Ebu Usame der ki: Bana Hişâm b. Urve, ona babası (Urve b. Zübeyir), ona da Âişe şöyle demiştir:
Benim hakkımda söylenenler söylendiği zaman ki ben o sırada hiçbir şey bilmiyordum, Rasulullah (sav) konuşmak üzere ayağa kalktı. kelime-i şahadet getirdi, ardından Allah'a hamd edip onu en güzel şekilde övdü, sonra da "şimdi benim eşime bir takım ithamlarda bulunan insanlar hakkında fikirlerinizi bana söyleyin. Allah'a yemin ederim ki, ben eşim hakkında hiçbir kötülük bilmiyorum. Onların eşim ile birlikte itham ettikleri kimseye gelince, yine Allah'a yemin ederim ki, ben o adam hakkında da hiçbir kötü bir şey bilmiyorum. O kişi ben yokken benim evime asla girmemiştir. Ben bir sefere çıkıp evimden ayrı kaldığımda, o kişi de benimle birlikte seferde idi" dedi. Bunun üzerine Sa'd b. Muâz ayağa kalkıp “ey Allah'ın Rasulü, izin ver, onların boyunlarını vuralım” dedi. Buna karşılık Hazrec oğullarından, Hassan b.Sâbit'in anasının kavminden, bir adam ayağa kalktı ve “yalan söylüyorsun, Allah'a yemin ederim ki, eğer o iftirayı atanlar Evs kabilesinden olsalardı, sen onların boyunlarının vurulmasına sevinemezdin” dedi. Tartışma o kadar büyüdü ki neredeyse mescitte Evs ile Hazrec arasında bir kavga olacaktı.
Âişe der ki: Ben bu iftirayı henüz bilmiyordum. Bu günün akşamı, ihtiyacımı gidermek üzere dışarıya çıktım. Yanımda Mıstâh'ın anası da vardı. Yürürken bu kadının ayağı tökezledi ve “kahrolası Mıstâh” dedi. Ben de ona “ey ana, oğluna mı sövüyorsun?” dedim. Kadın sustu. Sonra kadın ikinci defa ayağı takılıp sürçtü. Kadın yine “kahrolası Mıstâh” dedi. Ben yine “oğluna mı sövüyorsun?” dedim. Sonra kadın üçüncü kez ayağı takılıp sürçtü, ve yine “kahrolası Mıstâh” dedi. Ben de kendisini azarladım. Bunun üzerine kadın “vallahi ben Mıstah'a ancak senden dolayı sövüyorum” dedi. Ben de “benim hangi hâlim hakkında?” diye sordum. Kadın benimle ilgili konuşulanları anlattı. Ben “bu sözler gerçekten söylendi mi?” dedim. Kadın “evet vallahi” dedi.
Âişe der ki: Ardından ben evime öyle bir halde döndüm ki, gidermek için çıktığım ihtiyacımdan az ya da çok hiç bir eser yoktu. Çok hasta oldum ve Rasulullah'a “beni babamın evine gönder” dedim. O da beni, beraberimde bana hizmet edecek bir çocukla babamın evine gönderdi. Eve girdim, annem Ümmü Rûmân'ı evin alt tarafında, babam Ebu Bekir'i de evin üst tarafında oturmuş okurlarken buldum. Annem “Ey kızcağızım, seni buraya getiren sebep nedir?” diye sordu. Ben de kendisine geliş sebebimi söyleyip olan biteni aktardım. Ama gördüm ki, annem benim kadar kederlenmemiş. Annem bana “ey kızcağızım, bu iftirayı kendine yakıştırma. Allah'a yemin ederim ki, bir erkeğin yanında sevdiği güzel bir kadın ve bu kadının birçok kuması varsa o kadını mutlaka kıskanır ve hakkında laf ederler” dedi. Gördüm ki, annem benim kadar kederlenmemiş. Anneme “babam bu konuyu biliyor mu?” diye sordum. “Evet” dedi. “Allah Rasulü (sav) biliyor mu?” dedim. “Evet” dedi. Üzüldüm ve ağladım. Bu sırada evin üst tarafında okuyan babam Ebu Bekir sesimi duyup aşağıya indi ve anneme “Âişe'nin nesi var?” dedi. Annem “hakkında söylenenleri duymuş” dedi. Bunun üzerine babamın gözünden yaşlar aktı ve “ey kızcağızım, senin üzerine yemin ederim ki sen mutlaka evine geri döneceksin” dedi. Bunun üzerine ben evime döndüm. Rasulullah (sav) da benim odama girmiş ve hizmetçi kıza benim hakkımda sormuş, o da “Allah'a yemin ederim ki, ben Âişe hakkında hiçbir kusur şey bilmiyorum. Sadece (hamur yoğurduğunda) uyuyup kalıyor, sonra koyun içeriye girip ve onun ekmeklik hamurunu yahut ekmeklik olarak yoğurduğunu yiyordu” dedi. Sahabeden bazısı hizmetçimi azarlayıp “Ey kadın! Rasûlullah'a doğru söyle” demiş, hatta bazısı o iftirayı açıkça sormuşlar, Berîre de “Subhânallah, Allah'a yemin ederim ki, ben Âişe hakkında, kuyumcunun hâlis altın hakkındaki bilgisinden başka bir şey bilmiyorum” demiş. Bu iftira, kendisi hakkında iftira edilen adamın kulağına da gelmiş ve o da “Subhânallah,! Allah'a yemin ederim ki, ben hiçbir kadının elbisesini açmış değilim” demiştir. O kişi Allah yolunda şehit oldu.
