Giriş

Buhârî’den, İbrahim b. Musa, Hişâm b. Yusuf, İbn Cüreyc ve İbn Ebî Müleyke rivayet zinciri aracılığıyla bize ulaşan haberlere göre Abdullah b. ez-Zübeyr şöyle demiştir: Benî Temîm’den bir grup insan Hz. Peygamber (s.a.)’e geldi. Hz. Ebû Bekir (r.a.) “el-Ka‘ka‘ b. Ma‘bed b. Zürâre’yi onlara emir yap” diye seslendi. Hz. Ömer (r.a.) ise “Hayır bilakis el-Akra‘ b. Hâbis’i onlara reis kıl” dedi. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir “Vallahi, sırf bana muhalefet olsun diye böyle söylüyorsun” deyince Hz. Ömer “Hayır, derdim sana muhalefet değil biçiminde” karşılık verdi”. Tartışma uzadı, hatta sesleri o denli rahatsızlık verecek boyuta yükseldi ki “Ey iman edenler, Allah’ın ve Rasûlünün önüne geçmeyin…” ayet-i kerimesi nazil oldu da nihayete erdi. Buharî bu hadisi İbn Ebî Müleyke’den farklı biçimde başka lafızlarla da nakletmiştir ki “Tefsir” bölümünde “Sesinizi peygamberin sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin” ayet-i kerimesinin açıklaması bağlamında kendisine atıfta bulunmuştuk. Muhammed b. İshak dedi ki: Hz. Peygamber (s.a.)’i Bedevî heyetleri ziyaret ettiği vakitler Benî Temîm’den de kabile eşrafından Utârid b. Hâcib b. Zürâre b. Ads et-Temîmî geldi. Aynı heyetin içinde ayrıca el-Akra‘ b. Hâbis, (Sa‘d oğulları kolundan) ez-Zibirkân b. Bedr et-Temîmî, Amr b. el-Ehtem ve el-Hathât b. Yezîd el-Hâris ve yine (Sa‘d oğullarının kardeşi) Kays b. Asım vardı. İbn İshak’ın belirttiğine göre içlerinde Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe b. Bedr el-Fezârî de bulunuyordu. Bunlardan el-Akra‘ b. Hâbis ve Uyeyne Rasûlullah (a.s.)’la Mekke, Huneyn ve Tâif’in fethinde de bulunmuşlardır. Benî Temîm heyeti geldiğinde bu ikisi de onların arasındaydı. Mescid-i Nebevî’ye girince odalarının arka tarafından Hz. Peygamber (s.a.)’e “Yâ Muhammed çık da bize bak” diye seslendiler. Hz. Peygamber (s.a.) onların bu yüksek sesli kaba hitabından oldukça incindi. Ama yine de ilgilenmek için dışarı çıktı. “Ya Muhammed! Şan ve şerefle övünmede seninle boy ölçüşmeye geldik. Şairimize ve hatibimize izin ver” dediler. Hz. Peygamber de “Hadi hatibinize izin verdim ne diyecekse desin” buyurdu. Bunun üzerine Utârid b. Hâcib kalktı, “Hamdolsun o Allah’a ki üzerimizde vardır lûtfu ve nimeti. Bizi üst mertebelere, melikler safına yükseltti. İhsanda bulunmamıza yetecek kadar çok malla donattı bizi. Hem kıldı doğu halklarının en kalabalığı, en tedariklisi ve en azizi. İnsanlar içinde var mı acaba bizim dengimiz. İnsanların lideri ve en fazılı söyleyin değil miyiz biz. Şan ve şerefte bizimle boy ölçüşmek isterse her kim, bizim yaptığımız gibi kendine ve kavmine ait faziletleri sayıp döksün isterim. Dilesek sözü daha da uzatırdık lakin, Fazla konuşmaktan çekindik hakkında bize verdiklerinin. Biz zaten biliyoruz, ama bir kere daha tekrarlayalım dedik. Söyleyecek sözünüz varsa bizler gibi söyleyin, yaptıklarımızdan daha iyisini yaptıysanız tek tek sayın istedik.” dedi ve yerine oturdu. Hz. Peygamber (s.a.) hemen (Hâris b. Hazrec oğullarının kardeşi) Sâbit b. Kays b. Şemmâs’a dönerek “Kalk’ta adamın hitabesine cevap ver” buyurdu. Bunun üzerine Sâbit kalktı ve “Hamdolsun O Allah’a ki gökler ve yer mahlukudur. Sözü geçer onlarda, her ne derse o olur. Kürsüsü ilmi her şeyi kuşatır. Varlık adına her ne varsa mutlak O’nun lutfuyladır. Sonra şunlar da O’nun kudretinin eseridir: Bizi kavimler içinde ulular eyledi. Kulları içinde öyle birini peygamber seçti ki nesepçe