Bize Ebu Ubeyde b. Ebü's-Sefer, ona Abdussamed b. Abdulvaris, ona Bekir el-Müzellık, ona Abdullah b. Atâ el-Hâşimî, Muhammed b. Ali'nin şöyle anlattığını rivayet etti: Hz. Aişe'ye 'Rasulullah (sav) koku sürünür müydü' diye sordum. Bana, "Evet erkeklerin kullandığı misk ve amber kokusunu kullanırdı." dedi.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
24743, N005119
Hadis:
أَخْبَرَنَا أَبُو عُبَيْدَةَ بْنُ أَبِى السَّفَرِ عَنْ عَبْدِ الصَّمَدِ بْنِ عَبْدِ الْوَارِثِ قَالَ حَدَّثَنَا بَكْرٌ الْمُزَلِّقُ قَالَ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عَطَاءٍ الْهَاشِمِىُّ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ عَلِىٍّ قَالَ سَأَلْتُ عَائِشَةَ أَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَتَطَيَّبُ قَالَتْ: " نَعَمْ بِذِكَارَةِ الطِّيبِ الْمِسْكِ وَالْعَنْبَرِ "
Tercemesi:
Bize Ebu Ubeyde b. Ebü's-Sefer, ona Abdussamed b. Abdulvaris, ona Bekir el-Müzellık, ona Abdullah b. Atâ el-Hâşimî, Muhammed b. Ali'nin şöyle anlattığını rivayet etti: Hz. Aişe'ye 'Rasulullah (sav) koku sürünür müydü' diye sordum. Bana, "Evet erkeklerin kullandığı misk ve amber kokusunu kullanırdı." dedi.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Nesâî, Sünen-i Nesâî, Zînet mine's-sünen 31, /2417
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Muhammed el-Bakır (Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali)
3. Ebu Ata Abdullah b. Ata et-Taifî (Abdullah b. Ata)
4. Ebu Bişr Bekir b. Hakem et-Temîmî (Bekir b. Hakem)
5. Ebu Sehl Abdussamed b. Abdulvâris et-Temimî (Abdussamed b. Abdulvâris b. Saîd b. Zekvân)
6. Ahmed b. Abdullah el-Hemdanî (Ahmed b. Abdullah b. Muhammed)
Konular:
Süslenme, Koku sürünmek
حَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ قَالَ حَدَّثَنِى خَارِجَةُ بْنُ زَيْدٍ الأَنْصَارِىُّ أَنَّ أُمَّ الْعَلاَءِ امْرَأَةً مِنْ نِسَائِهِمْ قَدْ بَايَعَتِ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم أَخْبَرَتْهُ أَنَّ عُثْمَانَ بْنَ مَظْعُونٍ طَارَ لَهُ سَهْمُهُ فِى السُّكْنَى حِينَ أَقْرَعَتِ الأَنْصَارُ سُكْنَى الْمُهَاجِرِينَ . قَالَتْ أُمُّ الْعَلاَءِ فَسَكَنَ عِنْدَنَا عُثْمَانُ بْنُ مَظْعُونٍ ، فَاشْتَكَى ، فَمَرَّضْنَاهُ حَتَّى إِذَا تُوُفِّىَ وَجَعَلْنَاهُ فِى ثِيَابِهِ دَخَلَ عَلَيْنَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقُلْتُ رَحْمَةُ اللَّهِ عَلَيْكَ أَبَا السَّائِبِ ، فَشَهَادَتِى عَلَيْكَ لَقَدْ أَكْرَمَكَ اللَّهُ . فَقَالَ لِى النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « وَمَا يُدْرِيكِ أَنَّ اللَّهَ أَكْرَمَهُ » . فَقُلْتُ لاَ أَدْرِى بِأَبِى أَنْتَ وَأُمِّى يَا رَسُولَ اللَّهِ . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « أَمَّا عُثْمَانُ فَقَدْ جَاءَهُ - وَاللَّهِ - الْيَقِينُ وَإِنِّى لأَرْجُو لَهُ الْخَيْرَ ، وَاللَّهِ مَا أَدْرِى وَأَنَا رَسُولُ اللَّهِ مَا يُفْعَلُ بِى » . قَالَتْ فَوَاللَّهِ لاَ أُزَكِّى أَحَدًا بَعْدَهُ أَبَدًا ، وَأَحْزَنَنِى ذَلِكَ قَالَتْ فَنِمْتُ فَأُرِيتُ لِعُثْمَانَ عَيْنًا تَجْرِى ، فَجِئْتُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَخْبَرْتُهُ فَقَالَ « ذَلِكَ عَمَلُهُ » .
Bize Ebu Yemân, ona Şuayb, ona Zührî, ona Hârice b. Zeyd el-Ensarî’nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber'e (sav) biat etmiş olan Ensar kadınlarından Ümm el-Alâ kendisine şunu haber vermiştir:
Ensar, muhacirleri meskenlerinde barındırmak üzere kura çektikleri zaman, Osman b. Maz’un’un kurası kendilerine çıkmıştı. Bu sebeple Osman b. Maz’un bizde kaldı. Hastalandı, biz de ona baktık. Vefat edip de onu kefenledikten sonra Rasulullah (sav) yanımıza gelip içeri girdi. Ben “Allah’ın rahmeti senin üzerine olsun ey Ebu Sâib, Allah’ın hiç şüphesiz sana ikramda bulunduğuna şahitlik ediyorum” dedim. Bunun üzerine Nebi (sav) "Allah’ın ona ikramda bulunduğunu nereden biliyorsun?" buyurdu. Ben “babam, anam sana feda olsun ey Allah’ın Rasulü, bilmiyorum” dedim. Bu sefer Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: "Vallahi Osman’a, gelmesi muhakkak olan, ölüm gelmiş bulunuyor ve gerçekten ben de onun için hayır ümit ediyorum. Vallahi ben bile Allah’ın Rasulü olduğum halde bana ne yapılacağını bilemiyorum."
Bunun üzerine “Vallahi, ben ondan sonra ebediyen kimseyi temize çıkaracak bir tanıklıkta bulunmayacağım” dedi. (Ümm el-Alâ) der ki: Bu durum beni üzdü. Uykuya daldığımda rüyamda Osman’ın akan iki pınarı olduğunu gördüm. Sonra Rasulullah’a (sav) gidip ona haber verince, Allah Rasulü: "İşte o, onun amelidir" buyurdu.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
25167, B002687
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ قَالَ حَدَّثَنِى خَارِجَةُ بْنُ زَيْدٍ الأَنْصَارِىُّ أَنَّ أُمَّ الْعَلاَءِ امْرَأَةً مِنْ نِسَائِهِمْ قَدْ بَايَعَتِ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم أَخْبَرَتْهُ أَنَّ عُثْمَانَ بْنَ مَظْعُونٍ طَارَ لَهُ سَهْمُهُ فِى السُّكْنَى حِينَ أَقْرَعَتِ الأَنْصَارُ سُكْنَى الْمُهَاجِرِينَ . قَالَتْ أُمُّ الْعَلاَءِ فَسَكَنَ عِنْدَنَا عُثْمَانُ بْنُ مَظْعُونٍ ، فَاشْتَكَى ، فَمَرَّضْنَاهُ حَتَّى إِذَا تُوُفِّىَ وَجَعَلْنَاهُ فِى ثِيَابِهِ دَخَلَ عَلَيْنَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقُلْتُ رَحْمَةُ اللَّهِ عَلَيْكَ أَبَا السَّائِبِ ، فَشَهَادَتِى عَلَيْكَ لَقَدْ أَكْرَمَكَ اللَّهُ . فَقَالَ لِى النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « وَمَا يُدْرِيكِ أَنَّ اللَّهَ أَكْرَمَهُ » . فَقُلْتُ لاَ أَدْرِى بِأَبِى أَنْتَ وَأُمِّى يَا رَسُولَ اللَّهِ . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « أَمَّا عُثْمَانُ فَقَدْ جَاءَهُ - وَاللَّهِ - الْيَقِينُ وَإِنِّى لأَرْجُو لَهُ الْخَيْرَ ، وَاللَّهِ مَا أَدْرِى وَأَنَا رَسُولُ اللَّهِ مَا يُفْعَلُ بِى » . قَالَتْ فَوَاللَّهِ لاَ أُزَكِّى أَحَدًا بَعْدَهُ أَبَدًا ، وَأَحْزَنَنِى ذَلِكَ قَالَتْ فَنِمْتُ فَأُرِيتُ لِعُثْمَانَ عَيْنًا تَجْرِى ، فَجِئْتُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَخْبَرْتُهُ فَقَالَ « ذَلِكَ عَمَلُهُ » .
Tercemesi:
Bize Ebu Yemân, ona Şuayb, ona Zührî, ona Hârice b. Zeyd el-Ensarî’nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber'e (sav) biat etmiş olan Ensar kadınlarından Ümm el-Alâ kendisine şunu haber vermiştir:
Ensar, muhacirleri meskenlerinde barındırmak üzere kura çektikleri zaman, Osman b. Maz’un’un kurası kendilerine çıkmıştı. Bu sebeple Osman b. Maz’un bizde kaldı. Hastalandı, biz de ona baktık. Vefat edip de onu kefenledikten sonra Rasulullah (sav) yanımıza gelip içeri girdi. Ben “Allah’ın rahmeti senin üzerine olsun ey Ebu Sâib, Allah’ın hiç şüphesiz sana ikramda bulunduğuna şahitlik ediyorum” dedim. Bunun üzerine Nebi (sav) "Allah’ın ona ikramda bulunduğunu nereden biliyorsun?" buyurdu. Ben “babam, anam sana feda olsun ey Allah’ın Rasulü, bilmiyorum” dedim. Bu sefer Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: "Vallahi Osman’a, gelmesi muhakkak olan, ölüm gelmiş bulunuyor ve gerçekten ben de onun için hayır ümit ediyorum. Vallahi ben bile Allah’ın Rasulü olduğum halde bana ne yapılacağını bilemiyorum."
Bunun üzerine “Vallahi, ben ondan sonra ebediyen kimseyi temize çıkaracak bir tanıklıkta bulunmayacağım” dedi. (Ümm el-Alâ) der ki: Bu durum beni üzdü. Uykuya daldığımda rüyamda Osman’ın akan iki pınarı olduğunu gördüm. Sonra Rasulullah’a (sav) gidip ona haber verince, Allah Rasulü: "İşte o, onun amelidir" buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Şehâdât 30, 1/727
Senetler:
1. Ümmü Alâ bt. Hâris b. Sâbit el-Ensariyye (Ümmü Alâ bt. Hâris b. Sâbit b. Hârice)
2. Ebu Zeyd Harice b. Zeyd el-Ensarî (Harice b. Zeyd b. Sabit b. Dahhak b. Zeyd)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Şuayb b. Ebu Hamza el-Ümevi (Şuayb b. Dinar)
5. Ebu Yeman Hakem b. Nafi' el-Behrânî (Hakem b. Nafi')
Konular:
Bilgi, gaybdan haber verme
Cenaze, kefenlemek
Cenaze, yapılacak muamele
KTB, CENAZE, CENAİZ
KTB, SADAKA
Rüya, tabirleri, Hz. Peygamber'in
Öneri Formu
Hadis Id, No:
24505, B006708
Hadis:
حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ يُونُسَ حَدَّثَنَا أَبُو شِهَابٍ عَنِ ابْنِ عَوْنٍ عَنْ مُجَاهِدٍ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ أَبِى لَيْلَى عَنْ كَعْبِ بْنِ عُجْرَةَ قَالَ أَتَيْتُهُ يَعْنِى النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ « ادْنُ » . فَدَنَوْتُ فَقَالَ « أَيُؤْذِيكَ هَوَامُّكَ » . قُلْتُ نَعَمْ . قَالَ « فِدْيَةٌ مِنْ صِيَامٍ أَوْ صَدَقَةٍ أَوْ نُسُكٍ » . وَأَخْبَرَنِى ابْنُ عَوْنٍ عَنْ أَيُّوبَ قَالَ صِيَامُ ثَلاَثَةِ أَيَّامٍ ، وَالنُّسُكُ شَاةٌ ، وَالْمَسَاكِينُ سِتَّةٌ .
Tercemesi:
Bize Ahmed b. Yunus, ona Ebu Şihâb, ona İbn Avn, ona Mücâhid, ona Abdurrahman b. Ebu Leylâ, oda Ka‘b b. Ucre’nin şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Onun –yani Nebi’nin (sav)- yanına gittim, o: “Yaklaş” buyurdu. Ben de yaklaştım. Bu sefer: “Haşeratın sana rahatsızlık veriyor mu?” buyurdu. Ben evet, dedim. O: “(saçlarını tıraş et ve) oruç, sadaka yahut kurban türünden sana bir fidye gerekir” buyurdu.
(İbn Şihâb) dedi ki: Bana İbn Avn, ona Eyyub’un şöyle dediğini rivâyet etti: oruç üç gün oruç, kurbanlık bir koyun, yoksulların sayısı ise altıdır.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Kefâretü'l-Eymân 1, 2/613
Senetler:
()
Konular:
Hac, İhram, yasaklarını ihlâlin sonuçları
KTB, HAC, UMRE
Umre, esnasında uyulacak kurallar
Yemin, yemin kültürü ve lafızları
Bize Ebu Rabî Süleyman b. Davud, ona Ahmed, ona Füleyh b. Süleyman, ona da İbn Şihâb ez-Zührî şöyle demiştir: Yüce Allah'ın Hz. Aişe'yi (r.anha), iftiracıların iftiralarından temize çıkardığı olayı bana Urve b. Zübeyir, Saîd b. Müseyyeb, Alkame b. Vakkâs el-Leysî ve Übeydullah b. Abdullah b. Utbe aktardı. Bu ravilerin her biri hadisten bir bölümü aktardı ve bir kısmı hadisi diğerinden daha iyi kavramış, bir kısmı da hadisi diğerinden daha iyi anlatmıştır. Ben onların her birinin Hz. Aişe'den aktardığı olayı iyice belledim. Onların bir kısmının anlattığı olay, diğerinin anlattığını doğrular nitelikteydi. Onlara Hz. Aişe şöyle demiştir:
Rasulullah (sav) sefere çıkmak istediği zaman hanımları arasında kura çeker, hangisine çıkarsa, onunla sefere çıkardı. Bir seferinde yine kura çekti, bana çıktı, ben de Hz. Peygamber (sav) ile sefere çıktım. Bu sefer örtünme emri indikten sonraydı. Ben Devenin hörgücü üzerine konan bir mahfe ile taşınır, ineceğim zaman da onunla indirilirdim. Bu şekilde yol aldık ve nihayet Hz. Peygamber'in gazasından geri dönüşünde, Medine'ye yaklaştığımızda konakladık. Sonra geceleyin tekrar yola çıkma emrini verdi. Ben de kalkıp (ihtiyaç gidermek üzere) ordudan ayrılıp gittim, işim bitince konaklama yerine geldiğimde elimi göğsüme götürdüm ve bir de baktım ki Yemen'in göz boncuğundan dizilmiş olan gerdanlığım kopmuş. Hemen geri döndüm ve gerdanlığımı aradım. Bu arama işi beni yolculuktan alıkoydu. Bu sırada benim mahfemi taşıyanlar, içeride olduğumu düşünerek, bineğime yüklemiş ve yola koyulmuşlar. O zamanlar kadınlar az yemek yedikleri için zayıf olup kilolu değillerdi. Zaten küçük yaşta bir kadın olduğum için hizmetçiler mahfeyi yüklemek üzere kaldırdıklarında, ağırlık derecesinden, benim içinde olup olmadığımı fark edemeden yüklemiş ve deveyi sürüp gitmişler. Ordu gittikten sonra ben gerdanlığımı buldum ve ordunun konakladığı yere geldim ama orada hiç kimse yoktu. Ben, mahfede olmadığımı anladıkları zaman geri dönüp beni almaya gelirler düşüncesi ile daha önce kendimin konakladığı yere geldim. Bu düşünce ile oturduğum sırada, gözlerime uyku çöktü ve uyuyakaldım.
Ordunun ardını toplayarak gelen Safvân b. Muattal es-Sulemî ez-Zekvânî sabaha yakın bulunduğum yere gelip uyuyan bir insan karaltısı görünce yanıma geldi. Bu zât beni örtünme emrinden önce görmüştü. (Bu yüzden beni tanıdı) ve devesini çöktürdüğü sırada "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" demesiyle uyandım. Safvân devesinin ön ayağına bastı, ben de deveye bindim. Sonra deveyi çekerek yürüdü gitti. Nihayet öğlen sıcağında mola verdikleri yerde orduya yetiştik. Bu sırada (hakkımda iftira ederek) helak olan çoktan helak olmuştu. İftiraya ilk yeltenen ise Abdullah b. Ubeyy b. Selûl olmuştu.
Medine'ye geldiğimizde bir ay hastalandım. İnsanlar, iftiracıların sözlerini yayıyorlarmış. (Ben iftiralardan habersizdim) ama Hz. Peygamber'in (sav), hasta olduğum zaman bana gösterdiği yumuşaklığı, bu hastalığımda göstermemesi şüphemi çekiyordu. Yanıma giriyor, selâm veriyor, sonra "hastanız nasıl?" diyordu. Benim hiçbir şeyden haberim yoktu. Nihayet iyileşme devrine girmiştim.
