Öneri Formu
Hadis Id, No:
36002, MU000786
Hadis:
وَحَدَّثَنِى عَنْ مَالِكٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ سَالِمِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ أَنَّهُ سَمِعَ أَبَا هُرَيْرَةَ يُحَدِّثُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عُمَرَ أَنَّهُ مَرَّ بِهِ قَوْمٌ مُحْرِمُونَ بِالرَّبَذَةِ فَاسْتَفْتَوْهُ فِى لَحْمِ صَيْدٍ وَجَدُوا نَاسًا أَحِلَّةً يَأْكُلُونَهُ فَأَفْتَاهُمْ بِأَكْلِهِ قَالَ ثُمَّ قَدِمْتُ الْمَدِينَةَ عَلَى عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ فَسَأَلْتُهُ عَنْ ذَلِكَ فَقَالَ بِمَ أَفْتَيْتَهُمْ قَالَ فَقُلْتُ أَفْتَيْتُهُمْ بِأَكْلِهِ . قَالَ فَقَالَ عُمَرُ لَوْ أَفْتَيْتَهُمْ بِغَيْرِ ذَلِكَ لأَوْجَعْتُكَ .
Tercemesi:
O (Yahya) bana, ona Mâlik, ona İbn Şihâb, ona Sâlim b. Abdullah’ın rivayet ettiğine göre o, Ebu Hureyre’i Abdullah b. Ömer’e şu hadisi rivayet ederken dinlemiştir: Kendisi Rebeze’de ihrama girmiş bir topluluğun yanından geçerken, bir av hayvanı etini yemekte olduklarını gördükleri ihramsız kimseler hakkındaki durumuna dair ona fetva sordular. O da kendilerine o av hayvanı etinden yiyebileceklerine dair fetva verdi. (Ebu Hureyre) dedi ki: Sonra Medine’ye Ömer b. el-Hattâb’ın yanına gittim, ona bunun hükmünü sordum. (Ömer): Peki, sen onlara nasıl fetva verdin? dedi. Ebu Hureyre dedi ki: Ben onlara ondan yiyebileceklerinin fetvasını verdim, dedi. Bu sefer Ömer: Eğer onlara başka bir fetva vermiş olsaydın, mutlaka senin canını yakacak bir ceza verirdim, dedi.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', Hac 786, 1/126
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebu Ömer Salim b. Abdullah el-Adevî (Salim b. Abdullah b. Ömer b. Hattab)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
Konular:
Hac, ihrama girmek
Hac, ihramlı iken avlanma,
وَحَدَّثَنِى عَنْ مَالِكٍ عَنْ أَبِى الزِّنَادِ عَنِ الأَعْرَجِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم رَأَى رَجُلاً يَسُوقُ بَدَنَةً فَقَالَ ارْكَبْهَا. فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّهَا بَدَنَةٌ . فَقَالَ ارْكَبْهَا وَيْلَكَ. فِى الثَّانِيَةِ أَوِ الثَّالِثَةِ .
Öneri Formu
Hadis Id, No:
36059, MU000843
Hadis:
وَحَدَّثَنِى عَنْ مَالِكٍ عَنْ أَبِى الزِّنَادِ عَنِ الأَعْرَجِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم رَأَى رَجُلاً يَسُوقُ بَدَنَةً فَقَالَ ارْكَبْهَا. فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّهَا بَدَنَةٌ . فَقَالَ ارْكَبْهَا وَيْلَكَ. فِى الثَّانِيَةِ أَوِ الثَّالِثَةِ .
Tercemesi:
Bana Malik (b. Enes el-Esbahî), ona Ebu Zinad (Abdullah b. Zekvan el-Kuraşî), ona A'rec (Abdurrahman b. Hürmüz) ona da Ebu Hureyre'nin rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) kurbanlık deveyi (Kabe'ye) güden bir adam gördü. Ona binmesini emretti. Bunun üzerine adam "Ey Allah'ın (cc) Rasulü (sav), bu kurbanlık devedir" dedi. O (sav) bu sefer iki üç defa "Vah haline! Ona bin!!" diye buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', Hac 843, 1/137
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebu Davud A'rec Abdurrahman b. Hürmüz (Abdurrahman b. Hürmüz)
3. Ebu Zinad Abdullah b. Zekvan el-Kuraşi (Abdullah b. Zekvan)
Konular:
Kurban, deve, koyun, keçi vs.
Kurban, kurbanlık hayvana binmek
Öneri Formu
Hadis Id, No:
36108, MU000892
Hadis:
حَدَّثَنِى يَحْيَى عَنْ مَالِكٍ عَنْ نَافِعٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ اللَّهُمَّ ارْحَمِ الْمُحَلِّقِينَ. قَالُوا وَالْمُقَصِّرِينَ يَا رَسُولَ اللَّهِ . قَالَ اللَّهُمَّ ارْحَمِ الْمُحَلِّقِينَ. قَالُوا وَالْمُقَصِّرِينَ يَا رَسُولَ اللَّهِ . قَالَ وَالْمُقَصِّرِينَ .
Tercemesi:
Bana Yahya, ona Mâlik, ona Nâfi, ona da Abdullah b. Ömer’in rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav): “Allah’ım, saçlarını tıraş edenlere rahmet buyur” dedi. Ashab: Kısaltanlara da (rahmet buyurması için dua et), ey Allah’ın Rasulü, dediler. O: “Allah’ım, saçlarını tıraş edenlere rahmet buyur” dedi. Onlar: Kısaltanlara da (rahmet buyurmasını dile), ey Allah’ın Rasulü, dediler. Bu sefer O: “Kısaltanlara da” buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', Hac 892, 1/144
Senetler:
()
Konular:
Hac, İhramdan çıkmak
Hac, traş olma
Öneri Formu
Hadis Id, No:
36500, MU000955
Hadis:
وَحَدَّثَنِى عَنْ مَالِكٍ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ عَمْرِو بْنِ حَلْحَلَةَ الدِّيلِىِّ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ عِمْرَانَ الأَنْصَارِىِّ عَنْ أَبِيهِ أَنَّهُ قَالَ عَدَلَ إِلَىَّ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عُمَرَ وَأَنَا نَازِلٌ تَحْتَ سَرْحَةٍ بِطَرِيقِ مَكَّةَ فَقَالَ مَا أَنْزَلَكَ تَحْتَ هَذِهِ السَّرْحَةِ فَقُلْتُ أَرَدْتُ ظِلَّهَا . فَقَالَ هَلْ غَيْرُ ذَلِكَ فَقُلْتُ لاَ مَا أَنْزَلَنِى إِلاَّ ذَلِكَ . فَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عُمَرَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِذَا كُنْتَ بَيْنَ الأَخْشَبَيْنِ مِنْ مِنًى وَنَفَخَ بِيَدِهِ نَحْوَ الْمَشْرِقِ فَإِنَّ هُنَاكَ وَادِيًا يُقَالُ لَهُ السُّرَرُ بِهِ شَجَرَةٌ سُرَّ تَحْتَهَا سَبْعُونَ نَبِيًّا.
Tercemesi:
O (Yahya) bana, ona Mâlik, ona Muhammed b. Amr b. Halhale ed-Dîlî, ona Muhammed b. İmran el-Ensarî, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ben Mekke yolu üzerindeki büyükçe bir ağacın altında konaklamış iken Abdullah b. Ömer yanıma geldi ve: Bu ağacın altına inip konaklamana sebep ne? dedi. Ben: Gölgesinden faydalanmak istedim, dedim. O: Bundan başka maksadın var mı? dedi. Ben: Burada inip konaklamamda bundan başka bir sebep yok, dedim. Bu sefer Abdullah b. Ömer dedi ki: Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Minâ’nın Ahşebeyn diye bilinen iki dağı arasında bulunacak olursan –eliyle doğu tarafını işaret ederek- orada kendisine es-Surer (göbek bağları) denilen ve Surre ağacının bulunduğu bir vadi vardır ki, o ağacın altında yetmiş peygamber yaşamıştır.”
