Giriş

Bize Ebu Asım, ona İbn Cüreyc, ona İbn Ebu Müleyke, ona Ukbe b. Hâris; (T) Bize Ali b. Abdullah, ona Yahya b. Saîd, ona İbn Cüreyc, ona İbn Ebu Müleyke, ona da Haris b. Ukbe şöylerivayet etmiştir:

Ebu İhâm'ın kızıyla evlenmiştim. Sonra da siyahi bir cariye gelip, “ben ikinizi de emzirmiştim” dedi. Bunun üzerine durumu Rasulullah'a (sav) gelip anlattım. Fakat kendisi benden yüz çevirdi. Ukbe der ki: ben yüzünü çevirdiği tarafa dönüp yine konuyu arz ettim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) "o kadın sizi emzirdiğini söylediği halde hala nasıl evli kalabiliyorsunuz" buyurdu ve kendisine eşiyle evli kalmayı yasakladı.


    Öneri Formu
280294 B002659-2 Buhari, Şehâdât, 13

Bize Ebu Rabî Süleyman b. Davud, ona Ahmed, ona Füleyh b. Süleyman, ona da İbn Şihâb ez-Zührî şöyle demiştir: Yüce Allah'ın Hz. Aişe'yi (r.anha), iftiracıların iftiralarından temize çıkardığı olayı bana Urve b. Zübeyir, Saîd b. Müseyyeb, Alkame b. Vakkâs el-Leysî ve Übeydullah b. Abdullah b. Utbe aktardı. Bu ravilerin her biri hadisten bir bölümü aktardı ve bir kısmı hadisi diğerinden daha iyi kavramış, bir kısmı da hadisi diğerinden daha iyi anlatmıştır. Ben onların her birinin Hz. Aişe'den aktardığı olayı iyice belledim. Onların bir kısmının anlattığı olay, diğerinin anlattığını doğrular nitelikteydi. Onlara Hz. Aişe şöyle demiştir:

Rasulullah (sav) sefere çıkmak istediği zaman hanımları arasında kura çeker, hangisine çıkarsa, onunla sefere çıkardı. Bir seferinde yine kura çekti, bana çıktı, ben de Hz. Peygamber (sav) ile sefere çıktım. Bu sefer örtünme emri indikten sonraydı. Ben Devenin hörgücü üzerine konan bir mahfe ile taşınır, ineceğim zaman da onunla indirilirdim. Bu şekilde yol aldık ve nihayet Hz. Peygamber'in gazasından geri dönüşünde, Medine'ye yaklaştığımızda konakladık. Sonra geceleyin tekrar yola çıkma emrini verdi. Ben de kalkıp (ihtiyaç gidermek üzere) ordudan ayrılıp git­tim, işim bitince konaklama yerine geldiğimde elimi göğsüme götürdüm ve bir de baktım ki Yemen'in göz boncuğundan dizilmiş olan ger­danlığım kopmuş. Hemen geri döndüm ve gerdanlığı­mı aradım. Bu arama işi beni yolculuktan alıkoydu. Bu sırada benim mahfemi taşıyanlar, içeride olduğumu düşünerek, bineğime yüklemiş ve yola koyulmuşlar. O za­manlar kadınlar az yemek yedikleri için zayıf olup kilolu değillerdi. Zaten küçük yaşta bir kadın olduğum için hizmet­çiler mahfeyi yüklemek üzere kaldırdıklarında, ağırlık de­recesinden, benim içinde olup olmadığımı fark edemeden yüklemiş ve deveyi sürüp gitmişler. Ordu gittikten sonra ben gerdanlığımı buldum ve ordunun konakladığı yere geldim ama orada hiç kimse yoktu. Ben, mahfede olmadığımı anladıkları zaman geri dönüp beni almaya gelirler düşüncesi ile daha önce kendimin konakladığı yere geldim. Bu düşünce ile oturduğum sırada, gözlerime uyku çöktü ve uyuyakaldım.

Ordunun ardını toplayarak gelen Safvân b. Muattal es-Sulemî ez-Zekvânî saba­ha yakın bulunduğum yere gelip uyuyan bir insan karaltısı gör­ünce yanıma geldi. Bu zât beni örtünme emrinden önce görmüştü. (Bu yüzden beni tanıdı) ve devesini çöktürdüğü sırada "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" demesiyle uyandım. Safvân devesinin ön ayağına bastı, ben de deveye bin­dim. Sonra deveyi çekerek yürüdü gitti. Nihayet öğlen sıcağında mola verdikleri yerde orduya yetiştik. Bu sırada (hakkımda iftira ederek) helak olan çoktan helak olmuştu. İftiraya ilk yeltenen ise Abdul­lah b. Ubeyy b. Selûl olmuştu.

Medine'ye geldiğimizde bir ay hastalandım. İnsanlar, iftiracıların sözlerini yayıyorlarmış. (Ben iftiralardan habersizdim) ama Hz. Peygamber'in (sav), hasta olduğum zaman bana gösterdiği yumuşaklığı, bu hastalığımda göstermemesi şüphemi çekiyordu. Yanıma giriyor, selâm veriyor, sonra "hastanız nasıl?" diyor­du. Benim hiçbir şeyden haberim yoktu. Ni­hayet iyileşme devrine girmiştim.

Bir gece ben Ümmü Mıstah'la ihtiyaç giderme yerimiz olan Menâsı tarafına gittim. Biz buraya ancak geceleri çıkar­dık. Bu âdet, evlerimizin yakınında hela edinmemizden önceydi. O zamanlar bizim hâlimiz, bedevilerin (hacet gidermek için) çölde dışarıya çıkmalarına yahut gezinmele­rine benziyordu. Ben, Ümmü Mısah bt. Ebu Ruhm ile hacet giderme yerine doğru yönelip giderken, onun ayağı çarşafı­na takılıp düştü ve "kahrolasın Mıstah" diye (oğluna) beddua etti. Ben "Ne kötü söyledin, Bedir Savaşı'na katılan birine mi sövü­yorsun?" dedim. Bana "hey gidi saf kızım, sen ortada dolaşan iftiraları işitmedin mi?" dedi ve iftiracıların sözlerini aktardı.

Bunun üzerine hastalığım üstüne bir hastalık daha arttı. Evime dö­nünce de Allah Rasulü (sav) yanıma geldi, selâm verdi ve "hastanız nasıldır?" diye sordu. Ben de "ey Allah'ın Rasulü, ebeveynimin yanına gitmeme izin ver" dedim. Ben bu haberi anam ve babamdan sağlamca öğrenmek is­tiyordum. Rasulullah bana izin verdi, ben de ebeveynimin yanına geldim ve annem Ümmü Rûmân'a "insanların konuşmakta olduğu bu sözler nedir?" dedim. Annem "Kızım, üzülme, sen kendini ve sağlığını düşün. Val­lahi senin gibi güzelliğe sahip, kocasının yanında sevimli ve kumaları olan bir kadının aleyhinde çokça dedikodu yapılması doğaldır" dedi.
Ben de "Subhânallah! İnsanlar hakikaten bu sözleri söylüyorlar mı? hayret doğrusu" dedim.

Âişe der ki: Ben o gece babamın evinde yattım. Sabaha kadar gözümün yaşı dinmedi, gözüme uyku da girmedi. Sonra sabahladığımda Rasulullah (sav), konu ilgili vahyin gelmesi gecikince, eşi ile ayrılması hususunda istişare etmek üzere, Ali b. Ebu Tâlib ve Usame b. Zeyd'i ya­nına çağırmıştı. Usame, ehlibeyt için gönlün­de beslediği sevgiye işaret edip "ey Allah'ın Rasulü, vallahi ailen hakkında biz hayırdan başka bir şey bilmeyiz" dedi. Ali b. Ebu Tâlib'e gelince, o da "ey Allah'ın Rasulü, Allah sana darlık vermemiş ki. Onun dışında da bir sürü kadın var. Hizmetçiye de sorun, o size doğrusunu söyler" dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav), Berîre'yi çağırıp "ey Berîre! Âise'de seni şüphelendirecek kötü bir şey gördün mü?" diye sordu. Berîre de "Hayır görmedim. Seni hak Peygamber olarak gönderen Al­lah'a yemin ederim ki, benim onda görebildiğim en büyük kusur; küçük yaşta bir kadınken hamur yoğurduğu sırada uyuyakalması, ardından evin koyunun gelip hamuru yemesidir" dedi.

Rasulullah o gün (mescitte) ayağa kalkıp bir hutbe verdi ve Abdullah b. Übey b. Selûl'ün, iftirasından dolayı cezalandırılmasını isteyerek şöyle buyurdu: "Eşim hakkında (iftira ederek) bana eziyet eden bir şahsı cezalandırma konusunda kim bana yardım eder? Vallahi ben, eşim hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Yine bir adamın ismini ortaya attılar ki, bu kişi hakkında da ben hayır­dan başka bir şey bilmiyorum. Bu kimse, yanında ben olmadan, eşimin yanına girmiş değil." Bunun üzerine Bunun üzerine Sa'd b. Muâz ayağa kalkıp "ey Allah'ın Rasulü, vallahi sana ben yardım edeceğim. Eğer bu adam Evs Kabilesinden ise biz onun boynunu vururuz. Eğer Hazrecli kardeşlerimizden ise, ne yapmak lazımsa Sen emredersin, biz de emrini yerine getiririz" dedi. Ardından Hazrec Kabilesinin reisi olan Sa'd b. Ubâde ayağa kalktı ve iyi bir insan olmasına rağmen kabile taassubunun etkisiyle "yalan söylüyorsun. Allah'ın varlığına yemin ederim ki, sen onu öldüremezsin, öldürmeye de gücün yetmez" dedi. Hemen peşinden Useyd b. Hudayr ayağa kalka­rak "Allah'ın varlığına yemin ederim ki, sen yalan söy­lüyorsun. Vallahi biz elbette onu öldürürüz. Sen muhakkak müna­fıksın ki, münafıklar adına mücadele ediyorsun" karşılığını verdi. Böylece Evs ve Hazrec kabileleri ayaklandı, hatta Rasulullah (sav) henüz daha minberden inmemişken birbir­lerinin üzerine yürüdüler. Hz. Peygamber (sav) hemen minberden inip bunları yumuşak bir üslup ile yatıştırdı, kendisi de sükût buyurdu.

Ben, gün boyu ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne gözüme uyku girdi. Sabahleyin babam ve anam yanıma geldi. Ben bu şekilde iki gece, bir gün ağladım. Hatta ağlamaktan ciğerim par­çalanacak sandım. Ben ebeveynim yanımda otururken ağladığım bir sırada Ensâr'dan bir kadın gelip yanıma girmek için izin istedi, ben de izin verdim. O da oturup benimle birlikte ağladı. Biz bu durumdayken Rasulullah (sav) içeriye girdi, gelip yanıma oturdu. Halbuki hakkımda dedikodu başladığı günden beri ya­nımda oturmamıştı. Rasulullah (sav) bir ay beklediği halde kendisine hakkımda bir şey vahyolunmamıştı. Âişe devamla şöyle dedi: Rasulullah (sav) kelime-i şahadet getirdikten sonra "ey Âişe, hakkında şöyle şöyle sözler kulağıma geldi. Eğer sen bu iddialardan beri isen, yakında Allah seni temize çıkarır. Yok eğer böyle bir günaha düştünse Allah'tan af dile ve Allah'a tevbe et. Çünkü kul, günahını itiraf edip tevbe edince Allah da ona af eder" dedi. Âişe devamla dedi ki: Rasulullah (sav) bu sözünü bitirince gözümün yaşı kesildi, hatta bir damla bile aktığını hissetmedim. Hemen babama dönüp "Allah Rasulü'ne benim adıma cevap ver" dedim. Babam "vallahi, Rasulullah'a (sav) ne diyeceğimi bilmiyorum" dedi. Anneme dönüp "benim adıma, Rasulullah'ın söylediği söze cevap ver" dedim. O da "vallahi ben de Rasulullah'a ne diyeceğimi bilmiyorum" dedi. Âişe devamla dedi ki: Ben de küçük yaşta bir kadındım. Kur'an'dan çok bir kısmını (ezberden) okuyamıyordum- Bu sebepten ben şöyle dedim: "Vallahi ben anladım ki, siz insanların dedikodusunu işittiniz, o sizin içinizde karşılık buldu ve siz bu söze inanıp tasdik ettiniz. Şimdi ben size 'ben beriyim' desem -ki zaten Allah benim beri oldu­ğumu bilmektedir-, siz bana inanmazsınız. Eğer ben si­ze bu işi itiraf etsem -ki zaten Allah benim beri oldu­ğumu bilmektedir-, siz bana inanacaksınız. Vallahi aramızdaki bu durumu ancak Yusuf'un babasının durumuna benzetiyorum. Yusuf'un kardeşleri, Yusuf'un gömleği üzerinde yalan bir kan lekesi getirdikleri zaman, Yakup, oğullarına 'فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ (Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin şu anlatışınıza karşı yardımına sığınılacak ise, ancak Allah'tır -Yûsuf, 18) demişti."