Âişe der ki: Annem ve babam benim yanımda sabahladılar. Annem babam sağımda ve solumda oturmuş iken ikindi namazını kıldırmış olan Rasulullah benim yanıma girdi. Allah'a hamd edip övdü. Sonra "Amma ba'du" diyerek "ey Âişe, eğer bir kötülük yapmış isen yahut nefsine uymuşsan Allah'a tevbe et. Çünkü Allah, kullarından tevbeyi kabul eder" dedi. Âişe der ki: Bu sırada Ensâr'dan bir kadın gelmiş, kapıda oturuyordu. Ben Rasûlullah'a “böyle uygunsuz bir şeyi dile getirmekte şu kadından da mı haya etmezsin?” dedim. Rasulullah tavsiyesini yaptı. Ben de babama yönelip “Rasulullah'a cevap ver” dedim. Babam “ben ne söyleyeyim?” dedi. Bunun üzerine ben anneme dönüp “Rasulullah'a sen cevap ver” dedim. O da “ben ne diyeyim?” dedi. İkisi de Rasûulullah'a cevap vermeyince, ben kelime-i şahedet getirip Allah'a hamd ettim ve O'nu lâyık olduğu sıfatlarla övdüm. Ardından şunları söyledim: Vallahi eğer ben sizlere “ben hiçbir günah işlemedim” desem Azîz ve Celîl olan Allah benim muhakkak doğruyu söylediğime şahitken, benim bu sözümün, sizin yanınızda bana faydası olmayacak. Sizler zaten bu iftirayı konuşmuş ve kalplerinize sindirmişsiniz. Eğer ben, Allah benim böyle bir iş yapmadığımı bilip dururken, sizlere “ben bunu yaptım” desem, sizler “Âişe bu işi nefsine karşı ikrar etti” diyeceksiniz. Vallahi ben bu vaziyette kendim için ve sizin için -tam burada zihnimde Yakub'un ismini hatırlamaya çalıştım ama hatırlayamadım- ancak Yusuf'un babasını örnek olarak görüyorum. Hani Yusuf'un babası "Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin şu söylediklerinize karşı, yardımına sığınılacak olan da ancak Allah'tır" (Yûsuf:18) demişti.
Tam bu sırada Rasulullah'a vahiy indirildi. Bizler sükût ettik. O'ndan vahiy hâli gitti ve ben O'nun yüzündeki sevinci apaçık belirmiş buldum. Rasulullah alnındaki terleri eliyle siliyor ve "sevin ey Âişe, Allah senin tertemiz olduğunu kesin surette indirmiştir" dedi. Âişe der ki: Ben, bu sefer daha fazla öfke duydum. Annem, babam bana “kalk Rasulullah'ın yanına var” dediler. Ben de “Vallahi ben ne kalkıp O'nun yanına giderim, ne de O'na ve size minnet duyarım. Ben benim suçsuzluğum hakkında ayet indirmiş olan Allah'a hamd ederim. Çünkü yemin olsun ki, sizler o iftirayı işittiğiniz halde ne onu reddettiniz ne de değiştirdiniz” dedim.
Âişe der ki: Allah Zeynep bt. Cahş'ı dindarlığı sayesinde korudu da o, hakkımda hayırdan başka bir şey söylemedi. Amma onun kız kardeşi Hamne helak olanlardan oldu. O iftirayı dile getirenler ise, Mistah ile Hassan b. Sâbit'tir. Münafık olan Abdullah b. Ubeyy ise bizzat bu İftirayı eşeleyip çıkaran, derleyen, toparlayan kimseydi. O ve Hamne günahın büyüğünü yüklendi. Âişe der ki: Ebu Bekir, Mistah'a bundan sonra asla yardım etmeyeceğine yemin etti. Bunun üzerine Azîz ve Celîl olan Alla "Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar, vermelerinde eksiltme yapmasınlar... " (Nûr, 22) ayetini "Allah'ın size mağfiret etmesini arzu etmez misiniz? Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" kavline kadar indirdi. "Bolluk (yânî servet) sahibi olanlar, hısımlık sahibi bulunanlara ve fakirlere, vermelerini eksik yapmasınlar" sözünde Allah "Bolluk (yânî servet) sahibi olanlar" sözüyle Ebu Bekir'i "hısımlık sahibi bulunanlara ve fakirlere" sözü ile de Mıstah'ı kast etmiştir. Ebu Bekir “Evet, vallahi ey Rabbimiz, bizler şüphesiz Sen'in bize mağfiret etmeni elbette sever, arzu ederiz” diyerek Mıstah'a veregeldiği nafakayı vermeye devam etti.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32343, B004757
Hadis:
