Giriş

Bize Ebu Ma'mer, ona Abdülvâris, ona ona Katan, ona Ebu Heysem, ona Ebu Yezid el-Medenî, ona İkrime, ona da İbn Abbas (r.anhuma) şöyle demiştir:

Cahiliye döneminde yapılan ilk kasâme yemini, biz Hâşim oğulları içinde olmuştur. Bir gün, Kureyş'in diğer bir koluna mensup bir adam Hâşim oğullarından bir adamı kendine ücretli bir çalışan olarak tutmuştu. Adam, işvereninin yanında, develer ile birlikte yola koyuldu, derken yolda yine Hâşim oğullarından bir adama denk geldi. Deri çuvalları­nın kulpları kopmuş olan adam hizmetçiye “bana bir ip ver de çuvallarımın kulplarını bağ­layayım, develer kaçmaz” dedi. Hizmetçi ona bir ip verdi ve adam da çuvallarının saplarını bu iple bağladı. Bir yerde konakladıklarında, biri hariç tüm develer bağlandı. Efendi, hizmetçiye “develerin arasında bağlanmamış olan bu devenin hali nedir?” diye sordu. Hizmetçi “onun ipi yok” dedi. Efendi “ipi nerede” dedi. Râvi der ki: Bunun üzerine efendi, hizmetçiye bir sopa fırlattı. bu sopa hizmetçinin ecel sebebi oldu, ağır yaralandı. Bu durumda iken, Yemenli bir adam denk geldi. Hizmetçi bu adama “hac mevsiminde hazır bulunur musun?” dedi. Adam “bazen olurum, bazen olmam” dedi. Hizmetçi “hazır bulunduğun vakit benim bir mesajımı iletir misin?” diye sordu. Adam “evet iletirim” dedi. Hizmetçi “hac mevsiminde hazır bulunduğun zaman “ey Kureyşliler” diye seslen. Eğer karşılık alırsan sonra 'ey Hâşim oğul­ları' diye seslen. Eğer karşılık gelirse onlardan Ebu Tâlib'i sor ve ona, beni ücretle tutan falanca kişinin, beni bir ip yüzünden öldürdüğünü haber ver” dedi ve ardından hizmetçi öldü.

Kervan Mekke'ye gelince, Ebu Tâlib, efendiye gelip “arkadaşımız ne yaptı?” diye sordu. Oda “hastalandı, onun bakım işini güzelce yerine getirdim, sonra ölünce def­in işini de üstlendim” dedi. Ebu Tâlib “O, senin yaptığın bu hizmetlere layık biriydi” dedi. Aradan bir zaman geçtikten sonra, hizmetçinin mesaj iletmesini vasiyet ettiği adam hac mevsiminde geldi ve “ey Kureyşliler” diye seslendi. Ona “işte şunlar Kureyş'tir”, dediler. O zât bu sefer “ey Hâşim oğulları” diye seslendi. oradakiler “Hâşim oğulları şunlardır” dediler. O zât “Ebu Tâlib nerededir? dedi. Oradakiler “Ebu Tâlib şu adamdır” dediler. Adam Ebu Tâlib'e “falanca kimse, (ağır yaralıyken) bana, bir ip yüzünden filancanın kendisini öldürdüğü haberini verip, bunu size iletmemi vasiyet etti” dedi.

Ebu Tâlib o efendiye geldi ve “bizim şu üç teklifimizden birini seç: İstersen yüz deve diyet öde. Çünkü arkadaşımızı sen öldürdün. Eğer istersen kavminden elli kişi senin onu öldürmediğine yemin etsinler. Eğer bu tekliflerimizi kabul etmezsen, o ölen arkadaşımıza karşılık seni öldürürüz” dedi. Bunun üzerine o efendi kendi kavmine geldi ve durumu onla­ra bildirdi. Onlar da “yemin edelim” dediler. Bu sırada Hâşim oğullarından, Abduüluzzâ b. Kays adında bir adamın nikâhı altında bulunan ve o adama bir çocuk doğurmuş olan bir kadın Ebu Tâlib'e geldi ve “ey Ebu Tâlib, benim şu oğlumu, o elli kişi içinden birinin yeri­ne saymanı, fakat ona, yeminlerin yaptırıldığı yerin dışında bir yerde yemin ettirmeni istiyorum” dedi. Ebu Tâlib, kadının istediğini yaptı. Bu sırada yemin edeceklerden bir adam gelip “ey Ebu Tâlib, yüz deve yerine onlardan elli adamın yemin etmesini istedin. Her bir adama iki deve düşüyor. İşte şu iki de­veyi kabul et ve yeminlerin yapıldığı yerde bana yemin ettirme” dedi. Ebu Tâlib o iki deveyi de kabul etti. Ardından kalan kırk sekiz gelip yemin ettiler.