Bir gece ben Ümmü Mıstah'la ihtiyaç giderme yerimiz olan Menâsı tarafına gittim. Biz buraya ancak geceleri çıkardık. Bu âdet, evlerimizin yakınında hela edinmemizden önceydi. O zamanlar bizim hâlimiz, bedevilerin (hacet gidermek için) çölde dışarıya çıkmalarına yahut gezinmelerine benziyordu. Ben, Ümmü Mısah bt. Ebu Ruhm ile hacet giderme yerine doğru yönelip giderken, onun ayağı çarşafına takılıp düştü ve "kahrolasın Mıstah" diye (oğluna) beddua etti. Ben "Ne kötü söyledin, Bedir Savaşı'na katılan birine mi sövüyorsun?" dedim. Bana "hey gidi saf kızım, sen ortada dolaşan iftiraları işitmedin mi?" dedi ve iftiracıların sözlerini aktardı.
Bunun üzerine hastalığım üstüne bir hastalık daha arttı. Evime dönünce de Allah Rasulü (sav) yanıma geldi, selâm verdi ve "hastanız nasıldır?" diye sordu. Ben de "ey Allah'ın Rasulü, ebeveynimin yanına gitmeme izin ver" dedim. Ben bu haberi anam ve babamdan sağlamca öğrenmek istiyordum. Rasulullah bana izin verdi, ben de ebeveynimin yanına geldim ve annem Ümmü Rûmân'a "insanların konuşmakta olduğu bu sözler nedir?" dedim. Annem "Kızım, üzülme, sen kendini ve sağlığını düşün. Vallahi senin gibi güzelliğe sahip, kocasının yanında sevimli ve kumaları olan bir kadının aleyhinde çokça dedikodu yapılması doğaldır" dedi.
Ben de "Subhânallah! İnsanlar hakikaten bu sözleri söylüyorlar mı? hayret doğrusu" dedim.
Âişe der ki: Ben o gece babamın evinde yattım. Sabaha kadar gözümün yaşı dinmedi, gözüme uyku da girmedi. Sonra sabahladığımda Rasulullah (sav), konu ilgili vahyin gelmesi gecikince, eşi ile ayrılması hususunda istişare etmek üzere, Ali b. Ebu Tâlib ve Usame b. Zeyd'i yanına çağırmıştı. Usame, ehlibeyt için gönlünde beslediği sevgiye işaret edip "ey Allah'ın Rasulü, vallahi ailen hakkında biz hayırdan başka bir şey bilmeyiz" dedi. Ali b. Ebu Tâlib'e gelince, o da "ey Allah'ın Rasulü, Allah sana darlık vermemiş ki. Onun dışında da bir sürü kadın var. Hizmetçiye de sorun, o size doğrusunu söyler" dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav), Berîre'yi çağırıp "ey Berîre! Âise'de seni şüphelendirecek kötü bir şey gördün mü?" diye sordu. Berîre de "Hayır görmedim. Seni hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, benim onda görebildiğim en büyük kusur; küçük yaşta bir kadınken hamur yoğurduğu sırada uyuyakalması, ardından evin koyunun gelip hamuru yemesidir" dedi.
Rasulullah o gün (mescitte) ayağa kalkıp bir hutbe verdi ve Abdullah b. Übey b. Selûl'ün, iftirasından dolayı cezalandırılmasını isteyerek şöyle buyurdu: "Eşim hakkında (iftira ederek) bana eziyet eden bir şahsı cezalandırma konusunda kim bana yardım eder? Vallahi ben, eşim hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Yine bir adamın ismini ortaya attılar ki, bu kişi hakkında da ben hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Bu kimse, yanında ben olmadan, eşimin yanına girmiş değil." Bunun üzerine Bunun üzerine Sa'd b. Muâz ayağa kalkıp "ey Allah'ın Rasulü, vallahi sana ben yardım edeceğim. Eğer bu adam Evs Kabilesinden ise biz onun boynunu vururuz. Eğer Hazrecli kardeşlerimizden ise, ne yapmak lazımsa Sen emredersin, biz de emrini yerine getiririz" dedi. Ardından Hazrec Kabilesinin reisi olan Sa'd b. Ubâde ayağa kalktı ve iyi bir insan olmasına rağmen kabile taassubunun etkisiyle "yalan söylüyorsun. Allah'ın varlığına yemin ederim ki, sen onu öldüremezsin, öldürmeye de gücün yetmez" dedi. Hemen peşinden Useyd b. Hudayr ayağa kalkarak "Allah'ın varlığına yemin ederim ki, sen yalan söylüyorsun. Vallahi biz elbette onu öldürürüz. Sen muhakkak münafıksın ki, münafıklar adına mücadele ediyorsun" karşılığını verdi. Böylece Evs ve Hazrec kabileleri ayaklandı, hatta Rasulullah (sav) henüz daha minberden inmemişken birbirlerinin üzerine yürüdüler. Hz. Peygamber (sav) hemen minberden inip bunları yumuşak bir üslup ile yatıştırdı, kendisi de sükût buyurdu.
Ben, gün boyu ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne gözüme uyku girdi. Sabahleyin babam ve anam yanıma geldi. Ben bu şekilde iki gece, bir gün ağladım. Hatta ağlamaktan ciğerim parçalanacak sandım. Ben ebeveynim yanımda otururken ağladığım bir sırada Ensâr'dan bir kadın gelip yanıma girmek için izin istedi, ben de izin verdim. O da oturup benimle birlikte ağladı. Biz bu durumdayken Rasulullah (sav) içeriye girdi, gelip yanıma oturdu. Halbuki hakkımda dedikodu başladığı günden beri yanımda oturmamıştı. Rasulullah (sav) bir ay beklediği halde kendisine hakkımda bir şey vahyolunmamıştı. Âişe devamla şöyle dedi: Rasulullah (sav) kelime-i şahadet getirdikten sonra "ey Âişe, hakkında şöyle şöyle sözler kulağıma geldi. Eğer sen bu iddialardan beri isen, yakında Allah seni temize çıkarır. Yok eğer böyle bir günaha düştünse Allah'tan af dile ve Allah'a tevbe et. Çünkü kul, günahını itiraf edip tevbe edince Allah da ona af eder" dedi. Âişe devamla dedi ki: Rasulullah (sav) bu sözünü bitirince gözümün yaşı kesildi, hatta bir damla bile aktığını hissetmedim. Hemen babama dönüp "Allah Rasulü'ne benim adıma cevap ver" dedim. Babam "vallahi, Rasulullah'a (sav) ne diyeceğimi bilmiyorum" dedi. Anneme dönüp "benim adıma, Rasulullah'ın söylediği söze cevap ver" dedim. O da "vallahi ben de Rasulullah'a ne diyeceğimi bilmiyorum" dedi. Âişe devamla dedi ki: Ben de küçük yaşta bir kadındım. Kur'an'dan çok bir kısmını (ezberden) okuyamıyordum- Bu sebepten ben şöyle dedim: "Vallahi ben anladım ki, siz insanların dedikodusunu işittiniz, o sizin içinizde karşılık buldu ve siz bu söze inanıp tasdik ettiniz. Şimdi ben size 'ben beriyim' desem -ki zaten Allah benim beri olduğumu bilmektedir-, siz bana inanmazsınız. Eğer ben size bu işi itiraf etsem -ki zaten Allah benim beri olduğumu bilmektedir-, siz bana inanacaksınız. Vallahi aramızdaki bu durumu ancak Yusuf'un babasının durumuna benzetiyorum. Yusuf'un kardeşleri, Yusuf'un gömleği üzerinde yalan bir kan lekesi getirdikleri zaman, Yakup, oğullarına 'فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ (Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin şu anlatışınıza karşı yardımına sığınılacak ise, ancak Allah'tır -Yûsuf, 18) demişti."
Sonra Allah'ın beni temize çıkarmasını umarak yatağıma doğru uzandım. Ancak vallahi Allah'ın hakkımda bir ayet indireceğini sanmıyordum. Benimle ilgili bir işin Kur'an'da konuşulacak kadar, kendimin değerli olduğumu düşünmüyordum. Sadece Rasulullah'ın bir rüya görmesini ve Allah'ın beni o rüya ile temize çıkarmasını umuyordum. Vallahi Rasulullah henüz daha yerinden kalkmamıştı ve oradakilerden hiçbiri odadan çıkmamıştı ki Allah Rasulü'ne vahiy geldi. Vahyin ağırlık ve şiddetinden kış günlerinde terlemek gibi vahiy işaretleri onu kapladı. Vahyin inmesi bittiğinde, Hz. Peygamber (sav) gülümsüyordu. Bana ilk söylediği söz şu oldu: "ey Âişe, Allah'a hamd et, Allah seni kesin olarak temize çıkardı." Bunun üzerine annem bana "Kalk Rasulullah'a teşekkür et" dedi. Ben "Hayır, ben O'na kalkmam. Ben yalnız Allah'a hamd ederim" dedim.
İşte Yüce Allah, şu ayetleri indirdi: "O iftirayı atanlar içinizden bir gruptur. Bunun sizin için kötü olduğunu sanmayın, aksine bu hakkınızda hayırlıdır. Onların her biri işlediği günahı yüklenecektir. İçlerinden günahın büyüğünü üstlenen için ise büyük bir azap vardır. Bunu işittiğiniz zaman mümin erkekler ve kadınların birbiri hakkında hüsn-i zan beslemeleri ve “Bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? Bu iddialarına dört şahit getirseler ya! Bu sayıda şahit getiremiyorlarsa onlar, Allah nezdinde yalancıların ta kendileridir. Eğer dünyada ve ahirette Allah’ın lütfu ve rahmeti hep sizinle olmasaydı içine daldığınız günah yüzünden size büyük bir azap gelecekti. Çünkü siz, iftirayı dilden dile yayıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız bir şeyi ağızlarınızla söylüyorsunuz; bunu da önemsiz sanıyorsunuz; halbuki Allah katında o büyük bir şeydir. O kulağınıza geldiğinde “Bunu konuşmak bize yakışmaz, fesübhânallah, bu apaçık bir iftiradır” deseydiniz ya! Eğer gerçek müminlerseniz Allah size, bir daha asla böyle bir şey yapmamanızı öğütlüyor. Allah size ayetleri açıklıyor; Allah ilim ve hikmet sahibidir. Müminler arasında ahlâksızlığın yaygınlaşmasını isteyenlere dünyada ve ahirette can yakıcı bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Ya Allah’ın size lütfu ve rahmeti ulaşmasaydı, ya Allah çok şefkatli, çok merhametli olmasaydı! Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytana ayak uydurursa bilsin ki, o edepsizliği ve kötülüğü emreder. Allah’ın lutfu ve rahmeti sizinle olmasaydı içinizden hiçbir kimse günahtan asla arınamazdı, fakat Allah dilediğini arındırır; Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir." (Nur 11-21)
Allah benim beratım hakkında bu ayetleri indirince babam Ebu Bekir, hısımlığından ve fakirliğinden dolayı yardım etmekte bulunduğu Mıstah b. Usâse için "Âişe'ye attığı bu iftiradan sonra vallahi ben de Mıstah'a bir şey vermem" diye yemin etti. Bunun üzerine Yüce Allah "İçinizden yardım sever ve zengin olanlar akrabaya, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere artık bir şey vermeyeceğiz diye yemin etmesinler. Bağışlasınlar, hoş görsünler; Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir." (Nur, 22) ayetini indirdi. Bu ayetin inmesi üzerine Ebu Bekir "vallahi ben, Allah'ın beni mağfiret etmesini muhakkak severim" dedi ve Mıstah'a yaptığı yardıma devam etti.
Rasulullah (sav), Zeynep bt. Cahş'a da "ey Zeynep! Âişe hakkında ne biliyorsun, ne gördün?" diyerek benim durumumu sorduğunda Zeynep "Ey Allah'ın Rasulü, ben kulağımı, gözümü muhafaza ederim. Vallahi ben Âişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmem" dedi. Âişe der ki: Zeynep (Peygamber'in kadınları arasında güzelliği ve Peygamber'in yanındaki konumu bakımından) benim rakibimdi. Fakat Allah onu takvası sebebiyle (iftiracılara katılmaktan) korudu.
Bize Fulayh, ona Hişâm b. Urve, ona Urve, ona da Âişe ve Abdullah b. Zübeyir bu hadisin benzerini rivayet etmiştir.
Bize Fulayh, ona Rabîa b. Ebu Abdurrahman ve Yahya ibn Saîd, onlara da Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir bu hadisn benzerini rivayet etmiştir.
Rasulullah (sav) sefere çıkmak istediği zaman hanımları arasında kura çeker, hangisine çıkarsa, onunla sefere çıkardı. Bir seferinde yine kura çekti, bana çıktı, ben de Hz. Peygamber (sav) ile sefere çıktım. Bu sefer örtünme emri indikten sonraydı. Ben Devenin hörgücü üzerine konan bir mahfe ile taşınır, ineceğim zaman da onunla indirilirdim. Bu şekilde yol aldık ve nihayet Hz. Peygamber'in gazasından geri dönüşünde, Medine'ye yaklaştığımızda konakladık. Sonra geceleyin tekrar yola çıkma emrini verdi. Ben de kalkıp (ihtiyaç gidermek üzere) ordudan ayrılıp gittim, işim bitince konaklama yerine geldiğimde elimi göğsüme götürdüm ve bir de baktım ki Yemen'in göz boncuğundan dizilmiş olan gerdanlığım kopmuş. Hemen geri döndüm ve gerdanlığımı aradım. Bu arama işi beni yolculuktan alıkoydu. Bu sırada benim mahfemi taşıyanlar, içeride olduğumu düşünerek, bineğime yüklemiş ve yola koyulmuşlar. O zamanlar kadınlar az yemek yedikleri için zayıf olup kilolu değillerdi. Zaten küçük yaşta bir kadın olduğum için hizmetçiler mahfeyi yüklemek üzere kaldırdıklarında, ağırlık derecesinden, benim içinde olup olmadığımı fark edemeden yüklemiş ve deveyi sürüp gitmişler. Ordu gittikten sonra ben gerdanlığımı buldum ve ordunun konakladığı yere geldim ama orada hiç kimse yoktu. Ben, mahfede olmadığımı anladıkları zaman geri dönüp beni almaya gelirler düşüncesi ile daha önce kendimin konakladığı yere geldim. Bu düşünce ile oturduğum sırada, gözlerime uyku çöktü ve uyuyakaldım.
Ordunun ardını toplayarak gelen Safvân b. Muattal es-Sulemî ez-Zekvânî sabaha yakın bulunduğum yere gelip uyuyan bir insan karaltısı görünce yanıma geldi. Bu zât beni örtünme emrinden önce görmüştü. (Bu yüzden beni tanıdı) ve devesini çöktürdüğü sırada "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" demesiyle uyandım. Safvân devesinin ön ayağına bastı, ben de deveye bindim. Sonra deveyi çekerek yürüdü gitti. Nihayet öğlen sıcağında mola verdikleri yerde orduya yetiştik. Bu sırada (hakkımda iftira ederek) helak olan çoktan helak olmuştu. İftiraya ilk yeltenen ise Abdullah b. Ubeyy b. Selûl olmuştu.
Medine'ye geldiğimizde bir ay hastalandım. İnsanlar, iftiracıların sözlerini yayıyorlarmış. (Ben iftiralardan habersizdim) ama Hz. Peygamber'in (sav), hasta olduğum zaman bana gösterdiği yumuşaklığı, bu hastalığımda göstermemesi şüphemi çekiyordu. Yanıma giriyor, selâm veriyor, sonra "hastanız nasıl?" diyordu. Benim hiçbir şeyden haberim yoktu. Nihayet iyileşme devrine girmiştim.
Bir gece ben Ümmü Mıstah'la ihtiyaç giderme yerimiz olan Menâsı tarafına gittim. Biz buraya ancak geceleri çıkardık. Bu âdet, evlerimizin yakınında hela edinmemizden önceydi. O zamanlar bizim hâlimiz, bedevilerin (hacet gidermek için) çölde dışarıya çıkmalarına yahut gezinmelerine benziyordu. Ben, Ümmü Mısah bt. Ebu Ruhm ile hacet giderme yerine doğru yönelip giderken, onun ayağı çarşafına takılıp düştü ve "kahrolasın Mıstah" diye (oğluna) beddua etti. Ben "Ne kötü söyledin, Bedir Savaşı'na katılan birine mi sövüyorsun?" dedim. Bana "hey gidi saf kızım, sen ortada dolaşan iftiraları işitmedin mi?" dedi ve iftiracıların sözlerini aktardı.
Bunun üzerine hastalığım üstüne bir hastalık daha arttı. Evime dönünce de Allah Rasulü (sav) yanıma geldi, selâm verdi ve "hastanız nasıldır?" diye sordu. Ben de "ey Allah'ın Rasulü, ebeveynimin yanına gitmeme izin ver" dedim. Ben bu haberi anam ve babamdan sağlamca öğrenmek istiyordum. Rasulullah bana izin verdi, ben de ebeveynimin yanına geldim ve annem Ümmü Rûmân'a "insanların konuşmakta olduğu bu sözler nedir?" dedim. Annem "Kızım, üzülme, sen kendini ve sağlığını düşün. Vallahi senin gibi güzelliğe sahip, kocasının yanında sevimli ve kumaları olan bir kadının aleyhinde çokça dedikodu yapılması doğaldır" dedi.