Sonra Allah'ın beni temize çıkarmasını umarak yatağıma doğru uzandım. Ancak vallahi Allah'ın hak­kımda bir ayet indireceğini sanmıyordum. Benimle ilgili bir işin Kur'an'da konuşulacak kadar, kendimin değerli olduğumu düşünmüyordum. Sadece Rasulullah'ın bir rüya görmesini ve Allah'ın beni o rüya ile temize çıkarmasını umuyordum. Vallahi Rasulullah henüz daha yerinden kalkmamıştı ve oradakilerden hiçbiri odadan çıkmamıştı ki Allah Rasulü'ne vahiy geldi. Vahyin ağırlık ve şiddetinden kış günlerinde terlemek gibi vahiy işaretleri onu kapladı. Vahyin inmesi bittiğinde, Hz. Peygamber (sav) gülümsüyordu. Bana ilk söylediği söz şu oldu: "ey Âişe, Allah'a hamd et, Allah seni kesin olarak temize çıkardı." Bunun üzerine annem bana "Kalk Rasulullah'a teşekkür et" dedi. Ben "Hayır, ben O'na kalkmam. Ben yalnız Allah'a hamd ederim" dedim.

İşte Yüce Allah, şu ayetleri indirdi: "O iftirayı atanlar içinizden bir gruptur. Bunun sizin için kötü olduğunu sanmayın, aksine bu hakkınızda hayırlıdır. Onların her biri işlediği günahı yüklenecektir. İçlerinden günahın büyüğünü üstlenen için ise büyük bir azap vardır. Bunu işittiğiniz zaman mümin erkekler ve kadınların birbiri hakkında hüsn-i zan beslemeleri ve “Bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? Bu iddialarına dört şahit getirseler ya! Bu sayıda şahit getiremiyorlarsa onlar, Allah nezdinde yalancıların ta kendileridir. Eğer dünyada ve ahirette Allah’ın lütfu ve rahmeti hep sizinle olmasaydı içine daldığınız günah yüzünden size büyük bir azap gelecekti. Çünkü siz, iftirayı dilden dile yayıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız bir şeyi ağızlarınızla söylüyorsunuz; bunu da önemsiz sanıyorsunuz; halbuki Allah katında o büyük bir şeydir. O kulağınıza geldiğinde “Bunu konuşmak bize yakışmaz, fesübhânallah, bu apaçık bir iftiradır” deseydiniz ya! Eğer gerçek müminlerseniz Allah size, bir daha asla böyle bir şey yapmamanızı öğütlüyor. Allah size ayetleri açıklıyor; Allah ilim ve hikmet sahibidir. Müminler arasında ahlâksızlığın yaygınlaşmasını isteyenlere dünyada ve ahirette can yakıcı bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Ya Allah’ın size lütfu ve rahmeti ulaşmasaydı, ya Allah çok şefkatli, çok merhametli olmasaydı! Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytana ayak uydurursa bilsin ki, o edepsizliği ve kötülüğü emreder. Allah’ın lutfu ve rahmeti sizinle olmasaydı içinizden hiçbir kimse günahtan asla arınamazdı, fakat Allah dilediğini arındırır; Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir." (Nur 11-21)

Allah benim beratım hakkında bu ayetleri indirince babam Ebu Bekir, hısımlığından ve fakirliğinden dolayı yardım etmekte bulundu­ğu Mıstah b. Usâse için "Âişe'ye attığı bu iftiradan sonra vallahi ben de Mıstah'a bir şey vermem" diye yemin etti. Bunun üzerine Yüce Allah "İçinizden yardım sever ve zengin olanlar akrabaya, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere artık bir şey vermeyeceğiz diye yemin etmesinler. Bağışlasınlar, hoş görsünler; Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir." (Nur, 22) ayetini indirdi. Bu ayetin inmesi üzerine Ebu Bekir "vallahi ben, Allah'ın beni mağfiret etmesini muhakkak seve­rim" dedi ve Mıstah'a yaptığı yardıma devam etti.

Rasulullah (sav), Zeynep bt. Cahş'a da "ey Zeynep! Âişe hakkında ne biliyorsun, ne gördün?" diyerek benim durumumu sorduğunda Zeynep "Ey Allah'ın Rasulü, ben kulağımı, gözümü muhafaza ederim. Vallahi ben Âişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmem" dedi. Âişe der ki: Zeynep (Peygamber'in kadınları arasında gü­zelliği ve Peygamber'in yanındaki konumu bakımından) benim rakibimdi. Fakat Allah onu takvası sebebiyle (iftiracılara katılmaktan) korudu.

Bize Fulayh, ona Hişâm b. Urve, ona Urve, ona da Âişe ve Abdullah b. Zübeyir bu hadisin benzerini rivayet etmiştir.

Bize Fulayh, ona Rabîa b. Ebu Abdurrahman ve Yahya ibn Saîd, onlara da Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir bu hadisn benzerini rivayet etmiştir.


    Öneri Formu
280295 B002661-2 Buhari, Şehâdât, 15

Bize Ebu Rabî Süleyman b. Davud, ona Ahmed, ona Füleyh b. Süleyman, ona da İbn Şihâb ez-Zührî şöyle demiştir: Yüce Allah'ın Hz. Aişe'yi (r.anha), iftiracıların iftiralarından temize çıkardığı olayı bana Urve b. Zübeyir, Saîd b. Müseyyeb, Alkame b. Vakkâs el-Leysî ve Übeydullah b. Abdullah b. Utbe aktardı. Bu ravilerin her biri hadisten bir bölümü aktardı ve bir kısmı hadisi diğerinden daha iyi kavramış, bir kısmı da hadisi diğerinden daha iyi anlatmıştır. Ben onların her birinin Hz. Aişe'den aktardığı olayı iyice belledim. Onların bir kısmının anlattığı olay, diğerinin anlattığını doğrular nitelikteydi. Onlara Hz. Aişe şöyle demiştir:

Rasulullah (sav) sefere çıkmak istediği zaman hanımları arasında kura çeker, hangisine çıkarsa, onunla sefere çıkardı. Bir seferinde yine kura çekti, bana çıktı, ben de Hz. Peygamber (sav) ile sefere çıktım. Bu sefer örtünme emri indikten sonraydı. Ben Devenin hörgücü üzerine konan bir mahfe ile taşınır, ineceğim zaman da onunla indirilirdim. Bu şekilde yol aldık ve nihayet Hz. Peygamber'in gazasından geri dönüşünde, Medine'ye yaklaştığımızda konakladık. Sonra geceleyin tekrar yola çıkma emrini verdi. Ben de kalkıp (ihtiyaç gidermek üzere) ordudan ayrılıp git­tim, işim bitince konaklama yerine geldiğimde elimi göğsüme götürdüm ve bir de baktım ki Yemen'in göz boncuğundan dizilmiş olan ger­danlığım kopmuş. Hemen geri döndüm ve gerdanlığı­mı aradım. Bu arama işi beni yolculuktan alıkoydu. Bu sırada benim mahfemi taşıyanlar, içeride olduğumu düşünerek, bineğime yüklemiş ve yola koyulmuşlar. O za­manlar kadınlar az yemek yedikleri için zayıf olup kilolu değillerdi. Zaten küçük yaşta bir kadın olduğum için hizmet­çiler mahfeyi yüklemek üzere kaldırdıklarında, ağırlık de­recesinden, benim içinde olup olmadığımı fark edemeden yüklemiş ve deveyi sürüp gitmişler. Ordu gittikten sonra ben gerdanlığımı buldum ve ordunun konakladığı yere geldim ama orada hiç kimse yoktu. Ben, mahfede olmadığımı anladıkları zaman geri dönüp beni almaya gelirler düşüncesi ile daha önce kendimin konakladığı yere geldim. Bu düşünce ile oturduğum sırada, gözlerime uyku çöktü ve uyuyakaldım.

Ordunun ardını toplayarak gelen Safvân b. Muattal es-Sulemî ez-Zekvânî saba­ha yakın bulunduğum yere gelip uyuyan bir insan karaltısı gör­ünce yanıma geldi. Bu zât beni örtünme emrinden önce görmüştü. (Bu yüzden beni tanıdı) ve devesini çöktürdüğü sırada "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" demesiyle uyandım. Safvân devesinin ön ayağına bastı, ben de deveye bin­dim. Sonra deveyi çekerek yürüdü gitti. Nihayet öğlen sıcağında mola verdikleri yerde orduya yetiştik. Bu sırada (hakkımda iftira ederek) helak olan çoktan helak olmuştu. İftiraya ilk yeltenen ise Abdul­lah b. Ubeyy b. Selûl olmuştu.

Medine'ye geldiğimizde bir ay hastalandım. İnsanlar, iftiracıların sözlerini yayıyorlarmış. (Ben iftiralardan habersizdim) ama Hz. Peygamber'in (sav), hasta olduğum zaman bana gösterdiği yumuşaklığı, bu hastalığımda göstermemesi şüphemi çekiyordu. Yanıma giriyor, selâm veriyor, sonra "hastanız nasıl?" diyor­du. Benim hiçbir şeyden haberim yoktu. Ni­hayet iyileşme devrine girmiştim.

Bir gece ben Ümmü Mıstah'la ihtiyaç giderme yerimiz olan Menâsı tarafına gittim. Biz buraya ancak geceleri çıkar­dık. Bu âdet, evlerimizin yakınında hela edinmemizden önceydi. O zamanlar bizim hâlimiz, bedevilerin (hacet gidermek için) çölde dışarıya çıkmalarına yahut gezinmele­rine benziyordu. Ben, Ümmü Mısah bt. Ebu Ruhm ile hacet giderme yerine doğru yönelip giderken, onun ayağı çarşafı­na takılıp düştü ve "kahrolasın Mıstah" diye (oğluna) beddua etti. Ben "Ne kötü söyledin, Bedir Savaşı'na katılan birine mi sövü­yorsun?" dedim. Bana "hey gidi saf kızım, sen ortada dolaşan iftiraları işitmedin mi?" dedi ve iftiracıların sözlerini aktardı.

Bunun üzerine hastalığım üstüne bir hastalık daha arttı. Evime dö­nünce de Allah Rasulü (sav) yanıma geldi, selâm verdi ve "hastanız nasıldır?" diye sordu. Ben de "ey Allah'ın Rasulü, ebeveynimin yanına gitmeme izin ver" dedim. Ben bu haberi anam ve babamdan sağlamca öğrenmek is­tiyordum. Rasulullah bana izin verdi, ben de ebeveynimin yanına geldim ve annem Ümmü Rûmân'a "insanların konuşmakta olduğu bu sözler nedir?" dedim. Annem "Kızım, üzülme, sen kendini ve sağlığını düşün. Val­lahi senin gibi güzelliğe sahip, kocasının yanında sevimli ve kumaları olan bir kadının aleyhinde çokça dedikodu yapılması doğaldır" dedi.
Ben de "Subhânallah! İnsanlar hakikaten bu sözleri söylüyorlar mı? hayret doğrusu" dedim.

Âişe der ki: Ben o gece babamın evinde yattım. Sabaha kadar gözümün yaşı dinmedi, gözüme uyku da girmedi. Sonra sabahladığımda Rasulullah (sav), konu ilgili vahyin gelmesi gecikince, eşi ile ayrılması hususunda istişare etmek üzere, Ali b. Ebu Tâlib ve Usame b. Zeyd'i ya­nına çağırmıştı. Usame, ehlibeyt için gönlün­de beslediği sevgiye işaret edip "ey Allah'ın Rasulü, vallahi ailen hakkında biz hayırdan başka bir şey bilmeyiz" dedi. Ali b. Ebu Tâlib'e gelince, o da "ey Allah'ın Rasulü, Allah sana darlık vermemiş ki. Onun dışında da bir sürü kadın var. Hizmetçiye de sorun, o size doğrusunu söyler" dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav), Berîre'yi çağırıp "ey Berîre! Âise'de seni şüphelendirecek kötü bir şey gördün mü?" diye sordu. Berîre de "Hayır görmedim. Seni hak Peygamber olarak gönderen Al­lah'a yemin ederim ki, benim onda görebildiğim en büyük kusur; küçük yaşta bir kadınken hamur yoğurduğu sırada uyuyakalması, ardından evin koyunun gelip hamuru yemesidir" dedi.

Rasulullah o gün (mescitte) ayağa kalkıp bir hutbe verdi ve Abdullah b. Übey b. Selûl'ün, iftirasından dolayı cezalandırılmasını isteyerek şöyle buyurdu: "Eşim hakkında (iftira ederek) bana eziyet eden bir şahsı cezalandırma konusunda kim bana yardım eder? Vallahi ben, eşim hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Yine bir adamın ismini ortaya attılar ki, bu kişi hakkında da ben hayır­dan başka bir şey bilmiyorum. Bu kimse, yanında ben olmadan, eşimin yanına girmiş değil." Bunun üzerine Bunun üzerine Sa'd b. Muâz ayağa kalkıp "ey Allah'ın Rasulü, vallahi sana ben yardım edeceğim. Eğer bu adam Evs Kabilesinden ise biz onun boynunu vururuz. Eğer Hazrecli kardeşlerimizden ise, ne yapmak lazımsa Sen emredersin, biz de emrini yerine getiririz" dedi. Ardından Hazrec Kabilesinin reisi olan Sa'd b. Ubâde ayağa kalktı ve iyi bir insan olmasına rağmen kabile taassubunun etkisiyle "yalan söylüyorsun. Allah'ın varlığına yemin ederim ki, sen onu öldüremezsin, öldürmeye de gücün yetmez" dedi. Hemen peşinden Useyd b. Hudayr ayağa kalka­rak "Allah'ın varlığına yemin ederim ki, sen yalan söy­lüyorsun. Vallahi biz elbette onu öldürürüz. Sen muhakkak müna­fıksın ki, münafıklar adına mücadele ediyorsun" karşılığını verdi. Böylece Evs ve Hazrec kabileleri ayaklandı, hatta Rasulullah (sav) henüz daha minberden inmemişken birbir­lerinin üzerine yürüdüler. Hz. Peygamber (sav) hemen minberden inip bunları yumuşak bir üslup ile yatıştırdı, kendisi de sükût buyurdu.