İbn Abbâs der ki: Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, onla­rın yemin etmeleri üzerinden bir yıl geçmeden, o kırk sekiz kişiden kı­mıldayan bir göz kalmadı (hepsi bir şekilde öldü).


    Öneri Formu
34973 B003845 Buhari, Menakıbu'l-Ensar, 27


    Öneri Formu
34560 B004396 Buhari, Megâzî, 77

Bize Musa b. İsmail, ona ona Ebu Avâne, ona da Osman b. Mevheb şöyle demiştir:

Mısır ahalisinden bir adam gelip Beytullah'da hac yaparken orada oturan bir topluluk gördü ve “bu topluluk kimlerdir?” dedi. Oradakilerden biri “bunlar Kureyş'tir” dedi. O zât bu sefer “bunların içinde sözü dinlenen kimdir?” dedi. Onlar “Abdullah b. Ömer'dir” diye cevap verdiler. O zât “ey Ömer'in oğlu, ben senden bir şey soracağım, onu bana söyle; Osman'ın Uhud günü harpte bulunmadığını bilir misin?” diye sordu. İbn Ömer “evet” dedi. Adam “Osman'ın Bedir gününde kaybolup harbe katılmadığını bilir misin?” dedi. İbn Ömer yine “evet” dedi. Adam “Osman'ın Rıdvan Biatında ortadan kaybolup Hudeybiye'de hazır bulunmadığını biliyor musun?” dedi. İbn Ömer “evet” dedi. (Bu cevapları alan) adam “Allâhu Ekber” dedi. Bunun üzerine İbn Ömer şöyle dedi:

Gel, sana olayların iç yüzünü açıklayayım. Uhud günü Osman'­ın bulunmayışına gelince, ben inanıyorum ki Allah onu affedip bağışlamıştır. Bedir'de katılamayışının sebebi nikahı altında bulunan Rasulullah'ın kızı Rukiye'nin bu sırada ağır hasta olmasıdır. Rasulullah (sav) ona "senin için Bedir'de hazır bulunan bir gazinin sevabı ve ganimet payı vardır" bu­yurmuştur. Rıdvan Biatı'nda olmayışına gelince Eğer Mek­ke vadisinde Osman'dan daha fazla şeref ve nüfuz sahibi bir kimse bu­lunsaydı, muhakkak Rasulullah (sav) Osman'ın yerine onu (Mekke'ye elçi) gönderirdi. Rıdvân Biati, Rasulullah'ın (sav) Osman'ı göndermesinden ve onun da Mekke'ye gitmesinden sonra olmuştur. Osman'ın bu şerefli biattan mahrum olmaması için, Rasulullah (sav) sağ eline işaret ederek "İşte bu, Osman'ın elidir" buyurup onunla sol eli üzerine vurup "İşte bu da Osman'ın biatı" buyurmuştur.

Abdullah ibn Ömer, Mısırlı adama “hadi şimdi, sana verdiğim bilgilerle var git” dedi.


    Öneri Formu
34736 B003699 Buhari, Fedailü Ashabi'n-Nebi, 7

Bize Hudbe b. Hâlid, ona Hemmâm b. Yahya, ona Katâde ona Enes b. Mâlik, ona da Mâlik b. Sa'saa'nın (ra) rivâyet ettiğine göre, Allah Rasulü (sav) onlara İsra gecesini şöylece anlatmıştır:

