34 Kayıt Bulundu.
Açıklama: Hz. Peygamber Müslüman olanlara öncelikle iman etmelerini ve İslam’ın temel şartlarını yerine getirmelerini tebliğ ve telkin ediyordu. Söz konusu şartların öncelikli olanları da, o ana kadar inzal olunan hükümler, İslam toplumunun ihtiyaçları, muhatabın kişisel ve ictimaî durumuna göre farklılık arz edebiliyordu. İman herkes için vaz geçilmez şart olarak ilk sırada isteniyor, ama uygulama alanına ilişkin bazı hükümler farklılık arz edebiliyordu. Söz gelimi anne babasının bakıma ihtiyacı olanlar için öncelikle sıla-ı rahim zikredilirken, sefer şartlarında cihat öncelik kesp ediyordu. Hz. Peygamber İslam’ın temel şartlarının yerine getirilmesinde hiç taviz vermezken, insanların alışkanlıklarını ve toplumun kültürel yapısını dikkate alarak bazı tali uygulamaların yerine getirilmesini zamana yayıyor, tedriciliği esas alıyordu. Hz. Peygamber’in talebeleri olan Sahabe de aynı yöntemi benimsemişti. Nitekim ilk Halife Hz. Ebu Bekir (r.) hadiste anlatılan sahabînin taleplerine benzer taleplerle irtidat eden Arap kabilelerine savaş açmış ve zekât vermek istemeyen kabilelere taviz vermemiş hatta cezalandırmıştı.
Açıklama: Açıklama için 14473 nolu hadise bakılabilir.
Açıklama: Açıklama için 144733 nolu hadise bakılabilir.
Açıklama: Açıklama için 144737 nolu hadise bakılabilir.
Açıklama: Abdullah b. Ömer’in (r. anhüma) kıraati Nâfi’, İbn Âmir ve Ebû Ca’fer kıraatlerinde vardır. Meşhur kıraate göre her orucun ayrı ayrı fidyesi, bu okunuşa göre tutulamayan oruçlarının tamamının fidyesi anlaşılır. Bir fakiri doyuracak yemek ise dinen sa’ denilen ölçek ile buğdaydan yarım ölçek; arpa, hurma, kuru üzüm gibi yiyeceklerden ise yarım ölçektir. Buna göre bir fakirin dinen sabah akşam doyabileceği asgarî miktar …. gramdır. Fidye ise, bir şeyin yerine sayılmak üzere verilen bedeldir. Ayetin bir muhayyerlik ifade ettiğini düşünen Abdullah b. Ömer ve bazı alimler bundan sonra gelen ayetteki “Kim bu aya yetişirse oruç tutsun..” emriyle bu muhayyerliğin mensuh olduğunu, yani muhayyerlik hükmünün kaldırıldığını beyan etmişlerdir. Ancak her iki halde de ayetin hasta ve yolcu siyakında mazereti olanlar için ruhsat olduğunda şüphe yoktur. Ancak fidye vermek bir mazeret sebebiyle eda ve kazaya imkânı kâbil bulunmadığı takdirde kaza ve kısmen de eda manasında meşru kılınmıştır. Dolayısıyla “oruç tutmakta zorlananlar…” sürekli mazereti olanlar demek olur ki, bunda nesh yoktur. (Elmalı’lı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, I. 631-632. Konu hakkındaki geniş bilgi ve anlayışlar için bkz. Aynı eser, 632-640). Sürekli mazereti olanlar ise hastalığı sürekli olup iyileşmesi mevcut bilgilere göre mümkün olmadığı düşünülen hastalar, pir-i fâniler gibi olanlar demektir.
Açıklama: Oruçla ilgili ayetler Bakara suresinde olup sırasıyla geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi Ümmet-i Muhammed’de orucun farz kılındığı, sayılı günlerde tutulması gerektiği, hasta ve yolcu olanların tutamadıkları günler sayısınca daha sonra kaza etmeleri, “oruca dayanamayan/çok zorlananların (veya bazı tefsirlere göre kaza etmekte zorlananların) ise tutamadığı her gün için yoksulu doyuracak kadar fidye vermesi emredilmiştir. Fidye verirken artırarak ve çokça vermenin daha hayırlı olacağına da işaret eden ayet, oruç tumanın fidye vermekten daha hayırlı olduğunu da belirtir. (Bakara, 2/183-184). Arkasından ilgili ayetler şöyle devam eder: “(Sözü edilen sayılı günler) Ramazan ayıdır. O öyle bir aydır ki, insanlara hidayet rehberi olan, onları doğru yola götüren ve hak ile bâtılı birbirinden ayıran delilleri içeren Kur’ân bu ayda indirilmeye başlanmıştır. Sizden bu aya erişen kimse o ayda orucunu tutsun. Fakat hasta ve yolcu olan kimse tutamadığı günler sayısınca daha sonra oruç tutsun (kaza etsin). Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez. Fakat eksik kalan oruçlarınızı kaza ederek tamamlamanızı ve sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Kendisini tazim etmenizi ister. O’na böylece gereğince şükretmiş olursunuz.” (Bakara, 2/184). Sonra da rivayete konu olan şu ayetle devam eder: “Ey Müminler! (Bundan böyle) oruçlu olduğunuz günlerin gecelerinde eşlerinizle cinsel ilişkide bulunmak size helal kılınmıştır. Kadınlar sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbise gibisiniz. Allah sizin (bu yasak sebebiyle) sıkıntıya düştüğünüzü gördü de sizin tövbenizi kabul edip affetti. Artık bundan böyle (Ramazan gecelerinde de) eşlerinize mübaşeret edebilir (cinsel ilişkide bulunabilir) ve Allah’ın sizin için takdir ettiğini isteyebilirsiniz. Tan yerinin aydınlığı gecenin karanlığından tamamen ayrılıncaya kadar yiyip içebilirsiniz. Ardından da akşama kadar orucunuzu tutunuz. Ancak mescitlerde itikâfta iken eşlerinizle ilişkiye girmeyin. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlar/hükümlerdir. Bu sınırları aşmayın/kuralları çiğnemeyin! Allah, insanların sakınıp korunmaları ve bilinçli davranmaları için ayetlerini işte böyle açıklamaktadır.” (Bakara, 2/187).
