811 Kayıt Bulundu.
Bize Hennâd ve Nasr b. Abdurrahman el-Kûfî, onlara el-Muhâribî, ona Ebû Halid Yezid b. Abdurrahman, ona Zeyd b. Ebû Üneyse, ona Saîd el-Makburî, ona da Ebû Hureyre, Hz. Peygamber'in (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Kendisinde, din kardeşinin namusu veya malı ile ilgili bir hak bulunan ve ölmeden önce kendisine gelip helâllik istediğinde (hakkını helâl eden) kula Allah Teâlâ merhamet buyursun! Zira o gün ne dinar ve ne de dirhem geçerlidir! Eğer onun sevapları varsa bu hakkı sevaplarından alınacaktır, şayet sevapları yoksa (hak sahibinin) günahları onun sırtına yüklenecektir."
Ebû İsa şöyle demiştir: Bu, Said el-Makburî'nin rivayet ettiği hasen-sahih-garîb bir hadistir. Bu hadisin benzerini Malik b. Enes, Said el-Makburî'den, o Ebû Hureyre'den, o da Hz. Peygamber'den (sav) rivayet etmiştir.
Açıklama: Kul haklarını affetme yetkisi sadece kendisine haksızlık yapılan kişiye aittir. Başka hiç kimsenin suçluyu bağışlama yetkisi yoktur. Kıyâmet günü bu suçtan kurtulmanın yolu da, dünyada yapılan hayır ve şerrin teâtisinden ibarettir. Yani zâlim, eğer bir hayırlı ameli varsa, onu, haksızlık ettiği insana verecek, hayırlı ameli yoksa veya suçunu affettirmeye kâfi gelmezse, bu sefer mazlumun günahı alınıp onun sırtına vurulacaktır. İnsan hakları konusunda İslâm'ın ölçüsü budur.
Bize Mahled b. Halid, ona Abdurrezzak, ona Mamer, ona ez-Zührî, ona da Ubeydullah rivayet etmiştir: Mervan, Fatıma'ya haber göndererek vaktiyle kocasıyla arasında geçen hadiseyi sormuş. Fatıma olayı şöyle anlatmış: Kendisi Ebu Hafs’ın karısı iken Rasulullah (sav) Hz. Ali’yi Yemen’in bir bölgesine görevli olarak göndermişti. Kocası da onunla Yemen’e gitmişti. Oradan kendisine üzerinde kalan üçüncü talağı da vererek kendisini boşadığı haberini gönderdi. Ayyaş b. Ebu Rabi'â ile el-Haris b. Hişam'a da nafakamı vermelerini emretti. Ama onlar, eğer Fatıma hâmile değilse vallahi onun nafaka almaya hakkı yoktur, dediler. Fâtıma hemen Hz. Peygamber'e (sav) gitti ve o da "hamile değilsen, nafaka almaya hakkın yoktur" buyurdu. Bunun üzerine Fâtıma o evden taşınmak için izin istedi, Hz. Peygamber de izin verdi. Bu sefer Fatıma, nereye gideyim ey Allah'ın Rasulü? diye sordu.
"İbn Ümmi Mektûm'un yanına git" buyurdu. İbn Ümmi Mektûm âmâ idi, dolayısıyla yanında elbisesini çıkarabilirdi, çünkü kendisini göremezdi. İddeti bitene kadar Fatıma orada kaldı. Sonra Rasulullah (sav) onu Üsame ile evlendirdi. Bunları dinleyen Kabîsa, gidip Mervan'a anlatmış, Mervan da biz bu hadisi sadece bir kadından işittik. Dolayısıyla biz yine de insanların yapageldiklerini gördüğümüz doğru olan hükümle amel edeceğiz demiş. Mervan'ın bu sözleri kendisine ulaşınca Fatıma şöyle demiş: Sizinle benim aramda (hakem olarak) Allah'ın kitabı vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini gözeterek boşayın... Bilemezsin ki, belki Allah bundan sonra yeni bir durum ortaya çıkarır." (Talak, 1). "Sonra da üç talâktan sonra ne gibi bir iş olabilir?" demiş.
Ebû Davud dedi ki: Bu hadisi aynı şekilde Yunus da ez-Zuhrî'den rivayet etti. Zübeydî ise, Mamer hadisi ile aynı manada olan Ubeydullah hadisini ve Ukayl hadisi ile aynı manada olan Ebû Seleme hadisini rivayet etti. Muhammed b. İshâk da bu hadisi Ubeydullah b. Abdullah'ın verdiği habere uygun manada olacak şekilde, Kabîsa, Mervan'ın yanına döndüğünde bunu kendisine haber verdiğini ez-Zührî'den rivayet etti.
