Öneri Formu
Hadis Id, No:
15008, B005189
Hadis:
حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ وَعَلِىُّ بْنُ حُجْرٍ قَالاَ أَخْبَرَنَا عِيسَى بْنُ يُونُسَ حَدَّثَنَا هِشَامُ بْنُ عُرْوَةَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ عُرْوَةَ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ جَلَسَ إِحْدَى عَشْرَةَ امْرَأَةً ، فَتَعَاهَدْنَ وَتَعَاقَدْنَ أَنْ لاَ يَكْتُمْنَ مِنْ أَخْبَارِ أَزْوَاجِهِنَّ شَيْئًا . قَالَتِ الأُولَى زَوْجِى لَحْمُ جَمَلٍ ، غَثٌّ عَلَى رَأْسِ جَبَلٍ ، لاَ سَهْلٍ فَيُرْتَقَى ، وَلاَ سَمِينٍ فَيُنْتَقَلُ . قَالَتِ الثَّانِيَةُ زَوْجِى لاَ أَبُثُّ خَبَرَهُ ، إِنِّى أَخَافُ أَنْ لاَ أَذَرَهُ ، إِنْ أَذْكُرْهُ أَذْكُرْ عُجَرَهُ وَبُجَرَهُ . قَالَتِ الثَّالِثَةُ زَوْجِى الْعَشَنَّقُ ، إِنْ أَنْطِقْ أُطَلَّقْ وَإِنْ أَسْكُتْ أُعَلَّقْ . قَالَتِ الرَّابِعَةُ زَوْجِى كَلَيْلِ تِهَامَةَ ، لاَ حَرٌّ ، وَلاَ قُرٌّ ، وَلاَ مَخَافَةَ ، وَلاَ سَآمَةَ . قَالَتِ الْخَامِسَةُ زَوْجِى إِنْ دَخَلَ فَهِدَ ، وَإِنْ خَرَجَ أَسِدَ ، وَلاَ يَسْأَلُ عَمَّا عَهِدَ . قَالَتِ السَّادِسَةُ زَوْجِى إِنْ أَكَلَ لَفَّ ، وَإِنْ شَرِبَ اشْتَفَّ ، وَإِنِ اضْطَجَعَ الْتَفَّ ، وَلاَ يُولِجُ الْكَفَّ لِيَعْلَمَ الْبَثَّ ، قَالَتِ السَّابِعَةُ زَوْجِى غَيَايَاءُ أَوْ عَيَايَاءُ طَبَاقَاءُ ، كُلُّ دَاءٍ لَهُ دَاءٌ ، شَجَّكِ أَوْ فَلَّكِ أَوْ جَمَعَ كُلاًّ لَكِ . قَالَتِ الثَّامِنَةُ زَوْجِى الْمَسُّ مَسُّ أَرْنَبٍ ، وَالرِّيحُ رِيحُ زَرْنَبٍ . قَالَتِ التَّاسِعَةُ زَوْجِى رَفِيعُ الْعِمَادِ ، طَوِيلُ النِّجَادِ ، عَظِيمُ الرَّمَادِ ، قَرِيبُ الْبَيْتِ مِنَ النَّادِ . قَالَتِ الْعَاشِرَةُ زَوْجِى مَالِكٌ وَمَا مَالِكٌ ، مَالِكٌ خَيْرٌ مِنْ ذَلِكِ ، لَهُ إِبِلٌ كَثِيرَاتُ الْمَبَارِكِ قَلِيلاَتُ الْمَسَارِحِ ، وَإِذَا سَمِعْنَ صَوْتَ الْمِزْهَرِ أَيْقَنَّ أَنَّهُنَّ هَوَالِكُ . قَالَتِ الْحَادِيَةَ عَشْرَةَ زَوْجِى أَبُو زَرْعٍ فَمَا أَبُو زَرْعٍ أَنَاسَ مِنْ حُلِىٍّ أُذُنَىَّ ، وَمَلأَ مِنْ شَحْمٍ عَضُدَىَّ ، وَبَجَّحَنِى فَبَجِحَتْ إِلَىَّ نَفْسِى ، وَجَدَنِى فِى أَهْلِ غُنَيْمَةٍ بِشِقٍّ ، فَجَعَلَنِى فِى أَهْلِ صَهِيلٍ وَأَطِيطٍ وَدَائِسٍ وَمُنَقٍّ ، فَعِنْدَهُ أَقُولُ فَلاَ أُقَبَّحُ وَأَرْقُدُ فَأَتَصَبَّحُ ، وَأَشْرَبُ فَأَتَقَنَّحُ ، أُمُّ أَبِى زَرْعٍ فَمَا أُمُّ أَبِى زَرْعٍ عُكُومُهَا رَدَاحٌ ، وَبَيْتُهَا فَسَاحٌ ، ابْنُ أَبِى زَرْعٍ ، فَمَا ابْنُ أَبِى زَرْعٍ مَضْجِعُهُ كَمَسَلِّ شَطْبَةٍ ، وَيُشْبِعُهُ ذِرَاعُ الْجَفْرَةِ ، بِنْتُ أَبِى زَرْعٍ فَمَا بِنْتُ أَبِى زَرْعٍ طَوْعُ أَبِيهَا ، وَطَوْعُ أُمِّهَا ، وَمِلْءُ كِسَائِهَا ، وَغَيْظُ جَارَتِهَا ، جَارِيَةُ أَبِى زَرْعٍ ، فَمَا جَارِيَةُ أَبِى زَرْعٍ لاَ تَبُثُّ حَدِيثَنَا تَبْثِيثًا ، وَلاَ تُنَقِّثُ مِيرَتَنَا تَنْقِيثًا ، وَلاَ تَمْلأُ بَيْتَنَا تَعْشِيشًا ، قَالَتْ خَرَجَ أَبُو زَرْعٍ وَالأَوْطَابُ تُمْخَضُ ، فَلَقِىَ امْرَأَةً مَعَهَا وَلَدَانِ لَهَا كَالْفَهْدَيْنِ يَلْعَبَانِ مِنْ تَحْتِ خَصْرِهَا بِرُمَّانَتَيْنِ ، فَطَلَّقَنِى وَنَكَحَهَا ، فَنَكَحْتُ بَعْدَهُ رَجُلاً سَرِيًّا ، رَكِبَ شَرِيًّا وَأَخَذَ خَطِّيًّا وَأَرَاحَ عَلَىَّ نَعَمًا ثَرِيًّا ، وَأَعْطَانِى مِنْ كُلِّ رَائِحَةٍ زَوْجًا وَقَالَ كُلِى أُمَّ زَرْعٍ ، وَمِيرِى أَهْلَكِ . قَالَتْ فَلَوْ جَمَعْتُ كُلَّ شَىْءٍ أَعْطَانِيهِ مَا بَلَغَ أَصْغَرَ آنِيَةِ أَبِى زَرْعٍ . قَالَتْ عَائِشَةُ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « كُنْتُ لَكِ كَأَبِى زَرْعٍ لأُمِّ زَرْعٍ » . قَالَ أَبُو عَبْدِ اللَّهِ قَالَ سَعِيدُ بْنُ سَلَمَةَ عَنْ هِشَامٍ وَلاَ تُعَشِّشُ بَيْتَنَا تَعْشِيشًا . قَالَ أَبُو عَبْدِ اللَّهِ قَالَ بَعْضُهُمْ فَأَتَقَمَّحُ . بِالْمِيمِ ، وَهَذَا أَصَحُّ .