وَقَالَ أَبُو أُسَامَةَ عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ قَالَ أَخْبَرَنِى أَبِى عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ لَمَّا ذُكِرَ مِنْ شَأْنِى الَّذِى ذُكِرَ وَمَا عَلِمْتُ بِهِ قَامَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِىَّ خَطِيبًا ، فَتَشَهَّدَ فَحَمِدَ اللَّهَ وَأَثْنَى عَلَيْهِ بِمَا هُوَ أَهْلُهُ ، ثُمَّ قَالَ « أَمَّا بَعْدُ أَشِيرُوا عَلَىَّ فِى أُنَاسٍ أَبَنُوا أَهْلِى ، وَايْمُ اللَّهِ مَا عَلِمْتُ عَلَى أَهْلِى مِنْ سُوءٍ ، وَأَبَنُوهُمْ بِمَنْ وَاللَّهِ مَا عَلِمْتُ عَلَيْهِ مِنْ سُوءٍ قَطُّ ، وَلاَ يَدْخُلُ بَيْتِى قَطُّ إِلاَّ وَأَنَا حَاضِرٌ ، وَلاَ غِبْتُ فِى سَفَرٍ إِلاَّ غَابَ مَعِى » . فَقَامَ سَعْدُ بْنُ مُعَاذٍ فَقَالَ ائْذَنْ لِى يَا رَسُولَ اللَّهِ أَنْ نَضْرِبَ أَعْنَاقَهُمْ ، وَقَامَ رَجُلٌ مِنْ بَنِى الْخَزْرَجِ ، وَكَانَتْ أُمُّ حَسَّانَ بْنِ ثَابِتٍ مِنْ رَهْطِ ذَلِكَ الرَّجُلِ ، فَقَالَ كَذَبْتَ ، أَمَا وَاللَّهِ ، أَنْ لَوْ كَانُوا مِنَ الأَوْسِ مَا أَحْبَبْتَ أَنْ تُضْرَبَ أَعْنَاقُهُمْ . حَتَّى كَادَ أَنْ يَكُونَ بَيْنَ الأَوْسِ وَالْخَزْرَجِ شَرٌّ فِى الْمَسْجِدِ ، وَمَا عَلِمْتُ فَلَمَّا كَانَ مَسَاءُ ذَلِكَ الْيَوْمِ خَرَجْتُ لِبَعْضِ حَاجَتِى وَمَعِى أُمُّ مِسْطَحٍ . فَعَثَرَتْ وَقَالَتْ تَعِسَ مِسْطَحٌ . فَقُلْتُ أَىْ أُمِّ تَسُبِّينَ ابْنَكِ وَسَكَتَتْ ثُمَّ عَثَرَتِ الثَّانِيَةَ فَقَالَتْ تَعِسَ مِسْطَحٌ ، فَقُلْتُ لَهَا تَسُبِّينَ ابْنَكِ ثُمَّ عَثَرَتِ الثَّالِثَةَ فَقَالَتْ تَعِسَ مِسْطَحٌ . فَانْتَهَرْتُهَا ، فَقَالَتْ وَاللَّهِ مَا أَسُبُّهُ إِلاَّ فِيكِ . فَقُلْتُ فِى أَىِّ شَأْنِى قَالَتْ فَبَقَرَتْ لِى الْحَدِيثَ فَقُلْتُ وَقَدْ كَانَ هَذَا قَالَتْ نَعَمْ وَاللَّهِ ، فَرَجَعْتُ إِلَى بَيْتِى كَأَنَّ الَّذِى خَرَجْتُ لَهُ لاَ أَجِدُ مِنْهُ قَلِيلاً وَلاَ كَثِيرًا ، وَوُعِكْتُ فَقُلْتُ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَرْسِلْنِى إِلَى بَيْتِ أَبِى . فَأَرْسَلَ مَعِى الْغُلاَمَ ، فَدَخَلْتُ الدَّارَ فَوَجَدْتُ أُمَّ رُومَانَ فِى السُّفْلِ وَأَبَا بَكْرٍ فَوْقَ الْبَيْتِ يَقْرَأُ . فَقَالَتْ أُمِّى مَا جَاءَ بِكِ يَا بُنَيَّةُ فَأَخْبَرْتُهَا وَذَكَرْتُ لَهَا الْحَدِيثَ ، وَإِذَا هُوَ لَمْ يَبْلُغْ مِنْهَا مِثْلَ مَا بَلَغَ مِنِّى ، فَقَالَتْ يَا بُنَيَّةُ خَفِّضِى عَلَيْكِ الشَّأْنَ ، فَإِنَّهُ وَاللَّهِ ، لَقَلَّمَا كَانَتِ امْرَأَةٌ حَسْنَاءُ عِنْدَ رَجُلٍ يُحِبُّهَا ، لَهَا ضَرَائِرُ ، إِلاَّ حَسَدْنَهَا وَقِيلَ فِيهَا . وَإِذَا هُوَ لَمْ يَبْلُغْ مِنْهَا مَا بَلَغَ مِنِّى ، قُلْتُ وَقَدْ عَلِمَ بِهِ أَبِى قَالَتْ نَعَمْ . قُلْتُ وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَتْ نَعَمْ وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَاسْتَعْبَرْتُ وَبَكَيْتُ ، فَسَمِعَ أَبُو بَكْرٍ صَوْتِى وَهْوَ فَوْقَ الْبَيْتِ يَقْرَأُ ، فَنَزَلَ فَقَالَ لأُمِّى مَا شَأْنُهَا قَالَتْ بَلَغَهَا الَّذِى ذُكِرَ مِنْ شَأْنِهَا . فَفَاضَتْ عَيْنَاهُ ، قَالَ أَقْسَمْتُ عَلَيْكِ أَىْ بُنَيَّةُ إِلاَّ رَجَعْتِ إِلَى بَيْتِكِ ، فَرَجَعْتُ وَلَقَدْ جَاءَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بَيْتِى ، فَسَأَلَ عَنِّى خَادِمَتِى فَقَالَتْ لاَ وَاللَّهِ مَا عَلِمْتُ عَلَيْهَا عَيْبًا إِلاَّ أَنَّهَا كَانَتْ تَرْقُدُ حَتَّى تَدْخُلَ الشَّاةُ فَتَأْكُلَ خَمِيرَهَا أَوْ عَجِينَهَا . وَانْتَهَرَهَا بَعْضُ أَصْحَابِهِ فَقَالَ اصْدُقِى رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حَتَّى أَسْقَطُوا لَهَا بِهِ فَقَالَتْ سُبْحَانَ اللَّهِ ، وَاللَّهِ مَا عَلِمْتُ عَلَيْهَا إِلاَّ مَا يَعْلَمُ الصَّائِغُ عَلَى تِبْرِ الذَّهَبِ الأَحْمَرِ . وَبَلَغَ الأَمْرُ إِلَى ذَلِكَ الرَّجُلِ الَّذِى قِيلَ لَهُ ، فَقَالَ سُبْحَانَ اللَّهِ وَاللَّهِ مَا كَشَفْتُ كَنَفَ أُنْثَى قَطُّ . قَالَتْ عَائِشَةُ فَقُتِلَ شَهِيدًا فِى سَبِيلِ اللَّهِ . قَالَتْ وَأَصْبَحَ أَبَوَاىَ عِنْدِى ، فَلَمْ يَزَالاَ حَتَّى دَخَلَ عَلَىَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَقَدْ صَلَّى الْعَصْرَ ، ثُمَّ دَخَلَ وَقَدِ اكْتَنَفَنِى أَبَوَاىَ عَنْ يَمِينِى وَعَنْ شِمَالِى ، فَحَمِدَ اللَّهَ وَأَثْنَى عَلَيْهِ ثُمَّ قَالَ « أَمَّا بَعْدُ يَا عَائِشَةُ ، إِنْ كُنْتِ قَارَفْتِ سُوءًا أَوْ ظَلَمْتِ ، فَتُوبِى إِلَى اللَّهِ ، فَإِنَّ اللَّهَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ مِنْ عِبَادِهِ » . قَالَتْ وَقَدْ جَاءَتِ امْرَأَةٌ مِنَ الأَنْصَارِ فَهْىَ جَالِسَةٌ بِالْبَابِ فَقُلْتُ أَلاَ تَسْتَحِى مِنْ هَذِهِ الْمَرْأَةِ أَنْ تَذْكُرَ شَيْئًا . فَوَعَظَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَالْتَفَتُّ إِلَى أَبِى فَقُلْتُ أَجِبْهُ . قَالَ فَمَاذَا أَقُولُ فَالْتَفَتُّ إِلَى أُمِّى فَقُلْتُ أَجِيبِيهِ . فَقَالَتْ أَقُولُ مَاذَا فَلَمَّا لَمْ يُجِيبَاهُ تَشَهَّدْتُ فَحَمِدْتُ اللَّهَ وَأَثْنَيْتُ عَلَيْهِ بِمَا هُوَ أَهْلُهُ ، ثُمَّ قُلْتُ أَمَّا بَعْدُ فَوَاللَّهِ لَئِنْ قُلْتُ لَكُمْ إِنِّى لَمْ أَفْعَلْ . وَاللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ يَشْهَدُ إِنِّى لَصَادِقَةٌ ، مَا ذَاكَ بِنَافِعِى عِنْدَكُمْ ، لَقَدْ تَكَلَّمْتُمْ بِهِ وَأُشْرِبَتْهُ قُلُوبُكُمْ ، وَإِنْ قُلْتُ إِنِّى فَعَلْتُ . وَاللَّهُ يَعْلَمُ أَنِّى لَمْ أَفْعَلْ ، لَتَقُولُنَّ قَدْ بَاءَتْ بِهِ عَلَى نَفْسِهَا ، وَإِنِّى وَاللَّهِ مَا أَجِدُ لِى وَلَكُمْ مَثَلاً - وَالْتَمَسْتُ اسْمَ يَعْقُوبَ فَلَمْ أَقْدِرْ عَلَيْهِ - إِلاَّ أَبَا يُوسُفَ حِينَ قَالَ ( فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ ) وَأُنْزِلَ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ سَاعَتِهِ فَسَكَتْنَا ، فَرُفِعَ عَنْهُ وَإِنِّى لأَتَبَيَّنُ السُّرُورَ فِى وَجْهِهِ وَهْوَ يَمْسَحُ جَبِينَهُ وَيَقُولُ « أَبْشِرِى يَا عَائِشَةُ ، فَقَدْ أَنْزَلَ اللَّهُ بَرَاءَتَكِ » . قَالَتْ وَكُنْتُ أَشَدَّ مَا كُنْتُ غَضَبًا فَقَالَ لِى أَبَوَاىَ قُومِى إِلَيْهِ . فَقُلْتُ وَاللَّهِ لاَ أَقُومُ إِلَيْهِ ، وَلاَ أَحْمَدُهُ وَلاَ أَحْمَدُكُمَا ، وَلَكِنْ أَحْمَدُ اللَّهَ الَّذِى أَنْزَلَ بَرَاءَتِى ، لَقَدْ سَمِعْتُمُوهُ ، فَمَا أَنْكَرْتُمُوهُ وَلاَ غَيَّرْتُمُوهُ ، وَكَانَتْ عَائِشَةُ تَقُولُ أَمَّا زَيْنَبُ ابْنَةُ جَحْشٍ فَعَصَمَهَا اللَّهُ بِدِينِهَا ، فَلَمْ تَقُلْ إِلاَّ خَيْرًا ، وَأَمَّا أُخْتُهَا حَمْنَةُ فَهَلَكَتْ فِيمَنْ هَلَكَ ، وَكَانَ الَّذِى يَتَكَلَّمُ فِيهِ مِسْطَحٌ وَحَسَّانُ بْنُ ثَابِتٍ وَالْمُنَافِقُ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أُبَىٍّ ، وَهْوَ الَّذِى كَانَ يَسْتَوْشِيهِ وَيَجْمَعُهُ ، وَهْوَ الَّذِى تَوَلَّى كِبْرَهُ مِنْهُمْ هُوَ وَحَمْنَةُ قَالَتْ فَحَلَفَ أَبُو بَكْرٍ أَنْ لاَ يَنْفَعَ مِسْطَحًا بِنَافِعَةٍ أَبَدًا ، فَأَنْزَلَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ ( وَلاَ يَأْتَلِ أُولُو الْفَضْلِ مِنْكُمْ ) إِلَى آخِرِ الآيَةِ يَعْنِى أَبَا بَكْرٍ ( وَالسَّعَةِ أَنْ يُؤْتُوا أُولِى الْقُرْبَى وَالْمَسَاكِينَ ) - يَعْنِى مِسْطَحًا - إِلَى قَوْلِهِ ( أَلاَ تُحِبُّونَ أَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ ) حَتَّى قَالَ أَبُو بَكْرٍ بَلَى وَاللَّهِ يَا رَبَّنَا إِنَّا لَنُحِبُّ أَنْ تَغْفِرَ لَنَا ، وَعَادَ لَهُ بِمَا كَانَ يَصْنَعُ .
Tercemesi:
Ebu Usame der ki: Bana Hişâm b. Urve, ona babası (Urve b. Zübeyir), ona da Âişe şöyle demiştir:
Benim hakkımda söylenenler söylendiği zaman ki ben o sırada hiçbir şey bilmiyordum, Rasulullah (sav) konuşmak üzere ayağa kalktı. kelime-i şahadet getirdi, ardından Allah'a hamd edip onu en güzel şekilde övdü, sonra da "şimdi benim eşime bir takım ithamlarda bulunan insanlar hakkında fikirlerinizi bana söyleyin. Allah'a yemin ederim ki, ben eşim hakkında hiçbir kötülük bilmiyorum. Onların eşim ile birlikte itham ettikleri kimseye gelince, yine Allah'a yemin ederim ki, ben o adam hakkında da hiçbir kötü bir şey bilmiyorum. O kişi ben yokken benim evime asla girmemiştir. Ben bir sefere çıkıp evimden ayrı kaldığımda, o kişi de benimle birlikte seferde idi" dedi. Bunun üzerine Sa'd b. Muâz ayağa kalkıp “ey Allah'ın Rasulü, izin ver, onların boyunlarını vuralım” dedi. Buna karşılık Hazrec oğullarından, Hassan b.Sâbit'in anasının kavminden, bir adam ayağa kalktı ve “yalan söylüyorsun, Allah'a yemin ederim ki, eğer o iftirayı atanlar Evs kabilesinden olsalardı, sen onların boyunlarının vurulmasına sevinemezdin” dedi. Tartışma o kadar büyüdü ki neredeyse mescitte Evs ile Hazrec arasında bir kavga olacaktı.
Âişe der ki: Ben bu iftirayı henüz bilmiyordum. Bu günün akşamı, ihtiyacımı gidermek üzere dışarıya çıktım. Yanımda Mıstâh'ın anası da vardı. Yürürken bu kadının ayağı tökezledi ve “kahrolası Mıstâh” dedi. Ben de ona “ey ana, oğluna mı sövüyorsun?” dedim. Kadın sustu. Sonra kadın ikinci defa ayağı takılıp sürçtü. Kadın yine “kahrolası Mıstâh” dedi. Ben yine “oğluna mı sövüyorsun?” dedim. Sonra kadın üçüncü kez ayağı takılıp sürçtü, ve yine “kahrolası Mıstâh” dedi. Ben de kendisini azarladım. Bunun üzerine kadın “vallahi ben Mıstah'a ancak senden dolayı sövüyorum” dedi. Ben de “benim hangi hâlim hakkında?” diye sordum. Kadın benimle ilgili konuşulanları anlattı. Ben “bu sözler gerçekten söylendi mi?” dedim. Kadın “evet vallahi” dedi.
