حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحِيمِ بْنُ سُلَيْمَانَ عَنْ زَكَرِيَّا عَنِ الشَّعْبِىِّ عَنْ أَبِى سَلَمَةَ أَنَّ عَائِشَةَ رضى الله عنها حَدَّثَتْهُ أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم قَالَ لَهَا
"إِنَّ جِبْرِيلَ يَقْرَأُ عَلَيْكِ السَّلاَمَ." فَقَالَتْ
"وَعَلَيْهِ السَّلاَمُ وَرَحْمَةُ اللَّهِ."
Bize Ebu Bekir b. Ebu Şeybe, ona Abdurrahim b. Süleyman, ona Zekeriyya, ona eş-Şa'bî, ona da Ebu Seleme Aişe'nin (r.anha) kendisine şöyle dediğini rivayet etti: Peygamber (sav) kendisine:
"Cebrail (as) sana selam ediyor" buyurdu. O da "ve aleyhi's-selam ve rahmetullah (selam ve Allah'ın rahmeti onun da üzerine olsun)" diye karşılık verdi.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
34398, D005232
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحِيمِ بْنُ سُلَيْمَانَ عَنْ زَكَرِيَّا عَنِ الشَّعْبِىِّ عَنْ أَبِى سَلَمَةَ أَنَّ عَائِشَةَ رضى الله عنها حَدَّثَتْهُ أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم قَالَ لَهَا
"إِنَّ جِبْرِيلَ يَقْرَأُ عَلَيْكِ السَّلاَمَ." فَقَالَتْ
"وَعَلَيْهِ السَّلاَمُ وَرَحْمَةُ اللَّهِ."
Tercemesi:
Bize Ebu Bekir b. Ebu Şeybe, ona Abdurrahim b. Süleyman, ona Zekeriyya, ona eş-Şa'bî, ona da Ebu Seleme Aişe'nin (r.anha) kendisine şöyle dediğini rivayet etti: Peygamber (sav) kendisine:
"Cebrail (as) sana selam ediyor" buyurdu. O da "ve aleyhi's-selam ve rahmetullah (selam ve Allah'ın rahmeti onun da üzerine olsun)" diye karşılık verdi.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Edeb 165, /1179
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Ebu Seleme b. Abdurrahman ez-Zuhrî (Abdullah b. Abdurrahman b. Avf b. Abduavf)
3. Ebu Amr Amir eş-Şa'bî (Amir b. Şerahil b. Abdin)
4. Zekeriyya b. Ebu Zâide el-Vâdiî (Zekeriyya b. Halid b. Meymun b. Fîruz)
5. Ebu Ali Abdurrahim b. Süleyman el-Kinânî er-Razi (Abdurrahim b. Süleyman)
6. Ebu Bekir İbn Ebu Şeybe el-Absî (Abdullah b. Muhammed b. İbrahim b. Osman)
Konular:
Hz. Peygamber, Cebraille ilişkisi
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
KTB, SELAM
Selam, aynı şekilde veya daha güzeliyle karşılık vermek
Selam, kadınlara selam vermek
Selam, meleklerin insanlarla selamlaşması
Selam, selam göndermek
حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ إِسْمَاعِيلَ حَدَّثَنَا حَمَّادٌ أَخْبَرَنَا هِشَامُ بْنُ عُرْوَةَ عَنْ عُرْوَةَ أَنَّ عَائِشَةَ رضى الله عنها قَالَتْ ثُمَّ قَالَ تَعْنِى النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم
"أَبْشِرِى يَا عَائِشَةُ فَإِنَّ اللَّهَ قَدْ أَنْزَلَ عُذْرَكِ." وَقَرَأَ عَلَيْهَا الْقُرْآنَ فَقَالَ أَبَوَاىَ قُومِى فَقَبِّلِى رَأْسَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم. فَقَالَتْ أَحْمَدُ اللَّهَ لاَ إِيَّاكُمَا.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
34385, D005219
Hadis:
حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ إِسْمَاعِيلَ حَدَّثَنَا حَمَّادٌ أَخْبَرَنَا هِشَامُ بْنُ عُرْوَةَ عَنْ عُرْوَةَ أَنَّ عَائِشَةَ رضى الله عنها قَالَتْ ثُمَّ قَالَ تَعْنِى النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم
"أَبْشِرِى يَا عَائِشَةُ فَإِنَّ اللَّهَ قَدْ أَنْزَلَ عُذْرَكِ." وَقَرَأَ عَلَيْهَا الْقُرْآنَ فَقَالَ أَبَوَاىَ قُومِى فَقَبِّلِى رَأْسَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم. فَقَالَتْ أَحْمَدُ اللَّهَ لاَ إِيَّاكُمَا.
Tercemesi:
Bize Musa b. İsmail, ona Hammad, ona Hişam b. Urve, ona Urve, ona Aişe (r.anha) şöyle söylemiştir: Hz. Peygamber (sav);
"Sana müjdeler olsun Ya Aişe, Allah senin suçsuzluğuna dair ayet indirdi" buyurdu ve kendisine (ilgili) Kur'an ayetlerini okudu. Bunun üzerine anne babası Aişe'ye (r.anha); kalk, Rasulullah'ın (sav) başını öp! dediler. Aişe de (r.anha) ben Allah'a hamd ediyorum. Size değil diyerek cevap verdi.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Edeb 156, /1176
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Münzir Hişam b. Urve el-Esedî (Hişam b. Urve b. Zübeyr b. Avvam)
4. Ebu Seleme Hammad b. Seleme el-Basrî (Hammad b. Seleme b. Dînar)
5. Ebu Seleme Musa b. İsmail et-Tebûzeki (Musa b. İsmail)
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Saygı ve Muhabbet, yanağından öpmek
Saygı, büyüklere karşı saygılı, küçüklere karşı şefkatli olmak
Öneri Formu
Hadis Id, No:
109949, MŞ013512
Hadis:
حدَّثَنَا عَبْدُ اللهِ بْنُ نُمَيْرٍ ، عَنْ حَجَّاجٍ ، عَنْ عَطَاءٍ ، عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ ؛ أَنَّهُ كَانَ لاَ يَنْزِلُ الأَبْطَحَ ، وَقَالَ : إنَّمَا فَعَلَهُ رَسُولُ اللهِ صَلَّى الله عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لأَنَّهُ انْتَظَرَ عَائِشَةَ.
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Ebî Şeybe, Musannef-i İbn Ebû Şeybe, Hac 13512, 8/180
Senetler:
1. İbn Abbas Abdullah b. Abbas el-Kuraşî (Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
2. Ebu Muhammed Ata b. Ebu Rabah el-Kuraşî (Ata b. Eslem)
Konular:
Hac, ebtah vadisinde konaklama
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Bize Hasan b. Ali, ona Süleyman b. Harb, ona Hammad, ona Hişam, ona İbn Sirin, ona da Hz. Aişe şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (sav) bizim yorganlarımızda namaz kılmazdı."
[Hammad, Said b. Ebu Sadaka'nın şöyle dediğini nakletmiştir: Bu hadisi Muhammed b. Sirin'e sordum. O da bu hadisi bana rivayet etmedi ve ben onu geçmiş bir zamanda duydum. Fakat kimden duyduğumu bilmiyorum. Güvenilir birinden mi, yoksa başkasından mı duyduğumu hatırlayamıyorum. Onu başkasına sorun, dedi.]
Açıklama: Aişe bt. Ebu Bekir ile Muhammed b. Sirin arasında inkıta vardır.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
3663, D000368
Hadis:
حَدَّثَنَا الْحَسَنُ بْنُ عَلِىٍّ حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ حَرْبٍ حَدَّثَنَا حَمَّادٌ عَنْ هِشَامٍ عَنِ ابْنِ سِيرِينَ عَنْ عَائِشَةَ
"أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم كَانَ لاَ يُصَلِّى فِى مَلاَحِفِنَا."
[قَالَ حَمَّادٌ: وَسَمِعْتُ سَعِيدَ بْنَ أَبِى صَدَقَةَ قَالَ: سَأَلْتُ مُحَمَّدًا عَنْهُ فَلَمْ يُحَدِّثْنِى وَقَالَ: سَمِعْتُهُ مُنْذُ زَمَانٍ وَلاَ أَدْرِى مِمَّنْ سَمِعْتُهُ وَلاَ أَدْرِى أَسَمِعْتُهُ مِنْ ثَبَتٍ أَوْ لاَ فَسَلُوا عَنْهُ.]
Tercemesi:
Bize Hasan b. Ali, ona Süleyman b. Harb, ona Hammad, ona Hişam, ona İbn Sirin, ona da Hz. Aişe şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (sav) bizim yorganlarımızda namaz kılmazdı."
[Hammad, Said b. Ebu Sadaka'nın şöyle dediğini nakletmiştir: Bu hadisi Muhammed b. Sirin'e sordum. O da bu hadisi bana rivayet etmedi ve ben onu geçmiş bir zamanda duydum. Fakat kimden duyduğumu bilmiyorum. Güvenilir birinden mi, yoksa başkasından mı duyduğumu hatırlayamıyorum. Onu başkasına sorun, dedi.]
Açıklama:
Aişe bt. Ebu Bekir ile Muhammed b. Sirin arasında inkıta vardır.