Ben, gün boyu ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne gözüme uyku girdi. Sabahleyin babam ve anam yanıma geldi. Ben bu şekilde iki gece, bir gün ağladım. Hatta ağlamaktan ciğerim par­çalanacak sandım. Ben ebeveynim yanımda otururken ağladığım bir sırada Ensâr'dan bir kadın gelip yanıma girmek için izin istedi, ben de izin verdim. O da oturup benimle birlikte ağladı. Biz bu durumdayken Rasulullah (sav) içeriye girdi, gelip yanıma oturdu. Halbuki hakkımda dedikodu başladığı günden beri ya­nımda oturmamıştı. Rasulullah (sav) bir ay beklediği halde kendisine hakkımda bir şey vahyolunmamıştı. Âişe devamla şöyle dedi: Rasulullah (sav) kelime-i şahadet getirdikten sonra "ey Âişe, hakkında şöyle şöyle sözler kulağıma geldi. Eğer sen bu iddialardan beri isen, yakında Allah seni temize çıkarır. Yok eğer böyle bir günaha düştünse Allah'tan af dile ve Allah'a tevbe et. Çünkü kul, günahını itiraf edip tevbe edince Allah da ona af eder" dedi. Âişe devamla dedi ki: Rasulullah (sav) bu sözünü bitirince gözümün yaşı kesildi, hatta bir damla bile aktığını hissetmedim. Hemen babama dönüp "Allah Rasulü'ne benim adıma cevap ver" dedim. Babam "vallahi, Rasulullah'a (sav) ne diyeceğimi bilmiyorum" dedi. Anneme dönüp "benim adıma, Rasulullah'ın söylediği söze cevap ver" dedim. O da "vallahi ben de Rasulullah'a ne diyeceğimi bilmiyorum" dedi. Âişe devamla dedi ki: Ben de küçük yaşta bir kadındım. Kur'an'dan çok bir kısmını (ezberden) okuyamıyordum- Bu sebepten ben şöyle dedim: "Vallahi ben anladım ki, siz insanların dedikodusunu işittiniz, o sizin içinizde karşılık buldu ve siz bu söze inanıp tasdik ettiniz. Şimdi ben size 'ben beriyim' desem -ki zaten Allah benim beri oldu­ğumu bilmektedir-, siz bana inanmazsınız. Eğer ben si­ze bu işi itiraf etsem -ki zaten Allah benim beri oldu­ğumu bilmektedir-, siz bana inanacaksınız. Vallahi aramızdaki bu durumu ancak Yusuf'un babasının durumuna benzetiyorum. Yusuf'un kardeşleri, Yusuf'un gömleği üzerinde yalan bir kan lekesi getirdikleri zaman, Yakup, oğullarına 'فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ (Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin şu anlatışınıza karşı yardımına sığınılacak ise, ancak Allah'tır -Yûsuf, 18) demişti."

Sonra Allah'ın beni temize çıkarmasını umarak yatağıma doğru uzandım. Ancak vallahi Allah'ın hak­kımda bir ayet indireceğini sanmıyordum. Benimle ilgili bir işin Kur'an'da konuşulacak kadar, kendimin değerli olduğumu düşünmüyordum. Sadece Rasulullah'ın bir rüya görmesini ve Allah'ın beni o rüya ile temize çıkarmasını umuyordum. Vallahi Rasulullah henüz daha yerinden kalkmamıştı ve oradakilerden hiçbiri odadan çıkmamıştı ki Allah Rasulü'ne vahiy geldi. Vahyin ağırlık ve şiddetinden kış günlerinde terlemek gibi vahiy işaretleri onu kapladı. Vahyin inmesi bittiğinde, Hz. Peygamber (sav) gülümsüyordu. Bana ilk söylediği söz şu oldu: "ey Âişe, Allah'a hamd et, Allah seni kesin olarak temize çıkardı." Bunun üzerine annem bana "Kalk Rasulullah'a teşekkür et" dedi. Ben "Hayır, ben O'na kalkmam. Ben yalnız Allah'a hamd ederim" dedim.

İşte Yüce Allah, şu ayetleri indirdi: "O iftirayı atanlar içinizden bir gruptur. Bunun sizin için kötü olduğunu sanmayın, aksine bu hakkınızda hayırlıdır. Onların her biri işlediği günahı yüklenecektir. İçlerinden günahın büyüğünü üstlenen için ise büyük bir azap vardır. Bunu işittiğiniz zaman mümin erkekler ve kadınların birbiri hakkında hüsn-i zan beslemeleri ve “Bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? Bu iddialarına dört şahit getirseler ya! Bu sayıda şahit getiremiyorlarsa onlar, Allah nezdinde yalancıların ta kendileridir. Eğer dünyada ve ahirette Allah’ın lütfu ve rahmeti hep sizinle olmasaydı içine daldığınız günah yüzünden size büyük bir azap gelecekti. Çünkü siz, iftirayı dilden dile yayıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız bir şeyi ağızlarınızla söylüyorsunuz; bunu da önemsiz sanıyorsunuz; halbuki Allah katında o büyük bir şeydir. O kulağınıza geldiğinde “Bunu konuşmak bize yakışmaz, fesübhânallah, bu apaçık bir iftiradır” deseydiniz ya! Eğer gerçek müminlerseniz Allah size, bir daha asla böyle bir şey yapmamanızı öğütlüyor. Allah size ayetleri açıklıyor; Allah ilim ve hikmet sahibidir. Müminler arasında ahlâksızlığın yaygınlaşmasını isteyenlere dünyada ve ahirette can yakıcı bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Ya Allah’ın size lütfu ve rahmeti ulaşmasaydı, ya Allah çok şefkatli, çok merhametli olmasaydı! Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytana ayak uydurursa bilsin ki, o edepsizliği ve kötülüğü emreder. Allah’ın lutfu ve rahmeti sizinle olmasaydı içinizden hiçbir kimse günahtan asla arınamazdı, fakat Allah dilediğini arındırır; Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir." (Nur 11-21)

Allah benim beratım hakkında bu ayetleri indirince babam Ebu Bekir, hısımlığından ve fakirliğinden dolayı yardım etmekte bulundu­ğu Mıstah b. Usâse için "Âişe'ye attığı bu iftiradan sonra vallahi ben de Mıstah'a bir şey vermem" diye yemin etti. Bunun üzerine Yüce Allah "İçinizden yardım sever ve zengin olanlar akrabaya, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere artık bir şey vermeyeceğiz diye yemin etmesinler. Bağışlasınlar, hoş görsünler; Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir." (Nur, 22) ayetini indirdi. Bu ayetin inmesi üzerine Ebu Bekir "vallahi ben, Allah'ın beni mağfiret etmesini muhakkak seve­rim" dedi ve Mıstah'a yaptığı yardıma devam etti.

Rasulullah (sav), Zeynep bt. Cahş'a da "ey Zeynep! Âişe hakkında ne biliyorsun, ne gördün?" diyerek benim durumumu sorduğunda Zeynep "Ey Allah'ın Rasulü, ben kulağımı, gözümü muhafaza ederim. Vallahi ben Âişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmem" dedi. Âişe der ki: Zeynep (Peygamber'in kadınları arasında gü­zelliği ve Peygamber'in yanındaki konumu bakımından) benim rakibimdi. Fakat Allah onu takvası sebebiyle (iftiracılara katılmaktan) korudu.

Bize Fulayh, ona Hişâm b. Urve, ona Urve, ona da Âişe ve Abdullah b. Zübeyir bu hadisin benzerini rivayet etmiştir.

Bize Fulayh, ona Rabîa b. Ebu Abdurrahman ve Yahya ibn Saîd, onlara da Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir bu hadisn benzerini rivayet etmiştir.


    Öneri Formu
280296 B002661-3 Buhari, Şehâdât, 15

Bize Ebu Rabî Süleyman b. Davud, ona Ahmed, ona Füleyh b. Süleyman, ona da İbn Şihâb ez-Zührî şöyle demiştir: Yüce Allah'ın Hz. Aişe'yi (r.anha), iftiracıların iftiralarından temize çıkardığı olayı bana Urve b. Zübeyir, Saîd b. Müseyyeb, Alkame b. Vakkâs el-Leysî ve Übeydullah b. Abdullah b. Utbe aktardı. Bu ravilerin her biri hadisten bir bölümü aktardı ve bir kısmı hadisi diğerinden daha iyi kavramış, bir kısmı da hadisi diğerinden daha iyi anlatmıştır. Ben onların her birinin Hz. Aişe'den aktardığı olayı iyice belledim. Onların bir kısmının anlattığı olay, diğerinin anlattığını doğrular nitelikteydi. Onlara Hz. Aişe şöyle demiştir:

Rasulullah (sav) sefere çıkmak istediği zaman hanımları arasında kura çeker, hangisine çıkarsa, onunla sefere çıkardı. Bir seferinde yine kura çekti, bana çıktı, ben de Hz. Peygamber (sav) ile sefere çıktım. Bu sefer örtünme emri indikten sonraydı. Ben Devenin hörgücü üzerine konan bir mahfe ile taşınır, ineceğim zaman da onunla indirilirdim. Bu şekilde yol aldık ve nihayet Hz. Peygamber'in gazasından geri dönüşünde, Medine'ye yaklaştığımızda konakladık. Sonra geceleyin tekrar yola çıkma emrini verdi. Ben de kalkıp (ihtiyaç gidermek üzere) ordudan ayrılıp git­tim, işim bitince konaklama yerine geldiğimde elimi göğsüme götürdüm ve bir de baktım ki Yemen'in göz boncuğundan dizilmiş olan ger­danlığım kopmuş. Hemen geri döndüm ve gerdanlığı­mı aradım. Bu arama işi beni yolculuktan alıkoydu. Bu sırada benim mahfemi taşıyanlar, içeride olduğumu düşünerek, bineğime yüklemiş ve yola koyulmuşlar. O za­manlar kadınlar az yemek yedikleri için zayıf olup kilolu değillerdi. Zaten küçük yaşta bir kadın olduğum için hizmet­çiler mahfeyi yüklemek üzere kaldırdıklarında, ağırlık de­recesinden, benim içinde olup olmadığımı fark edemeden yüklemiş ve deveyi sürüp gitmişler. Ordu gittikten sonra ben gerdanlığımı buldum ve ordunun konakladığı yere geldim ama orada hiç kimse yoktu. Ben, mahfede olmadığımı anladıkları zaman geri dönüp beni almaya gelirler düşüncesi ile daha önce kendimin konakladığı yere geldim. Bu düşünce ile oturduğum sırada, gözlerime uyku çöktü ve uyuyakaldım.

Ordunun ardını toplayarak gelen Safvân b. Muattal es-Sulemî ez-Zekvânî saba­ha yakın bulunduğum yere gelip uyuyan bir insan karaltısı gör­ünce yanıma geldi. Bu zât beni örtünme emrinden önce görmüştü. (Bu yüzden beni tanıdı) ve devesini çöktürdüğü sırada "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" demesiyle uyandım. Safvân devesinin ön ayağına bastı, ben de deveye bin­dim. Sonra deveyi çekerek yürüdü gitti. Nihayet öğlen sıcağında mola verdikleri yerde orduya yetiştik. Bu sırada (hakkımda iftira ederek) helak olan çoktan helak olmuştu. İftiraya ilk yeltenen ise Abdul­lah b. Ubeyy b. Selûl olmuştu.

Medine'ye geldiğimizde bir ay hastalandım. İnsanlar, iftiracıların sözlerini yayıyorlarmış. (Ben iftiralardan habersizdim) ama Hz. Peygamber'in (sav), hasta olduğum zaman bana gösterdiği yumuşaklığı, bu hastalığımda göstermemesi şüphemi çekiyordu. Yanıma giriyor, selâm veriyor, sonra "hastanız nasıl?" diyor­du. Benim hiçbir şeyden haberim yoktu. Ni­hayet iyileşme devrine girmiştim.

Bir gece ben Ümmü Mıstah'la ihtiyaç giderme yerimiz olan Menâsı tarafına gittim. Biz buraya ancak geceleri çıkar­dık. Bu âdet, evlerimizin yakınında hela edinmemizden önceydi. O zamanlar bizim hâlimiz, bedevilerin (hacet gidermek için) çölde dışarıya çıkmalarına yahut gezinmele­rine benziyordu. Ben, Ümmü Mısah bt. Ebu Ruhm ile hacet giderme yerine doğru yönelip giderken, onun ayağı çarşafı­na takılıp düştü ve "kahrolasın Mıstah" diye (oğluna) beddua etti. Ben "Ne kötü söyledin, Bedir Savaşı'na katılan birine mi sövü­yorsun?" dedim. Bana "hey gidi saf kızım, sen ortada dolaşan iftiraları işitmedin mi?" dedi ve iftiracıların sözlerini aktardı.