Âişe der ki: Ardından ben evime öyle bir halde döndüm ki, gidermek için çıktığım ihtiyacımdan az ya da çok hiç bir eser yoktu. Çok hasta oldum ve Rasulullah'a “beni babamın evine gönder” dedim. O da beni, beraberimde bana hizmet edecek bir çocukla babamın evine gönderdi. Eve girdim, annem Ümmü Rûmân'ı evin alt tarafında, babam Ebu Bekir'i de evin üst tarafında oturmuş okurlarken buldum. Annem “Ey kızcağızım, seni buraya getiren sebep nedir?” diye sordu. Ben de kendisine geliş sebebimi söyleyip olan biteni aktardım. Ama gördüm ki, annem benim kadar kederlenmemiş. Annem bana “ey kızcağızım, bu iftirayı kendine yakıştırma. Allah'a yemin ederim ki, bir erkeğin yanında sevdiği güzel bir kadın ve bu kadının birçok kuması varsa o kadını mutlaka kıskanır ve hakkında laf ederler” dedi. Gördüm ki, annem benim kadar kederlenmemiş. Anneme “babam bu konuyu biliyor mu?” diye sordum. “Evet” dedi. “Allah Rasulü (sav) biliyor mu?” dedim. “Evet” dedi. Üzüldüm ve ağladım. Bu sırada evin üst tarafında okuyan babam Ebu Bekir sesimi duyup aşağıya indi ve anneme “Âişe'nin nesi var?” dedi. Annem “hakkında söylenenleri duymuş” dedi. Bunun üzerine babamın gözünden yaşlar aktı ve “ey kızcağızım, senin üzerine yemin ederim ki sen mutlaka evine geri döneceksin” dedi. Bunun üzerine ben evime döndüm. Rasulullah (sav) da benim odama girmiş ve hizmetçi kıza benim hakkımda sormuş, o da “Allah'a yemin ederim ki, ben Âişe hakkında hiçbir kusur şey bilmiyorum. Sadece (hamur yoğurduğunda) uyuyup kalıyor, sonra koyun içeriye girip ve onun ekmeklik hamurunu yahut ekmeklik olarak yoğurduğunu yiyordu” dedi. Sahabeden bazısı hizmetçimi azarlayıp “Ey kadın! Rasûlullah'a doğru söyle” demiş, hatta bazısı o iftirayı açıkça sormuşlar, Berîre de “Subhânallah, Allah'a yemin ederim ki, ben Âişe hakkında, kuyumcunun hâlis altın hakkındaki bilgisinden başka bir şey bilmiyorum” demiş. Bu iftira, kendisi hakkında iftira edilen adamın kulağına da gelmiş ve o da “Subhânallah,! Allah'a yemin ederim ki, ben hiçbir kadının elbisesini açmış değilim” demiştir. O kişi Allah yolunda şehit oldu.
Âişe der ki: Annem ve babam benim yanımda sabahladılar. Annem babam sağımda ve solumda oturmuş iken ikindi namazını kıldırmış olan Rasulullah benim yanıma girdi. Allah'a hamd edip övdü. Sonra "Amma ba'du" diyerek "ey Âişe, eğer bir kötülük yapmış isen yahut nefsine uymuşsan Allah'a tevbe et. Çünkü Allah, kullarından tevbeyi kabul eder" dedi. Âişe der ki: Bu sırada Ensâr'dan bir kadın gelmiş, kapıda oturuyordu. Ben Rasûlullah'a “böyle uygunsuz bir şeyi dile getirmekte şu kadından da mı haya etmezsin?” dedim. Rasulullah tavsiyesini yaptı. Ben de babama yönelip “Rasulullah'a cevap ver” dedim. Babam “ben ne söyleyeyim?” dedi. Bunun üzerine ben anneme dönüp “Rasulullah'a sen cevap ver” dedim. O da “ben ne diyeyim?” dedi. İkisi de Rasûulullah'a cevap vermeyince, ben kelime-i şahedet getirip Allah'a hamd ettim ve O'nu lâyık olduğu sıfatlarla övdüm. Ardından şunları söyledim: Vallahi eğer ben sizlere “ben hiçbir günah işlemedim” desem Azîz ve Celîl olan Allah benim muhakkak doğruyu söylediğime şahitken, benim bu sözümün, sizin yanınızda bana faydası olmayacak. Sizler zaten bu iftirayı konuşmuş ve kalplerinize sindirmişsiniz. Eğer ben, Allah benim böyle bir iş yapmadığımı bilip dururken, sizlere “ben bunu yaptım” desem, sizler “Âişe bu işi nefsine karşı ikrar etti” diyeceksiniz. Vallahi ben bu vaziyette kendim için ve sizin için -tam burada zihnimde Yakub'un ismini hatırlamaya çalıştım ama hatırlayamadım- ancak Yusuf'un babasını örnek olarak görüyorum. Hani Yusuf'un babası "Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin şu söylediklerinize karşı, yardımına sığınılacak olan da ancak Allah'tır" (Yûsuf:18) demişti.
Tam bu sırada Rasulullah'a vahiy indirildi. Bizler sükût ettik. O'ndan vahiy hâli gitti ve ben O'nun yüzündeki sevinci apaçık belirmiş buldum. Rasulullah alnındaki terleri eliyle siliyor ve "sevin ey Âişe, Allah senin tertemiz olduğunu kesin surette indirmiştir" dedi. Âişe der ki: Ben, bu sefer daha fazla öfke duydum. Annem, babam bana “kalk Rasulullah'ın yanına var” dediler. Ben de “Vallahi ben ne kalkıp O'nun yanına giderim, ne de O'na ve size minnet duyarım. Ben benim suçsuzluğum hakkında ayet indirmiş olan Allah'a hamd ederim. Çünkü yemin olsun ki, sizler o iftirayı işittiğiniz halde ne onu reddettiniz ne de değiştirdiniz” dedim.