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Tahâret 134, /94
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Ebu Bekir Muhammed b. Sirin el-Ensarî (Muhammed b. Sirin)
3. Ebu Abdullah Hişam b. Hassan el-Ezdi (Hişam b. Hassan)
4. Ebu İsmail Hammad b. Zeyd el-Ezdî (Hammad b. Zeyd b. Dirhem)
5. Ebu Eyyüb Süleyman b. Harb el-Vâşihî (Süleyman b. Harb b. Büceyl)
6. Hasan b. Ali el-Hüzeli (Hasan b. Ali b. Muhammed)
Konular:
Hz. Peygamber, elbiseleri
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
KTB, TAHARET
Namaz, namaz kılarken örtünme
Bize Ahmed b. İbrahim, ona Abdussamed b. Abdülvâris, ona babası, ona Ümmü Hasan -yani Ebu Bekir el-Adevî'nin ninesi-, ona da Muaze şöyle demiştir:
"Hz. Aişe'ye elbisesine hayız kanı bulaşan kişinin durumunu sordum. Hz. Aişe onu yıkasın. Eğer geçmezse onu Sufra (sarı) kokusu ile gidersin. Ben Hz. Peygamber'in yanında üç defa üst üste hayız olurdum da kan bulaşmayan elbisemi yıkamazdım."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
3609, D000357
Hadis:
حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الصَّمَدِ بْنُ عَبْدِ الْوَارِثِ حَدَّثَنِى أَبِى حَدَّثَتْنِى أُمُّ الْحَسَنِ - يَعْنِى جَدَّةَ أَبِى بَكْرٍ الْعَدَوِىِّ - عَنْ مُعَاذَةَ قَالَتْ:
"سَأَلْتُ عَائِشَةَ - رضى الله عنها - عَنِ الْحَائِضِ يُصِيبُ ثَوْبَهَا الدَّمُ . قَالَتْ: تَغْسِلُهُ فَإِنْ لَمْ يَذْهَبْ أَثَرُهُ فَلْتُغَيِّرْهُ بِشَىْءٍ مِنَ صُفْرَةٍ . قَالَتْ: وَلَقَدْ كُنْتُ أَحِيضُ عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ثَلاَثَ حِيَضٍ جَمِيعًا لاَ أَغْسِلُ لِى ثَوْبًا."
Tercemesi:
Bize Ahmed b. İbrahim, ona Abdussamed b. Abdülvâris, ona babası, ona Ümmü Hasan -yani Ebu Bekir el-Adevî'nin ninesi-, ona da Muaze şöyle demiştir:
"Hz. Aişe'ye elbisesine hayız kanı bulaşan kişinin durumunu sordum. Hz. Aişe onu yıkasın. Eğer geçmezse onu Sufra (sarı) kokusu ile gidersin. Ben Hz. Peygamber'in yanında üç defa üst üste hayız olurdum da kan bulaşmayan elbisemi yıkamazdım."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Tahâret 132, /92
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Ümmü Sahba Muaze bt. Abdullah el-Adeviyye (Muaze bt. Abdullah)
3. Ümmü Hasan el-Basrî (Hayra)
4. Ebu Ubeyde Abdulvâris b. Saîd el-Anberî (Abdulvâris b. Saîd b. Zekvân)
5. Ebu Sehl Abdussamed b. Abdulvâris et-Temimî (Abdussamed b. Abdulvâris b. Saîd b. Zekvân)
6. Ebu Abdullah Ahmed b. İbrahim ed-Devrakî (Ahmed b. İbrahim b. Kesir)
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
KTB, TAHARET
Temizlik, elbisenin temiz tutulması
Temizlik, hayız kanından temizlenmek
حَدَّثَنَا عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ مُعَاذٍ حَدَّثَنَا أَبِى حَدَّثَنَا الأَشْعَثُ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ سِيرِينَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ شَقِيقٍ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ:
"كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لاَ يُصَلِّى فِى شُعُرِنَا أَوْ فِى لُحُفِنَا. قَالَ عُبَيْدُ اللَّهِ شَكَّ أَبِى."
Bize Ubeydullah b. Muaz, ona babası, ona Eş'as, ona Muhammed b. Sirin, ona Abdullah b. Şakik, ona da Hz. Aişe şöyle demiştir:
"Rasulullah (sav) bizim çamaşırlarımızda veya çarşaflarımızda namaz kılmazdı. Ubeydullah şöyle demiştir: Babam (çamaşır mı veya çarşaf mı olduğu konusunda) şüphe etti"
Öneri Formu
Hadis Id, No:
3662, D000367
Hadis:
حَدَّثَنَا عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ مُعَاذٍ حَدَّثَنَا أَبِى حَدَّثَنَا الأَشْعَثُ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ سِيرِينَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ شَقِيقٍ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ:
"كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لاَ يُصَلِّى فِى شُعُرِنَا أَوْ فِى لُحُفِنَا. قَالَ عُبَيْدُ اللَّهِ شَكَّ أَبِى."
Tercemesi:
Bize Ubeydullah b. Muaz, ona babası, ona Eş'as, ona Muhammed b. Sirin, ona Abdullah b. Şakik, ona da Hz. Aişe şöyle demiştir:
"Rasulullah (sav) bizim çamaşırlarımızda veya çarşaflarımızda namaz kılmazdı. Ubeydullah şöyle demiştir: Babam (çamaşır mı veya çarşaf mı olduğu konusunda) şüphe etti"
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Tahâret 134, /94
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Şakik el-Ukayli (Abdullah b. Şakik)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Sirin el-Ensarî (Muhammed b. Sirin)
4. Ebu Hâni Eş'as b. Abdulmelik el-Humrani (Eş'as b. Abdulmelik)
5. Ebu Müsenna Muaz b. Muaz el-Anberî (Muaz b. Muaz b. Nasr b. Hassan b. Hur b. Malik)
6. Ebu Amr Ubeydullah b. Muaz el-Anberî (Ubeydullah b. Muaz b. Muaz b. Nasr)
Konular:
Hadis Rivayeti
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
KTB, TAHARET
Namaz, namaz kılarken örtünme
Bize Osman b. Ebu Şeybe, ona Veki' b. Cerrah, ona Talha b. Yahya, ona Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe, ona Hz. Aişe şöyle demiştir:
"Ben Hz. Peygamber'in yakınında, hayızlı bir şekilde iken, üzerimdeki elbisenin bir kısmı Rasulullah'ın üzerine sarkmış bir vaziyetteyken geceleyin namaz kılardı."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
3665, D000370
Hadis:
حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ حَدَّثَنَا وَكِيعُ بْنُ الْجَرَّاحِ حَدَّثَنَا طَلْحَةُ بْنُ يَحْيَى عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُتْبَةَ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ:
"كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُصَلِّى بِاللَّيْلِ وَأَنَا إِلَى جَنْبِهِ وَأَنَا حَائِضٌ وَعَلَىَّ مِرْطٌ لِى وَعَلَيْهِ بَعْضُهُ."
Tercemesi:
Bize Osman b. Ebu Şeybe, ona Veki' b. Cerrah, ona Talha b. Yahya, ona Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe, ona Hz. Aişe şöyle demiştir:
"Ben Hz. Peygamber'in yakınında, hayızlı bir şekilde iken, üzerimdeki elbisenin bir kısmı Rasulullah'ın üzerine sarkmış bir vaziyetteyken geceleyin namaz kılardı."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Tahâret 135, /95
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Ebu Abdullah Ubeydullah b. Abdullah el-Hüzeli (Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud b. Gâfil)
3. Talha b. Yahya el-Kuraşi (Talha b. Yahya b. Talha b. Ubeydullah b. Osman)
4. Ebu Süfyan Veki' b. Cerrah er-Ruâsî (Veki' b. Cerrah b. Melih b. Adî)
5. Ebu Hasan Osman b. Ebu Şeybe el-Absî (Osman b. Muhammed b. İbrahim)
Konular:
Hz. Peygamber, elbiseleri
Hz. Peygamber, hanımları
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Hz. Peygamber, hanımlarıyla ilişkileri
KTB, TAHARET
Namaz, hayızlı kadının yanında namaz kılmak
Namaz, namaz kılarken örtünme
Temizlik, hayız kanından temizlenmek
Bize Ebu Rabî Süleyman b. Davud, ona Ahmed, ona Füleyh b. Süleyman, ona da İbn Şihâb ez-Zührî şöyle demiştir: Yüce Allah'ın Hz. Aişe'yi (r.anha), iftiracıların iftiralarından temize çıkardığı olayı bana Urve b. Zübeyir, Saîd b. Müseyyeb, Alkame b. Vakkâs el-Leysî ve Übeydullah b. Abdullah b. Utbe aktardı. Bu ravilerin her biri hadisten bir bölümü aktardı ve bir kısmı hadisi diğerinden daha iyi kavramış, bir kısmı da hadisi diğerinden daha iyi anlatmıştır. Ben onların her birinin Hz. Aişe'den aktardığı olayı iyice belledim. Onların bir kısmının anlattığı olay, diğerinin anlattığını doğrular nitelikteydi. Onlara Hz. Aişe şöyle demiştir:
Rasulullah (sav) sefere çıkmak istediği zaman hanımları arasında kura çeker, hangisine çıkarsa, onunla sefere çıkardı. Bir seferinde yine kura çekti, bana çıktı, ben de Hz. Peygamber (sav) ile sefere çıktım. Bu sefer örtünme emri indikten sonraydı. Ben Devenin hörgücü üzerine konan bir mahfe ile taşınır, ineceğim zaman da onunla indirilirdim. Bu şekilde yol aldık ve nihayet Hz. Peygamber'in gazasından geri dönüşünde, Medine'ye yaklaştığımızda konakladık. Sonra geceleyin tekrar yola çıkma emrini verdi. Ben de kalkıp (ihtiyaç gidermek üzere) ordudan ayrılıp gittim, işim bitince konaklama yerine geldiğimde elimi göğsüme götürdüm ve bir de baktım ki Yemen'in göz boncuğundan dizilmiş olan gerdanlığım kopmuş. Hemen geri döndüm ve gerdanlığımı aradım. Bu arama işi beni yolculuktan alıkoydu. Bu sırada benim mahfemi taşıyanlar, içeride olduğumu düşünerek, bineğime yüklemiş ve yola koyulmuşlar. O zamanlar kadınlar az yemek yedikleri için zayıf olup kilolu değillerdi. Zaten küçük yaşta bir kadın olduğum için hizmetçiler mahfeyi yüklemek üzere kaldırdıklarında, ağırlık derecesinden, benim içinde olup olmadığımı fark edemeden yüklemiş ve deveyi sürüp gitmişler. Ordu gittikten sonra ben gerdanlığımı buldum ve ordunun konakladığı yere geldim ama orada hiç kimse yoktu. Ben, mahfede olmadığımı anladıkları zaman geri dönüp beni almaya gelirler düşüncesi ile daha önce kendimin konakladığı yere geldim. Bu düşünce ile oturduğum sırada, gözlerime uyku çöktü ve uyuyakaldım.