"Ben, Hatîm’de" ravi Katâde der ki: Belki de "Hicr’de yatıyor iken, birisi geldi ve burasından buraya kadar olan yeri yardı." (Katâde) der ki: Ben onun (yardı) anlamındaki "Kadde" yerine "Şekka" dediğini de işittim. Yanımda bulunan Cârud’a “bununla ne demek istiyor?” diye sordu. O da “boğaz çukurundan etek tüylerinin bitim yerine kadar demek istiyor”, dedi. Ben onun (Enes’in) “göğsünün üst tarafından etek tıraşının bitim yerine kadar” dediğini de işittim.- "Kalbimi çıkardı, sonra bana iman ile dolu altından bir leğen getirildi. Kalbim yıkandı, sonra (o iman kalbime) dolduruldu. Daha sonra katırdan alçak eşekten yüksek beyaz bir binek bana getirildi." Bunun üzerine Cârûd ona (Enes’e) “ey Ebu Hamza, bu dediğin Burak mıdır?” dedi. Enes de “Evet, o, adımı gözünün gördüğü en uzak noktaya koyar” dedi. "O hayvana bindirildim, Cebrail beni dünya semasına gelinceye kadar alıp götürdü. Kapının açılmasını istedi, 'kim o?' diye soruldu, 'Cebrail' dedi. 'Beraberinde kim var?' diye soruldu, 'Muhammed' dedi. 'Ona (getirilmesi için) haber gönderildi mi?' soruldu, 'evet' dedi, ona 'Merhaba, o, hoş sefa geldi' diye cevap verildi. Kapı açıldı, ben içeri girince orada Âdem ile karşılaştım. Cebrail 'bu senin baban Âdem’dir, haydi ona selam ver' dedi. Ben de ona selam verdim, o da selamı aldıktan sonra, 'salih oğula, salih Nebi’ye merhaba' dedi."

"Sonra (Cebrail) ikinci semaya gelinceye kadar yükseldi. Kapının açılmasını istedi. 'Kim o?' diye soruldu, 'Cebrail' dedi. 'Seninle beraber kim var?' diye soruldu, 'Muhammed' dedi. 'Ona (gelmesi için) haber gönderildi mi?' diye soruldu, Cebrail 'evet' dedi. 'Merhaba ona, hoş sefa geldi denildi', kapı açıldı. Ben içeriye girince Yahya ve İsa ile karşılaştım. Onlar teyze çocuklarıdır. (Cebrail) 'Bunlar, Yahya ve İsa’dır, haydi onlara selam ver' dedi. Ben de selam verdim, selamımı aldılar, sonra da 'salih kardeşe ve salih Nebi’ye merhaba' dediler."

"Sonra beni üçüncü semaya çıkardı. Kapının açılmasını istedi, 'kim o?' diye soruldu, 'Cebrail' dedi. 'seninle beraber kim var?' denildi, 'Muhammed' dedi. 'Ona (gelmesi için) haber gönderildi mi?' diye soruldu, 'evet' dedi. 'Merhaba ona, o, hoş sefa geldi' diye cevap verildi ve kapı açıldı. İçeriye girdiğim zaman Yusuf’u gördüm. (Cebrail) 'bu Yusuf’tur, hadi ona selam ver' dedi, ben de ona selam verdim, selamımı aldı, sonra 'bu salih kardeşe ve salih Nebi’ye merhaba' dedi."

"Sonra Cebrail beni yukarı çıkardı, nihâyet dördüncü semaya getirdi. Kapının açılmasını istedi, 'kim o?' denildi, 'Cebrail' dedi. 'Seninle beraber kim var' diye soruldu, 'Muhammed' dedi. 'Gelmesi için ona haber gönderildi mi?' diye soruldu, 'evet' dedi. 'Merhaba ona, o, hoş sefa geldi' denildi. Kapı açıldı, içeriye girince İdris’i gördüm, Cebrail 'bu İdris’tir, haydi ona selam ver' dedi. Ben de ona selam verdim, selamımı aldıktan sonra 'salih kardeşe ve salih Nebi’ye merhaba' dedi."

"Sonra beni beşinci semaya kadar çıkardı. Kapının açılmasını istedi, 'kim o?' denildi, 'Cebrail' dedi. 'Beraberinde kim var?' denildi, 'Muhammed' dedi. 'Ona (gelmesi için) haber gönderildi mi?' diye soruldu, 'evet' dedi. 'Merhaba ona, o, hoş sefa geldi' denildi. İçeri girince Harun’u gördüm. (Cebrail) 'bu Harun’dur, ona selam ver' dedi. Ben de ona selam verdim selamı aldıktan sonra 'salih kardeşe ve salih Nebi’ye merhaba' dedi."

"Sonra beni daha yukarılara çıkardı ve nihâyet altıncı semaya getirdi, kapının açılmasını istedi. 'Kim o?' diye soruldu, 'Cebrail' dedi. 'Beraberinde kim var?' diye soruldu, 'Muhammed' dedi. 'Ona (gelmesi için) davet gönderildi mi?' diye soruldu, 'evet' dedi. 'Merhaba ona, o, hoş sefa geldi' de(nil)di. İçeri girdiğimde Musa’yı gördüm, 'bu Musa’dır, haydi ona selam ver' dedi. 'Ben de ona selam verdim, selamımı aldıktan sonra 'salih kardeşe ve salih Nebi’ye merhaba' dedi. Ben yanından geçince ağladı, ona 'neden ağlıyorsun' diye soruldu. O da 'çünkü benden sonra nebi olarak gönderilen bir gencin ümmetinden, cennete benim ümmetimden gireceklerden daha çok kişi girecek, onun için ağlıyorum' dedi."

"Sonra beni yedinci semaya çıkardı. Cebrail kapının açılmasını istedi. 'Kim o?' diye soruldu, 'Cebrail' dedi, 'beraberinde kim var?' denildi, 'Muhammed' dedi. 'Ona (gelmesi için) haber gönderildi mi?' diye soruldu, 'evet' dedi. 'Merhaba ona, o, hoş sefa geldi' dedi. İçeri girdiğimde İbrahim’i gördüm. (Cebrail) 'bu senin babandır, ona selam ver' dedi, ben de ona selam verdim, selamımı aldı ve 'salih evlada, salih Nebi’ye merhaba' dedi. Sonra Sidretü’l-Müntehâ’ya kadar yükseltildim, onun meyvelerinin Hecer testileri gibi olduğunu, yapraklarının da fil kulaklarını andırdığını gördüm. (Cebrail) 'işte bu Sidretü’l-müntehâ’dır' dedi. İkisi gizli, ikisi açık dört nehir gördüm. 'Bu ikisi de ne oluyor ey Cebrail' dedim. O da 'gizli olan o ikisi cennetteki iki ırmaktır, açıkta olan o ikisinin biri Nil, diğeri Fırat’tır' dedi. Sonra bana Beytu’l-Ma‘mur gösterildi. Sonra bana içinde şarap bulunan bir kap, süt bulunan bir kap ve bal bulunan bir kap getirildi. Ben de sütü aldım. O (Cebrâil) 'İşte o, fıtrattır, sen de, ümmetin de fıtrat üzeresiniz' dedi."

"Sonra bana her gün elli vakit namaz farz kılındı. Geri döndüm, Musa’nın yanından geçince 'sana ne emredildi' dedi. Ben de 'her gün bana elli vakit namaz emri verildi' dedim. O 'senin ümmetin her gün elli vakit namaz kılamaz, ben vallahi, senden önce insanları denedim, İsrail oğulları ile alabildiğine uğraşıp durdum, bu sebeple Rabbine dön, ona ümmetin için hafifletmesini dile' dedi. Ben de Rabbime döndüm, benden on vakit kaldırdı. Yine Musa’nın yanına döndüm, aynı şeyi söyledi, bir daha (Rabbime) döndüm, benden on vakit daha indirdi. Musa’nın yanına döndüğümde aynı şeyi söyledi, ben de bir daha (Rabbime) döndüm, benden onunu daha kaldırdı. Musa’ya döndüm aynısını söyleyince bir daha geri döndüm, bana her bir günde on vakit namaz emredildi, yine geri döndüm, Musa yine aynı şeyi söyledi. Bu sefer tekrar (Rabbimin huzuruna) döndüm, bana her gün beş vakit namaz emredildi. Musa’nın yanına döndüğümde bana 'sana ne emredildi' dedi, ben de 'bana günde beş vakit namaz emredildi' dedim. O 'senin ümmetin her gün beş vakit namaz kılamaz. Çünkü ben insanları senden önce iyice denedim, İsrail oğulları ile alabildiğine uğraşıp durdum. Bu sebeple Rabbine dön, ondan ümmetin için hafifletmesini dile' dedi. Ben de 'Rabbimden o kadar diledim ki, artık hayâ eder oldum, geri dönmek yerine razı olup teslimiyet göstereceğim' dedim." (Allah Rasulü) devamla buyurdu ki: "Ben (Musa’nın yanından) geçip gidince bir münâdi şöyle seslendi: Ben farizamı gerçekleştirip yerine getirdim, kullarımın da yükünü hafiflettim."


    Öneri Formu
35016 B003887 Buhari, Menakıbu'l-Ensar, 42

Bize Muhammed, ona Abdussamed, ona babası (Abdülvâris b. Saîd), ona Abdülaziz b. Suheyb, ona da Enes b. Mâlik (ra) şöyle demiştir:

Hz. Peygamber (sav), Ebu Bekir'i bineğinin arkasına bindirmiş olarak Medine'ye yöneldi. Ebu Bekir, tanınan bir ihtiyar, Allah Rasulü (sav) ise tanınmayan genç biri (gibi) idi. Bir adam Ebu Bekir'e denk gelir ve “ey Ebu Bekir, önündeki bu adam kim? ” diye sorar, o da “bu adam bana doğru yolu gösteriyor” diye cevap verirdi. O kişi, Ebu Bekir'in bu sözüyle, yol rehberi kastettiğini zannederdi, ama o, hayır yolunu gösteren, anlamında söylüyordu. Ebu Bekir ardına baktı ve bir süvarinin kendilerine yetişmek üzere olduğunu gördü. Hemen “ey Allah'ın Rasulü, bu süvari bize yetişti” dedi. Rasulullah o süvariye baktı ve "Allah'ım onu atından düşür" dedi. Bu dua üzerine, at onu yere attı, sonra da kişneyerek ayağa kalktı. Bu düşmenin ardından Surâka “Ey Allah'ın Peygamberi, ne dilersen emret” dedi. Peygamber (sav) ona "sen yerinde dur, arkamızdan bize yetişecek hiçbir kimseyi bırakma" buyurdu. Râvî Enes der ki: Surâka bir sabah Allah'ın Peygamber'i aleyhine çalışan, O'nun canına kasteden bir kimse iken, o akşam O'nun hayatını müdafaa eden bir silâh mesabesinde olmuştur.

Nihayet Rasulullah Harre tarafında konakladı. Oradaki ikametinden sonra Ensâr'a haber gönderdi. Onlar silahlanarak Allah'ın Peygamber'ine ve Ebu Bekir'in yanına geldiler, selam verip “düşmanlarınızdan emin, dostlarınızın itaat ettiği kimseler olarak develerinize bininiz” dediler. Bunun üzerine Allah Rasulü (sav) ile Ebu Bekir develerine bindi ve adamlar da onların etrafını kuşatarak yola koyuldular. Bu sırada Medine'de “Allah'ın Peygamberi geldi, Allah'ın Peygamberi geldi” denil­di. Artık herkes yükseklere çıkıp O'na bakıyor ve “Allah'ın Peygamberi geldi, Allah'ın Peygamberi geldi” diyerek sevinç gösterileri yapıyorlardı. Bu sevinç içinde ilerleyip gelen Peygamber (sav) nihayet Ebu Eyyûb'un evinin yanına indi.

Hz. Peygamber (sav) orada kendi ailesi fertlerine bazı sözler söylüyorken, ailesine ait olan bir hurmalıkta onlara hurma toplayan Abdullah b. Selâm onun konuşmasını duydu. Hemen hurma toplamayı bırakıp, topladığı hurma­lar birlikte Hz. Peygamber'in (sav) yanına geldi ve onu dinleyip tekrar ailesinin yanına döndü. Allah'ın Peygamberi (sav) devesinden indikten sonra "Hısımlarımızın evlerinden hangisinin evi daha yıkındır?" di­ye sordu. Neccâr oğullarından Ebu Eyyûb “Ey Allah'ın Peygamberi, benim evim yakındır. İşte şu benim evim­dir, şu da kapısı” diye gösterdi. Peygamber (sav) "Öyle ise haydi git de bizim için yatıp istirahat edecek bir yer hazırla" buyurdu. Ebu Eyyûb hemen gidip geldi ve Peygamber (sav) ile Ebu Bekir'e hita­ben “Yüce Allah'ın bereketi üzerine, buyurun gelin” dedi.