Âişe der ki: Allah Zeynep bt. Cahş'ı dindarlığı sayesinde korudu da o, hakkımda hayırdan başka bir şey söylemedi. Amma onun kız kardeşi Hamne helak olanlardan oldu. O iftirayı dile getirenler ise, Mistah ile Hassan b. Sâbit'tir. Münafık olan Abdullah b. Ubeyy ise bizzat bu İftirayı eşeleyip çıkaran, derleyen, toparlayan kimseydi. O ve Hamne günahın büyüğünü yüklendi. Âişe der ki: Ebu Bekir, Mistah'a bundan sonra asla yardım etmeyeceğine yemin etti. Bunun üzerine Azîz ve Celîl olan Alla "Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar, vermelerinde eksiltme yapmasınlar... " (Nûr, 22) ayetini "Allah'ın size mağfiret etmesini arzu etmez misiniz? Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" kavline kadar indirdi. "Bolluk (yânî servet) sahibi olanlar, hısımlık sahibi bulunanlara ve fakirlere, vermelerini eksik yapmasınlar" sözünde Allah "Bolluk (yânî servet) sahibi olanlar" sözüyle Ebu Bekir'i "hısımlık sahibi bulunanlara ve fakirlere" sözü ile de Mıstah'ı kast etmiştir. Ebu Bekir “Evet, vallahi ey Rabbimiz, bizler şüphesiz Sen'in bize mağfiret etmeni elbette sever, arzu ederiz” diyerek Mıstah'a veregeldiği nafakayı vermeye devam etti.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Tefsîr 11, 2/234
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Münzir Hişam b. Urve el-Esedî (Hişam b. Urve b. Zübeyr b. Avvam)
4. Ebu Üsame Hammâd b. Üsame el-Kuraşî (Hammâd b. Üsame b. Zeyd)
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Bize Harun b. Said el-Eylî, ona Abdullah b. Vehb, ona Süleyman b. Bilal, ona Yahya, ona da Ubeyd b. Huneyn, Abdullah b. Abbas'ın şöyle anlattığını nakletti: Bir ayetin manasını Ömer b. Hattab'a sormak isteğiyle bir sene bekledim. Heybetinden dolayı kendisine bir türlü soramıyordum. Nihayet Ömer, hac için (yola) çıktı. Onunla ben de yola çıktım. Dönüşte biraz yol alınca (abdest bozma) ihtiyacı için misvak ağaçlarına doğru saptı. Ben işini bitirinceye kadar onu durup (bekledim.) Sonra onunla yola koyuldum. Ona; ey müminlerin emiri! Eşlerinden Rasulullah'a (sav) karşı dayanışma içine girenler kimlerdi dedim. Ömer (ra); bunlar Hafsa ile Aişe'dir cevabını verdi. (Abdullah b. Abbas anlatmasına) şöyle devam etti: Vallahi bu meseleyi bir seneden beri sana sormak istiyordum ama heybetinden dolayı soramıyordum dedim. Ömer; bunu yapma! Benim bildiğimi zannettiğin bir şeyi hemen bana sor. Eğer ben onu biliyorsam sana haber veririm dedi ve sözüne şöyle devam etti: Vallahi biz cahiliye döneminde kadınları -Allah onlar için indirdiğini indirinceye ve haklarında verdiği payı verinceye kadar- adam yerine koymazdık. Ben, bir konuda kendi kendime düşünürken karım bana; şöyle şöyle yapsan (olmaz mı?) demişti. Ben de ona; o senin neyine gerek (Seni ne ilgilendiriyor!) Benim istemekte olduğum bir işte senin külfete girmen ne oluyor dedim. Kadın; hayret ederim sana ey Hattab oğlu! Sen sözüne karşılık verilmesini istemiyorsun. Halbuki senin kızın Rasulullah'a (sav) karşı çıkabiliyor, hatta Rasulullah o günü öfkeli halde geçiriyor dedi. Ömer şöyle devam etti: Bunun üzerine cübbemi alarak (evimden) çıktım ve Hafsa'nın yanına girdim. Ona dedim ki: Kızcağızım! Sen Rasulullah'a (sav) karşılık veriyor, bütün gününü öfkeli geçirecek kadar söyleniyormuşsun! Hafsa da biz hepimiz O'na karşılık veririz der. Bunun üzerine ben (kızıma); bilirsin ki ben seni Allah'ın cezalandırmasından ve Rasulü'nün (sav) öfkesinden daima sakındırırım. Kızcağızım! Sakın güzelliğinden ve Rasulullah'ın (sav) kendisini sevmesinden hoşlanan bu kadının durumu -Aişe'yi kastediyordu- seni aldatmasın dedim. Sonra çıktım, yakınım olduğu için Ümmü Seleme'nin yanına girdim ve onunla da konuştum. Ümmü Seleme de hayret ederim sana ey Hattab oğlu! Her şeye burnunu soktun. Nihayet Rasulullah (sav) ile hanımları arasına da mı girmek istiyorsun dedi. İşte bu söz beni öyle bir frenledi ki içimde duyduğum öfkeyi kısmen yatıştırdı. Bunun üzerine onun yanından da çıktım (ve evime döndüm). Benim Ensardan bir arkadaşım vardı. Ben (Rasulullah'ın yanına) gitmediğim zaman o bana haber getirir, o gitmediği zaman da ben ona haber getirirdim. Bu esnada biz Gassân meliklerinden birisinden de endişe ediyorduk. Üzerimize yürüyeceği söylenmişti ve yüreklerimiz ondan korku ile doluydu. Bu Ensarlı arkadaşım çıkageldi, kapıyı çaldı ve aç, aç dedi. Gassan’lı mı geldi dedim. O da hayır! Daha beteri olmuş! Rasulullah (sav) hanımlarından uzaklaşmış dedi. (İçimden) (Nihayet) Hafsa ile Aişe'nin burnu sürtüldü dedim. Elbisemi aldım çıktım ve oraya (Rasulullah'ın yanına) vardım. Bir de ne göreyim! Rasulullah (sav) birkaç basamakla çıkılır yüksekçe bir odada ve siyahî bir kölesi de basamağın başında. Köleye (Rasulullah’a Söyle!) Bu (gelen) Ömer b. Hattab'dır dedim. Nihayet bana izin verildi. Ömer dedi ki: Ben Rasulullah'a (sav) bu yaşadığım olayı aktardım. Ümmü Seleme'nin sözüne geldiğimde Rasulullah (sav) gülümsedi. O bir hasır üzerinde bulunuyordu. Bedeni ile hasır arasında hiçbir şey (giysi) yoktu. Başının altında içi lif dolu bir deri yastık vardı. Ayaklarının yanında karaz yığını (yani tabaklamada kullanılan Arab zamkı denilen ağaç yaprakları) ve baş ucunda da asılı bir post vardı. Rasulullah'ın (sav) böğründe hasırın izlerini gördüm de ağladım. Bana; "seni ağlatan nedir" buyurdu. Ben de ey Allah’ın Rasulü! Kisrâ ve Kayser’in bulundukları durum belli. Sen ise Allah'ın Rasulü'sün! (Şu haline bak!) dedim. Rasulullah (sav); "dünyanın onların, ahiretin senin olmasına razı değil misin" buyurdu.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
