11724 Kayıt Bulundu.
Zeyneb der ki: Kardeşi vefat ettikten sonra Zeyneb bt. Cahş'ın yanına gittim, bir koku getirilmesini istedi ve ondan süründükten sonra şöyle dedi: Vallahi, benim koku sürünmeye ihtiyacım yok, şu kadar var ki Rasulullah’ı (sav) minber üzerinde şöyle buyururken dinlemiştim:
"Allah’a ve âhiret gününe iman eden bir kadının, kocası için tutmak zorunda olduğu dört aylık on günden başka, herhangi bir ölü için üç günden fazla yas tutması helâl değildir."
Bize Abdullah b. Yusuf, ona Mâlik, ona Abdullah b. Ebu Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm, ona Humeyd, ona Nâfi, ona da Ebu Seleme’nin kızı Zeyneb’in kendisine şu üç hadisi haber verdiğini rivayet etmiş ve şöyle demiştir:
"Babası Ebu Süfyan b. Harb vefat ettiği zaman, Hz. Peygamber'in (sav) eşi Ümmü Habibe’nin yanına girdim. Ümmü Habibe, içinde sarı renkli güzel koku (halûk veya başka bir koku) bulunan bir koku kabı getirilmesini istedi, onun bir kısmını bir hizmetçiye sürdükten sonra kendisi, o kokuyu yanaklarına sürdü, sonra da şöyle dedi: Vallahi, benim hoş kokuya ihtiyacım yok, ama ben Rasulullah’ı (sav) dinledim 'Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kadının, kocası için beklemesi gereken dört ay on günlük süre dışında, ölmüş herhangi birisi için üç günden fazla yas tutması helâl değildir' buyuruyordu."
Zeyneb bt. Ümm Seleme'nin Ümm Habibe’den rivayet ettiğine göre Nebi (sav) şöyle buyurmuştur:
"Allah’a ve âhiret gününe iman eden müslüman bir kadının, kocası için dört ay on gün dışında (ölmüş herhangi bir kimse için) üç günden fazla yas tutması helâl değildir."
Bize Abdullah b. Muhammed, ona da Süfyan (b. Uyeyne) şöyle demiştir: Ben bu hadisi ez-Zührî'den (Muhammed b. Şihab) rivayet ettiğinde duymuştum. Bir kısmını ondan ezberledim. Bana Ma'mer b. Raşid, ona Urve b. Zübeyr, ona Misver b. Mahreme ve Mervan b. Hakem bu hadisi hatırlattı (ثَبَّتَنِى). Misver ve Mervan'dan birisi (hadis rivayetinde) diğerinin rivayetine eklemeler yapıyordu. Misver ile Mervan şöyle demişlerdir:
"Peygamber (sav) Hudeybiye yılında ashabından yüzer kişilik on bölükle birlikte sefere çıktı. Zü'l-Huleyfe'ye geldiği zaman kurbanlık develerine gerdanlık taktı ve o hayvanları (kurban olarak ayırmak için) işaretledi. Sonra da burada umre niyetiyle ihrama girdi. Rasulullah (sav), Huzâa kabilesinden bir gözcüsünü (keşif için) gönderdi, kendisi de (yanındakilerle birlikte) Gadîru'l-Eştât mevkiine kadar ilerledi. Burada gözcüsü geldi ve “Kureyş senin aleyhinde birçok insanı toplamış ve Ehâbiş denilen toplulukları da yanlarına almışlar, seninle muhakkak savaşacaklar ve Ka'be'yi ziyaretten seni men edip, Mekke'ye girmene de engel olacaklar” dedi. Bu haber üzerine Rasulullah (sav) “Ey insanlar, bana fikrinizi söyleyin. Bizi Beytullah'tan alıkoymaya niyetlenenlerin aile ve evlatlarına saldırayım mı? Eğer (ailelerini savunmak için geri dönüp) karşımıza çıkarlarsa Allah (cc) müşriklerden bir gözü kesmiştir. Aksi takdirde (karşımıza çıkmaz ve Beytullah'tan bizi alıkoymaya devam ederlerse) onların her şeylerini alırız” buyurdu. Ebu Bekir “Ya Rasulullah (sav), sen Beytullah'ı kastederek yola çıktın. Kimseyi öldürmek ve kimseyle savaşmak niyetinde değildin. Sen ona (Beytullah'a) yönel. Bizi ondan alıkoyan olursa, onunla savaşırız” dedi. Bunun üzerine O (sav) “Allah'ın (cc) adıyla yola devam edin” buyurdu."
Humeyd der ki: Ben Zeyneb'e “'Senenin başında deve tersi atardı' sözünden maksat nedir?” diye sordum, şöyle cevap verdi:
Cahiliye döneminde kadın, kocası öldüğü zaman, evinin en küçük, en kötü bir odasına girer, bir sene boyunca en kötü elbiselerini giyer, hiçbir koku sürünüp temizlik yapmazdı. Bir sene sonra kadının yanına merkep yahut koyun veya kuş türünden bir hayvan getirilir, kadın, o hayvanı kendi vücuduna sürterdi. Kadının böyle vücuduna sürte sürte ezdiği hayvan artık yaşayamaz ölürdü. Sonra kadın, o çirkin hapis odasından çıkardı. Bu defa kadının eline bir deve tersi verilirdi, o da bunu fırlatır atardı. Bu merasimden sonra artık kadın temizlenir, yıkanır ve istediği gibi süslenerek ortaya çıkar da evlenme teklif edecek taliplerine görünebilir, kendini onlara arz ederdi.
İmâm Mâlik'e 'تَفْتَضُّ بِهِ' ne demektir? diye soruldu, o da “'kadın onu cildine sürer' anlamına gelmektedir” cevabını verdi:
Bize Ebu Yemân, ona Şuayb, ona Zührî, ona Salim b. Abdullah, ona da Abdullah b. Ömer, ona da babası Hz. Ömer şöyle söylemiştir:
Hafsa dul kaldığı zaman ben Ebu Bekir'e varıp 'eğer istersen Ömer'in kızı Hafsa'yı sana nikahlayayım' dedim. Birkaç gece bekledim. Sonra Hafsa'yı Rasulullah (sav) istedi. Ardından Ebu Bekir bana geldi ve şöyle dedi: Bana yaptığın teklif konusunda sana olumlu cevap vermeme engel olan şey, Rasulullah'ın (sav) (Hafsa'yla nikahlanma isteğini) dillendirdiğini bilmem ve Rasulullah'ın (sav) sırrını açığa vurmak istemememdi. Şayet Rasulullah (sav), Hafsa'yla nikahlanmak istemeseydi ben teklifini kabul ederdim.'
Yunus, Musa b. Ukbe ve İbn Ebu Atîk bu hadisi Zuhrî'den rivayet etmek suretiyle Şuayb b. Ebu Hamza'ya mutabaat etmişlerdir.