Açıklama: Hz. Ali’nin her Ramazan öncesi hatırlattığı oruçla ilgili iki husus vardır: Öncelikle oruç tutmanın amacı, aç ve susuz kalmaktan ibaret olmayıp insanın Ramazan mektebinde lahûti bir hayatı da yaşayarak ahlakî erdemlerle donanmasıdır. Varsa kötü ahlakını terk etmesi, yoksa ahlakî güzelliklerini artırarak hayatına devam etmesi müminden beklenen hususiyetlerdendir. İkincisi kamerî sisteme göre Ramazan ayının başlangıç ve bitişinin hilalin görülmesine göre tespit edip yetkili kurum ve kuruluşların bunları insanlara duyurması veya haber vermesidir. Esasen her iki husus da Hz. Peygamber tarafından hayatında dile getirilen ve uygulanan hükümlerdir. Bire bir bu hadisleri Hz. Peygamber’den duyan damadı ve daha onun çocukluğundan itibaren yanında yetişmiş olan Hz. Ali de bunu insanlara duyurmuştu. Günümüzde Ramazanın başlangıç ve bitiminde farklı mezhep ve anlayışlar mevcut olup birlikte yaşamamız gereken bu sevinç ve ibadetlerde bile ülkeler arasında ihtilaflar yaşanmaktadır. Farz ve vacip ibadetlerin zamanını ilgilendiren böylesi bir problemi ele alan T. C. Diyanet işleri Başkanlığı 21-23 Şaban 1437/28-30 Mayıs 2016 tarihleri arasında İstanbul’da “Hicrî Takvim Birliği Kongresi” düzenlemiş ve bu kongreye İslam ülkelerinin ilgili bakanlıkları, fetva kurulları, çeşitli fıkhî kurulların temsilcileri, âlimler, fakihler ve astronomlar katılmış ve rü’yet-i hilal meselesi tartışılmış ve katılımcıların büyük çoğunluğunca kabul edilen bazı kararlar alınmıştır. Öncelikle Kuveyt’te, İstanbul’da yapılan aynı konulu kongrelerde alınan karalar ve Avrupa Fetva Araştırma Meclisi’nin (2009) ve Rabıta Fıkıh Akademisi’nin (2012) kabul ettiği temel ilke ve ölçütler tespit edilmiştir. Bu ilkelerin içinde en önemlileri şunlardır: Kamerî ayın başlangıcını tespitte temel ilke ister çıplak gözle olsun, ister modern astronomik aletlere bağlı gözlemle olsun, hilalin görülmesidir. İhtilafü’l-metâlia (hilalin farklı zamanlarda farklı yerlerde görülmesine) itibar edilmez. Bir yerde görülmüş ise bütün diğer yerlerde görülmüş kabul edilir. İkinci ilke kongre, bütün dünyada uygulanması için tekli takvimi kabul etmiştir, yani tek bir hicrî takvim bulunacaktır. Bu takvim, dünyanın herhangi bir yerinde gözle veya astronomik rasat aletleri ile görülebilme imkânını ve hem klasik alimlerin çoğunluğunca hem de günümüz fıkıh akademilerinin çoğunluğunca kabul edilen İhtilaf-ı Metâlia itibar edilmemesi görüşü esas alınmıştır. Bunların yanında bu takvim, dinî metinler/naslar ile kesin astronomik kurallar arasında bir çelişki ve çatışma olmadığından, astronomik ölçütler ve fıkhî kurallar beraberce göz önüne alınmıştır. Ayrıca Kongre dinî gün, bayram ve ibadetlerinin bütün dünyada özellikle Amerika ve Avrupa gibi Müslümanların azınlıkta olduğu yerlerde dinî duygu ve düşünce birliğini sağlayacağı, aynı anda yaşanan coşkunun ve heyecanın tesirini artıracağı dikkate alınarak bazı tekliflerde de bulunmuştur. (Uluslararası Hicrî Takvim Birliği Kongresi İstanbul’da Yapıldı, Diyanet Aylık Dergi, Haber Bülteni, s. 3-7, sayı, 307, Ankara, Temmuz 2016, özetle)