Öneri Formu
Hadis Id, No:
32499, D004192
Hadis:
حَدَّثَنَا عُقْبَةُ بْنُ مُكْرَمٍ وَابْنُ الْمُثَنَّى قَالاَ حَدَّثَنَا وَهْبُ بْنُ جَرِيرٍ حَدَّثَنَا أَبِى قَالَ سَمِعْتُ مُحَمَّدَ بْنَ أَبِى يَعْقُوبَ يُحَدِّثُ عَنِ الْحَسَنِ بْنِ سَعْدٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ جَعْفَرٍ أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم أَمْهَلَ آلَ جَعْفَرٍ ثَلاَثًا أَنْ يَأْتِيَهُمْ ثُمَّ أَتَاهُمْ فَقَالَ "لاَ تَبْكُوا عَلَى أَخِى بَعْدَ الْيَوْمِ." ثُمَّ قَالَ "ادْعُوا لِى بَنِى أَخِى." فَجِىءَ بِنَا كَأَنَّا أَفْرُخٌ فَقَالَ "ادْعُوا لِى الْحَلاَّقَ." فَأَمَرَهُ فَحَلَقَ رُءُوسَنَا.
Tercemesi:
Bize Ukbe b. Mükrem ve İbnü'l-Müsenna, onlara Vehb b. Cerir, ona babasının, ona Muhammed b. Ebu Yakub, ona el-Hasan b. Sa'd, ona Abdullah b. Cafer'in rivayet ettiğine göre; Nebi (sav), Cafer'in ailesine gitmek için onlara üç gün mühlet verdi. Sonra onların yanına gitti; "bugünden sonra kardeşim için ağlamayın" buyurdu. Sonra da "bana kardeşimin çocuklarını çağırın" buyurdu. Bizler huzuruna getirildik. Kuş yavruları gibiydik. Bu sefer"bana berberi çağırın" buyurdu. Berbere verdiği emir üzerine o da başlarımızı tıraş etti.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Teraccul 13, /953
Senetler:
1. Abdullah b. Cafer el-Haşimi (Abdullah b. Cafer b. Ebu Talib b. Abdülmuttalib)
2. Hasan b. Sa'd el-Haşimi (Hasan b. Sa'd b. Ma'bed)
3. Muhammed b. Ebu Yakub et-Temimi (Muhammed b. Abdullah b. Ebu Yakub)
4. Ebu Nadr Cerîr b. Hazım el-Ezdî (Cerir b. Hâzim b. Zeyd b. Abdullah b. Şucâ')
5. Ebu Abbas Vehb b. Cerir el-Ezdi (Vehb b. Cerir b. Hazim b. Zeyd b. Abdullah b. Şuca')
6. Muhammed b. Müsenna el-Anezî (Muhammed b. Müsenna b. Ubeyd b. Kays b. Dinar)
Konular:
Cenaze, Yas tutma, ölünün ardından tutulan yasın müddeti
KTB, CENAZE, CENAİZ
Bize Musa b. İsmail, ona Hammad, ona Atâ el-Horasanî, ona Yahya b. Ya'mer, ona Ammar b. Yasir şöyle demiştir: Bir gece ellerim yarılmış bir halde ailemin yanına geldim. Ellerime safran sürdüler. Sonra Hz. Peygamber'in (sav) yanına gittim ve kendisine selam verdim ama selamımı almadı, bana hoş geldin demedi ve g"it şunu yıka" buyurdu. Gidip safranı elimden yıkadım sonra tekrar yanına geldim. Elimde safrandan leke kalmıştı. Hz. Peygamber'e (sav) yine selam verdim ama selamımı almadı ve hoş geldin demedi. "Git şunu yıka" buyurdu. Sonra gittim ve elimi iyice yıkadım. Sonra tekrar geldim ve selam verdim. Hz. Peygamber (sav) bu sefer selamımı aldı, bana "hoş geldin" dedi ve şöyle buyurdu: "Melekler kafirin cenazesinde, safran sürünen kimsenin ve cünübün yanında bulunmazlar." Ravi şöyle dedi: Hz. Peygamber (sav) cünüp için uyumak, yemek içmek istediği zaman abdest almasına izin vermiştir.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32477, D004176
Hadis:
حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ إِسْمَاعِيلَ حَدَّثَنَا حَمَّادٌ أَخْبَرَنَا عَطَاءٌ الْخُرَاسَانِىُّ عَنْ يَحْيَى بْنِ يَعْمَرَ عَنْ عَمَّارِ بْنِ يَاسِرٍ قَالَ قَدِمْتُ عَلَى أَهْلِى لَيْلاً وَقَدْ تَشَقَّقَتْ يَدَاىَ فَخَلَّقُونِى بِزَعْفَرَانٍ فَغَدَوْتُ عَلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَلَمْ يَرُدَّ عَلَىَّ وَلَمْ يُرَحِّبْ بِى فَقَالَ "اذْهَبْ فَاغْسِلْ هَذَا عَنْكَ." فَذَهَبْتُ فَغَسَلْتُهُ ثُمَّ جِئْتُ وَقَدْ بَقِىَ عَلَىَّ مِنْهُ رَدْعٌ فَسَلَّمْتُ فَلَمْ يَرُدَّ عَلَىَّ وَلَمْ يُرَحِّبْ بِى وَقَالَ "اذْهَبْ فَاغْسِلْ هَذَا عَنْكَ." فَذَهَبْتُ فَغَسَلْتُهُ ثُمَّ جِئْتُ فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَرَدَّ عَلَىَّ وَرَحَّبَ بِى وَقَالَ "إِنَّ الْمَلاَئِكَةَ لاَ تَحْضُرُ جَنَازَةَ الْكَافِرِ بِخَيْرٍ وَلاَ الْمُتَضَمِّخَ بِالزَّعْفَرَانِ وَلاَ الْجُنُبَ." قَالَ وَرَخَّصَ لِلْجُنُبِ إِذَا نَامَ أَوْ أَكَلَ أَوْ شَرِبَ أَنْ يَتَوَضَّأَ.
Tercemesi:
Bize Musa b. İsmail, ona Hammad, ona Atâ el-Horasanî, ona Yahya b. Ya'mer, ona Ammar b. Yasir şöyle demiştir: Bir gece ellerim yarılmış bir halde ailemin yanına geldim. Ellerime safran sürdüler. Sonra Hz. Peygamber'in (sav) yanına gittim ve kendisine selam verdim ama selamımı almadı, bana hoş geldin demedi ve g"it şunu yıka" buyurdu. Gidip safranı elimden yıkadım sonra tekrar yanına geldim. Elimde safrandan leke kalmıştı. Hz. Peygamber'e (sav) yine selam verdim ama selamımı almadı ve hoş geldin demedi. "Git şunu yıka" buyurdu. Sonra gittim ve elimi iyice yıkadım. Sonra tekrar geldim ve selam verdim. Hz. Peygamber (sav) bu sefer selamımı aldı, bana "hoş geldin" dedi ve şöyle buyurdu: "Melekler kafirin cenazesinde, safran sürünen kimsenin ve cünübün yanında bulunmazlar." Ravi şöyle dedi: Hz. Peygamber (sav) cünüp için uyumak, yemek içmek istediği zaman abdest almasına izin vermiştir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Teraccul 8, /950
Senetler:
1. Ebu Yakzân Ammar b. Yasir el-Ansî (Ammar b. Yasir b. Amir b. Malik b. Kinane)
2. Yahya b. Ya'mer el-Kaysî (Yahya b. Ya'mer)
3. Ata b. Ebu Müslim el-Horasanî (Ata b. Abdullah)
4. Ebu Seleme Hammad b. Seleme el-Basrî (Hammad b. Seleme b. Dînar)
5. Ebu Seleme Musa b. İsmail et-Tebûzeki (Musa b. İsmail)
Konular:
KTB, SELAM
Melekler, Meleklerin hoşlanmadığı şeyler: Safran, kafirin cenazesi, cünüp vb.
Selam, Selam vermeme/almama, tepki için
Süslenme, boyama
Uyku, cünüp iken uyumak
Bana Abdullah b. Muhammed, ona Abdürrezzak, ona Ma'mer, ona Eyyub es-Sahtiyânî ve Kesir b. Kesir b. el-Muttalib b. Ebu Vedâa, (bu ikisinin her biri diğerine göre bazı fazlalıklar da zikrederek) onlara Said b. Cübeyr'in söylediğine göre İbn Abbas şöyle dedi: Kadınların bellerine ilk olarak kemer bağlamaları İsmail'in (as) annesi tarafından başlatılmıştır. O, Sare'nin izlerini görmemesi için kemer bağlamıştı. Sonra İbrahim, onu ve oğlu İsmail'i süt emzirmekte iken getirdi ve nihâyet onları Beyt'in yakınında, Mescidin üst tarafındaki Zemzem'in yukarısındaki büyük ağacın yanında bıraktı. O gün için Mekke'de hiç kimse yoktu, orada su da yoktu. Her ikisini orada bıraktı ve yanlarında içinde bir miktar hurma bulunan meşin bir çıkın ile bir miktar su bulunan bir kırba bırakmıştı. Sonra İbrahim gerisin geri dönüp giderken İsmail’in annesi de onu takip edip: Ey İbrahim, herhangi bir insanın ve hiçbir canlının bulunmadığı bu vadide bizi bırakıp mı gideceksin, dedi ve bu sözlerini ona birkaç defa tekrarladı. İbrahim ise ona dönüp bakmıyordu. İsmail'in annesi ona: Bunu sana emreden Allah mı, dedi. O, evet deyince, İsmail'in annesi: O takdirde O, bizi zayi etmez dedi, sonra geri döndü.
İbrahim ayrılıp gitti, nihayet onu göremeyecekleri o tepenin yanına gelince, yüzünü Beyt'e döndü, sonra da ellerini kaldırarak: 'Rabbimiz, ben zürriyetimden bir kısmını senin mukaddes Evinin yanında, ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim.' (İbrahim, 14/37) âyetini '…ve şükrederler umuduyla kendilerini bir takım meyvelerle rızıklandır.' (âyetinde zikredilen) o sözler ile dua etti.
İsmail'in annesi İsmail'i emzirmeye ve o suyu içmeye koyuldu, nihayet kırbadaki su bitince o da susadı, oğlu da susadı. Ona bakıp kıvranmakta olduğunu görünce, onu (dayanamadığı için bu halde) görmek istemediğinden kalkıp gitti. Kendisine bitişik yerde en yakın dağın Safa olduğunu gördüğü için o tepeye doğru gitti, sonra vadiye dönerek kimseyi görür mü diye baktı, sonra kimseyi göremeyince Safa'dan indi, vadiye ulaştığı zaman elbisesinin eteğini yukarı kaldırdı, sonra oldukça yorulmuş bir insanın koşuşu ile koştu. Nihayet vadiyi aştıktan sonra Merve’ye ulaştı, Merve’nin üzerinde de ayağa dikildi kimseyi görür mü diye baktı ama kimseyi göremedi. O bu işi yedi defa tekrar etti.
İbn Abbas dedi ki: Nebi (sav) şöyle buyurdu: "İşte insanların Safa ve Merve tepesi arasında sa'y yapmaları (hac ve umrede) buradan gelmektedir."
İsmail'in annesi, Merve'nin üzerine çıkınca bir ses işitti. Kendi kendisini kast ederek: Sus, dedi. Sonra kulağını kabartıp işitmeye çalıştı, yine bir ses işitti, bu sefer: Sesini işittirmiş oldun, eğer imdadımıza yetişebilecek imkanın varsa (haydi bize yardım et), dedi. Ansızın meleğin Zemzemin bulunduğu yerde olduğunu görüverdi. Ayağının topuğu ile –yahut da: 'kanadı ile' dedi– su çıkıncaya kadar eşeledi. İsmail'in annesi de onun önünde çukur yaparak eliyle şöyle yaptı ve suyu eliyle avuçlayıp kırbasına doldurmaya başladı, kendisi avuçladıktan sonra da su kaynayıp coşuyordu.
İbn Abbas dedi ki, Nebi (sav) şöyle buyurdu: "Allah İsmail'in (as) annesine rahmet etsin. Eğer Zemzemi (akması için) bırakmış olsaydı, o zaman Zemzem gürül gürül akan bir pınar olurdu."
(İbn Abbas) devamla dedi ki: Hacer sudan içti ve çocuğunu da emzirdi. Melek ona: Kaybolmaktan korkmayın, şüphesiz şu çocuk ve onun babası Allah'ın evini burada bina edeceklerdir ve elbette Allah, ehlini zayi etmez, dedi. Beyt'in yeri, yerden yüksekçe bir tepe gibi idi. Seller onun üzerinden gelir, sağından solundan bir şeyler alır götürürdü. Cürhümlülerden yol arkadaşı bir takım kimseler onların bulunduğu yere gelinceye kadar durumu böyle idi –yahut da: Curhümlülerden bir aile halkı, dedi.- Bunlar Kedâ yolundan gelip Mekke'nin alt tarafında konakladılar, derken suyun bulunduğu yerde uçup dolaşan bir kuş gördüler ve: Şüphesiz bu kuş su üzerinde dönüp durmaktadır. Ama biz bu vadiyi bildik bileli burada su yoktur, dediler. Bunun için kendi adlarına bir ya da iki kişi gönderdiler, derken onlar su ile karşılaştıkları için geri dönerek onlara suyun haberini verdiler. Bu sefer onlar da (yanlarına) geldiler.
(İbn Abbas devamla) dedi ki: İsmail’in annesi de suyun yanında bulunuyordu. Curhümlüler: Senin bulunduğun bu yerde bizim konaklamamıza izin verir misin? dediler. O: Evet fakat suda sizin bir hakkınız yok dedi, onlar da: Olur dediler.
İbn Abbas dedi ki: Nebi (sav) şöyle buyurdu: "Bu durum insanlarla ünsiyeti seven İsmail'in annesinin de hoşuna gitmişti."
Derken Cürhümlüler orada indi ve yakınlarına haber göndererek onlar da onlarla birlikte oraya indiler. Hatta sonunda orada, onlardan birkaç hane halkı dahi oldu. Çocuk gençlik çağına geldi, onlardan Arapçayı öğrendi, gençlik çağına geldiğinde onların da hoşuna gitti ve onu beğendiler. Yaşı olgunlaşınca aralarından bir hanım ile onu evlendirdiler. İsmail'in annesi de vefat etti. İsmail evlendikten sonra, İbrahim gelip orada bıraktıklarının durumunu görmek istedi. Fakat geldiğinde İsmail'i bulamadı. Hanımına İsmail'i sorunca, hanımı: Bizim için bir şeyler aramak üzere çıktı, dedi. Sonra ona, geçimlerine ve durumlarına dair soru sorunca, hanımı: Çok kötü bir haldeyiz, darlık ve sıkıntı içindeyiz deyip ona şikayette bulundu. İbrahim: Kocan geldiği zaman benden ona selam söyle ve kendisine kapısının eşiğini değiştirmesini söyle, dedi.
İsmail gelince bir şeyler sezer gibi oldu ve 'Yanınıza kimse geldi mi?' dedi. Eşi, 'Evet, bize şu şu evsafta yaşlı bir zat geldi, bize seni sordu, ben de ona durumu haber verdim. Bana geçimimizin nasıl olduğunu sordu, ona bizim zorluk ve sıkıntı içinde olduğumuzu bildirdim' dedi. İsmail, 'Peki sana herhangi bir şey tavsiye etti mi?' Eşi, 'Evet, bana sana selam söylememi emretti ve kapının eşiğini değiştirmeni söyledi' dedi.
İsmail, 'O benim babamdır, bana senden ayrılmamı emretti. Haydi ailenin yanına git' diyerek onu boşadı. Onlardan bir başka kadın ile evlendi. İbrahim Allah'ın dilediği kadar bir süre onların yanına gelmedi. Ondan sonra yanlarına geldi, yine oğlunu bulamayınca hanımının yanına girdi, hanımına kocasını sordu. Hanımı, 'Bizim için bir şeyler bulmaya çıktı' dedi. İbrahim, 'Nasılsınız' diyerek geçimlerini, durumlarını sordu. Kadın, 'Biz hayır içindeyiz, bolluk içindeyiz' diyerek Allah'a hamd ve senada bulundu. Peki, ne yersiniz? dedi. Kadın, 'Et' dedi. Ne içersiniz? dedi. Kadın, 'Su' dedi. İbrahim: 'Allah'ım, onlar için eti de suyu da bereketlendir' dedi.
Nebi (sav): "O gün için onların taneli yiyecekleri yoktu, eğer taneli yiyecekleri de olsaydı onun için de onlara dua ederdi." buyurdu.
İbn Abbas dedi ki; Bu sebeple Mekke'den başka bir yerde bir kimse yalnızca bunlarla beslenecek olursa, bunlar ona (bünyesine) kesinlikle uygun gelmez.
(Hz. İbrahim) dedi ki, 'Kocan gelecek olursa benden ona selam söyle ve ona kapısının eşiğini sağlamlaştırmasını emret.' İsmail geldiğinde, 'Size kimse geldi mi?' dedi. Eşi, 'Evet, bize görünüşü güzel bir yaşlı zat geldi' deyip, ondan övgüyle söz etti. Bana seni sordu, ben de ona haber verdim. Geçimimizin nasıl olduğunu sordu, ona ben de hayırlı bir şekilde haber verdim. (İsmail): 'Sana bir şey tavsiye etti mi?' dedi. Eşi, 'Evet, o sana selam söyledi ve sana kapının eşiğini sağlamlaştırmanı emrediyor' dedi. İsmail, 'O, benim babamdır, eşik de sensin. Seni nikâhım altında tutmamı bana emretmiş oldu' dedi.
Bundan sonra yine Allah'ın dilediği kadar bir süre onların yanına gelmedi. İsmail Zemzemin yakınında büyükçe bir ağacın altında kendisi için okları düzeltirken, onu görünce onun için ayağa kalktı ve bir babanın evladına, bir evladın da babasına davrandığı şekilde davrandı. Sonra 'Ey İsmail, Allah bana bir husus emretti' dedi. İsmail, 'O halde sen de Rabbinin emrettiğini yap' dedi. İbrahim, 'Bana yardımcı olur musun?' dedi. İsmail, 'Yardımcı olurum' dedi. İbrahim, 'Allah bana burada bir ev bina etmemi emretti' deyip çevresindekilere göre yüksekçe bir kum tepeciğine işaret etti.
(İbn Abbas) dedi ki: İşte o vakit her ikisi evin temellerini yükseltemeye başladılar. İsmail taş getiriyor, İbrahim de bina ediyordu. Nihayet bina yükselince bu bildik taşı (hacer-i esved) getirdi ve önüne koydu. İbrahim de onun üzerine çıkarak binayı yaptı. İsmail ona taş uzatıyordu. Bu arada her ikisi de: 'Rabbimiz bizden kabul buyur, çünkü sen şüphesiz her şeyi işiten her şeyi bilensin' (Bakara, 2/127) diyorlardı.
(İbn Abbas) devamla dedi ki, 'Böylelikle her ikisi de Evin dört bir tarafını dolaşarak binayı yükseltmeye devam ederlerken 'Rabbimiz, bizden kabul buyur, çünkü şüphesiz sen her şeyi işitensin, her şeyi bilensin.' diyorlardı.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32853, B003364
Hadis:
وَحَدَّثَنِى عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدٍ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنْ أَيُّوبَ السَّخْتِيَانِىِّ وَكَثِيرِ بْنِ كَثِيرِ بْنِ الْمُطَّلِبِ بْنِ أَبِى وَدَاعَةَ ، يَزِيدُ أَحَدُهُمَا عَلَى الآخَرِ عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ أَوَّلَ مَا اتَّخَذَ النِّسَاءُ الْمِنْطَقَ مِنْ قِبَلِ أُمِّ إِسْمَاعِيلَ ، اتَّخَذَتْ مِنْطَقًا لَتُعَفِّىَ أَثَرَهَا عَلَى سَارَةَ ، ثُمَّ جَاءَ بِهَا إِبْرَاهِيمُ ، وَبِابْنِهَا إِسْمَاعِيلَ وَهْىَ تُرْضِعُهُ حَتَّى وَضَعَهُمَا عِنْدَ الْبَيْتِ عِنْدَ دَوْحَةٍ ، فَوْقَ زَمْزَمَ فِى أَعْلَى الْمَسْجِدِ ، وَلَيْسَ بِمَكَّةَ يَوْمَئِذٍ أَحَدٌ ، وَلَيْسَ بِهَا مَاءٌ ، فَوَضَعَهُمَا هُنَالِكَ ، وَ وَضَعَ عِنْدَهُمَا جِرَابًا فِيهِ تَمْرٌ وَسِقَاءً فِيهِ مَاءٌ ، ثُمَّ قَفَّى إِبْرَاهِيمُ مُنْطَلِقًا فَتَبِعَتْهُ أُمُّ إِسْمَاعِيلَ فَقَالَتْ يَا إِبْرَاهِيمُ أَيْنَ تَذْهَبُ وَتَتْرُكُنَا بِهَذَا الْوَادِى الَّذِى لَيْسَ فِيهِ إِنْسٌ وَلاَ شَىْءٌ فَقَالَتْ لَهُ ذَلِكَ مِرَارًا ، وَجَعَلَ لاَ يَلْتَفِتُ إِلَيْهَا فَقَالَتْ لَهُ آللَّهُ الَّذِى أَمَرَكَ بِهَذَا قَالَ نَعَمْ . قَالَتْ إِذًا لاَ يُضَيِّعُنَا . ثُمَّ رَجَعَتْ ، فَانْطَلَقَ إِبْرَاهِيمُ حَتَّى إِذَا كَانَ عِنْدَ الثَّنِيَّةِ حَيْثُ لاَ يَرَوْنَهُ اسْتَقْبَلَ بِوَجْهِهِ الْبَيْتَ ، ثُمَّ دَعَا بِهَؤُلاَءِ الْكَلِمَاتِ وَرَفَعَ يَدَيْهِ ، فَقَالَ ( رَبَّنَا إِنِّى أَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّتِى بِوَادٍ غَيْرِ ذِى زَرْعٍ ) حَتَّى بَلَغَ ( يَشْكُرُونَ ) . وَجَعَلَتْ أُمُّ إِسْمَاعِيلَ تُرْضِعُ إِسْمَاعِيلَ ، وَتَشْرَبُ مِنْ ذَلِكَ الْمَاءِ ، حَتَّى إِذَا نَفِدَ مَا فِى السِّقَاءِ عَطِشَتْ وَعَطِشَ ابْنُهَا ، وَجَعَلَتْ تَنْظُرُ إِلَيْهِ يَتَلَوَّى - أَوْ قَالَ يَتَلَبَّطُ - فَانْطَلَقَتْ كَرَاهِيَةَ أَنْ تَنْظُرَ إِلَيْهِ ، فَوَجَدَتِ الصَّفَا أَقْرَبَ جَبَلٍ فِى الأَرْضِ يَلِيهَا ، فَقَامَتْ عَلَيْهِ ثُمَّ اسْتَقْبَلَتِ الْوَادِىَ تَنْظُرُ هَلْ تَرَى أَحَدًا فَلَمْ تَرَ أَحَدًا ، فَهَبَطَتْ مِنَ ، الصَّفَا حَتَّى إِذَا بَلَغَتِ الْوَادِىَ رَفَعَتْ طَرَفَ دِرْعِهَا ، ثُمَّ سَعَتْ سَعْىَ الإِنْسَانِ الْمَجْهُودِ ، حَتَّى جَاوَزَتِ الْوَادِىَ ، ثُمَّ أَتَتِ الْمَرْوَةَ ، فَقَامَتْ عَلَيْهَا وَنَظَرَتْ هَلْ تَرَى أَحَدًا ، فَلَمْ تَرَ أَحَدًا ، فَفَعَلَتْ ذَلِكَ سَبْعَ مَرَّاتٍ - قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ قَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم " فَذَلِكَ سَعْىُ النَّاسِ بَيْنَهُمَا " . - فَلَمَّا أَشْرَفَتْ عَلَى الْمَرْوَةِ سَمِعَتْ صَوْتًا ، فَقَالَتْ صَهٍ . تُرِيدَ نَفْسَهَا ، ثُمَّ تَسَمَّعَتْ ، فَسَمِعَتْ أَيْضًا ، فَقَالَتْ قَدْ أَسْمَعْتَ ، إِنْ كَانَ عِنْدَكَ غِوَاثٌ . فَإِذَا هِىَ بِالْمَلَكِ ، عِنْدَ مَوْضِعِ زَمْزَمَ ، فَبَحَثَ بِعَقِبِهِ - أَوْ قَالَ بِجَنَاحِهِ - حَتَّى ظَهَرَ الْمَاءُ ، فَجَعَلَتْ تُحَوِّضُهُ وَتَقُولُ بِيَدِهَا هَكَذَا ، وَجَعَلَتْ تَغْرِفُ مِنَ الْمَاءِ فِى سِقَائِهَا ، وَهْوَ يَفُورُ بَعْدَ مَا تَغْرِفُ - قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ قَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم " يَرْحَمُ اللَّهُ أُمَّ إِسْمَاعِيلَ لَوْ تَرَكَتْ زَمْزَمَ - أَوْ قَالَ لَوْ لَمْ تَغْرِفْ مِنَ الْمَاءِ - لَكَانَتْ زَمْزَمُ عَيْنًا مَعِينًا" . - قَالَ فَشَرِبَتْ وَأَرْضَعَتْ وَلَدَهَا ، فَقَالَ لَهَا الْمَلَكُ لاَ تَخَافُوا الضَّيْعَةَ ، فَإِنَّ هَا هُنَا بَيْتَ اللَّهِ ، يَبْنِى هَذَا الْغُلاَمُ ، وَأَبُوهُ ، وَإِنَّ اللَّهَ لاَ يُضِيعُ أَهْلَهُ . وَكَانَ الْبَيْتُ مُرْتَفِعًا مِنَ الأَرْضِ كَالرَّابِيَةِ ، تَأْتِيهِ السُّيُولُ فَتَأْخُذُ عَنْ يَمِينِهِ وَشِمَالِهِ ، فَكَانَتْ كَذَلِكَ ، حَتَّى مَرَّتْ بِهِمْ رُفْقَةٌ مِنْ جُرْهُمَ - أَوْ أَهْلُ بَيْتٍ مِنْ جُرْهُمَ - مُقْبِلِينَ مِنْ طَرِيقِ كَدَاءٍ فَنَزَلُوا فِى أَسْفَلِ مَكَّةَ ، فَرَأَوْا طَائِرًا عَائِفًا . فَقَالُوا إِنَّ هَذَا الطَّائِرَ لَيَدُورُ عَلَى مَاءٍ ، لَعَهْدُنَا بِهَذَا الْوَادِى وَمَا فِيهِ مَاءٌ ، فَأَرْسَلُوا جَرِيًّا أَوْ جَرِيَّيْنِ ، فَإِذَا هُمْ بِالْمَاءِ ، فَرَجَعُوا فَأَخْبَرُوهُمْ بِالْمَاءِ ، فَأَقْبَلُوا ، قَالَ وَأُمُّ إِسْمَاعِيلَ عِنْدَ الْمَاءِ فَقَالُوا أَتَأْذَنِينَ لَنَا أَنْ نَنْزِلَ عِنْدَكِ فَقَالَتْ نَعَمْ ، وَلَكِنْ لاَ حَقَّ لَكُمْ فِى الْمَاءِ . قَالُوا نَعَمْ . قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ قَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم " فَأَلْفَى ذَلِكَ أُمَّ إِسْمَاعِيلَ ، وَهْىَ تُحِبُّ الإِنْسَ " فَنَزَلُوا وَأَرْسَلُوا إِلَى أَهْلِيهِمْ ، فَنَزَلُوا مَعَهُمْ حَتَّى إِذَا كَانَ بِهَا أَهْلُ أَبْيَاتٍ مِنْهُمْ ، وَشَبَّ الْغُلاَمُ ، وَتَعَلَّمَ الْعَرَبِيَّةَ مِنْهُمْ ، وَأَنْفَسَهُمْ وَأَعْجَبَهُمْ حِينَ شَبَّ ، فَلَمَّا أَدْرَكَ زَوَّجُوهُ امْرَأَةً مِنْهُمْ ، وَمَاتَتْ أُمُّ إِسْمَاعِيلَ ، فَجَاءَ إِبْرَاهِيمُ ، بَعْدَ مَا تَزَوَّجَ إِسْمَاعِيلُ يُطَالِعُ تَرِكَتَهُ ، فَلَمْ يَجِدْ إِسْمَاعِيلَ ، فَسَأَلَ امْرَأَتَهُ عَنْهُ فَقَالَتْ خَرَجَ يَبْتَغِى لَنَا . ثُمَّ سَأَلَهَا عَنْ عَيْشِهِمْ وَهَيْئَتِهِمْ فَقَالَتْ نَحْنُ بِشَرٍّ ، نَحْنُ فِى ضِيقٍ وَشِدَّةٍ . فَشَكَتْ إِلَيْهِ . قَالَ فَإِذَا جَاءَ زَوْجُكِ فَاقْرَئِى عَلَيْهِ السَّلاَمَ ، وَقُولِى لَهُ يُغَيِّرْ عَتَبَةَ بَابِهِ . فَلَمَّا جَاءَ إِسْمَاعِيلُ ، كَأَنَّهُ آنَسَ شَيْئًا ، فَقَالَ هَلْ جَاءَكُمْ مِنْ أَحَدٍ قَالَتْ نَعَمْ ، جَاءَنَا شَيْخٌ كَذَا وَكَذَا ، فَسَأَلَنَا عَنْكَ فَأَخْبَرْتُهُ ، وَسَأَلَنِى كَيْفَ عَيْشُنَا فَأَخْبَرْتُهُ أَنَّا فِى جَهْدٍ وَشِدَّةٍ . قَالَ فَهَلْ أَوْصَاكِ بِشَىْءٍ قَالَتْ نَعَمْ ، أَمَرَنِى أَنْ أَقْرَأَ عَلَيْكَ السَّلاَمَ ، وَيَقُولُ غَيِّرْ عَتَبَةَ بَابِكَ . قَالَ ذَاكِ أَبِى وَقَدْ أَمَرَنِى أَنْ أُفَارِقَكِ الْحَقِى بِأَهْلِكِ . فَطَلَّقَهَا ، وَتَزَوَّجَ مِنْهُمْ أُخْرَى ، فَلَبِثَ عَنْهُمْ إِبْرَاهِيمُ مَا شَاءَ اللَّهُ ثُمَّ أَتَاهُمْ بَعْدُ ، فَلَمْ يَجِدْهُ ، فَدَخَلَ عَلَى امْرَأَتِهِ ، فَسَأَلَهَا عَنْهُ . فَقَالَتْ خَرَجَ يَبْتَغِى لَنَا . قَالَ كَيْفَ أَنْتُمْ وَسَأَلَهَا عَنْ عَيْشِهِمْ ، وَهَيْئَتِهِمْ . فَقَالَتْ نَحْنُ بِخَيْرٍ وَسَعَةٍ . وَأَثْنَتْ عَلَى اللَّهِ . فَقَالَ مَا طَعَامُكُمْ قَالَتِ اللَّحْمُ . قَالَ فَمَا شَرَابُكُمْ قَالَتِ الْمَاءُ . فَقَالَ اللَّهُمَّ بَارِكْ لَهُمْ فِى اللَّحْمِ وَالْمَاءِ . قَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم "وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ يَوْمَئِذٍ حَبٌّ ، وَلَوْ كَانَ لَهُمْ دَعَا لَهُمْ فِيهِ " . قَالَ فَهُمَا لاَ يَخْلُو عَلَيْهِمَا أَحَدٌ بِغَيْرِ مَكَّةَ إِلاَّ لَمْ يُوَافِقَاهُ . قَالَ فَإِذَا جَاءَ زَوْجُكِ فَاقْرَئِى عَلَيْهِ السَّلاَمَ ، وَمُرِيهِ يُثْبِتُ عَتَبَةَ بَابِهِ ، فَلَمَّا جَاءَ إِسْمَاعِيلُ قَالَ هَلْ أَتَاكُمْ مِنْ أَحَدٍ قَالَتْ نَعَمْ أَتَانَا شَيْخٌ حَسَنُ الْهَيْئَةِ ، وَأَثْنَتْ عَلَيْهِ ، فَسَأَلَنِى عَنْكَ فَأَخْبَرْتُهُ ، فَسَأَلَنِى كَيْفَ عَيْشُنَا فَأَخْبَرْتُهُ أَنَّا بِخَيْرٍ . قَالَ فَأَوْصَاكِ بِشَىْءٍ قَالَتْ نَعَمْ ، هُوَ يَقْرَأُ عَلَيْكَ السَّلاَمَ ، وَيَأْمُرُكَ أَنْ تُثْبِتَ عَتَبَةَ بَابِكَ . قَالَ ذَاكِ أَبِى ، وَأَنْتِ الْعَتَبَةُ ، أَمَرَنِى أَنْ أُمْسِكَكِ . ثُمَّ لَبِثَ عَنْهُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ ، ثُمَّ جَاءَ بَعْدَ ذَلِكَ ، وَإِسْمَاعِيلُ يَبْرِى نَبْلاً لَهُ تَحْتَ دَوْحَةٍ قَرِيبًا مِنْ زَمْزَمَ ، فَلَمَّا رَآهُ قَامَ إِلَيْهِ ، فَصَنَعَا كَمَا يَصْنَعُ الْوَالِدُ بِالْوَلَدِ وَالْوَلَدُ بِالْوَالِدِ ، ثُمَّ قَالَ يَا إِسْمَاعِيلُ ، إِنَّ اللَّهَ أَمَرَنِى بِأَمْرٍ . قَالَ فَاصْنَعْ مَا أَمَرَكَ رَبُّكَ . قَالَ وَتُعِينُنِى قَالَ وَأُعِينُكَ . قَالَ فَإِنَّ اللَّهَ أَمَرَنِى أَنْ أَبْنِىَ هَا هُنَا بَيْتًا . وَأَشَارَ إِلَى أَكَمَةٍ مُرْتَفِعَةٍ عَلَى مَا حَوْلَهَا . قَالَ فَعِنْدَ ذَلِكَ رَفَعَا الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ ، فَجَعَلَ إِسْمَاعِيلُ يَأْتِى بِالْحِجَارَةِ ، وَإِبْرَاهِيمُ يَبْنِى ، حَتَّى إِذَا ارْتَفَعَ الْبِنَاءُ جَاءَ بِهَذَا الْحَجَرِ فَوَضَعَهُ لَهُ ، فَقَامَ عَلَيْهِ وَهْوَ يَبْنِى ، وَإِسْمَاعِيلُ يُنَاوِلُهُ الْحِجَارَةَ ، وَهُمَا يَقُولاَنِ ( رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنْتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ) . قَالَ فَجَعَلاَ يَبْنِيَانِ حَتَّى يَدُورَا حَوْلَ الْبَيْتِ ، وَهُمَا يَقُولاَنِ ( رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنْتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ) .
Tercemesi:
Bana Abdullah b. Muhammed, ona Abdürrezzak, ona Ma'mer, ona Eyyub es-Sahtiyânî ve Kesir b. Kesir b. el-Muttalib b. Ebu Vedâa, (bu ikisinin her biri diğerine göre bazı fazlalıklar da zikrederek) onlara Said b. Cübeyr'in söylediğine göre İbn Abbas şöyle dedi: Kadınların bellerine ilk olarak kemer bağlamaları İsmail'in (as) annesi tarafından başlatılmıştır. O, Sare'nin izlerini görmemesi için kemer bağlamıştı. Sonra İbrahim, onu ve oğlu İsmail'i süt emzirmekte iken getirdi ve nihâyet onları Beyt'in yakınında, Mescidin üst tarafındaki Zemzem'in yukarısındaki büyük ağacın yanında bıraktı. O gün için Mekke'de hiç kimse yoktu, orada su da yoktu. Her ikisini orada bıraktı ve yanlarında içinde bir miktar hurma bulunan meşin bir çıkın ile bir miktar su bulunan bir kırba bırakmıştı. Sonra İbrahim gerisin geri dönüp giderken İsmail’in annesi de onu takip edip: Ey İbrahim, herhangi bir insanın ve hiçbir canlının bulunmadığı bu vadide bizi bırakıp mı gideceksin, dedi ve bu sözlerini ona birkaç defa tekrarladı. İbrahim ise ona dönüp bakmıyordu. İsmail'in annesi ona: Bunu sana emreden Allah mı, dedi. O, evet deyince, İsmail'in annesi: O takdirde O, bizi zayi etmez dedi, sonra geri döndü.
İbrahim ayrılıp gitti, nihayet onu göremeyecekleri o tepenin yanına gelince, yüzünü Beyt'e döndü, sonra da ellerini kaldırarak: 'Rabbimiz, ben zürriyetimden bir kısmını senin mukaddes Evinin yanında, ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim.' (İbrahim, 14/37) âyetini '…ve şükrederler umuduyla kendilerini bir takım meyvelerle rızıklandır.' (âyetinde zikredilen) o sözler ile dua etti.
İsmail'in annesi İsmail'i emzirmeye ve o suyu içmeye koyuldu, nihayet kırbadaki su bitince o da susadı, oğlu da susadı. Ona bakıp kıvranmakta olduğunu görünce, onu (dayanamadığı için bu halde) görmek istemediğinden kalkıp gitti. Kendisine bitişik yerde en yakın dağın Safa olduğunu gördüğü için o tepeye doğru gitti, sonra vadiye dönerek kimseyi görür mü diye baktı, sonra kimseyi göremeyince Safa'dan indi, vadiye ulaştığı zaman elbisesinin eteğini yukarı kaldırdı, sonra oldukça yorulmuş bir insanın koşuşu ile koştu. Nihayet vadiyi aştıktan sonra Merve’ye ulaştı, Merve’nin üzerinde de ayağa dikildi kimseyi görür mü diye baktı ama kimseyi göremedi. O bu işi yedi defa tekrar etti.
İbn Abbas dedi ki: Nebi (sav) şöyle buyurdu: "İşte insanların Safa ve Merve tepesi arasında sa'y yapmaları (hac ve umrede) buradan gelmektedir."
İsmail'in annesi, Merve'nin üzerine çıkınca bir ses işitti. Kendi kendisini kast ederek: Sus, dedi. Sonra kulağını kabartıp işitmeye çalıştı, yine bir ses işitti, bu sefer: Sesini işittirmiş oldun, eğer imdadımıza yetişebilecek imkanın varsa (haydi bize yardım et), dedi. Ansızın meleğin Zemzemin bulunduğu yerde olduğunu görüverdi. Ayağının topuğu ile –yahut da: 'kanadı ile' dedi– su çıkıncaya kadar eşeledi. İsmail'in annesi de onun önünde çukur yaparak eliyle şöyle yaptı ve suyu eliyle avuçlayıp kırbasına doldurmaya başladı, kendisi avuçladıktan sonra da su kaynayıp coşuyordu.
İbn Abbas dedi ki, Nebi (sav) şöyle buyurdu: "Allah İsmail'in (as) annesine rahmet etsin. Eğer Zemzemi (akması için) bırakmış olsaydı, o zaman Zemzem gürül gürül akan bir pınar olurdu."
(İbn Abbas) devamla dedi ki: Hacer sudan içti ve çocuğunu da emzirdi. Melek ona: Kaybolmaktan korkmayın, şüphesiz şu çocuk ve onun babası Allah'ın evini burada bina edeceklerdir ve elbette Allah, ehlini zayi etmez, dedi. Beyt'in yeri, yerden yüksekçe bir tepe gibi idi. Seller onun üzerinden gelir, sağından solundan bir şeyler alır götürürdü. Cürhümlülerden yol arkadaşı bir takım kimseler onların bulunduğu yere gelinceye kadar durumu böyle idi –yahut da: Curhümlülerden bir aile halkı, dedi.- Bunlar Kedâ yolundan gelip Mekke'nin alt tarafında konakladılar, derken suyun bulunduğu yerde uçup dolaşan bir kuş gördüler ve: Şüphesiz bu kuş su üzerinde dönüp durmaktadır. Ama biz bu vadiyi bildik bileli burada su yoktur, dediler. Bunun için kendi adlarına bir ya da iki kişi gönderdiler, derken onlar su ile karşılaştıkları için geri dönerek onlara suyun haberini verdiler. Bu sefer onlar da (yanlarına) geldiler.
(İbn Abbas devamla) dedi ki: İsmail’in annesi de suyun yanında bulunuyordu. Curhümlüler: Senin bulunduğun bu yerde bizim konaklamamıza izin verir misin? dediler. O: Evet fakat suda sizin bir hakkınız yok dedi, onlar da: Olur dediler.
İbn Abbas dedi ki: Nebi (sav) şöyle buyurdu: "Bu durum insanlarla ünsiyeti seven İsmail'in annesinin de hoşuna gitmişti."
Derken Cürhümlüler orada indi ve yakınlarına haber göndererek onlar da onlarla birlikte oraya indiler. Hatta sonunda orada, onlardan birkaç hane halkı dahi oldu. Çocuk gençlik çağına geldi, onlardan Arapçayı öğrendi, gençlik çağına geldiğinde onların da hoşuna gitti ve onu beğendiler. Yaşı olgunlaşınca aralarından bir hanım ile onu evlendirdiler. İsmail'in annesi de vefat etti. İsmail evlendikten sonra, İbrahim gelip orada bıraktıklarının durumunu görmek istedi. Fakat geldiğinde İsmail'i bulamadı. Hanımına İsmail'i sorunca, hanımı: Bizim için bir şeyler aramak üzere çıktı, dedi. Sonra ona, geçimlerine ve durumlarına dair soru sorunca, hanımı: Çok kötü bir haldeyiz, darlık ve sıkıntı içindeyiz deyip ona şikayette bulundu. İbrahim: Kocan geldiği zaman benden ona selam söyle ve kendisine kapısının eşiğini değiştirmesini söyle, dedi.
İsmail gelince bir şeyler sezer gibi oldu ve 'Yanınıza kimse geldi mi?' dedi. Eşi, 'Evet, bize şu şu evsafta yaşlı bir zat geldi, bize seni sordu, ben de ona durumu haber verdim. Bana geçimimizin nasıl olduğunu sordu, ona bizim zorluk ve sıkıntı içinde olduğumuzu bildirdim' dedi. İsmail, 'Peki sana herhangi bir şey tavsiye etti mi?' Eşi, 'Evet, bana sana selam söylememi emretti ve kapının eşiğini değiştirmeni söyledi' dedi.
İsmail, 'O benim babamdır, bana senden ayrılmamı emretti. Haydi ailenin yanına git' diyerek onu boşadı. Onlardan bir başka kadın ile evlendi. İbrahim Allah'ın dilediği kadar bir süre onların yanına gelmedi. Ondan sonra yanlarına geldi, yine oğlunu bulamayınca hanımının yanına girdi, hanımına kocasını sordu. Hanımı, 'Bizim için bir şeyler bulmaya çıktı' dedi. İbrahim, 'Nasılsınız' diyerek geçimlerini, durumlarını sordu. Kadın, 'Biz hayır içindeyiz, bolluk içindeyiz' diyerek Allah'a hamd ve senada bulundu. Peki, ne yersiniz? dedi. Kadın, 'Et' dedi. Ne içersiniz? dedi. Kadın, 'Su' dedi. İbrahim: 'Allah'ım, onlar için eti de suyu da bereketlendir' dedi.
Nebi (sav): "O gün için onların taneli yiyecekleri yoktu, eğer taneli yiyecekleri de olsaydı onun için de onlara dua ederdi." buyurdu.
İbn Abbas dedi ki; Bu sebeple Mekke'den başka bir yerde bir kimse yalnızca bunlarla beslenecek olursa, bunlar ona (bünyesine) kesinlikle uygun gelmez.
(Hz. İbrahim) dedi ki, 'Kocan gelecek olursa benden ona selam söyle ve ona kapısının eşiğini sağlamlaştırmasını emret.' İsmail geldiğinde, 'Size kimse geldi mi?' dedi. Eşi, 'Evet, bize görünüşü güzel bir yaşlı zat geldi' deyip, ondan övgüyle söz etti. Bana seni sordu, ben de ona haber verdim. Geçimimizin nasıl olduğunu sordu, ona ben de hayırlı bir şekilde haber verdim. (İsmail): 'Sana bir şey tavsiye etti mi?' dedi. Eşi, 'Evet, o sana selam söyledi ve sana kapının eşiğini sağlamlaştırmanı emrediyor' dedi. İsmail, 'O, benim babamdır, eşik de sensin. Seni nikâhım altında tutmamı bana emretmiş oldu' dedi.
Bundan sonra yine Allah'ın dilediği kadar bir süre onların yanına gelmedi. İsmail Zemzemin yakınında büyükçe bir ağacın altında kendisi için okları düzeltirken, onu görünce onun için ayağa kalktı ve bir babanın evladına, bir evladın da babasına davrandığı şekilde davrandı. Sonra 'Ey İsmail, Allah bana bir husus emretti' dedi. İsmail, 'O halde sen de Rabbinin emrettiğini yap' dedi. İbrahim, 'Bana yardımcı olur musun?' dedi. İsmail, 'Yardımcı olurum' dedi. İbrahim, 'Allah bana burada bir ev bina etmemi emretti' deyip çevresindekilere göre yüksekçe bir kum tepeciğine işaret etti.
(İbn Abbas) dedi ki: İşte o vakit her ikisi evin temellerini yükseltemeye başladılar. İsmail taş getiriyor, İbrahim de bina ediyordu. Nihayet bina yükselince bu bildik taşı (hacer-i esved) getirdi ve önüne koydu. İbrahim de onun üzerine çıkarak binayı yaptı. İsmail ona taş uzatıyordu. Bu arada her ikisi de: 'Rabbimiz bizden kabul buyur, çünkü sen şüphesiz her şeyi işiten her şeyi bilensin' (Bakara, 2/127) diyorlardı.
(İbn Abbas) devamla dedi ki, 'Böylelikle her ikisi de Evin dört bir tarafını dolaşarak binayı yükseltmeye devam ederlerken 'Rabbimiz, bizden kabul buyur, çünkü şüphesiz sen her şeyi işitensin, her şeyi bilensin.' diyorlardı.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Ehadîsü'l-Enbiya 9, 1/872
Senetler:
1. İbn Abbas Abdullah b. Abbas el-Kuraşî (Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
2. Ebu Abdullah Said b. Cübeyr el-Esedî (Said b. Cübeyr)
3. Kesir b. Kesir (Kesir b. Kesir b. Muttalib b. Ebu Vedâ'a)
4. Ebu Urve Mamer b. Raşid el-Ezdî (Mamer b. Râşid)
5. ُEbu Bekir Abdürrezzak b. Hemmam (Abdürrezzak b. Hemmam b. Nafi)
6. Ebu Cafer Abdullah b. Muhammed el-Cu'fî (Abdullah b. Muhammed b. Abdullah)
Konular:
Hac, Sa'y etmek
Hac, Safa ve Merve
Kabe, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail tarafından inşası
Peygamberler, Hz. İbrahim, Eşi Hacer ve oğlu İsmail'i Mekke'ye götürmesi
Peygamberler, Hz. İsmail ve nesli
Peygamberler, yakınları, Hz. Hacer
Sosyal Katmanlar, Cürhümlüler
Zemzem, suyun hikayesi, özellikleri, vs.