Ben de "Subhânallah! İnsanlar hakikaten bu sözleri söylüyorlar mı? hayret doğrusu" dedim.
Âişe der ki: Ben o gece babamın evinde yattım. Sabaha kadar gözümün yaşı dinmedi, gözüme uyku da girmedi. Sonra sabahladığımda Rasulullah (sav), konu ilgili vahyin gelmesi gecikince, eşi ile ayrılması hususunda istişare etmek üzere, Ali b. Ebu Tâlib ve Usame b. Zeyd'i yanına çağırmıştı. Usame, ehlibeyt için gönlünde beslediği sevgiye işaret edip "ey Allah'ın Rasulü, vallahi ailen hakkında biz hayırdan başka bir şey bilmeyiz" dedi. Ali b. Ebu Tâlib'e gelince, o da "ey Allah'ın Rasulü, Allah sana darlık vermemiş ki. Onun dışında da bir sürü kadın var. Hizmetçiye de sorun, o size doğrusunu söyler" dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav), Berîre'yi çağırıp "ey Berîre! Âise'de seni şüphelendirecek kötü bir şey gördün mü?" diye sordu. Berîre de "Hayır görmedim. Seni hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, benim onda görebildiğim en büyük kusur; küçük yaşta bir kadınken hamur yoğurduğu sırada uyuyakalması, ardından evin koyunun gelip hamuru yemesidir" dedi.
Rasulullah o gün (mescitte) ayağa kalkıp bir hutbe verdi ve Abdullah b. Übey b. Selûl'ün, iftirasından dolayı cezalandırılmasını isteyerek şöyle buyurdu: "Eşim hakkında (iftira ederek) bana eziyet eden bir şahsı cezalandırma konusunda kim bana yardım eder? Vallahi ben, eşim hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Yine bir adamın ismini ortaya attılar ki, bu kişi hakkında da ben hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Bu kimse, yanında ben olmadan, eşimin yanına girmiş değil." Bunun üzerine Bunun üzerine Sa'd b. Muâz ayağa kalkıp "ey Allah'ın Rasulü, vallahi sana ben yardım edeceğim. Eğer bu adam Evs Kabilesinden ise biz onun boynunu vururuz. Eğer Hazrecli kardeşlerimizden ise, ne yapmak lazımsa Sen emredersin, biz de emrini yerine getiririz" dedi. Ardından Hazrec Kabilesinin reisi olan Sa'd b. Ubâde ayağa kalktı ve iyi bir insan olmasına rağmen kabile taassubunun etkisiyle "yalan söylüyorsun. Allah'ın varlığına yemin ederim ki, sen onu öldüremezsin, öldürmeye de gücün yetmez" dedi. Hemen peşinden Useyd b. Hudayr ayağa kalkarak "Allah'ın varlığına yemin ederim ki, sen yalan söylüyorsun. Vallahi biz elbette onu öldürürüz. Sen muhakkak münafıksın ki, münafıklar adına mücadele ediyorsun" karşılığını verdi. Böylece Evs ve Hazrec kabileleri ayaklandı, hatta Rasulullah (sav) henüz daha minberden inmemişken birbirlerinin üzerine yürüdüler. Hz. Peygamber (sav) hemen minberden inip bunları yumuşak bir üslup ile yatıştırdı, kendisi de sükût buyurdu.
Ben, gün boyu ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne gözüme uyku girdi. Sabahleyin babam ve anam yanıma geldi. Ben bu şekilde iki gece, bir gün ağladım. Hatta ağlamaktan ciğerim parçalanacak sandım. Ben ebeveynim yanımda otururken ağladığım bir sırada Ensâr'dan bir kadın gelip yanıma girmek için izin istedi, ben de izin verdim. O da oturup benimle birlikte ağladı. Biz bu durumdayken Rasulullah (sav) içeriye girdi, gelip yanıma oturdu. Halbuki hakkımda dedikodu başladığı günden beri yanımda oturmamıştı. Rasulullah (sav) bir ay beklediği halde kendisine hakkımda bir şey vahyolunmamıştı. Âişe devamla şöyle dedi: Rasulullah (sav) kelime-i şahadet getirdikten sonra "ey Âişe, hakkında şöyle şöyle sözler kulağıma geldi. Eğer sen bu iddialardan beri isen, yakında Allah seni temize çıkarır. Yok eğer böyle bir günaha düştünse Allah'tan af dile ve Allah'a tevbe et. Çünkü kul, günahını itiraf edip tevbe edince Allah da ona af eder" dedi. Âişe devamla dedi ki: Rasulullah (sav) bu sözünü bitirince gözümün yaşı kesildi, hatta bir damla bile aktığını hissetmedim. Hemen babama dönüp "Allah Rasulü'ne benim adıma cevap ver" dedim. Babam "vallahi, Rasulullah'a (sav) ne diyeceğimi bilmiyorum" dedi. Anneme dönüp "benim adıma, Rasulullah'ın söylediği söze cevap ver" dedim. O da "vallahi ben de Rasulullah'a ne diyeceğimi bilmiyorum" dedi. Âişe devamla dedi ki: Ben de küçük yaşta bir kadındım. Kur'an'dan çok bir kısmını (ezberden) okuyamıyordum- Bu sebepten ben şöyle dedim: "Vallahi ben anladım ki, siz insanların dedikodusunu işittiniz, o sizin içinizde karşılık buldu ve siz bu söze inanıp tasdik ettiniz. Şimdi ben size 'ben beriyim' desem -ki zaten Allah benim beri olduğumu bilmektedir-, siz bana inanmazsınız. Eğer ben size bu işi itiraf etsem -ki zaten Allah benim beri olduğumu bilmektedir-, siz bana inanacaksınız. Vallahi aramızdaki bu durumu ancak Yusuf'un babasının durumuna benzetiyorum. Yusuf'un kardeşleri, Yusuf'un gömleği üzerinde yalan bir kan lekesi getirdikleri zaman, Yakup, oğullarına 'فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ (Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin şu anlatışınıza karşı yardımına sığınılacak ise, ancak Allah'tır -Yûsuf, 18) demişti."
Sonra Allah'ın beni temize çıkarmasını umarak yatağıma doğru uzandım. Ancak vallahi Allah'ın hakkımda bir ayet indireceğini sanmıyordum. Benimle ilgili bir işin Kur'an'da konuşulacak kadar, kendimin değerli olduğumu düşünmüyordum. Sadece Rasulullah'ın bir rüya görmesini ve Allah'ın beni o rüya ile temize çıkarmasını umuyordum. Vallahi Rasulullah henüz daha yerinden kalkmamıştı ve oradakilerden hiçbiri odadan çıkmamıştı ki Allah Rasulü'ne vahiy geldi. Vahyin ağırlık ve şiddetinden kış günlerinde terlemek gibi vahiy işaretleri onu kapladı. Vahyin inmesi bittiğinde, Hz. Peygamber (sav) gülümsüyordu. Bana ilk söylediği söz şu oldu: "ey Âişe, Allah'a hamd et, Allah seni kesin olarak temize çıkardı." Bunun üzerine annem bana "Kalk Rasulullah'a teşekkür et" dedi. Ben "Hayır, ben O'na kalkmam. Ben yalnız Allah'a hamd ederim" dedim.
İşte Yüce Allah, şu ayetleri indirdi: "O iftirayı atanlar içinizden bir gruptur. Bunun sizin için kötü olduğunu sanmayın, aksine bu hakkınızda hayırlıdır. Onların her biri işlediği günahı yüklenecektir. İçlerinden günahın büyüğünü üstlenen için ise büyük bir azap vardır. Bunu işittiğiniz zaman mümin erkekler ve kadınların birbiri hakkında hüsn-i zan beslemeleri ve “Bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? Bu iddialarına dört şahit getirseler ya! Bu sayıda şahit getiremiyorlarsa onlar, Allah nezdinde yalancıların ta kendileridir. Eğer dünyada ve ahirette Allah’ın lütfu ve rahmeti hep sizinle olmasaydı içine daldığınız günah yüzünden size büyük bir azap gelecekti. Çünkü siz, iftirayı dilden dile yayıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız bir şeyi ağızlarınızla söylüyorsunuz; bunu da önemsiz sanıyorsunuz; halbuki Allah katında o büyük bir şeydir. O kulağınıza geldiğinde “Bunu konuşmak bize yakışmaz, fesübhânallah, bu apaçık bir iftiradır” deseydiniz ya! Eğer gerçek müminlerseniz Allah size, bir daha asla böyle bir şey yapmamanızı öğütlüyor. Allah size ayetleri açıklıyor; Allah ilim ve hikmet sahibidir. Müminler arasında ahlâksızlığın yaygınlaşmasını isteyenlere dünyada ve ahirette can yakıcı bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Ya Allah’ın size lütfu ve rahmeti ulaşmasaydı, ya Allah çok şefkatli, çok merhametli olmasaydı! Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytana ayak uydurursa bilsin ki, o edepsizliği ve kötülüğü emreder. Allah’ın lutfu ve rahmeti sizinle olmasaydı içinizden hiçbir kimse günahtan asla arınamazdı, fakat Allah dilediğini arındırır; Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir." (Nur 11-21)
Allah benim beratım hakkında bu ayetleri indirince babam Ebu Bekir, hısımlığından ve fakirliğinden dolayı yardım etmekte bulunduğu Mıstah b. Usâse için "Âişe'ye attığı bu iftiradan sonra vallahi ben de Mıstah'a bir şey vermem" diye yemin etti. Bunun üzerine Yüce Allah "İçinizden yardım sever ve zengin olanlar akrabaya, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere artık bir şey vermeyeceğiz diye yemin etmesinler. Bağışlasınlar, hoş görsünler; Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir." (Nur, 22) ayetini indirdi. Bu ayetin inmesi üzerine Ebu Bekir "vallahi ben, Allah'ın beni mağfiret etmesini muhakkak severim" dedi ve Mıstah'a yaptığı yardıma devam etti.
Rasulullah (sav), Zeynep bt. Cahş'a da "ey Zeynep! Âişe hakkında ne biliyorsun, ne gördün?" diyerek benim durumumu sorduğunda Zeynep "Ey Allah'ın Rasulü, ben kulağımı, gözümü muhafaza ederim. Vallahi ben Âişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmem" dedi. Âişe der ki: Zeynep (Peygamber'in kadınları arasında güzelliği ve Peygamber'in yanındaki konumu bakımından) benim rakibimdi. Fakat Allah onu takvası sebebiyle (iftiracılara katılmaktan) korudu.
Bize Fulayh, ona Hişâm b. Urve, ona Urve, ona da Âişe ve Abdullah b. Zübeyir bu hadisin benzerini rivayet etmiştir.
Bize Fulayh, ona Rabîa b. Ebu Abdurrahman ve Yahya ibn Saîd, onlara da Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir bu hadisn benzerini rivayet etmiştir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Şehâdât 15, 1/719
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Yahya Füleyh b. Süleyman el-Eslemi (Abdülmelik b. Süleyman b. Râfi')
5. Ahmed b. Nadr en-Nisaburi (Ahmed b. Nadr b. Abdulvehhab)
6. Ebu Rabi' Süleyman b. Davud el-Atekî (Süleyman b. Davud)
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
حَدَّثَنَا مُحَمَّدٌ أَخْبَرَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ عَنِ الأَعْمَشِ عَنْ شَقِيقٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ - رضى الله عنه - قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « مَنْ حَلَفَ عَلَى يَمِينٍ وَهْوَ فِيهَا فَاجِرٌ ، لِيَقْتَطِعَ بِهَا مَالَ امْرِئٍ مُسْلِمٍ ، لَقِىَ اللَّهَ وَهْوَ عَلَيْهِ غَضْبَانُ » . قَالَ فَقَالَ الأَشْعَثُ بْنُ قَيْسٍ فِىَّ وَاللَّهِ كَانَ ذَلِكَ ، كَانَ بَيْنِى وَبَيْنَ رَجُلٍ مِنَ الْيَهُودِ أَرْضٌ فَجَحَدَنِى ، فَقَدَّمْتُهُ إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ لِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « أَلَكَ بَيِّنَةٌ » . قَالَ قُلْتُ لاَ . قَالَ فَقَالَ لِلْيَهُودِىِّ « احْلِفْ » . قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِذًا يَحْلِفَ وَيَذْهَبَ بِمَالِى . قَالَ فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَعَالَى ( إِنَّ الَّذِينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللَّهِ وَأَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَلِيلاً ) إِلَى آخِرِ الآيَةِ .
Bize Muhammed, ona Ebu Muaviye, ona A'meş, ona Şakîk, ona Abdullah'ın (ra) rivayet ettiğine Rasulullah (sav) göre şöyle buyurmuştur:
"Her kim Müslüman bir kimsenin malını elinden almak için yalan yere yemin ederse, kıyamet günü Allah'ın öfkesine uğramış bir halde Allah'ın huzuruna varır.
Râvî der ki: Eş'as şöyle demiştir: Vallahi bu hadis benim hakkımdadır. Benimle Yahudi bir adam arasında bir arazi vardı. O bu araziyi inkâr etti. Ben de onu Hz. Peygamber'e getirdim. Rasulullah (sav) bana: "Senin bir delilin var mı?" buyurdu. Ben de “Hayır yok” dedim. Bu sefer Rasulullah Yahudi'ye "Yemin et" buyurdu. Ben “Ey Allah'ın Rasulü, o takdirde bu adam yemin eder ve benim malımı alıp götürür” dedim. Bunun üzerine Yüce Allah şu ayeti indirdi: "Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlar var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur; Allah kıyamet günü onlarla hiç konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır." (Âlu İmrân, 77)
Öneri Formu
Hadis Id, No:
25034, B002666
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدٌ أَخْبَرَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ عَنِ الأَعْمَشِ عَنْ شَقِيقٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ - رضى الله عنه - قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « مَنْ حَلَفَ عَلَى يَمِينٍ وَهْوَ فِيهَا فَاجِرٌ ، لِيَقْتَطِعَ بِهَا مَالَ امْرِئٍ مُسْلِمٍ ، لَقِىَ اللَّهَ وَهْوَ عَلَيْهِ غَضْبَانُ » . قَالَ فَقَالَ الأَشْعَثُ بْنُ قَيْسٍ فِىَّ وَاللَّهِ كَانَ ذَلِكَ ، كَانَ بَيْنِى وَبَيْنَ رَجُلٍ مِنَ الْيَهُودِ أَرْضٌ فَجَحَدَنِى ، فَقَدَّمْتُهُ إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ لِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « أَلَكَ بَيِّنَةٌ » . قَالَ قُلْتُ لاَ . قَالَ فَقَالَ لِلْيَهُودِىِّ « احْلِفْ » . قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِذًا يَحْلِفَ وَيَذْهَبَ بِمَالِى . قَالَ فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَعَالَى ( إِنَّ الَّذِينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللَّهِ وَأَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَلِيلاً ) إِلَى آخِرِ الآيَةِ .
Tercemesi:
Bize Muhammed, ona Ebu Muaviye, ona A'meş, ona Şakîk, ona Abdullah'ın (ra) rivayet ettiğine Rasulullah (sav) göre şöyle buyurmuştur:
"Her kim Müslüman bir kimsenin malını elinden almak için yalan yere yemin ederse, kıyamet günü Allah'ın öfkesine uğramış bir halde Allah'ın huzuruna varır.
Râvî der ki: Eş'as şöyle demiştir: Vallahi bu hadis benim hakkımdadır. Benimle Yahudi bir adam arasında bir arazi vardı. O bu araziyi inkâr etti. Ben de onu Hz. Peygamber'e getirdim. Rasulullah (sav) bana: "Senin bir delilin var mı?" buyurdu. Ben de “Hayır yok” dedim. Bu sefer Rasulullah Yahudi'ye "Yemin et" buyurdu. Ben “Ey Allah'ın Rasulü, o takdirde bu adam yemin eder ve benim malımı alıp götürür” dedim. Bunun üzerine Yüce Allah şu ayeti indirdi: "Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlar var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur; Allah kıyamet günü onlarla hiç konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır." (Âlu İmrân, 77)
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Şehâdât 19, 1/723
Senetler:
1. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Mesud (Abdullah b. Mesud b. Gafil b. Habib b. Şemh)
2. Ebu Vâil Şakik b. Seleme el-Esedî (Şakik b. Seleme)
3. Ebu Muhammed Süleyman b. Mihran el-A'meş (Süleyman b. Mihran)
4. Ebu Muaviye Muhammed b. Hâzim el-A'mâ ed-Darîr (Muhammed b. Hazim)
5. Muhammed b. Selam el-Bikendî (Muhammed b. Selam b. Ferec)
Konular:
Din, dünyalık bir mal/meta karşılığında dini satmak
Yargı, Hüküm verirken delil ve şahidle hüküm vermek
Yemin, yeminle istenileni vermek
حَدَّثَنَا مُحَمَّدٌ أَخْبَرَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ عَنِ الأَعْمَشِ عَنْ شَقِيقٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ - رضى الله عنه - قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « مَنْ حَلَفَ عَلَى يَمِينٍ وَهْوَ فِيهَا فَاجِرٌ ، لِيَقْتَطِعَ بِهَا مَالَ امْرِئٍ مُسْلِمٍ ، لَقِىَ اللَّهَ وَهْوَ عَلَيْهِ غَضْبَانُ » . قَالَ فَقَالَ الأَشْعَثُ بْنُ قَيْسٍ فِىَّ وَاللَّهِ كَانَ ذَلِكَ ، كَانَ بَيْنِى وَبَيْنَ رَجُلٍ مِنَ الْيَهُودِ أَرْضٌ فَجَحَدَنِى ، فَقَدَّمْتُهُ إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ لِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « أَلَكَ بَيِّنَةٌ » . قَالَ قُلْتُ لاَ . قَالَ فَقَالَ لِلْيَهُودِىِّ « احْلِفْ » . قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِذًا يَحْلِفَ وَيَذْهَبَ بِمَالِى . قَالَ فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَعَالَى ( إِنَّ الَّذِينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللَّهِ وَأَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَلِيلاً ) إِلَى آخِرِ الآيَةِ .