Ordunun ardını toplayarak gelen Safvân b. Muattal es-Sulemî ez-Zekvânî sabaha yakın bulunduğum yere gelip uyuyan bir insan karaltısı görünce yanıma geldi. Bu zât beni örtünme emrinden önce görmüştü. (Bu yüzden beni tanıdı) ve devesini çöktürdüğü sırada "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" demesiyle uyandım. Safvân devesinin ön ayağına bastı, ben de deveye bindim. Sonra deveyi çekerek yürüdü gitti. Nihayet öğlen sıcağında mola verdikleri yerde orduya yetiştik. Bu sırada (hakkımda iftira ederek) helak olan çoktan helak olmuştu. İftiraya ilk yeltenen ise Abdullah b. Ubeyy b. Selûl olmuştu.
Medine'ye geldiğimizde bir ay hastalandım. İnsanlar, iftiracıların sözlerini yayıyorlarmış. (Ben iftiralardan habersizdim) ama Hz. Peygamber'in (sav), hasta olduğum zaman bana gösterdiği yumuşaklığı, bu hastalığımda göstermemesi şüphemi çekiyordu. Yanıma giriyor, selâm veriyor, sonra "hastanız nasıl?" diyordu. Benim hiçbir şeyden haberim yoktu. Nihayet iyileşme devrine girmiştim.
Bir gece ben Ümmü Mıstah'la ihtiyaç giderme yerimiz olan Menâsı tarafına gittim. Biz buraya ancak geceleri çıkardık. Bu âdet, evlerimizin yakınında hela edinmemizden önceydi. O zamanlar bizim hâlimiz, bedevilerin (hacet gidermek için) çölde dışarıya çıkmalarına yahut gezinmelerine benziyordu. Ben, Ümmü Mısah bt. Ebu Ruhm ile hacet giderme yerine doğru yönelip giderken, onun ayağı çarşafına takılıp düştü ve "kahrolasın Mıstah" diye (oğluna) beddua etti. Ben "Ne kötü söyledin, Bedir Savaşı'na katılan birine mi sövüyorsun?" dedim. Bana "hey gidi saf kızım, sen ortada dolaşan iftiraları işitmedin mi?" dedi ve iftiracıların sözlerini aktardı.
Bunun üzerine hastalığım üstüne bir hastalık daha arttı. Evime dönünce de Allah Rasulü (sav) yanıma geldi, selâm verdi ve "hastanız nasıldır?" diye sordu. Ben de "ey Allah'ın Rasulü, ebeveynimin yanına gitmeme izin ver" dedim. Ben bu haberi anam ve babamdan sağlamca öğrenmek istiyordum. Rasulullah bana izin verdi, ben de ebeveynimin yanına geldim ve annem Ümmü Rûmân'a "insanların konuşmakta olduğu bu sözler nedir?" dedim. Annem "Kızım, üzülme, sen kendini ve sağlığını düşün. Vallahi senin gibi güzelliğe sahip, kocasının yanında sevimli ve kumaları olan bir kadının aleyhinde çokça dedikodu yapılması doğaldır" dedi.
Ben de "Subhânallah! İnsanlar hakikaten bu sözleri söylüyorlar mı? hayret doğrusu" dedim.
Âişe der ki: Ben o gece babamın evinde yattım. Sabaha kadar gözümün yaşı dinmedi, gözüme uyku da girmedi. Sonra sabahladığımda Rasulullah (sav), konu ilgili vahyin gelmesi gecikince, eşi ile ayrılması hususunda istişare etmek üzere, Ali b. Ebu Tâlib ve Usame b. Zeyd'i yanına çağırmıştı. Usame, ehlibeyt için gönlünde beslediği sevgiye işaret edip "ey Allah'ın Rasulü, vallahi ailen hakkında biz hayırdan başka bir şey bilmeyiz" dedi. Ali b. Ebu Tâlib'e gelince, o da "ey Allah'ın Rasulü, Allah sana darlık vermemiş ki. Onun dışında da bir sürü kadın var. Hizmetçiye de sorun, o size doğrusunu söyler" dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav), Berîre'yi çağırıp "ey Berîre! Âise'de seni şüphelendirecek kötü bir şey gördün mü?" diye sordu. Berîre de "Hayır görmedim. Seni hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, benim onda görebildiğim en büyük kusur; küçük yaşta bir kadınken hamur yoğurduğu sırada uyuyakalması, ardından evin koyunun gelip hamuru yemesidir" dedi.
Rasulullah o gün (mescitte) ayağa kalkıp bir hutbe verdi ve Abdullah b. Übey b. Selûl'ün, iftirasından dolayı cezalandırılmasını isteyerek şöyle buyurdu: "Eşim hakkında (iftira ederek) bana eziyet eden bir şahsı cezalandırma konusunda kim bana yardım eder? Vallahi ben, eşim hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Yine bir adamın ismini ortaya attılar ki, bu kişi hakkında da ben hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Bu kimse, yanında ben olmadan, eşimin yanına girmiş değil." Bunun üzerine Bunun üzerine Sa'd b. Muâz ayağa kalkıp "ey Allah'ın Rasulü, vallahi sana ben yardım edeceğim. Eğer bu adam Evs Kabilesinden ise biz onun boynunu vururuz. Eğer Hazrecli kardeşlerimizden ise, ne yapmak lazımsa Sen emredersin, biz de emrini yerine getiririz" dedi. Ardından Hazrec Kabilesinin reisi olan Sa'd b. Ubâde ayağa kalktı ve iyi bir insan olmasına rağmen kabile taassubunun etkisiyle "yalan söylüyorsun. Allah'ın varlığına yemin ederim ki, sen onu öldüremezsin, öldürmeye de gücün yetmez" dedi. Hemen peşinden Useyd b. Hudayr ayağa kalkarak "Allah'ın varlığına yemin ederim ki, sen yalan söylüyorsun. Vallahi biz elbette onu öldürürüz. Sen muhakkak münafıksın ki, münafıklar adına mücadele ediyorsun" karşılığını verdi. Böylece Evs ve Hazrec kabileleri ayaklandı, hatta Rasulullah (sav) henüz daha minberden inmemişken birbirlerinin üzerine yürüdüler. Hz. Peygamber (sav) hemen minberden inip bunları yumuşak bir üslup ile yatıştırdı, kendisi de sükût buyurdu.
Ben, gün boyu ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne gözüme uyku girdi. Sabahleyin babam ve anam yanıma geldi. Ben bu şekilde iki gece, bir gün ağladım. Hatta ağlamaktan ciğerim parçalanacak sandım. Ben ebeveynim yanımda otururken ağladığım bir sırada Ensâr'dan bir kadın gelip yanıma girmek için izin istedi, ben de izin verdim. O da oturup benimle birlikte ağladı. Biz bu durumdayken Rasulullah (sav) içeriye girdi, gelip yanıma oturdu. Halbuki hakkımda dedikodu başladığı günden beri yanımda oturmamıştı. Rasulullah (sav) bir ay beklediği halde kendisine hakkımda bir şey vahyolunmamıştı. Âişe devamla şöyle dedi: Rasulullah (sav) kelime-i şahadet getirdikten sonra "ey Âişe, hakkında şöyle şöyle sözler kulağıma geldi. Eğer sen bu iddialardan beri isen, yakında Allah seni temize çıkarır. Yok eğer böyle bir günaha düştünse Allah'tan af dile ve Allah'a tevbe et. Çünkü kul, günahını itiraf edip tevbe edince Allah da ona af eder" dedi. Âişe devamla dedi ki: Rasulullah (sav) bu sözünü bitirince gözümün yaşı kesildi, hatta bir damla bile aktığını hissetmedim. Hemen babama dönüp "Allah Rasulü'ne benim adıma cevap ver" dedim. Babam "vallahi, Rasulullah'a (sav) ne diyeceğimi bilmiyorum" dedi. Anneme dönüp "benim adıma, Rasulullah'ın söylediği söze cevap ver" dedim. O da "vallahi ben de Rasulullah'a ne diyeceğimi bilmiyorum" dedi. Âişe devamla dedi ki: Ben de küçük yaşta bir kadındım. Kur'an'dan çok bir kısmını (ezberden) okuyamıyordum- Bu sebepten ben şöyle dedim: "Vallahi ben anladım ki, siz insanların dedikodusunu işittiniz, o sizin içinizde karşılık buldu ve siz bu söze inanıp tasdik ettiniz. Şimdi ben size 'ben beriyim' desem -ki zaten Allah benim beri olduğumu bilmektedir-, siz bana inanmazsınız. Eğer ben size bu işi itiraf etsem -ki zaten Allah benim beri olduğumu bilmektedir-, siz bana inanacaksınız. Vallahi aramızdaki bu durumu ancak Yusuf'un babasının durumuna benzetiyorum. Yusuf'un kardeşleri, Yusuf'un gömleği üzerinde yalan bir kan lekesi getirdikleri zaman, Yakup, oğullarına 'فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ (Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin şu anlatışınıza karşı yardımına sığınılacak ise, ancak Allah'tır -Yûsuf, 18) demişti."