Bunun üzerine hastalığım üstüne bir hastalık daha arttı. Evime dö­nünce de Allah Rasulü (sav) yanıma geldi, selâm verdi ve "hastanız nasıldır?" diye sordu. Ben de "ey Allah'ın Rasulü, ebeveynimin yanına gitmeme izin ver" dedim. Ben bu haberi anam ve babamdan sağlamca öğrenmek is­tiyordum. Rasulullah bana izin verdi, ben de ebeveynimin yanına geldim ve annem Ümmü Rûmân'a "insanların konuşmakta olduğu bu sözler nedir?" dedim. Annem "Kızım, üzülme, sen kendini ve sağlığını düşün. Val­lahi senin gibi güzelliğe sahip, kocasının yanında sevimli ve kumaları olan bir kadının aleyhinde çokça dedikodu yapılması doğaldır" dedi.
Ben de "Subhânallah! İnsanlar hakikaten bu sözleri söylüyorlar mı? hayret doğrusu" dedim.

Âişe der ki: Ben o gece babamın evinde yattım. Sabaha kadar gözümün yaşı dinmedi, gözüme uyku da girmedi. Sonra sabahladığımda Rasulullah (sav), konu ilgili vahyin gelmesi gecikince, eşi ile ayrılması hususunda istişare etmek üzere, Ali b. Ebu Tâlib ve Usame b. Zeyd'i ya­nına çağırmıştı. Usame, ehlibeyt için gönlün­de beslediği sevgiye işaret edip "ey Allah'ın Rasulü, vallahi ailen hakkında biz hayırdan başka bir şey bilmeyiz" dedi. Ali b. Ebu Tâlib'e gelince, o da "ey Allah'ın Rasulü, Allah sana darlık vermemiş ki. Onun dışında da bir sürü kadın var. Hizmetçiye de sorun, o size doğrusunu söyler" dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav), Berîre'yi çağırıp "ey Berîre! Âise'de seni şüphelendirecek kötü bir şey gördün mü?" diye sordu. Berîre de "Hayır görmedim. Seni hak Peygamber olarak gönderen Al­lah'a yemin ederim ki, benim onda görebildiğim en büyük kusur; küçük yaşta bir kadınken hamur yoğurduğu sırada uyuyakalması, ardından evin koyunun gelip hamuru yemesidir" dedi.

Rasulullah o gün (mescitte) ayağa kalkıp bir hutbe verdi ve Abdullah b. Übey b. Selûl'ün, iftirasından dolayı cezalandırılmasını isteyerek şöyle buyurdu: "Eşim hakkında (iftira ederek) bana eziyet eden bir şahsı cezalandırma konusunda kim bana yardım eder? Vallahi ben, eşim hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Yine bir adamın ismini ortaya attılar ki, bu kişi hakkında da ben hayır­dan başka bir şey bilmiyorum. Bu kimse, yanında ben olmadan, eşimin yanına girmiş değil." Bunun üzerine Bunun üzerine Sa'd b. Muâz ayağa kalkıp "ey Allah'ın Rasulü, vallahi sana ben yardım edeceğim. Eğer bu adam Evs Kabilesinden ise biz onun boynunu vururuz. Eğer Hazrecli kardeşlerimizden ise, ne yapmak lazımsa Sen emredersin, biz de emrini yerine getiririz" dedi. Ardından Hazrec Kabilesinin reisi olan Sa'd b. Ubâde ayağa kalktı ve iyi bir insan olmasına rağmen kabile taassubunun etkisiyle "yalan söylüyorsun. Allah'ın varlığına yemin ederim ki, sen onu öldüremezsin, öldürmeye de gücün yetmez" dedi. Hemen peşinden Useyd b. Hudayr ayağa kalka­rak "Allah'ın varlığına yemin ederim ki, sen yalan söy­lüyorsun. Vallahi biz elbette onu öldürürüz. Sen muhakkak müna­fıksın ki, münafıklar adına mücadele ediyorsun" karşılığını verdi. Böylece Evs ve Hazrec kabileleri ayaklandı, hatta Rasulullah (sav) henüz daha minberden inmemişken birbir­lerinin üzerine yürüdüler. Hz. Peygamber (sav) hemen minberden inip bunları yumuşak bir üslup ile yatıştırdı, kendisi de sükût buyurdu.

Ben, gün boyu ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne gözüme uyku girdi. Sabahleyin babam ve anam yanıma geldi. Ben bu şekilde iki gece, bir gün ağladım. Hatta ağlamaktan ciğerim par­çalanacak sandım. Ben ebeveynim yanımda otururken ağladığım bir sırada Ensâr'dan bir kadın gelip yanıma girmek için izin istedi, ben de izin verdim. O da oturup benimle birlikte ağladı. Biz bu durumdayken Rasulullah (sav) içeriye girdi, gelip yanıma oturdu. Halbuki hakkımda dedikodu başladığı günden beri ya­nımda oturmamıştı. Rasulullah (sav) bir ay beklediği halde kendisine hakkımda bir şey vahyolunmamıştı. Âişe devamla şöyle dedi: Rasulullah (sav) kelime-i şahadet getirdikten sonra "ey Âişe, hakkında şöyle şöyle sözler kulağıma geldi. Eğer sen bu iddialardan beri isen, yakında Allah seni temize çıkarır. Yok eğer böyle bir günaha düştünse Allah'tan af dile ve Allah'a tevbe et. Çünkü kul, günahını itiraf edip tevbe edince Allah da ona af eder" dedi. Âişe devamla dedi ki: Rasulullah (sav) bu sözünü bitirince gözümün yaşı kesildi, hatta bir damla bile aktığını hissetmedim. Hemen babama dönüp "Allah Rasulü'ne benim adıma cevap ver" dedim. Babam "vallahi, Rasulullah'a (sav) ne diyeceğimi bilmiyorum" dedi. Anneme dönüp "benim adıma, Rasulullah'ın söylediği söze cevap ver" dedim. O da "vallahi ben de Rasulullah'a ne diyeceğimi bilmiyorum" dedi. Âişe devamla dedi ki: Ben de küçük yaşta bir kadındım. Kur'an'dan çok bir kısmını (ezberden) okuyamıyordum- Bu sebepten ben şöyle dedim: "Vallahi ben anladım ki, siz insanların dedikodusunu işittiniz, o sizin içinizde karşılık buldu ve siz bu söze inanıp tasdik ettiniz. Şimdi ben size 'ben beriyim' desem -ki zaten Allah benim beri oldu­ğumu bilmektedir-, siz bana inanmazsınız. Eğer ben si­ze bu işi itiraf etsem -ki zaten Allah benim beri oldu­ğumu bilmektedir-, siz bana inanacaksınız. Vallahi aramızdaki bu durumu ancak Yusuf'un babasının durumuna benzetiyorum. Yusuf'un kardeşleri, Yusuf'un gömleği üzerinde yalan bir kan lekesi getirdikleri zaman, Yakup, oğullarına 'فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ (Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin şu anlatışınıza karşı yardımına sığınılacak ise, ancak Allah'tır -Yûsuf, 18) demişti."

Sonra Allah'ın beni temize çıkarmasını umarak yatağıma doğru uzandım. Ancak vallahi Allah'ın hak­kımda bir ayet indireceğini sanmıyordum. Benimle ilgili bir işin Kur'an'da konuşulacak kadar, kendimin değerli olduğumu düşünmüyordum. Sadece Rasulullah'ın bir rüya görmesini ve Allah'ın beni o rüya ile temize çıkarmasını umuyordum. Vallahi Rasulullah henüz daha yerinden kalkmamıştı ve oradakilerden hiçbiri odadan çıkmamıştı ki Allah Rasulü'ne vahiy geldi. Vahyin ağırlık ve şiddetinden kış günlerinde terlemek gibi vahiy işaretleri onu kapladı. Vahyin inmesi bittiğinde, Hz. Peygamber (sav) gülümsüyordu. Bana ilk söylediği söz şu oldu: "ey Âişe, Allah'a hamd et, Allah seni kesin olarak temize çıkardı." Bunun üzerine annem bana "Kalk Rasulullah'a teşekkür et" dedi. Ben "Hayır, ben O'na kalkmam. Ben yalnız Allah'a hamd ederim" dedim.

İşte Yüce Allah, şu ayetleri indirdi: "O iftirayı atanlar içinizden bir gruptur. Bunun sizin için kötü olduğunu sanmayın, aksine bu hakkınızda hayırlıdır. Onların her biri işlediği günahı yüklenecektir. İçlerinden günahın büyüğünü üstlenen için ise büyük bir azap vardır. Bunu işittiğiniz zaman mümin erkekler ve kadınların birbiri hakkında hüsn-i zan beslemeleri ve “Bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? Bu iddialarına dört şahit getirseler ya! Bu sayıda şahit getiremiyorlarsa onlar, Allah nezdinde yalancıların ta kendileridir. Eğer dünyada ve ahirette Allah’ın lütfu ve rahmeti hep sizinle olmasaydı içine daldığınız günah yüzünden size büyük bir azap gelecekti. Çünkü siz, iftirayı dilden dile yayıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız bir şeyi ağızlarınızla söylüyorsunuz; bunu da önemsiz sanıyorsunuz; halbuki Allah katında o büyük bir şeydir. O kulağınıza geldiğinde “Bunu konuşmak bize yakışmaz, fesübhânallah, bu apaçık bir iftiradır” deseydiniz ya! Eğer gerçek müminlerseniz Allah size, bir daha asla böyle bir şey yapmamanızı öğütlüyor. Allah size ayetleri açıklıyor; Allah ilim ve hikmet sahibidir. Müminler arasında ahlâksızlığın yaygınlaşmasını isteyenlere dünyada ve ahirette can yakıcı bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Ya Allah’ın size lütfu ve rahmeti ulaşmasaydı, ya Allah çok şefkatli, çok merhametli olmasaydı! Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytana ayak uydurursa bilsin ki, o edepsizliği ve kötülüğü emreder. Allah’ın lutfu ve rahmeti sizinle olmasaydı içinizden hiçbir kimse günahtan asla arınamazdı, fakat Allah dilediğini arındırır; Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir." (Nur 11-21)

Allah benim beratım hakkında bu ayetleri indirince babam Ebu Bekir, hısımlığından ve fakirliğinden dolayı yardım etmekte bulundu­ğu Mıstah b. Usâse için "Âişe'ye attığı bu iftiradan sonra vallahi ben de Mıstah'a bir şey vermem" diye yemin etti. Bunun üzerine Yüce Allah "İçinizden yardım sever ve zengin olanlar akrabaya, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere artık bir şey vermeyeceğiz diye yemin etmesinler. Bağışlasınlar, hoş görsünler; Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir." (Nur, 22) ayetini indirdi. Bu ayetin inmesi üzerine Ebu Bekir "vallahi ben, Allah'ın beni mağfiret etmesini muhakkak seve­rim" dedi ve Mıstah'a yaptığı yardıma devam etti.

Rasulullah (sav), Zeynep bt. Cahş'a da "ey Zeynep! Âişe hakkında ne biliyorsun, ne gördün?" diyerek benim durumumu sorduğunda Zeynep "Ey Allah'ın Rasulü, ben kulağımı, gözümü muhafaza ederim. Vallahi ben Âişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmem" dedi. Âişe der ki: Zeynep (Peygamber'in kadınları arasında gü­zelliği ve Peygamber'in yanındaki konumu bakımından) benim rakibimdi. Fakat Allah onu takvası sebebiyle (iftiracılara katılmaktan) korudu.

Bize Fulayh, ona Hişâm b. Urve, ona Urve, ona da Âişe ve Abdullah b. Zübeyir bu hadisin benzerini rivayet etmiştir.

Bize Fulayh, ona Rabîa b. Ebu Abdurrahman ve Yahya ibn Saîd, onlara da Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir bu hadisn benzerini rivayet etmiştir.


