3644 Kayıt Bulundu.
Bize Hennâd, ona Yunus b. Bükeyr, ona Ömer b. Zerr, ona Mücahid, Ebu Hureyre’nin şöyle anlattığın rivayet etti: (Peygamberimizin kurduğu) Suffa Okulunun öğrencileri, Müslümanların konuk severliği sayesinde geçimlerini sürdürüyorlardı. Onların ne bir aileleri ne de servetleri vardı. Tek olan Allah’a and olsun ki bazı zamanlar, açlıktan baygınlık geçirir ve karnıma taş bağlardım. Bir gün, insanların geçtikleri yol üzerine oturdum. Ebu Bekir yoldan geçiyordu. Ona Allah’ın kitabından bir ayetin manasını sordum. (Aslında asıl) maksadım beni doyurmasıydı. Ancak yoluna devam etti. İçimden geçirdiğim şeyi yapmamıştı. Sonra Ömer çıkageldi. Ona da, Allah’ın kitabından bir ayet sordum. Amacım belliydi, karnımı doyursun istiyordum. O da biraz sonra ayrılıp gitmişti. Beni anlamamıştı. Sonra Efendimiz Ebü’l-Kâsım Muhammed (sav) çıkageldi. Karşıdan beni görünce gülümsedi ve “Ey Ebu Hureyre” dedi. “Buyurun, Ey Allah’ın Rasulü!” dedim. Efendimiz (sav) “Haydi, benimle gel!” diye söyledi. Yürümeye başladı, takıldım peşine. Evine girdi. (Ben de gireyim mi?) diye izin istedim. (Durma gir) diyerek izin verdi. Evde bir tas süt buldu ve ‘Bu sütü size kim getirdi?’ diye sordu. “Falan kimse bize hediye olarak getirmişti” dediler. Bunun üzerine Allah’ın Resulü, “Ebu Hureyre !” dedi. Ben de “Buyur, Ey Allah’ın elçisi!” dedim. “Suffa öğrencilerine git ve onları buraya çağır” dedi. Suffa öğrencileri Müslümanların misafirleriydi. Onların ne servetleri, ne de aileleri vardı. Allah’ın Resulü, kendisine sadaka geldiğinde ondan hiçbir şey yemez, onu doğruca Suffa öğrencilerine yönlendirirdi. Hediye geldiğinde ise Suffa öğrencilerine haber gönderir, kendisi bu hediyeden alır, Suffa’dakileri de hediyeye ortak ederdi. Bu sefer Suffa öğrencilerinin çağrılması hoşuma gitmemişti. Peygamber’in elçisi olarak Suffa’dakileri çağırmaya giderken, bir taraftan da kendi kendime söyleniyordum: “Bir tas süt Suffadakilerin hangisine yetecek! Allah'ın Resulü, bir tas sütü onlar arasında dolaştırmamı emredecek ki, benim payıma bundan ne düşebilir? Ben açlığımı giderecek kadar ondan içmek isterdim, Ne yapalım, Allah’a ve Resulüne itaatten başka çare yok.” (Az sonra) Suffa’ya vardım. Suffa’da kalan öğrencilere Efendimiz’in (sav) davetini ilettim. Hz. Peygamber’in yanına girince herkes yerini aldı. Efendimiz (sav), “Ebu Hureyre! Süt tasını al, onlara ikram et” buyurdu. Ben tası alıp tek tek herkese vermeye başladım. Tası her eline alan doyasıya içiyor, sonra tası tekrar bana veriyor, bende bir başkasına veriyordum. Sonunda bardağı Efendimize verdim. Orada bulunan herkes doyuncaya kadar içmişti. Allah'ın Resulü, süt tasını aldı ellerinin arasına koydu, sonra başını kaldırarak gülümsedi ve “Ebu Hureyre iç!” dedi. İçtim. Sonra tekrar “İç!” buyurdu. Efendimiz “iç” dedikçe, içip durdum. Sonunda şöyle dedim: “Seni hak ile gönderen Allah’a yemin olsun ki, artık içecek halim kalmadı.” Nihayet, Hz. Peygamber tası eline aldı, Allah’a hamd etti, besmele çekti ve O da sütten içti.
