804 Kayıt Bulundu.
Bize İsmail, ona kardeşi (Abdülhamid b. Ebu Üveys), ona Süleyman, ona Muhammed b. Ebu Atîk, ona İbn Şihâb, ona da Sinan b. Ebu Sinan ed-Düelî, Câbir b. Abdullah'tan (ra) naklen şöyle rivayet etmiştir:
Cabir b. Abdullah Rasulullah (sav) ile beraber Necid tarafına gazâya gitti ve Rasulullah (sav) döndüğünde o da beraberinde döndü. Sefer sırasında dikenli ağaçların çokça bulunduğu bir vadide öğle uykusu vakti girdi. Hz. Peygamber (sav) konakladı, insanlar da ağaçlar altında gölgelenmek üzere dağıldılar. Nebî (sav), bir sakız ağacının altına yerleşti ve kılıcını da ağaca astı. Ardından uykuya daldık. Birazcık uyumuştuk ki birden Rasulullah'ın (sav), yanında bedevi bir müşrik olduğu halde bize seslendiğini duyduk. Şöyle buyurdu: "Ben uyurken bu adam kılıcımı alıp bana çekti. Uyandım baktım ki bu adam elinde kılıç ç bana 'Seni benden kim koruyacak?' dedi. Ben, üç kere 'Allah korur' dedim."
(Râvî der ki:) Rasulullah (sav) onu cezalandırmadı
Bize Übeydullah b. Musa, ona İsrail, ona Ebu İshak, ona da Berâ (ra) şöyle demiştir:
O gün (Uhud'da) müşriklerle karşılaştık. Peygamber (sav) bir okçu birliğini yerleştirip başlarına Abdullah'ı kumandan tayin etti ve onlara "bizim düşmanlara galip geldiğimizi görseniz de yerlerinizden ayrılmayın, düşmanların bize galip geldiklerini görseniz de yine yerlerinizden ayrılıp, bize yardıma gelmeyin" buyurdu.
Biz düşmanlarla karşılaşıp harbe girişince, müşrikler bozguna uğrayıp kaçtılar, hatta ben kadınları bacaklarından örtülerini kaldırmış ve halhalları meydana çıkmış olarak dağa kaçarlarken gördüm. Bu sırada Müslümanlar “ganimet, ganimet” demeye başladılar. Abdullah “Peygamber (sav) benden yerlerinizden ayrılmayacağınıza dair söz aldı” dedi. Ancak maiyetindeki okçular karşı gelince yönlerini şaşırdılar ve yetmiş kişi şehit oldu.
Ebu Sufyân yüksek bir yere çıkıp “topluluk içinde Muhammed var mı?” diye seslendi. Peygamber (sav) "cevap vermeyin" buyurdu. Ebu Sufyân bu sefer “topluluk içinde Ebu Kuhâfe'nin oğlu (Ebu Bekir) var mıdır?” dedi.
Peygamber (sav) yine "cevap vermeyin" buyurdu. Ebu Sufyân tekrar “topluluk içinde Hattâb oğlu var mıdır?” diye sordu. Sonra arkadaşlarına dönüp “bunlar öldürülmüşler, eğer hayatta olsalardı cevap verirlerdi” dedi. Bu sırada Ömer kendine hakim olamadı ve “yalan söyledin ey Allah'ın düşmanı, Allah seni hüsran ve üzüntüne sebep olacak kişileri hayatta bırakmıştır” dedi. Ebu Sufyân “yüce ol Hubel” dedi. Peygamber (sav) "Ebu Sufyân'a cevap verin" buyurdu. “ne söyleyelim?” dediler. Peygamber (sav) "Allah en yüce ve en uludur deyin" buyurdu. Ebu Sufyân “bizim için Uzzâ var, sizin Uzzâ'nız yoktur” dedi. Peygamber (sav) "ona cevap veriniz" buyurdu. Sahabîler “ona ne söyleyelim?” dediler. Peygamber (sav) "'Allah bizim Mevlâ'mızdır, sizin Mevla'nız yoktur' deyin" buyurdu. Ebu Sufyân “bugün Bedir gününün karşılığıdır. Harp kazanmak nöbetleşedir. Ölülerinizi müsle yapılmış (kulak burun uzuvları kesilmiş) olarak bulacaksınız, ama bunu ben emretmedim. Bu yüzden beni kötülemeyin” dedi
Bize Abdân, ona Ebu Hamza, ona Osman b. Mevheb, şöyle demiştir:
Bir adam gelip Beytullah'da hac yaparken orada oturan bir topluluk gördü ve “bu oturanlar kimdir?” dedi. Oradakiler “bunlar Kureyş'tir” dedi. O zât bu sefer “bunların içinde sözü dinlenen kimdir?” dedi. Onlar “Abdullah b. Ömer'dir” diye cevap verdiler. O zât “ben senden bir şey soracağım, Bu beytin hürmetine bana söyle; Osman b. Affan'ın Uhud günü harpte bulunmadığını bilir misin?” diye sordu. İbn Ömer “evet” dedi. Adam “Bedir gününde de kaybolup harbe katılmadığını bilir misin?” dedi. İbn Ömer yine “evet” dedi. Adam “Osman'ın Rıdvan Biatında ortadan kaybolup Hudeybiye'de hazır bulunmadığını biliyor musun?” dedi. İbn Ömer “evet” dedi. (Bu cevapları alan) adam “Allâhu Ekber” dedi. Bunun üzerine İbn Ömer şöyle dedi:
Gel, sana sorduklarının iç yüzünü açıklayayım. Uhud günü Osman'ın bulunmayışına gelince, ben inanıyorum ki Allah onu affedip bağışlamıştır. Bedir'de katılamayışının sebebi nikahı altında bulunan Rasulullah'ın kızının bu sırada ağır hasta olmasıdır. Rasulullah (sav) ona "senin için Bedir'de hazır bulunan bir gazinin sevabı ve ganimet payı vardır" buyurmuştur. Rıdvan Biatı'nda olmayışına gelince Eğer Mekke vadisinde Osman'dan daha fazla şeref ve nüfuz sahibi bir kimse bulunsaydı, muhakkak Rasulullah (sav) Osman'ın yerine onu (Mekke'ye elçi) gönderirdi. Rıdvân Biati, Rasulullah'ın (sav) Osman'ı göndermesinden ve onun da Mekke'ye gitmesinden sonra olmuştur. Osman'ın bu şerefli biattan mahrum olmaması için, Rasulullah (sav) sağ eline işaret ederek "İşte bu, Osman'ın elidir" buyurup onunla sol eli üzerine vurup "İşte bu da Osman'ın biatı" buyurmuştur.
Abdullah ibn Ömer, adama “hadi şimdi, sana verdiğim bilgilerle var git” dedi.
Bize Ebu’l-Yemân, ona Şuayb, ona Zührî, ona Urve b. Zübeyir’in rivayet ettiğine göre Usame b. Zeyd (r.anhumâ) kendisine şunu haber vermiştir:
Rasulullah (sav) Bedir vakasından önce Hâris b. Hazrec oğulları yurdunda hasta bulunan Sa‘d b. Ubâde’yi ziyaret etmek üzere Fedek işi kadife kaplı bir palan vurulmuş bir eşeğin üzerine binmiş, terkisine de Usame b. Zeyd’i bindirmişti. (Usame) der ki: Hz. Peygamber (sav) yolda Abdullah b. Ubeyy b. Selûl’un da bulunduğu bir meclise uğradı. Bu sırada Abdullah b. Ubeyy henüz Müslüman olmamıştı. Bir de gördü ki Mecliste Müslümanlar, puta tapan müşrikler ve Yahudiler karışık oturuyorlar. Mecliste Abdullah b. Revâha da vardı. Bindikleri hayvanın çıkardığı toz, mecliste oturanların üzerine kalkınca, Abdullah b. Ubeyy ridâsıyla burnunu kapattı, sonra da “Üzerimizi toza bulamayın”, dedi.
