b. Abdurrahman, ona da Ebu Hureyre (ra) şöyle rivayet etmiştir: "Bizler Nebî'nin (sav) huzurunda oturuyorken, bir adam geldi ve 'Helak oldum yâ Rasulallah!' dedi. Hz. Peygamber (sav) 'Ne oldu, neyin ver?' diye sorunca, 'Oruçlu iken hanımımla beraber oldum' dedi. Nebî (sav), 'Azat edecek bir köle bulabilir misin?' deyince, adam 'Hayır' dedi. 'Peki peş peşe iki ay oruç tutabilir misin?' deyince, adam yine 'Hayır' dedi. Hz. Peygamber (sav) 'Altmış fakiri doyurma imkanın var mı?' diye sorunca, adam 'Hayır' cevabını verdi. Nebî (sav), bir müddet durdu. Biz bu haldeyken Rasulullah'a (sav) içinde hurma bulunan bir sepet getirildi. -Râvilerden biri arak'ın miktel (sepet, kova) olduğu açıklamasını yapmıştır- Hz. Peygamber (sav) 'Soru soran nerede?' buyurdu. Adam 'Benim' deyince de 'Al bunları, sadaka olarak dağıt' buyurdu. Adam, 'Yâ Rasulallah! Benden daha fakir birine mi dağıtayım? Vallahi iki taşlık arasında -râvilerden biri 'Medine'nin iki taşlığı' açıklamasında bulunmuştur- benim ailemden daha fakiri yoktur!' dedi. Bu söz üzerine Nebî (sav), yan dişleri gözükene dek güldü. Ardından da 'Onu ailene yedir' buyurdu."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Savm 30, 1/571
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebu Abdurrahman Humeyd b. Abdurrahman ez-Zühri (Humeyd b. Abdurrahman b. Avf b. Abduavf b. Abd)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Şuayb b. Ebu Hamza el-Ümevi (Şuayb b. Dinar)
5. Ebu Yeman Hakem b. Nafi' el-Behrânî (Hakem b. Nafi')
Konular:
KTB, ORUÇ
Oruç, bozulması
Oruç, kaza ve keffareti
Bize Umeyye oğullarının azatlısı Ebu Tahir Ahmed b. Amr b. Abdullah b. Amr b. Serh, ona İbn Vehb, ona Yunus, ona İbn Şihab'ın şöyle dediğini rivayet etti: Sonra Rasulullah (sav) Bizanslıların ve Şam'da bulunan Arap Hristiyanlarının üzerine gitmek kastı ile Tebük gazvesini yaptı. İbn Şihab dedi ki: Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik'in rivayet ettiğine göre Abdullah b. Ka'b, Ka'b (b. Malik)'ın gözleri kör olduğu zaman oğulları arasından elinden tutup, onu yeden kişi olmuştu. (Abdullah b. Ka'b) dedi ki: Ben, Ka'b b. Malik'in Tebük gazvesinde Rasulullah'tan (sav) geri kaldığı zaman hakkında başından geçenleri anlatırken şöyle dediğini dinledim: Ben Tebük gazvesi dışında Rasulullah'ın (sav) yaptığı gazaların hiçbirisinden geri kalmadım. Ancak Bedir gazvesine de katılmamıştım. Allah Rasulü de o gazvede geri kalarak kendisiyle birlikte çıkmayan hiçbir kimseye sitem etmemişti. Çünkü Rasulullah da (sav), Müslümanlar da Kureyşlilerin kervanını ele geçirmek istiyordu. Sonunda Allah onları ve düşmanları, önceden herhangi bir vakit ve yer üzerinde sözleşmeksizin bir araya getirmiş oldu. Bununla birlikte ben Rasulullah (sav) ile İslam üzere antlaşıp sözleştiğimiz Akabe gecesinde beraber bulunmuştum. Onun yerine Bedir'de hazır bulunmuş olmayı ise tercih etmem. Bedir, insanlar tarafından o geceye göre daha çok hatırlanıp bilinen bir hadise olsa dahi. Benim Rasulullah'tan (sav) Tebük gazvesinde geri kaldığım zaman ile ilgili haberimin bir kısmı da şöyledir: O gazvede kendisinden geride kaldığım zaman kadar, asla güçlü ve bolluk içinde bulunmuş değildim. Vallahi, o gazveden önce, iki yük devesine birden sahip olmamıştım. Ama o gazvede iki bineğim olmuştu. Rasulullah (sav) aşırı sıcak bir zamanda bu gazaya çıktı, önünde uzun ve aşmaları gereken, su bulunmayan uçsuz bucaksız bir yol vardı. Çok sayıda düşmana karşı çıkacaktı. Bundan dolayı Müslümanlara gazveleri için gerektiği gibi hazırlansınlar diye (karşı karşıya) kalacakları durumlarını açık seçik bildirmişti. Bu sebeple kendilerine gaza etmek istediği, gidecekleri yönlerini haber vermişti. Rasulullah (sav) ile birlikte olan Müslümanların sayısı o kadar çoktu ki bir kitapta – bu sözleriyle divanı (askerlerin kayıtlı oldukları kütükleri) kast ediyor- onları bir arada toplamak mümkün değildi. Ka'b (devamla) dedi ki: Gazaya katılmaması halinde -bu hususta Aziz ve Celil Allah'tan bir vahiy inmedikçe- bu durumunun Allah'ın Rasulüne gizli kalacağını sanmayan kişi de azdı. Rasulullah (sav) mahsullerin olgunlaştığı, gölgelerin pek hoş olduğu bir zamanda o gazaya çıktı, benim ise bunlara meylim çoktu. Rasulullah (sav) ve onunla birlikte müslümanlar hazırlandı. Onlarla birlikte hazırlanmak üzere sabah çıkıyordum. Fakat hiçbir şey yapamadan geri dönüyordum. Kendi kendime; ben istersem bunu yapabileceğim diyordum. Bu şekilde durumum devam edip gitti. Sonunda insanlar işlerini sürdürdüler ve Rasulullah (sav), müslümanlarla birlikte sabah yola koyuldu. Ben ise hiçbir hazırlık yapamamıştım. Sonra ben de sabah çıktım fakat hiçbir şey yapmadan geri döndüm. Bu halim böylece sürüp gitti. Nihayet onlar hızlandılar, gaza yolunda ilerlemeye devam ettiler. Ben de bineğime binip onlara yetişmek istedim. Keşke yapmış olsaydım; ama benim için bunu yapmak mukadder olmadı. Rasulullah'ın (sav) çıkıp gitmesinden sonra insanlar arasına çıktığım zaman benim durumumda, ya nifak ile damgalanmış yahut da Allah’ın mazur görmüş olduğu zayıf kimselerden bir kişi dışında benim gibi (geri kalmış kimse) görmeyişim beni üzüyordu. Rasulullah (sav) Tebük'e ulaşıncaya kadar beni anmadı. Gazaya çıkmışlar arasında Tebük'te oturuyorken; "Ka'b b. Malik ne yaptı" buyurdu. Selime oğullarından bir adam: Ey Allah'ın Rasulü! Onu çizgili iki elbisesi ve elbisesinin iki yakasına bakması (kendini beğenmesi) alıkoydu dedi. Ona Muaz b. Cebel; ne kötü söyledin! Vallahi ey Allah'ın Rasulü, biz onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmedik dedi. Rasulullah (sav) sesini çıkarmadı. O bu halde iken, serapta yol alan, beyazlar giyinmiş bir adam gördü. Rasulullah (sav); "Ebu Hayseme olasın" buyurdu. Gerçekten de gelen ensardan Ebu Hayseme idi. Münafıkların, kendisini ayıpladığı bir avuç hurma sadaka olarak veren kişi de oydu. Rasulullah'ın (sav) artık Tebük'ten geri dönmek üzere yola koyulduğu haberi bana ulaşınca üzüntü ve kederim daha da arttı. Söyleyeceğim yalan ne olabilir diye düşünmeye ve yarın onun öfkesinden nasıl kurtulabilirim demeye başladım. Bunun için ailemden görüş sahibi herkesin de yardımını almaya başladım. Bana: Artık Rasulullah (sav) geldi denilince, batıl üzerimden ayrılıp gitti ve böylelikle, herhangi bir şey (bir yalan) ile ondan kurtulamayacağımı anladığım için ona doğru söylemeye karar verdim. Sabah olunca Rasulullah (sav) gelmiş oldu, O, bir seferden geldi mi ilk olarak mescide gider, mescitte iki rekât namaz kılar, sonra insanlar ile (görüşmek için) otururdu. O bunu yapınca, (gazveden) geri kalanlar onun yanına geldi, ona mazeretlerini söylemeye ve yeminler etmeye başladılar. Bunlar seksen küsür adam idiler. Rasulullah (sav) açığa vurdukları şekliyle hallerini kabul etti, onlarla beyatlaştı (sözlerini aldı), onlar için mağfiret diledi, içlerini (kalplerini de) Allah'a havale etti. Nihayet ben de (huzuruna) geldim, selam verdim, öfkeli bir kimsenin gülümseyişi ile gülümsedikten sonra; "gel" buyurdu. Ben de yanına yürüyerek gittim, önünde oturdum, bana; "senden ne haber? Sen bineğini satın almamış mıydın" dedi. Ben de dedim ki: Ey Allah'ın Rasulü, Allah'a yemin ederim ki, eğer dünya ehlinden senden başka birisinin yanında oturmuş olsaydım, söyleyeceğim bir mazeret ile onun gazabından kendimi kurtarabilirdim, bana bir tartışma gücü verilmiş bulunuyor çünkü. Fakat Allah'a yemin ederim ki, bugün, ben sana benden razı olmanı sağlayacak yalan bir söz söyleyecek olursam, aradan fazla zaman geçmeden Allah senin bana öfkelenmeni sağlayacaktır ve eğer sana bana karşı olumsuz duygular besleyeceğin doğru bir söz söylersem, gerçekten bundan dolayı Allah'ın güzel akıbetini (işimi hayırla sonuçlandırmasını) umarım. Allah'a yemin olsun ki, hiçbir mazeretim yoktu ve senden geri kaldığım zaman kadar, hiçbir vakit güçlü, bolluk ve rahat içinde de olmamıştım. Rasulullah (sav); "işte bu doğru söyledi. Allah senin hakkında hüküm verinceye kadar kalk (git)" buyurdu. Ben de kalktım, Selime oğullarından bir takım kimseler derhal ayaklanarak benim arkamdan geldiler. Bana; vallahi, biz senin bundan önce herhangi bir günah işlediğini bilmiyoruz, peki, geri kalan diğer kimselerin ileri sürdükleri mazeretler gibi Rasulullah'a (sav) mazeret belirtmekten (nasıl oldu da) âciz kaldın dediler. Vallahi, üzerime o kadar ısrarla geldiler ki, sonunda Rasulullah'ın (sav) huzuruna dönüp kendimi yalanlamak istedim, sonra o arkadaşlarıma; benimle birlikte böyle bir durumla kimse karşılaştı mı dedim. Onlar; evet, seninle birlikte iki kişi daha karşılaştı. Onlar da senin söylediklerinin aynısını söylediler, kendilerine sana söylenenlerin benzeri sözler söylendi dediler. Ben; bu ikisi kimdir dedim. Arkadaşlarım; Murâre b. Rabia el-Âmirî ve Hilâl b. Umeyye el-Vâkifî dediler. Bana Bedir'e katılmış, bu hususta bana uyulacak örnek olabilecek salih iki adamın ismini vermiş oldular. Bana bu ikisinin adını söyledikleri zaman ben de kararımı devam ettirdim.
Rasulullah (sav) bizlerle, yani kendisinden geri kalanlar arasından bu üç kişi ile konuşmayı yasakladı. Bunun üzerine insanlar bizden uzak durdular, bize karşı tutumları değişti. Öyle ki içimde, dünya benim için tanınmaz oldu, artık yeryüzü bildiğim yer değildi. Bu vaziyette eli gün kaldık. Diğer iki arkadaşım öylece kala kaldı, evlerinde oturup ağlamaya koyuldular. Ben ise onların en gençleri, en güçlüleri idim. Bundan dolayı dışarı çıkar, cemaatle namaz kılar, pazarlarda dolaşırdım ama benimle kimse konuşmuyordu. Namazdan sonra meclisinde oturmakta iken Rasulullah'ın yanına gider, ona selam verir, sonra da kendi kendime acaba selamımı almak için dudaklarını kıpırdattı mı, kıpırdatmadı mı derdim. Daha sonra ona yakın bir yerde namaza durur, gizlice ona bakardım. (Ona) bakmayı bitirip, kendimi namazıma verince, bana bakar, ben ona doğru yönelecek olursam yüzünü benden başka tarafa çevirirdi. Müslümanların benden bu uzaklaşmaları artık bana pek uzun gelmeye başlayınca çıkıp gittim ve sonunda amcam oğlu ve en sevdiğim insan olan Ebu Katade'nin bahçe duvarına tırmandım. Ona selam verdim, vallahi selamımı almadı. Ona; ey Ebu Katade! Allah adına sana and veriyorum, benim Allah'ı ve Rasulünü sevdiğimi biliyor musun dedim. Ebu Katade sustu, tekrar ona and verdim, yine sustu, bir daha ona and verdim, bu sefer: Allah ve Rasulü en iyi bilir dedi. Gözlerime yaş doldu, arkamı dönüp gittim, yine bahçe duvarını tırmandım. Medine pazarında dolaştığım bir sırada Medine'ye satmak üzere buğday getirmiş Şam ahalisi Nabatîlerinden Nabatî birisi; bana Ka'b b. Malik'i kim gösterebilir diyordu. İnsanlar beni işaret etmeye başladılar. Nihayet o kişi yanıma geldi, bana Gassan hükümdarından bir mektup uzattı. Ben yazabilen birisi idim, hemen onu okudum, o mektupta şunların yazdığını gördüm: Senin o arkadaşının seni terk ettiği haberi bize ulaşmış bulunuyor. Hâlbuki Allah seni değeri bilinmeyecek ve sahipsiz kalacağın bir yerde bırakmamıştır. Sen bizim yanımıza gel, biz seni gereği gibi görüp gözetiriz. Ben bu yazılanları okuyunca; işte bu da belanın (imtihanımın) bir parçasıdır dedim, derhal o mektubu alıp tandıra doğru gittim ve onu tandırda yaktım. Elli günün kırk günü geçtiği halde hakkımızda vahiy de gecikip gelmemişti. Bir baktım ki Rasulullah'ın (sav) elçisi yanıma geldi ve Rasulullah (sav) sana hanımından uzak durmanı emrediyor dedi. Ben; onu boşayacak mıyım yoksa ne yapacağım dedim. O; hayır ondan uzak dur, ona yaklaşma dedi. Diğer iki arkadaşıma da aynı emri göndermişti. Ben eşime; ailenin yanına git, Allah bu husus hakkında hüküm verinceye kadar yanlarında kal dedim. Hilal b. Umeyye'nin hanımı Rasulullah'ın (sav) yanına geldi ve ona; ey Allah'ın Rasulü, Hilal b. Umeyye oldukça yaşlı birisidir, kendi kendine bakamaz, ona hizmet edecek birisi de yoktur, benim ona hizmet edişimden rahatsız olur musun dedi. Allah Rasulü; "hayır ama sakın sana yaklaşmasın" buyurdu. Hanımı; vallahi, onda hiçbir şey yapabilecek bir hareket dahi yok, vallahi onun başına gelen o hal geldiğinden bugüne kadar ağlayıp durmaktadır.