Tercemesi:
Bize Süleyman b. Abdurrahman ve Ali b. Hucr, o ikisine İsa b. Yunus, ona Hişam b. Urve, ona Abdullah b. Urve, ona Urve (b. Zübeyr), ona da Hz. Aişe şöyle nakletmiştir. On bir kadın oturmuş ve kocaları hakkındaki bilgilerden hiçbir şeyi saklamamak (ve birbirlerine anlatmak) üzere anlaşıp sözleştiler.
İlk kadın, benim kocam dağ başındaki cılız bir devenin eti gibidir. Engebesiz düz değil ki çıkılsın, semiz değil ki taşınsın, dedi.
İkinci kadın, ben kocamın haberini yayamam, Onun büyük küçük bütün hallerini hiç bir şey bırakmadan sayıp dökeceğimden korkarım, dedi.
Üçüncü kadın, kocam aşırı şekilde uzun boyludur. Eğer konuşursam beni boşar, susarsam ortada bırakır.
Dördüncü kadın, kocam Tihame geceleri gibi ne sıcak ne de soğuktur. Ne kendisinden korkulur, ne de usanılır, dedi.
Beşinci kadın, kocam gelince panter (çıta), çıkınca aslan kesilir. Emanet ettiği şeylerden de hiç sormaz, dedi.
Altıncı kadın, yediği zaman kat kat yer, içtiği zaman da hepsini bitirir, yattığı zaman da bürünür, yatar. Sıkıntıyı anlamak için elini sokmaz, dedi.
Yedinci kadın, Kocam kocalık vazifesini yapamaz biri veya karanlıktır. Her dert onda mevcuttur. Başını yarar veya yara açar. Her şeyi senin için kendinde toplamıştır, dedi.
Sekizinci kadın, kocam zaferan kokulu, tavşan dokunuşludur, dedi.
Dokuzuncusu: Kocam direği (şeref ve itibarı) yüksek, kılıcının kını uzun, külü çok (misafiri çok), evi meclislere yakın (misafir ağırlayan) bir adamdır, dedi.
Onuncu kadın, Kocam Malik'tir. Amma ne Malik! Malik bundan çok daha iyidir. Onun oturma yerleri geniş, yayılma yerleri az develeri vardır. (Misafir gelince kesildiği için yayılmadan bekleyen develer). (Misafir geldiğinde çalınan) def sesini işittiklerinde kesileceklerini bilirler, dedi.
Onbirinci kadın (Ümmü Zer'), Kocam Ebu Zer'dir. Amma ne Ebu Zer! çok zinetten takmaktan kulaklarımı şakırdattı. Pazularımı yağ doldurup beni şişmanlattı, beni mutlu etti. Benim de gönlüm ferah oldu. Beni dağın kenarında sayıca az bir koyun sürüsü sahibinde buldu da, develeri böğürür, ekinleri sürülen biçilip işlenen, ferah ve mutlu bir toplum içine getirdi. Onun yanında konurum, sözüm geri çevrilmez. Gece uyuyup,
sabahlıyorum (hizmetçiler benim yerime çalışıyor); içiyor ve kanıyorum. Ebu Zer'in annesi de ne Ebu Zer annesi! Ambarları büyük, evi geniş. Ebu Zer'in oğlu da ne Ebu Zer'in oğlu! Yatağı soyulmuş hurma lifi gibi kilosu yerindedir. Kendisini bir kuzunun budu doyurur. Ebu Zer'in kızı da ne Ebu Zer kızı! Anasına, babasına itaatkar. Elbisesinin içini dolduran (kilolu) ve (güzelliğiyle) kumasını kıskandıran. Ebu Zer'in cariyesi de ne Ebu Zer cariyesi! Konuşmalarımızı yaymaz. Azığımızı israf edip, saçmaz. Evimize de çer-çöp doldurmaz.
