11627 Kayıt Bulundu.
Bize Ebu Kasım Halid b. Halî, ona Muhammed b. Harb, ona el-Evzâî, ona ez-Zührî, ona Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud, ona da İbn Abbas şöyle rivayet etmiştir:
Kendisi ve Hur b. Kays b. Hısn, Musa'nın arkadaşı hakkında tartışırlarken yanlarına Übey b. Ka'b gelmişti. İbn Abbas onu çağırıp 'Ben ve bu arkadaşım, Musa'nın kendisi ile buluşmak için yol aradığı arkadaşı hakkında konuşuyorduk, Rasulullah'tan (sav) onun durumunu hakkında bir şey işittin mi' diye sordu. Übey, 'Evet, onun durumuyla ilgili Rasulullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu işittim' dedi ve şöyle devam etti:
"Musa, İsrailoğulları'nın ileri gelenlerinden bir topluluğun yanındayken adamın birisi gelerek 'Senden daha bilgili birini biliyor musun?' diye sordu. Musa ise 'Hayır' dedi. Bunun üzerine Allah, Musa'ya şöyle vahyetti: 'Bilakis, kulumuz Hızır var.' (Musa) onun yanına nasıl gideceğini sordu. Allah, balığı, onun için bir işaret kıldı ve ona 'balığı kaybedince geri dön; onunla buluşacaksın' denildi. Musa, denizde balığın izini sürdü. Musa'nın yanındaki genç, 'Gördün mü, kayaya sığındığımız sırada balığı unuttum. Onu bana Şeytan'dan başkası unutturmadı' dedi. Musa da, 'Bu bizim aradığımız şeydi' dedi. İzlerini takip ederek geriye döndüler ve Hızır'ı buldular. İşte o ikisinin durumu Allah'ın kitabında anlattıklarıdır."
Bize Ebu Ma'mer, ona Abdülvâris, ona Hâlid, ona İkrime, ona da İbn Abbas şöyle rivayet etmiştir:
"Rasulullah (sav) beni kucakladı ve "Allah'ım! Ona Kitâb'ı öğret" diye dua etti.
Açıklama: Kur’ân-ı Kerîm’in inceliklerini anlayıp yorumlaması için Hz. Peygamber’in -yukarıdaki rivayette geçen- duasına mazhar olan Abdullah b. Abbas’ın tefsir ilmindeki üstünlüğü, daha ilk devirlerden itibaren hemen herkes tarafından kabul edilmiştir.
Bize İsmail b. Ebu Üveys, ona Mâlik, ona İbn Şihâb, ona Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe, ona da Abdullah b. Abbas şöyle rivayet etmiştir:
"Buluğ çağına yaklaştığım bir dönemde dişi bir eşek üzerinde Rasulullah'ın (sav) yanına geldim. O sütresiz bir şekilde namaz kıldırıyordu. Bazı safların önünden geçtim ve eşeği otlaması için salıverip safa dahil oldum. Bu yaptığımdan dolayı kimse beni yadırganmadı."
Açıklama: Sütre: Namaz kılarken önünden geçilmesini engellemek için konan veya bu amaçla kendisine yönelinen engel anlamında fıkıh terimi.
Bize Muhammed b. Alâ, ona Hammâd b. Üsame, ona Büreyd b. Abdullah, ona Ebu Bürde, ona da Ebu Musa'nın rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu:
"Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidâyet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı bazı yerler yağmur suyunu emerek bol çayır ve ot bitirir. Bazı yerler ise serttir, suyu emmeyip üzerinde bekletir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını ve ekinlerini sularlar. Yağmurun yağdığı bazı yerler ise, düz arazilerdir. Buralar ne su tutar, ne de buralarda ot biter. Bu verdiğim örnek, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği şeylerin kendisine fayda verdiği, bunları öğrenip öğreten kimse ile buna başını kaldırıp kulak vermeyerek Allah’ın benimle gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen kimsenin durumuna benzer."
Ebu Abdullah (el-Buhârî) dedi ki: İshâk dedi ki "Ve kâne minhâ tâifetun kayyeleti'l-mâe (O topraktan kimi suyu içen bir taifedir)" şeklinde söyledi. 'Ka'a' üzerinde suyu tutan arazi parçasıdır. 'Safsaf' ise dümdüz arazi demektir.
Açıklama: Buhârî, rivayetin sonunda yaptığı açıklamalarla İshak b. Râhûye’den gelen tariklerdeki bazı lafız farklılıklarına işarette bulunmuştur. Hadisin sonunda الصَّفْصَفُ kelimesi hakkında yapılan açıklama ise rivayetteki قَاعٌ kelimesinin Kur’ân-ı Kerîm’de bu kelimeyle birlikte kullanılmasından (Tâhâ, 20/106) kaynaklanmaktadır. Nitekim hadisteki bazı lâfızları Kur'ân'dakilerle birlikte açıklamak Buhârî'nin âdetindendir (İbn Hâcer, Fethu’l-Bârî, Beyrut, ty I/177).