Bize İbrahim b. Musa, ona İsa, ona Hişâm, ona babası (Urve b. Zübeyir), ona da Hz. Âişe (r.anha) “Hz. Peygamber'e (sav)'e sihir yapıldı” demiştir. Ve yine Leys der ki: Hişâm'ın, babasından işitip muhafaza ettiği ve bana yazdığına göre Âişe şöyle demiştir:
Peygamber'e (sav) sihir yapılmıştı. Hatta Peygamber (sav) bazı yapmadığı şeyleri sanki yapmış gibi sanıyordu. Nihayet günün birinde tekrar tekrar dua etti. Sonra bana şöyle buyurdu: "Bildin mi? Allah bana şifa olacak şeyi bildirdi. Bana iki kişi geldi, biri başucumda, diğeri ayak ucumda oturdu ve biri diğerine “bu kişinin hastalığı nedir?” diye sordu. O da “sihir yapılmıştır” diye cevap verdi. Bu sefer “kim sihir yapmıştır?” diye sordu. Diğeri “Lebîd b. A'sam” diye cevap verdi. O kişi “bu sihir ne ile yapılmıştır?” diye sordu. Diğeri de “bir tarak, saç ve sakal tarantısı, erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığı ile” diye cevap verdi. Adam “nerede yapılmıştır?” diye sordu. Diğeri “Zervân Kuyusu'nda” diye cevap verdi."
Sonra Peygamber (sav) çıkıp bu kuyuya gitti. Sonra dönüp geldiğinde Âişe'ye "Kuyunun etrafındaki hurma ağacının uçları, Şeytanların başları gibidir" buyurdu. Bunun üzerine ben “Sen o sihri çıkardın mı?” diye sordum. Rasulullah (sav) "hayır çıkarmadım. Çünkü Allah bana şifa vermiştir. Bir de o sihri çıkarıp çözmekle halk arasında sihir şerrinin yayılmasından endişe ettim. Sonra (emrimle) o kuyu kapatılıp gömüldü" buyurdu.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32582, B003268
Hadis:
حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ مُوسَى أَخْبَرَنَا عِيسَى عَنْ هِشَامٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ - رضى الله عنها - قَالَتْ سُحِرَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم . وَقَالَ اللَّيْثُ كَتَبَ إِلَىَّ هِشَامٌ أَنَّهُ سَمِعَهُ وَوَعَاهُ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ سُحِرَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم حَتَّى كَانَ يُخَيَّلُ إِلَيْهِ أَنَّهُ يَفْعَلُ الشَّىْءَ وَمَا يَفْعَلُهُ ، حَتَّى كَانَ ذَاتَ يَوْمٍ دَعَا وَدَعَا ، ثُمَّ قَالَ « أَشَعَرْتِ أَنَّ اللَّهَ أَفْتَانِى فِيمَا فِيهِ شِفَائِى أَتَانِى رَجُلاَنِ ، فَقَعَدَ أَحَدُهُمَا عِنْدَ رَأْسِى وَالآخَرُ عِنْدَ رِجْلَىَّ ، فَقَالَ أَحَدُهُمَا لِلآخَرِ مَا وَجَعُ الرَّجُلِ قَالَ مَطْبُوبٌ . قَالَ وَمَنْ طَبَّهُ قَالَ لَبِيدُ بْنُ الأَعْصَمِ . قَالَ فِى مَاذَا قَالَ فِى مُشُطٍ وَمُشَاقَةٍ وَجُفِّ طَلْعَةٍ ذَكَرٍ . قَالَ فَأَيْنَ هُوَ قَالَ فِى بِئْرِ ذَرْوَانَ » . فَخَرَجَ إِلَيْهَا النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم ثُمَّ رَجَعَ فَقَالَ لِعَائِشَةَ حِينَ رَجَعَ « نَخْلُهَا كَأَنَّهَا رُءُوسُ الشَّيَاطِينِ » . فَقُلْتُ اسْتَخْرَجْتَهُ فَقَالَ « لاَ أَمَّا أَنَا فَقَدْ شَفَانِى اللَّهُ ، وَخَشِيتُ أَنْ يُثِيرَ ذَلِكَ عَلَى النَّاسِ شَرًّا ، ثُمَّ دُفِنَتِ الْبِئْرُ » .
Tercemesi:
Bize İbrahim b. Musa, ona İsa, ona Hişâm, ona babası (Urve b. Zübeyir), ona da Hz. Âişe (r.anha) “Hz. Peygamber'e (sav)'e sihir yapıldı” demiştir. Ve yine Leys der ki: Hişâm'ın, babasından işitip muhafaza ettiği ve bana yazdığına göre Âişe şöyle demiştir:
Peygamber'e (sav) sihir yapılmıştı. Hatta Peygamber (sav) bazı yapmadığı şeyleri sanki yapmış gibi sanıyordu. Nihayet günün birinde tekrar tekrar dua etti. Sonra bana şöyle buyurdu: "Bildin mi? Allah bana şifa olacak şeyi bildirdi. Bana iki kişi geldi, biri başucumda, diğeri ayak ucumda oturdu ve biri diğerine “bu kişinin hastalığı nedir?” diye sordu. O da “sihir yapılmıştır” diye cevap verdi. Bu sefer “kim sihir yapmıştır?” diye sordu. Diğeri “Lebîd b. A'sam” diye cevap verdi. O kişi “bu sihir ne ile yapılmıştır?” diye sordu. Diğeri de “bir tarak, saç ve sakal tarantısı, erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığı ile” diye cevap verdi. Adam “nerede yapılmıştır?” diye sordu. Diğeri “Zervân Kuyusu'nda” diye cevap verdi."
Sonra Peygamber (sav) çıkıp bu kuyuya gitti. Sonra dönüp geldiğinde Âişe'ye "Kuyunun etrafındaki hurma ağacının uçları, Şeytanların başları gibidir" buyurdu. Bunun üzerine ben “Sen o sihri çıkardın mı?” diye sordum. Rasulullah (sav) "hayır çıkarmadım. Çünkü Allah bana şifa vermiştir. Bir de o sihri çıkarıp çözmekle halk arasında sihir şerrinin yayılmasından endişe ettim. Sonra (emrimle) o kuyu kapatılıp gömüldü" buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Bedü'l-Halk 11, 1/851
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Münzir Hişam b. Urve el-Esedî (Hişam b. Urve b. Zübeyr b. Avvam)
4. Ebu Amr İsa b. Yunus es-Sebiî (İsa b. Yunus b. Amr b. Abdullah)
5. İbrahim b. Musa et-Temîmî (İbrahim b. Musa b. Yezid b. Zâzân)
Konular:
Hz. Peygamber, korunmuşluğu
Sihir, sihir/büyü
Siyer, Hz. Peygamber'e sihir yapılması
Bize Musa b.Muhammed el-Kattân, ona Ebu Süfyan el-Himyerî Saîd b. Yahya b. Mehdi, ona Avf, ona Muhammed, ona da Ebu Hureyre, merfu olarak (Hz. Peygamber'e (sav) dayandırarak) şöyle rivayet etmiştir. Ebu Süfyan bu hadisi çoğu kez mevkuf (Ebu Hureyre'nin sözü) olarak nakletmiştir.
"Cehenneme 'Doldun mu?' denilecek, o da 'Daha yok mu' diye cevap verecektir. Sonunda Allah ayağını cehennemin üzerine koyacak. Bu sefer cehennem 'Yetişir, yetişir (doldum)' diyecektir."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32994, B004849
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ مُوسَى الْقَطَّانُ حَدَّثَنَا أَبُو سُفْيَانَ الْحِمْيَرِىُّ سَعِيدُ بْنُ يَحْيَى بْنِ مَهْدِىٍّ حَدَّثَنَا عَوْفٌ عَنْ مُحَمَّدٍ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ رَفَعَهُ وَأَكْثَرُ مَا كَانَ يُوقِفُهُ أَبُو سُفْيَانَ « يُقَالُ لِجَهَنَّمَ هَلِ امْتَلأْتِ وَتَقُولُ هَلْ مِنْ مَزِيدٍ فَيَضَعُ الرَّبُّ تَبَارَكَ وَتَعَالَى قَدَمَهُ عَلَيْهَا فَتَقُولُ قَطِ قَطِ » .
Tercemesi:
Bize Musa b.Muhammed el-Kattân, ona Ebu Süfyan el-Himyerî Saîd b. Yahya b. Mehdi, ona Avf, ona Muhammed, ona da Ebu Hureyre, merfu olarak (Hz. Peygamber'e (sav) dayandırarak) şöyle rivayet etmiştir. Ebu Süfyan bu hadisi çoğu kez mevkuf (Ebu Hureyre'nin sözü) olarak nakletmiştir.
"Cehenneme 'Doldun mu?' denilecek, o da 'Daha yok mu' diye cevap verecektir. Sonunda Allah ayağını cehennemin üzerine koyacak. Bu sefer cehennem 'Yetişir, yetişir (doldum)' diyecektir."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Tefsîr 1, 2/267
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebu Bekir Muhammed b. Sirin el-Ensarî (Muhammed b. Sirin)
3. Ebu Sehl Avf b. Ebu Cemîle el-A'râbî (Avf b. Bendûye)
4. Ebu Süfyan Said b. Yahya el-Vasitî (Said b. Yahya b. Mehdî b. Abdurrahman)
5. Muhammed b. Musa el-Kattan (Muhammed b. Musa b. İmran)
Konular:
Cehennem, Cehennemlikler
Cehennem, Dereceleri
Cehennem, sıfatları
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32643, D004211
Hadis:
حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ مَنْصُورٍ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ طَلْحَةَ عَنْ حُمَيْدِ بْنِ وَهْبٍ عَنِ ابْنِ طَاوُسٍ عَنْ طَاوُسٍ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ مَرَّ عَلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم رَجُلٌ قَدْ خَضَبَ بِالْحِنَّاءِ فَقَالَ "مَا أَحْسَنَ هَذَا." قَالَ فَمَرَّ آخَرُ قَدْ خَضَبَ بِالْحِنَّاءِ وَالْكَتَمِ فَقَالَ "هَذَا أَحْسَنُ مِنْ هَذَا." قَالَ فَمَرَّ آخَرُ قَدْ خَضَبَ بِالصُّفْرَةِ فَقَالَ "هَذَا أَحْسَنُ مِنْ هَذَا كُلِّهِ."