en asildi, sözüne en sadık, itimada en ehildi. Şerefçe en fazıl, şanca en müstakildi. Kitabını ona buyurdu inzal. Ona emanet etti kullarını Hâlık-ı Lâ Yezâl. Âlemlerin içinde oldu Allah’ın en seçkin kulu. Ve çağırdığı insanları imana ve tasdike onu. Allah’ın elçisine inandı kavmi ve akrabası muhacirler. Ki insanların soyca en fazılı, simaca en güzeli ve amelce en iyisidirler. Allah’ın davetine ilk icabet edenlerdir sonra. Allah’a davetine Rasûl’ün biz uyduk onların ardı sıra. Biz Allah’ın yardımcıları, Rasûlünün vezirleriyiz. İmana edene kadar insanlarla savaşır mücadele ederiz. Kim Allah’a ve Rasûlüne inanırsa malı ve kanı bize haram olur. Kim de inkar ederse sonsuza dek Allah için savaşırız onla, layığın bulur. Katledip onları canını almak kolaydır bize, şunu iyi bilin. Allah’tan bağış dilerim kendim, sizler, erkek ve kadın müminler için. Ve’s-selâmu aleykum” biçimindeki hitabesini sundu. Bunun üzerine Zibirkân b. Bedr kalktı ve aşağıdaki şiiri okudu: “Ulu insanlarız, bulunmaz dengimiz bizim ebedi zinhar/ Reisiz hepimiz, bizde icra edilir, biat ve misaklar” “Nice yerler zaptettik bileğimiz gücüyle zorla ve cebren/ Ceberut ve hatırı sayılır kimselerindiler eskiden” “Karnı doyar her gelenin soframızda kıtlık olduğu zaman/ Yerler kızarmış etten hiçbir şeyden çekinip asla korkmadan” “Gözde kişiler gördükleri ile her yerden bize gelirler/ Acemi gelirler usta olarak yurtlarına çekilirler” “Aslımız icabı keseriz, iri hörgüçlü gürbüz develer/ Gelen konuklar iyice doyalar, leziz etinden yiyeler” “Göremezsin bizi, bir kavimle yarıştırırken şeref ve şan/ Aksi halde başın eğip gitmek olur tüm kazançları bundan” “Bu yolda bizle kim aşık atmaya kalkışırsa bilgimiz şudur/ O kavim döner, sonra yüz kızartıcı haberleri duyulur” “Biz tavizsiz dimdik durduk, karşımızda duramadı hiç kimse/ İftihar meydanında yükselip geçtik herkesi işte böyle” İbn İshak burada araya girerek diyor ki: Hassân b. Sâbit o anda orada yoktu. Hz. Peygamber ona haber gönderdi. İşin bu kısmında sözü Hassân b. Sâbit alıyor ve diyor ki: Rasûlullah’ın yanına vardığımda o kavmin şair söyleyeceğini söylemiş ayakta duruyordu. Söylediklerini tekrarlamasını, ne dediyse ona göre cevap vereceğimi söyledim. Zibirkân sözlerini tamamlayınca Hz. Peygamber (s.a.) Hassân b. Sâbit’e “Kalk da cevap ver, ey Hassân” buyurdular. Bunun üzerine Hassân şu beyitleri okudu: “Fihr ve kardeşlerinin önde gelenleri/ Bir sünnet getirdiler, uyulası, bağlayıcı tüm beşeri” “Ona rızayla tabi olur her gönlü yatkın olan/ Tanrı’dan korkmaya ki cümle hayır mamuldür ondan” “Bir kavim ki savaştıklarında düşmana verirler zarar/ Faydasına çalıştıkları hempalar, bulur ellerinden yarar.” “Onlardaki bu karakter yeni değildir, bilesin/ Huyların en kötüsü nevzuhur olandır, şurası kesin” “Onlardan sonra kim kendilerin geçmeye girişir/ Mağluplarından en zayıfın topuğuna ancak erişir” “Ellerinin aşağı çektiğini kaldıramaz yukarı kimse/ Kimse de alçaltamaz, bir şeyi savunup yüceltirlerse.” “İnsanlarla yarışırlarsa bir gün onların müsabıkları kazanır/ Eşrafın payına bırakmaz bir şey, ne zaman cömertlikte onlarla sınanır” “İffetlidirler vahye dahi konu olmuş iffetleri/ Aşırı düşmezler bir şeye, tamahın yok onlar indinde yeri” “Cimrilik etmezler komşuya ikramda, olurlar lütufkâr/ Arız olmaz onlara bir huy tamahtan zerre kadar” “Bir kavme eğilmeyiz, diklendik mi bir kere/ Yem olmayız yaban sığırı yavrusu gibi vahşilere” “Boş verir aldırmayız, geçse de bize harbe ait