Ailemden birisi bana; eşin hakkında sen de Rasulullah'tan (sav) izin istesen, çünkü o Hilal b. Umeyye'nin hanımına, eşine hizmet etmesi için izin verdi dediler. Ben; hayır bu hususta Rasulullah'tan (sav) izin istemeyeceğim, hem ben bu hususta kendisinden izin isteyecek olursam, genç bir adam olduğum halde bana ne söyleyeceğini nerden bileceğim dedim. Bu halde on gün daha kaldım, böylelikle bizimle konuşmamızın yasaklanmasının üzerinden tam elli gün geçmiş oldu. Sonra ellinci günün sabahında sabah namazını hanelerimizden birisinin damında kıldım. Ben, Aziz ve Celil Allah'ın hakkımızda söz ettiği şekilde, ruhum sıkılmış, yeryüzü de bütün genişliğiyle bana dar gelmiş halde oturmakta iken Sel tepesine çıkmış, yüksek sesle bağıran birisinin avazının çıkabildiği kadar; ey Ka'b b. Malik, müjde sana dediğini işittim. Derhal secdeye kapandım ve artık kurtuluşun geldiğini anladım. Rasulullah (sav) insanlara sabah namazını kıldırdıktan sonra Allah'ın tövbemizi kabul etmiş olduğunu bildirmişti. Bunun üzerine insanlar bize müjde vermek için çıktılar. Diğer iki arkadaşıma doğru müjdeciler gitti, bir adam da bir ata binmek üzere koştu, Eslemlilerden birisi de bana doğru koşarak tepeye çıktı. Böylelikle ses attan daha hızlı gelmişti. Bana müjde vermek maksadıyla sesini duyduğum kişi yanıma gelince, altlı üstlü elbiselerimi çıkartıp, o müjdesine karşılık olmak üzere onları giysin diye ona verdim. Vallahi, o gün başka elbisem yoktu. Başkasından ödünç iki elbise aldım, onları giyerek Rasulullah'ın (sav) yanına doğru gitmek üzere yola koyuldum. İnsanlar büyük kalabalıklar halinde beni karşılıyor, tövbemin kabulü ile beni kutluyor ve Allah'ın tövbeni kabul edişinden dolayı seni tebrik ederiz diyorlardı. Sonunda mescide girdim, Rasulullah'ın (sav) mescitte etrafında da müslümanlar olduğu halde oturmakta olduğunu gördüm. Talha b. Ubeydullah derhal kalkıp bana doğru koşarak geldi, benimle tokalaştı ve beni tebrik etti. Vallahi, muhacirlerden ondan başka kimse kalkmamıştı. Hadisin ravisi olan Ka'b'ın oğlu dedi ki: Bu sebeple Ka'b, Talha'nın bu davranışını unutmuyordu. Ka'b (devamla) dedi ki: Ben Rasulullah'a (sav) selam verince sevinçten yüzü parıl parıl parladığı halde; "annenin seni doğurduğundan beri geçen bütün günlerinin en hayırlı günü ile seni müjdeliyorum" buyurdu. Ben; ey Allah'ın Rasulü, bu (tövbemin) kabulü senin tarafından mı yoksa Allah tarafından mı dedim. O; "hayır, Allah tarafından" buyurdu. Rasulullah (sav) bir işe sevindi mi yüzü bir ay parçası gibi nurlanırdı. Bizler bunu çok iyi biliyorduk. Onun önünde oturdum ve ey Allah'ın Rasulü, malımı elimden çıkarıp Allah'a ve Rasulü'ne sadaka vermek benim tövbemin bir parçasıdır dedim. Rasulullah da (sav); "malının bir kısmını elinde tut, o senin için daha hayırlıdır" buyurdu. Ben; o halde ben Hayber'deki payımı alıkoyayım dedim. Ayrıca şunları söyledim: Ey Allah'ın Rasulü! Şüphesiz Allah beni ancak doğru söylemekle kurtardı. Tövbemin bir parçası olmak üzere de hayatta kaldığım sürece doğrudan başka bir şey konuşmayacağım , dedim. Vallahi, bunu Rasulullah'a (sav) söylediğim günden şu günüme kadar doğru sözlülük hususunda Allah'ın müslümanlardan herhangi bir kimseye, bu hususta bana nasip ettiği nimetten daha güzelini nasip ettiğini bilmiyorum. Vallahi, o sözlerimi Rasulullah'a (sav) söylediğim günden itibaren şu günüme kadar kasten bir tek yalancık dahi söylemedim. Ömrümün geri kalan kısmında da Allah’ın beni koruyacağını ümit ederim. Ka'b (devamla) dedi ki: Aziz ve celil Allah da "and olsun ki Allah, Rasulü'nü de içlerinden bir grubun gönülleri, az kalsın eğrilmek üzere iken, dar zamanda ona uyan muhacirlerle ensarı da tövbeye muvaffak etti. Sonra onların bu tövbelerini de kabul buyurdu. Çünkü O, onları çok esirgeyendir, çok bağışlayandır. Geri bırakılan üç kişinin de (tevbesini kabul buyurdu.) Öyle ki yeryüzü bunca genişliğine rağmen onlara dar gelmişti. Kendi vicdanları da kendilerini sıktıkça sıkmıştı" (Tevbe, 117-118) buyruklarını "ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun" (Tevbe, 9/119) buyruğuna kadar indirdi. Ka'b dedi ki: Vallahi, Allah bana İslam hidayetini verdikten sonra kendi kanaatime göre Rasulullah'a (sav) doğruyu söylemekten daha büyük bir nimet lütfetmiş değildir. Çünkü böyle yapmayıp, ona yalan söylemiş olsaydım, yalan söyleyen diğerlerinin helâk olduğu gibi ben de helâk olacaktım. Çünkü vahiy nazil olunca Allah, o yalan söyleyen kimselere, başka kimselere söylediklerinin en ağır sözleriyle hitap etti. Yüce Allah; "yanlarına döndüğünüzde, onlardan (azarlamayıp) vazgeçmeniz için, önünüzde Allah'a yemin edeceklerdir. O halde siz de onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardırlar. Kazandıklarının cezası olarak varacakları yer de cehennemdir. Kendilerinden hoşnut olmanız için size yemin ederler, siz onlardan hoşnut olsanız da şüphesiz Allah, o fasıklar topluluğundan hoşnut olmaz" (Tevbe, 95-96) buyurmaktadır. Ka'b dedi ki: Bizler yani bu üç kişi, Rasulullah'ın (sav) kendisine yemin edip onlarla bey’atleşip, onlara mağfiret dilediği o kimselerin durumundan sonra durumları ele alınan üç kişi olarak geri bırakılmış ve Rasulullah (sav) bizim işimizi bu hususta Allah hükmünü verinceye kadar geciktirmiş, ertelemiş idi. Bundan dolayı Aziz ve Celil Allah; "geri bırakılan üç kişinin de (tövbesini kabul buyurdu)" (Tevbe, 9/118) buyurdu. Yoksa yüce Allah'ın bizi sonraya bırakılanlardan olduğumuzu söz konusu etmesi gazadan geri kalışımız değildir. Bununla O’nun bizleri sonraya bırakıp, işimizi Rasulullah'a (sav) yemin edip, ona mazeret beyan etmeleri üzerine mazeretlerini kabul ettiği kişilerden sonraya geciktirmesi ve bırakmasını kast etmiştir.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
13363, M007016
Hadis:
حَدَّثَنِى أَبُو الطَّاهِرِ أَحْمَدُ بْنُ عَمْرِو بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرِو بْنِ سَرْحٍ مَوْلَى بَنِى أُمَيَّةَ أَخْبَرَنِى ابْنُ وَهْبٍ أَخْبَرَنِى يُونُسُ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ قَالَ ثُمَّ غَزَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم غَزْوَةَ تَبُوكَ وَهُوَ يُرِيدُ الرُّومَ وَنَصَارَى الْعَرَبِ بِالشَّامِ. قَالَ ابْنُ شِهَابٍ فَأَخْبَرَنِى عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ كَعْبٍ كَانَ قَائِدَ كَعْبٍ مِنْ بَنِيهِ حِينَ عَمِىَ قَالَ سَمِعْتُ كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ يُحَدِّثُ حَدِيثَهُ حِينَ تَخَلَّفَ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى غَزْوَةِ تَبُوكَ قَالَ كَعْبُ بْنُ مَالِكٍ لَمْ أَتَخَلَّفْ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى غَزْوَةٍ غَزَاهَا قَطُّ إِلاَّ فِى غَزْوَةِ تَبُوكَ غَيْرَ أَنِّى قَدْ تَخَلَّفْتُ فِى غَزْوَةِ بَدْرٍ وَلَمْ يُعَاتِبْ أَحَدًا تَخَلَّفَ عَنْهُ إِنَّمَا خَرَجَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَالْمُسْلِمُونَ يُرِيدُونَ عِيرَ قُرَيْشٍ حَتَّى جَمَعَ اللَّهُ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ عَدُوِّهُمْ عَلَى غَيْرِ مِيعَادٍ وَلَقَدْ شَهِدْتُ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لَيْلَةَ الْعَقَبَةِ حِينَ تَوَاثَقْنَا عَلَى الإِسْلاَمِ وَمَا أُحِبُّ أَنَّ لِى بِهَا مَشْهَدَ بَدْرٍ وَإِنْ كَانَتْ بَدْرٌ أَذْكَرَ فِى النَّاسِ مِنْهَا وَكَانَ مِنْ خَبَرِى حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى غَزْوَةِ تَبُوكَ أَنِّى لَمْ أَكُنْ قَطُّ أَقْوَى وَلاَ أَيْسَرَ مِنِّى حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْهُ فِى تِلْكَ الْغَزْوَةِ وَاللَّهِ مَا جَمَعْتُ قَبْلَهَا رَاحِلَتَيْنِ قَطُّ حَتَّى جَمَعْتُهُمَا فِى تِلْكَ الْغَزْوَةِ فَغَزَاهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى حَرٍّ شَدِيدٍ وَاسْتَقْبَلَ سَفَرًا بَعِيدًا وَمَفَازًا وَاسْتَقْبَلَ عَدُوًّا كَثِيرًا فَجَلاَ لِلْمُسْلِمِينَ أَمْرَهُمْ لِيَتَأَهَّبُوا أُهْبَةَ غَزْوِهِمْ فَأَخْبَرَهُمْ بِوَجْهِهِمُ الَّذِى يُرِيدُ وَالْمُسْلِمُونَ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم كَثِيرٌ وَلاَ يَجْمَعُهُمْ كِتَابُ حَافِظٍ - يُرِيدُ بِذَلِكَ الدِّيوَانَ - قَالَ كَعْبٌ فَقَلَّ رَجُلٌ يُرِيدُ أَنْ يَتَغَيَّبَ يَظُنُّ أَنَّ ذَلِكَ سَيَخْفَى لَهُ مَا لَمْ يَنْزِلْ فِيهِ وَحْىٌ مِنَ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ وَغَزَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم تِلْكَ الْغَزْوَةَ حِينَ طَابَتِ الثِّمَارُ وَالظِّلاَلُ فَأَنَا إِلَيْهَا أَصْعَرُ فَتَجَهَّزَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَالْمُسْلِمُونَ مَعَهُ وَطَفِقْتُ أَغْدُو لِكَىْ أَتَجَهَّزَ مَعَهُمْ فَأَرْجِعُ وَلَمْ أَقْضِ شَيْئًا. وَأَقُولُ فِى نَفْسِى أَنَا قَادِرٌ عَلَى ذَلِكَ إِذَا أَرَدْتُ. فَلَمْ يَزَلْ ذَلِكَ يَتَمَادَى بِى حَتَّى اسْتَمَرَّ بِالنَّاسِ الْجِدُّ فَأَصْبَحَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم غَادِيًا وَالْمُسْلِمُونَ مَعَهُ وَلَمْ أَقْضِ مِنْ جَهَازِى شَيْئًا ثُمَّ غَدَوْتُ فَرَجَعْتُ وَلَمْ أَقْضِ شَيْئًا فَلَمْ يَزَلْ ذَلِكَ يَتَمَادَى بِى حَتَّى أَسْرَعُوا وَتَفَارَطَ الْغَزْوُ فَهَمَمْتُ أَنْ أَرْتَحِلَ فَأُدْرِكَهُمْ فَيَا لَيْتَنِى فَعَلْتُ ثُمَّ لَمْ يُقَدَّرْ ذَلِكَ لِى فَطَفِقْتُ إِذَا خَرَجْتُ فِى النَّاسِ بَعْدَ خُرُوجِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَحْزُنُنِى أَنِّى لاَ أَرَى لِى أُسْوَةً إِلاَّ رَجُلاً مَغْمُوصًا عَلَيْهِ فِى النِّفَاقِ أَوْ رَجُلاً مِمَّنْ عَذَرَ اللَّهُ مِنَ الضُّعَفَاءِ وَلَمْ يَذْكُرْنِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حَتَّى بَلَغَ تَبُوكًا فَقَالَ وَهُوَ جَالِسٌ فِى الْقَوْمِ بِتَبُوكَ "مَا فَعَلَ كَعْبُ بْنُ مَالِكٍ." قَالَ رَجُلٌ مِنْ بَنِى سَلِمَةَ يَا رَسُولَ اللَّهِ حَبَسَهُ بُرْدَاهُ وَالنَّظَرُ فِى عِطْفَيْهِ. فَقَالَ لَهُ مُعَاذُ بْنُ جَبَلٍ بِئْسَ مَا قُلْتَ وَاللَّهِ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَا عَلِمْنَا عَلَيْهِ إِلاَّ خَيْرًا. فَسَكَتَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَبَيْنَمَا هُوَ عَلَى ذَلِكَ رَأَى رَجُلاً مُبَيِّضًا يَزُولُ بِهِ السَّرَابُ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم "كُنْ أَبَا خَيْثَمَةَ." فَإِذَا هُو أَبُو خَيْثَمَةَ الأَنْصَارِىُّ وَهُوَ الَّذِى تَصَدَّقَ بِصَاعِ التَّمْرِ حِينَ لَمَزَهُ الْمُنَافِقُونَ. فَقَالَ كَعْبُ بْنُ مَالِكٍ فَلَمَّا بَلَغَنِى أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَدْ تَوَجَّهَ قَافِلاً مِنْ تَبُوكَ حَضَرَنِى بَثِّى فَطَفِقْتُ أَتَذَكَّرُ الْكَذِبَ وَأَقُولُ بِمَ أَخْرُجُ مِنْ سَخَطِهِ غَدًا وَأَسْتَعِينُ عَلَى ذَلِكَ كُلَّ ذِى رَأْىٍ مِنْ أَهْلِى فَلَمَّا قِيلَ لِى إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَدْ أَظَلَّ قَادِمًا زَاحَ عَنِّى الْبَاطِلُ حَتَّى عَرَفْتُ أَنِّى لَنْ أَنْجُوَ مِنْهُ بِشَىْءٍ أَبَدًا فَأَجْمَعْتُ صِدْقَهُ وَصَبَّحَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَادِمًا وَكَانَ إِذَا قَدِمَ مِنْ سَفَرٍ بَدَأَ بِالْمَسْجِدِ فَرَكَعَ فِيهِ رَكْعَتَيْنِ ثُمَّ جَلَسَ لِلنَّاسِ فَلَمَّا فَعَلَ ذَلِكَ جَاءَهُ الْمُخَلَّفُونَ فَطَفِقُوا يَعْتَذِرُونَ إِلَيْهِ وَيَحْلِفُونَ لَهُ وَكَانُوا بِضْعَةً وَثَمَانِينَ رَجُلاً فَقَبِلَ مِنْهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلاَنِيَتَهُمْ وَبَايَعَهُمْ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمْ وَوَكَلَ سَرَائِرَهُمْ إِلَى اللَّهِ حَتَّى جِئْتُ فَلَمَّا سَلَّمْتُ تَبَسَّمَ تَبَسُّمَ الْمُغْضَبِ ثُمَّ قَالَ: "تَعَالَ." فَجِئْتُ أَمْشِى حَتَّى جَلَسْتُ بَيْنَ يَدَيْهِ فَقَالَ لِى "مَا خَلَّفَكَ. أَلَمْ تَكُنْ قَدِ ابْتَعْتَ ظَهْرَكَ." قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنِّى وَاللَّهِ لَوْ جَلَسْتُ عِنْدَ غَيْرِكَ مِنْ أَهْلِ الدُّنْيَا لَرَأَيْتُ أَنِّى سَأَخْرُجُ مِنْ سَخَطِهِ بِعُذْرٍ وَلَقَدْ أُعْطِيتُ جَدَلاً وَلَكِنِّى وَاللَّهِ لَقَدْ عَلِمْتُ لَئِنْ حَدَّثْتُكَ الْيَوْمَ حَدِيثَ كَذِبٍ تَرْضَى بِهِ عَنِّى لَيُوشِكَنَّ اللَّهُ أَنْ يُسْخِطَكَ عَلَىَّ وَلَئِنْ حَدَّثْتُكَ حَدِيثَ صِدْقٍ تَجِدُ عَلَىَّ فِيهِ إِنِّى لأَرْجُو فِيهِ عُقْبَى اللَّهِ وَاللَّهِ مَا كَانَ لِى عُذْرٌ وَاللَّهِ مَا كُنْتُ قَطُّ أَقْوَى وَلاَ أَيْسَرَ مِنِّى حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْكَ. قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم "أَمَّا هَذَا فَقَدْ صَدَقَ فَقُمْ حَتَّى يَقْضِىَ اللَّهُ فِيكَ." فَقُمْتُ وَثَارَ رِجَالٌ مِنْ بَنِى سَلِمَةَ فَاتَّبَعُونِى فَقَالُوا لِى وَاللَّهِ مَا عَلِمْنَاكَ أَذْنَبْتَ ذَنْبًا قَبْلَ هَذَا لَقَدْ عَجَزْتَ فِى أَنْ لاَ تَكُونَ اعْتَذَرْتَ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِمَا اعْتَذَرَ بِهِ إِلَيْهِ الْمُخَلَّفُونَ فَقَدْ كَانَ كَافِيَكَ ذَنْبَكَ اسْتِغْفَارُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لَكَ. قَالَ فَوَاللَّهِ مَا زَالُوا يُؤَنِّبُونَنِى حَتَّى أَرَدْتُ أَنْ أَرْجِعَ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأُكَذِّبَ نَفْسِى - قَالَ - ثُمَّ قُلْتُ لَهُمْ هَلْ لَقِىَ هَذَا مَعِى مِنْ أَحَدٍ قَالُوا نَعَمْ لَقِيَهُ مَعَكَ رَجُلاَنِ قَالاَ مِثْلَ مَا قُلْتَ فَقِيلَ لَهُمَا مِثْلُ مَا قِيلَ لَكَ - قَالَ - قُلْتُ مَنْ هُمَا قَالُوا مُرَارَةُ بْنُ رَبِيعَةَ الْعَامِرِىُّ وَهِلاَلُ بْنُ أُمَيَّةَ الْوَاقِفِىُّ - قَالَ - فَذَكَرُوا لِى رَجُلَيْنِ صَالِحَيْنِ قَدْ شِهِدَا بَدْرًا فِيهِمَا أُسْوَةٌ - قَالَ - فَمَضَيْتُ حِينَ ذَكَرُوهُمَا لِى. قَالَ وَنَهَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم الْمُسْلِمِينَ عَنْ كَلاَمِنَا أَيُّهَا الثَّلاَثَةُ مِنْ بَيْنِ مَنْ تَخَلَّفَ عَنْهُ - قَالَ - فَاجْتَنَبَنَا النَّاسُ - وَقَالَ - تَغَيَّرُوا لَنَا حَتَّى تَنَكَّرَتْ لِى فِى نَفْسِىَ الأَرْضُ فَمَا هِىَ بِالأَرْضِ الَّتِى أَعْرِفُ فَلَبِثْنَا عَلَى ذَلِكَ خَمْسِينَ لَيْلَةً فَأَمَّا صَاحِبَاىَ فَاسْتَكَانَا وَقَعَدَا فِى بُيُوتِهِمَا يَبْكِيَانِ وَأَمَّا أَنَا فَكُنْتُ أَشَبَّ الْقَوْمِ وَأَجْلَدَهُمْ فَكُنْتُ أَخْرُجُ فَأَشْهَدُ الصَّلاَةَ وَأَطُوفُ فِى الأَسْوَاقِ وَلاَ يُكَلِّمُنِى أَحَدٌ وَآتِى رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأُسَلِّمُ عَلَيْهِ وَهُوَ فِى مَجْلِسِهِ بَعْدَ الصَّلاَةِ فَأَقُولُ فِى نَفْسِى هَلْ حَرَّكَ شَفَتَيْهِ بِرَدِّ السَّلاَمِ أَمْ لاَ ثُمَّ أُصَلِّى قَرِيبًا مِنْهُ وَأُسَارِقُهُ النَّظَرَ فَإِذَا أَقْبَلْتُ عَلَى صَلاَتِى نَظَرَ إِلَىَّ وَإِذَا الْتَفَتُّ نَحْوَهُ أَعْرَضَ عَنِّى حَتَّى إِذَا طَالَ ذَلِكَ عَلَىَّ مِنْ جَفْوَةِ الْمُسْلِمِينَ مَشَيْتُ حَتَّى تَسَوَّرْتُ جِدَارَ حَائِطِ أَبِى قَتَادَةَ وَهُوَ ابْنُ عَمِّى وَأَحَبُّ النَّاسِ إِلَىَّ فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَوَاللَّهِ مَا رَدَّ عَلَىَّ السَّلاَمَ فَقُلْتُ لَهُ يَا أَبَا قَتَادَةَ أَنْشُدُكَ بِاللَّهِ هَلْ تَعْلَمَنَّ أَنِّى أُحِبُّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ قَالَ فَسَكَتَ فَعُدْتُ فَنَاشَدْتُهُ فَسَكَتَ فَعُدْتُ فَنَاشَدْتُهُ فَقَالَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ. فَفَاضَتْ عَيْنَاىَ وَتَوَلَّيْتُ حَتَّى تَسَوَّرْتُ الْجِدَارَ فَبَيْنَا أَنَا أَمْشِى فِى سُوقِ الْمَدِينَةِ إِذَا نَبَطِىٌّ مِنْ نَبَطِ أَهْلِ الشَّامِ مِمَّنْ قَدِمَ بِالطَّعَامِ يَبِيعُهُ بِالْمَدِينَةِ يَقُولُ مَنْ يَدُلُّ عَلَى كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ - قَالَ - فَطَفِقَ النَّاسُ يُشِيرُونَ لَهُ إِلَىَّ حَتَّى جَاءَنِى فَدَفَعَ إِلَىَّ كِتَابًا مِنْ مَلِكِ غَسَّانَ وَكُنْتُ كَاتِبًا فَقَرَأْتُهُ فَإِذَا فِيهِ أَمَّا بَعْدُ فَإِنَّهُ قَدْ بَلَغَنَا أَنَّ صَاحِبَكَ قَدْ جَفَاكَ وَلَمْ يَجْعَلْكَ اللَّهُ بِدَارِ هَوَانٍ وَلاَ مَضْيَعَةٍ فَالْحَقْ بِنَا نُوَاسِكَ. قَالَ فَقُلْتُ حِينَ قَرَأْتُهَا وَهَذِهِ أَيْضًا مِنَ الْبَلاَءِ. فَتَيَامَمْتُ بِهَا التَّنُّورَ فَسَجَرْتُهَا بِهَا حَتَّى إِذَا مَضَتْ أَرْبَعُونَ مِنَ الْخَمْسِينَ وَاسْتَلْبَثَ الْوَحْىُ إِذَا رَسُولُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَأْتِينِى فَقَالَ إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَأْمُرُكَ أَنْ تَعْتَزِلَ امْرَأَتَكَ. قَالَ فَقُلْتُ أُطَلِّقُهَا أَمْ مَاذَا أَفْعَلُ قَالَ لاَ بَلِ اعْتَزِلْهَا فَلاَ تَقْرَبَنَّهَا - قَالَ - فَأَرْسَلَ إِلَى صَاحِبَىَّ بِمِثْلِ ذَلِكَ - قَالَ - فَقُلْتُ لاِمْرَأَتِى الْحَقِى بِأَهْلِكِ فَكُونِى عِنْدَهُمْ حَتَّى يَقْضِىَ اللَّهُ فِى هَذَا الأَمْرِ - قَالَ - فَجَاءَتِ امْرَأَةُ هِلاَلِ بْنِ أُمَيَّةَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَتْ لَهُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ هِلاَلَ بْنَ أُمَيَّةَ شَيْخٌ ضَائِعٌ لَيْسَ لَهُ خَادِمٌ فَهَلْ تَكْرَهُ أَنْ أَخْدُمَهُ قَالَ: "لاَ وَلَكِنْ لاَ يَقْرَبَنَّكِ." فَقَالَتْ إِنَّهُ وَاللَّهِ مَا بِهِ حَرَكَةٌ إِلَى شَىْءٍ وَوَاللَّهِ مَا زَالَ يَبْكِى مُنْذُ كَانَ مِنْ أَمْرِهِ مَا كَانَ إِلَى يَوْمِهِ هَذَا. قَالَ فَقَالَ لِى بَعْضُ أَهْلِى لَوِ اسْتَأْذَنْتَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى امْرَأَتِكَ فَقَدْ أَذِنَ لاِمْرَأَةِ هِلاَلِ بْنِ أُمَيَّةَ أَنْ تَخْدُمَهُ - قَالَ - فَقُلْتُ لاَ أَسْتَأْذِنُ فِيهَا رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَمَا يُدْرِينِى مَاذَا يَقُولُ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِذَا اسْتَأْذَنْتُهُ فِيهَا وَأَنَا رَجُلٌ شَابٌّ - قَالَ - فَلَبِثْتُ بِذَلِكَ عَشْرَ لَيَالٍ فَكَمُلَ لَنَا خَمْسُونَ لَيْلَةً مِنْ حِينَ نُهِىَ عَنْ كَلاَمِنَا - قَالَ - ثُمَّ صَلَّيْتُ صَلاَةَ الْفَجْرِ صَبَاحَ خَمْسِينَ لَيْلَةً عَلَى ظَهْرِ بَيْتٍ مِنْ بُيُوتِنَا فَبَيْنَا أَنَا جَالِسٌ عَلَى الْحَالِ الَّتِى ذَكَرَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ مِنَّا قَدْ ضَاقَتْ عَلَىَّ نَفْسِى وَضَاقَتْ عَلَىَّ الأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ سَمِعْتُ صَوْتَ صَارِخٍ أَوْفَى عَلَى سَلْعٍ يَقُولُ بِأَعْلَى صَوْتِهِ يَا كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ أَبْشِرْ - قَالَ - فَخَرَرْتُ سَاجِدًا وَعَرَفْتُ أَنْ قَدْ جَاءَ فَرَجٌ. - قَالَ - فَآذَنَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم النَّاسَ بِتَوْبَةِ اللَّهِ عَلَيْنَا حِينَ صَلَّى صَلاَةَ الْفَجْرِ فَذَهَبَ النَّاسُ يُبَشِّرُونَنَا فَذَهَبَ قِبَلَ صَاحِبَىَّ مُبَشِّرُونَ وَرَكَضَ رَجُلٌ إِلَىَّ فَرَسًا وَسَعَى سَاعٍ مِنْ أَسْلَمَ قِبَلِى وَأَوْفَى الْجَبَلَ فَكَانَ الصَّوْتُ أَسْرَعَ مِنَ الْفَرَسِ فَلَمَّا جَاءَنِى الَّذِى سَمِعْتُ صَوْتَهُ يُبَشِّرُنِى فَنَزَعْتُ لَهُ ثَوْبَىَّ فَكَسَوْتُهُمَا إِيَّاهُ بِبِشَارَتِهِ وَاللَّهِ مَا أَمْلِكُ غَيْرَهُمَا يَوْمَئِذٍ وَاسْتَعَرْتُ ثَوْبَيْنِ. فَلَبِسْتُهُمَا فَانْطَلَقْتُ أَتَأَمَّمُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَتَلَقَّانِى النَّاسُ فَوْجًا فَوْجًا يُهَنِّئُونِى بِالتَّوْبَةِ وَيَقُولُونَ لِتَهْنِئْكَ تَوْبَةُ اللَّهِ عَلَيْكَ. حَتَّى دَخَلْتُ الْمَسْجِدَ فَإِذَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم جَالِسٌ فِى الْمَسْجِدِ وَحَوْلَهُ النَّاسُ فَقَامَ طَلْحَةُ بْنُ عُبَيْدِ اللَّهِ يُهَرْوِلُ حَتَّى صَافَحَنِى وَهَنَّأَنِى وَاللَّهِ مَا قَامَ رَجُلٌ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ غَيْرُهُ. قَالَ فَكَانَ كَعْبٌ لاَ يَنْسَاهَا لِطَلْحَةَ. قَالَ كَعْبٌ فَلَمَّا سَلَّمْتُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ وَهُوَ يَبْرُقُ وَجْهُهُ مِنَ السُّرُورِ وَيَقُولُ: "أَبْشِرْ بِخَيْرِ يَوْمٍ مَرَّ عَلَيْكَ مُنْذُ وَلَدَتْكَ أُمُّكَ." قَالَ فَقُلْتُ أَمِنْ عِنْدِكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَمْ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ فَقَالَ: "لاَ بَلْ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ." وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِذَا سُرَّ اسْتَنَارَ وَجْهُهُ كَأَنَّ وَجْهَهُ قِطْعَةُ قَمَرٍ - قَالَ - وَكُنَّا نَعْرِفُ ذَلِكَ - قَالَ - فَلَمَّا جَلَسْتُ بَيْنَ يَدَيْهِ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ مِنْ تَوْبَتِى أَنْ أَنْخَلِعَ مِنْ مَالِى صَدَقَةً إِلَى اللَّهِ وَإِلَى رَسُولِهِ صلى الله عليه وسلم. فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم "أَمْسِكْ بَعْضَ مَالِكَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكَ." قَالَ فَقُلْتُ فَإِنِّى أُمْسِكُ سَهْمِىَ الَّذِى بِخَيْبَرَ - قَالَ - وَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ إِنَّمَا أَنْجَانِى بِالصِّدْقِ وَإِنَّ مِنْ تَوْبَتِى أَنْ لاَ أُحَدِّثَ إِلاَّ صِدْقًا مَا بَقِيتُ - قَالَ - فَوَاللَّهِ مَا عَلِمْتُ أَنَّ أَحَدًا مِنَ الْمُسْلِمِينَ أَبْلاَهُ اللَّهُ فِى صِدْقِ الْحَدِيثِ مُنْذُ ذَكَرْتُ ذَلِكَ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِلَى يَوْمِى هَذَا أَحْسَنَ مِمَّا أَبْلاَنِى اللَّهُ بِهِ وَاللَّهِ مَا تَعَمَّدْتُ كَذْبَةً مُنْذُ قُلْتُ ذَلِكَ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِلَى يَوْمِى هَذَا وَإِنِّى لأَرْجُو أَنْ يَحْفَظَنِىَ اللَّهُ فِيمَا بَقِىَ. قَالَ فَأَنْزَلَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ "(لَقَدْ تَابَ اللَّهُ عَلَى النَّبِىِّ وَالْمُهَاجِرِينَ وَالأَنْصَارِ الَّذِينَ اتَّبَعُوهُ فِى سَاعَةِ الْعُسْرَةِ مِنْ بَعْدِ مَا كَادَ يَزِيغُ قُلُوبُ فَرِيقٍ مِنْهُمْ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ إِنَّهُ بِهِمْ رَءُوفٌ رَحِيمٌ* وَعَلَى الثَّلاَثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُوا حَتَّى إِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ أَنْفُسُهُمْ)" حَتَّى بَلَغَ "(يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ)" قَالَ كَعْبٌ وَاللَّهِ مَا أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَىَّ مِنْ نِعْمَةٍ قَطُّ بَعْدَ إِذْ هَدَانِى اللَّهُ لِلإِسْلاَمِ أَعْظَمَ فِى نَفْسِى مِنْ صِدْقِى رَسُولَ اللَّهُ صلى الله عليه وسلم أَنْ لاَ أَكُونَ كَذَبْتُهُ فَأَهْلِكَ كَمَا هَلَكَ الَّذِينَ كَذَبُوا إِنَّ اللَّهَ قَالَ لِلَّذِينَ كَذَبُوا حِينَ أَنْزَلَ الْوَحْىَ شَرَّ مَا قَالَ لأَحَدٍ وَقَالَ اللَّهُ "(سَيَحْلِفُونَ بِاللَّهِ لَكُمْ إِذَا انْقَلَبْتُمْ إِلَيْهِمْ لِتُعْرِضُوا عَنْهُمْ فَأَعْرِضُوا عَنْهُمْ إِنَّهُمْ رِجْسٌ وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ* يَحْلِفُونَ لَكُمْ لِتَرْضَوْا عَنْهُمْ فَإِنْ تَرْضَوْا عَنْهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ لاَ يَرْضَى عَنِ الْقَوْمِ الْفَاسِقِينَ)" قَالَ كَعْبٌ كُنَّا خُلِّفْنَا أَيُّهَا الثَّلاَثَةُ عَنْ أَمْرِ أُولَئِكَ الَّذِينَ قَبِلَ مِنْهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حِينَ حَلَفُوا لَهُ فَبَايَعَهُمْ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمْ وَأَرْجَأَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَمْرَنَا حَتَّى قَضَى اللَّهُ فِيهِ فَبِذَلِكَ قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ "(وَعَلَى الثَّلاَثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُوا ) وَلَيْسَ الَّذِى ذَكَرَ اللَّهُ مِمَّا خُلِّفْنَا تَخَلُّفَنَا عَنِ الْغَزْوِ وَإِنَّمَا هُوَ تَخْلِيفُهُ إِيَّانَا وَإِرْجَاؤُهُ أَمْرَنَا عَمَّنْ حَلَفَ لَهُ وَاعْتَذَرَ إِلَيْهِ فَقَبِلَ مِنْهُ.
Tercemesi:
Bize Umeyye oğullarının azatlısı Ebu Tahir Ahmed b. Amr b. Abdullah b. Amr b. Serh, ona İbn Vehb, ona Yunus, ona İbn Şihab'ın şöyle dediğini rivayet etti: Sonra Rasulullah (sav) Bizanslıların ve Şam'da bulunan Arap Hristiyanlarının üzerine gitmek kastı ile Tebük gazvesini yaptı. İbn Şihab dedi ki: Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik'in rivayet ettiğine göre Abdullah b. Ka'b, Ka'b (b. Malik)'ın gözleri kör olduğu zaman oğulları arasından elinden tutup, onu yeden kişi olmuştu. (Abdullah b. Ka'b) dedi ki: Ben, Ka'b b. Malik'in Tebük gazvesinde Rasulullah'tan (sav) geri kaldığı zaman hakkında başından geçenleri anlatırken şöyle dediğini dinledim: Ben Tebük gazvesi dışında Rasulullah'ın (sav) yaptığı gazaların hiçbirisinden geri kalmadım. Ancak Bedir gazvesine de katılmamıştım. Allah Rasulü de o gazvede geri kalarak kendisiyle birlikte çıkmayan hiçbir kimseye sitem etmemişti. Çünkü Rasulullah da (sav), Müslümanlar da Kureyşlilerin kervanını ele geçirmek istiyordu. Sonunda Allah onları ve düşmanları, önceden herhangi bir vakit ve yer üzerinde sözleşmeksizin bir araya getirmiş oldu. Bununla birlikte ben Rasulullah (sav) ile İslam üzere antlaşıp sözleştiğimiz Akabe gecesinde beraber bulunmuştum. Onun yerine Bedir'de hazır bulunmuş olmayı ise tercih etmem. Bedir, insanlar tarafından o geceye göre daha çok hatırlanıp bilinen bir hadise olsa dahi. Benim Rasulullah'tan (sav) Tebük gazvesinde geri kaldığım zaman ile ilgili haberimin bir kısmı da şöyledir: O gazvede kendisinden geride kaldığım zaman kadar, asla güçlü ve bolluk içinde bulunmuş değildim. Vallahi, o gazveden önce, iki yük devesine birden sahip olmamıştım. Ama o gazvede iki bineğim olmuştu. Rasulullah (sav) aşırı sıcak bir zamanda bu gazaya çıktı, önünde uzun ve aşmaları gereken, su bulunmayan uçsuz bucaksız bir yol vardı. Çok sayıda düşmana karşı çıkacaktı. Bundan dolayı Müslümanlara gazveleri için gerektiği gibi hazırlansınlar diye (karşı karşıya) kalacakları durumlarını açık seçik bildirmişti. Bu sebeple kendilerine gaza etmek istediği, gidecekleri yönlerini haber vermişti. Rasulullah (sav) ile birlikte olan Müslümanların sayısı o kadar çoktu ki bir kitapta – bu sözleriyle divanı (askerlerin kayıtlı oldukları kütükleri) kast ediyor- onları bir arada toplamak mümkün değildi. Ka'b (devamla) dedi ki: Gazaya katılmaması halinde -bu hususta Aziz ve Celil Allah'tan bir vahiy inmedikçe- bu durumunun Allah'ın Rasulüne gizli kalacağını sanmayan kişi de azdı. Rasulullah (sav) mahsullerin olgunlaştığı, gölgelerin pek hoş olduğu bir zamanda o gazaya çıktı, benim ise bunlara meylim çoktu. Rasulullah (sav) ve onunla birlikte müslümanlar hazırlandı. Onlarla birlikte hazırlanmak üzere sabah çıkıyordum. Fakat hiçbir şey yapamadan geri dönüyordum. Kendi kendime; ben istersem bunu yapabileceğim diyordum. Bu şekilde durumum devam edip gitti. Sonunda insanlar işlerini sürdürdüler ve Rasulullah (sav), müslümanlarla birlikte sabah yola koyuldu. Ben ise hiçbir hazırlık yapamamıştım. Sonra ben de sabah çıktım fakat hiçbir şey yapmadan geri döndüm. Bu halim böylece sürüp gitti. Nihayet onlar hızlandılar, gaza yolunda ilerlemeye devam ettiler. Ben de bineğime binip onlara yetişmek istedim. Keşke yapmış olsaydım; ama benim için bunu yapmak mukadder olmadı. Rasulullah'ın (sav) çıkıp gitmesinden sonra insanlar arasına çıktığım zaman benim durumumda, ya nifak ile damgalanmış yahut da Allah’ın mazur görmüş olduğu zayıf kimselerden bir kişi dışında benim gibi (geri kalmış kimse) görmeyişim beni üzüyordu. Rasulullah (sav) Tebük'e ulaşıncaya kadar beni anmadı. Gazaya çıkmışlar arasında Tebük'te oturuyorken; "Ka'b b. Malik ne yaptı" buyurdu. Selime oğullarından bir adam: Ey Allah'ın Rasulü! Onu çizgili iki elbisesi ve elbisesinin iki yakasına bakması (kendini beğenmesi) alıkoydu dedi. Ona Muaz b. Cebel; ne kötü söyledin! Vallahi ey Allah'ın Rasulü, biz onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmedik dedi. Rasulullah (sav) sesini çıkarmadı. O bu halde iken, serapta yol alan, beyazlar giyinmiş bir adam gördü. Rasulullah (sav); "Ebu Hayseme olasın" buyurdu. Gerçekten de gelen ensardan Ebu Hayseme idi. Münafıkların, kendisini ayıpladığı bir avuç hurma sadaka olarak veren kişi de oydu. Rasulullah'ın (sav) artık Tebük'ten geri dönmek üzere yola koyulduğu haberi bana ulaşınca üzüntü ve kederim daha da arttı. Söyleyeceğim yalan ne olabilir diye düşünmeye ve yarın onun öfkesinden nasıl kurtulabilirim demeye başladım. Bunun için ailemden görüş sahibi herkesin de yardımını almaya başladım. Bana: Artık Rasulullah (sav) geldi denilince, batıl üzerimden ayrılıp gitti ve böylelikle, herhangi bir şey (bir yalan) ile ondan kurtulamayacağımı anladığım için ona doğru söylemeye karar verdim. Sabah olunca Rasulullah (sav) gelmiş oldu, O, bir seferden geldi mi ilk olarak mescide gider, mescitte iki rekât namaz kılar, sonra insanlar ile (görüşmek için) otururdu. O bunu yapınca, (gazveden) geri kalanlar onun yanına geldi, ona mazeretlerini söylemeye ve yeminler etmeye başladılar. Bunlar seksen küsür adam idiler. Rasulullah (sav) açığa vurdukları şekliyle hallerini kabul etti, onlarla beyatlaştı (sözlerini aldı), onlar için mağfiret diledi, içlerini (kalplerini de) Allah'a havale etti. Nihayet ben de (huzuruna) geldim, selam verdim, öfkeli bir kimsenin gülümseyişi ile gülümsedikten sonra; "gel" buyurdu. Ben de yanına yürüyerek gittim, önünde oturdum, bana; "senden ne haber? Sen bineğini satın almamış mıydın" dedi. Ben de dedim ki: Ey Allah'ın Rasulü, Allah'a yemin ederim ki, eğer dünya ehlinden senden başka birisinin yanında oturmuş olsaydım, söyleyeceğim bir mazeret ile onun gazabından kendimi kurtarabilirdim, bana bir tartışma gücü verilmiş bulunuyor çünkü. Fakat Allah'a yemin ederim ki, bugün, ben sana benden razı olmanı sağlayacak yalan bir söz söyleyecek olursam, aradan fazla zaman geçmeden Allah senin bana öfkelenmeni sağlayacaktır ve eğer sana bana karşı olumsuz duygular besleyeceğin doğru bir söz söylersem, gerçekten bundan dolayı Allah'ın güzel akıbetini (işimi hayırla sonuçlandırmasını) umarım. Allah'a yemin olsun ki, hiçbir mazeretim yoktu ve senden geri kaldığım zaman kadar, hiçbir vakit güçlü, bolluk ve rahat içinde de olmamıştım. Rasulullah (sav); "işte bu doğru söyledi. Allah senin hakkında hüküm verinceye kadar kalk (git)" buyurdu. Ben de kalktım, Selime oğullarından bir takım kimseler derhal ayaklanarak benim arkamdan geldiler. Bana; vallahi, biz senin bundan önce herhangi bir günah işlediğini bilmiyoruz, peki, geri kalan diğer kimselerin ileri sürdükleri mazeretler gibi Rasulullah'a (sav) mazeret belirtmekten (nasıl oldu da) âciz kaldın dediler. Vallahi, üzerime o kadar ısrarla geldiler ki, sonunda Rasulullah'ın (sav) huzuruna dönüp kendimi yalanlamak istedim, sonra o arkadaşlarıma; benimle birlikte böyle bir durumla kimse karşılaştı mı dedim. Onlar; evet, seninle birlikte iki kişi daha karşılaştı. Onlar da senin söylediklerinin aynısını söylediler, kendilerine sana söylenenlerin benzeri sözler söylendi dediler. Ben; bu ikisi kimdir dedim. Arkadaşlarım; Murâre b. Rabia el-Âmirî ve Hilâl b. Umeyye el-Vâkifî dediler. Bana Bedir'e katılmış, bu hususta bana uyulacak örnek olabilecek salih iki adamın ismini vermiş oldular. Bana bu ikisinin adını söyledikleri zaman ben de kararımı devam ettirdim.