Sonra Allah'ın beni temize çıkarmasını umarak yatağıma doğru uzandım. Ancak vallahi Allah'ın hakkımda bir ayet indireceğini sanmıyordum. Benimle ilgili bir işin Kur'an'da konuşulacak kadar, kendimin değerli olduğumu düşünmüyordum. Sadece Rasulullah'ın bir rüya görmesini ve Allah'ın beni o rüya ile temize çıkarmasını umuyordum. Vallahi Rasulullah henüz daha yerinden kalkmamıştı ve oradakilerden hiçbiri odadan çıkmamıştı ki Allah Rasulü'ne vahiy geldi. Vahyin ağırlık ve şiddetinden kış günlerinde terlemek gibi vahiy işaretleri onu kapladı. Vahyin inmesi bittiğinde, Hz. Peygamber (sav) gülümsüyordu. Bana ilk söylediği söz şu oldu: "ey Âişe, Allah'a hamd et, Allah seni kesin olarak temize çıkardı." Bunun üzerine annem bana "Kalk Rasulullah'a teşekkür et" dedi. Ben "Hayır, ben O'na kalkmam. Ben yalnız Allah'a hamd ederim" dedim.
İşte Yüce Allah, şu ayetleri indirdi: "O iftirayı atanlar içinizden bir gruptur. Bunun sizin için kötü olduğunu sanmayın, aksine bu hakkınızda hayırlıdır. Onların her biri işlediği günahı yüklenecektir. İçlerinden günahın büyüğünü üstlenen için ise büyük bir azap vardır. Bunu işittiğiniz zaman mümin erkekler ve kadınların birbiri hakkında hüsn-i zan beslemeleri ve “Bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? Bu iddialarına dört şahit getirseler ya! Bu sayıda şahit getiremiyorlarsa onlar, Allah nezdinde yalancıların ta kendileridir. Eğer dünyada ve ahirette Allah’ın lütfu ve rahmeti hep sizinle olmasaydı içine daldığınız günah yüzünden size büyük bir azap gelecekti. Çünkü siz, iftirayı dilden dile yayıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız bir şeyi ağızlarınızla söylüyorsunuz; bunu da önemsiz sanıyorsunuz; halbuki Allah katında o büyük bir şeydir. O kulağınıza geldiğinde “Bunu konuşmak bize yakışmaz, fesübhânallah, bu apaçık bir iftiradır” deseydiniz ya! Eğer gerçek müminlerseniz Allah size, bir daha asla böyle bir şey yapmamanızı öğütlüyor. Allah size ayetleri açıklıyor; Allah ilim ve hikmet sahibidir. Müminler arasında ahlâksızlığın yaygınlaşmasını isteyenlere dünyada ve ahirette can yakıcı bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Ya Allah’ın size lütfu ve rahmeti ulaşmasaydı, ya Allah çok şefkatli, çok merhametli olmasaydı! Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytana ayak uydurursa bilsin ki, o edepsizliği ve kötülüğü emreder. Allah’ın lutfu ve rahmeti sizinle olmasaydı içinizden hiçbir kimse günahtan asla arınamazdı, fakat Allah dilediğini arındırır; Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir." (Nur 11-21)
Allah benim beratım hakkında bu ayetleri indirince babam Ebu Bekir, hısımlığından ve fakirliğinden dolayı yardım etmekte bulunduğu Mıstah b. Usâse için "Âişe'ye attığı bu iftiradan sonra vallahi ben de Mıstah'a bir şey vermem" diye yemin etti. Bunun üzerine Yüce Allah "İçinizden yardım sever ve zengin olanlar akrabaya, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere artık bir şey vermeyeceğiz diye yemin etmesinler. Bağışlasınlar, hoş görsünler; Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir." (Nur, 22) ayetini indirdi. Bu ayetin inmesi üzerine Ebu Bekir "vallahi ben, Allah'ın beni mağfiret etmesini muhakkak severim" dedi ve Mıstah'a yaptığı yardıma devam etti.
Rasulullah (sav), Zeynep bt. Cahş'a da "ey Zeynep! Âişe hakkında ne biliyorsun, ne gördün?" diyerek benim durumumu sorduğunda Zeynep "Ey Allah'ın Rasulü, ben kulağımı, gözümü muhafaza ederim. Vallahi ben Âişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmem" dedi. Âişe der ki: Zeynep (Peygamber'in kadınları arasında güzelliği ve Peygamber'in yanındaki konumu bakımından) benim rakibimdi. Fakat Allah onu takvası sebebiyle (iftiracılara katılmaktan) korudu.
Bize Fulayh, ona Hişâm b. Urve, ona Urve, ona da Âişe ve Abdullah b. Zübeyir bu hadisin benzerini rivayet etmiştir.
Bize Fulayh, ona Rabîa b. Ebu Abdurrahman ve Yahya ibn Saîd, onlara da Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir bu hadisn benzerini rivayet etmiştir.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
280300, B002661-7
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو الرَّبِيعِ سُلَيْمَانُ بْنُ دَاوُدَ وَأَفْهَمَنِى بَعْضَهُ أَحْمَدُ حَدَّثَنَا فُلَيْحُ بْنُ سُلَيْمَانَ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ الزُّهْرِىِّ عَنْ عُرْوَةَ بْنِ الزُّبَيْرِ وَسَعِيدِ بْنِ الْمُسَيَّبِ وَعَلْقَمَةَ بْنِ وَقَّاصٍ اللَّيْثِىِّ وَعُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُتْبَةَ عَنْ عَائِشَةَ - رضى الله عنها - زَوْجِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم حِينَ قَالَ لَهَا أَهْلُ الإِفْكِ مَا قَالُوا ، فَبَرَّأَهَا اللَّهُ مِنْهُ ، قَالَ الزُّهْرِىُّ ، وَكُلُّهُمْ حَدَّثَنِى طَائِفَةً مِنْ حَدِيثِهَا وَبَعْضُهُمْ أَوْعَى مِنْ بَعْضٍ ، وَأَثْبَتُ لَهُ اقْتِصَاصًا ، وَقَدْ وَعَيْتُ عَنْ كُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمُ الْحَدِيثَ الَّذِى حَدَّثَنِى عَنْ عَائِشَةَ ، وَبَعْضُ حَدِيثِهِمْ يُصَدِّقُ بَعْضًا . زَعَمُوا أَنَّ عَائِشَةَ قَالَتْ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِذَا أَرَادَ أَنْ يَخْرُجَ سَفَرًا أَقْرَعَ بَيْنَ أَزْوَاجِهِ ، فَأَيَّتُهُنَّ خَرَجَ سَهْمُهَا خَرَجَ بِهَا مَعَهُ ، فَأَقْرَعَ بَيْنَنَا فِى غَزَاةٍ غَزَاهَا فَخَرَجَ سَهْمِى ، فَخَرَجْتُ مَعَهُ بَعْدَ مَا أُنْزِلَ الْحِجَابُ ، فَأَنَا أُحْمَلُ فِى هَوْدَجٍ وَأُنْزَلُ فِيهِ ، فَسِرْنَا حَتَّى إِذَا فَرَغَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ غَزْوَتِهِ تِلْكَ ، وَقَفَلَ وَدَنَوْنَا مِنَ الْمَدِينَةِ ، آذَنَ لَيْلَةً بِالرَّحِيلِ ، فَقُمْتُ حِينَ آذَنُوا بِالرَّحِيلِ ، فَمَشَيْتُ حَتَّى جَاوَزْتُ الْجَيْشَ ، فَلَمَّا قَضَيْتُ شَأْنِى أَقْبَلْتُ إِلَى الرَّحْلِ ، فَلَمَسْتُ صَدْرِى ، فَإِذَا عِقْدٌ لِى مِنْ جَزْعِ أَظْفَارٍ قَدِ انْقَطَعَ ، فَرَجَعْتُ فَالْتَمَسْتُ عِقْدِى ، فَحَبَسَنِى ابْتِغَاؤُهُ ، فَأَقْبَلَ الَّذِينَ يَرْحَلُونَ لِى ، فَاحْتَمَلُوا هَوْدَجِى فَرَحَلُوهُ عَلَى بَعِيرِى الَّذِى كُنْتُ أَرْكَبُ ، وَهُمْ يَحْسِبُونَ أَنِّى فِيهِ ، وَكَانَ النِّسَاءُ إِذْ ذَاكَ خِفَافًا لَمْ يَثْقُلْنَ وَلَمْ يَغْشَهُنَّ اللَّحْمُ ، وَإِنَّمَا