Bize Muhammed, ona Ebu Muaviye, ona A'meş, ona Şakîk, ona Abdullah'ın (ra) rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
"Her kim Müslüman bir kimsenin malını elinden almak için yalan yere yemin ederse, kıyamet günü Allah'ın öfkesine uğramış bir halde Allah'ın huzuruna varır."
Râvî der ki: Eş'as b. Kays şöyle demiştir: Vallahi bu hadis benim hakkımdadır. Benimle Yahudi bir adam arasında bir arazi vardı. O bu araziyi inkâr etti. Ben de onu Hz. Peygamber'e getirdim. Rasulullah (sav) bana: "Senin bir delilin var mı?" buyurdu. Ben de “Hayır yok” dedim. Bu sefer Rasulullah Yahudi'ye "Yemin et" buyurdu. Ben “Ey Allah'ın Rasulü, o takdirde bu adam yemin eder ve benim malımı alıp götürür” dedim. Bunun üzerine Yüce Allah şu ayeti indirdi: "Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlar var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur; Allah kıyamet günü onlarla hiç konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır." (Âlu İmrân, 77)
Öneri Formu
Hadis Id, No:
25040, B002667
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدٌ أَخْبَرَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ عَنِ الأَعْمَشِ عَنْ شَقِيقٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ - رضى الله عنه - قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « مَنْ حَلَفَ عَلَى يَمِينٍ وَهْوَ فِيهَا فَاجِرٌ ، لِيَقْتَطِعَ بِهَا مَالَ امْرِئٍ مُسْلِمٍ ، لَقِىَ اللَّهَ وَهْوَ عَلَيْهِ غَضْبَانُ » . قَالَ فَقَالَ الأَشْعَثُ بْنُ قَيْسٍ فِىَّ وَاللَّهِ كَانَ ذَلِكَ ، كَانَ بَيْنِى وَبَيْنَ رَجُلٍ مِنَ الْيَهُودِ أَرْضٌ فَجَحَدَنِى ، فَقَدَّمْتُهُ إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ لِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « أَلَكَ بَيِّنَةٌ » . قَالَ قُلْتُ لاَ . قَالَ فَقَالَ لِلْيَهُودِىِّ « احْلِفْ » . قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِذًا يَحْلِفَ وَيَذْهَبَ بِمَالِى . قَالَ فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَعَالَى ( إِنَّ الَّذِينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللَّهِ وَأَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَلِيلاً ) إِلَى آخِرِ الآيَةِ .
Tercemesi:
Bize Muhammed, ona Ebu Muaviye, ona A'meş, ona Şakîk, ona Abdullah'ın (ra) rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
"Her kim Müslüman bir kimsenin malını elinden almak için yalan yere yemin ederse, kıyamet günü Allah'ın öfkesine uğramış bir halde Allah'ın huzuruna varır."
Râvî der ki: Eş'as b. Kays şöyle demiştir: Vallahi bu hadis benim hakkımdadır. Benimle Yahudi bir adam arasında bir arazi vardı. O bu araziyi inkâr etti. Ben de onu Hz. Peygamber'e getirdim. Rasulullah (sav) bana: "Senin bir delilin var mı?" buyurdu. Ben de “Hayır yok” dedim. Bu sefer Rasulullah Yahudi'ye "Yemin et" buyurdu. Ben “Ey Allah'ın Rasulü, o takdirde bu adam yemin eder ve benim malımı alıp götürür” dedim. Bunun üzerine Yüce Allah şu ayeti indirdi: "Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlar var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur; Allah kıyamet günü onlarla hiç konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır." (Âlu İmrân, 77)
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Şehâdât 19, 1/723
Senetler:
1. Ebu Muhammed Eş'as b. Kays el-Kindi (Eş'as b. Kays b. Madikerb b. Muaviye b. Cebele)
2. Ebu Vâil Şakik b. Seleme el-Esedî (Şakik b. Seleme)
3. Ebu Muhammed Süleyman b. Mihran el-A'meş (Süleyman b. Mihran)
4. Ebu Muaviye Muhammed b. Hâzim el-A'mâ ed-Darîr (Muhammed b. Hazim)
5. Muhammed b. Selam el-Bikendî (Muhammed b. Selam b. Ferec)
Konular:
Din, dünyalık bir mal/meta karşılığında dini satmak
Hak, haksızlık yapmak
Yargı, Hüküm verirken delil ve şahidle hüküm vermek
Yemin, yeminle istenileni vermek
Öneri Formu
Hadis Id, No:
24804, T3959
Hadis:
قَالَ أَبُو عِيسَى وَالْكَلاَمُ فِى هَذَا وَالرِّوَايَةُ عَنْ أَهْلِ الْعِلْمِ تَكْثُرُ وَإِنَّمَا بَيَّنَّا شَيْئًا مِنْهُ عَلَى الاِخْتِصَارِ لِيُسْتَدَلَّ
بِهِ عَلَى مَنَازِلِ أَهْلِ الْعِلْمِ وَتَفَاضُلِ بَعْضِهِمْ عَلَى بَعْضٍ فِى الْحِفْظِ وَالإِتْقَانِ وَمَنْ تَكَلَّمَ فِيهِ مِنْ أَهْلِ الْعِلْمِ لأَىِّ شَىْءٍ تَكَلَّمَ فِيهِ . قَالَ أَبُو عِيسَى وَالْقِرَاءَةُ عَلَى الْعَالِمِ إِذَا كَانَ يَحْفَظُ مَا يُقْرَأُ عَلَيْهِ أَوْ يُمْسِكُ أَصْلَهُ فِيمَا يُقْرَأُ عَلَيْهِ إِذَا لَمْ يَحْفَظْ هُوَ صَحِيحٌ عِنْدَ أَهْلِ الْحَدِيثِ مِثْلُ السَّمَاعِ . حَدَّثَنَا حُسَيْنُ بْنُ مَهْدِىٍّ الْبَصْرِىُّ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا ابْنُ جُرَيْجٍ قَالَ قَرَأْتُ عَلَى عَطَاءِ بْنِ أَبِى رَبَاحٍ فَقُلْتُ لَهُ كَيْفَ أَقُولُ فَقَالَ قُلْ حَدَّثَنَاهُ . حَدَّثَنَا سُوَيْدُ بْنُ نَصْرٍ أَخْبَرَنَا عَلِىُّ بْنُ الْحُسَيْنِ بْنِ وَاقِدٍ عَنْ أَبِى عِصْمَةَ عَنْ يَزِيدَ النَّحْوِىِّ عَنْ عِكْرِمَةَ أَنَّ نَفَرًا قَدِمُوا عَلَى ابْنِ عَبَّاسٍ مِنْ أَهْلِ الطَّائِفِ بِكُتُبٍ مِنْ كُتُبِهِ فَجَعَلَ يَقْرَأُ عَلَيْهِمْ فَيُقَدِّمُ وَيُؤَخِّرُ فَقَالَ إِنِّى بَلِهْتُ لِهَذِهِ الْمُصِيبَةِ فَاقْرَءُوا عَلَىَّ فَإِنَّ إِقْرَارِى بِهِ كَقِرَاءَتِى عَلَيْكُمْ . حَدَّثَنَا سُوَيْدُ بْنُ نَصْرٍ أَخْبَرَنَا عَلِىُّ بْنُ الْحُسَيْنِ بْنِ وَاقِدٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ مَنْصُورِ بْنِ الْمُعْتَمِرِ قَالَ إِذَا نَاوَلَ الرَّجُلُ كِتَابَهُ آخَرَ فَقَالَ ارْوِ هَذَا عَنِّى فَلَهُ أَنْ يَرْوِيَهُ . وَسَمِعْتُ مُحَمَّدَ بْنَ إِسْمَاعِيلَ يَقُولُ سَأَلْتُ أَبَا عَاصِمٍ النَّبِيلَ عَنْ حَدِيثٍ فَقَالَ اقْرَأْ عَلَىَّ . فَأَحْبَبْتُ أَنْ يَقْرَأَ هُوَ فَقَالَ أَأَنْتَ لاَ تُجِيزُ الْقِرَاءَةَ وَقَدْ كَانَ سُفْيَانُ الثَّوْرِىُّ وَمَالِكُ بْنُ أَنَسٍ يُجِيزَانِ الْقِرَاءَةَ . حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ الْحَسَنِ حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ سُلَيْمَانَ الْجُعْفِىُّ الْمِصْرِىُّ قَالَ قَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ وَهْبٍ مَا قُلْتُ حَدَّثَنَا فَهُوَ مَا سَمِعْتُ مَعَ النَّاسِ وَمَا قُلْتُ حَدَّثَنِى فَهُوَ مَا سَمِعْتُ وَحْدِى وَمَا قُلْتُ أَخْبَرَنَا فَهُوَ مَا قُرِئَ عَلَى الْعَالِمِ وَأَنَا شَاهِدٌ وَمَا قُلْتُ أَخْبَرَنِى فَهُوَ مَا قَرَأْتُ عَلَى الْعَالِمِ . يَعْنِى وَأَنَا وَحْدِى . سَمِعْتُ أَبَا مُوسَى مُحَمَّدَ بْنَ الْمُثَنَّى يَقُولُ سَمِعْتُ يَحْيَى بْنَ سَعِيدٍ الْقَطَّانَ يَقُولُ حَدَّثَنَا وَأَخْبَرَنَا وَاحِدٌ . قَالَ أَبُو عِيسَى كُنَّا عِنْدَ أَبِى مُصْعَبٍ الْمَدِينِىِّ فَقُرِئَ عَلَيْهِ بَعْضُ حَدِيثِهِ فَقُلْتُ لَهُ كَيْفَ نَقُولُ فَقَالَ قُلْ حَدَّثَنَا أَبُو مُصْعَبٍ . قَالَ أَبُو عِيسَى وَقَدْ أَجَازَ بَعْضُ أَهْلِ الْعِلْمِ الإِجَازَةَ وَإِذَا أَجَازَ الْعَالِمُ لأَحَدٍ أَنْ يَرْوِىَ لأَحَدٍ عَنْهُ شَيْئًا مِنْ حَدِيثِهِ فَلَهُ أَنْ يَرْوِىَ عَنْهُ . حَدَّثَنَا مَحْمُودُ بْنُ غَيْلاَنَ حَدَّثَنَا وَكِيعٌ عَنْ عِمْرَانَ بْنِ حُدَيْرٍ عَنْ أَبِى مِجْلَزٍ عَنْ بَشِيرِ بْنِ نَهِيكٍ قَالَ كَتَبْتُ كِتَابًا عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ فَقُلْتُ أَرْوِيهِ عَنْكَ . فَقَالَ نَعَمْ . حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ إِسْمَاعِيلَ الْوَاسِطِىُّ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْحَسَنِ الْوَاسِطِىُّ عَنْ عَوْفٍ الأَعْرَابِىِّ قَالَ قَالَ رَجُلٌ لِلْحَسَنِ عِنْدِى بَعْضُ حَدِيثِكَ أَرْوِيهِ عَنْكَ قَالَ نَعَمْ . قَالَ أَبُو عِيسَى وَمُحَمَّدُ بْنُ الْحَسَنِ إِنَّمَا يُعْرَفُ بِمَحْبُوبِ بْنِ الْحَسَنِ وَقَدْ حَدَّثَ عَنْهُ غَيْرُ وَاحِدٍ مِنَ الأَئِمَّةِ . حَدَّثَنَا الْجَارُودُ بْنُ مُعَاذٍ حَدَّثَنَا أَنَسُ بْنُ عِيَاضٍ عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ قَالَ أَتَيْتُ الزُّهْرِىَّ بِكِتَابٍ فَقُلْتُ هَذَا مِنْ حَدِيثِكَ أَرْوِيهِ عَنْكَ قَالَ نَعَمْ . حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرٍ عَنْ عَلِىِّ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ يَحْيَى بْنِ سَعِيدٍ قَالَ جَاءَ ابْنُ جُرَيْجٍ إِلَى هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ بِكِتَابٍ فَقَالَ هَذَا حَدِيثُكَ أَرْوِيهِ عَنْكَ فَقَالَ نَعَمْ . قَالَ يَحْيَى فَقُلْتُ فِى نَفْسِى لاَ أَدْرِى أَيُّهُمَا أَعْجَبُ أَمْرًا . قَالَ عَلِىٌّ سَأَلْتُ يَحْيَى بْنَ سَعِيدٍ عَنْ حَدِيثِ ابْنِ جُرَيْجٍ عَنْ عَطَاءٍ الْخُرَاسَانِىِّ فَقَالَ ضَعِيفٌ . فَقُلْتُ إِنَّهُ يَقُولُ أَخْبَرَنِى . فَقَالَ لاَ شَىْءَ إِنَّمَا هُوَ كِتَابٌ دَفَعَهُ إِلَيْهِ . قَالَ أَبُو عِيسَى وَالْحَدِيثُ إِذَا كَانَ مُرْسَلاً فَإِنَّهُ لاَ يَصِحُّ عِنْدَ أَكْثَرِ أَهْلِ الْحَدِيثِ قَدْ ضَعَّفَهُ غَيْرُ وَاحِدٍ مِنْهُمْ . حَدَّثَنَا عَلِىُّ بْنُ حُجْرٍ أَخْبَرَنَا بَقِيَّةُ بْنُ الْوَلِيدِ عَنْ عُتْبَةَ بْنِ أَبِى حَكِيمٍ قَالَ سَمِعَ الزُّهْرِىُّ إِسْحَاقَ بْنَ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِى فَرْوَةَ يَقُولُ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ الزُّهْرِىُّ قَاتَلَكَ اللَّهُ يَا ابْنَ أَبِى فَرْوَةَ تَجِيئُنَا بِأَحَادِيثَ لَيْسَتْ لَهَا خُطُمٌ وَلاَ أَزِمَّةٌ . حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرٍ عَنْ عَلِىِّ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ قَالَ يَحْيَى بْنُ سَعِيدٍ مُرْسَلاَتُ مُجَاهِدٍ أَحَبُّ إِلَىَّ مِنْ مُرْسَلاَتِ عَطَاءِ بْنِ أَبِى رَبَاحٍ بِكَثِيرٍ كَانَ عَطَاءٌ يَأْخُذُ عَنْ كُلِّ ضَرْبٍ . قَالَ عَلِىٌّ قَالَ يَحْيَى مُرْسَلاَتُ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ أَحَبُّ إِلَىَّ مِنْ مُرْسَلاَتِ عَطَاءٍ . قُلْتُ لِيَحْيَى مُرْسَلاَتُ مُجَاهِدٍ أَحَبُّ إِلَيْكَ أَمْ مُرْسَلاَتُ طَاوُسٍ قَالَ مَا أَقْرَبَهُمَا . قَالَ عَلِىٌّ وَسَمِعْتُ يَحْيَى بْنَ سَعِيدٍ يَقُولُ مُرْسَلاَتُ أَبِى إِسْحَاقَ عِنْدِى شِبْهُ لاَ شَىْءَ وَالأَعْمَشُ وَالتَّيْمِىُّ وَيَحْيَى بْنُ أَبِى كَثِيرٍ وَمُرْسَلاَتُ ابْنِ عُيَيْنَةَ شِبْهُ الرِّيحِ . ثُمَّ قَالَ إِى وَاللَّهِ وَسُفْيَانُ بْنُ سَعِيدٍ . قُلْتُ لِيَحْيَى فَمُرْسَلاَتُ مَالِكٍ قَالَ هِىَ أَحَبُّ إِلَىَّ . ثُمَّ قَالَ يَحْيَى لَيْسَ فِى الْقَوْمِ أَحَدٌ أَصَحُّ حَدِيثًا مِنْ مَالِكٍ . حَدَّثَنَا سَوَّارُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ الْعَنْبَرِىُّ قَالَ سَمِعْتُ يَحْيَى بْنَ سَعِيدٍ الْقَطَّانَ يَقُولُ مَا قَالَ الْحَسَنُ فِى حَدِيثِهِ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِلاَّ وَجْدَنَا لَهُ أَصْلاً إِلاَّ حَدِيثًا أَوْ حَدِيثَيْنِ . قَالَ أَبُو عِيسَى وَمَنْ ضَعَّفَ الْمُرْسَلَ فَإِنَّهُ ضَعَّفَهُ مِنْ قِبَلِ أَنَّ هَؤُلاَءِ الأَئِمَّةَ قَدْ حَدَّثُوا عَنِ الثِّقَاتِ وَغَيْرِ الثِّقَاتِ فَإِذَا رَوَى أَحَدُهُمْ حَدِيثًا وَأَرْسَلَهُ لَعَلَّهُ أَخَذَهُ عَنْ غَيْرِ ثِقَةٍ . وَقَدْ تَكَلَّمَ الْحَسَنُ الْبَصْرِىُّ فِى مَعْبَدٍ الْجُهَنِىِّ ثُمَّ رَوَى عَنْهُ . حَدَّثَنَا بِشْرُ بْنُ مُعَاذٍ الْبَصْرِىُّ حَدَّثَنَا مَرْحُومُ بْنُ عَبْدِ الْعَزِيزِ الْعَطَّارُ حَدَّثَنِى أَبِى وَعَمِّى قَالاَ سَمِعْنَا الْحَسَنَ يَقُولُ إِيَّاكُمْ وَمَعْبَدًا الْجُهَنِىَّ فَإِنَّهُ ضَالٌّ مُضِلٌّ . قَالَ أَبُو عِيسَى وَيُرْوَى عَنِ الشَّعْبِىِّ حَدَّثَنَا الْحَارِثُ الأَعْوَرُ وَكَانَ كَذَّابًا . وَقَدْ حَدَّثَ عَنْهُ وَأَكْثَرُ الْفَرَائِضِ الَّتِى يَرْوِيهَا عَنْ عَلِىٍّ وَغَيْرِهِ هِىَ عَنْهُ وَقَدْ قَالَ الشَّعْبِىُّ الْحَارِثُ الأَعْوَرُ عَلَّمَنِى الْفَرَائِضَ وَكَانَ مِنْ أَفْرَضِ النَّاسِ . قَالَ وَسَمِعْتُ مُحَمَّدَ بْنَ بَشَّارٍ يَقُولُ سَمِعْتُ عَبْدَ الرَّحْمَنِ بْنَ مَهْدِىٍّ يَقُولُ أَلاَ تَعْجَبُونَ مِنْ سُفْيَانَ بْنِ عُيَيْنَةَ لَقَدْ تَرَكْتُ لِجَابِرٍ الْجُعْفِىِّ بِقَوْلِهِ لَمَّا حَكَى عَنْهُ أَكْثَرَ مِنْ أَلْفِ حَدِيثٍ ثُمَّ هُوَ يُحَدِّثُ عَنْهُ . قَالَ مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ وَتَرَكَ عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ مَهْدِىٍّ حَدِيثَ جَابِرٍ الْجُعْفِىِّ . وَقَدِ احْتَجَّ بَعْضُ أَهْلِ الْعِلْمِ بِالْمُرْسَلِ أَيْضًا . حَدَّثَنَا أَبُو عُبَيْدَةَ بْنُ أَبِى السَّفَرِ الْكُوفِىُّ حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ عَامِرٍ عَنْ شُعْبَةَ عَنْ سُلَيْمَانَ الأَعْمَشِ قَالَ قُلْتُ لإِبْرَاهِيمَ النَّخَعِىِّ أَسْنِدْ لِى عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مَسْعُودٍ . فَقَالَ إِبْرَاهِيمُ إِذَا حَدَّثْتُكَ عَنْ رَجُلٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ فَهُوَ الَّذِى سَمَّيْتُ وَإِذَا قُلْتُ قَالَ عَبْدُ اللَّهِ فَهُوَ عَنْ غَيْرِ وَاحِدٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ . قَالَ أَبُو عِيسَى وَقَدِ اخْتَلَفَ الأَئِمَّةُ مِنْ أَهْلِ الْعِلْمِ فِى تَضْعِيفِ الرِّجَالِ كَمَا اخْتَلَفُوا فِى سِوَى ذَلِكَ مِنَ الْعِلْمِ ذُكِرَ عَنْ شُعْبَةَ أَنَّهُ ضَعَّفَ أَبَا الزُّبَيْرِ الْمَكِّىَّ وَعَبْدَ الْمَلِكِ بْنَ أَبِى سُلَيْمَانَ وَحَكِيمَ بْنَ جُبَيْرٍ وَتَرَكَ الرِّوَايَةَ عَنْهُمْ ثُمَّ حَدَّثَ شُعْبَةُ عَمَّنْ هُوَ دُونَ هَؤُلاَءِ فِى الْحِفْظِ وَالْعَدَالَةِ حَدَّثَ عَنْ جَابِرٍ الْجُعْفِىِّ وَإِبْرَاهِيمَ بْنِ مُسْلِمٍ الْهَجَرِىِّ وَمُحَمَّدِ بْنِ عُبَيْدِ اللَّهِ الْعَرْزَمِىِّ وَغَيْرِ وَاحِدٍ مِمَّنْ يُضَعَّفُونَ فِى الْحَدِيثِ . حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَمْرِو بْنِ نَبْهَانَ بْنِ صَفْوَانَ الْبَصْرِىُّ حَدَّثَنَا أُمَيَّةُ بْنُ خَالِدٍ قَالَ قُلْتُ لِشُعْبَةَ تَدَعُ عَبْدَ الْمَلِكِ بْنَ أَبِى سُلَيْمَانَ وَتُحَدِّثُ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ عُبَيْدِ اللَّهِ الْعَرْزَمِىِّ قَالَ نَعَمْ . قَالَ أَبُو عِيسَى وَقَدْ كَانَ شُعْبَةُ حَدَّثَ عَنْ عَبْدِ الْمَلِكِ بْنِ أَبِى سُلَيْمَانَ ثُمَّ تَرَكَهُ وَيُقَالُ إِنَّمَا تَرَكَهُ لَمَّا تَفَرَّدَ بِالْحَدِيثِ الَّذِى رُوِىَ عَنْ عَطَاءِ بْنِ أَبِى رَبَاحٍ عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « الرَّجُلُ أَحَقُّ بِشُفْعَتِهِ يُنْتَظَرُ بِهَا وَإِنْ كَانَ غَائِبًا إِذَا كَانَ طَرِيقُهُمَا وَاحِدًا » . وَقَدْ ثَبَّتَ غَيْرُ وَاحِدٍ مِنَ الأَئِمَّةِ وَحَدَّثُوا عَنْ أَبِى الزُّبَيْرِ وَعَبْدِ الْمَلِكِ بْنِ أَبِى سُلَيْمَانَ وَحَكِيمِ بْنِ جُبَيْرٍ . حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ مَنِيعٍ حَدَّثَنَا هُشَيْمٌ حَدَّثَنَا حَجَّاجٌ وَابْنُ أَبِى لَيْلَى عَنْ عَطَاءِ بْنِ أَبِى رَبَاحٍ قَالَ كُنَّا إِذَا خَرَجْنَا مِنْ عِنْدِ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ تَذَاكَرْنَا حَدِيثَهُ وَكَانَ أَبُو الزُّبَيْرِ أَحْفَظَنَا لِلْحَدِيثِ
Tercemesi:
Ebû İsa der ki: Hadis; Hadis âlimi kendisine okunan rivâyetleri ezberinden takip etmişse veya okunanın aslını yanında yazılı olarak bulundurmuşsa bu tür okuma modeli hadisçiler yanında hadisi dinleme (sema) gibi sahih ve doğru sayılır.
Hüseyin b. Mehdî el Basrî bize anlattı. Abdurrezzak bize nakletti. İbn Cüreyc bize haber vererek şöyle demiştir: Atâ b. ebî Rebah’a bir hadis okudum ve ona bu hadisi nasıl rivâyet edeyim dedim, O da: “Haddesena” diyerek et dedi. Süveyd b. Nasr bize nakletti. Ali b. Husayn b. Vakîd; Ebû Isme’den, Yezîd en Nahvî vasıtasıyla İkrime’nin şöyle dediğini bize nakletmiştir.
Taif’den bir gurup insan İbn Abbâs’a aid bazı kitapları yanlarına alıp onun yanına geldiler. İbn Abbâs onlara okumaya başladı, okuduğu şeylerde takdim ve te’hir yapmaya başlayınca, ben gözlerim a’ma olduğu için aciz düştüm doğru ve yerli yerince okuyamıyorum siz bana okuyun benim sizin okuyuşunuzu ikrar edip kabul etmem aynen size okuyuşum gibidir.
Süveyd b. Nasr bize nakletti. Ali b. Hüseyin b. Vakîd, babası vasıtasıyla Mansur b. Mutemir’in bize şöyle söylediğini haber vermiştir. Bir kimse hadis konusunda yazdığı bir kitabı başka birine rivâyet için verip ona: Bunu benden rivâyet edebilirsin, dedediğinde o kimse o kitabı rivâyet etme hakkını elde etmiş olur.
Muhammed b. İsmail’den işittim şöyle demiştir: Ebû Âsım en Nebil’e bir hadis sordum o bana o hadisi oku dedi. Ben de onun okumasını istedim. Bunun üzerine bana şöyle dedi: Sûfyân es Sevrî ve Mâlik b. Enes okuyarak hadisin sağlama alınması rivâyetini caiz görürlerken yoksa sen caiz görmüyor musun?
Ahmed b. Hasan bize haber verdi. Yahya b. Süleyman el Cu’fî el Mısrî, Abdullah b. Vehb’in bize şöyle söylediğini aktardı: “Haddesena” dedimse insanlarla birlikte duyduğum şeylerdir. “Ahberana” dedimse âlim olanın yanında okunup benim de o anda orada bulunduğumu bilmiş olun “Haddesenî” dedimse sadece benim işittiğim şeylerdir. “Ahberanî” dedimse: Tek başıma bir âlime okumuşum demektir.
Ebû Musa, Muhammed b. Müsenna’dan, Yahya b. Saîd el Kattan’ın şöyle dediğini duydum: “Haddesena” (Bize anlattı) kelimesiyle “Ahberena” (bize haber verdi, kelimesi aynı şeydir ve birdir.
Tirmizî der ki: Ebû Mus’ab el Medenî’nin yanındaydık. Rivâyet ettiği hadislerden bir kısmı ona okundu. Ben bunun üzerine bunları rivâyet ederken nasıl söylemeliyiz? Dedim. O da “Haddesena, Ebû Mus’ab” dersin, dedi. Tirmizî şöyle der: Âlimlerden bir kısmı “İcazet” benden bunları rivâyet edebilirsin şeklindeki rivâyeti caiz görmüşlerdir. Yani bir âlim birine bazı şeyleri kendisinden rivâyet etmesi için icazet yani izin vermişse o kimse o âlimden rivâyet edebilir.
Mahmûd b. Gaylân bize nakletti. Vekî’, Imrân b. Hudayr’dan, Ebû Miclez vasıtasıyla, Beşîr b. Nehîk’den bize naklederek demiştir ki: Ebû Hüreyre’den rivâyet ettiğim haberleri bir kitaba yazdım ve kendisine rivâyet edebilir miyim? dedim. O da: Evet, dedi.
Muhammed b. İsmail el Vâsıtî bize nakletti. Muhammed b. Hasan el Vâsıtî, Avf el A’rabî’den bize naklederek dedi ki: Bir adam Hasan el Basrî’ye senin rivâyet ettiğin bazı hadisler bende vardır onları rivâyet edebilir miyim? diye sordu. O da: Evet, dedi. Tirmizî şöyle der: Muhammed b. Hasan, Mahlûb b. Hasan olarak biliniyor. Pek çok imam kendisinden hadis rivâyet etmiştir.
Carûd b. Musa bize nakletti, Enes b. Iyaz, Ubeydullah b. Ömer’den bize naklederek şöyle demiştir: Zührî’ye bir kitap getirdim ve bu kitapta senin bazı rivâyet ettiğin şeyler bulunmaktadır, dedim. Bunları rivâyet edebilir miyim? diye sordum. Evet edebilirsin, dedi.
Ebû Bekir b. Ali b. Abdullah’tan aktarıldığına göre Yahya b. Saîd’in şöyle söylediğini bize anlattı. İbn Cüreyc, Hişâm b. Urve’ye bir kitap getirdi ve bunlar senin rivâyetlerin, rivâyet edebilir miyim? dedi. O da: Evet, dedi. Yahya dedi ki: Kendi kendime icazet mi, kıraat mı daha iyi bilmiyorum, dedim. Ali der ki: Yahya b. Saîd’e, İbn Cüreyc’in, Atâ el Horasanî’den rivâyet ettiği hadisi sordum. O zayıftır, dedi. Ben de ama “Ahberanî” diyerek aktarıyor, dedim. Önemi yok, Atâ; İbn Cüreyc’e bir kitap vermiştir. İbn Cüreyc’te oradan rivâyet edip durmaktadır, dedi. Tirmizî dedi ki: Mürsel hadis hadisçiler yanında sahih değildir. Pek çoğu da zayıf görmüşlerdir.
Ali b. Hucr bize nakletti. Bakiye b. Velid, Utbe b. ebî Hakîm’den bize aktarmış ve şöyle demiştir: Zührî, İshâk b. Abdullah b. ebî Ferve’nin Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur, deyince; Ey İbn ebî Ferve! Allah, senin canını alsın bize ipsiz yularsız yani olamayan hadisler getiriyorsun.
Ebû Bekir, Ali b. Abdullah’tan bize Yahya b. Saîd’in şöyle söylediğini nakletmiştir. Mûcâhid’in mürselleri (senedi kopuk rivâyetleri) Atâ b. Rebah’ın mürsellerine göre daha hoş geliyor. Çünkü Atâ her sınıf insandan rivâyet yapardı. Ali, Yahya’nın şöyle söylediğini nakletmiştir. Saîd b. Cübeyr’in mürselleri mi? Yoksa, Tavus’un mürsellerinden daha hoş geliyor. Yahya’ya, Mûcâhid’in mürselleri mi? Yoksa Tavus’un mürsellerinden mi? hoşlanırsın, dedim. O da onun ikisi de birbirine ne kadar yakındır, dedi. Ali dedi ki: Yahya b. Saîd’in şöyle söylediğini duydum. Ebû İshâk’tan mürsellerinin benim yanımda hiçbir değeri yoktur. Aynı şekilde A’meş, Teymî ve Yahya b. ebî Kesîr’in mürselleri de bu sınıfa girer İbn Uyeyne’nin mürselleri de rüzgar gibi gelip geçicidir. Sonra evet vallahi diyerek şöyle dedi: Sûfyân b. Saîd’in ki de aynıdır. Yahya’ya sordum: Mâlik’in mürselleri nasıldır? Hoşuma gider, dedi ve şöyle devam etti: Mâlik’den daha sahih hadis rivâyet eden bu toplumda yoktur.
Sevvar b. Abdullah el Anberî, Yahya b. Saîd el Kattan’ın şöyle söylediğini bize aktarmıştır. Hasan-ı Basrî’nin “Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu” diye rivâyet ettiği hadislerin birkaçı dışında hepsinin hadis olarak aslını bulduk. Tirmizî diyor ki: Âlimler, mürsel hadisleri güvenilen ve güvenilmeyen kişilerden rivâyet etmeleri sebebiyle zayıf saymışlardır. Onlardan biri bir hadisi mürsel olarak rivâyet ettiği zaman sanki onu güvenilmeyen birinden rivâyet etti kabul etmişlerdir. Hasan el Basrî, Ma’bed el Cühenî’yi tenkit etmiş sonra da ondan hadis rivâyet etmiştir.
Bişr b. Muâz el Basrî bize nakletti. Merhum b. Abdulaziz el Attar bize aktardı. Babam ve amcam bana naklettiler ve dediler ki: Hasan’dan duyduk şöyle diyordu: Ma’bed el Cühenî’ye yaklaşalım demeyin, çünkü o hem sapıtmış hem de saptıran biridir. Tirmizî diyor ki: Şa’bî’nin şöyle dediği rivâyet edilir: Hâris el A’ver bize nakletti ki o yalancı biriydi. Şa’bî ondan hadis rivâyet etmiştir. Hz. Ali ve diğer sahabî’den rivâyet edilen miras taksimi ile alakalı haberlerin çoğu onun vasıtasıyla bize ulaşmıştır. Şabî, sözünü şöyle sürdürdü: Hâris el A’ver bana feraiz ilmini öğretti, O feraiz ilmini çok iyi biliyordu.
Tirmizî diyor ki: Muhammed b. Beşşâr’dan duydum şöyle diyordu: Abdurrahman b. Mehdî’nin şöyle dediğini duydum: Sûfyân b. Uyeyne’ye hayret etmez misin? Ben Sûfyân’ın Câbir el Cufî hakkındaki sözüne dayanarak Câbir’in binden fazla hadisini almadığım halde Sûfyân ondan hadis rivâyet ediyor. Muhammed b. Beşşâr diyor ki: Abdurrahman b. Mehdî, Câbir el Cufî’den hadis rivâyet etmemiştir. Bazı ilim adamları mürsel hadisi huccet olarak kabul etmişlerdir.
Ebû Ubeyde b. ebû’s Sefer el Kufî bize nakletti. Saîd b. Âmir, Şu’be’den, Süleyman b. A’meş’in şöyle söylediğini bize nakletmiştir: Abdullah b. Mes’ûd’dan nakledilen bir rivâyeti bana senediyle birlikte aktar dedim. İbrahim’de şöyle dedi: Ben sana bir kimse vasıtasıyla Abdullah’tan hadis naklettiğimde bil ki O, Abdullah ismini verdiğim Abdullah’tır. Ama ne zaman ki “Kale Abdullah” demişsem Abdullah, pek çok kimse bu hadisi rivâyet etmiş demektir.