Bize Kays b. Hafs, ona Abdülvâhid, ona A'meş, ona Süleyman, ona İbrahim, ona Alkame, ona da Abdullah şöyle rivayet etti:
Bir defasında Nebî (sav) ile -bir değneye yaslanmış bir haldeyken- Medine harabelerinde yürüyorduk. Derken bir Yahudi topluluğuna rastladı. Yahudiler bir kısmı ''ona ruh hakkında sorun'' dediler. Diğer bir kısmı ise ''Ona bir şey sormayın, hoşlanmayacağınız bir şey söyleyebilir'' dedi. Bazıları ise ''Muhakkak ona soracağız'' dedi. Sonra içlerinden birisi kalkarak ''Ey Ebu Kasım, ruh nedir?'' diye sordu. (Hz. Peygamber (sav) ise) susuverdi. Ben ''ona vahiy nazil oluyor'' dedim ve kalktım. Vahiy hali ondan gidince şu âyetleri okudu: “Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: "Ruhun ne olduğunu ancak rabbim bilir, onlara ise pek az bilgi verilmiştir.” (İsrâ 17/85)
A'meş dedi ki: Bizim kıraatimiz de böyledir.
Açıklama: Yukarıdaki rivayette yer alan âyette geçen “أُوتُوا /...onlara verilmiştir” kelimesi ülkemizde yaygın olan Âsım (ö. 127/745)kıraatinde “اُوتِيتُمْ /...size verilmiştir” şeklindedir. Rivayetin sonundaki açıklama ilgili âyetin kıraatindeki farklılıklara işaret etmektedir.
Bize Ubeydullah b. Musa, ona İsrail, ona Ebu İshak, ona da Esved şöyle rivayet etmiştir:
İbn Zübeyr bana, 'Aişe sana pek çok sır verirdi. Ka'be hakkında sana bir şey dedi mi' diye sordu. İbn Zübeyr'e, (Aişe) bana, Hz. Peygamber (sav)'in şöyle buyurduğunu rivayet etti dedim:
"Ey Aişe, kavminin hatıraları canlı olmasaydı -İbn Zübeyr, 'küfür zamanını kastediliyor' dedi- Ka'be'yi yıkar; birinden insanların girmesi, diğerinden ise çıkması için iki kapı yapardım."
İbn Zübeyr bunu yapmıştır.
Açıklama: Kureyş kabilesinin Kâbe'ye büyük önem verdiğini bilen Hz. Peygamber (sav) yeni Müslüman olan kimselerin, Kâbe’nin yapısında yapılacak değişiklikleri yanlış anlamalarından çekinmiştir. Ancak rivayetin sonundaki açıklamadan da anlaşılacağı üzere Abdullah b. Zübeyr, Kâbe’nin tahrip edilmesi üzerine, binayı Hz. İbrâhim’in temellerini esas alarak yeniden yaptırırken kapı sayısını ikiye çıkarmıştır. (bk. TDV İslam Ansiklopedisi, Kâbe md.)
Bize Muhammed b. Yusuf, ona Ebu Müshir, ona Muhammed b. Harb, ona ez-Zübeydî, ona ez-Zührî, ona da Mahmud b. Rabî' şöyle rivayet etmiştir:
"Ben beş yaşlarındayken Hz. Peygamber'in (sav) bir kovadaki sudan ağzına alarak yüzüme püskürttüğünü hatırlıyorum."
Bize Osman, ona Cerîr, ona Mansûr, ona Ebu Vâil, ona da Ebu Musa şöyle rivayet etti:
Bir adam Nebî'ye (sav) gelerek 'Ey Allah'ın Resulü, Allah yolunda savaşmak ne demektir? Kimimiz öfkesi kimimiz ise taassubu nedeniyle savaşıyor' dedi. Rasulullah (sav) ona doğru başını kaldırarak -râvi, 'adam ayakta olduğu için başını kaldırdı' dedi- ve şöyle buyurdu:
"Her kim Allah'ın dini en yüce olsun diye savaşırsa o, Allah azze ve cellenin yolundadır."
Bize Ebu Nuaym, ona Abdülaziz b. Ebu Seleme, ona ez-Zührî, ona İsa b. Talha, ona da Abdullah b. Amr şöyle rivayet etti:
Nebî'yi (sav) Cemerat'ta (şeytan taşlamada) kendisine soru sorulurken gördüm. Bir adam, 'yâ Rasulullah, (taş) atmadan kurban kestim' dedi. O ise, "(taş) at, beis yok" dedi. Bir diğeri, 'yâ Rasulullah, kurban kesmeden önce traş oldum' dedi. O, "kurban kes, beis yok" dedi. Hz. Peygamber'e (o esnada taş atmak, kurbân kesmek, tıraş olmak, tavaf etmek gibi hac işlerinden) öne geçirilmiş veya geriye bırakılmış ne sorulduysa hepsine "Yap bir sakıncası yok" diye cevap verdi.