Ümmü Zer dedi ki: Bolluk zamanında tulumlarımızda süt çalkalanırken Ebu Zer çıktı (gitti). Yolda bir kadına rastladı, yanında pars gibi iki çocuğu vardı. Çocuklar kadının koltuğunun altındaki iki nar tanesiyle (göğüsleriyle) oynuyorlardı. Beni boşadı sonra onu nikahladı. Ben de ondan sonra eşraftan bir adama kocaya vardım ki, o ata biner, eline (Bahreyn bölgesine has) Hattî mızrak alır. Evime birçok develer ve her hayvandan bir çifter getirip, Ye Ümmü Zer, akrabalarına da ver! der. Ama bu kocamın bana verdiği her şeyi toplasam Ebu Zer'in kaplarının en küçüğünü dahi doldurmaz, dedi.
Aişe şöyle dedi: Hz. Peygamber (sav) bana: "Ben senin için Ummü Zer'e nisbette Ebû Zer' gibiyim." buyurdu.
Ebu Abdullah el-Buhârî şöyle dedi: Saîd b. Seleme, Hişâm'dan yaptığı naklinde (Ve lâ temleu beytena ta'şîşen lafzı yerine) lâ tu'aşşişü beytenâ ta'şîşen lafzını kullanmıştır.
Yine Ebu Abdullah el-Buhârî: Bazı ravilerin (fe-etekannahu lafzı yerine) mim harfiyle fe-etekammahu lafzıyla söylediği nakletmiş ve bunun daha doğru olduğunu belirtmiştir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Nikah 82, 2/348
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Bekir Abdullah b. Urve el-Kuraşi (Abdullah b. Urve b. Zübeyir b. Avvam)
4. Ebu Münzir Hişam b. Urve el-Esedî (Hişam b. Urve b. Zübeyr b. Avvam)
5. Ebu Amr İsa b. Yunus es-Sebiî (İsa b. Yunus b. Amr b. Abdullah)
6. Ebu Hasan Ali b. Hucr es-Sa'dî (Ali b. Hucr b. İyas b. Mukatil)
Konular:
Aile, Ailede iletişim, eşle sohbet
Yardımseverlik, akrabaya yardım etmek
Öneri Formu
Hadis Id, No:
279025, B005189-2
Hadis:
حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ وَعَلِىُّ بْنُ حُجْرٍ قَالاَ أَخْبَرَنَا عِيسَى بْنُ يُونُسَ حَدَّثَنَا هِشَامُ بْنُ عُرْوَةَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ عُرْوَةَ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ جَلَسَ إِحْدَى عَشْرَةَ امْرَأَةً ، فَتَعَاهَدْنَ وَتَعَاقَدْنَ أَنْ لاَ يَكْتُمْنَ مِنْ أَخْبَارِ أَزْوَاجِهِنَّ شَيْئًا . قَالَتِ الأُولَى زَوْجِى لَحْمُ جَمَلٍ ، غَثٌّ عَلَى رَأْسِ جَبَلٍ ، لاَ سَهْلٍ فَيُرْتَقَى ، وَلاَ سَمِينٍ فَيُنْتَقَلُ . قَالَتِ الثَّانِيَةُ زَوْجِى لاَ أَبُثُّ خَبَرَهُ ، إِنِّى أَخَافُ أَنْ لاَ أَذَرَهُ ، إِنْ أَذْكُرْهُ أَذْكُرْ عُجَرَهُ وَبُجَرَهُ . قَالَتِ الثَّالِثَةُ زَوْجِى الْعَشَنَّقُ ، إِنْ أَنْطِقْ أُطَلَّقْ وَإِنْ أَسْكُتْ أُعَلَّقْ . قَالَتِ الرَّابِعَةُ زَوْجِى كَلَيْلِ تِهَامَةَ ، لاَ حَرٌّ ، وَلاَ قُرٌّ ، وَلاَ مَخَافَةَ ، وَلاَ سَآمَةَ . قَالَتِ الْخَامِسَةُ زَوْجِى إِنْ دَخَلَ فَهِدَ ، وَإِنْ خَرَجَ أَسِدَ ، وَلاَ يَسْأَلُ عَمَّا عَهِدَ . قَالَتِ السَّادِسَةُ زَوْجِى إِنْ أَكَلَ لَفَّ ، وَإِنْ شَرِبَ اشْتَفَّ ، وَإِنِ اضْطَجَعَ الْتَفَّ ، وَلاَ يُولِجُ الْكَفَّ لِيَعْلَمَ الْبَثَّ ، قَالَتِ السَّابِعَةُ زَوْجِى غَيَايَاءُ أَوْ عَيَايَاءُ طَبَاقَاءُ ، كُلُّ دَاءٍ لَهُ دَاءٌ ، شَجَّكِ أَوْ فَلَّكِ أَوْ جَمَعَ كُلاًّ لَكِ . قَالَتِ الثَّامِنَةُ زَوْجِى الْمَسُّ مَسُّ أَرْنَبٍ ، وَالرِّيحُ رِيحُ زَرْنَبٍ . قَالَتِ التَّاسِعَةُ زَوْجِى رَفِيعُ الْعِمَادِ ، طَوِيلُ النِّجَادِ ، عَظِيمُ الرَّمَادِ ، قَرِيبُ الْبَيْتِ مِنَ النَّادِ . قَالَتِ الْعَاشِرَةُ زَوْجِى مَالِكٌ وَمَا مَالِكٌ ، مَالِكٌ خَيْرٌ مِنْ ذَلِكِ ، لَهُ إِبِلٌ كَثِيرَاتُ الْمَبَارِكِ قَلِيلاَتُ الْمَسَارِحِ ، وَإِذَا سَمِعْنَ صَوْتَ الْمِزْهَرِ أَيْقَنَّ أَنَّهُنَّ هَوَالِكُ . قَالَتِ الْحَادِيَةَ عَشْرَةَ زَوْجِى أَبُو زَرْعٍ فَمَا أَبُو زَرْعٍ أَنَاسَ مِنْ حُلِىٍّ أُذُنَىَّ ، وَمَلأَ مِنْ شَحْمٍ عَضُدَىَّ ، وَبَجَّحَنِى فَبَجِحَتْ إِلَىَّ نَفْسِى ، وَجَدَنِى فِى أَهْلِ غُنَيْمَةٍ بِشِقٍّ ، فَجَعَلَنِى فِى أَهْلِ صَهِيلٍ وَأَطِيطٍ وَدَائِسٍ وَمُنَقٍّ ، فَعِنْدَهُ أَقُولُ فَلاَ أُقَبَّحُ وَأَرْقُدُ فَأَتَصَبَّحُ ، وَأَشْرَبُ فَأَتَقَنَّحُ ، أُمُّ أَبِى زَرْعٍ فَمَا أُمُّ أَبِى زَرْعٍ عُكُومُهَا رَدَاحٌ ، وَبَيْتُهَا فَسَاحٌ ، ابْنُ أَبِى زَرْعٍ ، فَمَا ابْنُ أَبِى زَرْعٍ مَضْجِعُهُ كَمَسَلِّ شَطْبَةٍ ، وَيُشْبِعُهُ ذِرَاعُ الْجَفْرَةِ ، بِنْتُ أَبِى زَرْعٍ فَمَا بِنْتُ أَبِى زَرْعٍ طَوْعُ أَبِيهَا ، وَطَوْعُ أُمِّهَا ، وَمِلْءُ كِسَائِهَا ، وَغَيْظُ جَارَتِهَا ، جَارِيَةُ أَبِى زَرْعٍ ، فَمَا جَارِيَةُ أَبِى زَرْعٍ لاَ تَبُثُّ حَدِيثَنَا تَبْثِيثًا ، وَلاَ تُنَقِّثُ مِيرَتَنَا تَنْقِيثًا ، وَلاَ تَمْلأُ بَيْتَنَا تَعْشِيشًا ، قَالَتْ خَرَجَ أَبُو زَرْعٍ وَالأَوْطَابُ تُمْخَضُ ، فَلَقِىَ امْرَأَةً مَعَهَا وَلَدَانِ لَهَا كَالْفَهْدَيْنِ يَلْعَبَانِ مِنْ تَحْتِ خَصْرِهَا بِرُمَّانَتَيْنِ ، فَطَلَّقَنِى وَنَكَحَهَا ، فَنَكَحْتُ بَعْدَهُ رَجُلاً سَرِيًّا ، رَكِبَ شَرِيًّا وَأَخَذَ خَطِّيًّا وَأَرَاحَ عَلَىَّ نَعَمًا ثَرِيًّا ، وَأَعْطَانِى مِنْ كُلِّ رَائِحَةٍ زَوْجًا وَقَالَ كُلِى أُمَّ زَرْعٍ ، وَمِيرِى أَهْلَكِ . قَالَتْ فَلَوْ جَمَعْتُ كُلَّ شَىْءٍ أَعْطَانِيهِ مَا بَلَغَ أَصْغَرَ آنِيَةِ أَبِى زَرْعٍ . قَالَتْ عَائِشَةُ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « كُنْتُ لَكِ كَأَبِى زَرْعٍ لأُمِّ زَرْعٍ » . قَالَ أَبُو عَبْدِ اللَّهِ قَالَ سَعِيدُ بْنُ سَلَمَةَ عَنْ هِشَامٍ وَلاَ تُعَشِّشُ بَيْتَنَا تَعْشِيشًا . قَالَ أَبُو عَبْدِ اللَّهِ قَالَ بَعْضُهُمْ فَأَتَقَمَّحُ . بِالْمِيمِ ، وَهَذَا أَصَحُّ .
Tercemesi:
Bize Süleyman b. Abdurrahman ve Ali b. Hucr, o ikisine İsa b. Yunus, ona Hişam b. Urve, ona Abdullah b. Urve, ona Urve (b. Zübeyr), ona da Hz. Aişe şöyle nakletmiştir. On bir kadın oturmuş ve kocaları hakkındaki bilgilerden hiçbir şeyi saklamamak (ve birbirlerine anlatmak) üzere anlaşıp sözleştiler.
İlk kadın, benim kocam dağ başındaki cılız bir devenin eti gibidir. Engebesiz düz değil ki çıkılsın, semiz değil ki taşınsın, dedi.
İkinci kadın, ben kocamın haberini yayamam, Onun büyük küçük bütün hallerini hiç bir şey bırakmadan sayıp dökeceğimden korkarım, dedi.
Üçüncü kadın, kocam aşırı şekilde uzun boyludur. Eğer konuşursam beni boşar, susarsam ortada bırakır.
Dördüncü kadın, kocam Tihame geceleri gibi ne sıcak ne de soğuktur. Ne kendisinden korkulur, ne de usanılır, dedi.
Beşinci kadın, kocam gelince panter (çıta), çıkınca aslan kesilir. Emanet ettiği şeylerden de hiç sormaz, dedi.
Altıncı kadın, yediği zaman kat kat yer, içtiği zaman da hepsini bitirir, yattığı zaman da bürünür, yatar. Sıkıntıyı anlamak için elini sokmaz, dedi.
Yedinci kadın, Kocam kocalık vazifesini yapamaz biri veya karanlıktır. Her dert onda mevcuttur. Başını yarar veya yara açar. Her şeyi senin için kendinde toplamıştır, dedi.
Sekizinci kadın, kocam zaferan kokulu, tavşan dokunuşludur, dedi.
Dokuzuncusu: Kocam direği (şeref ve itibarı) yüksek, kılıcının kını uzun, külü çok (misafiri çok), evi meclislere yakın (misafir ağırlayan) bir adamdır, dedi.