Tirmizî diyor ki: Âlimler diğer konularda olduğu gibi; Hadis rivâyet eden kimselerin zayıf görülmesi konusunda da ayrı ayrı görüşler ortaya koymuşlardır. Şu’be’nin; Ebû’z Zübeyr el Mekkî, Abdulmelik b. ebî Süleyman ve Hakîm b. Cübeyr’i zayıf kabul ederek onlardan hadis rivâyetini terk etmiştir. Daha sonraları Şu’be, adalet ve hafıza yönünden bunlardan daha aşağı seviyelerde olan kimselerden mesela; Câbir el Cufî, İbrahim b. Müslim el Hecerî, Muhammed b. Ubeydullah el Arzemî ve pek çok hadis konusunda zayıf kabul edilen kimselerden hadis rivâyet etmiştir.
Muhammed b. Amr b. Nebhan b. Safvân el Basrî bize nakletti. Ümeyye b. Hâlid bize nakletti ve şöyle dedi: Şu’be’ye, Abdulmelik b. ebÎ Süleyman’ı bırakıp, Muhammed b. Ubeydullah el Arzemî’den hadis rivâyet ediyorsun! dedim. Evet dedi. Tirmizî diyor ki: Şu’be, Abdulmelik b. ebî Süleyman’dan hadis rivâyet etti, sonra onu bıraktı. Bırakılmasının sebebi olarak Atâ b. ebî Rebah’ın, Câbir b. Abdullah’tan ve Peygamber (s.a.v)’den rivâyet ettiği şu hadiste tek kalması dolayısıyladır. “Şüf’a hakkına sahip olan kişi, kayıp bile olsa aynı yolu kullanıyorlarsa o kişinin bulunması beklenir, başkasına satılmaz.” Kaldı ki bu hadisi pek çok hadis imamı rivâyet etmiştir ve bu imamlar; Ebû’z Zübeyr, Abdulmelik b. ebî Süleyman ve Hakîm b. Cübeyr’den de hadis rivâyet etmişlerdir.Ahmed b. Meni’, bize nakletti, Hüşeym bize aktardı. Onlardan da; Haccac ve İbn ebiLeylâ, Atâ b. ebî Rebah’tan, bize naklederek şöyle dediler: Câbir b. Abdullah’ın yanından ayrılınca onun hadislerini kendi aramızda müzakere ettik. Ebû’z Zübeyr hadisleri aramızda en iyi ezberleyip belleyeni idi.Muhammed b. Yahya b. ebî Ömer el Mekkî bize nakletti: Sûfyân b. Uyeyne, Ebû’z Zübeyr’in şöyle dediğini bize aktardı: Atâ, beni Câbir b. Abdullah’ın yanında takdim ederek öne sürerdi de ben de onlar için hadisleri ezberlerdim.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
, ,
Senetler:
()
Konular:
Öneri Formu
Hadis Id, No:
24950, N001033
Hadis:
أَخْبَرَنَا قُتَيْبَةُ حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ عَنْ أَبِى يَعْفُورٍ عَنْ مُصْعَبِ بْنِ سَعْدٍ قَالَ صَلَّيْتُ إِلَى جَنْبِ أَبِى وَجَعَلْتُ يَدَىَّ بَيْنَ رُكْبَتَىَّ فَقَالَ لِى اضْرِبْ بِكَفَّيْكَ عَلَى رُكْبَتَيْكَ . قَالَ ثُمَّ فَعَلْتُ ذَلِكَ مَرَّةً أُخْرَى فَضَرَبَ يَدِى وَقَالَ إِنَّا قَدْ نُهِينَا عَنْ هَذَا وَأُمِرْنَا أَنْ نَضْرِبَ بِالأَكُفِّ عَلَى الرُّكَبِ .
Tercemesi:
Bize Kuteybe, ona Ebu Avane, ona Ebu Cafer, ona da Musab b. Sa'd'dan (ra) rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Babamın yanında namaz kıldım ve rükûda ellerimi dizlerimin arasına koymuştum. Babam bana ellerini dizlerinin üzerine koy dedi. Bir başka sefer yine aynen yapmıştım da elime vurarak şöyle dedi: 'Böyle yapmak bize yasaklandı, ellerimizi dizler üzerine koymakla emrolunduk.'
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Nesâî, Sünen-i Nesâî, Tatbîk 1, /2154
Senetler:
1. Ebu İshak Sa'd b. Ebu Vakkâs ez-Zührî (Malik b. Vüheyb b. Abdümenaf b. Zühre b. Kilab b. Mürre)
2. Ebu Zürare Musab b. Sa'd ez-Zührî (Musab b. Sa'd b. Ebu Vakkas b. Üheyb)
3. Ebu Ya'fûr Vekdân el-Abdî (Vekdân b. Ebu Vekdân)
4. Ebu Avane Vazzah b. Abdullah el-Yeşkurî (Vazzah b. Abdullah)
5. Ebu Recâ Kuteybe b. Said es-Sekafi (Kuteybe b. Said b. Cemil b. Tarif)
Konular:
Namaz, ellerin bağlanması ,şekli vs
قَالَ وَأَخْبَرَنِى مُحَمَّدُ بْنُ إِسْمَاعِيلَ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى بْنِ سَعِيدٍ الْقَطَّانُ حَدَّثَنِى أَبِى قَالَ سَأَلْتُ سُفْيَانَ الثَّوْرِىَّ وَشُعْبَةَ وَمَالِكَ بْنَ أَنَسٍ وَسُفْيَانَ بْنَ عُيَيْنَةَ عَنِ الرَّجُلِ تَكُونُ فِيهِ تُهْمَةٌ أَوْ ضَعْفٌ أَسْكُتُ أَوْ أُبَيِّنُ قَالُوا بَيِّنْ . حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ رَافِعٍ النَّيْسَابُورِىُّ حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ آدَمَ قَالَ قِيلَ لأَبِى بَكْرِ بْنِ عَيَّاشٍ إِنَّ أُنَاسًا يَجْلِسُونَ وَيَجْلِسُ إِلَيْهِمُ النَّاسُ وَلاَ يَسْتَأْهِلُونَ . قَالَ فَقَالَ أَبُو بَكْرِ بْنُ عَيَّاشٍ كُلُّ مَنْ جَلَسَ جَلَسَ إِلَيْهِ النَّاسُ وَصَاحِبُ السُّنَّةِ إِذَا مَاتَ أَحْيَا اللَّهُ ذِكْرَهُ وَالْمُبْتَدِعُ لاَ يُذْكَرُ . حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَلِىِّ بْنِ الْحَسَنِ بْنِ شَقِيقٍ أَخْبَرَنَا النَّضْرُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ الأَصَمُّ حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ زَكَرِيَّا عَنْ عَاصِمٍ عَنِ ابْنِ سِيرِينَ قَالَ كَانَ فِى الزَّمَنِ الأَوَّلِ لاَ يَسْأَلُونَ عَنِ الإِسْنَادِ فَلَمَّا وَقَعَتِ الْفِتْنَةُ سَأَلُوا عَنِ الإِسْنَادِ لِكَىْ يَأْخُذُوا حَدِيثَ أَهْلِ السُّنَّةِ وَيَدَعُوا حَدِيثَ أَهْلِ الْبِدَعِ . حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَلِىِّ بْنِ الْحَسَنِ قَالَ سَمِعْتُ عَبْدَانَ يَقُولُ قَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ الْمُبَارَكِ الإِسْنَادُ عِنْدِى مِنَ الدِّينِ لَوْلاَ الإِسْنَادُ لَقَالَ مَنْ شَاءَ مَا شَاءَ فَإِذَا قِيلَ لَهُ مَنْ حَدَّثَكَ بَقِىَ . حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَلِىٍّ أَخْبَرَنَا حِبَّانُ بْنُ مُوسَى قَالَ ذُكِرَ لِعَبْدِ اللَّهِ بْنِ الْمُبَارَكِ حَدِيثٌ فَقَالَ يُحْتَاجُ لِهَذَا أَرْكَانٌ مِنْ آجُرٍّ . قَالَ أَبُو عِيسَى يَعْنِى أَنَّهُ ضَعَّفَ إِسْنَادَهُ . حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ عَبْدَةَ حَدَّثَنَا وَهْبُ بْنُ زَمْعَةَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ الْمُبَارَكِ أَنَّهُ تَرَكَ حَدِيثَ الْحَسَنِ بْنِ عُمَارَةَ وَالْحَسَنِ بْنِ دِينَارٍ وَإِبْرَاهِيمَ بْنِ مُحَمَّدٍ الأَسْلَمِىِّ وَمُقَاتِلِ بْنِ سُلَيْمَانَ وَعُثْمَانَ الْبُرِّىِّ وَرَوْحِ بْنِ مُسَافِرٍ وَأَبِى شَيْبَةَ الْوَاسِطِىِّ وَعَمْرِو بْنِ ثَابِتٍ وَأَيُّوبَ بْنِ خُوطٍ وَأَيُّوبَ بْنِ سُوَيْدٍ وَنَصْرِ بْنِ طَرِيفٍ هُوَ أَبُو جَزْءٍ وَالْحَكَمِ وَحُبَيِّبِ بْنِ حُجْرٍ . وَالْحَكَمُ رَوَى لَهُ حَدِيثًا فِى كِتَابِ الرِّقَاقِ ثُمَّ تَرَكَهُ وَقَالَ حُبَيِّبٌ لاَ أَدْرِى . قَالَ أَحْمَدُ بْنُ عَبْدَةَ وَسَمِعْتُ عَبْدَانَ قَالَ كَانَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ الْمُبَارَكِ قَرَأَ أَحَادِيثَ بَكْرِ بْنِ خُنَيْسٍ فَكَانَ أَخِيرًا إِذَا أَتَى عَلَيْهَا أَعْرَضَ عَنْهَا وَكَانَ لاَ يَذْكُرُهُ . قَالَ أَحْمَدُ وَحَدَّثَنَا أَبُو وَهْبٍ قَالَ سَمَّوْا لِعَبْدِ اللَّهِ بْنِ الْمُبَارَكِ رَجُلاً يُتَّهَمُ فِى الْحَدِيثِ فَقَالَ لأَنْ أَقْطَعَ الطَّرِيقَ أَحَبُّ إِلَىَّ مِنْ أَنْ أُحَدِّثَ عَنْهُ . قَالَ وَأَخْبَرَنِى مُوسَى بْنُ حِزَامٍ قَالَ سَمِعْتُ يَزِيدَ بْنَ هَارُونَ يَقُولُ لاَ يَحِلُّ لأَحَدٍ أَنْ يَرْوِىَ عَنْ سُلَيْمَانَ بْنِ عَمْرٍو النَّخَعِىِّ الْكُوفِىِّ . حَدَّثَنَا مَحْمُودُ بْنُ غَيْلاَنَ حَدَّثَنَا أَبُو يَحْيَى الْحِمَّانِىُّ قَالَ سَمِعْتُ أَبَا حَنِيفَةَ يَقُولُ مَا رَأَيْتُ أَحَدًا أَكْذَبَ مِنْ جَابِرٍ الْجُعْفِىِّ وَلاَ أَفْضَلَ مِنْ عَطَاءِ بْنِ أَبِى رَبَاحٍ . قَالَ أَبُو عِيسَى وَسَمِعْتُ الْجَارُودَ يَقُولُ سَمِعْتُ وَكِيعًا يَقُولُ لَوْلاَ جَابِرٌ الْجُعْفِىُّ لَكَانَ أَهْلُ الْكُوفَةِ بِغَيْرِ حَدِيثٍ وَلَوْلاَ حَمَّادٌ لَكَانَ أَهْلُ الْكُوفَةِ بِغَيْرِ فِقْهٍ . قَالَ أَبُو عِيسَى وَسَمِعْتُ أَحْمَدَ بْنَ الْحَسَنِ يَقُولُ كُنَّا عِنْدَ أَحْمَدَ بْنِ حَنْبَلٍ فَذَكَرُوا مَنْ تَجِبُ عَلَيْهِ الْجُمُعَةُ فَذَكَرُوا فِيهِ عَنْ بَعْضِ أَهْلِ الْعِلْمِ مِنَ التَّابِعِينَ وَغَيْرِهِمْ فَقُلْتُ فِيهِ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم حَدِيثٌ . فَقَالَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قُلْتُ نَعَمْ . حَدَّثَنَا حَجَّاجُ بْنُ نُصَيْرٍ حَدَّثَنَا الْمُعَارِكُ بْنُ عَبَّادٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ سَعِيدٍ الْمَقْبُرِىِّ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ رضى الله عنه قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « الْجُمُعَةُ عَلَى مَنْ آوَاهُ اللَّيْلُ إِلَى أَهْلِهِ » . قَالَ فَغَضِبَ أَحْمَدُ بْنُ حَنْبَلٍ وَقَالَ اسْتَغْفِرْ رَبَّكَ اسْتَغْفِرْ رَبَّكَ مَرَّتَيْنِ . قَالَ أَبُو عِيسَى وَسَمِعْتُ أَحْمَدَ بْنَ الْحَسَنِ يَقُولُ كُنَّا عِنْدَ أَحْمَدَ بْنِ حَنْبَلٍ فَذَكَرُوا مَنْ تَجِبُ عَلَيْهِ الْجُمُعَةُ فَذَكَرُوا فِيهِ عَنْ بَعْضِ أَهْلِ الْعِلْمِ مِنَ التَّابِعِينَ وَغَيْرِهِمْ فَقُلْتُ فِيهِ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم حَدِيثٌ . فَقَالَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قُلْتُ نَعَمْ . حَدَّثَنَا حَجَّاجُ بْنُ نُصَيْرٍ حَدَّثَنَا الْمُعَارِكُ بْنُ عَبَّادٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ سَعِيدٍ الْمَقْبُرِىِّ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ رضى الله عنه قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « الْجُمُعَةُ عَلَى مَنْ آوَاهُ اللَّيْلُ إِلَى أَهْلِهِ » . قَالَ فَغَضِبَ أَحْمَدُ بْنُ حَنْبَلٍ وَقَالَ اسْتَغْفِرْ رَبَّكَ اسْتَغْفِرْ رَبَّكَ مَرَّتَيْنِ . قَالَ وَأَخْبَرَنِى مُحَمَّدُ بْنُ إِسْمَاعِيلَ حَدَّثَنِى يَحْيَى بْنُ مَعِينٍ حَدَّثَنَا عَفَّانُ عَنْ أَبِى عَوَانَةَ قَالَ لَمَّا مَاتَ الْحَسَنُ الْبَصْرِىُّ اشْتَهَيْتُ كَلاَمَهُ فَتَتَبَّعْتُهُ عَنْ أَصْحَابِ الْحَسَنِ فَأَتَيْتُ بِهِ أَبَانَ بْنَ أَبِى عَيَّاشٍ فَقَرَأَهُ عَلَىَّ كَلَّهُ عَنِ الْحَسَنِ فَمَا أَسْتَحِلُّ أَنْ أَرْوِىَ عَنْهُ شَيْئًا . أَخْبَرَنِى مُوسَى بْنُ حِزَامٍ قَالَ سَمِعْتُ صَالِحَ بْنَ عَبْدِ اللَّهِ يَقُولُ كُنَّا عِنْدَ أَبِى مُقَاتِلٍ السَّمَرْقَنْدِىِّ فَجَعَلَ يَرْوِى عَنْ عَوْنِ بْنِ أَبِى شَدَّادٍ الأَحَادِيثَ الطِّوَالَ الَّتِى كَانَ يَرْوِى فِى وَصِيَّةِ لُقْمَانَ وَقَتْلِ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ وَمَا أَشْبَهَ هَذِهِ الأَحَادِيثَ فَقَالَ لَهُ ابْنُ أَخِى أَبِى مُقَاتِلٍ يَا عَمِّ لاَ تَقُلْ حَدَّثَنَا عَوْنٌ فَإِنَّكَ لَمْ تَسْمَعْ هَذِهِ الأَشْيَاءَ . قَالَ يَا بُنَىَّ هُوَ كَلاَمٌ حَسَنٌ . وَقَدْ تَكَلَّمَ بَعْضُ أَهْلِ الْحَدِيثِ فِى قَوْمٍ مِنْ جِلَّةِ أَهْلِ الْعِلْمِ وَضَعَّفُوهُمْ مِنْ قِبَلِ حِفْظِهِمْ وَوَثَّقَهُمْ آخَرُونَ مِنَ الأَئِمَّةِ بِجَلاَلَتِهِمْ وَصِدْقِهِمْ وَإِنْ كَانُوا قَدْ وَهِمُوا فِى بَعْضِ مَا رَوَوْا وَقَدْ تَكَلَّمَ يَحْيَى بْنُ سَعِيدٍ الْقَطَّانُ فِى مُحَمَّدِ بْنِ عَمْرٍو ثُمَّ رَوَى عَنْهُ . حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرٍ عَبْدُ الْقُدُّوسِ بْنُ مُحَمَّدٍ الْعَطَّارُ الْبَصْرِىُّ حَدَّثَنَا عَلِىُّ بْنُ الْمَدِينِىِّ قَالَ سَأَلْتُ يَحْيَى بْنَ سَعِيدٍ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ عَمْرِو بْنِ عَلْقَمَةَ قَالَ تُرِيدُ الْعَفْوَ أَوْ تُشَدِّدُ فَقَالَ لاَ بَلْ أُشَدِّدُ . قَالَ لَيْسَ هُوَ مِمَّنْ تُرِيدُ كَانَ يَقُولُ أَشْيَاخُنَا أَبُو سَلَمَةَ وَيَحْيَى بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ حَاطِبٍ . قَالَ يَحْيَى وَسَأَلْتُ مَالِكَ بْنَ أَنَسٍ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ عَمْرٍو فَقَالَ فِيهِ نَحْوَ مَا قُلْتُ . قَالَ عَلِىٌّ قَالَ يَحْيَى وَمُحَمَّدُ بْنُ عَمْرٍو أَعَلَى مِنْ سُهَيْلِ بْنِ أَبِى صَالِحٍ وَهُوَ عِنْدِى فَوْقَ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ حَرْمَلَةَ . قَالَ عَلِىٌّ فَقُلْتُ لِيَحْيَى مَا رَأَيْتَ مِنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ حَرْمَلَةَ قَالَ لَوْ شِئْتُ أَنْ أُلَقِّنَهُ لَفَعَلْتُ . قُلْتُ كَانَ يُلَقَّنُ قَالَ نَعَمْ . قَالَ عَلِىٌّ وَلَمْ يَرْوِ يَحْيَى عَنْ شَرِيكٍ وَلاَ عَنْ أَبِى بَكْرِ بْنِ عَيَّاشٍ وَلاَ عَنِ الرَّبِيعِ بْنِ صُبَيْحٍ وَلاَ عَنِ الْمُبَارَكِ بْنِ فَضَالَةَ . قَالَ أَبُو عِيسَى وَإِنْ كَانَ يَحْيَى بْنُ سَعِيدٍ الْقَطَّانُ قَدْ تَرَكَ الرِّوَايَةَ عَنْ هَؤُلاَءِ فَلَمْ يَتْرُكِ الرِّوَايَةَ عَنْهُمْ أَنَّهُ اتَّهَمَهُمْ بِالْكَذِبِ وَلَكِنَّهُ تَرَكَهُمْ لِحَالِ حِفْظِهِمْ . وَذُكِرَ عَنْ يَحْيَى بْنِ سَعِيدٍ أَنَّهُ كَانَ إِذَا رَأَى الرَّجُلَ يُحَدِّثُ عَنْ حِفْظِهِ مَرَّةً هَكَذَا وَمَرَّةً هَكَذَا لاَ يَثْبُتُ عَلَى رِوَايَةٍ وَاحِدَةٍ تَرَكَهُ . وَقَدْ حَدَّثَ عَنْ هَؤُلاَءِ الَّذِينَ تَرَكَهُمْ يَحْيَى بْنُ سَعِيدٍ الْقَطَّانُ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ الْمُبَارَكِ وَوَكِيعُ بْنُ الْجَرَّاحِ وَعَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ مَهْدِىٍّ وَغَيْرُهُمْ مِنَ الأَئِمَّةِ . قَالَ أَبُو عِيسَى وَهَكَذَا تَكَلَّمَ بَعْضُ أَهْلِ الْحَدِيثِ فِى سُهَيْلِ بْنِ أَبِى صَالِحٍ وَمُحَمَّدِ بْنِ إِسْحَاقَ وَحَمَّادِ بْنِ سَلَمَةَ وَمُحَمَّدِ بْنِ عَجْلاَنَ وَأَشْبَاهِ هَؤُلاَءِ مِنَ الأَئِمَّةِ إِنَّمَا تَكَلَّمُوا فِيهِمْ مِنْ قِبَلِ حِفْظِهِمْ فِى بَعْضِ مَا رَوَوْا وَقَدْ حَدَّثَ عَنْهُمُ الأَئِمَّةُ . حَدَّثَنَا الْحَسَنُ بْنُ عَلِىٍّ الْحُلْوَانِىُّ أَخْبَرَنَا عَلِىُّ بْنُ الْمَدِينِىِّ قَالَ قَالَ سُفْيَانُ بْنُ عُيَيْنَةَ كُنَّا نَعُدُّ سُهَيْلَ بْنَ أَبِى صَالِحٍ ثَبْتًا فِى الْحَدِيثِ . حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِى عُمَرَ قَالَ قَالَ سُفْيَانُ بْنُ عُيَيْنَةَ كَانَ مُحَمَّدُ بْنُ عَجْلاَنَ ثِقَةً مَأْمُونًا فِى الْحَدِيثِ أَخْبَرَنَا أَبُو بَكْرٍ عَنْ عَلِىِّ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ قَالَ يَحْيَى بْنُ سَعِيدٍ قَالَ مُحَمَّدُ بْنُ عَجْلاَنَ أَحَادِيثُ سَعِيدٍ الْمَقْبُرِىِّ بَعْضُهَا سَعِيدٌ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ وَبَعْضُهَا سَعِيدٌ عَنْ رَجُلٍ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ فَاخْتَلَطَتْ عَلَىَّ فَصَيَّرْتُهَا عَنْ سَعِيدٍ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ . فَإِنَّمَا تَكَلَّمَ يَحْيَى بْنُ سَعِيدٍ عِنْدَنَا فِى ابْنِ عَجْلاَنَ لِهَذَا وَقَدْ رَوَى يَحْيَى عَنِ ابْنِ عَجْلاَنَ الْكَثِيرَ . قَالَ أَبُو عِيسَى وَهَكَذَا مَنْ تَكَلَّمَ فِى ابْنِ أَبِى لَيْلَى إِنَّمَا تَكَلَّمَ فِيهِ مِنْ قِبَلِ حِفْظِهِ .
DEVAMI İÇİN BAKINIZ: T3957, T3958, T3959, T3960
Tercemesi:
(HADİSLERDEKİ GİZLİ KUSUR VE HASTALIKLAR)
Tirmizî: Bu kitaptaki hadislerin hepsiyle amel edilir. Âlimlerin bir kısmı iki hadis dışında bu kitabın hadislerini delil olarak almışlardır. Bu iki hadisten birincisi İbn Abbâs (r.a.)�ın: �Peygamber (s.a.v), Medîne�de iken hiçbir korku olmadığı ve yolculuk yapmadığı ve yağmur da yağmadığı halde öğle ile ikindiyi akşam ile yatsıyı bir arada kılmıştır.� (Tirmizî, Salat: 24) İkinci hadis ise şudur: �Bir kişi içki içtiğinde ona cezasını vurmak şeklinde uygulayın dördüncü sefer yine içerse onu öldürün.� (Tirmizî, Hudud: 15) Biz bu iki hadisin de illetini (hastalığını) kitabımızın ilgili bölümünde açıkladık.
Tirmizî: Kitabımızda fıkıhçıların tercih ettiği görüşlere de değindik. Sûfyân es Sevrî�nin görüşlerinin çoğunu Muhammed b. Osman el Kûfî bize aktarmıştır. Ondan da Ebû�l Fadl, Mektûm b. Abbâs et Tirmizî bana nakletti. Muhammed b. Yusuf el Firyâbî�de, Sûfyân�dan bize fıkıhçıların görüşlerini nakletmiştir.
Mâlik b. Enes�in görüşlerinin çoğunluğu İshâk b. Musa el Ensârî bize aktarmıştır. Ma�n b. isa el Kazzaz�da Mâlik b. Enes�den bize Malik�in görüşlerini nakletmiştir. Oruçla ilgili haberi ise; Ebû Mus�ab el Medenî, Malik b. Enes�ten bize aktarmıştır. Oruçla ilgili haberlerin bir kısmı ise; Musa b. Hızâm�ın bize anlattığı şeylerdir. Aynı zamanda Abdullah b. Mesleme el Ka�nebî�nin, Mâlik b. Enes�den bize anlattı dediği şeylerdir.
İbn Mübarek�in görüşlerini ise, Ahmed b. Abdet�el A�lâ ve İbn Mübarek�in arkadaşlarından, onlar da İbn Mübarek�den bize aktarmışlardır. İbn Mübarek�in görüşleri, İbn Vehb, Muhammed b. Munâhîm ve İbn Mübarek vasıtasıyla bize rivâyet edilmiştir. Ayrıca Ali b. Hasen; Abdullah b. Mübarek vasıtasıyla Abdan�dan, Sûfyân b. Abdilmelik�den; İbn Mübarek�den diyerek te bize aktarılmıştır. Yine Habban b. Musa; İbn Mübarek ve Vehb b. Zem�a ve Fedâle en Nesevî ve İbn Mübarek vasıtasıyla bize rivâyet edilmiştir. İbn Mübarek vasıtasıyla zikrettiğimiz kimseler dışında da ismi olanlar mevcuttur.
Şâfii�nin görüşlerinin çoğunu ise; Hasan b. Muhammed ez Za�feâînî, Şâfii�den bize nakletmiştir.
Abdest ve namazla ilgili konuları ise; Ebû�l Velid el Mekkî bize Şâfii�den aktarmıştır.
Ebû İsmail et Tirmizî ve Yusuf b. Yahya el Kuraşî el Buveytî de Şâfii�den bize aktarmıştır. Ve O, Yusuf b. Yahya; Rabi�in, Şâfii�den rivâyet ettiği birçok şeyi nakletmiştir. Rabî�bu konuda bize icazet verdi ve rivâyet ettiği şeyleri bize yazdı.Ahmed b. Hanbel ve İshâk b. İbrahim�in görüşlerini İshâk b. Mansur, Ahmed ve İshâk�tan bize aktarmıştır. Hac, Diyetler ve Cezalar konusu hariç İshâk b. Mansur�dan bunlar hakkında hiçbir şey işitmedim. Muhammed b. Musa el Esamm, İshâk b. Mansur�dan, Ahmed ve İshâk yoluyla da bana haber vermiştir. İshâk b. İbrahim�in sözlerinin bir kısmını� Muhammed b. Eflah, İshâk�tan bize haber verdi. Bize de bunları aynı şekliyle mevkûf haberlerin yer aldığı kitabımızda açıkladık.Hadislerde geçen İlletler, (tenkit edilebilecek hastalıklar) Rical, (hadis rivâyet edenlerin durumlarını anlatan bilgiler) ve tarih ile alakalı hususları da tarih kitaplarından çıkardım. Bu konuların çoğunda Muhammed b. İsmail (Buhârî) ile tartıştım. Bir kısmını ise Abdullah b. Abdurrahman ve Ebû Zür�a ile müzakere ettim ama çoğunlukla Muhammed (Buhârî) den yararlandım. Abdullah ve Ebû Zür�a�dan az şey aktardım. Ne Irakta ne de Horasan�da hadislerin illetleri ve Tarih konularında ve isnâd bilgilerinde Muhammed b. İsmail (Buhârî) den daha bilgin birisini görmedim.
Tirmizî: Fıkıhçıların görüşlerini, hadislerini illetlerine dair bilgileri bu kitapta açıklamaya sevk eden şey şu olmuştur. Bu konularda bize sorular sorulmuştu da biz bunlara zaman ayırmamıştık. Sonraları faydalı olacağını ümid ederek bu işi yaptık. Pek çok imamın, daha öncekilerin teşebbüs etmediği bu konuda kendilerini zorladıklarını gördük. Hişâm b. Hassân, Abdulmelik b. Abdulaziz b. Cüreyc, Saîd b. ebî Arûbe, Mâlik b. Enes, Hammad b. Seleme, Abdullah b. Mübarek, Yahya b. Zekeriyya b. ebî Zaide, Vekî� b. el Cerrâh, Abdurrahman b. Mehdî ve bunlar dışında âlim ve değerli kişiler bu işi üstlenmişlerdir. Allah�ta bu çalışmalarında pek çok faydalar sağlamıştır. Bu işi yapmakla insanlara sağladıkları faydalardan dolayı kat kat sevap verileceğini umuyoruz. Onlar tasnif ettikleri bu konularda tek örnektirler. Hadisçilerin bu ince düşüncelerini anlamayan bazı kimseler, hadisleri rivâyet eden kimseler hakkında konuşulanları ayıplamışlardır. Halbuki biz tabiin ulemasından pek çok kimsenin hadis râvîleri konusunda konuştuklarına rastladık� Hasan el Basrî ve Tavus, Ma�bed el Cühenî hakkında konuşmuşlar. Saîd b. Cübeyr ise Talk b. Habib hakkında, İbrahim en Nehaî ve Âmir eş Şa�bî�de, Hâris el A�varî tenkid etmişlerdir. Ayrıca Eyyûb es Sahtiyânî, Abdullah b. Avn, Süleyman et Teymî, Şu�be b. el Haccac, Sûfyân es Sevrî, Mâlik b. Enes, El Evzâî, Abdullah b. Mübarek, Yahya b. Saîd el Kattan, Vekî� b. el Cerrâh, Abdurrahman b. Mehdî�den ve bu sayılanların dışındaki diğer âlimlerden de; hadis râvîleri konusunda tenkid ettikleri ve zayıf gördükleri kişilerde olduğu rivâyet edilmiştir. Kanaatimce tüm bu âlimleri bu işe sürükleyen tek -Allah en iyisini bilir- şey; Müslümanlara samimi olarak nasihat etme duygusudur. İnsanlar hakkında kötü yargıda bulunmak ve gıybet etmek için bu işi yapmış olamazlar. Bizce onların tek istek ve arzuları o kimselerin zayıflık durumlarının bilinmesidir. Çünkü bu zayıf görülenlerden bir kısmı bidat ehlindendi. Bazıları ise hadis konusunda töhmetli kimselerdi. Bazıları ise çok hata yapan gafil kimselerdi. Bu konudaki bu otoriteler, insanlar dini esasları korumak ve bu konudaki şâhidliklerini tam yapmak ve doğruya ulaşmak için yapmışlardır. Çünkü dinin esaslı hakkındaki şâhidlik ve hassas davranmak diğer haklar ve mal konusunda hassas davranmaktan daha mühimdir.Tirmizî şöyle diyor: Muhammed b. İsmail (Buhârî) bana haber verdi, O�na da Muhammed b. Yahya b. Saîd el Kattan anlatmış. O�nun da babası demiş ki: Sûfyân es Sevrî, Şu�be, Mâlik b. Enes ve Sûfyân b. Uyeyne; Din konusunda töhmet edilen ve zayıf kabul edilen birisi hakkında bir şeyler bilsem onun hakkında konuşmalı mıyım? yoksa susmalı mıyım? diye sordum; Açıkla ve ortaya koy dediler.
Muhammed b. Râfî en Neysabûrî bize aktardı, Ona da Yahya b. Âdem aktararak şöyle demiştir: Ebû Bekir b. Ayyaş�a denildi ki: Bazı insanlar yetkili olmamalarına rağmen hadis nakletmek için bir yere oturuyorlar, İnsanlar da onlardan hadis öğrenmek için onların yanına oturuyorlar. Bunların hali ne olacak? Ebû Bekir b. Ayyaş bunun üzerine şöyle dedi: Her kim bir ilim meclisi oluşturursa onun çevresine oturan kimse mutlaka bulunur. O kimse sünneti savunan bir kimse ise Allah, onun şanını yüceltir ve adını toplum içersinde diri tutar. Kim de böyle bir ilim meclisi oluşturur ve orada din adına uydurma şeyler yalan ve yanlış şeyler ortaya koyarsa o kişi de unutulur gider.Muhammed b. Ali b. Hasan b. Şakîk bize anlattı. Nadr b. Abdullah el Esamm bize haber verdi. İsmail b. Zekeriyya, Â�sım�dan ve İbn Sirîn�den aktararak şöyle demiştir: İlk dönemlerde isnad sorulmazdı. Fitne ortaya çıkınca sünnete uyanların hadislerini, kabul edip bidatçıların hadislerini almamak için isnad sorulmaya başlandı.
Muhammed b. Ali b. Hasen bize nakletti. Abdân�ın şöyle dediğini duydum: Abdullah b. Mübarek şöyle demiştir: İsnad bana göre dinin bir parçasıdır. İsnad olmasaydı dileyen dilediğini söylerdi. Sana bunu kim söyledi, denildiğinde o kişi apışıp kalırdı.Muhammed b. Ali bize nakletti. Hıbban b. Musa bize haber verdi ve dedi ki: Abdullah b. Mübarek�e bir hadis söylendi O, bunun üzerine: Bunu kabul edebilmek için sağlam bir temele ihtiyaç vardır, dedi.
Tirmizî der ki: Bu sözüyle isnadının zayıf olduğunu kastetmiştir.
Ahmed b. Abde bize anlattı; Vehb b. Zem�a, Abdullah b. Mübarek�in; Hasan b. Umâra, Hasan b. Dinar, İbrahim b. Muhammed el Eslemî, Mukatil b. Süleyman, Osman el Bürrî, Ravh b. Müsafîr, Ebû Şeybe el Vâsıtî, Amr b. Sabît, Eyyûb b. Hût, Eyyûb b. Süveyd, Nadr b. Tarîf -ki kendisine Ebû Cez� denilir- Hakem ve Habib b. Hakem�in rivâyet ettikleri hadisleri terk etmiş. İbn�ül Mübarek, köle azâdı konusunda Habib�den bir hadis rivâyet etti, sonra da o rivâyeti terk etmiştir. Ve Habib hakkında bir bilgim yok demiştir.Ahmed b. Abde şöyle demiştir: Abda�nın şöyle dediğini duydum. Abdullah b. Mübarek, Bekr b. Huneys�in hadislerini okurdu daha sonraları o hadislerle karşılaştığı zaman Bekr b. Huneys�i anmaksızın onun hadislerinden yüz çevirirdi. Ahmed b. Hanbel dedi ki: Vehb bize nakletti ve şöyle dedi: Abdullah b. Mübarek�e hadislerinden dolayı itham edilen bir kimsenin adını söylediler. Bunun üzerine O, yol kesici olmam ondan hadis nakletmekten daha hayırlıdır.Tirmizî şöyle dedi: Musa b. Hızâm bana haber verdi ve şöyle dedi: Yezîd b. Harun�un şöyle dediğini duydum. Hiç kimsenin Süleyman b. Amr en Nehaî el Kufî�den hadis rivâyet etmesi helal değildir.