pençeler/ Kaçarken onun elinden kurtulmak için gruplar kitleler” “Düşmanlarını yakalayıp yenmek, olmaz onlarda övünce medar/ Yaralanıp düşünce de, korkup figana başlamazlar” “Sanki onlar kavgada sıcak nefesi hissedilirken ölümün her an/ Bilekleri kıvrımlı Halye aslanları gibi korkusuz ve atılgan” “Yaptıklarını hoş gör, kızdıklarında, verme gönlüne yük/ Onlara engel bir şey değildir, sendeki bu üzgünlük” “Katı düşmanlıktan sakın, savaşman gerekse onlarla ille/ Yoksa derin dolar kılıçlarının açtığı delik ve çentiklerle” “Ne şerefli bir kavimdir Rasûlün tarafın tutanlar/ Şan ve şerefte farklı farklı iken diğer gruplar ve insanlar” “Öyle bir kalbin hediyesi ki benden onlara bu methiye/ Muradımı anlatmada, bir şairin sanatkar diliyle edilmekte takviye” “Bütün kabilelerin en faziletlisidir, şüphesiz ki onlar/ İster ciddiyetle dinlesin insanlar bu sözüm, isterse şaka sansınlar” Temim kabilesinden şiir konusunda bilgi sahibi biri dedi ki: Zibirkân Benî Temîm heyeti içinde Rasûlullah (a.s.)’a geldiğinde ayağa kalkarak şu şiiri okudu: “Sana geldik, fazilet ve keremimizi bilir diye insanlar/ Gelip de hac mevsimleri yekdiğerine karıştıkları zamanlar” “En şereflileriyiz insanların dünyadaki her bir vatanda/ Hicaz toprağında yoktur Dârim’e denk şerefte ve hem şanda” “Bayrak açmış cengaverleri göndeririz kibirle şişindikleri zaman/ Büyüklenenlerin boynun vururuz ehl-i kibre vermeyiz aman” “Her baskında bizimdir, baharda yavrulayan gözde develer/ Gez dolaş Necid’i yahut yaban elleri, göster hani nerdeler.” Bitince Hassân ayağa kalktı ve ona şu şiiriyle cevap verdi: “Bir şeref var mı güç, egemenlik ve cömertlikten öte/ Ekleyin buna hükümdarların şöhretiyle güçlüklere tahammülü bir de” “Yardım ettik kucak açtık Nebiyy-i Zişan Muhammed’e/ Aldırmadık ister razı gelsin Mead, yok diklensin isterse” “Asaleti ve servetiyle yegâne bir mahalde/ Ecnebilerin ortasında Cevlân Câbiye’si denen ilde” “Ona yardım ettik hanelerimiz arasına göçü atınca/ Karşı koyduk kılıçlarımızla zalim zorbadan her kim ona çatınca” “Ona feda ettik, oğul kız neyimiz varsa her/ Gönülden ona bıraktık ganimetten payımıza her ne düşer” “Vurup caydırdık insanları ince keskin kılıçlarla/ Peş peşe dizilip girdiler dinine bu nedenle bu itibarla” “Kureyş’in ulusunu yeniden getirdik dünyaya/ Haşim oğlu hayır elçisini doğurduk da eyledik ihya” “Boşa çalım satmayın ey Dârimoğulları zira fahrınız/ Şan ve şerefe anılırken vebale döner, olur arınız” “Gelmiş de caka satmaktasınız maşallah bizlere/ Halbuki sütanne ve hizmetkâr taifesi uşaklarsınız bir kere” “Kanlarınızı döktürmeye gelmemişseniz ta buraya kadar/ Taksim edilsin istemiyorsanız aramızda size ait mallar” “Allah’a eş koşmayı bırakın, girin İslâm’a” “Davete yabancı duranların kılığına bürünmeyin asla” İbn İshak’ın anlattığına göre Hassân b. Sâbit’in sözü bitince onlardan el-Akra‘ b. Hâbis şöyle demiştir: Babam hakkı için bu Muhammed, kendisine ilâhî mesaj verilmiş biridir. Zira hatibi bizim hatibimizden daha hatip, şairi bizim şairimizden daha şairdir. Sesleri ise bizim seslerimizden daha gürdür. Adı geçen kavim söyleyecek sözü kalmayınca toptan Müslüman oldu. Rasulullah (a.s.) da onları hediyelerin en güzelleriyle ödüllendirdi. Geride yüklerinin başında yaşça en küçükleri Amr b. el-Ehtem’i bırakmışlardı. İçten içe ona karşı kızgınlık duyan Kays b. Asım “Ey Allah’ın elçisi, yüklerimizin başında bir adamımız var. Kendisi henüz toy bir delikanlıdır.” Sözleriyle aklı sıra onu küçük düşürmeye çalıştı. Hz. Peygamber (s.a.) bu sözlere aldırış etmeyerek kavmine verdiğinin aynısını bu gence de bahşetti. Kays’ın bu yöndeki davranışını haber alan Amr onu şu beyitlerle hicvetmiştir: “Hakkımda atıp tutarmış duydum, sarınmış da kıl abaya/ Peygamber huzurunda; aslı esası yok lafının bütün gitmekte hebaya” “Sizi giydirip kuşatıp kavmin efendisi olarak gönderdik/ Sözcünüzün köpek gibi kıç üstü oturup diş göstereceğin ne bilirdik”