يَأْكُلْنَ الْعُلْقَةَ مِنَ الطَّعَامِ ، فَلَمْ يَسْتَنْكِرِ الْقَوْمُ حِينَ رَفَعُوهُ ثِقَلَ الْهَوْدَجِ فَاحْتَمَلُوهُ وَكُنْتُ جَارِيَةً حَدِيثَةَ السِّنِّ ، فَبَعَثُوا الْجَمَلَ وَسَارُوا ، فَوَجَدْتُ عِقْدِى بَعْدَ مَا اسْتَمَرَّ الْجَيْشُ ، فَجِئْتُ مَنْزِلَهُمْ وَلَيْسَ فِيهِ أَحَدٌ ، فَأَمَمْتُ مَنْزِلِى الَّذِى كُنْتُ بِهِ فَظَنَنْتُ أَنَّهُمْ سَيَفْقِدُونِى فَيَرْجِعُونَ إِلَىَّ ، فَبَيْنَا أَنَا جَالِسَةٌ غَلَبَتْنِى عَيْنَاىَ فَنِمْتُ ، وَكَانَ صَفْوَانُ بْنُ الْمُعَطَّلِ السُّلَمِىُّ ثُمَّ الذَّكْوَانِىُّ مِنْ وَرَاءِ الْجَيْشِ ، فَأَصْبَحَ عِنْدَ مَنْزِلِى فَرَأَى سَوَادَ إِنْسَانٍ نَائِمٍ فَأَتَانِى ، وَكَانَ يَرَانِى قَبْلَ الْحِجَابِ فَاسْتَيْقَظْتُ بِاسْتِرْجَاعِهِ حِينَ أَنَاخَ رَاحِلَتَهُ ، فَوَطِئَ يَدَهَا فَرَكِبْتُهَا فَانْطَلَقَ يَقُودُ بِى الرَّاحِلَةَ ، حَتَّى أَتَيْنَا الْجَيْشَ بَعْدَ مَا نَزَلُوا مُعَرِّسِينَ فِى نَحْرِ الظَّهِيرَةِ ، فَهَلَكَ مَنْ هَلَكَ ، وَكَانَ الَّذِى تَوَلَّى الإِفْكَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أُبَىٍّ ابْنُ سَلُولَ ، فَقَدِمْنَا الْمَدِينَةَ فَاشْتَكَيْتُ بِهَا شَهْرًا ، يُفِيضُونَ مِنْ قَوْلِ أَصْحَابِ الإِفْكِ ، وَيَرِيبُنِى فِى وَجَعِى أَنِّى لاَ أَرَى مِنَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم اللُّطْفَ الَّذِى كُنْتُ أَرَى مِنْهُ حِينَ أَمْرَضُ ، إِنَّمَا يَدْخُلُ فَيُسَلِّمُ ثُمَّ يَقُولُ « كَيْفَ تِيكُمْ » . لاَ أَشْعُرُ بِشَىْءٍ مِنْ ذَلِكَ حَتَّى نَقَهْتُ ، فَخَرَجْتُ أَنَا وَأُمُّ مِسْطَحٍ قِبَلَ الْمَنَاصِعِ مُتَبَرَّزُنَا ، لاَ نَخْرُجُ إِلاَّ لَيْلاً إِلَى لَيْلٍ ، وَذَلِكَ قَبْلَ أَنْ نَتَّخِذَ الْكُنُفَ قَرِيبًا مِنْ بُيُوتِنَا ، وَأَمْرُنَا أَمْرُ الْعَرَبِ الأُوَلِ فِى الْبَرِّيَّةِ أَوْ فِى التَّنَزُّهِ ، فَأَقْبَلْتُ أَنَا وَأُمُّ مِسْطَحٍ بِنْتُ أَبِى رُهْمٍ نَمْشِى ، فَعَثُرَتْ فِى مِرْطِهَا فَقَالَتْ تَعِسَ مِسْطَحٌ ، فَقُلْتُ لَهَا بِئْسَ مَا قُلْتِ ، أَتَسُبِّينَ رَجُلاً شَهِدَ بَدْرًا فَقَالَتْ يَا هَنْتَاهْ أَلَمْ تَسْمَعِى مَا قَالُوا فَأَخْبَرَتْنِى بِقَوْلِ أَهْلِ الإِفْكِ ، فَازْدَدْتُ مَرَضًا إِلَى مَرَضِى ، فَلَمَّا رَجَعْتُ إِلَى بَيْتِى دَخَلَ عَلَىَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَسَلَّمَ فَقَالَ « كَيْفَ تِيكُمْ » . فَقُلْتُ ائْذَنْ لِى إِلَى أَبَوَىَّ . قَالَتْ وَأَنَا حِينَئِذٍ أُرِيدُ أَنْ أَسْتَيْقِنَ الْخَبَرَ مِنْ قِبَلِهِمَا ، فَأَذِنَ لِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَتَيْتُ أَبَوَىَّ فَقُلْتُ لأُمِّى مَا يَتَحَدَّثُ بِهِ النَّاسُ فَقَالَتْ يَا بُنَيَّةُ هَوِّنِى عَلَى نَفْسِكِ الشَّأْنَ ، فَوَاللَّهِ لَقَلَّمَا كَانَتِ امْرَأَةٌ قَطُّ وَضِيئَةٌ عِنْدَ رَجُلٍ يُحِبُّهَا وَلَهَا ضَرَائِرُ إِلاَّ أَكْثَرْنَ عَلَيْهَا . فَقُلْتُ سُبْحَانَ اللَّهِ وَلَقَدْ يَتَحَدَّثُ النَّاسُ بِهَذَا قَالَتْ فَبِتُّ تِلْكَ اللَّيْلَةَ حَتَّى أَصْبَحْتُ لاَ يَرْقَأُ لِى دَمْعٌ وَلاَ أَكْتَحِلُ بِنَوْمٍ ، ثُمَّ أَصْبَحْتُ فَدَعَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلِىَّ بْنَ أَبِى طَالِبٍ وَأُسَامَةَ بْنَ زَيْدٍ حِينَ اسْتَلْبَثَ الْوَحْىُ ، يَسْتَشِيرُهُمَا فِى فِرَاقِ أَهْلِهِ ، فَأَمَّا أُسَامَةُ فَأَشَارَ عَلَيْهِ بِالَّذِى يَعْلَمُ فِى نَفْسِهِ مِنَ الْوُدِّ لَهُمْ ، فَقَالَ أُسَامَةُ أَهْلُكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ وَلاَ نَعْلَمُ وَاللَّهِ إِلاَّ خَيْرًا ، وَأَمَّا عَلِىُّ بْنُ أَبِى طَالِبٍ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ لَمْ يُضَيِّقِ اللَّهُ عَلَيْكَ وَالنِّسَاءُ سِوَاهَا كَثِيرٌ ، وَسَلِ الْجَارِيَةَ تَصْدُقْكَ . فَدَعَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بَرِيرَةَ فَقَالَ « يَا بَرِيرَةُ هَلْ رَأَيْتِ فِيهَا شَيْئًا يَرِيبُكِ » . فَقَالَتْ بَرِيرَةُ لاَ وَالَّذِى بَعَثَكَ بِالْحَقِّ ، إِنْ رَأَيْتُ مِنْهَا أَمْرًا أَغْمِصُهُ عَلَيْهَا أَكْثَرَ مِنْ أَنَّهَا جَارِيَةٌ حَدِيثَةُ السِّنِّ تَنَامُ عَنِ الْعَجِينَ فَتَأْتِى الدَّاجِنُ فَتَأْكُلُهُ . فَقَامَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ يَوْمِهِ ، فَاسْتَعْذَرَ مِنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أُبَىٍّ ابْنِ سَلُولَ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « مَنْ يَعْذِرُنِى مِنْ رَجُلٍ بَلَغَنِى أَذَاهُ فِى أَهْلِى ، فَوَاللَّهِ مَا عَلِمْتُ عَلَى أَهْلِى إِلاَّ خَيْرًا ، وَقَدْ ذَكَرُوا رَجُلاً مَا عَلِمْتُ عَلَيْهِ إِلاَّ خَيْرًا ، وَمَا كَانَ يَدْخُلُ عَلَى أَهْلِى إِلاَّ مَعِى » . فَقَامَ سَعْدُ بْنُ مُعَاذٍ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَنَا وَاللَّهِ أَعْذِرُكَ مِنْهُ ، إِنْ كَانَ مِنَ الأَوْسِ ضَرَبْنَا عُنُقَهُ ، وَإِنْ كَانَ مِنْ إِخْوَانِنَا مِنَ الْخَزْرَجِ أَمَرْتَنَا فَفَعَلْنَا فِيهِ أَمْرَكَ . فَقَامَ سَعْدُ بْنُ عُبَادَةَ وَهُوَ سَيِّدُ الْخَزْرَجِ ، وَكَانَ قَبْلَ ذَلِكَ رَجُلاً صَالِحًا وَلَكِنِ احْتَمَلَتْهُ الْحَمِيَّةُ فَقَالَ كَذَبْتَ لَعَمْرُ اللَّهِ ، لاَ تَقْتُلُهُ وَلاَ تَقْدِرُ عَلَى ذَلِكَ ، فَقَامَ أُسَيْدُ بْنُ الْحُضَيْرِ فَقَالَ كَذَبْتَ لَعَمْرُ اللَّهِ ، وَاللَّهِ لَنَقْتُلَنَّهُ ، فَإِنَّكَ مُنَافِقٌ تُجَادِلُ عَنِ الْمُنَافِقِينَ . فَثَارَ الْحَيَّانِ الأَوْسُ وَالْخَزْرَجُ حَتَّى هَمُّوا ، وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلَى الْمِنْبَرِ فَنَزَلَ فَخَفَّضَهُمْ حَتَّى سَكَتُوا وَسَكَتَ ، وَبَكَيْتُ يَوْمِى لاَ يَرْقَأُ لِى دَمْعٌ وَلاَ أَكْتَحِلُ بِنَوْمٍ ، فَأَصْبَحَ عِنْدِى أَبَوَاىَ ، قَدْ بَكَيْتُ لَيْلَتَيْنِ وَيَوْمًا حَتَّى أَظُنُّ أَنَّ الْبُكَاءَ فَالِقٌ كَبِدِى - قَالَتْ - فَبَيْنَا هُمَا جَالِسَانِ عِنْدِى وَأَنَا أَبْكِى إِذِ اسْتَأْذَنَتِ امْرَأَةٌ مِنَ الأَنْصَارِ فَأَذِنْتُ لَهَا ، فَجَلَسَتْ تَبْكِى مَعِى ، فَبَيْنَا نَحْنُ كَذَلِكَ إِذْ دَخَلَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَجَلَسَ ، وَلَمْ يَجْلِسْ عِنْدِى مِنْ يَوْمِ قِيلَ فِىَّ مَا قِيلَ قَبْلَهَا ، وَقَدْ مَكُثَ شَهْرًا لاَ يُوحَى إِلَيْهِ فِى شَأْنِى شَىْءٌ - قَالَتْ - فَتَشَهَّدَ ثُمَّ قَالَ « يَا عَائِشَةُ فَإِنَّهُ بَلَغَنِى عَنْكِ كَذَا وَكَذَا ، فَإِنْ كُنْتِ بَرِيئَةً فَسَيُبَرِّئُكِ اللَّهُ ، وَإِنْ كُنْتِ أَلْمَمْتِ فَاسْتَغْفِرِى اللَّهَ وَتُوبِى إِلَيْهِ ، فَإِنَّ الْعَبْدَ إِذَا اعْتَرَفَ بِذَنْبِهِ ثُمَّ تَابَ تَابَ اللَّهُ عَلَيْهِ » . فَلَمَّا قَضَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَقَالَتَهُ قَلَصَ دَمْعِى حَتَّى مَا أُحِسُّ مِنْهُ قَطْرَةً وَقُلْتُ لأَبِى أَجِبْ عَنِّى رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . قَالَ وَاللَّهِ مَا أَدْرِى مَا أَقُولُ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . فَقُلْتُ لأُمِّى أَجِيبِى عَنِّى رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِيمَا قَالَ . قَالَتْ وَاللَّهِ مَا أَدْرِى مَا أَقُولُ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . قَالَتْ وَأَنَا جَارِيَةٌ حَدِيثَةُ السِّنِّ لاَ أَقْرَأُ كَثِيرًا مِنَ الْقُرْآنِ فَقُلْتُ إِنِّى وَاللَّهِ لَقَدْ عَلِمْتُ أَنَّكُمْ سَمِعْتُمْ مَا يَتَحَدَّثُ بِهِ النَّاسُ ، وَوَقَرَ فِى أَنْفُسِكُمْ وَصَدَّقْتُمْ بِهِ ، وَلَئِنْ قُلْتُ لَكُمْ إِنِّى بَرِيئَةٌ . وَاللَّهُ يَعْلَمُ إِنِّى لَبَرِيئَةٌ لاَ تُصَدِّقُونِى بِذَلِكَ ، وَلَئِنِ اعْتَرَفْتُ لَكُمْ بِأَمْرٍ ، وَاللَّهُ يَعْلَمُ أَنِّى بَرِيئَةٌ لَتُصَدِّقُنِّى وَاللَّهِ مَا أَجِدُ لِى وَلَكُمْ مَثَلاً إِلاَّ أَبَا يُوسُفَ إِذْ قَالَ ( فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ ) ثُمَّ تَحَوَّلْتُ عَلَى فِرَاشِى ، وَأَنَا أَرْجُو أَنْ يُبَرِّئَنِى اللَّهُ ، وَلَكِنْ وَاللَّهِ مَا ظَنَنْتُ أَنْ يُنْزِلَ فِى شَأْنِى وَحْيًا ، وَلأَنَا أَحْقَرُ فِى نَفْسِى مِنْ أَنْ يُتَكَلَّمَ بِالْقُرْآنِ فِى أَمْرِى ، وَلَكِنِّى كُنْتُ أَرْجُو أَنْ يَرَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى النَّوْمِ رُؤْيَا يُبَرِّئُنِى اللَّهُ ، فَوَاللَّهِ مَا رَامَ مَجْلِسَهُ وَلاَ خَرَجَ أَحَدٌ مِنْ أَهْلِ الْبَيْتِ حَتَّى أُنْزِلَ عَلَيْهِ ، فَأَخَذَهُ مَا كَانَ يَأْخُذُهُ مِنَ الْبُرَحَاءِ ، حَتَّى إِنَّهُ لَيَتَحَدَّرُ مِنْهُ مِثْلُ الْجُمَانِ مِنَ الْعَرَقِ فِى يَوْمٍ شَاتٍ ، فَلَمَّا سُرِّىَ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَهُوَ يَضْحَكُ ، فَكَانَ أَوَّلَ كَلِمَةٍ تَكَلَّمَ بِهَا أَنْ قَالَ لِى « يَا عَائِشَةُ ، احْمَدِى اللَّهَ فَقَدْ بَرَّأَكِ اللَّهُ » . فَقَالَتْ لِى أُمِّى قُومِى إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . فَقُلْتُ لاَ وَاللَّهِ ، لاَ أَقُومُ إِلَيْهِ ، وَلاَ أَحْمَدُ إِلاَّ اللَّهَ فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَعَالَى ( إِنَّ الَّذِينَ جَاءُوا بِالإِفْكِ عُصْبَةٌ مِنْكُمْ ) الآيَاتِ ، فَلَمَّا أَنْزَلَ اللَّهُ هَذَا فِى بَرَاءَتِى قَالَ أَبُو بَكْرٍ الصِّدِّيقُ - رضى الله عنه - وَكَانَ يُنْفِقُ عَلَى مِسْطَحِ بْنِ أُثَاثَةَ لِقَرَابَتِهِ مِنْهُ وَاللَّهِ لاَ أُنْفِقُ عَلَى مِسْطَحٍ شَيْئًا أَبَدًا بَعْدَ مَا قَالَ لِعَائِشَةَ . فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَعَالَى ( وَلاَ يَأْتَلِ أُولُو الْفَضْلِ مِنْكُمْ وَالسَّعَةِ ) إِلَى قَوْلِهِ ( غَفُورٌ رَحِيمٌ ) فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ بَلَى ، وَاللَّهِ إِنِّى لأُحِبُّ أَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لِى ، فَرَجَعَ إِلَى مِسْطَحٍ الَّذِى كَانَ يُجْرِى عَلَيْهِ . وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَسْأَلُ زَيْنَبَ بِنْتَ جَحْشٍ عَنْ أَمْرِى ، فَقَالَ « يَا زَيْنَبُ ، مَا عَلِمْتِ مَا رَأَيْتِ » . فَقَالَتْ يَا رَسُولَ اللَّهِ ، أَحْمِى سَمْعِى وَبَصَرِى ، وَاللَّهِ مَا عَلِمْتُ عَلَيْهَا إِلاَّ خَيْرًا ، قَالَتْ وَهْىَ الَّتِى كَانَتْ تُسَامِينِى ، فَعَصَمَهَا اللَّهُ بِالْوَرَعِ . قَالَ وَحَدَّثَنَا فُلَيْحٌ عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ عُرْوَةَ عَنْ عَائِشَةَ وَعَبْدِ اللَّهِ بْنِ الزُّبَيْرِ مِثْلَهُ . قَالَ وَحَدَّثَنَا فُلَيْحٌ عَنْ رَبِيعَةَ بْنِ أَبِى عَبْدِ الرَّحْمَنِ وَيَحْيَى بْنِ سَعِيدٍ عَنِ الْقَاسِمِ بْنِ مُحَمَّدِ بْنِ أَبِى بَكْرٍ مِثْلَهُ .
Tercemesi:
Bize Ebu Rabî Süleyman b. Davud, ona Ahmed, ona Füleyh b. Süleyman, ona da İbn Şihâb ez-Zührî şöyle demiştir: Yüce Allah'ın Hz. Aişe'yi (r.anha), iftiracıların iftiralarından temize çıkardığı olayı bana Urve b. Zübeyir, Saîd b. Müseyyeb, Alkame b. Vakkâs el-Leysî ve Übeydullah b. Abdullah b. Utbe aktardı. Bu ravilerin her biri hadisten bir bölümü aktardı ve bir kısmı hadisi diğerinden daha iyi kavramış, bir kısmı da hadisi diğerinden daha iyi anlatmıştır. Ben onların her birinin Hz. Aişe'den aktardığı olayı iyice belledim. Onların bir kısmının anlattığı olay, diğerinin anlattığını doğrular nitelikteydi. Onlara Hz. Aişe şöyle demiştir:
Rasulullah (sav) sefere çıkmak istediği zaman hanımları arasında kura çeker, hangisine çıkarsa, onunla sefere çıkardı. Bir seferinde yine kura çekti, bana çıktı, ben de Hz. Peygamber (sav) ile sefere çıktım. Bu sefer örtünme emri indikten sonraydı. Ben Devenin hörgücü üzerine konan bir mahfe ile taşınır, ineceğim zaman da onunla indirilirdim. Bu şekilde yol aldık ve nihayet Hz. Peygamber'in gazasından geri dönüşünde, Medine'ye yaklaştığımızda konakladık. Sonra geceleyin tekrar yola çıkma emrini verdi. Ben de kalkıp (ihtiyaç gidermek üzere) ordudan ayrılıp gittim, işim bitince konaklama yerine geldiğimde elimi göğsüme götürdüm ve bir de baktım ki Yemen'in göz boncuğundan dizilmiş olan gerdanlığım kopmuş. Hemen geri döndüm ve gerdanlığımı aradım. Bu arama işi beni yolculuktan alıkoydu. Bu sırada benim mahfemi taşıyanlar, içeride olduğumu düşünerek, bineğime yüklemiş ve yola koyulmuşlar. O zamanlar kadınlar az yemek yedikleri için zayıf olup kilolu değillerdi. Zaten küçük yaşta bir kadın olduğum için hizmetçiler mahfeyi yüklemek üzere kaldırdıklarında, ağırlık derecesinden, benim içinde olup olmadığımı fark edemeden yüklemiş ve deveyi sürüp gitmişler. Ordu gittikten sonra ben gerdanlığımı buldum ve ordunun konakladığı yere geldim ama orada hiç kimse yoktu. Ben, mahfede olmadığımı anladıkları zaman geri dönüp beni almaya gelirler düşüncesi ile daha önce kendimin konakladığı yere geldim. Bu düşünce ile oturduğum sırada, gözlerime uyku çöktü ve uyuyakaldım.
Ordunun ardını toplayarak gelen Safvân b. Muattal es-Sulemî ez-Zekvânî sabaha yakın bulunduğum yere gelip uyuyan bir insan karaltısı görünce yanıma geldi. Bu zât beni örtünme emrinden önce görmüştü. (Bu yüzden beni tanıdı) ve devesini çöktürdüğü sırada "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" demesiyle uyandım. Safvân devesinin ön ayağına bastı, ben de deveye bindim. Sonra deveyi çekerek yürüdü gitti. Nihayet öğlen sıcağında mola verdikleri yerde orduya yetiştik. Bu sırada (hakkımda iftira ederek) helak olan çoktan helak olmuştu. İftiraya ilk yeltenen ise Abdullah b. Ubeyy b. Selûl olmuştu.