    Öneri Formu
280297 B002661-4 Buhari, Şehâdât, 15

Bize Ebu Rabî Süleyman b. Davud, ona Ahmed, ona Füleyh b. Süleyman, ona da İbn Şihâb ez-Zührî şöyle demiştir: Yüce Allah'ın Hz. Aişe'yi (r.anha), iftiracıların iftiralarından temize çıkardığı olayı bana Urve b. Zübeyir, Saîd b. Müseyyeb, Alkame b. Vakkâs el-Leysî ve Übeydullah b. Abdullah b. Utbe aktardı. Bu ravilerin her biri hadisten bir bölümü aktardı ve bir kısmı hadisi diğerinden daha iyi kavramış, bir kısmı da hadisi diğerinden daha iyi anlatmıştır. Ben onların her birinin Hz. Aişe'den aktardığı olayı iyice belledim. Onların bir kısmının anlattığı olay, diğerinin anlattığını doğrular nitelikteydi. Onlara Hz. Aişe şöyle demiştir:

Rasulullah (sav) sefere çıkmak istediği zaman hanımları arasında kura çeker, hangisine çıkarsa, onunla sefere çıkardı. Bir seferinde yine kura çekti, bana çıktı, ben de Hz. Peygamber (sav) ile sefere çıktım. Bu sefer örtünme emri indikten sonraydı. Ben Devenin hörgücü üzerine konan bir mahfe ile taşınır, ineceğim zaman da onunla indirilirdim. Bu şekilde yol aldık ve nihayet Hz. Peygamber'in gazasından geri dönüşünde, Medine'ye yaklaştığımızda konakladık. Sonra geceleyin tekrar yola çıkma emrini verdi. Ben de kalkıp (ihtiyaç gidermek üzere) ordudan ayrılıp git­tim, işim bitince konaklama yerine geldiğimde elimi göğsüme götürdüm ve bir de baktım ki Yemen'in göz boncuğundan dizilmiş olan ger­danlığım kopmuş. Hemen geri döndüm ve gerdanlığı­mı aradım. Bu arama işi beni yolculuktan alıkoydu. Bu sırada benim mahfemi taşıyanlar, içeride olduğumu düşünerek, bineğime yüklemiş ve yola koyulmuşlar. O za­manlar kadınlar az yemek yedikleri için zayıf olup kilolu değillerdi. Zaten küçük yaşta bir kadın olduğum için hizmet­çiler mahfeyi yüklemek üzere kaldırdıklarında, ağırlık de­recesinden, benim içinde olup olmadığımı fark edemeden yüklemiş ve deveyi sürüp gitmişler. Ordu gittikten sonra ben gerdanlığımı buldum ve ordunun konakladığı yere geldim ama orada hiç kimse yoktu. Ben, mahfede olmadığımı anladıkları zaman geri dönüp beni almaya gelirler düşüncesi ile daha önce kendimin konakladığı yere geldim. Bu düşünce ile oturduğum sırada, gözlerime uyku çöktü ve uyuyakaldım.

Ordunun ardını toplayarak gelen Safvân b. Muattal es-Sulemî ez-Zekvânî saba­ha yakın bulunduğum yere gelip uyuyan bir insan karaltısı gör­ünce yanıma geldi. Bu zât beni örtünme emrinden önce görmüştü. (Bu yüzden beni tanıdı) ve devesini çöktürdüğü sırada "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" demesiyle uyandım. Safvân devesinin ön ayağına bastı, ben de deveye bin­dim. Sonra deveyi çekerek yürüdü gitti. Nihayet öğlen sıcağında mola verdikleri yerde orduya yetiştik. Bu sırada (hakkımda iftira ederek) helak olan çoktan helak olmuştu. İftiraya ilk yeltenen ise Abdul­lah b. Ubeyy b. Selûl olmuştu.

Medine'ye geldiğimizde bir ay hastalandım. İnsanlar, iftiracıların sözlerini yayıyorlarmış. (Ben iftiralardan habersizdim) ama Hz. Peygamber'in (sav), hasta olduğum zaman bana gösterdiği yumuşaklığı, bu hastalığımda göstermemesi şüphemi çekiyordu. Yanıma giriyor, selâm veriyor, sonra "hastanız nasıl?" diyor­du. Benim hiçbir şeyden haberim yoktu. Ni­hayet iyileşme devrine girmiştim.

Bir gece ben Ümmü Mıstah'la ihtiyaç giderme yerimiz olan Menâsı tarafına gittim. Biz buraya ancak geceleri çıkar­dık. Bu âdet, evlerimizin yakınında hela edinmemizden önceydi. O zamanlar bizim hâlimiz, bedevilerin (hacet gidermek için) çölde dışarıya çıkmalarına yahut gezinmele­rine benziyordu. Ben, Ümmü Mısah bt. Ebu Ruhm ile hacet giderme yerine doğru yönelip giderken, onun ayağı çarşafı­na takılıp düştü ve "kahrolasın Mıstah" diye (oğluna) beddua etti. Ben "Ne kötü söyledin, Bedir Savaşı'na katılan birine mi sövü­yorsun?" dedim. Bana "hey gidi saf kızım, sen ortada dolaşan iftiraları işitmedin mi?" dedi ve iftiracıların sözlerini aktardı.

Bunun üzerine hastalığım üstüne bir hastalık daha arttı. Evime dö­nünce de Allah Rasulü (sav) yanıma geldi, selâm verdi ve "hastanız nasıldır?" diye sordu. Ben de "ey Allah'ın Rasulü, ebeveynimin yanına gitmeme izin ver" dedim. Ben bu haberi anam ve babamdan sağlamca öğrenmek is­tiyordum. Rasulullah bana izin verdi, ben de ebeveynimin yanına geldim ve annem Ümmü Rûmân'a "insanların konuşmakta olduğu bu sözler nedir?" dedim. Annem "Kızım, üzülme, sen kendini ve sağlığını düşün. Val­lahi senin gibi güzelliğe sahip, kocasının yanında sevimli ve kumaları olan bir kadının aleyhinde çokça dedikodu yapılması doğaldır" dedi.
Ben de "Subhânallah! İnsanlar hakikaten bu sözleri söylüyorlar mı? hayret doğrusu" dedim.

Âişe der ki: Ben o gece babamın evinde yattım. Sabaha kadar gözümün yaşı dinmedi, gözüme uyku da girmedi. Sonra sabahladığımda Rasulullah (sav), konu ilgili vahyin gelmesi gecikince, eşi ile ayrılması hususunda istişare etmek üzere, Ali b. Ebu Tâlib ve Usame b. Zeyd'i ya­nına çağırmıştı. Usame, ehlibeyt için gönlün­de beslediği sevgiye işaret edip "ey Allah'ın Rasulü, vallahi ailen hakkında biz hayırdan başka bir şey bilmeyiz" dedi. Ali b. Ebu Tâlib'e gelince, o da "ey Allah'ın Rasulü, Allah sana darlık vermemiş ki. Onun dışında da bir sürü kadın var. Hizmetçiye de sorun, o size doğrusunu söyler" dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav), Berîre'yi çağırıp "ey Berîre! Âise'de seni şüphelendirecek kötü bir şey gördün mü?" diye sordu. Berîre de "Hayır görmedim. Seni hak Peygamber olarak gönderen Al­lah'a yemin ederim ki, benim onda görebildiğim en büyük kusur; küçük yaşta bir kadınken hamur yoğurduğu sırada uyuyakalması, ardından evin koyunun gelip hamuru yemesidir" dedi.

Rasulullah o gün (mescitte) ayağa kalkıp bir hutbe verdi ve Abdullah b. Übey b. Selûl'ün, iftirasından dolayı cezalandırılmasını isteyerek şöyle buyurdu: "Eşim hakkında (iftira ederek) bana eziyet eden bir şahsı cezalandırma konusunda kim bana yardım eder? Vallahi ben, eşim hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Yine bir adamın ismini ortaya attılar ki, bu kişi hakkında da ben hayır­dan başka bir şey bilmiyorum. Bu kimse, yanında ben olmadan, eşimin yanına girmiş değil." Bunun üzerine Bunun üzerine Sa'd b. Muâz ayağa kalkıp "ey Allah'ın Rasulü, vallahi sana ben yardım edeceğim. Eğer bu adam Evs Kabilesinden ise biz onun boynunu vururuz. Eğer Hazrecli kardeşlerimizden ise, ne yapmak lazımsa Sen emredersin, biz de emrini yerine getiririz" dedi. Ardından Hazrec Kabilesinin reisi olan Sa'd b. Ubâde ayağa kalktı ve iyi bir insan olmasına rağmen kabile taassubunun etkisiyle "yalan söylüyorsun. Allah'ın varlığına yemin ederim ki, sen onu öldüremezsin, öldürmeye de gücün yetmez" dedi. Hemen peşinden Useyd b. Hudayr ayağa kalka­rak "Allah'ın varlığına yemin ederim ki, sen yalan söy­lüyorsun. Vallahi biz elbette onu öldürürüz. Sen muhakkak müna­fıksın ki, münafıklar adına mücadele ediyorsun" karşılığını verdi. Böylece Evs ve Hazrec kabileleri ayaklandı, hatta Rasulullah (sav) henüz daha minberden inmemişken birbir­lerinin üzerine yürüdüler. Hz. Peygamber (sav) hemen minberden inip bunları yumuşak bir üslup ile yatıştırdı, kendisi de sükût buyurdu.

Ben, gün boyu ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne gözüme uyku girdi. Sabahleyin babam ve anam yanıma geldi. Ben bu şekilde iki gece, bir gün ağladım. Hatta ağlamaktan ciğerim par­çalanacak sandım. Ben ebeveynim yanımda otururken ağladığım bir sırada Ensâr'dan bir kadın gelip yanıma girmek için izin istedi, ben de izin verdim. O da oturup benimle birlikte ağladı. Biz bu durumdayken Rasulullah (sav) içeriye girdi, gelip yanıma oturdu. Halbuki hakkımda dedikodu başladığı günden beri ya­nımda oturmamıştı. Rasulullah (sav) bir ay beklediği halde kendisine hakkımda bir şey vahyolunmamıştı. Âişe devamla şöyle dedi: Rasulullah (sav) kelime-i şahadet getirdikten sonra "ey Âişe, hakkında şöyle şöyle sözler kulağıma geldi. Eğer sen bu iddialardan beri isen, yakında Allah seni temize çıkarır. Yok eğer böyle bir günaha düştünse Allah'tan af dile ve Allah'a tevbe et. Çünkü kul, günahını itiraf edip tevbe edince Allah da ona af eder" dedi. Âişe devamla dedi ki: Rasulullah (sav) bu sözünü bitirince gözümün yaşı kesildi, hatta bir damla bile aktığını hissetmedim. Hemen babama dönüp "Allah Rasulü'ne benim adıma cevap ver" dedim. Babam "vallahi, Rasulullah'a (sav) ne diyeceğimi bilmiyorum" dedi. Anneme dönüp "benim adıma, Rasulullah'ın söylediği söze cevap ver" dedim. O da "vallahi ben de Rasulullah'a ne diyeceğimi bilmiyorum" dedi. Âişe devamla dedi ki: Ben de küçük yaşta bir kadındım. Kur'an'dan çok bir kısmını (ezberden) okuyamıyordum- Bu sebepten ben şöyle dedim: "Vallahi ben anladım ki, siz insanların dedikodusunu işittiniz, o sizin içinizde karşılık buldu ve siz bu söze inanıp tasdik ettiniz. Şimdi ben size 'ben beriyim' desem -ki zaten Allah benim beri oldu­ğumu bilmektedir-, siz bana inanmazsınız. Eğer ben si­ze bu işi itiraf etsem -ki zaten Allah benim beri oldu­ğumu bilmektedir-, siz bana inanacaksınız. Vallahi aramızdaki bu durumu ancak Yusuf'un babasının durumuna benzetiyorum. Yusuf'un kardeşleri, Yusuf'un gömleği üzerinde yalan bir kan lekesi getirdikleri zaman, Yakup, oğullarına 'فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ (Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin şu anlatışınıza karşı yardımına sığınılacak ise, ancak Allah'tır -Yûsuf, 18) demişti."

Sonra Allah'ın beni temize çıkarmasını umarak yatağıma doğru uzandım. Ancak vallahi Allah'ın hak­kımda bir ayet indireceğini sanmıyordum. Benimle ilgili bir işin Kur'an'da konuşulacak kadar, kendimin değerli olduğumu düşünmüyordum. Sadece Rasulullah'ın bir rüya görmesini ve Allah'ın beni o rüya ile temize çıkarmasını umuyordum. Vallahi Rasulullah henüz daha yerinden kalkmamıştı ve oradakilerden hiçbiri odadan çıkmamıştı ki Allah Rasulü'ne vahiy geldi. Vahyin ağırlık ve şiddetinden kış günlerinde terlemek gibi vahiy işaretleri onu kapladı. Vahyin inmesi bittiğinde, Hz. Peygamber (sav) gülümsüyordu. Bana ilk söylediği söz şu oldu: "ey Âişe, Allah'a hamd et, Allah seni kesin olarak temize çıkardı." Bunun üzerine annem bana "Kalk Rasulullah'a teşekkür et" dedi. Ben "Hayır, ben O'na kalkmam. Ben yalnız Allah'a hamd ederim" dedim.