Hâfız el-Beyhakî; Yakub b. Süfyân, Süleyman b. Harb ve Hammâd b. Zeyd ravi zincirini takiben Muhammed b. ez-Zübeyr el-Hanzalî’ye ait aşağıdaki haberi bize duyurmuştur: Rasûlullah (a.s.)’a Zibirkân b. Bedr, Kays b. Âsım ve Amr b. el-Ehtem gelmişti. Rasûlullah (a.s.) Amr’a “Bana Zibirkân’ı tanıt, bunu ise sormaya hacet yok” dedi. Gördüğüm kadarıyla Kays’ı tanımıştı. Amr, Zibirkân’ı şu sözlerle tanıttı: “Kendisi kulağı delik, aşırı celadetli ve arkasındakileri koruyup kollayan biridir.” Bunun üzerine Zibirkân “O, diyeceğini dedi, ancak kendisi de bilir ki söylediğinden de üstünüm” deyince Amr “Vallahi bugüne kadar seni sadece yiğitlik ve mertlikten nasipsiz, merası dar, babası ahmak, dayısı şerefsiz biri olarak bildim ve tanıdım” karşılığını verdi. Ardından Rasûlullah (a.s.)’a dönerek “Ey Allah’ın elçisi, söylediklerimin tamamı doğrudur. Bana güzel davrandı, ben de onun hakkında bildiklerimin en güzel olanlarını söyledim. Beni kızdırdı, ben de hakkında bildiklerimin en çirkinlerini dile getirdim” deyince, Hz. Peygamber (s.a.) “Sözün öylesi var ki aynen büyüdür” buyurdu. Hadisin bu versiyonu mürseldir. Beyhakî aynı hadisin mevsul bir başka versiyonu daha bulunduğundan söz ederek şöyle dedi: Ebû Cafer Kâmil b. Ahmed el-Müstemlî’nin, Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Ahmed b. Osmân el-Bağdâdî, Bağdat’ta yem ticareti yapan Muhammed b. Abdullah b. el-Hasen, Ali b. Harb et-Tâî, Ebû Sa‘d İbnu’l-Heysem b. Mahfûz, Ebû’l-Mekûm Yahyâ b. Yezîd el-Ensârî, Hakem ve Mukassim ravi zincirini takiben İbn Abbâs’tan bildirdiğine göre Temîm kabilesinden Kays b. Âsım, ez-Zibirkân b. Bedr ve Amr b. el-Ehtem Hz. Peygamber’in meclisinde bulunuyorlardı. ez-Zibirkân şu sözlerle kendisini övmeye başladı: “Ey Allah’ın elçisi… Ben Temîm’in lideriyim, içlerinde sözü tululan, emri dinlenen biriyim, onları zulümden korurum, haklarını müdafaa eder, öçlerini alırım. Bu da onu bilir” Bu diyerek Amr b. el-Ehtem’i kastediyordu. Amr da onu “Gerçekten o, aşırı celadetli, civarındakileri koruyup kollayan, kulağı delik biridir” diyerek tasdik etti. ez-Zibirkân’ın “Vallahi ey Allah’ın elçisi, benim hakkımda bundan daha fazlasını bilir, ancak sırf hasedinden söylemiyor” demesi üzerine Amr b. el-Ehtem şöyle karşılık verdi: “Doğru seni kıskanıyorum. Çünkü sen, dayısı şerefsiz, mal varlığı yeni (sonradan görme), babası ahmak ve oymağı içinde değer verilmeyen birisin.” Sonra da Hz. Peygamber (s.a.)’e dönerek “Vallahi ey Allah’ın elçisi, ilk söylediğimde doğruyu söyledim, fakat bu demek değildir ki son söylediklerim yalandır. Şu kadar var ki ben sevdim mi bilgim dahilinde olanların en güzelini, kızdım mı da dağarcığımda bulunanların en çirkinini söyleyiveren bir adamım. Dolayısıyla hem birincide hem de sonuncuda doğruyu söyledim” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Sözün öylesi var ki ayniyle büyüdür.” Buyurdular. Bu haber çok garib bir isnada sahiptir.


    Öneri Formu
205215 BN5/50 İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, V, 50-54