Mahmûd b. Ğaylan bize aktardı, Ebû Yahya el Hımmanî bize anlattı dedi ki: Ebû Hanifenin şöyle dediğini duydum: Câbir el Cu�fî�den daha yalancı, Âta b. ebî Rebah�tan daha değerli birini görmedim.
Tirmizî diyor ki: Carûd�tan duydum şöyle diyordu: Vekî�in şöyle dediğini işittim: Câbir el Cu�fî olmasaydı; Kufeliler hadissiz, Hammad olmasaydı Kufeliler fıkıhsız kalırdı.
Tirmizî der ki: Ahmed b. Hasen�in şöyle dediğini duydum: Ahmed b. Hanbel ile beraber idik; Cuma kimlere farzdır? Konusu açıldı. Bu konuda Tabiin ve diğer ilim adamlarının görüşlerini aktardılar ben de bu konuda Allah Rasûlü�nün bir hadisi var dedim. Ahmed b. Hanbel: Peygamber (s.a.v)�den mi? dedi. Ben de: Evet, dedim. Ahmed b. Hasan bize anlattı: Haccac b. Nusayr bize nakletti, Mübarek b. Abbâd, Abdullah b. Saîd el Makburî�den, babasından, Ebû Hüreyre�den, Rasûlullah (s.a.v.)�in şöyle buyurduğunu bize nakletmiştir: �Cuma�ya gitmek gece olmadan evine dönebilecek kadar uzaklıkta olan kimseye vâcibtir.� (Tirmizî, Cuma: 8) Bunun üzerine Ahmed b. Hanbel, öfkelendi ve iki defa Allah�tan istiğfar et! Dedi. Tirmizî şöyle diyor: Ahmed b. Hanbel�i, Rasûlullah (s.a.v.)�den rivâyet edildiğini bilmediği bir haberi kabul etmemeye sevk eden faktör; Hadisin isnadının zayıf olmasıdır. Çünkü Ahmed b. Hanbel Rasûlullah (s.a.v.)�den böyle bir hadis bilmiyordu. Haccac b. Nusayr, hadiste zayıf görülen birisidir. Abdullah b. Saîd el Makburî�yi de Yahya b. Saîd el Kattan hadis konusunda çok zayıf bulmuştur. Tirmizî dedi ki: Gaflet ve çok hatası sebebiyle zayıf sayılan veya rivâyette değişik sebeple töhmet altında olan bir kimse o rivâyette tek başına kalıyorsa; onun rivâyet ettiği hadis delil olarak kabul edilemez. Pek çok imam zayıf kişilerden hadis rivâyet etmiş ve insanlara bu zayıf kimselerin durumunu açıklamıştır.İbrahim b. Abdullah el Münzîr el Bâhilî, bize aktardı Ya�la b. Ubeyd bize Sûfyân es Sevrî�nin şöyle dediğini haber vermiştir: Kelbî�den hadis rivâyet etmekten sakının! Bunun üzerine ona denildi ki: Ama sen ondan hadis rivâyet ediyorsun! �Ben doğrusunu yanlışını ayırt edebiliyorum� dedi.Tirmizî diyor ki: Muhammed b. İsmail bana haber verdi, Yahya b. Main bana anlattı; Afvân, Ebû Avâne�nin bize şöyle söylediğini nakletti: Hasan-ı Basrî vefat edince, O�nun rivâyet ettiği hadisleri toplamak istedim; Hasan�ın arkadaşlarının peşine düştüm ve Ebân b. ebî Ayyaş�a geldim; Hasan-ı Basrî�den gelen tüm rivâyetleri bana okudu, ama ben ondan bir şey rivâyet etmeyi uygun bulmuyorum. Tirmizî diyor ki: Ebân b. ebî Ayyaş�tan pek çok kişi hadis rivâyet etmiştir. Ebû Avâne ve başkaları her ne kadar bu kimseyi zayıflık ve gaflet halinin olmasıyla vasıflandırsa� Güvenilen kimselerin bunlardan hadis rivâyet etmesi sizi aldatmaması gerekir. Çünkü İbn Sirîn�in şöyle dediği rivâyet edilmiştir: �Bir kimse bana hadis nakleder, ben onu itham etmem fakat ondan daha üstün görülen birini itham edebilirim.� Pek çok kişi, İbrahim en Nehaî�den, Alkame�den ve Abdullah b. Mes�ud�dan rivâyet ederek Peygamber (s.a.v)�in rukû�dan önce vitr namazında kunut yaptığını rivâyet etmişlerdir. Ebân b. ebî Ayyaş; İbrahim en Nehaî�den, Alkame�den, Abdullah b. Mes�ûd�tan, Peygamber (s.a.v)�in vitirde rukû�dan önce kunut yaptığını rivâyet etmiştir. Aynı şekilde Sûfyân es Sevrî�de; Ebân b. ebî Ayyaş�tan bu konuda hadis rivâyet etmiştir. Bazı kimselerde Ebân b. ebî Ayyaş�ın aynı senetle bu hadisin bir benzerini rivâyet etmişler olup; Abdullah b. Mes�ûd�un şu sözünü ilave etmişlerdir: �Annem, bana Allah Rasûlü�nün yanında gece kaldığını ve O�nun rukû�dan önce vitr namazında kunut okuduğunu haber vermişti.� Tirmizî der ki: Ebân b. ebî Ayyaş, Her ne kadar ibadetleri ve çabalarıyla iyi yönleri anlatılmış olsa da hadisteki durumu böylecedir. Toplum içerisinde niceleri vardır ki, hafızası güçlüdür. Nice kimselerde vardır ki salih insanlardır, ama şâhidlik yapamaz; şâhidliği muhafaza edemezler� Bu tip kimseler hadis konusunda yalancılıkla itham edilmiş veya gafil ve çok hata yapabilen kimseler durumuna düşmüşlerdir. Bu sebeple pek çok hadis âlimi bu tür kimselerin rivâyetleri ile meşgul olunmaması tercihini yapmışlardır.
Biliyor musun ki, Abdullah b. Mübarek pek çok kişiden hadis rivâyet etmiş fakat onların durumlarını öğrenince sonradan onlardan hadis rivâyet etmeyi terk etmiştir.Musa b. Hızâm bana haber verdi ve dedi ki: Salih b. Abdullah�ın şöyle dediğini duydum: Ebû Mukatil es Semerkandî�nin yanındaydık; Ebû Mukatil, Lokman�ın vasiyeti, Saîd b. Cübeyr�in öldürülmesi ve buna benzer bazı konularda uzun uzun hadisler rivâyet etmeye başladı. Bunun üzerine yeğeni Ebû Mukatil�e dedi ki: Ey Amca Avn bize anlattı demesen, çünkü sen bu anlattıklarını ondan duymadın! Ebû Mukatil da: Evladım bunlar güzel sözlerdir, dedi. Bazı hadisçiler bu yüzden pek çok ilim adamını toplum içersinde tenkit etmiş ve hafızalarının yönünden zayıf kabul etmişlerdir. Diğer bir kısmı da her ne kadar onların bazı rivâyetlerini zayıf saysa da şeref ve doğruluklarına binaen onları güvenilir saymışlardır. Her ne kadar onlardan rivâyette bulunanlar şüpheye girmiş olsalar da bunlardan hadis rivâyet etmelerine engel olmamıştır. Mesela, Yahya b. Saîd el Kattan, Muhammed b. Amr�ı tenkit edip aleyhinde konuşmasına rağmen daha sonra ondan hadis rivâyet etmiştir.
Ebû Bekir, Abdulkuddûs b. Muhammed el Atar el Basrî bize nakletti. Ali b. el Medinî bize aktardı ve dedi ki: Yahya b. Saîd�e Muhammed b. Amr b. Alkame�yi sordum; O, onun hakkında yumuşak mısın? yoksa işi sıkıya bağlayıp sert mi? düşünüyorsun, dedi. Ali b. el Medinî ise: Bilakis bu konuda sert davranıyorum, dedi. Bunun üzerine Yahya bu iş senin düşündüğün gibi değil. Hocalarımız: Ebû Seleme ve Yahya b. Abdurrahman b. Hatıb da böyle derlerdi.
Yahya dedi ki: Mâlik b. Enes�e, Muhammed b. Amr�ı sordum benim söylediğim gibi söyledi. Ali dedi ki: Yahya şöyle demiştir: Muhammed b. Amr, Süheyl b. ebî Salih�den daha üstündür. Hatta O, Abdurrahman b. Harmele�den daha üstündür. Ali der ki: Yahya�ya, Abdurrahman b. Harmele hakkında ne düşünüyorsun? Diye sordum, O ona telkin etmek isteseydim ederdim. (Hadis usulünde Telkin: Bir muhaddise tesir ederek bir hadisin kendi rivâyeti olduğunu inandırarak onu gerçekten rivâyet edip etmediğini bilmeden rivâyet etmesini sağlamaktır.) Telkin yapmak olabilir mi? uygun mudur? dedim. O ise evet dedi. Ali şöyle demiştir: Yahya ne Şerîk�den ne Ebû Bekir b. Ayyaş�tan ne de Rabi b. Sübeyh�den ne de Mübarek b. Fedâle�den hadis rivâyet etmiştir. Tirmizî şöyle der: Yahya b. Saîd el Kattan bu sayılan kimselerden hadis rivâyet etmemiştir. Bunun sebebini onları yalancılıkla itham etmesinden değil, onların hafızlarının durumunu bilmesindendir. Yahya b. Saîd�in şöyle yaptığı anlatılır: Bir Râvîyi birkaç kere ezbere hadis naklederken gördüğünde ve o rivâyetlerinden önceki sonrakiyle uyuşmuyorsa o rivâyet edenin rivâyetlerini terk ederdi. Yahya b. Saîd el Kattan�ın rivâyetini terk ettiği şahıslardan; Abdullah b. Mübarek, Vekî� b. el Cerrâh, Abdurrahman b. el Mehdî ve bazı âlimler hadis nakletmiştir. Tirmizî der ki: Hadisçilerden bir kısmı, Süheyl b. ebî Salih, Muhammed b. İshâk, Hammad b. Seleme, Muhammed b. Aclan gibi imamları tenkit etmiştir. âlimlarden buna benzer pek çoğu ise bu saydığımız kimselerden hadis aktarmakla beraber hafızaları yönünden de tenkide tabi tutmuşlardır.
Hasan b. Ali el Hulvânî bize aktardı. Ali b. el Medinî bize haber verdi ve dedi ki: Sûfyân b. Uyeyne şöyle demiştir: �Biz Süheyl b. ebî Salih�i hadis konusunda sağlam sayardık.�
İbn ebî Ömer bize Sûfyân b. Uyeyne�nin şöyle dediğini aktarmıştır. Muhammed b. Aclan hadis konusunda güvenilir bir kimsedir.
Tirmizî der ki: Kanaatimce Yahya b. Saîd el Kattan, Muhammed b. Aclan�ın, Saîd el Makburî�den gelen rivâyetini tenkit etmiştir.
Ebû Bekir Ali b. Abdullah�tan bize aktardı ve şöyle dedi: Yahya b. Saîd, Muhammed b. Aclan�ın şöyle söylediğini bildirmiştir. Saîd el Makburî�nin hadislerinin bir kısmı Saîd�den ve Ebû Hüreyre�den gelmiş diğer bir kısmı ise Saîd�den başka bir kimseden ve Ebû Hüreyre�den nakledilmiştir. Bu durum bana karışık geldi ben de hepsini Saîd�den ve Ebû Hüreyre�den rivâyet edilmiştir, şekline getirdim. Yahya b. Saîd kanaatime göre bu sebeble İbn Aclan�ı tenkid etmiştir. Yahya İbn Aclan�dan da pek çok rivâyette bulunmuştur.
Tirmizî diyor ki: Aynı şekilde İbn ebî Leylâ da hafızası yönüyle tenkid edilmiştir. Ali dedi ki: Yahya b. Saîd el Kattan şöyle demiştir:
DEVAMI İÇİN BAKINIZ: T3957, T3958, T3959, T3960
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
, ,
Senetler:
()
Konular:
Cuma Namazı, kılındığı yerler, gelme mesafesi
Cuma Namazı, kılma engelleri
Cuma namazı, kılma ve kıldırma şartları
Hadis, hadiste yer alan illetler
KTB, CUMA
أَخْبَرَنَا عَمْرُو بْنُ مَنْصُورٍ قَالَ حَدَّثَنَا خَلَفُ بْنُ مُوسَى قَالَ حَدَّثَنَا أَبِى عَنْ قَتَادَةَ عَنْ عَزْرَةَ عَنِ الْحَسَنِ الْعُرَنِىِّ عَنْ يَحْيَى بْنِ الْجَزَّارِ عَنْ مَسْرُوقٍ أَنَّ امْرَأَةً أَتَتْ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ مَسْعُودٍ فَقَالَتْ إِنِّى امْرَأَةٌ زَعْرَاءُ أَيَصْلُحُ أَنْ أَصِلَ فِى شَعْرِى فَقَالَ لاَ . قَالَتْ أَشَىْءٌ سَمِعْتَهُ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَوْ تَجِدُهُ فِى كِتَابِ اللَّهِ قَالَ لاَ بَلْ سَمِعْتُهُ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَجِدُهُ فِى كِتَابِ اللَّهِ . وَسَاقَ الْحَدِيثَ .
Öneri Formu
Hadis Id, No:
24699, N005101
Hadis:
أَخْبَرَنَا عَمْرُو بْنُ مَنْصُورٍ قَالَ حَدَّثَنَا خَلَفُ بْنُ مُوسَى قَالَ حَدَّثَنَا أَبِى عَنْ قَتَادَةَ عَنْ عَزْرَةَ عَنِ الْحَسَنِ الْعُرَنِىِّ عَنْ يَحْيَى بْنِ الْجَزَّارِ عَنْ مَسْرُوقٍ أَنَّ امْرَأَةً أَتَتْ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ مَسْعُودٍ فَقَالَتْ إِنِّى امْرَأَةٌ زَعْرَاءُ أَيَصْلُحُ أَنْ أَصِلَ فِى شَعْرِى فَقَالَ لاَ . قَالَتْ أَشَىْءٌ سَمِعْتَهُ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَوْ تَجِدُهُ فِى كِتَابِ اللَّهِ قَالَ لاَ بَلْ سَمِعْتُهُ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَجِدُهُ فِى كِتَابِ اللَّهِ . وَسَاقَ الْحَدِيثَ .
Tercemesi:
Amr b. Mansur aktarmıştır. Half b. Musa rivâyet ederek, babam şöyle rivâyet etmiştir dedi. Katade’den Azre’den hasan el Uranî’den Yahya b. Cezaar’dan ve Mesruktan rivâyete göre, bir kadın Abdullah b. Mes’ud’a gelerek şöyle dedi: “Saçlarım seyrek ve azdır, başıma saç ilave edebilir miyim veya peruk takabilir miyim?” Abdullah b. Mes’ud ta: “Hayır” dedi. Bu sefer kadın: “Bu hükmü Rasûlullah (s.a.v)’den mi duydun yoksa Allah’ın Kitab’ında mı buluyorsun?” deyince, İbn Mes’ud: “Hayır peruk kullanamazsın, bu hükmü hem Rasûlullah (s.a.v)’den duydum hem de Allah’ın Kitab’ında Rûm sûresi 30. Ayette: “Allah’ın yaratışı değiştirilemez” buyurulur. Ayrıca Haşr sûresi 7. ayetinde de: “…Bu sebeple Peygamber (s.a.v) size ne verirse ve ne getirirse ve ne emrederse onu alın ve sizi neden sakındırıp yasaklarsa ondan elinizi çekin…” buyuruyor dedi. Bu hadis buradaki şeklinden uzuncadır.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Nesâî, Sünen-i Nesâî, Zînet mine's-sünen 23, /2416
Senetler:
1. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Mesud (Abdullah b. Mesud b. Gafil b. Habib b. Şemh)
2. Ebu Aişe Mesruk b. Ecda' (Mesruk b. Ecda' b. Malik b. Ümeyye b. Abdullah)
3. Yahya b. Cezzar el-Uranî (Yahya b. el-Cezzar)
4. Hasan b. Abdullah el-Urani (Hasan b. Abdullah)
5. Aver Azre b. Abdurrahman el-Huzâi (Azre b. Abdurrahman b. Zürare)
6. Ebu Hattab Katade b. Diame es-Sedusî (Katade b. Diame b. Katade)
7. Musa b. Halef el-Ammi (Musa b. Halef)
8. Ebu Said Amr b. Mansûr en-Nesâî (Amr b. Mansûr)
Konular:
Saç, ekletme, saç şekli ile ilgili yasak ve uyarılar