İşte Yüce Allah, şu ayetleri indirdi: "O iftirayı atanlar içinizden bir gruptur. Bunun sizin için kötü olduğunu sanmayın, aksine bu hakkınızda hayırlıdır. Onların her biri işlediği günahı yüklenecektir. İçlerinden günahın büyüğünü üstlenen için ise büyük bir azap vardır. Bunu işittiğiniz zaman mümin erkekler ve kadınların birbiri hakkında hüsn-i zan beslemeleri ve “Bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? Bu iddialarına dört şahit getirseler ya! Bu sayıda şahit getiremiyorlarsa onlar, Allah nezdinde yalancıların ta kendileridir. Eğer dünyada ve ahirette Allah’ın lütfu ve rahmeti hep sizinle olmasaydı içine daldığınız günah yüzünden size büyük bir azap gelecekti. Çünkü siz, iftirayı dilden dile yayıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız bir şeyi ağızlarınızla söylüyorsunuz; bunu da önemsiz sanıyorsunuz; halbuki Allah katında o büyük bir şeydir. O kulağınıza geldiğinde “Bunu konuşmak bize yakışmaz, fesübhânallah, bu apaçık bir iftiradır” deseydiniz ya! Eğer gerçek müminlerseniz Allah size, bir daha asla böyle bir şey yapmamanızı öğütlüyor. Allah size ayetleri açıklıyor; Allah ilim ve hikmet sahibidir. Müminler arasında ahlâksızlığın yaygınlaşmasını isteyenlere dünyada ve ahirette can yakıcı bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Ya Allah’ın size lütfu ve rahmeti ulaşmasaydı, ya Allah çok şefkatli, çok merhametli olmasaydı! Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytana ayak uydurursa bilsin ki, o edepsizliği ve kötülüğü emreder. Allah’ın lutfu ve rahmeti sizinle olmasaydı içinizden hiçbir kimse günahtan asla arınamazdı, fakat Allah dilediğini arındırır; Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir." (Nur 11-21)

Allah benim beratım hakkında bu ayetleri indirince babam Ebu Bekir, hısımlığından ve fakirliğinden dolayı yardım etmekte bulundu­ğu Mıstah b. Usâse için "Âişe'ye attığı bu iftiradan sonra vallahi ben de Mıstah'a bir şey vermem" diye yemin etti. Bunun üzerine Yüce Allah "İçinizden yardım sever ve zengin olanlar akrabaya, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere artık bir şey vermeyeceğiz diye yemin etmesinler. Bağışlasınlar, hoş görsünler; Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir." (Nur, 22) ayetini indirdi. Bu ayetin inmesi üzerine Ebu Bekir "vallahi ben, Allah'ın beni mağfiret etmesini muhakkak seve­rim" dedi ve Mıstah'a yaptığı yardıma devam etti.

Rasulullah (sav), Zeynep bt. Cahş'a da "ey Zeynep! Âişe hakkında ne biliyorsun, ne gördün?" diyerek benim durumumu sorduğunda Zeynep "Ey Allah'ın Rasulü, ben kulağımı, gözümü muhafaza ederim. Vallahi ben Âişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmem" dedi. Âişe der ki: Zeynep (Peygamber'in kadınları arasında gü­zelliği ve Peygamber'in yanındaki konumu bakımından) benim rakibimdi. Fakat Allah onu takvası sebebiyle (iftiracılara katılmaktan) korudu.

Bize Fulayh, ona Hişâm b. Urve, ona Urve, ona da Âişe ve Abdullah b. Zübeyir bu hadisin benzerini rivayet etmiştir.

Bize Fulayh, ona Rabîa b. Ebu Abdurrahman ve Yahya ibn Saîd, onlara da Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir bu hadisn benzerini rivayet etmiştir.


    Öneri Formu
280298 B002661-5 Buhari, Şehâdât, 15

Bize Ebu Rabî Süleyman b. Davud, ona Ahmed, ona Füleyh b. Süleyman, ona da İbn Şihâb ez-Zührî şöyle demiştir: Yüce Allah'ın Hz. Aişe'yi (r.anha), iftiracıların iftiralarından temize çıkardığı olayı bana Urve b. Zübeyir, Saîd b. Müseyyeb, Alkame b. Vakkâs el-Leysî ve Übeydullah b. Abdullah b. Utbe aktardı. Bu ravilerin her biri hadisten bir bölümü aktardı ve bir kısmı hadisi diğerinden daha iyi kavramış, bir kısmı da hadisi diğerinden daha iyi anlatmıştır. Ben onların her birinin Hz. Aişe'den aktardığı olayı iyice belledim. Onların bir kısmının anlattığı olay, diğerinin anlattığını doğrular nitelikteydi. Onlara Hz. Aişe şöyle demiştir:

Rasulullah (sav) sefere çıkmak istediği zaman hanımları arasında kura çeker, hangisine çıkarsa, onunla sefere çıkardı. Bir seferinde yine kura çekti, bana çıktı, ben de Hz. Peygamber (sav) ile sefere çıktım. Bu sefer örtünme emri indikten sonraydı. Ben Devenin hörgücü üzerine konan bir mahfe ile taşınır, ineceğim zaman da onunla indirilirdim. Bu şekilde yol aldık ve nihayet Hz. Peygamber'in gazasından geri dönüşünde, Medine'ye yaklaştığımızda konakladık. Sonra geceleyin tekrar yola çıkma emrini verdi. Ben de kalkıp (ihtiyaç gidermek üzere) ordudan ayrılıp git­tim, işim bitince konaklama yerine geldiğimde elimi göğsüme götürdüm ve bir de baktım ki Yemen'in göz boncuğundan dizilmiş olan ger­danlığım kopmuş. Hemen geri döndüm ve gerdanlığı­mı aradım. Bu arama işi beni yolculuktan alıkoydu. Bu sırada benim mahfemi taşıyanlar, içeride olduğumu düşünerek, bineğime yüklemiş ve yola koyulmuşlar. O za­manlar kadınlar az yemek yedikleri için zayıf olup kilolu değillerdi. Zaten küçük yaşta bir kadın olduğum için hizmet­çiler mahfeyi yüklemek üzere kaldırdıklarında, ağırlık de­recesinden, benim içinde olup olmadığımı fark edemeden yüklemiş ve deveyi sürüp gitmişler. Ordu gittikten sonra ben gerdanlığımı buldum ve ordunun konakladığı yere geldim ama orada hiç kimse yoktu. Ben, mahfede olmadığımı anladıkları zaman geri dönüp beni almaya gelirler düşüncesi ile daha önce kendimin konakladığı yere geldim. Bu düşünce ile oturduğum sırada, gözlerime uyku çöktü ve uyuyakaldım.

Ordunun ardını toplayarak gelen Safvân b. Muattal es-Sulemî ez-Zekvânî saba­ha yakın bulunduğum yere gelip uyuyan bir insan karaltısı gör­ünce yanıma geldi. Bu zât beni örtünme emrinden önce görmüştü. (Bu yüzden beni tanıdı) ve devesini çöktürdüğü sırada "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" demesiyle uyandım. Safvân devesinin ön ayağına bastı, ben de deveye bin­dim. Sonra deveyi çekerek yürüdü gitti. Nihayet öğlen sıcağında mola verdikleri yerde orduya yetiştik. Bu sırada (hakkımda iftira ederek) helak olan çoktan helak olmuştu. İftiraya ilk yeltenen ise Abdul­lah b. Ubeyy b. Selûl olmuştu.

Medine'ye geldiğimizde bir ay hastalandım. İnsanlar, iftiracıların sözlerini yayıyorlarmış. (Ben iftiralardan habersizdim) ama Hz. Peygamber'in (sav), hasta olduğum zaman bana gösterdiği yumuşaklığı, bu hastalığımda göstermemesi şüphemi çekiyordu. Yanıma giriyor, selâm veriyor, sonra "hastanız nasıl?" diyor­du. Benim hiçbir şeyden haberim yoktu. Ni­hayet iyileşme devrine girmiştim.

Bir gece ben Ümmü Mıstah'la ihtiyaç giderme yerimiz olan Menâsı tarafına gittim. Biz buraya ancak geceleri çıkar­dık. Bu âdet, evlerimizin yakınında hela edinmemizden önceydi. O zamanlar bizim hâlimiz, bedevilerin (hacet gidermek için) çölde dışarıya çıkmalarına yahut gezinmele­rine benziyordu. Ben, Ümmü Mısah bt. Ebu Ruhm ile hacet giderme yerine doğru yönelip giderken, onun ayağı çarşafı­na takılıp düştü ve "kahrolasın Mıstah" diye (oğluna) beddua etti. Ben "Ne kötü söyledin, Bedir Savaşı'na katılan birine mi sövü­yorsun?" dedim. Bana "hey gidi saf kızım, sen ortada dolaşan iftiraları işitmedin mi?" dedi ve iftiracıların sözlerini aktardı.

Bunun üzerine hastalığım üstüne bir hastalık daha arttı. Evime dö­nünce de Allah Rasulü (sav) yanıma geldi, selâm verdi ve "hastanız nasıldır?" diye sordu. Ben de "ey Allah'ın Rasulü, ebeveynimin yanına gitmeme izin ver" dedim. Ben bu haberi anam ve babamdan sağlamca öğrenmek is­tiyordum. Rasulullah bana izin verdi, ben de ebeveynimin yanına geldim ve annem Ümmü Rûmân'a "insanların konuşmakta olduğu bu sözler nedir?" dedim. Annem "Kızım, üzülme, sen kendini ve sağlığını düşün. Val­lahi senin gibi güzelliğe sahip, kocasının yanında sevimli ve kumaları olan bir kadının aleyhinde çokça dedikodu yapılması doğaldır" dedi.
Ben de "Subhânallah! İnsanlar hakikaten bu sözleri söylüyorlar mı? hayret doğrusu" dedim.

Âişe der ki: Ben o gece babamın evinde yattım. Sabaha kadar gözümün yaşı dinmedi, gözüme uyku da girmedi. Sonra sabahladığımda Rasulullah (sav), konu ilgili vahyin gelmesi gecikince, eşi ile ayrılması hususunda istişare etmek üzere, Ali b. Ebu Tâlib ve Usame b. Zeyd'i ya­nına çağırmıştı. Usame, ehlibeyt için gönlün­de beslediği sevgiye işaret edip "ey Allah'ın Rasulü, vallahi ailen hakkında biz hayırdan başka bir şey bilmeyiz" dedi. Ali b. Ebu Tâlib'e gelince, o da "ey Allah'ın Rasulü, Allah sana darlık vermemiş ki. Onun dışında da bir sürü kadın var. Hizmetçiye de sorun, o size doğrusunu söyler" dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav), Berîre'yi çağırıp "ey Berîre! Âise'de seni şüphelendirecek kötü bir şey gördün mü?" diye sordu. Berîre de "Hayır görmedim. Seni hak Peygamber olarak gönderen Al­lah'a yemin ederim ki, benim onda görebildiğim en büyük kusur; küçük yaşta bir kadınken hamur yoğurduğu sırada uyuyakalması, ardından evin koyunun gelip hamuru yemesidir" dedi.

Rasulullah o gün (mescitte) ayağa kalkıp bir hutbe verdi ve Abdullah b. Übey b. Selûl'ün, iftirasından dolayı cezalandırılmasını isteyerek şöyle buyurdu: "Eşim hakkında (iftira ederek) bana eziyet eden bir şahsı cezalandırma konusunda kim bana yardım eder? Vallahi ben, eşim hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Yine bir adamın ismini ortaya attılar ki, bu kişi hakkında da ben hayır­dan başka bir şey bilmiyorum. Bu kimse, yanında ben olmadan, eşimin yanına girmiş değil." Bunun üzerine Bunun üzerine Sa'd b. Muâz ayağa kalkıp "ey Allah'ın Rasulü, vallahi sana ben yardım edeceğim. Eğer bu adam Evs Kabilesinden ise biz onun boynunu vururuz. Eğer Hazrecli kardeşlerimizden ise, ne yapmak lazımsa Sen emredersin, biz de emrini yerine getiririz" dedi. Ardından Hazrec Kabilesinin reisi olan Sa'd b. Ubâde ayağa kalktı ve iyi bir insan olmasına rağmen kabile taassubunun etkisiyle "yalan söylüyorsun. Allah'ın varlığına yemin ederim ki, sen onu öldüremezsin, öldürmeye de gücün yetmez" dedi. Hemen peşinden Useyd b. Hudayr ayağa kalka­rak "Allah'ın varlığına yemin ederim ki, sen yalan söy­lüyorsun. Vallahi biz elbette onu öldürürüz. Sen muhakkak müna­fıksın ki, münafıklar adına mücadele ediyorsun" karşılığını verdi. Böylece Evs ve Hazrec kabileleri ayaklandı, hatta Rasulullah (sav) henüz daha minberden inmemişken birbir­lerinin üzerine yürüdüler. Hz. Peygamber (sav) hemen minberden inip bunları yumuşak bir üslup ile yatıştırdı, kendisi de sükût buyurdu.