Tirmizî: Bu hadis hasen-sahihtir.
Bize el-Ensârî, ona Ma'n, ona Malik, ona Hubeyb b. Abdurrahman, ona Hafs b. Asım, ona da Ebu Hüreyre veya Ebu Saîd, Rasulullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu nakletti:
"Yedi sınıf insan vardır ki Allah, onları hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde, kendi gölgesinde gölgelendirecektir: Adil yönetici; Allah'a ibadetle yetişip büyüyen genç; mescitten çıktığında tekrar döneceği zamana kadar kalbi mescide bağlı olan kişi; Allah için birbirini seven bu sevgiyle bir araya gelip bu sevgiyle ayrılan iki kişi; yalnız başına iken Allah’ı zikrettiğinde gözleri yaşla dolan kimse; Güzel ve soylu bir kadının kendisini (ilişkiye) çağırmasına karşı 'Ben Allah’tan korkarım!' diyerek o kadına yaklaşmayan kişi; Sağ elinin verdiği sadakayı sol eli bile fark etmeyecek kadar gizlice infak eden kimse.”
Ebu İsa (Tirmizî) dedi ki: Bu hadis, hasen sahihtir. Bu hadis başka senedlerle Mâlik b. Enes’ten de rivâyet edilmiştir. Ravi, hadisin senedinde şekk ederek (şüphe ederek), 'Ebu Hüreyre veya Ebu Saîd’den' demiştir. Ancak Ubeydullah b. Ömer, Hubeyb b. Abdurrahman’dan rivâyet etmiş ve hiçbir şüphe göstermemiştir. O, doğrudan “Ebû Hüreyre’den” diyerek hadisi nakletmiştir.
Bize Sevvâr b. Abdullah el-Anberî ve Muhammed b. Müsennâ, onlara Yahya b. Said, ona Ubeydullah b. Ömer, ona Hubeyb, ona Hafs b. Asım, ona da Ebu Hüreyre, Hz. Peygamber'den (sav), (mana bakımından) Malik b. Enes’in hadisi gibi hadis rivâyet ettiler. Ancak bu rivayette: "Gönlü mescidlere bağlı kişi" ve "Mevkî sahibi güzel bir kadın" ifadeleri kullanılmıştır.
Ebu İsa dedi ki: Mikdam hadisi, hasen sahih garib bir hadistir. Mikdam’ın künyesi Ebu Kerime’dir.
Bize İsa b. Hammâd el-Mısrî, ona Leys b. Sa‘d, ona Said el-Makburî, ona Şerik b. Abdullah b. Ebu Nemir’in rivayet ettiğine göre o, Enes b. Malik’i şöyle derken dinlemiştir:
"Bizler mescitte oturuyorken bir adam devesiyle gelip mescide girdi. Devesini mescitte ıhtırdıktan sonra yularını bağladı. Sonra oradakilere:
-Muhammed hanginiz? diye sordu. Rasulullah (sav) aralarında yaslanmış oturuyordu. Huzurda bulunanlar:
-Şu yaslanmış oturan beyaz tenli adamdır, dediler. Adam ona:
-Ey Abdulmuttalib’in oğlu, diye seslendi, Nebi (sav) cevaben:
-Söyle dinliyorum, buyurdu. Adam ona:
-Ey Muhammed, sana bazı sorular soracağım ve belki ısrarcı olacağım, inşallah rahatsız olmazsın, dedi. Rasulullah (sav):
-İstediğini sorabilirsin, buyurdu. Adam ona:
-Senin ve senden öncekilerin Rabbi adına söyle, bütün insanlara seni Allah mı elçi gönderdi? dedi.
Rasulullah (sav):
-Yemin olsun ki evet, buyurdu.
Adam:
-Allah aşkına söyle, bir gün ve gecede şu beş vakit namazı kılmayı sana Allah mı emretti?
Rasulullah (sav):
-Yemin olsun ki evet, buyurdu.