Medine'ye geldiğimizde bir ay hastalandım. İnsanlar, iftiracıların sözlerini yayıyorlarmış. (Ben iftiralardan habersizdim) ama Hz. Peygamber'in (sav), hasta olduğum zaman bana gösterdiği yumuşaklığı, bu hastalığımda göstermemesi şüphemi çekiyordu. Yanıma giriyor, selâm veriyor, sonra "hastanız nasıl?" diyordu. Benim hiçbir şeyden haberim yoktu. Nihayet iyileşme devrine girmiştim.
Bir gece ben Ümmü Mıstah'la ihtiyaç giderme yerimiz olan Menâsı tarafına gittim. Biz buraya ancak geceleri çıkardık. Bu âdet, evlerimizin yakınında hela edinmemizden önceydi. O zamanlar bizim hâlimiz, bedevilerin (hacet gidermek için) çölde dışarıya çıkmalarına yahut gezinmelerine benziyordu. Ben, Ümmü Mısah bt. Ebu Ruhm ile hacet giderme yerine doğru yönelip giderken, onun ayağı çarşafına takılıp düştü ve "kahrolasın Mıstah" diye (oğluna) beddua etti. Ben "Ne kötü söyledin, Bedir Savaşı'na katılan birine mi sövüyorsun?" dedim. Bana "hey gidi saf kızım, sen ortada dolaşan iftiraları işitmedin mi?" dedi ve iftiracıların sözlerini aktardı.
Bunun üzerine hastalığım üstüne bir hastalık daha arttı. Evime dönünce de Allah Rasulü (sav) yanıma geldi, selâm verdi ve "hastanız nasıldır?" diye sordu. Ben de "ey Allah'ın Rasulü, ebeveynimin yanına gitmeme izin ver" dedim. Ben bu haberi anam ve babamdan sağlamca öğrenmek istiyordum. Rasulullah bana izin verdi, ben de ebeveynimin yanına geldim ve annem Ümmü Rûmân'a "insanların konuşmakta olduğu bu sözler nedir?" dedim. Annem "Kızım, üzülme, sen kendini ve sağlığını düşün. Vallahi senin gibi güzelliğe sahip, kocasının yanında sevimli ve kumaları olan bir kadının aleyhinde çokça dedikodu yapılması doğaldır" dedi.
Ben de "Subhânallah! İnsanlar hakikaten bu sözleri söylüyorlar mı? hayret doğrusu" dedim.
Âişe der ki: Ben o gece babamın evinde yattım. Sabaha kadar gözümün yaşı dinmedi, gözüme uyku da girmedi. Sonra sabahladığımda Rasulullah (sav), konu ilgili vahyin gelmesi gecikince, eşi ile ayrılması hususunda istişare etmek üzere, Ali b. Ebu Tâlib ve Usame b. Zeyd'i yanına çağırmıştı. Usame, ehlibeyt için gönlünde beslediği sevgiye işaret edip "ey Allah'ın Rasulü, vallahi ailen hakkında biz hayırdan başka bir şey bilmeyiz" dedi. Ali b. Ebu Tâlib'e gelince, o da "ey Allah'ın Rasulü, Allah sana darlık vermemiş ki. Onun dışında da bir sürü kadın var. Hizmetçiye de sorun, o size doğrusunu söyler" dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav), Berîre'yi çağırıp "ey Berîre! Âise'de seni şüphelendirecek kötü bir şey gördün mü?" diye sordu. Berîre de "Hayır görmedim. Seni hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, benim onda görebildiğim en büyük kusur; küçük yaşta bir kadınken hamur yoğurduğu sırada uyuyakalması, ardından evin koyunun gelip hamuru yemesidir" dedi.
Rasulullah o gün (mescitte) ayağa kalkıp bir hutbe verdi ve Abdullah b. Übey b. Selûl'ün, iftirasından dolayı cezalandırılmasını isteyerek şöyle buyurdu: "Eşim hakkında (iftira ederek) bana eziyet eden bir şahsı cezalandırma konusunda kim bana yardım eder? Vallahi ben, eşim hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Yine bir adamın ismini ortaya attılar ki, bu kişi hakkında da ben hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Bu kimse, yanında ben olmadan, eşimin yanına girmiş değil." Bunun üzerine Bunun üzerine Sa'd b. Muâz ayağa kalkıp "ey Allah'ın Rasulü, vallahi sana ben yardım edeceğim. Eğer bu adam Evs Kabilesinden ise biz onun boynunu vururuz. Eğer Hazrecli kardeşlerimizden ise, ne yapmak lazımsa Sen emredersin, biz de emrini yerine getiririz" dedi. Ardından Hazrec Kabilesinin reisi olan Sa'd b. Ubâde ayağa kalktı ve iyi bir insan olmasına rağmen kabile taassubunun etkisiyle "yalan söylüyorsun. Allah'ın varlığına yemin ederim ki, sen onu öldüremezsin, öldürmeye de gücün yetmez" dedi. Hemen peşinden Useyd b. Hudayr ayağa kalkarak "Allah'ın varlığına yemin ederim ki, sen yalan söylüyorsun. Vallahi biz elbette onu öldürürüz. Sen muhakkak münafıksın ki, münafıklar adına mücadele ediyorsun" karşılığını verdi. Böylece Evs ve Hazrec kabileleri ayaklandı, hatta Rasulullah (sav) henüz daha minberden inmemişken birbirlerinin üzerine yürüdüler. Hz. Peygamber (sav) hemen minberden inip bunları yumuşak bir üslup ile yatıştırdı, kendisi de sükût buyurdu.
Ben, gün boyu ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne gözüme uyku girdi. Sabahleyin babam ve anam yanıma geldi. Ben bu şekilde iki gece, bir gün ağladım. Hatta ağlamaktan ciğerim parçalanacak sandım. Ben ebeveynim yanımda otururken ağladığım bir sırada Ensâr'dan bir kadın gelip yanıma girmek için izin istedi, ben de izin verdim. O da oturup benimle birlikte ağladı. Biz bu durumdayken Rasulullah (sav) içeriye girdi, gelip yanıma oturdu. Halbuki hakkımda dedikodu başladığı günden beri yanımda oturmamıştı. Rasulullah (sav) bir ay beklediği halde kendisine hakkımda bir şey vahyolunmamıştı. Âişe devamla şöyle dedi: Rasulullah (sav) kelime-i şahadet getirdikten sonra "ey Âişe, hakkında şöyle şöyle sözler kulağıma geldi. Eğer sen bu iddialardan beri isen, yakında Allah seni temize çıkarır. Yok eğer böyle bir günaha düştünse Allah'tan af dile ve Allah'a tevbe et. Çünkü kul, günahını itiraf edip tevbe edince Allah da ona af eder" dedi. Âişe devamla dedi ki: Rasulullah (sav) bu sözünü bitirince gözümün yaşı kesildi, hatta bir damla bile aktığını hissetmedim. Hemen babama dönüp "Allah Rasulü'ne benim adıma cevap ver" dedim. Babam "vallahi, Rasulullah'a (sav) ne diyeceğimi bilmiyorum" dedi. Anneme dönüp "benim adıma, Rasulullah'ın söylediği söze cevap ver" dedim. O da "vallahi ben de Rasulullah'a ne diyeceğimi bilmiyorum" dedi. Âişe devamla dedi ki: Ben de küçük yaşta bir kadındım. Kur'an'dan çok bir kısmını (ezberden) okuyamıyordum- Bu sebepten ben şöyle dedim: "Vallahi ben anladım ki, siz insanların dedikodusunu işittiniz, o sizin içinizde karşılık buldu ve siz bu söze inanıp tasdik ettiniz. Şimdi ben size 'ben beriyim' desem -ki zaten Allah benim beri olduğumu bilmektedir-, siz bana inanmazsınız. Eğer ben size bu işi itiraf etsem -ki zaten Allah benim beri olduğumu bilmektedir-, siz bana inanacaksınız. Vallahi aramızdaki bu durumu ancak Yusuf'un babasının durumuna benzetiyorum. Yusuf'un kardeşleri, Yusuf'un gömleği üzerinde yalan bir kan lekesi getirdikleri zaman, Yakup, oğullarına 'فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ (Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin şu anlatışınıza karşı yardımına sığınılacak ise, ancak Allah'tır -Yûsuf, 18) demişti."
Sonra Allah'ın beni temize çıkarmasını umarak yatağıma doğru uzandım. Ancak vallahi Allah'ın hakkımda bir ayet indireceğini sanmıyordum. Benimle ilgili bir işin Kur'an'da konuşulacak kadar, kendimin değerli olduğumu düşünmüyordum. Sadece Rasulullah'ın bir rüya görmesini ve Allah'ın beni o rüya ile temize çıkarmasını umuyordum. Vallahi Rasulullah henüz daha yerinden kalkmamıştı ve oradakilerden hiçbiri odadan çıkmamıştı ki Allah Rasulü'ne vahiy geldi. Vahyin ağırlık ve şiddetinden kış günlerinde terlemek gibi vahiy işaretleri onu kapladı. Vahyin inmesi bittiğinde, Hz. Peygamber (sav) gülümsüyordu. Bana ilk söylediği söz şu oldu: "ey Âişe, Allah'a hamd et, Allah seni kesin olarak temize çıkardı." Bunun üzerine annem bana "Kalk Rasulullah'a teşekkür et" dedi. Ben "Hayır, ben O'na kalkmam. Ben yalnız Allah'a hamd ederim" dedim.