Rasulullah (sav) onlara selam verdikten sonra durdu, bineğinden indi, onları Allah’a davet etti, onlara Kur’ân okudu. Abdullah b. Ubeyy b. Selûl “Ey kişi! Gerçek şu ki, senin bu söylediklerin eğer bir hakikat ise ondan daha güzeli yoktur. Ona sebep meclislerimizde bizi rahatsız etme. Sen kaldığın yere geri dön. Yanına gelen olursa ona anlatacaklarını anlat” dedi. Bu sefer Abdullah b. Revaha “Hayır, ey Allah’ın Rasulü, o Kur'an ile meclislerimizi kuşat, biz bunu seviyoruz” deyince, Müslümanlar, müşrikler ve Yahudiler birbirlerine ağır sözler söylemeye başladılar. Hatta neredeyse birbirleriyle kavga dahi edeceklerdi. Nebi (sav) ise onları sakinleştirmeye çalışıyordu. Sonra Nebi (sav) eşeğine bindi ve yoluna devam etti. Nihayet Sa‘d b. Ubâde’nin yanına girdi. Nebi (sav) ona: "Ey Sa‘d, Ebu Hubâb’ın" -bununla Abdullah b. Ubeyy’i kast ediyordu- "söylediklerini işittin mi? O, şöyle şöyle dedi" buyurdu. Sa‘d b. Ubâde “Ey Allah’ın Rasulü, onu affet, ona müsamaha göster, sana Kitab’ı indirene yemin olsun ki, Allah sana indirmiş olduğu hakkı getirdiğinde, bu kasabadaki ahali, ona taç giydirmek, onun başına krallara mahsus sarık sarmak üzere anlaşmışlardı. Allah sana vermiş olduğu hak vesilesiyle bunun gerçekleşmesine imkân vermeyince, bundan dolayı onun hevesi kursağında kaldı. İşte bu durum senin gördüklerini yapmasına sebep oldu” dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) da onu affetti. Nebi (sav) ve ashabı, Allah’ın kendilerine emretmiş olduğu gibi müşrikleri ve Kitab ehlini affediyor, eziyetlere sabredip katlanıyorlardı. Zaten aziz ve celil Allah da "Ve and olsun, sizden önce kitap verilenlerden ve şirk koşanlardan, rahatsız edici çok sözler işiteceksiniz" (Ali İmran, 3/186); "Kitap ehlinden birçoğu ruhlarında yerleşmiş olan kıskançlıktan dolayı, sizi imanınızdan sonra kâfirler olarak geriye döndürmeyi çok isterler…" (Bakara, 2/109) buyurmuştur. Nebi (sav), Allah onlar hakkında cihada izin verinceye kadar, Allah’ın kendisine emretmiş olduğu affı bu şekilde tevil ediyor ve gereğini yerine getiriyordu. Rasulullah (sav), Bedir gazvesini yapınca Allah onun vasıtası ile Kureyş kâfirlerinin ileri gelenlerinin öldürülmesini sağladı. İbn Ubeyy b. Selûl ve beraberindeki putperest müşrikler “Artık bu Müslümanların işinin yoluna girdiğini gösteren bir husustur” deyip İslam üzere Rasulullah’a (sav) biat edip Müslüman oldular.
Bana Muhammed, ona Ahmed b. Ebu Şuayb, ona Musa b. A'yun, ona İshak b. Raşid, ona Zührî, ona Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik, ona babası (Abdullah b. Ka'b b. Malik), ona da tevbesi kabul edilen üç kişiden biri olan ve Bedir ve Tebük seferleri dışında hiçbir seferde Hz. Peygamber'den (sav) ayrı kalmayan babası Ka'b b. Malik şöyle demiştir:
Ben kuşluk vakti Rasulullah'a (sav) doğruyu (Tebük seferine katılmamak için hiçbir mazeretimin olmadığını) söylemeye karar verdim. Rasulullah (sav) neredeyse çıktığı her seferin dönüşünde kuşluk vaktinde Medine'ye gelir ve önce mescide girip iki rekat namaz kılardı. (Ben durumumu anlattıktan sonra) Peygamber (sav) ben ve iki arkadaşımla konuşmayı herkese yasakladı. Seferde geri kalanlar içinde, bir tek bizimle konuşmak yasaklandı. İnsanlar bizimle konuşmaktan kaçındılar. Uzunca bir süre bu şekilde bekledim. Benim için, ölmem durumunda Hz. Peygamber'in (sav) cenaze namazımı kılmaması ya da Hz. Peygamber'in (sav) vefat etmesi halinde benim insanlar arasında bu konumda kalmam, sahabeden hiç kimsenin benimle konuşmuyor ve cenaze namazımı kılmıyor olmasından daha üzücü bir durum yoktu. (Bu durumun üzerinden elli gün geçtikten sonraki) gecenin son üçte birinde, Rasulullah, Ümmü Seleme'nin yanında iken Allah Taâlâ, Peygamber'ine, bizim tevbemizin kabulünü bildiren vahyini indirdi. Ümmü Seleme benim durumumu dert edinen ve hakkımda iyilik düşünen kimse idi. Rasulullah (sav) "ey Ümme Seleme, Ka'b'ın tevbesi kabul edildi" buyurdu. Ümmü Seleme “Ka'b'a haberci gönderip müjde vereyim mi?” dedi. Rasulullah "o zaman insanlar çok kalabalık şekilde gelip sizi ezer ve gürültü yaparak gecenin kalan kısmında uyumanıza engel olurlar" buyurdu.