Allah'ın Peygamber'i Ebu Eyyûb'un evine gelince, Abdullah b. Selâm da geldi ve “şehadet ederim ki, sen Allah'ın Rasulüsün. Sen hiç şüphesiz hakkı getirdin. Yahudiler benim kendilerinin seyyidi ve seyyidlerinin oğlu olduğumu, onların en bilgilisi ve en bilginlerinin oğlu olduğumu bilir. Onları çağır da, onlara benim Müslüman ol­duğumu bildirmeden önce, beni onlardan sor. Çünkü Yahudiler eğer benim Müslüman olduğumu bilirlerse, benim hakkımda bende bulunmayan şeyler söyleyip bana iftira eder­ler” dedi. Bunun üzerine Allah'ın Peygamberi, Yahudilere haber gönderip çağırdı. Yahu­diler gelip huzuruna girdiklerinde, Rasulullah (sav) "ey Yahudi cemaati, yazıklar olsun, Allah'tan korkun. Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin ederim ki, sizler be­nim Allah'ın hak peygamberi olduğumu ve benim hak dini getirmiş ol­duğumu muhakkak pek iyi bilmektesinizdir. Onun için Müslüman olunuz" buyurdu. Yahudiler “biz senin peygamber olduğunu bilmiyoruz” dediler. Bu sözü Hz. Peygamber'e üç defa söylediler. Sonra Peygamber (sav) on­lara "Sizin aranızda Abdullah ibn Selâm var, o nasıl adamdır?" diye sordu. Yahudiler “O bizim seyyidimiz ve seyyidimizin oğludur, en bilgilimiz ve en bilgilimizin oğludur” dediler. Hz. Peygamber "Abdullah b. Selâm Müslüman olursa sizler ne dersiniz?" diye sordu. Yahudiler “Allah korusun, Abdullah b. Selâm asla Müslüman ol­maz” dediler. Peygamber (sav) yine "Abdullah b. Selâm Müslüman olursa sizler ne dersiniz?" buyurdu. Yahudiler “Allah korusun, Abdullah b. Selâm asla Müslüman ol­maz” dedi­ler. Hz. Peygamber üçüncü defa "Abdullah b. Selâm Müslüman olursa sizler ne dersiniz?" diye sordu. Yahudiler de üçüncü defa “Allah korusun, Abdullah b. Selâm asla Müslüman ol­maz” dediler. Bu sefer Peygamber, Abdullah b. Selâm'a hitaben: "Yâ İbn Selâm, bulunduğun yerden bunların önüne çık" buyurdu. Abdullah, saklı bulunduğu yerden çıkarak “ey Yahudi cemaati, Allah'tan korkun, kendisin­den başka hiçbir ilâh olmayan Allah'a yeminle söylüyorum ki, sizler O'nun Allah'ın Rasulü olduğunu ve O'nun hak din getirdiğini mu­hakkak iyi bilmektesiniz” dedi.
Yahudiler de ona karşı “Sen yalan söyledin” dediler. Bu çelişkili sözleri üzerine Rasulullah, Yahudileri huzurundan dışarı çıkardı.


    Öneri Formu
35040 B003911 Buhari, Menakıbu'l-Ensar, 45

Bize Ubeyd b. İsmail, ona Ebu Üsame, ona Hişâm, ona babası (Urve b. ZÜbeyir) şöyle rivayet etmiştir:

"Hz. Aişe (kız kardeşi) Esma'dan ödünç olarak bir gerdanlık aldı ve o gerdanlık (bir sefer esnasında) kayboldu. Rasulullah (sav) sahabilerinden bir kaç kişiyi onu aramaya gönderdi. Gerdanlığı arıyorlarken namaz vakti girdi ve onlar su bulamadıkları için abdestsiz namaz kıldılar. Hz. Peygam­ber'e (sav) geldikleri zaman bu konudaki endişelerini ona arz ettiler. Bu olay üzerine teyemmüm Mâide, 6 ayeti nazil oldu. Bunun üzerine Üseyd b. Hudayr Hz. Aişe'ye hitaben şöyle dedi: Allah seni hayırla mükafatlandırsın. Vallahi senin başına her ne gelirse gelsin mutlaka Allah onda senin için bir çıkış, Müslümanlar için bir bereket yaratmaktadır."


    Öneri Formu
34834 B003773 Buhari, Fedailü Ashabi'n-Nebi, 30

Bize Abdullah b. Muhammed el-Cu'fî, ona Süfyân, ona Mutarrif, ona Ebu Sefer, ona da İbn Abbas şöyle demiştir:

Ey insanlar, size söyleyeceğim şeyleri iyi dinleyin, dinlediklerinizi de bana tekrarlayın ki sonra iyice anlamadan, gidip “İbn Abbas şöyle dedi, böyle dedi” demeyin. Her kim Kâbe'yi tavaf edecekse, Hicr'in arka tarafından tavaf etsin. Hicr'e, Hatîm demeyin. Çünkü Cahiliye devrinde her­hangi birisi orada yemin eder ve (yeminine işaret olsun diye) oraya kamçısını yahut ayakkabısını ya da yayını atardı. (İşte bundan dolayı oraya Hatîm denilmiş).


    Öneri Formu
34976 B003848 Buhari, Menakıbu'l-Ensar, 27


    Öneri Formu
34467 B004340 Buhari, Megâzî, 59


    Öneri Formu
34911 MU000222 Muvatta, Salât, 18


    Öneri Formu
35074 MU000240 Muvatta, Cuma, 7