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', Hac 955, 1/155
Senetler:
()
Konular:
Hac, Mina
Öneri Formu
Hadis Id, No:
36044, MU000828
Hadis:
وَحَدَّثَنِى عَنْ مَالِكٍ عَنْ أَبِى الزُّبَيْرِ الْمَكِّىِّ أَنَّ أَبَا مَاعِزٍ الأَسْلَمِىَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ سُفْيَانَ أَخْبَرَهُ أَنَّهُ كَانَ جَالِسًا مَعَ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ فَجَاءَتْهُ امْرَأَةٌ تَسْتَفْتِيهِ فَقَالَتْ إِنِّى أَقْبَلْتُ أُرِيدُ أَنْ أَطُوفَ بِالْبَيْتِ حَتَّى إِذَا كُنْتُ بِبَابِ الْمَسْجِدِ هَرَقْتُ الدِّمَاءَ فَرَجَعْتُ حَتَّى ذَهَبَ ذَلِكَ عَنِّى ثُمَّ أَقْبَلْتُ حَتَّى إِذَا كُنْتُ عِنْدَ بَابِ الْمَسْجِدِ هَرَقْتُ الدِّمَاءَ فَرَجَعْتُ حَتَّى ذَهَبَ ذَلِكَ عَنِّى ثُمَّ أَقْبَلْتُ حَتَّى إِذَا كُنْتُ عِنْدَ بَابِ الْمَسْجِدِ هَرَقْتُ الدِّمَاءَ . فَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عُمَرَ إِنَّمَا ذَلِكَ رَكْضَةٌ مِنَ الشَّيْطَانِ فَاغْتَسِلِى ثُمَّ اسْتَثْفِرِى بِثَوْبٍ ثُمَّ طُوفِى .
Tercemesi:
Abdullah b. Süfyan anlatıyor: Abdullah b. Ömer'le beraber oturuyordum, bir ara ona bir kadın gelerek bir fetva sordu: "Ben Beytullah'ı tavaf etmek istiyordum, tam kapıya kadar varınca kanama oldu. Döndüm, kesildi. Sonra tekrar Kabe'nin kapısına kadar geldim, yine kanama oldu. Tekrar döner dönmez kesildi. Bir sefer daha denedim. Mescidin kapısına kadar vardım yine kanama oldu, ne yapayım?" dedi. Abdullah b. Ömer ona şu cevabı verdi: "Bu şeytanın vesvesesindendir, sakın evhamlanma,guslet, bacaklarının arasına bir parça bez koy, sonra da tavafim yap."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', Hac 828, 1/134
Senetler:
()
Konular:
Hac, hayızlı/lohusa kadının
Öneri Formu
Hadis Id, No:
36448, MU000905
Hadis:
وَحَدَّثَنِى عَنْ مَالِكٍ عَنْ مُوسَى بْنِ عُقْبَةَ عَنْ كُرَيْبٍ مَوْلَى ابْنِ عَبَّاسٍ عَنْ أُسَامَةَ بْنِ زَيْدٍ أَنَّهُ سَمِعَهُ يَقُولُ دَفَعَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ عَرَفَةَ حَتَّى إِذَا كَانَ بِالشِّعْبِ نَزَلَ فَبَالَ فَتَوَضَّأَ فَلَمْ يُسْبِغِ الْوُضُوءَ فَقُلْتُ لَهُ الصَّلاَةَ يَا رَسُولَ اللَّهِ . فَقَالَ الصَّلاَةُ أَمَامَكَ. فَرَكِبَ فَلَمَّا جَاءَ الْمُزْدَلِفَةَ نَزَلَ فَتَوَضَّأَ فَأَسْبَغَ الْوُضُوءَ ثُمَّ أُقِيمَتِ الصَّلاَةُ فَصَلَّى الْمَغْرِبَ ثُمَّ أَنَاخَ كُلُّ إِنْسَانٍ بَعِيرَهُ فِى مَنْزِلِهِ ثُمَّ أُقِيمَتِ الْعِشَاءُ فَصَلاَّهَا وَلَمْ يُصَلِّ بَيْنَهُمَا شَيْئًا .
Tercemesi:
Üsame b. Zeyd'den: Resûlullah (s.a.v.) Arafat'tan inerken Müzdelife'ye gelmeden bir dar yolda durdu, küçük abdestini yapıp derhal abdest aldı. Cemaate abdest almaları için vakit de vermedi. Bunun üzerine ben: "Namaz mı kılacağız ya Resûlallah?" dedim. "Namaz ileride!" buyurdu. Bineğine binerek Müzdelife'ye kadar geldi. Orada inip abdest aldı, abdest almaları için cemaate de süre tanıdı. Sonra kamet getirilip akşam namazını kıldı. Herkes devesi yanında çökmüş dururken, bu sefer yatsı için kamet getirildi, onu da kıldılar. Akşamla yatsı arasında başka hiç bir namaz kılınmadı.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', Hac 905, 1/146
Senetler:
()
Konular:
Hac, namazların cem'i
Öneri Formu
Hadis Id, No:
36974, MU001223
Hadis:
وَحَدَّثَنِى عَنْ مَالِكٍ عَنْ يَحْيَى بْنِ سَعِيدٍ عَنْ رَجُلٍ مِنَ الأَنْصَارِ أَنَّ امْرَأَتَهُ سَأَلَتْهُ الطَّلاَقَ فَقَالَ لَهَا إِذَا حِضْتِ فَآذِنِينِى . فَلَمَّا حَاضَتْ آذَنَتْهُ فَقَالَ إِذَا طَهُرْتِ فَآذِنِينِى فَلَمَّا طَهُرَتْ آذَنَتْهُ فَطَلَّقَهَا . قَالَ مَالِكٌ وَهَذَا أَحْسَنُ مَا سَمِعْتُ فِى ذَلِكَ .
Tercemesi:
Yahya b. Said'den: Bir kadın Ensar'dan olan kocasından kendisini boşamasını istedi. Kocası da, "Hayız görünce bana haber ver" dedi. Kadın hayız görünce kocasına heber verdi. (Bu sefer) kocası "Temizlenince haber ver" dedi. Kadın temizlenince haber verdi, kocası da onu (temizken) boşadı.
İmam Malik der ki: Bu konuda işittiklerimin en uygunu budur.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', Talak 1223, 1/212
Senetler:
()
Konular:
İddet, boşanmış kadının iddeti
Öneri Formu
Hadis Id, No:
37216, MU001392
Hadis:
وَحَدَّثَنِى مَالِكٌ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ سُلَيْمَانَ بْنِ يَسَارٍ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم كَانَ يَبْعَثُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ رَوَاحَةَ إِلَى خَيْبَرَ فَيَخْرُصُ بَيْنَهُ وَبَيْنَ يَهُودِ خَيْبَرَ قَالَ فَجَمَعُوا لَهُ حَلْيًا مِنْ حَلْىِ نِسَائِهِمْ فَقَالُوا لَهُ هَذَا لَكَ وَخَفِّفْ عَنَّا وَتَجَاوَزْ فِى الْقَسْمِ . فَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ رَوَاحَةَ يَا مَعْشَرَ الْيَهُودِ وَاللَّهِ إِنَّكُمْ لَمِنْ أَبْغَضِ خَلْقِ اللَّهِ إِلَىَّ وَمَا ذَاكَ بِحَامِلِى عَلَى أَنْ أَحِيفَ عَلَيْكُمْ فَأَمَّا مَا عَرَضْتُمْ مِنَ الرُّشْوَةِ فَإِنَّهَا سُحْتٌ وَإِنَّا لاَ نَأْكُلُهَا . فَقَالُوا بِهَذَا قَامَتِ السَّمَوَاتُ وَالأَرْضُ . قَالَ مَالِكٌ إِذَا سَاقَى الرَّجُلُ النَّخْلَ وَفِيهَا الْبَيَاضُ فَمَا ازْدَرَعَ الرَّجُلُ الدَّاخِلُ فِى الْبَيَاضِ فَهُوَ لَهُ . قَالَ وَإِنِ اشْتَرَطَ صَاحِبُ الأَرْضِ أَنَّهُ يَزْرَعُ فِى الْبَيَاضِ لِنَفْسِهِ فَذَلِكَ لاَ يَصْلُحُ لأَنَّ الرَّجُلَ الدَّاخِلَ فِى الْمَالِ يَسْقِى لِرَبِّ الأَرْضِ فَذَلِكَ زِيَادَةٌ ازْدَادَهَا عَلَيْهِ . قَالَ وَإِنِ اشْتَرَطَ الزَّرْعَ بَيْنَهُمَا فَلاَ بَأْسَ بِذَلِكَ إِذَا كَانَتِ الْمَئُونَةُ كُلُّهَا عَلَى الدَّاخِلِ فِى الْمَالِ الْبَذْرُ وَالسَّقْىُ وَالْعِلاَجُ كُلُّهُ فَإِنِ اشْتَرَطَ الدَّاخِلُ فِى الْمَالِ عَلَى رَبِّ الْمَالِ أَنَّ الْبَذْرَ عَلَيْكَ كَانَ ذَلِكَ غَيْرَ جَائِزٍ لأَنَّهُ قَدِ اشْتَرَطَ عَلَى رَبِّ الْمَالِ زِيَادَةً ازْدَادَهَا عَلَيْهِ وَإِنَّمَا تَكُونُ الْمُسَاقَاةُ عَلَى أَنَّ عَلَى الدَّاخِلِ فِى الْمَالِ الْمَئُونَةَ كُلَّهَا وَالنَّفَقَةَ وَلاَ يَكُونُ عَلَى رَبِّ الْمَالِ مِنْهَا شَىْءٌ فَهَذَا وَجْهُ الْمُسَاقَاةِ الْمَعْرُوفُ . قَالَ مَالِكٌ فِى الْعَيْنِ تَكُونُ بَيْنَ الرَّجُلَيْنِ فَيَنْقَطِعُ مَاؤُهَا فَيُرِيدُ أَحَدُهُمَا أَنْ يَعْمَلَ فِى الْعَيْنِ وَيَقُولُ الآخَرُ لاَ أَجِدُ مَا أَعْمَلُ بِهِ إِنَّهُ يُقَالُ لِلَّذِى يُرِيدُ أَنْ يَعْمَلَ فِى الْعَيْنِ اعْمَلْ وَأَنْفِقْ وَيَكُونُ لَكَ الْمَاءُ كُلُّهُ تَسْقِى بِهِ حَتَّى يَأْتِىَ صَاحِبُكَ بِنِصْفِ مَا أَنْفَقْتَ فَإِذَا جَاءَ بِنِصْفِ مَا أَنْفَقْتَ أَخَذَ حِصَّتَهُ مِنَ الْمَاءِ . وَإِنَّمَا أُعْطِىَ الأَوَّلُ الْمَاءَ كُلَّهُ لأَنَّهُ أَنْفَقَ وَلَوْ لَمْ يُدْرِكْ شَيْئًا بِعَمَلِهِ لَمْ يَعْلَقِ الآخَرَ مِنَ النَّفَقَةِ شَىْءٌ . قَالَ مَالِكٌ وَإِذَا كَانَتِ النَّفَقَةُ كُلُّهَا وَالْمَئُونَةُ عَلَى رَبِّ الْحَائِطِ وَلَمْ يَكُنْ عَلَى الدَّاخِلِ فِى الْمَالِ شَىْءٌ إِلاَّ أَنَّهُ يَعْمَلُ بِيَدِهِ إِنَّمَا هُوَ أَجِيرٌ بِبَعْضِ الثَّمَرِ فَإِنَّ ذَلِكَ لاَ يَصْلُحُ لأَنَّهُ لاَ يَدْرِى كَمْ إِجَارَتُهُ إِذَا لَمْ يُسَمِّ لَهُ شَيْئًا يَعْرِفُهُ وَيَعْمَلُ عَلَيْهِ لاَ يَدْرِى أَيَقِلُّ ذَلِكَ أَمْ يَكْثُرُ . قَالَ مَالِكٌ وَكُلُّ مُقَارِضٍ أَوْ مُسَاقٍ فَلاَ يَنْبَغِى لَهُ أَنْ يَسْتَثْنِىَ مِنَ الْمَالِ وَلاَ مِنَ النَّخْلِ شَيْئًا دُونَ صَاحِبِهِ وَذَلِكَ أَنَّهُ يَصِيرُ لَهُ أَجِيرًا بِذَلِكَ يَقُولُ أُسَاقِيكَ عَلَى أَنْ تَعْمَلَ لِى فِى كَذَا وَكَذَا نَخْلَةً تَسْقِيهَا وَتَأْبُرُهَا وَأُقَارِضُكَ فِى كَذَا وَكَذَا مِنَ الْمَالِ عَلَى أَنْ تَعْمَلَ لِى بِعَشَرَةِ دَنَانِيرَ لَيْسَتْ مِمَّا أُقَارِضُكَ عَلَيْهِ فَإِنَّ ذَلِكَ لاَ يَنْبَغِى وَلاَ يَصْلُحُ وَذَلِكَ الأَمْرُ عِنْدَنَا . قَالَ مَالِكٌ وَالسُّنَّةُ فِى الْمُسَاقَاةِ الَّتِى يَجُوزُ لِرَبِّ الْحَائِطِ أَنْ يَشْتَرِطَهَا