Adam:
-Allah aşkına söyle, senenin şu ayında oruç tutmayı sana Allah mı emretti? dedi. Rasulullah (sav):
-Yemin olsun ki evet, buyurdu.
Adam:
-Allah aşkına söyle, zenginlerimizden zekat alıp fakirlerimize dağıtmayı sana Allah mı emretti? dedi.
Rasulullah (sav):
-Yemin olsun ki evet, buyurdu.
Adam:
-Ben senin getirdiklerine iman ettim. Kabilemin geri kalanlarının da elçisiyim. Adım Dımam b. Sa‘lebe’dir, Sa‘d b. Bekir oğullarının akrabası olurum, dedi.
Bize Nasr b. Ali el-Cehdamî ve Ebu Ammâr, -hadisin lafızları Ebu Ammâr'a ait olmakla birlikte, manada bir değişiklik yoktur- onlara Süfyân b. Uyeyne, ona Zührî, ona Humeyd b. Abdurrahman, ona da Ebu Hureyre şöyle rivayet etmiştir:
"Bir adam Hz. Peygamber'e (sav) gelip 'Helak oldum yâ Rasulullah!' dedi. Nebî (sav) "Nedir seni helak eden?' buyurunca, 'Ramazan ayında hanımımla birlikte oldum' dedi. Hz. Peygamber (sav) 'Bir köle azat edebilir misin?' buyurunca, adam 'Hayır' dedi. 'Peki peş peşe iki ay oruç tutmaya güç yetirebilir misin?' diye sorunca, adam yine 'Hayır' dedi. Nebî (sav) 'O halde altmış fakiri doyurabilir misin?' diye sorunca, adam yine 'Hayır' dedi. Hz. Peygamber (sav) 'Otur' buyurdu, adam da oturdu. O esnada Rasulullah'a (sav) içi hurma dolu büyük bir sepet getirildi. -Râvilerden biri hadiste geçen 'arak' kelimesinin büyük sepet olduğu açıklamasında bulunmuştur.- Nebî (sav) 'Al bunu sadaka olarak dağıt' buyurunca, adam 'Medine'nin şu iki siyah kayalığı arasında bizden daha fakiri yoktur ki' dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav), azı dişleri gözükene dek güldü, ardında da 'Al bunu, ailene yedir' buyurdu."
Tirmizî bu hadis hakkında şu değerlendirmelerde bulunmuştur: 'Bu konuda İbn Ömer, Âişe ve Abdullah b. Amr'dan da hadis nakledilmiştir. Ebu Hureyre hadisi, hasen-sahih bir hadistir. İlim ehli nezdinde, ramazan ayında bilerek cinsel münasebette bulunup orucunu bozan kimse hususunda uygulama (amel) bu hadise göredir. Orucunu bilerek yiyip içmek suretiyle bozan kimse hakkında ise ilim ehli ihtilaf etmiştir. Onların bir kısmı, o kişiye kazâ ve keffaret gerekeceğini ifade edip yeme ve içmeyi cinsel münasebete benzetmiştir ki bu, Süfyân es-Sevrî, İbn Mübârek ve İshâk (b. Râhûye)'nin görüşüdür. Bir kısmı da ona keffâret değil, kazânın gereceğini ifade etmiştir. Çünkü keffâret borcu Nebî'den (sav), cinsel münasebet yoluyla orucun bozulması hususunda nakledilmiş, yeme ve içme suretiyle bozulma hususunda nakledilmemiştir. Bu görüşte olanlar, yeme ve içmenin cinsel münasebete benzemediğini belirtirler ki bu da Şâfiî ve Ahmed (b. Hanbel)'in görüşüdür.
