11623 Kayıt Bulundu.
Bize Müsedded, ona Yahya b. Süfyan, ona Mansur, ona Hilal b. Yesaf, ona Ebu Yahya, ona Abdullah b. Amr şöyle demiştir: Hz. Peygamber (sav), ayak topukları kuruluktan parlayan bir topluluk gördü. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
"(Yıkanmadığı için) ateşin dokunacağı topukların vay haline! Abdesti tam alınız."
Açıklama: Abdullah b. Amr bir yolculuk sırasında namazı yetiştirmek için mesh edercesine acele ederek ve az su kullanarak abdest aldıkları sırada, Hz. Peygamber’in (sav) kendilerini gördüğünü ve ses tonunu yükselterek bu ifadeyi kullandığını belirtmektedir. Buhârî, İlim, 30; Müslim, Tahâret, 26.
Bize Esbağ, ona İbn Vehb, ona Amr, ona Bükeyr, ona Küreyb, ona da Hz. Meymûne şöyle rivayet etmiştir:
"Rasulullah (sav) Meymune'nin yanında kürek kemiği eti yedikten sonra (yeniden) abdest almaksızın namaz kıldı."
Bize Muhammed b. Yusuf, ona Süfyan, ona Amr b. Amir, ona Enes; (T)
Bize Müsedded, ona Yahya, ona Süfyan, ona Amr b. Amir, ona da Enes rivayet etmiş ve şöyle demiştir:
"Rasulullah (sav) her namaz için abdest alırdı. Ben, (Amr b. Amir) "Peki siz nasıl yapardınız? diye sordum. "Bozmadığımız sürece bize bir abdest yeterli olurdu." dedi.
Bize Halid b. Mahled, ona Süleyman, ona Yahya b. Saîd, ona Büşeyr b. Yesâr, ona da Süveyd b. Nu'mân şöyle rivayet etmiştir:
"Hayber savaşının gerçekleştiği yıl Rasulullah (sav) ile birlikte sefere çıkmıştık. Sahbâ mevkiine geldiğimizde Rasulullah (sav) bize ikindi namazını kıldırdı ve namazdan sonra yiyeceklerin getirilmesini istedi. Ancak kavuttan (kavrulmuş undan) başka bir şey getiren olmadı. Birlikte yeyip içtik. Sonra Rasulullah (sav) akşam namazını kılmak üzere kalktı. Ağzını çalkaladı. Sonra da yeniden abdest almaksızın bize akşam namazını kıldırdı."
Açıklama: Rivayette geçen mutabaat (tâbeahû) ifadesi; ferd veya garib olduğu düşünülen bir rivayetin ravisine, güvenilir başka bir ravi tarafından muvafakat edilmesi ve o hadisin aynı veya senedin üst kısmında yer alan başka bir raviden benzer lafızlarla rivayet edilmesi anlamına gelmektedir. Bk, Ali el-Kârî, Şerhu nuhbeti'l-fiker, s. 343-345.
Bize Osman, ona Cerîr, ona Mansûr, ona Mücâhid, ona da İbn Abbâs (ra) şöyle rivayet etmiştir:
Hz. Peygamber (sav) Medîne veya Mekke'nin bahçelerinden birinin yanından geçiyordu. Kabirlerinde azap gören iki insanın sesini duydu. Hz. Peygamber (sav), "Onlara azap ediliyor, hem de büyük bir günah sebebiyle değil" buyurdu ve sonra da, "Evet, onlardan biri küçük abdest bozarken örtünmezdi, diğeri ise insanlar arasında laf taşırdı" diye ekledi. Sonra bir hurma dalı istedi ve onu ikiye ayırdı. Kabirlere birer tanesini koydu. Kendisine, 'Ey Allah'ın rasûlü, niçin böyle yaptınız?' diye sorulduğunda, "Umulur ki onlar kurumadıkları sürece -veya kurumadıkça- onların (zikirleri) sayesinde azabı hafifletilir" buyurdu.
Bize Muhammed b. Yusuf, ona Evzâî, ona Zührî, ona Saîd b. Müseyyeb, ve Urve b. Zübeyir, onlara da Hakîm b. Hizâm (ra) şöyle demiştir:
Ben Rasulullah'tan (dünyalık mal) istedim, verdi, sonra yine istedim, yine verdi. Ardından şöyle buyurdu: "Ey Hakîm! Şu dünya malı, yeşil, tatlıdır. Her kim bu malı gönül tokluğu ile elde ederse ona bereketli kılınır. Her kim de açgözlülük ile elde ederse ondan bereket kaldırılır ve o kimse yedikçe doymayan kimse gibi olur. Veren el alan elden hayırlıdır." Hakîm der ki: Ben “ey Allah'ın Rasulü, Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben şu dünyadan ayrılıncaya kadar Senden sonra hiçbir kimsenin malına elimi uzatmayacağım” dedim. Daha Ebu Bekir, Beytu'l-mâl'daki payını vermek üzere Hakim'i çağırmış, fakat Hakim, Ebu Bekir'in ihsanından hiçbir şey kabul etmemiştir. Sonra Ömer de onu, hakkını vermek için çağırmış, ondan da hiçbir şey kabul etmemiştir. Bunun üzerine Ömer “ey Müslümanlar topluluğu! Ben , Allah'ın kendisine ayırdığı bu ganimet payını, Hakim'e sundum ama o almayı reddediyor” demiştir. Hakîm, Peygamber'den (sav) vefat edinceye kadar hiçbir kimseden bir şey almamıştır.