Rasulullah (sav) bizlerle, yani kendisinden geri kalanlar arasından bu üç kişi ile konuşmayı yasakladı. Bunun üzerine insanlar bizden uzak durdular, bize karşı tutumları değişti. Öyle ki içimde, dünya benim için tanınmaz oldu, artık yeryüzü bildiğim yer değildi. Bu vaziyette eli gün kaldık. Diğer iki arkadaşım öylece kala kaldı, evlerinde oturup ağlamaya koyuldular. Ben ise onların en gençleri, en güçlüleri idim. Bundan dolayı dışarı çıkar, cemaatle namaz kılar, pazarlarda dolaşırdım ama benimle kimse konuşmuyordu. Namazdan sonra meclisinde oturmakta iken Rasulullah'ın yanına gider, ona selam verir, sonra da kendi kendime acaba selamımı almak için dudaklarını kıpırdattı mı, kıpırdatmadı mı derdim. Daha sonra ona yakın bir yerde namaza durur, gizlice ona bakardım. (Ona) bakmayı bitirip, kendimi namazıma verince, bana bakar, ben ona doğru yönelecek olursam yüzünü benden başka tarafa çevirirdi. Müslümanların benden bu uzaklaşmaları artık bana pek uzun gelmeye başlayınca çıkıp gittim ve sonunda amcam oğlu ve en sevdiğim insan olan Ebu Katade'nin bahçe duvarına tırmandım. Ona selam verdim, vallahi selamımı almadı. Ona; ey Ebu Katade! Allah adına sana and veriyorum, benim Allah'ı ve Rasulünü sevdiğimi biliyor musun dedim. Ebu Katade sustu, tekrar ona and verdim, yine sustu, bir daha ona and verdim, bu sefer: Allah ve Rasulü en iyi bilir dedi. Gözlerime yaş doldu, arkamı dönüp gittim, yine bahçe duvarını tırmandım. Medine pazarında dolaştığım bir sırada Medine'ye satmak üzere buğday getirmiş Şam ahalisi Nabatîlerinden Nabatî birisi; bana Ka'b b. Malik'i kim gösterebilir diyordu. İnsanlar beni işaret etmeye başladılar. Nihayet o kişi yanıma geldi, bana Gassan hükümdarından bir mektup uzattı. Ben yazabilen birisi idim, hemen onu okudum, o mektupta şunların yazdığını gördüm: Senin o arkadaşının seni terk ettiği haberi bize ulaşmış bulunuyor. Hâlbuki Allah seni değeri bilinmeyecek ve sahipsiz kalacağın bir yerde bırakmamıştır. Sen bizim yanımıza gel, biz seni gereği gibi görüp gözetiriz. Ben bu yazılanları okuyunca; işte bu da belanın (imtihanımın) bir parçasıdır dedim, derhal o mektubu alıp tandıra doğru gittim ve onu tandırda yaktım. Elli günün kırk günü geçtiği halde hakkımızda vahiy de gecikip gelmemişti. Bir baktım ki Rasulullah'ın (sav) elçisi yanıma geldi ve Rasulullah (sav) sana hanımından uzak durmanı emrediyor dedi. Ben; onu boşayacak mıyım yoksa ne yapacağım dedim. O; hayır ondan uzak dur, ona yaklaşma dedi. Diğer iki arkadaşıma da aynı emri göndermişti. Ben eşime; ailenin yanına git, Allah bu husus hakkında hüküm verinceye kadar yanlarında kal dedim. Hilal b. Umeyye'nin hanımı Rasulullah'ın (sav) yanına geldi ve ona; ey Allah'ın Rasulü, Hilal b. Umeyye oldukça yaşlı birisidir, kendi kendine bakamaz, ona hizmet edecek birisi de yoktur, benim ona hizmet edişimden rahatsız olur musun dedi. Allah Rasulü; "hayır ama sakın sana yaklaşmasın" buyurdu. Hanımı; vallahi, onda hiçbir şey yapabilecek bir hareket dahi yok, vallahi onun başına gelen o hal geldiğinden bugüne kadar ağlayıp durmaktadır.
Ailemden birisi bana; eşin hakkında sen de Rasulullah'tan (sav) izin istesen, çünkü o Hilal b. Umeyye'nin hanımına, eşine hizmet etmesi için izin verdi dediler. Ben; hayır bu hususta Rasulullah'tan (sav) izin istemeyeceğim, hem ben bu hususta kendisinden izin isteyecek olursam, genç bir adam olduğum halde bana ne söyleyeceğini nerden bileceğim dedim. Bu halde on gün daha kaldım, böylelikle bizimle konuşmamızın yasaklanmasının üzerinden tam elli gün geçmiş oldu. Sonra ellinci günün sabahında sabah namazını hanelerimizden birisinin damında kıldım. Ben, Aziz ve Celil Allah'ın hakkımızda söz ettiği şekilde, ruhum sıkılmış, yeryüzü de bütün genişliğiyle bana dar gelmiş halde oturmakta iken Sel tepesine çıkmış, yüksek sesle bağıran birisinin avazının çıkabildiği kadar; ey Ka'b b. Malik, müjde sana dediğini işittim. Derhal secdeye kapandım ve artık kurtuluşun geldiğini anladım. Rasulullah (sav) insanlara sabah namazını kıldırdıktan sonra Allah'ın tövbemizi kabul etmiş olduğunu bildirmişti. Bunun üzerine insanlar bize müjde vermek için çıktılar. Diğer iki arkadaşıma doğru müjdeciler gitti, bir adam da bir ata binmek üzere koştu, Eslemlilerden birisi de bana doğru koşarak tepeye çıktı. Böylelikle ses attan daha hızlı gelmişti. Bana müjde vermek maksadıyla sesini duyduğum kişi yanıma gelince, altlı üstlü elbiselerimi çıkartıp, o müjdesine karşılık olmak üzere onları giysin diye ona verdim. Vallahi, o gün başka elbisem yoktu. Başkasından ödünç iki elbise aldım, onları giyerek Rasulullah'ın (sav) yanına doğru gitmek üzere yola koyuldum. İnsanlar büyük kalabalıklar halinde beni karşılıyor, tövbemin kabulü ile beni kutluyor ve Allah'ın tövbeni kabul edişinden dolayı seni tebrik ederiz diyorlardı. Sonunda mescide girdim, Rasulullah'ın (sav) mescitte etrafında da müslümanlar olduğu halde oturmakta olduğunu gördüm. Talha b. Ubeydullah derhal kalkıp bana doğru koşarak geldi, benimle tokalaştı ve beni tebrik etti. Vallahi, muhacirlerden ondan başka kimse kalkmamıştı. Hadisin ravisi olan Ka'b'ın oğlu dedi ki: Bu sebeple Ka'b, Talha'nın bu davranışını unutmuyordu. Ka'b (devamla) dedi ki: Ben Rasulullah'a (sav) selam verince sevinçten yüzü parıl parıl parladığı halde; "annenin seni doğurduğundan beri geçen bütün günlerinin en hayırlı günü ile seni müjdeliyorum" buyurdu. Ben; ey Allah'ın Rasulü, bu (tövbemin) kabulü senin tarafından mı yoksa Allah tarafından mı dedim. O; "hayır, Allah tarafından" buyurdu. Rasulullah (sav) bir işe sevindi mi yüzü bir ay parçası gibi nurlanırdı. Bizler bunu çok iyi biliyorduk. Onun önünde oturdum ve ey Allah'ın Rasulü, malımı elimden çıkarıp Allah'a ve Rasulü'ne sadaka vermek benim tövbemin bir parçasıdır dedim. Rasulullah da (sav); "malının bir kısmını elinde tut, o senin için daha hayırlıdır" buyurdu. Ben; o halde ben Hayber'deki payımı alıkoyayım dedim. Ayrıca şunları söyledim: Ey Allah'ın Rasulü! Şüphesiz Allah beni ancak doğru söylemekle kurtardı. Tövbemin bir parçası olmak üzere de hayatta kaldığım sürece doğrudan başka bir şey konuşmayacağım , dedim. Vallahi, bunu Rasulullah'a (sav) söylediğim günden şu günüme kadar doğru sözlülük hususunda Allah'ın müslümanlardan herhangi bir kimseye, bu hususta bana nasip ettiği nimetten daha güzelini nasip ettiğini bilmiyorum. Vallahi, o sözlerimi Rasulullah'a (sav) söylediğim günden itibaren şu günüme kadar kasten bir tek yalancık dahi söylemedim. Ömrümün geri kalan kısmında da Allah’ın beni koruyacağını ümit ederim. Ka'b (devamla) dedi ki: Aziz ve celil Allah da "and olsun ki Allah, Rasulü'nü de içlerinden bir grubun gönülleri, az kalsın eğrilmek üzere iken, dar zamanda ona uyan muhacirlerle ensarı da tövbeye muvaffak etti. Sonra onların bu tövbelerini de kabul buyurdu. Çünkü O, onları çok esirgeyendir, çok bağışlayandır. Geri bırakılan üç kişinin de (tevbesini kabul buyurdu.) Öyle ki yeryüzü bunca genişliğine rağmen onlara dar gelmişti. Kendi vicdanları da kendilerini sıktıkça sıkmıştı" (Tevbe, 117-118) buyruklarını "ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun" (Tevbe, 9/119) buyruğuna kadar indirdi. Ka'b dedi ki: Vallahi, Allah bana İslam hidayetini verdikten sonra kendi kanaatime göre Rasulullah'a (sav) doğruyu söylemekten daha büyük bir nimet lütfetmiş değildir. Çünkü böyle yapmayıp, ona yalan söylemiş olsaydım, yalan söyleyen diğerlerinin helâk olduğu gibi ben de helâk olacaktım. Çünkü vahiy nazil olunca Allah, o yalan söyleyen kimselere, başka kimselere söylediklerinin en ağır sözleriyle hitap etti. Yüce Allah; "yanlarına döndüğünüzde, onlardan (azarlamayıp) vazgeçmeniz için, önünüzde Allah'a yemin edeceklerdir. O halde siz de onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardırlar. Kazandıklarının cezası olarak varacakları yer de cehennemdir. Kendilerinden hoşnut olmanız için size yemin ederler, siz onlardan hoşnut olsanız da şüphesiz Allah, o fasıklar topluluğundan hoşnut olmaz" (Tevbe, 95-96) buyurmaktadır. Ka'b dedi ki: Bizler yani bu üç kişi, Rasulullah'ın (sav) kendisine yemin edip onlarla bey’atleşip, onlara mağfiret dilediği o kimselerin durumundan sonra durumları ele alınan üç kişi olarak geri bırakılmış ve Rasulullah (sav) bizim işimizi bu hususta Allah hükmünü verinceye kadar geciktirmiş, ertelemiş idi. Bundan dolayı Aziz ve Celil Allah; "geri bırakılan üç kişinin de (tövbesini kabul buyurdu)" (Tevbe, 9/118) buyurdu. Yoksa yüce Allah'ın bizi sonraya bırakılanlardan olduğumuzu söz konusu etmesi gazadan geri kalışımız değildir. Bununla O’nun bizleri sonraya bırakıp, işimizi Rasulullah'a (sav) yemin edip, ona mazeret beyan etmeleri üzerine mazeretlerini kabul ettiği kişilerden sonraya geciktirmesi ve bırakmasını kast etmiştir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Tevbe 7016, /1135
Senetler:
1. Ka'b b. Malik el-Ensarî (Ka'b b. Malik b. Ebu Ka'b b. Kayn b. Ka'b)
2. Abdullah b. Ka'b el-Ensarî (Abdullah b. Ka'b b. Malik b. Amr b. Kayn)
3. Abdurrahman b. Abdullah el-Ensarî (Abdurrahaman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik)
4. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
5. Yunus b. Yezid el-Eyli (Yunus b. Yezid b. Mişkan)
6. Abdullah b. Vehb el-Kuraşî (Abdullah b. Vehb b. Müslim)
7. Ebu Tahir Ahmed b. Amr el-Kuraşî (Ahmed b. Amr b. Abdullah)
Konular:
Allah İnancı, kullarına karşı sevecen ve merhametlidir
DOĞRULUK VE YALANCILIK
Dürüstlük, doğruluk
Hz. Peygamber, tebessüm etmesi