15717, M003692
Hadis:
حَدَّثَنَا هَارُونُ بْنُ سَعِيدٍ الأَيْلِىُّ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ وَهْبٍ أَخْبَرَنِى سُلَيْمَانُ - يَعْنِى ابْنَ بِلاَلٍ - أَخْبَرَنِى يَحْيَى أَخْبَرَنِى عُبَيْدُ بْنُ حُنَيْنٍ أَنَّهُ سَمِعَ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عَبَّاسٍ يُحَدِّثُ قَالَ مَكَثْتُ سَنَةً وَأَنَا أُرِيدُ أَنْ أَسْأَلَ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ عَنْ آيَةٍ فَمَا أَسْتَطِيعُ أَنْ أَسْأَلَهُ هَيْبَةً لَهُ حَتَّى خَرَجَ حَاجًّا فَخَرَجْتُ مَعَهُ فَلَمَّا رَجَعَ فَكُنَّا بِبَعْضِ الطَّرِيقِ عَدَلَ إِلَى الأَرَاكِ لِحَاجَةٍ لَهُ فَوَقَفْتُ لَهُ حَتَّى فَرَغَ ثُمَّ سِرْتُ مَعَهُ فَقُلْتُ يَا أَمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ مَنِ اللَّتَانِ تَظَاهَرَتَا عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ أَزْوَاجِهِ فَقَالَ تِلْكَ حَفْصَةُ وَعَائِشَةُ. قَالَ فَقُلْتُ لَهُ وَاللَّهِ إِنْ كُنْتُ لأُرِيدُ أَنْ أَسْأَلَكَ عَنْ هَذَا مُنْذُ سَنَةٍ فَمَا أَسْتَطِيعُ هَيْبَةً لَكَ. قَالَ فَلاَ تَفْعَلْ مَا ظَنَنْتَ أَنَّ عِنْدِى مِنْ عِلْمٍ فَسَلْنِى عَنْهُ فَإِنْ كُنْتُ أَعْلَمُهُ أَخْبَرْتُكَ - قَالَ - وَقَالَ عُمَرُ وَاللَّهِ إِنْ كُنَّا فِى الْجَاهِلِيَّةِ مَا نَعُدُّ لِلنِّسَاءِ أَمْرًا حَتَّى أَنْزَلَ اللَّهُ تَعَالَى فِيهِنَّ مَا أَنْزَلَ وَقَسَمَ لَهُنَّ مَا قَسَمَ قَالَ فَبَيْنَمَا أَنَا فِى أَمْرٍ أَأْتَمِرُهُ إِذْ قَالَتْ لِى امْرَأَتِى لَوْ صَنَعْتَ كَذَا وَكَذَا فَقُلْتُ لَهَا وَمَا لَكِ أَنْتِ وَلِمَا هَا هُنَا وَمَا تَكَلُّفُكِ فِى أَمْرٍ أُرِيدُهُ فَقَالَتْ لِى عَجَبًا لَكَ يَا ابْنَ الْخَطَّابِ مَا تُرِيدُ أَنْ تُرَاجَعَ أَنْتَ وَإِنَّ ابْنَتَكَ لَتُرَاجِعُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حَتَّى يَظَلَّ يَوْمَهُ غَضْبَانَ. قَالَ عُمَرُ فَآخُذُ رِدَائِى ثُمَّ أَخْرُجُ مَكَانِى حَتَّى أَدْخُلَ عَلَى حَفْصَةَ فَقُلْتُ لَهَا يَا بُنَيَّةُ إِنَّكِ لَتُرَاجِعِينَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حَتَّى يَظَلَّ يَوْمَهُ غَضْبَانَ. فَقَالَتْ حَفْصَةُ وَاللَّهِ إِنَّا لَنُرَاجِعُهُ. فَقُلْتُ تَعْلَمِينَ أَنِّى أُحَذِّرُكِ عُقُوبَةَ اللَّهِ وَغَضَبَ رَسُولِهِ يَا بُنَيَّةُ لاَ يَغُرَّنَّكِ هَذِهِ الَّتِى قَدْ أَعْجَبَهَا حُسْنُهَا وَحُبُّ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِيَّاهَا. ثُمَّ خَرَجْتُ حَتَّى أَدْخُلَ عَلَى أُمِّ سَلَمَةَ لِقَرَابَتِى مِنْهَا فَكَلَّمْتُهَا فَقَالَتْ لِى أُمُّ سَلَمَةَ عَجَبًا لَكَ يَا ابْنَ الْخَطَّابِ قَدْ دَخَلْتَ فِى كُلِّ شَىْءٍ حَتَّى تَبْتَغِى أَنْ تَدْخُلَ بَيْنَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَزْوَاجِهِ. قَالَ فَأَخَذَتْنِى أَخْذًا كَسَرَتْنِى عَنْ بَعْضِ مَا كُنْتُ أَجِدُ فَخَرَجْتُ مِنْ عِنْدِهَا وَكَانَ لِى صَاحِبٌ مِنَ الأَنْصَارِ إِذَا غِبْتُ أَتَانِى بِالْخَبَرِ وَإِذَا غَابَ كُنْتُ أَنَا آتِيهِ بِالْخَبَرِ وَنَحْنُ حِينَئِذٍ نَتَخَوَّفُ مَلِكًا مِنْ مُلُوكِ غَسَّانَ ذُكِرَ لَنَا أَنَّهُ يُرِيدُ أَنْ يَسِيرَ إِلَيْنَا فَقَدِ امْتَلأَتْ صُدُورُنَا مِنْهُ فَأَتَى صَاحِبِى الأَنْصَارِىُّ يَدُقُّ الْبَابَ وَقَالَ افْتَحِ افْتَحْ. فَقُلْتُ جَاءَ الْغَسَّانِىُّ فَقَالَ أَشَدُّ مِنْ ذَلِكَ اعْتَزَلَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَزْوَاجَهُ. فَقُلْتُ رَغِمَ أَنْفُ حَفْصَةَ وَعَائِشَةَ. ثُمَّ آخُذُ ثَوْبِى فَأَخْرُجُ حَتَّى جِئْتُ فَإِذَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى مَشْرُبَةٍ لَهُ يُرْتَقَى إِلَيْهَا بِعَجَلَةٍ وَغُلاَمٌ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَسْوَدُ عَلَى رَأْسِ الدَّرَجَةِ فَقُلْتُ هَذَا عُمَرُ. فَأُذِنَ لِى. قَالَ عُمَرُ فَقَصَصْتُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم هَذَا الْحَدِيثَ فَلَمَّا بَلَغْتُ حَدِيثَ أُمِّ سَلَمَةَ تَبَسَّمَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَإِنَّهُ لَعَلَى حَصِيرٍ مَا بَيْنَهُ وَبَيْنَهُ شَىْءٌ وَتَحْتَ رَأْسِهِ وِسَادَةٌ مِنْ أَدَمٍ حَشْوُهَا لِيفٌ وَإِنَّ عِنْدَ رِجْلَيْهِ قَرَظًا مَضْبُورًا وَعِنْدَ رَأْسِهِ أُهُبًا مُعَلَّقَةً فَرَأَيْتُ أَثَرَ الْحَصِيرِ فِى جَنْبِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَبَكَيْتُ فَقَالَ
"مَا يُبْكِيكَ." فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ كِسْرَى وَقَيْصَرَ فِيمَا هُمَا فِيهِ وَأَنْتَ رَسُولُ اللَّهِ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
"أَمَا تَرْضَى أَنْ تَكُونَ لَهُمَا الدُّنْيَا وَلَكَ الآخِرَةُ."