Rasulullah (sav) sabah namazını kıldıktan sonra tevbemizin Allah tarafından kabul edildiğini bildirdi. Rasulullah sevindiği zaman bir ay parçası gibi yüzü parlardı. Seferden geri kalanlar ve bundan dolayı mazeret bildirenler arasında mazereti en geç kabul edilen bizler, Allah'ın tevbemizi kabul ettiğini bildirmek üzere vahiy indirdiği üç kişiydik. Seferden geri kalanlardan Rasulullah'a yalan söyleyen, yalan özürler beyan edenler anıldığı zaman en kötü kişiden bahsedilir gibi anıldılar. Her şeyden münezzeh olan Allah (onlar hakkında) şöyle buyurdu: "Sefer dönüşü kendileriyle karşılaştığınız zaman o münafıklar size özür beyân edecekler. De ki: “Boşuna özür dilemeye kalkmayın; size asla inanacak değiliz. Çünkü Allah mazeretlerinizin geçersizliği ile alakalı olarak nifak ve yalanlarınızı bize haber verdi. Bundan böyle de Allah ve Rasûlü, ne yapacağınıza bakacak. Sonra da duyuların kapsam alanına girmeyen ve giren her şeyi hakkıyla bilen Allah’ın huzuruna varacaksınız. O da yaptıklarınızı size bir bir haber verecektir." (Tevbe, 94)
Bize Muhammed b. Alâ, ona Ebu Usame, ona Büreyd b. Abdullah b. Ebu Bürde, ona dedesi Ebu Bürde, ona da zannediyorum Ebu Musa'nın (ra) rivayet ettiğine göre Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
"Ben rüyamda kendimi kılıç sallarken gördüm. Sonra kılıcın keskin tarafı kırıldı. Bu Uhud günü Müminlerin başına gelen musibetti. Sonra kılıcı bir defa daha salladım. Bu sefer kılıç olduğundan daha güzel bir hâle döndü. Bu da Allah'ın fethi nasip etmesi ve Müminlerin derlenip toparlanmasıdır. Birtakım sığırlar gördüm. Allah (takdir ettiği) hayırdır. Anladım ki o sığırlar, Uhud günü şehit edilen müminlermiş"
Bize Yakub b. İbrahim, ona Yahya b. Saîd, ona Übeydullah, ona Nâfi, ona da İbn Ömer (r.anhuma) şöyle rivayet etmiştir:
Peygamber (sav), Uhud günü harpten önce orduyu teftiş ettiği sırada Abdullah b. Ömer'in karşısına gelmiş ve onun harbe girmesine izin vermemiştir. O gün Abdullah on dört yaşında idi. Peygamber (sav) Hendek günü, İbn Ömer on beş yaşında iken, yine onun karşısına gelmiş ve bu sefer harbe girmesi izin vermiştir.
Bize Musa, ona Cerîr b. Hâzim, ona Humeyd b. Hilâl, ona da Enes (ra) şöyle demiştir:
"Rasulullah (sav) Kurayza oğullarına sefer düzenlediği sırada, Cebrâil'in melek ordusu ile Ganm oğulları sokağından geçerken, kalkan tozları hala görür gibiyim."
Açıklama: Hadis bize Allah ve insanları hoşnut eden ameller hakkında ipuçları vermektedir.