عَلَى الْمُسَاقَى شَدُّ الْحِظَارِ وَخَمُّ الْعَيْنِ وَسَرْوُ الشَّرَبِ وَإِبَّارُ النَّخْلِ وَقَطْعُ الْجَرِيدِ وَجَذُّ الثَّمَرِ هَذَا وَأَشْبَاهُهُ عَلَى أَنَّ لِلْمُسَاقَى شَطْرَ الثَّمَرِ أَوْ أَقَلَّ مِنْ ذَلِكَ أَوْ أَكْثَرَ إِذَا تَرَاضَيَا عَلَيْهِ غَيْرَ أَنَّ صَاحِبَ الأَصْلِ لاَ يَشْتَرِطُ ابْتِدَاءَ عَمَلٍ جَدِيدٍ يُحْدِثُهُ الْعَامِلُ فِيهَا مِنْ بِئْرٍ يَحْتَفِرُهَا أَوْ عَيْنٍ يَرْفَعُ رَأْسَهَا أَوْ غِرَاسٍ يَغْرِسُهُ فِيهَا يَأْتِى بِأَصْلِ ذَلِكَ مِنْ عِنْدِهِ أَوْ ضَفِيرَةٍ يَبْنِيهَا تَعْظُمُ فِيهَا نَفَقَتُهُ وَإِنَّمَا ذَلِكَ بِمَنْزِلَةِ أَنْ يَقُولَ رَبُّ الْحَائِطِ لِرَجُلٍ مِنَ النَّاسِ ابْنِ لِى هَا هُنَا بَيْتًا أَوِ احْفُرْ لِى بِئْرًا أَوْ أَجْرِ لِى عَيْنًا أَوِ اعْمَلْ لِى عَمَلاً بِنِصْفِ ثَمَرِ حَائِطِى هَذَا قَبْلَ أَنْ يَطِيبَ ثَمَرُ الْحَائِطِ وَيَحِلَّ بَيْعُهُ فَهَذَا بَيْعُ الثَّمَرِ قَبْلَ أَنْ يَبْدُوَ صَلاَحُهُ وَقَدْ نَهَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَنْ بَيْعِ الثِّمَارِ حَتَّى يَبْدُوَ صَلاَحُهَا . قَالَ مَالِكٌ فَأَمَّا إِذَا طَابَ الثَّمَرُ وَبَدَا صَلاَحُهُ وَحَلَّ بَيْعُهُ ثُمَّ قَالَ رَجُلٌ لِرَجُلٍ اعْمَلْ لِى بَعْضَ هَذِهِ الأَعْمَالِ لِعَمَلٍ يُسَمِّيهِ لَهُ بِنِصْفِ ثَمَرِ حَائِطِى هَذَا فَلاَ بَأْسَ بِذَلِكَ إِنَّمَا اسْتَأْجَرَهُ بِشَىْءٍ مَعْرُوفٍ مَعْلُومٍ قَدْ رَآهُ وَرَضِيَهُ فَأَمَّا الْمُسَاقَاةُ فَإِنَّهُ إِنْ لَمْ يَكُنْ لِلْحَائِطِ ثَمَرٌ أَوْ قَلَّ ثَمَرُهُ أَوْ فَسَدَ فَلَيْسَ لَهُ إِلاَّ ذَلِكَ وَأَنَّ الأَجِيرَ لاَ يُسْتَأْجَرُ إِلاَّ بِشَىْءٍ مُسَمًّى لاَ تَجُوزُ الإِجَارَةُ إِلاَّ بِذَلِكَ وَإِنَّمَا الإِجَارَةُ بَيْعٌ مِنَ الْبُيُوعِ إِنَّمَا يَشْتَرِى مِنْهُ عَمَلَهُ وَلاَ يَصْلُحُ ذَلِكَ إِذَا دَخَلَهُ الْغَرَرُ لأَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم نَهَى عَنْ بَيْعِ الْغَرَرِ . قَالَ مَالِكٌ السُّنَّةُ فِى الْمُسَاقَاةِ عِنْدَنَا أَنَّهَا تَكُونُ فِى أَصْلِ كُلِّ نَخْلٍ أَوْ كَرْمٍ أَوْ زَيْتُونٍ أَوْ رُمَّانٍ أَوْ فِرْسِكٍ أَوْ مَا أَشْبَهَ ذَلِكَ مِنَ الأُصُولِ جَائِزٌ لاَ بَأْسَ بِهِ عَلَى أَنَّ لِرَبِّ الْمَالِ نِصْفَ الثَّمَرِ مِنْ ذَلِكَ أَوْ ثُلُثَهُ أَوْ رُبُعَهُ أَوْ أَكْثَرَ مِنْ ذَلِكَ أَوْ أَقَلَّ . قَالَ مَالِكٌ وَالْمُسَاقَاةُ أَيْضًا تَجُوزُ فِى الزَّرْعِ إِذَا خَرَجَ وَاسْتَقَلَّ فَعَجَزَ صَاحِبُهُ عَنْ سَقْيِهِ وَعَمَلِهِ وَعِلاَجِهِ فَالْمُسَاقَاةُ فِى ذَلِكَ أَيْضًا جَائِزَةٌ . قَالَ مَالِكٌ لاَ تَصْلُحُ الْمُسَاقَاةُ فِى شَىْءٍ مِنَ الأُصُولِ مِمَّا تَحِلُّ فِيهِ الْمُسَاقَاةُ إِذَا كَانَ فِيهِ ثَمَرٌ قَدْ طَابَ وَبَدَا صَلاَحُهُ وَحَلَّ بَيْعُهُ وَإِنَّمَا يَنْبَغِى أَنْ يُسَاقَى مِنَ الْعَامِ الْمُقْبِلِ وَإِنَّمَا مُسَاقَاةُ مَا حَلَّ بَيْعُهُ مِنَ الثِّمَارِ إِجَارَةٌ لأَنَّهُ إِنَّمَا سَاقَى صَاحِبَ الأَصْلِ ثَمَرًا قَدْ بَدَا صَلاَحُهُ عَلَى أَنْ يَكْفِيَهُ إِيَّاهُ وَيَجُذَّهُ لَهُ بِمَنْزِلَةِ الدَّنَانِيرِ وَالدَّرَاهِمِ يُعْطِيهِ إِيَّاهَا وَلَيْسَ ذَلِكَ بِالْمُسَاقَاةِ إِنَّمَا الْمُسَاقَاةُ مَا بَيْنَ أَنْ يَجُذَّ النَّخْلَ إِلَى أَنْ يَطِيبَ الثَّمَرُ وَيَحِلَّ بَيْعُهُ . قَالَ مَالِكٌ وَمَنْ سَاقَى ثَمَرًا فِى أَصْلٍ قَبْلَ أَنْ يَبْدُوَ صَلاَحُهُ وَيَحِلَّ بَيْعُهُ فَتِلْكَ الْمُسَاقَاةُ بِعَيْنِهَا جَائِزَةٌ . قَالَ مَالِكٌ وَلاَ يَنْبَغِى أَنْ تُسَاقَى الأَرْضُ الْبَيْضَاءُ وَذَلِكَ أَنَّهُ يَحِلُّ لِصَاحِبِهَا كِرَاؤُهَا بِالدَّنَانِيرِ وَالدَّرَاهِمِ وَمَا أَشْبَهَ ذَلِكَ مِنَ الأَثْمَانِ الْمَعْلُومَةِ . قَالَ فَأَمَّا الرَّجُلُ الَّذِى يُعْطِى أَرْضَهُ الْبَيْضَاءَ بِالثُّلُثِ أَوِ الرُّبُعِ مِمَّا يَخْرُجُ مِنْهَا فَذَلِكَ مِمَّا يَدْخُلُهُ الْغَرَرُ لأَنَّ الزَّرْعَ يَقِلُّ مَرَّةً وَيَكْثُرُ مَرَّةً وَرُبَّمَا هَلَكَ رَأْسًا فَيَكُونُ صَاحِبُ الأَرْضِ قَدْ تَرَكَ كِرَاءً مَعْلُومًا يَصْلُحُ لَهُ أَنْ يُكْرِىَ أَرْضَهُ بِهِ وَأَخَذَ أَمْرًا غَرَرًا لاَ يَدْرِى أَيَتِمُّ أَمْ لاَ فَهَذَا مَكْرُوهٌ وَإِنَّمَا ذَلِكَ مَثَلُ رَجُلٍ اسْتَأْجَرَ أَجِيرًا لِسَفَرٍ بِشَىْءٍ مَعْلُومٍ ثُمَّ قَالَ الَّذِى اسْتَأْجَرَ الأَجِيرَ هَلْ لَكَ أَنْ أَعْطِيَكَ عُشْرَ مَا أَرْبَحُ فِى سَفَرِى هَذَا إِجَارَةً لَكَ فَهَذَا لاَ يَحِلُّ وَلاَ يَنْبَغِى . قَالَ مَالِكٌ وَلاَ يَنْبَغِى لِرَجُلٍ أَنْ يُؤَاجِرَ نَفْسَهُ وَلاَ أَرْضَهُ وَلاَ سَفِينَتَهُ إِلاَّ بِشَىْءٍ مَعْلُومٍ لاَ يَزُولُ إِلَى غَيْرِهِ . قَالَ مَالِكٌ وَإِنَّمَا فَرَّقَ بَيْنَ الْمُسَاقَاةِ فِى النَّخْلِ وَالأَرْضِ الْبَيْضَاءِ أَنَّ صَاحِبَ النَّخْلِ لاَ يَقْدِرُ عَلَى أَنْ يَبِيعَ ثَمَرَهَا حَتَّى يَبْدُوَ صَلاَحُهُ وَصَاحِبُ الأَرْضِ يُكْرِيهَا وَهِىَ أَرْضٌ بَيْضَاءُ لاَ شَىْءَ فِيهَا . قَالَ مَالِكٌ وَالأَمْرُ عِنْدَنَا فِى النَّخْلِ أَيْضًا إِنَّهَا تُسَاقِى السِّنِينَ الثَّلاَثَ وَالأَرْبَعَ وَأَقَلَّ مِنْ ذَلِكَ وَأَكْثَرَ . قَالَ وَذَلِكَ الَّذِى سَمِعْتُ وَكُلُّ شَىْءٍ مِثْلُ ذَلِكَ مِنَ الأُصُولِ بِمَنْزِلَةِ النَّخْلِ يَجُوزُ فِيهِ لِمَنْ سَاقَى مِنَ السِّنِينَ مِثْلُ مَا يَجُوزُ فِى النَّخْلِ . قَالَ مَالِكٌ فِى الْمُسَاقِى إِنَّهُ لاَ يَأْخُذُ مِنْ صَاحِبِهِ الَّذِى سَاقَاهُ شَيْئًا مِنْ ذَهَبٍ وَلاَ وَرِقٍ يَزْدَادُهُ وَلاَ طَعَامٍ وَلاَ شَيْئًا مِنَ الأَشْيَاءِ لاَ يَصْلُحُ ذَلِكَ وَلاَ يَنْبَغِى أَنْ يَأْخُذَ الْمُسَاقَى مِنْ رَبِّ الْحَائِطِ شَيْئًا يَزِيدُهُ إِيَّاهُ مِنْ ذَهَبٍ وَلاَ وَرِقٍ وَلاَ طَعَامٍ وَلاَ شَىْءٍ مِنَ الأَشْيَاءِ وَالزِّيَادَةُ فِيمَا بَيْنَهُمَا لاَ تَصْلُحُ . قَالَ مَالِكٌ وَالْمُقَارِضُ أَيْضًا بِهَذِهِ الْمَنْزِلَةِ لاَ يَصْلُحُ إِذَا دَخَلَتِ الزِّيَادَةُ فِى الْمُسَاقَاةِ أَوِ الْمُقَارَضَةِ صَارَتْ إِجَارَةً وَمَا دَخَلَتْهُ الإِجَارَةُ فَإِنَّهُ لاَ يَصْلُحُ وَلاَ يَنْبَغِى أَنْ تَقَعَ الإِجَارَةُ بِأَمْرٍ غَرَرٍ لاَ يَدْرِى أَيَكُونُ أَمْ لاَ يَكُونُ أَوْ يَقِلُّ أَوْ يَكْثُرُ . قَالَ مَالِكٌ فِى الرَّجُلِ يُسَاقِى الرَّجُلَ الأَرْضَ فِيهَا النَّخْلُ وَالْكَرْمُ أَوْ مَا أَشْبَهَ ذَلِكَ مِنَ الأُصُولِ فَيَكُونُ فِيهَا الأَرْضُ الْبَيْضَاءُ . قَالَ مَالِكٌ إِذَا كَانَ الْبَيَاضُ تَبَعًا لِلأَصْلِ وَكَانَ الأَصْلُ أَعْظَمَ ذَلِكَ أَوْ أَكْثَرَهُ فَلاَ بَأْسَ بِمُسَاقَاتِهِ وَذَلِكَ أَنْ يَكُونَ النَّخْلُ الثُّلُثَيْنِ أَوْ أَكْثَرَ وَيَكُونَ الْبَيَاضُ الثُّلُثَ أَوْ أَقَلَّ مِنْ ذَلِكَ وَذَلِكَ أَنَّ الْبَيَاضَ حِينَئِذٍ تَبَعٌ لِلأَصْلِ وَإِذَا كَانَتِ الأَرْضُ الْبَيْضَاءُ فِيهَا نَخْلٌ أَوْ كَرْمٌ أَوْ مَا يُشْبِهُ ذَلِكَ مِنَ الأُصُولِ فَكَانَ الأَصْلُ الثُّلُثَ أَوْ أَقَلَّ وَالْبَيَاضُ الثُّلُثَيْنِ أَوْ أَكْثَرَ جَازَ فِى ذَلِكَ الْكِرَاءُ وَحَرُمَتْ فِيهِ الْمُسَاقَاةُ وَذَلِكَ أَنَّ مِنْ أَمْرِ النَّاسِ أَنْ يُسَاقُوا الأَصْلَ وَفِيهِ الْبَيَاضُ وَتُكْرَى الأَرْضُ وَفِيهَا الشَّىْءُ الْيَسِيرُ مِنَ الأَصْلِ أَوْ يُبَاعَ الْمُصْحَفُ أَوِ السَّيْفُ وَفِيهِمَا الْحِلْيَةُ مِنَ الْوَرِقِ بِالْوَرِقِ أَوِ الْقِلاَدَةُ أَوِ الْخَاتَمُ وَفِيهِمَا الْفُصُوصُ وَالذَّهَبُ بِالدَّنَانِيرِ وَلَمْ تَزَلْ هَذِهِ الْبُيُوعُ جَائِزَةً يَتَبَايَعُهَا النَّاسُ وَيَبْتَاعُونَهَا وَلَمْ يَأْتِ فِى ذَلِكَ شَىْءٌ مَوْصُوفٌ مَوْقُوفٌ عَلَيْهِ إِذَا هُوَ بَلَغَهُ كَانَ حَرَامًا أَوْ قَصُرَ عَنْهُ كَانَ حَلاَلاً . وَالأَمْرُ فِى ذَلِكَ عِنْدَنَا الَّذِى عَمِلَ بِهِ النَّاسُ وَأَجَازُوهُ بَيْنَهُمْ أَنَّهُ إِذَا كَانَ الشَّىْءُ مِنْ ذَلِكَ الْوَرِقِ أَوِ الذَّهَبِ تَبَعًا لِمَا هُوَ فِيهِ جَازَ بَيْعُهُ وَذَلِكَ أَنْ يَكُونَ النَّصْلُ أَوِ الْمُصْحَفُ أَوِ الْفُصُوصُ قِيمَتُهُ الثُّلُثَانِ أَوْ أَكْثَرُ وَالْحِلْيَةُ قِيمَتُهَا الثُّلُثُ أَوْ أَقَلُّ .