Tercemesi:
Bize Osman b. Ebu Şeybe, ona İshak b. Mansur, ona Muhammed b. Talha, ona Humeyd b. Vehb, ona İbn Tâvus, ona Tâvus, ona da İbn Abbas (ra) şöyle demiştir: Rasulullah'a (sav) (sakalını veya saçını) kına ile boyamış bir adam uğradı. Efendimiz, "şu ne kadar güzel" buyurdu, (sakalını veya saçım) kına ve ketemle boyamış olan başka birisi geçti. Bu sefer Rasulullah (sav) "bu ondan da güzel" buyurdu. Sarıya boyanmış daha başka birisi geçti, onun için de "bu hepsinden daha güzel" buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Teraccul 19, /956
Senetler:
1. İbn Abbas Abdullah b. Abbas el-Kuraşî (Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
2. Ebu Abdurrahman Tâvus b. Keysan el-Yemanî (Tâvus b. Keysan)
3. Ebu Muhammed Abdullah b. Tavus el-Yemanî (Abdullah b. Tâvus b. Keysan)
4. Ebu Vehb Humeyd b. Vehb el-Kuraşî (Humeyd b. Vehb)
5. Ebu Abdullah Muhammed b. Talha el-Yamî (Muhammed b. Talha b. Musarrif)
6. İshak b. Mansur es-Selûlî (İshak b. Mansur es-Selûlî)
7. Ebu Hasan Osman b. Ebu Şeybe el-Absî (Osman b. Muhammed b. İbrahim)
Konular:
Süslenme, kına ile boyamak/sürünmek
Süslenme, Saç/Sakal Boyama
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32646, D004213
Hadis:
حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَارِثِ بْنُ سَعِيدٍ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ جُحَادَةَ عَنْ حُمَيْدٍ الشَّامِىِّ عَنْ سُلَيْمَانَ الْمَنْبِهِىِّ عَنْ ثَوْبَانَ مَوْلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِذَا سَافَرَ كَانَ آخِرُ عَهْدِهِ بِإِنْسَانٍ مِنْ أَهْلِهِ فَاطِمَةَ وَأَوَّلُ مَنْ يَدْخُلُ عَلَيْهَا إِذَا قَدِمَ فَاطِمَةَ فَقَدِمَ مِنْ غَزَاةٍ لَهُ وَقَدْ عَلَّقَتْ مِسْحًا أَوْ سِتْرًا عَلَى بَابِهَا وَحَلَّتِ الْحَسَنَ وَالْحُسَيْنَ قُلْبَيْنِ مِنْ فِضَّةٍ فَقَدِمَ فَلَمْ يَدْخُلْ فَظَنَّتْ أَنَّ مَا مَنَعَهُ أَنْ يَدْخُلَ مَا رَأَى فَهَتَكَتِ السِّتْرَ وَفَكَّكَتِ الْقُلْبَيْنِ عَنِ الصَّبِيَّيْنِ وَقَطَعَتْهُ بَيْنَهُمَا فَانْطَلَقَا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَهُمَا يَبْكِيَانِ فَأَخَذَهُ مِنْهُمَا وَقَالَ "يَا ثَوْبَانُ اذْهَبْ بِهَذَا إِلَى آلِ فُلاَنٍ. أَهْلِ بَيْتٍ بِالْمَدِينَةِ إِنَّ هَؤُلاَءِ أَهْلُ بَيْتِى أَكْرَهُ أَنْ يَأْكُلُوا طَيِّبَاتِهِمْ فِى حَيَاتِهِمُ الدُّنْيَا يَا ثَوْبَانُ اشْتَرِ لِفَاطِمَةَ قِلاَدَةً مِنْ عَصَبٍ وَسِوَارَيْنِ مِنْ عَاجٍ."
Tercemesi:
Bize Müsedded, ona Abdulvâris b. Saîd, ona Muhammed b. Cuhâde, ona Humeyd eş-Şami, ona Süleyman el-Münebbihî, ona da Rasulullah'ın (sav) azatlısı Sevban'dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir: Rasulullah (sav) bir yolculuğa çıktığında ailesinden son veda ettiği ve döndüğünde de yanına ilk girdiği insan Fâtıma (r.anha) idi. Rasulullah (sav) bir gazvesinden döndü. Hz. Fâtıma (r.anha) kapısının üzerine çul -veya perde- asmış, Hüseyin ve Hasen'a gümüşten iki bilezik takmıştı. Rasulullah (bu sefer) Hz. Fâtıma'nın yanına girmedi. Hz. Fâtıma, Rasulullah'ın gördüklerinden dolayı girmediğini zannetti ve çulu (ya da perdeyi) yırttı, çocuklardan bilezikleri çıkarıp her birini ikisi arasında paylaştırdı. Bunun üzerine Hasan ve Hüseyin ağlayarak Rasulullah'a (sav) geldiler. Rasulullah bileziği onların elinden aldı (ve Sevban'a verib) "Ya Sevbân, şunu Medine'deki falan aileye götür, Şüphesiz bunlar (Hasan, Hüseyin ve Ebeveyinleri, benim ailemdir. Onların güzel nimetlerini, dünya hayatlarında yemelerini uygun bulmuyorum. Ya Sevban, Fâtıma için aşık kemiği (veya deniz aygırı dişinden) bir gerdanlık ve fil dişinden (ya da deniz kaplumbağası) iki bilezik satın al" buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Teraccul 21, /956
Senetler:
1. Ebu Abdullah Sevban Mevla Rasulullah (Sevban b. Bücdüd)
2. Süleyman b. Abdullah el-Münebbihî (Süleyman b. Abdullah)
3. Humeyd b. Ebu Humeyd eş-Şami (Humeyd b. Ebu Humeyd)
4. Muhammed b. Cuhâde el-Evdî (Muhammed b. Cuhâde)
5. Ebu Ubeyde Abdulvâris b. Saîd el-Anberî (Abdulvâris b. Saîd b. Zekvân)
Konular:
Süslenme, kadınların zinet eşyaları, takıları,
Süslenme, takı takmak / ziynet eşyası takmak
Zühd
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32678, D004223
Hadis:
حَدَّثَنَا الْحَسَنُ بْنُ عَلِىٍّ وَمُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ الْعَزِيزِ بْنِ أَبِى رِزْمَةَ - الْمَعْنَى - أَنَّ زَيْدَ بْنَ حُبَابٍ أَخْبَرَهُمْ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مُسْلِمٍ السُّلَمِىِّ الْمَرْوَزِىِّ أَبِى طَيْبَةَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ بُرَيْدَةَ عَنْ أَبِيهِ أَنَّ رَجُلاً جَاءَ إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم وَعَلَيْهِ خَاتَمٌ مِنْ شَبَهٍ فَقَالَ لَهُ "مَا لِى أَجِدُ مِنْكَ رِيحَ الأَصْنَامِ." فَطَرَحَهُ ثُمَّ جَاءَ وَعَلَيْهِ خَاتَمٌ مِنْ حَدِيدٍ فَقَالَ "مَا لِى أَرَى عَلَيْكَ حِلْيَةَ أَهْلِ النَّارِ." فَطَرَحَهُ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ مِنْ أَىِّ شَىْءٍ أَتَّخِذُهُ قَالَ "اتَّخِذْهُ مِنْ وَرِقٍ وَلاَ تُتِمَّهُ مِثْقَالاً." وَلَمْ يَقُلْ مُحَمَّدٌ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مُسْلِمٍ. وَلَمْ يَقُلِ الْحَسَنُ السُّلَمِىِّ الْمَرْوَزِىِّ.