İşte Yüce Allah, şu ayetleri indirdi: "O iftirayı atanlar içinizden bir gruptur. Bunun sizin için kötü olduğunu sanmayın, aksine bu hakkınızda hayırlıdır. Onların her biri işlediği günahı yüklenecektir. İçlerinden günahın büyüğünü üstlenen için ise büyük bir azap vardır. Bunu işittiğiniz zaman mümin erkekler ve kadınların birbiri hakkında hüsn-i zan beslemeleri ve “Bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? Bu iddialarına dört şahit getirseler ya! Bu sayıda şahit getiremiyorlarsa onlar, Allah nezdinde yalancıların ta kendileridir. Eğer dünyada ve ahirette Allah’ın lütfu ve rahmeti hep sizinle olmasaydı içine daldığınız günah yüzünden size büyük bir azap gelecekti. Çünkü siz, iftirayı dilden dile yayıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız bir şeyi ağızlarınızla söylüyorsunuz; bunu da önemsiz sanıyorsunuz; halbuki Allah katında o büyük bir şeydir. O kulağınıza geldiğinde “Bunu konuşmak bize yakışmaz, fesübhânallah, bu apaçık bir iftiradır” deseydiniz ya! Eğer gerçek müminlerseniz Allah size, bir daha asla böyle bir şey yapmamanızı öğütlüyor. Allah size ayetleri açıklıyor; Allah ilim ve hikmet sahibidir. Müminler arasında ahlâksızlığın yaygınlaşmasını isteyenlere dünyada ve ahirette can yakıcı bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Ya Allah’ın size lütfu ve rahmeti ulaşmasaydı, ya Allah çok şefkatli, çok merhametli olmasaydı! Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytana ayak uydurursa bilsin ki, o edepsizliği ve kötülüğü emreder. Allah’ın lutfu ve rahmeti sizinle olmasaydı içinizden hiçbir kimse günahtan asla arınamazdı, fakat Allah dilediğini arındırır; Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir." (Nur 11-21)
Allah benim beratım hakkında bu ayetleri indirince babam Ebu Bekir, hısımlığından ve fakirliğinden dolayı yardım etmekte bulunduğu Mıstah b. Usâse için "Âişe'ye attığı bu iftiradan sonra vallahi ben de Mıstah'a bir şey vermem" diye yemin etti. Bunun üzerine Yüce Allah "İçinizden yardım sever ve zengin olanlar akrabaya, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere artık bir şey vermeyeceğiz diye yemin etmesinler. Bağışlasınlar, hoş görsünler; Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir." (Nur, 22) ayetini indirdi. Bu ayetin inmesi üzerine Ebu Bekir "vallahi ben, Allah'ın beni mağfiret etmesini muhakkak severim" dedi ve Mıstah'a yaptığı yardıma devam etti.
Rasulullah (sav), Zeynep bt. Cahş'a da "ey Zeynep! Âişe hakkında ne biliyorsun, ne gördün?" diyerek benim durumumu sorduğunda Zeynep "Ey Allah'ın Rasulü, ben kulağımı, gözümü muhafaza ederim. Vallahi ben Âişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmem" dedi. Âişe der ki: Zeynep (Peygamber'in kadınları arasında güzelliği ve Peygamber'in yanındaki konumu bakımından) benim rakibimdi. Fakat Allah onu takvası sebebiyle (iftiracılara katılmaktan) korudu.
Bize Fulayh, ona Hişâm b. Urve, ona Urve, ona da Âişe ve Abdullah b. Zübeyir bu hadisin benzerini rivayet etmiştir.
Bize Fulayh, ona Rabîa b. Ebu Abdurrahman ve Yahya ibn Saîd, onlara da Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir bu hadisn benzerini rivayet etmiştir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Şehâdât 15, 1/719
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Ebu Muhammed Kasım b. Muhammed et-Teymî (Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir es-Sıddîk)
3. Ebu Osman Rabî'a er-Rey (Rabî'a b. Ferrûh)
4. Ebu Yahya Füleyh b. Süleyman el-Eslemi (Abdülmelik b. Süleyman b. Râfi')
5. Ahmed b. Nadr en-Nisaburi (Ahmed b. Nadr b. Abdulvehhab)
6. Ebu Rabi' Süleyman b. Davud el-Atekî (Süleyman b. Davud)
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا حَمَّادٌ عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ
"كُنْتُ أَلْعَبُ بِالْبَنَاتِ فَرُبَّمَا دَخَلَ عَلَىَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَعِنْدِى الْجَوَارِى فَإِذَا دَخَلَ خَرَجْنَ وَإِذَا خَرَجَ دَخَلْنَ"
Öneri Formu
Hadis Id, No:
33991, D004931
Hadis:
حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا حَمَّادٌ عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ
"كُنْتُ أَلْعَبُ بِالْبَنَاتِ فَرُبَّمَا دَخَلَ عَلَىَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَعِنْدِى الْجَوَارِى فَإِذَا دَخَلَ خَرَجْنَ وَإِذَا خَرَجَ دَخَلْنَ"
Tercemesi:
Bize Müsedded, ona Hammad, ona Hişam b. Urve, ona babası (Urve), ona Hz. Aişe (r.anha) şöyle söylemiştir:
"Ben kız (şeklinde yapılmış oyuncak bebeklerle) oynardım. Bazen yanımda küçük kızlar da bulunurdu. Rasulullah (sav) yanıma girdiğinde o kızlar dışarı çıkar, Rasulullah (sav) çıkınca yanıma girerlerdi."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Edeb 62, /1119
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Münzir Hişam b. Urve el-Esedî (Hişam b. Urve b. Zübeyr b. Avvam)
4. Ebu İsmail Hammad b. Zeyd el-Ezdî (Hammad b. Zeyd b. Dirhem)
5. Müsedded b. Müserhed el-Esedî (Müsedded b. Müserhed b. Müserbel b. Şerik)
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Hz. Peygamber, hanımlarıyla ilişkileri
Öneri Formu
Hadis Id, No:
33992, D004932
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَوْفٍ حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ أَبِى مَرْيَمَ أَخْبَرَنَا يَحْيَى بْنُ أَيُّوبَ قَالَ حَدَّثَنِى عُمَارَةُ بْنُ غَزِيَّةَ أَنَّ مُحَمَّدَ بْنَ إِبْرَاهِيمَ حَدَّثَهُ عَنْ أَبِى سَلَمَةَ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ عَائِشَةَ رضى الله عنها قَالَتْ قَدِمَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ غَزْوَةِ تَبُوكَ أَوْ خَيْبَرَ وَفِى سَهْوَتِهَا سِتْرٌ فَهَبَّتْ رِيحٌ فَكَشَفَتْ نَاحِيَةَ السِّتْرِ عَنْ بَنَاتٍ لِعَائِشَةَ لُعَبٍ فَقَالَ:
"مَا هَذَا يَا عَائِشَةُ." قَالَتْ بَنَاتِى . وَرَأَى بَيْنَهُنَّ فَرَسًا لَهُ جَنَاحَانِ مِنْ رِقَاعٍ فَقَالَ:
"مَا هَذَا الَّذِى أَرَى وَسْطَهُنَّ." قَالَتْ فَرَسٌ. قَالَ:
"وَمَا هَذَا الَّذِى عَلَيْهِ." قَالَتْ جَنَاحَانِ. قَالَ:
"فَرَسٌ لَهُ جَنَاحَانِ." قَالَتْ أَمَا سَمِعْتَ أَنَّ لِسُلَيْمَانَ خَيْلاً لَهَا أَجْنِحَةٌ قَالَتْ فَضَحِكَ حَتَّى رَأَيْتُ نَوَاجِذَهُ.
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Avf, ona Said b. Ebu Meryem, ona Yahya b. Eyyüb, ona Umare b. Gaziyye, ona Muhammed b. İbrahim, ona Ebu Seleme b. Abdurrahman, ona da Hz. Aişe şöyle söylemiştir: Rasulullah (sav) Tebük veya Hayber savaşından geldi. Sofanın (raf) önünde bir perde vardı. Rüzgâr esip perdenin bir ucu açılınca Hz. Aişe'nin oyuncak bebekleri (ortaya çıktı). Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), "bunlar nedir?" dedi. Hz. Aişe, bunlar benim kızlarım (oyuncak bebeklerim) diyerek cevap verdi. Hz. Peygamber (sav) oyuncak bebekler arasında kumaştan kanatları olan bir at gördü.
"Oyuncak bebekler arasında gördüğüm bu şey nedir?" diye sordu. Hz. Aişe, at dedi. Hz. Peygamber (sav), "bu atın üzerindekiler ne?" dedi. Hz. Aişe, kanatlarıdır şeklinde cevap verdi. Hz. Peygamber (sav), "atın iki kanadı var öyle mi?" deyince Hz. Aişe, sen Hz. Süleyman'ın kanatlı atları olduğunu işitmedin mi? diyerek karşılık verdi. Hz. Aişe dedi ki, bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), azı dişlerini görünceye kadar güldü.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Edeb 62, /1120
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Ebu Seleme b. Abdurrahman ez-Zuhrî (Abdullah b. Abdurrahman b. Avf b. Abduavf)
3. Ebu Abdullah Muhammed b. İbrahim et-Teymî el-Kuraşî (Muhammed b. İbrahim b. Hâris b. Hâlid)
4. Umare b. Gaziyye el-Ensari (Umare b. Gaziyye b. Haris b. Amr b. Gaziyye b. Amr)
5. Yahya b. Eyyüb el-Gafikî (Yahya b. Eyyüb)
6. Said b. Ebu Meryem el-Cümehî (Said b. Hakem b. Muhammed b. Salim b. Meryem)
7. Muhammed b. Avf et-Tâî (Muhammed b. Avf b. Süfyan et-Tâî)
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Hz. Peygamber, hanımlarıyla ilişkileri
Peygamberler, Hz. Süleyman