Onuncu kadın, Kocam Malik'tir. Amma ne Malik! Malik bundan çok daha iyidir. Onun oturma yerleri geniş, yayılma yerleri az develeri vardır. (Misafir gelince kesildiği için yayılmadan bekleyen develer). (Misafir geldiğinde çalınan) def sesini işittiklerinde kesileceklerini bilirler, dedi.
Onbirinci kadın (Ümmü Zer'), Kocam Ebu Zer'dir. Amma ne Ebu Zer! çok zinetten takmaktan kulaklarımı şakırdattı. Pazularımı yağ doldurup beni şişmanlattı, beni mutlu etti. Benim de gönlüm ferah oldu. Beni dağın kenarında sayıca az bir koyun sürüsü sahibinde buldu da, develeri böğürür, ekinleri sürülen biçilip işlenen, ferah ve mutlu bir toplum içine getirdi. Onun yanında konurum, sözüm geri çevrilmez. Gece uyuyup,
sabahlıyorum (hizmetçiler benim yerime çalışıyor); içiyor ve kanıyorum. Ebu Zer'in annesi de ne Ebu Zer annesi! Ambarları büyük, evi geniş. Ebu Zer'in oğlu da ne Ebu Zer'in oğlu! Yatağı soyulmuş hurma lifi gibi kilosu yerindedir. Kendisini bir kuzunun budu doyurur. Ebu Zer'in kızı da ne Ebu Zer kızı! Anasına, babasına itaatkar. Elbisesinin içini dolduran (kilolu) ve (güzelliğiyle) kumasını kıskandıran. Ebu Zer'in cariyesi de ne Ebu Zer cariyesi! Konuşmalarımızı yaymaz. Azığımızı israf edip, saçmaz. Evimize de çer-çöp doldurmaz.
Ümmü Zer dedi ki: Bolluk zamanında tulumlarımızda süt çalkalanırken Ebu Zer çıktı (gitti). Yolda bir kadına rastladı, yanında pars gibi iki çocuğu vardı. Çocuklar kadının koltuğunun altındaki iki nar tanesiyle (göğüsleriyle) oynuyorlardı. Beni boşadı sonra onu nikahladı. Ben de ondan sonra eşraftan bir adama kocaya vardım ki, o ata biner, eline (Bahreyn bölgesine has) Hattî mızrak alır. Evime birçok develer ve her hayvandan bir çifter getirip, Ye Ümmü Zer, akrabalarına da ver! der. Ama bu kocamın bana verdiği her şeyi toplasam Ebu Zer'in kaplarının en küçüğünü dahi doldurmaz, dedi.
Aişe şöyle dedi: Hz. Peygamber (sav) bana: 'Ben senin için Ummü Zer'e nisbette Ebû Zer' gibiyim.' buyurdu.
Ebu Abdullah el-Buhârî şöyle dedi: Saîd b. Seleme, Hişâm'dan yaptığı naklinde (Ve lâ temleu beytena ta'şîşen lafzı yerine) lâ tu'aşşişü beytenâ ta'şîşen lafzını kullanmıştır.
Yine Ebu Abdullah el-Buhârî: Bazı ravilerin (fe-etekannahu lafzı yerine) mim harfiyle fe-etekammahu lafzıyla söylediği nakletmiş ve bunun daha doğru olduğunu belirtmiştir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Nikah 82, 2/348
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Bekir Abdullah b. Urve el-Kuraşi (Abdullah b. Urve b. Zübeyir b. Avvam)
4. Ebu Münzir Hişam b. Urve el-Esedî (Hişam b. Urve b. Zübeyr b. Avvam)
5. Ebu Amr İsa b. Yunus es-Sebiî (İsa b. Yunus b. Amr b. Abdullah)
6. Süleyman b. Abdurrahman et-Temîmî (Süleyman b. Abdurrahman b. İsa b. Meymûn)
Konular:
Aile, Ailede iletişim, eşle sohbet
Yardımseverlik, akrabaya yardım etmek