Ben, gün boyu ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne gözüme uyku girdi. Sabahleyin babam ve anam yanıma geldi. Ben bu şekilde iki gece, bir gün ağladım. Hatta ağlamaktan ciğerim par­çalanacak sandım. Ben ebeveynim yanımda otururken ağladığım bir sırada Ensâr'dan bir kadın gelip yanıma girmek için izin istedi, ben de izin verdim. O da oturup benimle birlikte ağladı. Biz bu durumdayken Rasulullah (sav) içeriye girdi, gelip yanıma oturdu. Halbuki hakkımda dedikodu başladığı günden beri ya­nımda oturmamıştı. Rasulullah (sav) bir ay beklediği halde kendisine hakkımda bir şey vahyolunmamıştı. Âişe devamla şöyle dedi: Rasulullah (sav) kelime-i şahadet getirdikten sonra "ey Âişe, hakkında şöyle şöyle sözler kulağıma geldi. Eğer sen bu iddialardan beri isen, yakında Allah seni temize çıkarır. Yok eğer böyle bir günaha düştünse Allah'tan af dile ve Allah'a tevbe et. Çünkü kul, günahını itiraf edip tevbe edince Allah da ona af eder" dedi. Âişe devamla dedi ki: Rasulullah (sav) bu sözünü bitirince gözümün yaşı kesildi, hatta bir damla bile aktığını hissetmedim. Hemen babama dönüp "Allah Rasulü'ne benim adıma cevap ver" dedim. Babam "vallahi, Rasulullah'a (sav) ne diyeceğimi bilmiyorum" dedi. Anneme dönüp "benim adıma, Rasulullah'ın söylediği söze cevap ver" dedim. O da "vallahi ben de Rasulullah'a ne diyeceğimi bilmiyorum" dedi. Âişe devamla dedi ki: Ben de küçük yaşta bir kadındım. Kur'an'dan çok bir kısmını (ezberden) okuyamıyordum- Bu sebepten ben şöyle dedim: "Vallahi ben anladım ki, siz insanların dedikodusunu işittiniz, o sizin içinizde karşılık buldu ve siz bu söze inanıp tasdik ettiniz. Şimdi ben size 'ben beriyim' desem -ki zaten Allah benim beri oldu­ğumu bilmektedir-, siz bana inanmazsınız. Eğer ben si­ze bu işi itiraf etsem -ki zaten Allah benim beri oldu­ğumu bilmektedir-, siz bana inanacaksınız. Vallahi aramızdaki bu durumu ancak Yusuf'un babasının durumuna benzetiyorum. Yusuf'un kardeşleri, Yusuf'un gömleği üzerinde yalan bir kan lekesi getirdikleri zaman, Yakup, oğullarına 'فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ (Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin şu anlatışınıza karşı yardımına sığınılacak ise, ancak Allah'tır -Yûsuf, 18) demişti."

Sonra Allah'ın beni temize çıkarmasını umarak yatağıma doğru uzandım. Ancak vallahi Allah'ın hak­kımda bir ayet indireceğini sanmıyordum. Benimle ilgili bir işin Kur'an'da konuşulacak kadar, kendimin değerli olduğumu düşünmüyordum. Sadece Rasulullah'ın bir rüya görmesini ve Allah'ın beni o rüya ile temize çıkarmasını umuyordum. Vallahi Rasulullah henüz daha yerinden kalkmamıştı ve oradakilerden hiçbiri odadan çıkmamıştı ki Allah Rasulü'ne vahiy geldi. Vahyin ağırlık ve şiddetinden kış günlerinde terlemek gibi vahiy işaretleri onu kapladı. Vahyin inmesi bittiğinde, Hz. Peygamber (sav) gülümsüyordu. Bana ilk söylediği söz şu oldu: "ey Âişe, Allah'a hamd et, Allah seni kesin olarak temize çıkardı." Bunun üzerine annem bana "Kalk Rasulullah'a teşekkür et" dedi. Ben "Hayır, ben O'na kalkmam. Ben yalnız Allah'a hamd ederim" dedim.

İşte Yüce Allah, şu ayetleri indirdi: "O iftirayı atanlar içinizden bir gruptur. Bunun sizin için kötü olduğunu sanmayın, aksine bu hakkınızda hayırlıdır. Onların her biri işlediği günahı yüklenecektir. İçlerinden günahın büyüğünü üstlenen için ise büyük bir azap vardır. Bunu işittiğiniz zaman mümin erkekler ve kadınların birbiri hakkında hüsn-i zan beslemeleri ve “Bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? Bu iddialarına dört şahit getirseler ya! Bu sayıda şahit getiremiyorlarsa onlar, Allah nezdinde yalancıların ta kendileridir. Eğer dünyada ve ahirette Allah’ın lütfu ve rahmeti hep sizinle olmasaydı içine daldığınız günah yüzünden size büyük bir azap gelecekti. Çünkü siz, iftirayı dilden dile yayıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız bir şeyi ağızlarınızla söylüyorsunuz; bunu da önemsiz sanıyorsunuz; halbuki Allah katında o büyük bir şeydir. O kulağınıza geldiğinde “Bunu konuşmak bize yakışmaz, fesübhânallah, bu apaçık bir iftiradır” deseydiniz ya! Eğer gerçek müminlerseniz Allah size, bir daha asla böyle bir şey yapmamanızı öğütlüyor. Allah size ayetleri açıklıyor; Allah ilim ve hikmet sahibidir. Müminler arasında ahlâksızlığın yaygınlaşmasını isteyenlere dünyada ve ahirette can yakıcı bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Ya Allah’ın size lütfu ve rahmeti ulaşmasaydı, ya Allah çok şefkatli, çok merhametli olmasaydı! Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytana ayak uydurursa bilsin ki, o edepsizliği ve kötülüğü emreder. Allah’ın lutfu ve rahmeti sizinle olmasaydı içinizden hiçbir kimse günahtan asla arınamazdı, fakat Allah dilediğini arındırır; Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir." (Nur 11-21)

Allah benim beratım hakkında bu ayetleri indirince babam Ebu Bekir, hısımlığından ve fakirliğinden dolayı yardım etmekte bulundu­ğu Mıstah b. Usâse için "Âişe'ye attığı bu iftiradan sonra vallahi ben de Mıstah'a bir şey vermem" diye yemin etti. Bunun üzerine Yüce Allah "İçinizden yardım sever ve zengin olanlar akrabaya, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere artık bir şey vermeyeceğiz diye yemin etmesinler. Bağışlasınlar, hoş görsünler; Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir." (Nur, 22) ayetini indirdi. Bu ayetin inmesi üzerine Ebu Bekir "vallahi ben, Allah'ın beni mağfiret etmesini muhakkak seve­rim" dedi ve Mıstah'a yaptığı yardıma devam etti.

Rasulullah (sav), Zeynep bt. Cahş'a da "ey Zeynep! Âişe hakkında ne biliyorsun, ne gördün?" diyerek benim durumumu sorduğunda Zeynep "Ey Allah'ın Rasulü, ben kulağımı, gözümü muhafaza ederim. Vallahi ben Âişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmem" dedi. Âişe der ki: Zeynep (Peygamber'in kadınları arasında gü­zelliği ve Peygamber'in yanındaki konumu bakımından) benim rakibimdi. Fakat Allah onu takvası sebebiyle (iftiracılara katılmaktan) korudu.

Bize Fulayh, ona Hişâm b. Urve, ona Urve, ona da Âişe ve Abdullah b. Zübeyir bu hadisin benzerini rivayet etmiştir.

Bize Fulayh, ona Rabîa b. Ebu Abdurrahman ve Yahya ibn Saîd, onlara da Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir bu hadisn benzerini rivayet etmiştir.


    Öneri Formu
280299 B002661-6 Buhari, Şehâdât, 15

Bize Ebu Rabî Süleyman b. Davud, ona Ahmed, ona Füleyh b. Süleyman, ona da İbn Şihâb ez-Zührî şöyle demiştir: Yüce Allah'ın Hz. Aişe'yi (r.anha), iftiracıların iftiralarından temize çıkardığı olayı bana Urve b. Zübeyir, Saîd b. Müseyyeb, Alkame b. Vakkâs el-Leysî ve Übeydullah b. Abdullah b. Utbe aktardı. Bu ravilerin her biri hadisten bir bölümü aktardı ve bir kısmı hadisi diğerinden daha iyi kavramış, bir kısmı da hadisi diğerinden daha iyi anlatmıştır. Ben onların her birinin Hz. Aişe'den aktardığı olayı iyice belledim. Onların bir kısmının anlattığı olay, diğerinin anlattığını doğrular nitelikteydi. Onlara Hz. Aişe şöyle demiştir:

Rasulullah (sav) sefere çıkmak istediği zaman hanımları arasında kura çeker, hangisine çıkarsa, onunla sefere çıkardı. Bir seferinde yine kura çekti, bana çıktı, ben de Hz. Peygamber (sav) ile sefere çıktım. Bu sefer örtünme emri indikten sonraydı. Ben Devenin hörgücü üzerine konan bir mahfe ile taşınır, ineceğim zaman da onunla indirilirdim. Bu şekilde yol aldık ve nihayet Hz. Peygamber'in gazasından geri dönüşünde, Medine'ye yaklaştığımızda konakladık. Sonra geceleyin tekrar yola çıkma emrini verdi. Ben de kalkıp (ihtiyaç gidermek üzere) ordudan ayrılıp git­tim, işim bitince konaklama yerine geldiğimde elimi göğsüme götürdüm ve bir de baktım ki Yemen'in göz boncuğundan dizilmiş olan ger­danlığım kopmuş. Hemen geri döndüm ve gerdanlığı­mı aradım. Bu arama işi beni yolculuktan alıkoydu. Bu sırada benim mahfemi taşıyanlar, içeride olduğumu düşünerek, bineğime yüklemiş ve yola koyulmuşlar. O za­manlar kadınlar az yemek yedikleri için zayıf olup kilolu değillerdi. Zaten küçük yaşta bir kadın olduğum için hizmet­çiler mahfeyi yüklemek üzere kaldırdıklarında, ağırlık de­recesinden, benim içinde olup olmadığımı fark edemeden yüklemiş ve deveyi sürüp gitmişler. Ordu gittikten sonra ben gerdanlığımı buldum ve ordunun konakladığı yere geldim ama orada hiç kimse yoktu. Ben, mahfede olmadığımı anladıkları zaman geri dönüp beni almaya gelirler düşüncesi ile daha önce kendimin konakladığı yere geldim. Bu düşünce ile oturduğum sırada, gözlerime uyku çöktü ve uyuyakaldım.

Ordunun ardını toplayarak gelen Safvân b. Muattal es-Sulemî ez-Zekvânî saba­ha yakın bulunduğum yere gelip uyuyan bir insan karaltısı gör­ünce yanıma geldi. Bu zât beni örtünme emrinden önce görmüştü. (Bu yüzden beni tanıdı) ve devesini çöktürdüğü sırada "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" demesiyle uyandım. Safvân devesinin ön ayağına bastı, ben de deveye bin­dim. Sonra deveyi çekerek yürüdü gitti. Nihayet öğlen sıcağında mola verdikleri yerde orduya yetiştik. Bu sırada (hakkımda iftira ederek) helak olan çoktan helak olmuştu. İftiraya ilk yeltenen ise Abdul­lah b. Ubeyy b. Selûl olmuştu.

Medine'ye geldiğimizde bir ay hastalandım. İnsanlar, iftiracıların sözlerini yayıyorlarmış. (Ben iftiralardan habersizdim) ama Hz. Peygamber'in (sav), hasta olduğum zaman bana gösterdiği yumuşaklığı, bu hastalığımda göstermemesi şüphemi çekiyordu. Yanıma giriyor, selâm veriyor, sonra "hastanız nasıl?" diyor­du. Benim hiçbir şeyden haberim yoktu. Ni­hayet iyileşme devrine girmiştim.

Bir gece ben Ümmü Mıstah'la ihtiyaç giderme yerimiz olan Menâsı tarafına gittim. Biz buraya ancak geceleri çıkar­dık. Bu âdet, evlerimizin yakınında hela edinmemizden önceydi. O zamanlar bizim hâlimiz, bedevilerin (hacet gidermek için) çölde dışarıya çıkmalarına yahut gezinmele­rine benziyordu. Ben, Ümmü Mısah bt. Ebu Ruhm ile hacet giderme yerine doğru yönelip giderken, onun ayağı çarşafı­na takılıp düştü ve "kahrolasın Mıstah" diye (oğluna) beddua etti. Ben "Ne kötü söyledin, Bedir Savaşı'na katılan birine mi sövü­yorsun?" dedim. Bana "hey gidi saf kızım, sen ortada dolaşan iftiraları işitmedin mi?" dedi ve iftiracıların sözlerini aktardı.

Bunun üzerine hastalığım üstüne bir hastalık daha arttı. Evime dö­nünce de Allah Rasulü (sav) yanıma geldi, selâm verdi ve "hastanız nasıldır?" diye sordu. Ben de "ey Allah'ın Rasulü, ebeveynimin yanına gitmeme izin ver" dedim. Ben bu haberi anam ve babamdan sağlamca öğrenmek is­tiyordum. Rasulullah bana izin verdi, ben de ebeveynimin yanına geldim ve annem Ümmü Rûmân'a "insanların konuşmakta olduğu bu sözler nedir?" dedim. Annem "Kızım, üzülme, sen kendini ve sağlığını düşün. Val­lahi senin gibi güzelliğe sahip, kocasının yanında sevimli ve kumaları olan bir kadının aleyhinde çokça dedikodu yapılması doğaldır" dedi.
Ben de "Subhânallah! İnsanlar hakikaten bu sözleri söylüyorlar mı? hayret doğrusu" dedim.