باب الشرط في الرقيق في المسافاة قال يحيى قال مالك إن أحسن ما سمع في عمال الرقيق في المساقاة يشترطهم المساقى على صاحب الأصل إنه لا بأس بذلك لأنهم عمال المال فهم بمنزلة المال لا منفعة فيهم للداخل إلا أنه تخفّ عنه بهم المؤنة و إن لم يكونوا في المال اشتدت مؤنته و إنما ذلك بمنزلة المساقاة في العين والنضح و لن تجد أحدا يساقى في أرضين سواء في الأصل والمنفعة إحداهما بعين واثنة غزيرة والأخرى بنضح على شئ واحد لخفة مؤنة العين و شدة مؤنة النضح قال و على ذلك الأمر عندنا قال والواثنة الثابت ماؤها التي لا تغور و لا تنقطع قال مالك و ليس للمساقى أن يعمل بعمال المال في غيره و لا أن يشترط ذلك على الذي ساقاه قال مالك و لا يجوز للذي ساقى أن يشترط على رب المال رقيقا يعمل بهم في الحائط ليسوا فيه حين ساقاه إياه قال مالك و لا ينبغي لرب المال أن يشترط على الذي دخل في ماله بمساقاة أن يأخذ من رقيق المال أحدا يُخرجه من المال و إنما مساقاة المال على حاله الذي هو عليه قال فان كان صاحب المال يريد أن يُخرج من رقيق المال أحدا فليُخرجه قبل المساقاة أو يريد أن يُدخل فيه أحدا فليفعل ذلك قبل المساقاة ثم ليُساق بعد ذلك إن شاء قال و من مات من الرقيق أو غاب أو مرض فعلى رب المال أن يُخلفه.
Tercemesi:
Bana Mâlik, ona İbn Şihâb, ona Süleyman b. Yesâr’ın rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) Abdullah b. Revâha’yı Hayber’e gönderir ve kendisiyle Hayberliler arasında Hayber bahçelerindeki mahsulleri tahmin ederdi. Bir seferinde ona hanımlarının süs eşyalarından bir miktar süs eşyası toplayarak ona: Bu senin olsun, bizim de vereceğimiz miktarı azalt, paylaştırmada göz yum, dediler. Bu sefer Abdullah b. Revahâ: Ey Yahudiler topluğu! Vallahi, sizler Allah'ın yarattıkları arasında en nefret ettiğim kimselersiniz. Fakat bu bile beni size haksızlık yapmaya itmez. Sizin bu teklif ettiğiniz rüşvete gelince bu haramdır ve biz onu yemeyiz, dedi. Yahudiler: İşte, gökler ve yer bununla ayakta duruyor, dediler.
Mâlik dedi ki: Bir kimse içinde boş arazinin de bulunduğu hurmalığı bir diğerine bakması için verirse, bu bakıcının o boş arazide ektikleri ona aittir. Eğer arazi sahibi boş yerde kendisi adına ekin yapmasını şart koşacak olursa bu uygun olmaz. Çünkü bu mala dâhil olan kişi, arazi sahibi adına sulama yapmış olur. Bu ise ona fazladan getirdiği bir yüktür.
(Mâlik) dedi ki: Çıkacak mahsulün aralarında ortak olmasını şart koşarsa, emeğin tamamının, tohumun, sulamanın ve bakımın hepsinin, giren ortağa ait olması şartıyla bunda bir sakınca yoktur. Eğer mala ortak giren kişi asıl mal sahibine, tohumu temin etmek sana aittir şartını koşarsa, bu caiz olmaz. Çünkü mal sahibine aleyhine olacak bir fazlalığı şart koşmuş olur. Hâlbuki müsakât ancak ortak olarak girene, emeğin tamamının ve diğer masrafların ona ait olmasını ve asıl mal sahibine bunlardan hiçbir şeyin yükletilmemesini gerektirir. İşte bilinen müsakât şekli budur.
Mâlik, iki kişinin ortak olduğu ve suyu kesilen su gözesi hakkında şunları söylemiştir: Bunlardan birisi, o su gözesinde çalışmak isterken, diğeri ben kendisi ile çalışacağım bir şey bulamıyorum diyecek olursa, o zaman o su gözesinde çalışmak isteyene: Sen çalış, masrafı da sen karşıla, suyun tamamı da senin olur, denilir. Senin ortağın yaptığın harcamanın yarısını getirinceye kadar o suyu sulamanda sen kullanırsın. Yaptığın harcamanın yarısını getirdiği vakit, o da sudaki payını alır. Birincisine suyun tamamının verilmesinin sebebi ise onun yaptığı masraftır. Eğer o yaptığı çalışma ile bir şey elde edemeyecek olursa yapılan bu harcamadan öteki bir şey karşılamaz.
Mâlik dedi ki: Masrafın tamamı ve emeği karşılamak bahçe sahibine ait olup, mala sonradan katılanın el emeği ile çalışması dışında bir katkısı yoksa, bu kişi ancak çıkan mahsulün bir kısmı karşılığında çalışan bir ücretli olur. Bu ise uygun değildir. Zira çalışması karşılığında bilinen bir şeyi ismen tayin etmeyecek olursa, onun alacağı ücretin ne kadar olduğunu ve bu olmazsa ücretinin az mı çok mu olacağını bilemez.
Mâlik dedi ki: Kırâz (mudarabe de denilen emek-sermaye) ortaklığı ya da müsakât (ziraat ortakçılığı) yapan herkesin (kırâz akdinde) maldan, (müsakât akdinde) hurmalardan, arkadaşından farklı olarak bir şeyler istisnâ etmemesi gerekir. Çünkü bu durumda çalışan kişi onun ücretli işçisi olur. Mesela: Senin benim için şu kadar, şu kadar hurma ağacında çalışarak onları sulamak ve aşılamak suretiyle çalışman şartıyla seninle musakât akdi yapıyorum. Yahut benim seninle kırâz (mudarebe) akdi yaptığım malın dışında kalan on dinar mukabilinde benim için çalışman şartı ile şu kadar, şu kadar mal ile seninle kırâz (mudarabe) akdi yapıyorum derse, bunun olmaması gerekir, uygun değildir. Bizce durum böyledir.
Mâlik dedi ki: Müsakât akdinde, bahçe sahibinin çalışana şart koşması caiz olan sünnet (adet olan hususlar), bahçe duvarlarını çevirmek, su gözelerini temizlemek, kanalları sıyırmak, hurma ağaçlarını aşılamak, kökleri temizlemek, mahsulleri toplamak ve buna benzer şeylerdir. Bahçede çalışan kimseye mahsulün yarısı yahut bundan daha azı ya da bundan daha fazlası –üzerinde karşılıklı rızaları ile- verilebilir. Şu kadar var ki bahçe sahibi, baştan itibaren bir kuyu açmak yahut bir su gözesini çıkarmak gibi çalışanın yapacağı yeni bir işi şart koşamaz. Fidanını kendisinin getireceği bir ağaç dikmesini ve büyük bir masraf gerektiren bir su havuzu yapmasını da şart koşamaz. Çünkü bu bahçe sahibinin, herhangi bir kimseye, meyveler olgunlaşıp satılması helal olmadan önce, şu bahçemdeki meyvelerin yarısına benim için burada bana bir ev yap yahut bir kuyu kaz yahut benim için bir göze açıp akıt ya da bana herhangi bir iş yap, demesi gibi olup, bu da meyvenin, olgunlaşacağı anlaşılmadan önce satılması gibidir. Rasulullah da (sav) mahsullerin olgunlaşacağı ortaya çıkmadan önce satılmalarını yasaklamıştır.
Mâlik dedi ki: Mahsullerin olgunlaşıp, olgunlaşacakları da açıkça görülüp satılmaları helal olduğu takdirde, bir adam bir diğerine, ona ismini zikredeceği herhangi bir iş için, bana bu işi bahçemdeki mahsullerin yarısı mukabilinde yap derse, bunda bir sakınca yoktur. Çünkü onu tanınan, bilinen, kendisinin de görüp razı olduğu belli bir şeye karşılık olarak ücretle tutmuş demektir. Müsakât akdinde ise eğer bahçenin mahsulü yoksa yahut az gelirse ya da bozulursa, bunlardan başkasını alamaz. Ama ücretle çalıştırılacak bir kimse ancak ismen tayin edilen bir şeye mukabil ücretle tutulur. İcâre (ücret) akdi ancak bununla caizdir. Hem icâre akdi satış akitlerinden bir akittir. Çünkü satın alan işçiden emeğini satın almaktadır fakat böyle bir işe garar (belirsizlik ve risk) dâhil olursa uygun olmaz. Çünkü Rasulullah (sav) garar bulunan satışları yasaklamıştır.