İstiaze, Allah'a sığınmak
Kur'an, Nüzul sebebleri
Münafık, Nifak / Münafık
Münafık, yaptıkları şeyler (Resulullah zamanında)
Siyer, Tebük gazvesi
Tebessüm, kardeşinin yüzüne tebessüm etmek
Öneri Formu
Hadis Id, No:
13376, M007020
Hadis:
حَدَّثَنَا حَبَّانُ بْنُ مُوسَى أَخْبَرَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ الْمُبَارَكِ أَخْبَرَنَا يُونُسُ بْنُ يَزِيدَ الأَيْلِىُّ ح
وَحَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ الْحَنْظَلِىُّ وَمُحَمَّدُ بْنُ رَافِعٍ وَعَبْدُ بْنُ حُمَيْدٍ قَالَ ابْنُ رَافِعٍ حَدَّثَنَا وَقَالَ الآخَرَانِ أَخْبَرَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ وَالسِّيَاقُ حَدِيثُ مَعْمَرٍ مِنْ رِوَايَةِ عَبْدٍ وَابْنِ رَافِعٍ قَالَ يُونُسُ وَمَعْمَرٌ جَمِيعًا عَنِ الزُّهْرِىِّ أَخْبَرَنِى سَعِيدُ بْنُ الْمُسَيَّبِ وَعُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ وَعَلْقَمَةُ بْنِ وَقَّاصٍ وَعُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُتْبَةَ بْنِ مَسْعُودٍ عَنْ حَدِيثِ عَائِشَةَ زَوْجِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم حِينَ قَالَ لَهَا أَهْلُ الإِفْكِ مَا قَالُوا فَبَرَّأَهَا اللَّهُ مِمَّا قَالُوا وَكُلُّهُمْ حَدَّثَنِى طَائِفَةً مِنْ حَدِيثِهَا وَبَعْضُهُمْ كَانَ أَوْعَى لِحَدِيثِهَا مِنْ بَعْضٍ وَأَثْبَتَ اقْتِصَاصًا وَقَدْ وَعَيْتُ عَنْ كُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمُ الْحَدِيثَ الَّذِى حَدَّثَنِى وَبَعْضُ حَدِيثِهِمْ يُصَدِّقُ بَعْضًا ذَكَرُوا أَنَّ عَائِشَةَ زَوْجَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَتْ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِذَا أَرَادَ أَنْ يَخْرُجَ سَفَرًا أَقْرَعَ بَيْنَ نِسَائِهِ فَأَيَّتُهُنَّ خَرَجَ سَهْمُهَا خَرَجَ بِهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَعَهُ - قَالَتْ عَائِشَةُ - فَأَقْرَعَ بَيْنَنَا فِى غَزْوَةٍ غَزَاهَا فَخَرَجَ فِيهَا سَهْمِى فَخَرَجْتُ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَذَلِكَ بَعْدَ مَا أُنْزِلَ الْحِجَابُ فَأَنَا أُحْمَلُ فِى هَوْدَجِى وَأُنْزَلُ فِيهِ مَسِيرَنَا حَتَّى إِذَا فَرَغَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ غَزْوِهِ وَقَفَلَ وَدَنَوْنَا مِنَ الْمَدِينَةِ آذَنَ لَيْلَةً بِالرَّحِيلِ فَقُمْتُ حِينَ آذَنُوا بِالرَّحِيلِ فَمَشَيْتُ حَتَّى جَاوَزْتُ الْجَيْشَ فَلَمَّا قَضَيْتُ مِنْ شَأْنِى أَقْبَلْتُ إِلَى الرَّحْلِ فَلَمَسْتُ صَدْرِى فَإِذَا عِقْدِى مِنْ جَزْعِ ظَفَارِ قَدِ انْقَطَعَ فَرَجَعْتُ فَالْتَمَسْتُ عِقْدِى فَحَبَسَنِى ابْتِغَاؤُهُ وَأَقْبَلَ الرَّهْطُ الَّذِينَ كَانُوا يَرْحَلُونَ لِى فَحَمَلُوا هَوْدَجِى فَرَحَلُوهُ عَلَى بَعِيرِىَ الَّذِى كُنْتُ أَرْكَبُ وَهُمْ يَحْسَبُونَ أَنِّى فِيهِ - قَالَتْ - وَكَانَتِ النِّسَاءُ إِذْ ذَاكَ خِفَافًا لَمْ يُهَبَّلْنَ وَلَمْ يَغْشَهُنَّ اللَّحْمُ إِنَّمَا يَأْكُلْنَ الْعُلْقَةَ مِنَ الطَّعَامِ فَلَمْ يَسْتَنْكِرِ الْقَوْمُ ثِقَلَ الْهَوْدَجِ حِينَ رَحَلُوهُ وَرَفَعُوهُ وَكُنْتُ جَارِيَةً حَدِيثَةَ السِّنِّ فَبَعَثُوا الْجَمَلَ وَسَارُوا وَوَجَدْتُ عِقْدِى بَعْدَ مَا اسْتَمَرَّ الْجَيْشُ فَجِئْتُ مَنَازِلَهُمْ وَلَيْسَ بِهَا دَاعٍ وَلاَ مُجِيبٌ فَتَيَمَّمْتُ مَنْزِلِى الَّذِى كُنْتُ فِيهِ وَظَنَنْتُ أَنَّ الْقَوْمَ سَيَفْقِدُونِى فَيَرْجِعُونَ إِلَىَّ فَبَيْنَا أَنَا جَالِسَةٌ فِى مَنْزِلِى غَلَبَتْنِى عَيْنِى فَنِمْتُ وَكَانَ صَفْوَانُ بْنُ الْمُعَطَّلِ السُّلَمِىُّ ثُمَّ الذَّكْوَانِىُّ قَدْ عَرَّسَ مِنْ وَرَاءِ الْجَيْشِ فَادَّلَجَ فَأَصْبَحَ عِنْدَ مَنْزِلِى فَرَأَى سَوَادَ إِنْسَانٍ نَائِمٍ فَأَتَانِى فَعَرَفَنِى حِينَ رَآنِى وَقَدْ كَانَ يَرَانِى قَبْلَ أَنْ يُضْرَبَ الْحِجَابُ عَلَىَّ فَاسْتَيْقَظْتُ بِاسْتِرْجَاعِهِ حِينَ عَرَفَنِى فَخَمَّرْتُ وَجْهِى بِجِلْبَابِى وَوَاللَّهِ مَا يُكَلِّمُنِى كَلِمَةً وَلاَ سَمِعْتُ مِنْهُ كَلِمَةً غَيْرَ اسْتِرْجَاعِهِ حَتَّى أَنَاخَ رَاحِلَتَهُ فَوَطِئَ عَلَى يَدِهَا فَرَكِبْتُهَا فَانْطَلَقَ يَقُودُ بِى الرَّاحِلَةَ حَتَّى أَتَيْنَا الْجَيْشَ بَعْدَ مَا نَزَلُوا مُوغِرِينَ فِى نَحْرِ الظَّهِيرَةِ فَهَلَكَ مَنْ هَلَكَ فِى شَأْنِى وَكَانَ الَّذِى تَوَلَّى كِبْرَهُ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أُبَىٍّ ابْنُ سَلُولَ فَقَدِمْنَا الْمَدِينَةَ فَاشْتَكَيْتُ حِينَ قَدِمْنَا الْمَدِينَةَ شَهْرًا وَالنَّاسُ يُفِيضُونَ فِى قَوْلِ أَهْلِ الإِفْكِ وَلاَ أَشْعُرُ بِشَىْءٍ مِنْ ذَلِكَ وَهُوَ يَرِيبُنِى فِى وَجَعِى أَنِّى لاَ أَعْرِفُ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم اللُّطْفَ الَّذِى كُنْتُ أَرَى مِنْهُ حِينَ أَشْتَكِى إِنَّمَا يَدْخُلُ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَيُسَلِّمُ ثُمَّ يَقُولُ: "كَيْفَ تِيكُمْ." فَذَاكَ يَرِيبُنِى وَلاَ أَشْعُرُ بِالشَّرِّ حَتَّى خَرَجْتُ بَعْدَ مَا نَقِهْتُ وَخَرَجَتْ مَعِى أُمُّ مِسْطَحٍ قِبَلَ الْمَنَاصِعِ وَهُوَ مُتَبَرَّزُنَا وَلاَ نَخْرُجُ إِلاَّ لَيْلاً إِلَى لَيْلٍ وَذَلِكَ قَبْلَ أَنَّ نَتَّخِذَ الْكُنُفَ قَرِيبًا مِنْ بُيُوتِنَا وَأَمْرُنَا أَمْرُ الْعَرَبِ الأُوَلِ فِى التَّنَزُّهِ وَكُنَّا نَتَأَذَّى بِالْكُنُفِ أَنْ نَتَّخِذَهَا عِنْدَ بُيُوتِنَا فَانْطَلَقْتُ أَنَا وَأُمُّ مِسْطَحٍ وَهِىَ بِنْتُ أَبِى رُهْمِ بْنِ الْمُطَّلِبِ بْنِ عَبْدِ مَنَافٍ وَأُمُّهَا ابْنَةُ صَخْرِ بْنِ عَامِرٍ خَالَةُ أَبِى بَكْرٍ الصِّدِّيقِ وَابْنُهَا مِسْطَحُ بْنُ أُثَاثَةَ بْنِ عَبَّادِ بْنِ الْمُطَّلِبِ فَأَقْبَلْتُ أَنَا وَبِنْتُ أَبِى رُهْمٍ قِبَلَ بَيْتِى حِينَ فَرَغْنَا مِنْ شَأْنِنَا فَعَثَرَتْ أُمُّ مِسْطَحٍ فِى مِرْطِهَا فَقَالَتْ تَعِسَ مِسْطَحٌ. فَقُلْتُ لَهَا بِئْسَ مَا قُلْتِ أَتَسُبِّينَ رَجُلاً قَدْ شَهِدَ بَدْرًا. قَالَتْ أَىْ هَنْتَاهُ أَوَلَمْ تَسْمَعِى مَا قَالَ قُلْتُ وَمَاذَا قَالَ قَالَتْ فَأَخْبَرَتْنِى بِقَوْلِ أَهْلِ الإِفْكِ فَازْدَدْتُ مَرَضًا إِلَى مَرَضِى فَلَمَّا رَجَعْتُ إِلَى بَيْتِى فَدَخَلَ عَلَىَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَسَلَّمَ ثُمَّ قَالَ: "كَيْفَ تِيكُمْ." قُلْتُ أَتَأْذَنُ لِى أَنْ آتِىَ أَبَوَىَّ قَالَتْ وَأَنَا حِينَئِذٍ أُرِيدُ أَنْ أَتَيَقَّنَ الْخَبَرَ مِنْ قِبَلِهِمَا . فَأَذِنَ لِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَجِئْتُ أَبَوَىَّ فَقُلْتُ لأُمِّى يَا أُمَّتَاهْ مَا يَتَحَدَّثُ النَّاسُ فَقَالَتْ يَا بُنَيَّةُ هَوِّنِى عَلَيْكِ فَوَاللَّهِ لَقَلَّمَا كَانَتِ امْرَأَةٌ قَطُّ وَضِيئَةٌ عِنْدَ رَجُلٍ يُحِبُّهَا وَلَهَا ضَرَائِرُ إِلاَّ كَثَّرْنَ عَلَيْهَا - قَالَتْ - قُلْتُ سُبْحَانَ اللَّهِ وَقَدْ تَحَدَّثَ النَّاسُ بِهَذَا قَالَتْ فَبَكَيْتُ تِلْكَ اللَّيْلَةَ حَتَّى أَصْبَحْتُ لاَ يَرْقَأُ لِى دَمْعٌ وَلاَ أَكْتَحِلُ بِنَوْمٍ ثُمَّ أَصَبَحْتُ أَبْكِى وَدَعَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلِىَّ بْنَ أَبِى طَالِبٍ وَأُسَامَةَ بْنَ زَيْدٍ حِينَ اسْتَلْبَثَ الْوَحْىُ يَسْتَشِيرُهُمَا فِى فِرَاقِ أَهْلِهِ - قَالَتْ - فَأَمَّا أُسَامَةُ بْنُ زَيْدٍ فَأَشَارَ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِالَّذِى يَعْلَمُ مِنْ بَرَاءَةِ أَهْلِهِ وَبِالَّذِى يَعْلَمُ فِى نَفْسِهِ لَهُمْ مِنَ الْوُدِّ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ هُمْ أَهْلُكَ وَلاَ نَعْلَمُ إِلاَّ خَيْرًا. وَأَمَّا عَلِىُّ بْنُ أَبِى طَالِبٍ فَقَالَ لَمْ يُضَيِّقِ اللَّهُ عَلَيْكَ وَالنِّسَاءُ سِوَاهَا كَثِيرٌ وَإِنْ تَسْأَلِ الْجَارِيَةَ تَصْدُقْكَ - قَالَتْ - فَدَعَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بَرِيرَةَ فَقَالَ: "أَىْ بَرِيرَةُ هَلْ رَأَيْتِ مِنْ شَىْءٍ يَرِيبُكِ مِنْ عَائِشَةَ." قَالَتْ لَهُ بَرِيرَةُ وَالَّذِى بَعَثَكَ بِالْحَقِّ إِنْ رَأَيْتُ عَلَيْهَا أَمْرًا قَطُّ أَغْمِصُهُ عَلَيْهَا أَكْثَرَ مِنْ أَنَّهَا جَارِيَةٌ حَدِيثَةُ السِّنِّ تَنَامُ عَنْ عَجِينِ أَهْلِهَا فَتَأْتِى الدَّاجِنُ فَتَأْكُلُهُ - قَالَتْ - فَقَامَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلَى الْمِنْبَرِ فَاسْتَعْذَرَ مِنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أُبَىٍّ ابْنِ سَلُولَ - قَالَتْ - فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَهُوَ عَلَى الْمِنْبَرِ "يَا مَعْشَرَ الْمُسْلِمِينَ مَنْ يَعْذِرُنِى مِنْ رَجُلٍ قَدْ بَلَغَ أَذَاهُ فِى أَهْلِ بَيْتِى فَوَاللَّهِ مَا عَلِمْتُ عَلَى أَهْلِى إِلاَّ خَيْرًا وَلَقَدْ ذَكَرُوا رَجُلاً مَا عَلِمْتُ عَلَيْهِ إِلاَّ خَيْرًا وَمَا كَانَ يَدْخُلُ عَلَى أَهْلِى إِلاَّ مَعِى." فَقَامَ سَعْدُ بْنُ مُعَاذٍ الأَنْصَارِىُّ فَقَالَ أَنَا أَعْذِرُكَ مِنْهُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنْ كَانَ مِنَ الأَوْسِ ضَرَبْنَا عُنُقَهُ وَإِنْ كَانَ مِنْ إِخْوَانِنَا الْخَزْرَجِ أَمَرْتَنَا فَفَعَلْنَا أَمْرَكَ - قَالَتْ - فَقَامَ سَعْدُ بْنُ عُبَادَةَ وَهُوَ سَيِّدُ الْخَزْرَجِ وَكَانَ رَجُلاً صَالِحًا وَلَكِنِ اجْتَهَلَتْهُ الْحَمِيَّةُ فَقَالَ لِسَعْدِ بْنِ مُعَاذٍ كَذَبْتَ لَعَمْرُ اللَّهِ لاَ تَقْتُلُهُ وَلاَ تَقْدِرُ عَلَى قَتْلِهِ . فَقَامَ أُسَيْدُ بْنُ حُضَيْرٍ وَهُوَ ابْنُ عَمِّ سَعْدِ بْنِ مُعَاذٍ فَقَالَ لِسَعْدِ بْنِ عُبَادَةَ كَذَبْتَ لَعَمْرُ اللَّهِ لَنَقْتُلَنَّهُ فَإِنَّكَ مُنَافِقٌ تُجَادِلُ عَنِ الْمُنَافِقِينَ فَثَارَ الْحَيَّانِ الأَوْسُ وَالْخَزْرَجُ حَتَّى هَمُّوا أَنْ يَقْتَتِلُوا وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَائِمٌ عَلَى الْمِنْبَرِ فَلَمْ يَزَلْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُخَفِّضُهُمْ حَتَّى سَكَتُوا وَسَكَتَ - قَالَتْ - وَبَكَيْتُ يَوْمِى ذَلِكَ لاَ يَرْقَأُ لِى دَمْعٌ وَلاَ أَكْتَحِلُ بِنَوْمٍ ثُمَّ بَكَيْتُ لَيْلَتِى الْمُقْبِلَةَ لاَ يَرْقَأُ لِى دَمْعٌ وَلاَ أَكْتَحِلُ بِنَوْمٍ وَأَبَوَاىَ يَظُنَّانِ أَنَّ الْبُكَاءَ فَالِقٌ كَبِدِى فَبَيْنَمَا هُمَا جَالِسَانِ عِنْدِى وَأَنَا أَبْكِى اسْتَأْذَنَتْ عَلَىَّ امْرَأَةٌ مِنَ الأَنْصَارِ فَأَذِنْتُ لَهَا فَجَلَسَتْ تَبْكِى - قَالَتْ - فَبَيْنَا نَحْنُ عَلَى ذَلِكَ دَخَلَ عَلَيْنَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَسَلَّمَ ثُمَّ جَلَسَ - قَالَتْ - وَلَمْ يَجْلِسْ عِنْدِى مُنْذُ قِيلَ لِى مَا قِيلَ وَقَدْ لَبِثَ شَهْرًا لاَ يُوحَى إِلَيْهِ فِى شَأْنِى بِشَىْءٍ - قَالَتْ - فَتَشَهَّدَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حِينَ جَلَسَ ثُمَّ قَالَ « أَمَّا بَعْدُ يَا عَائِشَةُ فَإِنَّهُ قَدْ بَلَغَنِى