Âişe der ki: Ben o gece babamın evinde yattım. Sabaha kadar gözümün yaşı dinmedi, gözüme uyku da girmedi. Sonra sabahladığımda Rasulullah (sav), konu ilgili vahyin gelmesi gecikince, eşi ile ayrılması hususunda istişare etmek üzere, Ali b. Ebu Tâlib ve Usame b. Zeyd'i ya­nına çağırmıştı. Usame, ehlibeyt için gönlün­de beslediği sevgiye işaret edip "ey Allah'ın Rasulü, vallahi ailen hakkında biz hayırdan başka bir şey bilmeyiz" dedi. Ali b. Ebu Tâlib'e gelince, o da "ey Allah'ın Rasulü, Allah sana darlık vermemiş ki. Onun dışında da bir sürü kadın var. Hizmetçiye de sorun, o size doğrusunu söyler" dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav), Berîre'yi çağırıp "ey Berîre! Âise'de seni şüphelendirecek kötü bir şey gördün mü?" diye sordu. Berîre de "Hayır görmedim. Seni hak Peygamber olarak gönderen Al­lah'a yemin ederim ki, benim onda görebildiğim en büyük kusur; küçük yaşta bir kadınken hamur yoğurduğu sırada uyuyakalması, ardından evin koyunun gelip hamuru yemesidir" dedi.

Rasulullah o gün (mescitte) ayağa kalkıp bir hutbe verdi ve Abdullah b. Übey b. Selûl'ün, iftirasından dolayı cezalandırılmasını isteyerek şöyle buyurdu: "Eşim hakkında (iftira ederek) bana eziyet eden bir şahsı cezalandırma konusunda kim bana yardım eder? Vallahi ben, eşim hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Yine bir adamın ismini ortaya attılar ki, bu kişi hakkında da ben hayır­dan başka bir şey bilmiyorum. Bu kimse, yanında ben olmadan, eşimin yanına girmiş değil." Bunun üzerine Bunun üzerine Sa'd b. Muâz ayağa kalkıp "ey Allah'ın Rasulü, vallahi sana ben yardım edeceğim. Eğer bu adam Evs Kabilesinden ise biz onun boynunu vururuz. Eğer Hazrecli kardeşlerimizden ise, ne yapmak lazımsa Sen emredersin, biz de emrini yerine getiririz" dedi. Ardından Hazrec Kabilesinin reisi olan Sa'd b. Ubâde ayağa kalktı ve iyi bir insan olmasına rağmen kabile taassubunun etkisiyle "yalan söylüyorsun. Allah'ın varlığına yemin ederim ki, sen onu öldüremezsin, öldürmeye de gücün yetmez" dedi. Hemen peşinden Useyd b. Hudayr ayağa kalka­rak "Allah'ın varlığına yemin ederim ki, sen yalan söy­lüyorsun. Vallahi biz elbette onu öldürürüz. Sen muhakkak müna­fıksın ki, münafıklar adına mücadele ediyorsun" karşılığını verdi. Böylece Evs ve Hazrec kabileleri ayaklandı, hatta Rasulullah (sav) henüz daha minberden inmemişken birbir­lerinin üzerine yürüdüler. Hz. Peygamber (sav) hemen minberden inip bunları yumuşak bir üslup ile yatıştırdı, kendisi de sükût buyurdu.

Ben, gün boyu ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne gözüme uyku girdi. Sabahleyin babam ve anam yanıma geldi. Ben bu şekilde iki gece, bir gün ağladım. Hatta ağlamaktan ciğerim par­çalanacak sandım. Ben ebeveynim yanımda otururken ağladığım bir sırada Ensâr'dan bir kadın gelip yanıma girmek için izin istedi, ben de izin verdim. O da oturup benimle birlikte ağladı. Biz bu durumdayken Rasulullah (sav) içeriye girdi, gelip yanıma oturdu. Halbuki hakkımda dedikodu başladığı günden beri ya­nımda oturmamıştı. Rasulullah (sav) bir ay beklediği halde kendisine hakkımda bir şey vahyolunmamıştı. Âişe devamla şöyle dedi: Rasulullah (sav) kelime-i şahadet getirdikten sonra "ey Âişe, hakkında şöyle şöyle sözler kulağıma geldi. Eğer sen bu iddialardan beri isen, yakında Allah seni temize çıkarır. Yok eğer böyle bir günaha düştünse Allah'tan af dile ve Allah'a tevbe et. Çünkü kul, günahını itiraf edip tevbe edince Allah da ona af eder" dedi. Âişe devamla dedi ki: Rasulullah (sav) bu sözünü bitirince gözümün yaşı kesildi, hatta bir damla bile aktığını hissetmedim. Hemen babama dönüp "Allah Rasulü'ne benim adıma cevap ver" dedim. Babam "vallahi, Rasulullah'a (sav) ne diyeceğimi bilmiyorum" dedi. Anneme dönüp "benim adıma, Rasulullah'ın söylediği söze cevap ver" dedim. O da "vallahi ben de Rasulullah'a ne diyeceğimi bilmiyorum" dedi. Âişe devamla dedi ki: Ben de küçük yaşta bir kadındım. Kur'an'dan çok bir kısmını (ezberden) okuyamıyordum- Bu sebepten ben şöyle dedim: "Vallahi ben anladım ki, siz insanların dedikodusunu işittiniz, o sizin içinizde karşılık buldu ve siz bu söze inanıp tasdik ettiniz. Şimdi ben size 'ben beriyim' desem -ki zaten Allah benim beri oldu­ğumu bilmektedir-, siz bana inanmazsınız. Eğer ben si­ze bu işi itiraf etsem -ki zaten Allah benim beri oldu­ğumu bilmektedir-, siz bana inanacaksınız. Vallahi aramızdaki bu durumu ancak Yusuf'un babasının durumuna benzetiyorum. Yusuf'un kardeşleri, Yusuf'un gömleği üzerinde yalan bir kan lekesi getirdikleri zaman, Yakup, oğullarına 'فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ (Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin şu anlatışınıza karşı yardımına sığınılacak ise, ancak Allah'tır -Yûsuf, 18) demişti."

Sonra Allah'ın beni temize çıkarmasını umarak yatağıma doğru uzandım. Ancak vallahi Allah'ın hak­kımda bir ayet indireceğini sanmıyordum. Benimle ilgili bir işin Kur'an'da konuşulacak kadar, kendimin değerli olduğumu düşünmüyordum. Sadece Rasulullah'ın bir rüya görmesini ve Allah'ın beni o rüya ile temize çıkarmasını umuyordum. Vallahi Rasulullah henüz daha yerinden kalkmamıştı ve oradakilerden hiçbiri odadan çıkmamıştı ki Allah Rasulü'ne vahiy geldi. Vahyin ağırlık ve şiddetinden kış günlerinde terlemek gibi vahiy işaretleri onu kapladı. Vahyin inmesi bittiğinde, Hz. Peygamber (sav) gülümsüyordu. Bana ilk söylediği söz şu oldu: "ey Âişe, Allah'a hamd et, Allah seni kesin olarak temize çıkardı." Bunun üzerine annem bana "Kalk Rasulullah'a teşekkür et" dedi. Ben "Hayır, ben O'na kalkmam. Ben yalnız Allah'a hamd ederim" dedim.

İşte Yüce Allah, şu ayetleri indirdi: "O iftirayı atanlar içinizden bir gruptur. Bunun sizin için kötü olduğunu sanmayın, aksine bu hakkınızda hayırlıdır. Onların her biri işlediği günahı yüklenecektir. İçlerinden günahın büyüğünü üstlenen için ise büyük bir azap vardır. Bunu işittiğiniz zaman mümin erkekler ve kadınların birbiri hakkında hüsn-i zan beslemeleri ve “Bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? Bu iddialarına dört şahit getirseler ya! Bu sayıda şahit getiremiyorlarsa onlar, Allah nezdinde yalancıların ta kendileridir. Eğer dünyada ve ahirette Allah’ın lütfu ve rahmeti hep sizinle olmasaydı içine daldığınız günah yüzünden size büyük bir azap gelecekti. Çünkü siz, iftirayı dilden dile yayıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız bir şeyi ağızlarınızla söylüyorsunuz; bunu da önemsiz sanıyorsunuz; halbuki Allah katında o büyük bir şeydir. O kulağınıza geldiğinde “Bunu konuşmak bize yakışmaz, fesübhânallah, bu apaçık bir iftiradır” deseydiniz ya! Eğer gerçek müminlerseniz Allah size, bir daha asla böyle bir şey yapmamanızı öğütlüyor. Allah size ayetleri açıklıyor; Allah ilim ve hikmet sahibidir. Müminler arasında ahlâksızlığın yaygınlaşmasını isteyenlere dünyada ve ahirette can yakıcı bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Ya Allah’ın size lütfu ve rahmeti ulaşmasaydı, ya Allah çok şefkatli, çok merhametli olmasaydı! Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytana ayak uydurursa bilsin ki, o edepsizliği ve kötülüğü emreder. Allah’ın lutfu ve rahmeti sizinle olmasaydı içinizden hiçbir kimse günahtan asla arınamazdı, fakat Allah dilediğini arındırır; Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir." (Nur 11-21)

Allah benim beratım hakkında bu ayetleri indirince babam Ebu Bekir, hısımlığından ve fakirliğinden dolayı yardım etmekte bulundu­ğu Mıstah b. Usâse için "Âişe'ye attığı bu iftiradan sonra vallahi ben de Mıstah'a bir şey vermem" diye yemin etti. Bunun üzerine Yüce Allah "İçinizden yardım sever ve zengin olanlar akrabaya, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere artık bir şey vermeyeceğiz diye yemin etmesinler. Bağışlasınlar, hoş görsünler; Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir." (Nur, 22) ayetini indirdi. Bu ayetin inmesi üzerine Ebu Bekir "vallahi ben, Allah'ın beni mağfiret etmesini muhakkak seve­rim" dedi ve Mıstah'a yaptığı yardıma devam etti.

Rasulullah (sav), Zeynep bt. Cahş'a da "ey Zeynep! Âişe hakkında ne biliyorsun, ne gördün?" diyerek benim durumumu sorduğunda Zeynep "Ey Allah'ın Rasulü, ben kulağımı, gözümü muhafaza ederim. Vallahi ben Âişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmem" dedi. Âişe der ki: Zeynep (Peygamber'in kadınları arasında gü­zelliği ve Peygamber'in yanındaki konumu bakımından) benim rakibimdi. Fakat Allah onu takvası sebebiyle (iftiracılara katılmaktan) korudu.

Bize Fulayh, ona Hişâm b. Urve, ona Urve, ona da Âişe ve Abdullah b. Zübeyir bu hadisin benzerini rivayet etmiştir.

Bize Fulayh, ona Rabîa b. Ebu Abdurrahman ve Yahya ibn Saîd, onlara da Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir bu hadisn benzerini rivayet etmiştir.


    Öneri Formu
280300 B002661-7 Buhari, Şehâdât, 15

Bize Muhammed b. Beşşâr, ona İbn Ebu Adiy, ona Şu'be, ona Süleyman, ona Zekvân, ona da Ebu Hureyre (ra) Hz. Peygamber'in (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"İşte size Yemen ehli geldi. Yemenliler yüreği en yufka, kalbi en yumuşak kimselerdir. iman Yemen tarafındadır, hikmet de Yemen tarafındadır. Öğünme ile kendini beğenme deve sahiplerinde, sükûnet ile vakar ise davar sahiplerindedir"

Yin bu hadisi Gunder, ona Şu'be ona Süleyman, ona Zekvân, ona da Ebu Hureyre Hz. Peygamber'den (sav) rivayet etmiştir.


    Öneri Formu
287258 B004388-2 Buhari, Megâzî, 74

Bize Ebu Yemân, ona Şuayb, Ona Zührî (T); Bize Muhammed b. Yusuf, ona Evzâî, ona İbn Şihâb, ona Süleyman b. Yesâr, ona da İbn Abbas (r.anhuma) şöyle rivayet etmiştir:

Veda Haccında, Fadl b. Abbâs, Rasûlullah'ın bineğinin arkasına binmiş olduğu bir sırada, Has'am kabilesinden bir kadın "ey Allah'ın Rasulü, Allah'ın kulları üzerine haccın farz olması ba­bamın, binek üzerinde duramayacak kadar yaşlı olduğu bir döneme denk geldi. Babam adına hac yapmam geçerli olur mu?" diyerek Rasulullah'tan fetva istedi. Rasulullah (sav) "Evet, geçerli olur" buyurdu.


    Öneri Formu
287259 B004399-2 Buhari, Megâzî, 77

Bize Abdullah b. Mesleme, ona Malik, ona Ebu Esved Muhammed b. Abdurrahman b. Nevfel, ona Urve, ona da Âişe (r.anha) şöyle demiştir:

Rasulullah ile birlikte (hac için yola) çıktık. Bizden bir kısmı umre niyetiyle, diğer bir kısmı hac niyetiyle, bazımız da hem hac hem de umreye niyet ederek ihrama girdik. Rasulullah da sadece hac­ca niyet ederek ihrama girmişti. Yalnız hac için ihrama giren ya da hem hac hem de umre niyetiyle ihrama girenler kurban bayramının ilk gününe kadar ihramdan çıkmadılar.

Bize Abdullah b. Yusuf, ona da Mâlik aynı senedle hadisi "Hz. Peygamber ile birlikte Veda Haccı için yola çıktık" şeklinde rivayet etmiştir.

Bize İsmail b. Ebu Uveys, ona da Mâlik, hadisin benzerini rivayet etmiştir.


    Öneri Formu
287261 B004408-2 Buhari, Megâzî, 77