Mâlik dedi ki: Bize göre müsakât akdinde sünnete uygun şekil, bu akdin hurma ağacı, üzüm asması, zeytin, nar, pamuk ve buna benzer kökü bulunan ağaçların bütün köklerinde yapılmasıdır ve bu caizdir. Mal sahibinin bunlardan gelecek mahsulün yarısı, üçte biri, dörtte biri bundan daha çok ya da daha azını alması caizdir.
Mâlik dedi ki: Müsakât aynı şekilde ziraat mahsullerinde de caizdir. Mahsul, yerden çıkıp yükselirse, sahibi de onu sulamaktan, onun işlerini görmekten, ona bakmaktan aciz kalırsa, bu hususta da müsakât caizdir.
Mâlik dedi ki: Haklarında müsakâtın yapılması helal olan, yerden yetişen, kökü olan her bir mahsul de, olgunlaşmış ve olgunlaşacağı ortaya çıkmış, satışı da artık helal olmuş bir meyvesi varsa, müsakât yapılması uygun olmaz. Böyle bir durumda ancak gelecek sene için müsakât akdi yapabilir. Çünkü satışı helal olan mahsuller üzerindeki müsakât bir icâre akdidir. Zira ağaçların sahibi ile olgunlaşması ortaya çıkmış meyvelerin bakımını yapmak ve mahsulü toplamak karşılığında mahsulün bir miktarını almak üzere müsakât yapmış olması, aslın sahibinin ona vereceği dinar ve dirhemler durumundadır. Bu işlem ise müsakât değildir. Müsakât ancak hurma ağaçlarının budanması ile meyvenin olgunlaşıp satışının helal olacağı süre arasında yapılır.
Mâlik dedi ki: Olgunlaşması ortaya çıkmadan ve satışı helal olmadan ağaçların meyvesi üzerinde müsakât yapan kimsenin muayyen olarak bu müsakât akdi caiz olur.
Mâlik dedi ki: Boş bir arazinin müsakât yapılmaması gerekir. Çünkü bu arazi sahibinin onu dinar, dirhem ve buna benzer bilinen değerler mukabilinde kiralaması caizdir. Ama boş arazisini oradan çıkacak mahsulün üçte biri ya da dörtte biri karşılığında veren bir kimsenin bu durumunda, gararın söz konusu olması mümkündür. Çünkü ekin bazen az, bazen çok gelir, bazen de bütünüyle telef olabilir. Bu durumda arazi sahibi, arazisini karşılığında kiraya vermesi mümkün olan belli bir kiradan vazgeçmiş olur, buna karşılık tamamlanıp tamamlanmayacağını bilmediği garar ihtiva eden (riskli) bir iş yapmış olur, işte bu mekruhtur. Böyle bir işin misali ancak belli bir şeye mukabil bir yolculuk için birisini ücretli tutan adamın durumuna benzer. Daha sonra o kişiyi ücretle tutan, ücretlisine, sana bu yolculuğunda elde edeceğin kârın onda birini, senin ücretin olmak üzere vermemi kabul eder misin, demesi gibidir. Böyle bir iş helal değildir ve yapılmaması gerekir.
Mâlik dedi ki: Kişinin kendisinin arazisini, gemisini ancak belli bir şey ve başka bir şeye dönüşmeyen bir ücret karşılığında kiralayabilir.
Mâlik dedi ki: Hurma ağaçları için ve çıplak arazi için müsakât akdi arasındaki fark şundan ibarettir: Hurma ağaçlarının sahibi, o ağaçların meyvesinin olgunlaşacağı ortaya çıkmadan mahsulünü satamaz, arazi sahibi ise üzerinde hiçbir şey bulunmayan çıplak bir arazi olduğu halde onu kiralayabilir.
Malik dedi ki: Yine hurmalar hakkında görüşümüz, onların üç dört yıl, bundan daha az ve daha fazla süre ile müsakât akdi ile verileceği şeklindedir.
Mâlik dedi ki: Benim işittiğim de budur. Buna benzer kökleri bulunan her bir şey hurma ağacı konumundadır. Hurma ağaçları hakkında caiz olduğu gibi o ağaçlar hakkında da birkaç yıllığına müsakât yapması caizdir.
Mâlik, müsakât akdi yapan kişi hakkında şunları söylemektedir: Bu kişi kendisi ile müsakât akdi yaptığı arkadaşından altın ve gümüş gibi fazladan herhangi bir şey alamayacağı gibi, buğday ya da herhangi başka bir şey de alamaz. Bu doğru değildir ve müsakât akdi yapan kimsenin bahçe sahibinden, fazladan altın, gümüş, buğday ya da başka herhangi bir şey almaması gerekir. İkisi arasındaki böyle bir fazlalık uygun değildir.
Mâlik dedi ki: Kırâz (emek-sermaye) ortaklığı yapan kimse de aynı konumdadır. Müsakât akdinde yahut kırâz akdinde eğer bir fazlalık söz konusu olursa bu uygun olmaz ve akid bir icâre akdi olur. İcârenin söz konusu olduğu hallerde ise olup olmayacağı bilinmeyen, az mı çok mu olacağı kestirilemeyen gararlı bir iş(in ücret olarak tesbiti) karşılığında icârenin yapılmaması gerekir.
Mâlik dedi ki: Üzerinde hurma, üzüm ağaçları ya da buna benzer ağaçların bulunduğu ve içerisinde çıplak yerlerin de olduğu bir arazi üzerinde müsakât yapan bir kimsenin durumu ile ilgili olarak Mâlik şöyle demiştir: Eğer boş yerler, asıl ağaçlara tabi ise ve asıl ağaçların tuttuğu yer bundan daha büyük ya da yerin çoğunluğunu teşkil ediyorsa buna dair müsakât akdi yapmasında bir sakınca yoktur. Şöyle ki, hurma ağaçlarının tuttuğu yer üçte iki ya da daha fazla olursa, çıplak yerler ise üçte bir ya da bundan az olursa, bu durumda çıplak yer asıl ağaçlara tabi sayılır. Şayet çıplak arazide hurma, üzüm ya da buna benzer köklü ağaçların bulunduğu bir yer olup, bu köklü ağaçlar üçte bir yahut daha az bir yer tutar, buna karşılık çıplak arazi üçte iki ya da daha fazla ise o zaman bunun kiraya verilmesi caiz olur ve bunda müsakât haram olur. Çünkü insanların uygulamaları, arada çıplak yerlerin bulunduğu asıl ağaçların olduğu yerler üzerinde müsakât yapmaları ve köklü asıl ağaçların az bulunduğu bir araziyi ise kiralamaları şeklindedir. Yahut da üzerinde gümüş süslerin bulunduğu Mushaf ya da kılıcın gümüş mukabilinde yahut taşların ve altının bulunduğu gerdanlık ya da yüzüğün altın dinarlar mukabilinde satılması adetleri olmuştur. Bu tür alışverişler hep caiz görülmüş olup, insanlar bu şekilde alışverişler yapmaktadırlar. Bu hususta ayrıca sınırında durulması gereken o sınıra ulaştığı takdirde haram, ondan daha az olması halinde helal görülmesi gereken nitelikleri belli herhangi bir şey (nakil) gelmemiştir. Bize göre bu hususta kabul edilen, insanların yapageldikleri ve kendi aralarında geçerli kabul ettikleridir. Eğer bu kabilden herhangi bir şey gümüş ya da altın içinde bulunduğu eşyaya tabi ise onun satışı caizdir. Bunun böyle olması ise kabzanın yahut Mushafın yahut taşların değerinin üçte iki yahut daha fazla, onlardaki süsün değeri ise üçte bir ya da daha az olması itibariyle caiz görülmüştür.
Müsakât akdinde köleler hakkındaki şart: Yahya dedi ki: Mâlik dedi ki: Müsakât akdinde müsakât akdi yapan kişinin aslın sahibine şart koştuğu kölelerin çalışması ile ilgili işitilen en güzel kanaat, bunda bir sakınca olmadığıdır. Çünkü köleler malda çalışan işçilerdir. Bu sebeple kendileri de mal konumundadırlar. Dışarıdan gelen kimse için onların bir faydası yoktur. Ancak onlar vasıtası ile külfetinin bir kısmı üzerinden hafifler, eğer onlar mal arasında olmazlarsa onun da külfeti ağırlaşır. Bu ise ancak birisinde pınar bulunan, diğerinde taşınarak sulanan bir yerde müsakât yapmak düzeyindedir. Asılları ve menfaatleri aynı ama birisinde devamlı akan bol bir pınar, diğeri ise taşıma su ile sulanan asılları ve menfaatleri aynı iki yerde bir kimsenin aynı şekilde müsakât akdi yaptığını asla göremeyiz. Buna sebep ise pınarın bulunması halinde külfetin azlığı, taşıma su ile sulanması halinde ise külfetin ağır oluşudur. (Mâlik) dedi ki: Bizde de durum buna göredir. Vâsine: Suyu devamlı akan, suyu çekilmeyen ve sabit olarak akanlar demektir.
Mâlik dedi ki: Müsakât akdi ile çalışan kimsenin, mala ait işçiler ile başka yerde çalışma yetkisi de yoktur, kendisi ile müsakât akdi yaptığı kimseye bunu şart koşma hakkı da yoktur.
Mâlik dedi ki: Aynı şekilde müsakât akdi yapan kimsenin mal sahibine, o akdi yaptığı sırada, var olmayan kölelerin bahçede kendisiyle birlikte çalışmalarını şart koşması caiz değildir.
Mâlik dedi ki: Mal sahibinin müsakât akdi ile malına çalışmak üzere giren kimseyi, o mala ait kölelerden birisini, malın kapsamı dışına çıkarmayı şart koşmaması da gerekir. Çünkü malın müsakât akdi, ancak üzerinde bulunduğu hal üzere yapılır.
(Mâlik) dedi ki: Eğer mal sahibi, malın kapsamı içerisindeki kölelerden birisini çıkartmak isterse müsakât akdinden önce onu çıkarmalıdır ya da aralarına birisini sokmak isterse bunu müsakât akdinden önce yapsın. Bundan sonra dilerse müsakât akdi yapabilir.
(Mâlik) dedi ki: Köleler arasından ölen, kaybolan, ya da hastalanan olursa, o zaman mal sahibinin onun yerini tutacak bir başkasını temin etmesi görevidir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', Müsâkât 1392, 1/266
Senetler:
()
Konular:
Ahlak, ticaret ahlakı
RÜŞVET
Rüşvet, rüşvet almak ya da vermek
Ticaret, Ortaklık
Ticaret, Tarla, ürün karşılığı kiraya vermek
Öneri Formu
Hadis Id, No:
36112, MU000896
Hadis:
وَحَدَّثَنِى عَنْ مَالِكٍ عَنْ رَبِيعَةَ بْنِ أَبِى عَبْدِ الرَّحْمَنِ أَنَّ رَجُلاً أَتَى الْقَاسِمَ بْنَ مُحَمَّدٍ فَقَالَ إِنِّى أَفَضْتُ وَأَفَضْتُ مَعِى بِأَهْلِى ثُمَّ عَدَلْتُ إِلَى شِعْبٍ فَذَهَبْتُ لأَدْنُوَ مِنْ أَهْلِى فَقَالَتْ إِنِّى لَمْ أُقَصِّرْ مِنْ شَعَرِى بَعْدُ فَأَخَذْتُ مِنْ شَعَرِهَا بِأَسْنَانِى ثُمَّ وَقَعْتُ بِهَا فَضَحِكَ الْقَاسِمُ وَقَالَ مُرْهَا فَلْتَأْخُذْ مِنْ شَعَرِهَا بِالْجَلَمَيْنِ . قَالَ مَالِكٌ أَسْتَحِبُّ فِى مِثْلِ هَذَا أَنْ يُهْرِقَ دَمًا وَذَلِكَ أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عَبَّاسٍ قَالَ مَنْ نَسِىَ مِنْ نُسُكِهِ شَيْئًا فَلْيُهْرِقْ دَمًا .
Tercemesi:
O (Yahya) bana, ona Mâlik, ona Rabia b. Ebu Abdurrahman’ın rivayet ettiğine göre bir adam el-Kâsım b. Muhammed’e gelerek: Ben ifada tavafımı yaptım. Benimle birlikte hanımım da tavaf etti, sonra bir dağ yoluna yöneldim, eşime yaklaşmak isteyince, ben henüz saçlarımı kısaltmadım, dedi. Bu sefer dişlerimle saçlarından biraz kopardım, sonra onunla beraber oldum, dedi. el-Kasım güldü ve: Ona saçlarından makasla bir miktar kesmesini söyle, dedi.
Mâlik dedi ki: Böyle birisi hakkında bir kan akıtmasını (kurban kesmesini) müstehab görürüm. Çünkü Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Hac ibadetlerinden bir şey unutan bir kimse bir akan akıtsın.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', Hac 896, 1/144
Senetler:
()
Konular:
Hac, hacta ceza gerektiren durumlar
Hac, traş olma
Öneri Formu
Hadis Id, No:
36980, DM000281
Hadis:
أَخْبَرَنَا أَسَدُ بْنُ مُوسَى حَدَّثَنَا شُعْبَةُ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أَبِى السَّفَرِ عَنِ الشَّعْبِىِّ قَالَ : جَالَسْتُ ابْنَ عُمَرَ سَنَةً فَلَمْ أَسْمَعْهُ يَذْكُرُ حَدِيثاً عَنْ رَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم
Tercemesi:
Bize Esed b. Musa haber verip (dedi ki) bize Şu'be rivayet edip (dedi ki) bize Abdullah b. Ebi's-Sefer, eş-Şa'bî'den, onun şöyle dediğini rivayet etti: "İbn Ömer'in yanında bir yıl durdum da onu, Resûlullah'dan -sallallahu aleyhi ve sellem-bir hadis zikrederken işitmedim."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Dârimî, Sünen-i Dârimî, Mukaddime 28, 1/326
Senetler:
1. İbn Ömer Abdullah b. Ömer el-Adevî (Abdullah b. Ömer b. Hattab)
2. Ebu Amr Amir eş-Şa'bî (Amir b. Şerahil b. Abdin)
3. Ebu Bekir Abdullah b. Ebu Sefer el-Hemdânî (Abdullah b. Said b. Yahmed)
4. Şube b. Haccâc el-Atekî (Şu'be b. Haccac b. Verd)
5. Ebu Said Esed b. Musa el-Ümevi (Esed b. Musa b. İbrahim b. Velid)
Konular:
Hadis Rivayeti, ihtiyat