عَنْكِ كَذَا وَكَذَا فَإِنْ كُنْتِ بَرِيئَةً فَسَيُبَرِّئُكِ اللَّهُ وَإِنْ كُنْتِ أَلْمَمْتِ بِذَنْبٍ فَاسْتَغْفِرِى اللَّهَ وَتُوبِى إِلَيْهِ فَإِنَّ الْعَبْدَ إِذَا اعْتَرَفَ بِذَنْبٍ ثُمَّ تَابَ تَابَ اللَّهُ عَلَيْهِ » . قَالَتْ فَلَمَّا قَضَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَقَالَتَهُ قَلَصَ دَمْعِى حَتَّى مَا أُحِسُّ مِنْهُ قَطْرَةً فَقُلْتُ لأَبِى أَجِبْ عَنِّى رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِيمَا قَالَ . فَقَالَ وَاللَّهِ مَا أَدْرِى مَا أَقُولُ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقُلْتُ لأُمِىِّ أَجِيبِى عَنِّى رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَتْ وَاللَّهِ مَا أَدْرِى مَا أَقُولُ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقُلْتُ وَأَنَا جَارِيَةٌ حَدِيثَةُ السِّنِّ لاَ أَقْرَأُ كَثِيرًا مِنَ الْقُرْآنِ إِنِّى وَاللَّهِ لَقَدْ عَرَفْتُ أَنَّكُمْ قَدْ سَمِعْتُمْ بِهَذَا حَتَّى اسْتَقَرَّ فِى نُفُوسِكُمْ وَصَدَّقْتُمْ بِهِ فَإِنْ قُلْتُ لَكُمْ إِنِّى بَرِيئَةٌ وَاللَّهُ يَعْلَمُ أَنِّى بَرِيئَةٌ لاَ تُصَدِّقُونِى بِذَلِكَ وَلَئِنِ اعْتَرَفْتُ لَكُمْ بِأَمْرٍ وَاللَّهُ يَعْلَمُ أَنِّى بَرِيئَةٌ لَتُصَدِّقُونَنِى وَإِنِّى وَاللَّهِ مَا أَجِدُ لِى وَلَكُمْ مَثَلاً إِلاَّ كَمَا قَالَ أَبُو يُوسُفَ فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ . قَالَتْ ثُمَّ تَحَوَّلْتُ فَاضْطَجَعْتُ عَلَى فِرَاشِى - قَالَتْ - وَأَنَا وَاللَّهِ حِينَئِذٍ أَعْلَمُ أَنِّى بَرِيئَةٌ وَأَنَّ اللَّهَ مُبَرِّئِى بِبَرَاءَتِى وَلَكِنْ وَاللَّهِ مَا كُنْتُ أَظُنُّ أَنْ يُنْزَلَ فِى شَأْنِى وَحْىٌ يُتْلَى وَلَشَأْنِى كَانَ أَحْقَرَ فِى نَفْسِى مِنْ أَنْ يَتَكَلَّمَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ فِىَّ بِأَمْرٍ يُتْلَى وَلَكِنِّى كُنْتُ أَرْجُو أَنْ يَرَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى النَّوْمِ رُؤْيَا يُبَرِّئُنِى اللَّهُ بِهَا قَالَتْ فَوَاللَّهِ مَا رَامَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَجْلِسَهُ وَلاَ خَرَجَ مِنْ أَهْلِ الْبَيْتِ أَحَدٌ حَتَّى أَنْزَلَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ عَلَى نَبِيِّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَخَذَهُ مَا كَانَ يَأْخُذُهُ مِنَ الْبُرَحَاءِ عِنْدَ الْوَحْىِ حَتَّى إِنَّهُ لَيَتَحَدَّرُ مِنْهُ مِثْلُ الْجُمَانِ مِنَ الْعَرَقِ فِى الْيَوْمِ الشَّاتِ مِنْ ثِقَلِ الْقَوْلِ الَّذِى أُنْزِلَ عَلَيْهِ - قَالَتْ - فَلَمَّا سُرِّىَ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَهُوَ يَضْحَكُ فَكَانَ أَوَّلَ كَلِمَةٍ تَكَلَّمَ بِهَا أَنْ قَالَ: "أَبْشِرِى يَا عَائِشَةُ أَمَّا اللَّهُ فَقَدْ بَرَّأَكِ." فَقَالَتْ لِى أُمِّى قُومِى إِلَيْهِ فَقُلْتُ وَاللَّهِ لاَ أَقُومُ إِلَيْهِ وَلاَ أَحْمَدُ إِلاَّ اللَّهَ هُوَ الَّذِى أَنْزَلَ بَرَاءَتِى - قَالَتْ - فَأَنْزَلَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ "(إِنَّ الَّذِينَ جَاءُوا بِالإِفْكِ عُصْبَةٌ مِنْكُمْ)" عَشْرَ آيَاتٍ فَأَنْزَلَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ هَؤُلاَءِ الآيَاتِ بَرَاءَتِى - قَالَتْ - فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ وَكَانَ يُنْفِقُ عَلَى مِسْطَحٍ لِقَرَابَتِهِ مِنْهُ وَفَقْرِهِ وَاللَّهِ لاَ أُنْفِقُ عَلَيْهِ شَيْئًا أَبَدًا بَعْدَ الَّذِى قَالَ لِعَائِشَةَ. فَأَنْزَلَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ "(وَلاَ يَأْتَلِ أُولُو الْفَضْلِ مِنْكُمْ وَالسَّعَةِ أَنْ يُؤْتُوا أُولِى الْقُرْبَى)" إِلَى قَوْلِهِ "(أَلاَ تُحِبُّونَ أَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْ)" قَالَ حِبَّانُ بْنُ مُوسَى قَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ الْمُبَارَكِ هَذِهِ أَرْجَى آيَةٍ فِى كِتَابِ اللَّهِ. فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ وَاللَّهِ إِنِّى لأُحِبُّ أَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لِى. فَرَجَعَ إِلَى مِسْطَحٍ النَّفَقَةَ الَّتِى كَانَ يُنْفِقُ عَلَيْهِ وَقَالَ لاَ أَنْزِعُهَا مِنْهُ أَبَدًا. قَالَتْ عَائِشَةُ وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم سَأَلَ زَيْنَبَ بِنْتَ جَحْشٍ زَوْجَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم عَنْ أَمْرِى "مَا عَلِمْتِ أَوْ مَا رَأَيْتِ." فَقَالَتْ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَحْمِى سَمْعِى وَبَصَرِى وَاللَّهِ مَا عَلِمْتُ إِلاَّ خَيْرًا. قَالَتْ عَائِشَةُ وَهِىَ الَّتِى كَانَتْ تُسَامِينِى مِنْ أَزْوَاجِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَعَصَمَهَا اللَّهُ بِالْوَرَعِ وَطَفِقَتْ أُخْتُهَا حَمْنَةُ بِنْتُ جَحْشٍ تُحَارِبُ لَهَا فَهَلَكَتْ فِيمَنْ هَلَكَ. قَالَ الزُّهْرِىُّ فَهَذَا مَا انْتَهَى إِلَيْنَا مِنْ أَمْرِ هَؤُلاَءِ الرَّهْطِ. وَقَالَ فِى حَدِيثِ يُونُسَ احْتَمَلَتْهُ الْحَمِيَّةُ.
Tercemesi:
Bize Habban b. Musa, ona Abdullah b. el-Mübarek, ona Yunus b. Yezid el-Eylî; (T)
Bize İshak b. İbrahim el-Hanzalî, Muhammed b. Râfi’ ve Abdullah b. Humeyd, onlara Abdürrezzak, ona Mamer, ona Yunus ve Mamer’e birlikte ez-Zührî, ona Said b. el-Müseyyeb, Urve b. ez-Zübeyr, Alkame b. Vakkas ve Ubeyydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud, Nebi'nin (sav) zevcesi Âişe'nin İfk (iftira) hadisesine karışanlar, onun hakkında söylediklerini söyleyip, Allah da onların söylediklerinden onu temize çıkarması hususunu haber verdiler. Onların hepsi onun ile ilgili hadisin (anlatılanların) bir bölümünü bana rivayet etmiş olup, onların kimi onun bu hadisini diğerine göre daha iyi bellemiş, olayı daha sağlam bir şekilde anlatıp nakletmiştir. Ben de onların her birisinden bana nakletmiş olduğu hadisi iyice belledim. Onların anlattıklarının her bir kısmı diğer bir kısmını doğruluyor idi. Zikrettiklerine göre Nebi'nin (sav) zevcesi Aişe şöyle demiştir: Rasulullah (sav) bir sefere çıkmak istediği zaman hanımları arasında kura çekerdi. Hangisinin kurada adı çıkarsa Rasulullah (sav) onu da beraberinde sefere çıkartırdı. – Aişe dedi ki:- Çıktığı gazaların birisinde aramızda kura çekti ve o gazvede kura bana çıktı. Ben de Rasulullah (sav) ile birlikte sefere çıktım. Bu ise hicab emrinin nuzülünden sonra olmuştu. Ben bu yolculuğumuz sırasında hevdecimde taşınıyor ve hevdecim içinde olduğum halde indiriliyordum. Nihayet Rasulullah (sav) gazvesini tamamlayıp geri döndüğünde Medine’ye de yaklaştığımız esnada bir gece yola koyulacağımızın ilanı yapıldı. Yola koyulacağımız ilan edilince ben de kalkıp ordu karargâhının dışına çıkıncaya kadar yürüdüm. İhtiyacımı gördükten sonra tekrar hevdecime doğru gelirken göğsüme dokunduğumda Zafâr boncuğundan gerdanlığımın kopmuş olduğunu gördüğüm için geri dönüp gerdanlığımı aradım, onu arayışım ise beni (vaktinde geri dönmekten) alıkoydu. Benim hevdecimi kaldırıp deveye yüklemekle görevli olan kişiler gelip hevdecimi kaldırarak bindiğim deveme yüklediler. Onlar da benim hevdecimin içinde olduğumu sanıyorlardı. – (Aişe) dedi ki:- Kadınlar o sırada hafif idiler. Şişmanlamamışlar, vücutları et toplamamıştı, onlar yemek namına çok az bir şey yiyorlardı. Bu sebeple hevdecimi kaldıran görevliler onu kaldırıp deveye yüklediklerinde ağırlığından şüphelenmediler bense yaşça küçük bir kadın idim. Deveyi çöktüğü yerden kaldırdılar ve yollarına koyuldular. Ordu yoluna devama koyulduktan sonra ben de gerdanlığımı buldum. Onların konakladığı yere geldiğimde, orada ne seslenen ne de seslenecek sese cevap veren kimse vardı. Bundan dolayı konakladığım yere doğru gittim ve onların benim hevdecimde olmadığımı anlayarak tekrar yanıma geri döneceklerini düşündüm. Ben konaklamış olduğum yerde oturmakta iken gözlerimi tutamayıp uyudum. Safvân b. el-Muattal es-Sülemî –sonra ez-Zekvânî- ordunun arkasında gecelemişti. Gecenin sonuna doğru yola çıkmış ve benim konakladığım yere yakın bir yerde sabahı etmişti. Uyumakta olan bir insanın karartısını görünce yanıma geldi, beni görünce beni tanıdı. Ben hicaba bürünmeden önce beni görüyordu. Beni tanıyınca innâ lillah ve innâ ileyhi râciun diyerek istircâda bulunması üzerine uyandım. Hemen cilbabımla yüzümü örttüm. Vallahi benimle tek bir kelime dahi konuşmadı. Ben de kendisinden istircâda bulunması dışında bir söz işitmedim. Nihayet devesini çöktürdü, devesinin ön ayaklarına bastı, ben de devesine bindim. Deveyi çekerek yola koyuldu. Sonunda onlar da öğle sıcağında konakladıktan sonra ordugâha vardık. Arkasından da benim hakkımdaki dedikodular sebebiyle helâk olanlar helâk oldu. Bu iftiranın en büyüğünü üstlenen kişi de Abdullah b. Ubey b. Selûl oldu. Derken Medine'ye geldik. Medine’ye vardığımızda ben bir ay süreyle hastalandım. İnsanlar ise iftiracıların (ifk ehlinin) söylediklerine dalıp gitmişlerdi. Ben ise bunların hiçbirisinin farkında değildim. Fakat bu hastalığım esnasında Rasulullah'tan (sav) daha önceleri hastalandığımda görmeye alıştığım o latif ve ince muameleyi görmeyişim beni şüphelendirmişti. Rasulullah (sav) yalnızca yanıma giriyor; "bu hastanız nasıl" diyordu. Bu ise beni şüphelendirmekle birlikte, ben çıkan şerrin farkında değildim. Sonunda iyileştikten sonra dışarı çıktım. Beraberimde Ümmü Mistah da bulunduğu halde ihtiyaçların karşılandığı tarafa doğru çıktım. Burası bizim ihtiyaçlarımızı karşılamak üzere gittiğimiz bir yerdi. Ancak geceden geceye buraya çıkardık. Bu ise bizim evlerimize yakın kenefler edinmemizden önce idi. Bu hususta bizim de durumumuz -bu gibi şeylerden uzak kalışta- önceki Arapların durumu gibiydi. Çünkü evlerimize yakın yerlerde kenef yapmaktan rahatsız olurduk. Bu sebeple Ebu Rumh b. el-Muttalib b. Abdulmenaf'ın kızı olan Ümmü Mistah ile dışarı çıktık. Onun annesi ise Ebu Bekir es-Sıddık'ın teyzesi Sahr b. Âmir'in kızı idi. Ümmü Mistah'ın oğlu ise Mistah b. Üsame b. Abbad b. el-Muttalib idi. Ben ve Ebu Ruhm'un kızı işimizi bitirdikten sonra evime doğru geldik. Bu