Öneri Formu
Hadis Id, No:
32416, İM004312
Hadis:
حَدَّثَنَا نَصْرُ بْنُ عَلِىٍّ حَدَّثَنَا خَالِدُ بْنُ الْحَارِثِ حَدَّثَنَا سَعِيدٌ عَنْ قَتَادَةَ عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « يَجْتَمِعُ الْمُؤْمِنُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يُلْهَمُونَ - أَوْ يَهُمُّونَ شَكَّ سَعِيدٌ - فَيَقُولُونَ لَوْ تَشَفَّعْنَا إِلَى رَبِّنَا فَأَرَاحَنَا مِنْ مَكَانِنَا فَيَأْتُونَ آدَمَ فَيَقُولُونَ أَنْتَ آدَمُ أَبُو النَّاسِ خَلَقَكَ اللَّهُ بِيَدِهِ وَأَسْجَدَ لَكَ مَلاَئِكَتَهُ فَاشْفَعْ لَنَا عِنْدَ رَبِّكَ يُرِحْنَا مِنْ مَكَانِنَا هَذَا . فَيَقُولُ لَسْتُ هُنَاكُمْ - وَيَذْكُرُ وَيَشْكُو إِلَيْهِمْ ذَنْبَهُ الَّذِى أَصَابَ فَيَسْتَحْيِى مِنْ ذَلِكَ - وَلَكِنِ ائْتُوا نُوحًا فَإِنَّهُ أَوَّلُ رَسُولٍ بَعَثَهُ اللَّهُ إِلَى أَهْلِ الأَرْضِ فَيَأْتُونَهُ فَيَقُولُ لَسْتُ هُنَاكُمْ - وَيَذْكُرُ سُؤَالَهُ رَبَّهُ مَا لَيْسَ لَهُ بِهِ عِلْمٌ وَيَسْتَحْيِى مِنْ ذَلِكَ - وَلَكِنِ ائْتُوا خَلِيلَ الرَّحْمَنِ إِبْرَاهِيمَ فَيَأْتُونَهُ فَيَقُولُ لَسْتُ هُنَاكُمْ وَلَكِنِ ائْتُوا مُوسَى عَبْدًا كَلَّمَهُ اللَّهُ وَأَعْطَاهُ التَّوْرَاةَ . فَيَأْتُونَهُ فَيَقُولُ لَسْتُ هُنَاكُمْ - وَيَذْكُرُ قَتْلَهُ النَّفْسَ بِغَيْرِ النَّفْسِ - وَلَكِنِ ائْتُوا عِيسَى عَبْدَ اللَّهِ وَرَسُولَهُ وَكَلِمَةَ اللَّهِ وَرُوحَهُ . فَيَأْتُونَهُ فَيَقُولُ لَسْتُ هُنَاكُمْ وَلَكِنِ ائْتُوا مُحَمَّدًا عَبْدًا غَفَرَ اللَّهُ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ وَمَا تَأَخَّرَ . قَالَ فَيَأْتُونِى فَأَنْطَلِقُ - قَالَ فَذَكَرَ هَذَا الْحَرْفَ عَنِ الْحَسَنِ . قَالَ فَأَمْشِى بَيْنَ السِّمَاطَيْنِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ . قَالَ ثُمَّ عَادَ إِلَى حَدِيثِ أَنَسٍ - قَالَ « فَأَسْتَأْذِنُ عَلَى رَبِّى فَيُؤْذَنُ لِى فَإِذَا رَأَيْتُهُ وَقَعْتُ سَاجِدًا فَيَدَعُنِى مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَدَعَنِى ثُمَّ يُقَالُ ارْفَعْ يَا مُحَمَّدُ وَقُلْ تُسْمَعْ وَسَلْ تُعْطَهْ وَاشْفَعْ تُشَفَّعْ فَأَحْمَدُهُ بِتَحْمِيدٍ يُعَلِّمُنِيهِ ثُمَّ أَشْفَعُ فَيَحُدُّ لِى حَدًّا فَيُدْخِلُهُمُ الْجَنَّةَ ثُمَّ أَعُودُ الثَّانِيَةَ فَإِذَا رَأَيْتُهُ وَقَعْتُ سَاجِدًا فَيَدَعُنِى مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَدَعَنِى ثُمَّ يُقَالُ لِى ارْفَعْ مُحَمَّدُ قُلْ تُسْمَعْ وَسَلْ تُعْطَهْ وَاشْفَعْ تُشَفَّعْ فَأَرْفَعُ رَأْسِى فَأَحْمَدُهُ بِتَحْمِيدٍ يُعَلِّمُنِيهِ ثُمَّ أَشْفَعُ فَيَحُدُّ لِى حَدًّا فَيُدْخِلُهُمُ الْجَنَّةَ ثُمَّ أَعُودُ الثَّالِثَةَ فَإِذَا رَأَيْتُ رَبِىِّ وَقَعْتُ سَاجِدًا فَيَدَعُنِى مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَدَعَنِى ثُمَّ يُقَالُ ارْفَعْ مُحَمَّدُ قُلْ تُسْمَعْ وَسَلْ تُعْطَهْ وَاشْفَعْ تُشَفَّعْ فَأَرْفَعُ رَأْسِى فَأَحْمَدُهُ بِتَحْمِيدٍ يُعَلِّمُنِيهِ ثُمَّ أَشْفَعُ فَيَحُدُّ لِى حَدًّا فَيُدْخِلُهُمُ الْجَنَّةَ ثُمَّ أَعُودُ الرَّابِعَةَ فَأَقُولُ يَا رَبِّ مَا بَقِىَ إِلاَّ مَنْ حَبَسَهُ الْقُرْآنُ » .