Bize Hennâd, ona Yunus b. Bükeyr, ona Ömer b. Zerr, ona Mücahid, Ebu Hureyre’nin şöyle anlattığın rivayet etti: (Peygamberimizin kurduğu) Suffa Okulunun öğrencileri, Müslümanların konuk severliği sayesinde geçimlerini sürdürüyorlardı. Onların ne bir aileleri ne de servetleri vardı. Tek olan Allah’a and olsun ki bazı zamanlar, açlıktan baygınlık geçirir ve karnıma taş bağlardım. Bir gün, insanların geçtikleri yol üzerine oturdum. Ebu Bekir yoldan geçiyordu. Ona Allah’ın kitabından bir ayetin manasını sordum. (Aslında asıl) maksadım beni doyurmasıydı. Ancak yoluna devam etti. İçimden geçirdiğim şeyi yapmamıştı. Sonra Ömer çıkageldi. Ona da, Allah’ın kitabından bir ayet sordum. Amacım belliydi, karnımı doyursun istiyordum. O da biraz sonra ayrılıp gitmişti. Beni anlamamıştı. Sonra Efendimiz Ebü’l-Kâsım Muhammed (sav) çıkageldi. Karşıdan beni görünce gülümsedi ve “Ey Ebu Hureyre” dedi. “Buyurun, Ey Allah’ın Rasulü!” dedim. Efendimiz (sav) “Haydi, benimle gel!” diye söyledi. Yürümeye başladı, takıldım peşine. Evine girdi. (Ben de gireyim mi?) diye izin istedim. (Durma gir) diyerek izin verdi. Evde bir tas süt buldu ve ‘Bu sütü size kim getirdi?’ diye sordu. “Falan kimse bize hediye olarak getirmişti” dediler. Bunun üzerine Allah’ın Resulü, “Ebu Hureyre !” dedi. Ben de “Buyur, Ey Allah’ın elçisi!” dedim. “Suffa öğrencilerine git ve onları buraya çağır” dedi. Suffa öğrencileri Müslümanların misafirleriydi. Onların ne servetleri, ne de aileleri vardı. Allah’ın Resulü, kendisine sadaka geldiğinde ondan hiçbir şey yemez, onu doğruca Suffa öğrencilerine yönlendirirdi. Hediye geldiğinde ise Suffa öğrencilerine haber gönderir, kendisi bu hediyeden alır, Suffa’dakileri de hediyeye ortak ederdi. Bu sefer Suffa öğrencilerinin çağrılması hoşuma gitmemişti. Peygamber’in elçisi olarak Suffa’dakileri çağırmaya giderken, bir taraftan da kendi kendime söyleniyordum: “Bir tas süt Suffadakilerin hangisine yetecek! Allah'ın Resulü, bir tas sütü onlar arasında dolaştırmamı emredecek ki, benim payıma bundan ne düşebilir? Ben açlığımı giderecek kadar ondan içmek isterdim, Ne yapalım, Allah’a ve Resulüne itaatten başka çare yok.” (Az sonra) Suffa’ya vardım. Suffa’da kalan öğrencilere Efendimiz’in (sav) davetini ilettim. Hz. Peygamber’in yanına girince herkes yerini aldı. Efendimiz (sav), “Ebu Hureyre! Süt tasını al, onlara ikram et” buyurdu. Ben tası alıp tek tek herkese vermeye başladım. Tası her eline alan doyasıya içiyor, sonra tası tekrar bana veriyor, bende bir başkasına veriyordum. Sonunda bardağı Efendimize verdim. Orada bulunan herkes doyuncaya kadar içmişti. Allah'ın Resulü, süt tasını aldı ellerinin arasına koydu, sonra başını kaldırarak gülümsedi ve “Ebu Hureyre iç!” dedi. İçtim. Sonra tekrar “İç!” buyurdu. Efendimiz “iç” dedikçe, içip durdum. Sonunda şöyle dedim: “Seni hak ile gönderen Allah’a yemin olsun ki, artık içecek halim kalmadı.” Nihayet, Hz. Peygamber tası eline aldı, Allah’a hamd etti, besmele çekti ve O da sütten içti.
Tirmizî: Bu hadis hasen-sahihtir.
Açıklama: Elbani bu hadisin Hz. Alî'den bahsedilen yeri dışında hasen olduğunu ifade etmiştir