Tercemesi:
Bize Hasan b. Ali (b. Muhammed) ve Muhammed b. Abdülaziz b. Ebu Rizme -mana ile-, onlara Zeyd b. Hubab (b. Reyyan), ona Abdullah b. Müslim es-Sülemî el-Mervezî Ebu Taybe, ona Abdullah b. Büreyde (Husayb b. Abdullah b. Haris b. A'rec b. Sa'd b. Rezzah b. Adi b. Sehm), ona da babasının (Amir b. Husayb b. Abdullah b. Haris b. A'rec) rivayet ettiğine göre Rasulullah'ın (sav) yanına pirinçten yapılmış (sarı renkli) yüzük takınan bir adam gelmişti. Rasulullah (sav) ona; "niçin (Müşriklerin put yapımında kullandıkları pirinçten bir yüzük) takıyorsun?" dedi. Adam bunun üzerine yüzüğü attı ve demir bir yüzük takıp geri geldi. Bu sefer Rasulullah (sav) adama; "niçin cehennem ehlinin (ateşteki) takısı olan (demirden) bir yüzük takıyorsun?" dedi. Adam yine yüzüğü çıkarıp attı ve Ya Rasulullah (sav)! Peki hangi malzemeden yüzük edineyim? diye sordu. Rasulullah (sav); "gümüşten edin. Ağırlığı da bir miskalden az olsun" şeklinde cevap verdi. Muhammed, hadisi rivayet ederken rivayetin Abdullah b. Müslim kısmını, Hasan da es-Sülemî el-Mervezî kısmını zikretmemiştir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Hâtem 4, /960
Senetler:
1. Ebu Abdullah Büreyde b. Husayb el-Eslemî (Amir b. Husayb b. Abdullah b. Haris b. A'rec)
2. Abdullah b. Büreyde el-Eslemî (Abdullah b. Büreyde Husayb b. Abdullah b. Hâris b. el-A'rec b. Sa'd b. Rezzâh b. Adi b. Sehm b)
3. Abdullah b. Müslim es-Sülemî (Abdullah b. Muhammed b. Müslim)
4. Ebu Huseyin Zeyd b. Hubab et-Temimi (Zeyd b. Hubab b. Reyyan)
5. Hasan b. Ali el-Hüzeli (Hasan b. Ali b. Muhammed)
Konular:
Adab, süslenme ve yüzük takma adabı
Süslenme, Yüzük, Demir/tunçtan
Süslenme, Yüzük, gümüşten
Öneri Formu
Hadis Id, No:
33156, İM004080
Hadis:
حَدَّثَنَا أَزْهَرُ بْنُ مَرْوَانَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الأَعْلَى حَدَّثَنَا سَعِيدٌ عَنْ قَتَادَةَ قَالَ حَدَّثَنَا أَبُو رَافِعٍ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « إِنَّ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ يَحْفِرُونَ كُلَّ يَوْمٍ حَتَّى إِذَا كَادُوا يَرَوْنَ شُعَاعَ الشَّمْسِ قَالَ الَّذِى عَلَيْهِمُ ارْجِعُوا فَسَنَحْفِرُهُ غَدًا . فَيُعِيدُهُ اللَّهُ أَشَدَّ مَا كَانَ حَتَّى إِذَا بَلَغَتْ مُدَّتُهُمْ وَأَرَادَ اللَّهُ أَنْ يَبْعَثَهُمْ عَلَى النَّاسِ حَفَرُوا حَتَّى إِذَا كَادُوا يَرَوْنَ شُعَاعَ الشَّمْسِ قَالَ الَّذِى عَلَيْهِمُ ارْجِعُوا فَسَتَحْفِرُونَهُ غَدًا إِنْ شَاءَ اللَّهُ تَعَالَى وَاسْتَثْنَوْا فَيَعُودُونَ إِلَيْهِ وَهُوَ كَهَيْئَتِهِ حِينَ تَرَكُوهُ فَيَحْفِرُونَهُ وَيَخْرُجُونَ عَلَى النَّاسِ فَيَنْشِفُونَ الْمَاءَ وَيَتَحَصَّنُ النَّاسُ مِنْهُمْ فِى حُصُونِهِمْ فَيَرْمُونَ بِسِهَامِهِمْ إِلَى السَّمَاءِ فَتَرْجِعُ عَلَيْهَا الدَّمُ الَّذِى اجْفَظَّ فَيَقُولُونَ قَهَرْنَا أَهْلَ الأَرْضِ وَعَلَوْنَا أَهْلَ السَّمَاءِ فَيَبْعَثُ اللَّهُ نَغَفًا فِى أَقْفَائِهِمْ فَيَقْتُلُهُمْ بِهَا » . قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ إِنَّ دَوَابَّ الأَرْضِ لَتَسْمَنُ وَتَشْكَرُ شَكَرًا مِنْ لُحُومِهِمْ » .
Tercemesi:
Bize Ezher b. Mervan, ona Abdüla'la, ona Said, ona Katade, ona Ebu Rafi', ona da Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: Rasulullah (sav) buyurdular ki: "Ye'cüc ve Me'cüc (seddi) her gün kazarak nihayet güneşin ışığını görmeye yakın, başlarındaki kişi onlara: 'Haydi dönün, kazımıza yarın devam ederiz!" der. Allah Teâlâ hazretleri, sabah oluncaya kadar seddi eski güçlü haline iade eder. Bu hal onların müddetleri doluncaya kadar devam edecek. Vakit dolup da Allah onları insanların üzerine göndermek istediği zaman, aynı şekilde yine kazacaklar, güneşin ışığını görecekleri gedik açılacağı zaman, başlarındaki 'haydi dönün inşallah yarın kazmaya devam ederiz' diyecek. Onlar da 'inşallah!' diyecekler; ertesi günü gelecekler. Bu sefer seddi bıraktıkları gibi bulacaklar. Yine kazacaklar, bu sefer insanların üzerine çıkacaklar ve (uğradıkları) suyu içip tüketecekler. İnsanlar, onlara karşı kalelerine çekilecekler. Bu sefer onlar da oklarını göğe atacaklar. Okları, üzeri kanlı olarak geri dönecek. Bunun üzerine Ye'cüc ve Me'cüc: 'Biz yeryüzündeki insanları kahrettik ve göktekilere de galebe çaldık,' diyecekler. Sonra Allah, onların enselerine musallat olacak deve kurtlarını gönderecek, bunlarla onları öldürecek." Rasulullah (sav) devamla dedi ki: "Nefsim elinde olan Zât-ı zülcelâl'e yemin olsun ki, yerdeki hayvanlar onların etlerini yemek suretiyle muhakkak ki iyice semirecek ve memeleri sütle dolacaktır."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Mâce, Sünen-i İbn Mâce, Fiten 33, /662
Senetler:
()
Konular:
Hz. Peygamber, gelecekten haber vermesi
Kıyamet, alametleri, Ye'cuc-Me'cuc
Öneri Formu
Hadis Id, No:
33192, D004410
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُبَيْدِ بْنِ عَقِيلٍ الْهِلاَلِىُّ حَدَّثَنَا جَدِّى عَنْ مُصْعَبِ بْنِ ثَابِتِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ الزُّبَيْرِ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ الْمُنْكَدِرِ عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ جِىءَ بِسَارِقٍ إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ "اقْتُلُوهُ." فَقَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّمَا سَرَقَ. فَقَالَ "اقْطَعُوهُ." قَالَ فَقُطِعَ ثُمَّ جِىءَ بِهِ الثَّانِيَةَ فَقَالَ "اقْتُلُوهُ." فَقَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّمَا سَرَقَ. فَقَالَ "اقْطَعُوهُ." قَالَ فَقُطِعَ ثُمَّ جِىءَ بِهِ الثَّالِثَةَ فَقَالَ "اقْتُلُوهُ." فَقَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّمَا سَرَقَ. قَالَ "اقْطَعُوهُ." ثُمَّ أُتِىَ بِهِ الرَّابِعَةَ فَقَالَ "اقْتُلُوهُ." فَقَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّمَا سَرَقَ. قَالَ "اقْطَعُوهُ." فَأُتِىَ بِهِ الْخَامِسَةَ فَقَالَ "اقْتُلُوهُ." قَالَ جَابِرٌ فَانْطَلَقْنَا بِهِ فَقَتَلْنَاهُ ثُمَّ اجْتَرَرْنَاهُ فَأَلْقَيْنَاهُ فِى بِئْرٍ وَرَمَيْنَا عَلَيْهِ الْحِجَارَةَ.
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Abdullah b. Ubeyd b. Akil Hilali, ona dedesi, ona Musab b. Sabit b. Abdullah b. Zübeyr, ona Muhammed b. Münkedir, ona da Cabir b. Abdullah (ra) şöyle dedi: Rasulullah'a (sav) bir hırsız getirildi. Efendimiz: "Onu öldürün" buyurdu. Sahabeler, Ya Rasulullah, o sadece hırsızlık yaptı, dediler. Rasulullah: "Onun (elini) kesiniz" buyurdu ve kesildi. Sonra adam ikinci kez getirildi, Rasulullah (sav) yine "onu öldürünüz" buyurdu. Oradakiler, Ya Rasulullah o sadece hırsızlık yaptı, dediler. Bunun üzerine Efendimiz (sav): "Onu (n ayağını) kesiniz" buyurdu ve kesildi. Sonra üçüncü defa getirildi, Rasulullah (sav) yine, "onu öldürünüz" buyurdu. Sahabeler, Ya Rasulullah, o sadece çaldı, dediler. Bu sefer Efendimiz yine "onu (n sol elini) kesiniz" buyurdu. Aynı adam dördüncü kez getirildi, Rasulullah (sav); "Onu öldürünüz" buyurdu. Sahabeler; Ya Rasulullah o sadece çaldı, dediler Rasulullah (sav); "Onu (n sol ayağını) kesiniz," buyurdu. Adam beşinci kez getirildi bu sefer de Rasulullah (sav); "Onu öldürünüz," buyurdu. Cabir der ki: Biz adamı götürdük ve öldürdük, sonra sürüyüp bir kuyuya attık ve üzerine taş attık.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Hudûd 20, /1005
Senetler:
1. Cabir b. Abdullah el-Ensârî (Cabir b. Abdullah b. Amr b. Haram b. Salebe)
2. Ebu Abdullah Muhammed b. Münkedir el-Kuraşî (Muhammed b. Münkedir b. Abdullah b. Hüdeyr)
3. Ebu Abdullah Musab b. Sabit ez-Zübeyri (Musab b. Sabit b. Abdullah b. Zübeyr b. Avvam)
4. Ebu Amr Ubeyd b. Ukayl el-Hilali (Ubeyd b. Ukayl b. Subeyh)
5. Ebu Mesud Muhammed b. Abdullah el-Hilali (Muhammed b. Abdullah b. Ubeyd b. Akil)
Konular:
Hırsızlık, cezası