قَالَ يَقُولُ قَتَادَةُ عَلَى أَثَرِ هَذَا الْحَدِيثِ وَحَدَّثَنَا أَنَسُ بْنُ مَالِكٍ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ « يَخْرُجُ مِنَ النَّارِ مَنْ قَالَ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَكَانَ فِى قَلْبِهِ مِثْقَالُ شَعِيرَةٍ مِنْ خَيْرٍ وَيَخْرُجُ مِنَ النَّارِ مَنْ قَالَ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَكَانَ فِى قَلْبِهِ مِثْقَالُ بُرَّةٍ مِنْ خَيْرٍ وَيَخْرُجُ مِنَ النَّارِ مَنْ قَالَ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَكَانَ فِى قَلْبِهِ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ مِنْ خَيْرٍ » .
Tercemesi:
Bize Nasr b. Ali, ona Halid b. el-Hâris, ona Said, ona Katade, ona da Enes b. Malik'ten rivayet edildiğine göre; Rasulullah (sav) şöyle buyurdu, demiştir:
"Mü'minler kıyamet günü toplanarak: Rabbimize bir şefaatçi gön-dersek de Rabbimİz bizi bu (sıkıntılı) yerimizden rahata kavuştursa, diyecekler (bunu söylemeleri için Allah tarafından) gönüllerine ilham edilir (veya onlar bu sıkıntıya gereken önemi verirler. -Bu tereddüt ravi Said'e aittir-). Bunun üzerine mü'minler Âdem'e (as) varırlar ve (ona): Sen Âdem'sin, bütün insanların babasının, Allah seni (kudret) eliyle yarattı ve meleklerini sana secde ettirdi. Artık (ne olur) bizim için Rabbin katında şefaat et de bizi şu (sıkıntılı) yerimizden (kurtarıp) rahata kavuştursun, derler. Fakat Âdem (as): 'Ben sizin dediğiniz (şefaat) makamında değilim (ve Âdem vaktiyle işlediği hatayı onlara yakınarak anlatarak bundan dolayı haya eder) ve lakin Nuh'a gidiniz. Çünkü O, Allah'ın yer yüzündekilere gönderdiği ilk resul (elçi) dir, der. Bunun Üzerine mü'minler Nuh'a (as) varırlar. O da: Ben sizin dediğiniz (şefaat) mevkinde değilim, (ve Nuh, hakkında bilgisi olmayan bir şeyi -ki oğlunun aile fertlerinden oluşu dolayısıyla tufanda boğulmaması isteğidir- Rabbinden dilediğini anlatır ve bundan dolayı haya eder) ve lâkin Halilu'r-Rahmân (yani Allah'ın dostu) İbrâhim'in (as) yanına gidiniz, der. Sonra mü'minler İbrâhim peygambere varırlar. Fakat O da ben sizin dediğiniz şefaat mevkiinde değilim. Ve lâkin Allah'ın kendisi ile konuştuğu ve Tevrat'ı verdiği kulu Mûsâ'ya (as) gidiniz, der. O da: Ben orada (yani şefaat makamında) yokum (ve Mûsâ bu arada vaktiyle kısas durumu olmaksızın bir adamı öldürdüğünü anlatır) ve lâkin siz, Allah'ın kulu, resulü, kelimesi ve ruhu (denilen) İsa'nın (as) yanına gidiniz, der. Bunun üzerine mü'minler İsa'ya varırlar. O da: Ben sizin dediğiniz şefaat makamında yokum ve lâkin Muhammed'e (sav), Allah'ın kendisinin geçmiş ve gelecek hatalarını bağışladığı (o yüce) kula gidiniz, der. Resûl-i Ekrem (sav) buyurdu ki: "Bunun üzerine mü'minler benim yanıma gelirler. Ben de kalkıp giderim," (ravi demiştir ki: Şeyhim: Ve mü'minlerden iki saf arasında yürürüm" buyruk cümlesini el-Hasan'dan naklen anlattı). Ravi demiştir ki sonra Enes'in hadisine döndü. Resûl-i Ekrem (sav) (sözüne devamla) buyurdu ki: "Bunun üzerine ben Rabbimin huzuruna çıkmak için izin isterim. Bana izin verilir. Sonra Rabbimi gördüğüm zaman hemen secdeye kapanının. Allah dilediği sürece beni secde hâlinde bırakır." Sonra (bana):
"(Başını) kaldır Ya Muhammed! Ve söyle, işitilirsin; "iste, istediğin verilir ve şefaat et, şefaatin kabul olunur," buyurulur. Bunun üzerine "ben (başımı secdeden kaldırarak) O'na, Zatının bana öğrettiği bir hamd şekliyle hamd ederim. Sonra (genel ve özel) şefaatte bulunurum. Bunun üzerine Rabbim bana bir sınır (ve çerçeve) çizer. Ben de o sınır (yâni ölçü) içinde kalanları cennete dâhil ederim. Sonra ikinci defa (şefaat için) dönerim ve O'nu görünce secdeye varırım, Allah beni dilediği kadar secdede bırakır." Sonra bana: "(Başını) kaldır (ya) Muhammed! Söyle, dinlenirsin iste, istediğin verilir ve şefaat et şefaatin kabul olunur," buyurulur. "Bunun üzerine ben de başımı kaldırıp O'na bana öğrettiği bir hamd şekliyle hamd ederim. Sonra (tekrar) şefaat ederim. Rabbim benim (şefaat edeceğim kimseler) için bir sınır (ve çerçeve) çizer. Ben de o Ölçü içine girenleri cennete dâhil ederim. Sonra üçüncü defa (şefaat etmeye) dönerim ve Rabbimi görünce secdeye kapanırım. Rabbim beni dilediği kadar (secdede) bırakır." Sonra: "(Başını) kaldır (ya) Muhammed: Söyle, işitilirsin; iste, istediğin verilir ve şefaat et, şefaatin kabul olunur," buyurulur. "Ben de başımı kaldırıp O'na bana öğrettiği biçimde hamd ederim. Sonra şefaat ederim. Allah'ım (yine) bana bir sınır tayin eder. Ben de onları cennete dâhil ederim. Sonra dördüncü kez (Rabbimin huzuruna) dönerek: Ya Rabbi (cehennemde) Kur'ân'nın hapsettiği (yani ebedi olarak cehennemde kalmalarına hükmettiği) kişilerden başka hiç kimse kalmadı, diyeceğim."
Ravi demiştir ki: Katade bu hadisin hemen arkasında şöyle dedi; Ve Enes b. Mâlik, Rasulullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu da bize rivayet etti: "Kalbinde bir arpa (tanesi) ağırlığınca hayır (yani iman) bulunduğu halde 'lâ ilahe illallah: Allah'tan başka ilâh yoktur' diyen herkes cehennemden çıkacaktır. Keza: kalbinde bir buğday (tanesi) ağırlığınca hayır (yâni iman) bulunduğu halde 'Lâ ilahe illallah' diyen herkes cehennemden çıkacaktır. Kalbinde zerre ağırlığı kadar hayır (yâni iman) bulunup da 'Lâ ilahe illallah' diyen herkes de cehennemden çıkacaktır."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Mâce, Sünen-i İbn Mâce, Zühd 37, /699
Senetler:
()
Konular:
Günah, günahlara kefaret olan ameller
Hz. Peygamber, diğer peygamberlerden farkı
Kıyamet, sıkıntıları
Peygamberler, Hz. Adem
Peygamberler, Hz. İbrahim ve ailesi
Peygamberler, Hz. İsa
Peygamberler, Hz. Musa ve Ailesi
Peygamberler, Hz. Nuh
Şefaat, Hz. Peygamber'in
Tevhit, La ilahe illallah / kelime-i tevhidi söyleyen cennete girecektir