sırada Ümmü Mistah elbisesinin eteğine basarak tökezledi, kahrolası Mistah dedi. Ben ona; ne kötü bir söz söyledin? Bedir'de bulunmuş bir adama böyle mi ağır söz söylüyorsun dedim. O; ah kızcağızım, sen onun neler söylediklerini duymadın mı dedi. Ben; ne dedi ki dedim. O şöyle dedi diyerek ifk ehli (denilen) iftiracıların söylediklerini bana haber verdi. Bunun üzerine hastalığıma hastalık katıldı. Evime geri döndüğüm zaman Rasulullah (sav) yanıma geldi, selam verdikten sonra; "bu hastanız nasıl" buyurdu. Ben; annemin, babamın yanına gitmeme izin verir misin dedim. O sırada ise ben onlardan bu haberlerin gerçeğini öğrenip emin olmak istemiştim. Rasulullah (sav) bana izin verince ben de annemin babamın yanına geldim. Anneme: Anacığım, insanların dillerine doladıkları nedir dedim. O; kızcağızım, kendine acı, vallahi kendisini seven bir kocanın yanında bulunan ve birçok kuması olan güzel bir kadın olup da onların onun aleyhine bir şeyler uydurmadıkları pek az olur. (Aişe) dedi ki: Ben kendi kendime Subhanallah, insanlar böyle şeyler de mi konuştular dedim. (Aişe) dedi ki: O gece sabaha kadar ağlayıp durdum, gözyaşım dinmedi, gözüme uyku girmedi. Sonra da ağlayarak sabahı ettim. Rasulullah da (sav) (bu hususta) vahyin gelmesi gecikince kendileriyle hanımından (benden) ayrılmak hususunda istişare etmek üzere Ali b. Ebu Talib ve Üsame b. Zeyd'i çağırdı. (Aişe) dedi ki: Üsame b. Zeyd Rasulullah'a (sav), eşinin bu işten uzak ve temiz olduğuna dair bilgisine ve kendi içinde onlara beslemiş olduğu sevgisine uygun olarak kanaatini belirterek dedi ki: Ey Allah'ın Rasulü bunlar senin ailendir ve biz hayırdan başka bir şey bilmiyoruz. Ali b. Ebu Talib ise Allah bu hususta işi senin aleyhine daraltmış değildir. Onun dışında pek çok kadın vardır, eğer cariyeye soracak olursan o sana doğruyu söyleyecektir dedi. (Aişe) dedi ki: Bunun üzerine Rasulullah (sav) Berire'yi çağırdı ve "ey Berire! Sen Aişe'nin seni şüphelendirecek bir halini gördün mü" sordu. Berire ona; seni hak ile gönderene yemin ederim ki, ben onun aleyhinde onun için ayıplayacağım hiçbir husus görmüş değilim. Bütün gördüğüm şundan ibarettir: O henüz yaşı küçük bir kızcağızdır, ailesi için yoğurmuş olduğu hamuru bırakıp uyur, koyun gelir onu yer, cevabını verdi: (Aişe) dedi ki: Sonra Rasulullah (sav) minbere çıktı ve Abdullah b. Ubey b. Ebu Selul hakkında (söyleyeceklerinden ötürü) mazur görülmesini istedi. (Aişe devamla) dedi ki: Rasulullah (sav) minber üzerinde şöyle buyurdu: "Ey Müslümanlar topluluğu, aile halkım hakkında eziyet verecek kadar ileri giden bir adamın yaptıklarına karşılık (benim yapacaklarımdan ötürü) beni kim mazur görecek? Vallahi ben, eşim hakkında hayırdan başka hiçbir şey bilmiyorum. Ayrıca onların sözünü ettikleri adam hakkında da hayırdan başka bildiğim bir şey yok. O, eşimin bulunduğu yere ancak benimle içeri girerdi." Bu sefer ensardan Sa'd b. Muaz ayağa kalkarak; wy Allah'ın Rasulü! Ondan ötürü ben seni mazur görürüm. Eğer (dediğin kişi) Evs'ten ise biz onun boynunu vururuz. Şayet Hazrecli kardeşlerimizden birisi ise bize emir verirsin biz de sen ne emredersen onu yaparız dedi. (Âişe) dedi ki: Bunun üzerine Hazreclilerin efendisi olan Sa‘d b. Ubade ayağa kalktı, salih bir zat idi. Fakat onun hamiyet duygusu kendisine cahilce bir iş yaptırdı ve Sa'd b. Muaz'a; vallahi yalan söylüyorsun, onu öldüremezsin onu öldürmeye gücün de yetmez dedi. Sa'd b. Muaz'ın amcasının oğlu olan Useyd b. Hudayr ayağa kalkarak Sa'd b. Ubade'ye; vallahi yalan söyledin. Şüphesiz biz onu öldürürüz, şüphesiz sen münafıklar adına tartışan bir münafıksın, demesi üzerine, o iki kabile olan Evs ile Hazrec galeyana geldi, hatta birbirleriyle vuruşmak istediler. Rasulullah (sav) ise minber üzerinde ayakta duruyordu. Rasulullah (sav) onlar susuncaya kadar onları teskin etmeye devam etti, sonra o da sustu. (Aişe) dedi ki: O gün ben hep ağladım. Gözyaşlarım dinmedi, gözüme uyku girmedi. Arkasından bir sonraki gece de ağlayıp durdum. Ne gözyaşım dindi, ne gözüme uyku girdi. Annem ve babam ise ağlamanın benim ciğerimi parçalayacağını sandılar. Onlar yanımda otururken ben de ağlıyorken ensardan bir kadın yanıma gelmek için izin istedi. Ben de ona izin verdim. Oturup ağlamaya başladı. (Aişe) dedi ki: Bizler bu halde iken, Rasulullah (bav) yanımıza girdi, selam verdikten sonra oturdu. (Aişe) dedi ki: Hakkımda o söylenenlerin söylendiğinden beri yanımda oturmamıştı. Bir ay geçtiği halde benim hakkımda ona hiçbir şey vahy edilmemişti. (Aişe) devamla dedi ki: Rasulullah (sav) oturunca kelime-i şahadet getirdi, sonra da şunları söyledi: "İmdi ey Aişe! Senin hakkında şöyle şöyle denilenler bana ulaştı. Eğer sen gerçekten günahsız isen, Allah senin günahsızlığını bildirecektir. Eğer bir günah işlemiş isen Allah'tan seni bağışlamanı dile, ona tövbe et. Çünkü kul bir günahı itiraf ettikten sonra tövbe ederse Allah da tövbesini kabul eder" buyurdu. (Aişe) devamla dedi ki: Rasulullah (sav) sözlerini bitirince gözyaşlarım kesildi hatta bir damla dahi aktığını hissetmedim. Babama; benim adıma Rasulullah'a (sav) söylediklerine cevap ver dedim. O; vallahi Rasulullah'a (sav) ne diyeceğimi bilemiyorum dedi. Bu sefer anneme: Rasulullah'a (sav) benim adıma sen cevap ver dedim. Annem: Vallahi Rasulullah'a (sav) ne diyeceğimi bilemiyorum dedi. Ben yaşça küçük bir kız olduğum halde şöyle dedim: Ben Kur’ân-ı Kerim'den fazla bir miktarı (ezbere) okuyamıyorum ama şüphesiz ben, Allah'a yemin olsun ki, sizin bu sözleri işittiğinizi ve sonunda bunun içinizde yer ettiğini, onu doğru gördüğünüzü öğrenmiş oldum. Şayet ben sizlere günahsızım, diyecek olursam zaten Allah benim günahsız olduğumu biliyor, bu sözümü doğru kabul etmeyeceksiniz. Eğer sizlere bir hususu itiraf edecek olsam, Allah da benim ondan uzak olduğumu bildiği halde siz benim bu söylediğimi doğru kabul edeceksiniz. Allah'a yemin olsun gerçek şu ki, benim durumum ile sizin durumunuza uygun bulduğum yegâne örnek Yusuf'un babasının dediği gibi "bana düşen güzelce sabretmekten ibarettir, sizin bu dediklerinize karşı Allah'tan yardımcı olmasını dilerim" (Yusuf,12/18) sözüdür.
(Aişe devamla) dedi ki: Sonra başka tarafa döndüm ve yatağıma yattım. (Aişe) dedi ki: O vakit ben vallahi suçsuz olduğumu ve Allah’ın suçsuz olmam sebebiyle benim günahsızlığımı ortaya koyacağını biliyordum. Ama Allah'a yemin ederim ki benim hakkımda tilavet olunacak buyrukların indirileceğini sanmıyordum. Şüphesiz ben Aziz ve Celil Allah’ın benim hakkımda tilavet olunacak buyruklar indireceğini zannetmeyecek kadar kendimi küçük görüyordum. Ama Rasulullah'a (sav) uykusunda Allah'ın onunla beni temize çıkaracak bir rüya göstereceğini ümit ediyordum. (Aişe) dedi ki: Allah'a yemin olsun ki Rasulullah (sav) oturduğu yerden kalkmadan ve aile halkından herhangi bir kimse dışarı çıkmadan, aziz ve celil Allah Nebi’sine (sav) vahiy indirdi ve vahyin indiği esnada kendisini bürüyen vahyin ağırlığı hali aldı. Hatta ona indirilen buyrukların ağırlığından ötürü soğuk kış gününde dahi ondan (vahiy geldiği sırada) inci taneleri gibi ter dökülürdü. (Aişe) dedi ki: Rasulullah'ın (sav) üzerinden vahiy dolayısıyla kendisini bürüyen hal açılınca, gülerek ilk söylediği söz; "müjde ey Aişe! Allah senin günahsız olduğunu bildirip seni temize çıkardı" demek oldu. Annem bana; haydi onun için (saygını göstererek) ayağa kalk dedi. Ben;vallahi onun için ayağa kalkmayacağım, Allah'tan başkasına da hamd edecek değilim çünkü benim suçsuz ve günahsız olduğuma dair buyrukları indiren odur. (Aişe) dedi ki: Aziz ve celil Allah da "O olmadık iftirada bulunanlar sizden bir topluluktur" (Nur, 24/11) buyruğundan itibaren on ayet-i kerimeyi indirdi. Aziz ve celil Allah bu ayetleri benim suçsuz ve günahsız olduğuma dair indirmişti. (Aişe) dedi ki: Bunun üzerine Ebu Bekir, kendisine yakın bir akraba ve fakir olması dolayısıyla nafaka verdiği Mistah hakkında; vallahi Aişe için o sözleri söyledikten sonra hiçbir zaman ona hiçbir infakta bulunmayacağım deyince, aziz ve celil Allah da "sizden fazilet ve imkân sahipleri, fakirlere infak etmemeye yemin etmesinler" buyruğunu: "Allah’ın size mağfiret etmesini sevmez misiniz" (Nur, 24/22) buyruğuna kadar indirdi. (Ravi) Habban b. Musa dedi ki: Abdullah b. el-Mübarek dedi ki: İşte bu, Allah'ın kitabındaki en ümit verici ayettir. Bunun üzerine Ebu Bekir; vallahi, gerçekten ben, Allah'ın günahlarımı bana bağışlamasını severim deyip, Mistah'a daha önceden yapmış olduğu infakı yeniden yapmaya başladı ve hiçbir zaman bu nafakayı ondan kesmeyeceğim dedi. Aişe dedi ki: Rasulullah (sav), Nebi'nin (sav) zevcesi Cahş kızı Zeyneb'e benim durumuma dair; "sen ne bildin ya da ne gördün" diye sormuştu. O; ey Allah'ın Rasulü! Ben kulağımı ve gözümü (kötülüklere karşı) korurum, vallahi ben hayırdan başka hiçbir şey bilmiyorum dedi. Aişe dedi ki: Nebi'nin (sav) zevceleri arasında benimle boy ölçüşebilecek tek hanımı o idi. Ama vera’ ve takvası sayesinde Allah da onu korudu. Fakat onun kız kardeşi Cahş kızı Hamne ise onun lehine savaşmaya koyulmuştu. Bu sebeple o da helâk olanlar arasında helâk oldu. ez-Zührî dedi ki: İşte bunlar, o kişilerin durumu ile ilgili olarak bizi ulaşan bilgilerdir. Yunus’un hadisi rivayetinde; hamiyet duygusu onu itti demiştir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Tevbe 7020, /1139
Senetler:
()
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Kur'an, Nüzul sebebleri
Münafık, yaptıkları şeyler (Resulullah zamanında)