Şâfiî, Nebî'nin (sav), orucunu bozup da kendisine infakta bulunduğu adama 'Onu al, ailene yedir' sözünün pek çok anlama gelebileceğini ifade etmiş ve şöyle demiştir: 'Keffâret, güç yetirebilen kimseye gereklidir. Bu adamın ise keffâreti ödemeye gücü yoktur. Çünkü Nebî (sav) kendisine bir şey verip adam o şeye sahip olduğunda bile 'Benden daha fakiri yoktur ki' demiştir. Hz. Peygamber (sav) de 'Onu al, ailene yedir' buyurmuştur. Zira keffâret ancak, günlük yetecek azığın fazlalığından sonra söz konusu olur.' Şâfiî, bu durumda olan bir kimsenin o azığı yiyebileceğini, keffâretin ise onun üzerinde bir borç olarak kalacağı görüşünü tercih etmiş, 'Ne zaman ödemeye güç yetirirse o zaman keffâreti eda eder' demiştir.
Bana Ebu Ğassân el-Mismeî, Muhammed b. Müsennâ ve Muhammed b. Beşşâr b. Osman -hadisin lafızları Ebu Ğassân'a ve İbn Müsennâ'ya aittir-, onlara Muaz b. Hişam, ona babası (Hişam b. Ebu Abdullah), ona Katâde (b. Diâme), ona Mutarrif b. Abdullah b. Şıhhîr, ona da İyâz b. Hımâr el-Mücâşi'î, Rasulullah'ın (sav) bir gün hutbede iken şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Dikkat edin, Rabbim benden bana öğrettiklerinden sizin bilmediğiniz bazı şeyleri bugün size öğretmemi istedi. (Buyurdu ki) kuluma verdiğim her mal helaldir. Ben kullarımın hepsini hanif (tevhide yatkın) olarak yaratmışımdır. Ama (insanlardan, cinlerden) bazı şeytanlar gelerek onları dinlerinden uzaklaştırıp, benim kendilerine helal kıldıklarımı haram etmişler ve benim hakkında hiçbir delil indirmediğim şeyleri, bana ortak koşmalarını onlara emretmişlerdir. Sonuçta Allah yeryüzü halkına bakarak, ehl-i kitaptan bazı kimseler hariç onların Arabına da Acemine de buğzetmiştir. Ayrıca (bana) şöyle buyurdu: Ben seni ve seninle de başkalarını imtihan edeyim diye peygamber olarak gönderdim. Sana uyurken de uyanıkken de okuyabileceğin, suyla yıkanıp silinemeyecek bir kitap indirdim. Allah bana Kureyş'i cayır cayır yakmamı da emretti. Ben 'Yâ Rabbi! O zaman benim başımı yarar ve onu (dilimlenmiş) bir ekmek parçasına çevirirler' dediğimde, 'Onlar seni nasıl memleketinden çıkardılarsa sen de onları çıkar. Onlara savaş aç ki, sana yardım edelim. İnfakta bulun, biz de sana lütuf ve keremde bulunalım. Sen bir ordu gönder. Biz (katımızdan) onun beş mislini gönderelim. Sana itaat edenlerle birlikte, isyan edenlere karşı savaş' buyurdu. Allah (cc) cennetliklerin de üç kısım olduğunu söyledi: Adaletli olan, insanlara iyilikte bulunup bu isteğine muvaffak kılınan iktidar sahipleri. Her bir akrabasına ve müslümana karşı merhametli ve ince kalpli olan kimseler. Bir de çoluk çocuk sahibi olup iffetli (harama bulaşmayan) ve onurlu davranan (ailesi için kimseye el açmayan) kimseler. Cehennemliklerin de şu beş kısım olduğunu (bana) bildirdi: Hiç bir aile ve mal edinmeden aranızda yaşayan ve sınır tanımadan haram işlemekten kaçınmayan zayıf kimseler. İlk fırsatta ihanetini açığa vuracak olan, aç gözlülüğü aşikar hainler. Sabah akşam seni ailen ve malın hakkında aldatmaya çalışan (onlarda gözü olan) kimseler. Allah (cc) bunlar arasında cimriliği yahut yalanı da zikretmiş, son olarak da kötü huylu küfürbaz kimselerdir demiştir."
Ebu Ğassân 'İnfak et, biz de sana infak edeceğiz' cümlesini rivayet etmemiştir.