Tercemesi:
Bize Harun b. Said el-Eylî, ona Abdullah b. Vehb, ona Süleyman b. Bilal, ona Yahya, ona da Ubeyd b. Huneyn, Abdullah b. Abbas'ın şöyle anlattığını nakletti: Bir ayetin manasını Ömer b. Hattab'a sormak isteğiyle bir sene bekledim. Heybetinden dolayı kendisine bir türlü soramıyordum. Nihayet Ömer, hac için (yola) çıktı. Onunla ben de yola çıktım. Dönüşte biraz yol alınca (abdest bozma) ihtiyacı için misvak ağaçlarına doğru saptı. Ben işini bitirinceye kadar onu durup (bekledim.) Sonra onunla yola koyuldum. Ona; ey müminlerin emiri! Eşlerinden Rasulullah'a (sav) karşı dayanışma içine girenler kimlerdi dedim. Ömer (ra); bunlar Hafsa ile Aişe'dir cevabını verdi. (Abdullah b. Abbas anlatmasına) şöyle devam etti: Vallahi bu meseleyi bir seneden beri sana sormak istiyordum ama heybetinden dolayı soramıyordum dedim. Ömer; bunu yapma! Benim bildiğimi zannettiğin bir şeyi hemen bana sor. Eğer ben onu biliyorsam sana haber veririm dedi ve sözüne şöyle devam etti: Vallahi biz cahiliye döneminde kadınları -Allah onlar için indirdiğini indirinceye ve haklarında verdiği payı verinceye kadar- adam yerine koymazdık. Ben, bir konuda kendi kendime düşünürken karım bana; şöyle şöyle yapsan (olmaz mı?) demişti. Ben de ona; o senin neyine gerek (Seni ne ilgilendiriyor!) Benim istemekte olduğum bir işte senin külfete girmen ne oluyor dedim. Kadın; hayret ederim sana ey Hattab oğlu! Sen sözüne karşılık verilmesini istemiyorsun. Halbuki senin kızın Rasulullah'a (sav) karşı çıkabiliyor, hatta Rasulullah o günü öfkeli halde geçiriyor dedi. Ömer şöyle devam etti: Bunun üzerine cübbemi alarak (evimden) çıktım ve Hafsa'nın yanına girdim. Ona dedim ki: Kızcağızım! Sen Rasulullah'a (sav) karşılık veriyor, bütün gününü öfkeli geçirecek kadar söyleniyormuşsun! Hafsa da biz hepimiz O'na karşılık veririz der. Bunun üzerine ben (kızıma); bilirsin ki ben seni Allah'ın cezalandırmasından ve Rasulü'nün (sav) öfkesinden daima sakındırırım. Kızcağızım! Sakın güzelliğinden ve Rasulullah'ın (sav) kendisini sevmesinden hoşlanan bu kadının durumu -Aişe'yi kastediyordu- seni aldatmasın dedim. Sonra çıktım, yakınım olduğu için Ümmü Seleme'nin yanına girdim ve onunla da konuştum. Ümmü Seleme de hayret ederim sana ey Hattab oğlu! Her şeye burnunu soktun. Nihayet Rasulullah (sav) ile hanımları arasına da mı girmek istiyorsun dedi. İşte bu söz beni öyle bir frenledi ki içimde duyduğum öfkeyi kısmen yatıştırdı. Bunun üzerine onun yanından da çıktım (ve evime döndüm). Benim Ensardan bir arkadaşım vardı. Ben (Rasulullah'ın yanına) gitmediğim zaman o bana haber getirir, o gitmediği zaman da ben ona haber getirirdim. Bu esnada biz Gassân meliklerinden birisinden de endişe ediyorduk. Üzerimize yürüyeceği söylenmişti ve yüreklerimiz ondan korku ile doluydu. Bu Ensarlı arkadaşım çıkageldi, kapıyı çaldı ve aç, aç dedi. Gassan’lı mı geldi dedim. O da hayır! Daha beteri olmuş! Rasulullah (sav) hanımlarından uzaklaşmış dedi. (İçimden) (Nihayet) Hafsa ile Aişe'nin burnu sürtüldü dedim. Elbisemi aldım çıktım ve oraya (Rasulullah'ın yanına) vardım. Bir de ne göreyim! Rasulullah (sav) birkaç basamakla çıkılır yüksekçe bir odada ve siyahî bir kölesi de basamağın başında. Köleye (Rasulullah’a Söyle!) Bu (gelen) Ömer b. Hattab'dır dedim. Nihayet bana izin verildi. Ömer dedi ki: Ben Rasulullah'a (sav) bu yaşadığım olayı aktardım. Ümmü Seleme'nin sözüne geldiğimde Rasulullah (sav) gülümsedi. O bir hasır üzerinde bulunuyordu. Bedeni ile hasır arasında hiçbir şey (giysi) yoktu. Başının altında içi lif dolu bir deri yastık vardı. Ayaklarının yanında karaz yığını (yani tabaklamada kullanılan Arab zamkı denilen ağaç yaprakları) ve baş ucunda da asılı bir post vardı. Rasulullah'ın (sav) böğründe hasırın izlerini gördüm de ağladım. Bana; "seni ağlatan nedir" buyurdu. Ben de ey Allah’ın Rasulü! Kisrâ ve Kayser’in bulundukları durum belli. Sen ise Allah'ın Rasulü'sün! (Şu haline bak!) dedim. Rasulullah (sav); "dünyanın onların, ahiretin senin olmasına razı değil misin" buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Talak 3692, /604
Senetler:
1. Ebu Hafs Ömer b. Hattab el-Adevî (Ömer b. Hattab b. Nüfeyl b. Abdüluzza)
2. İbn Abbas Abdullah b. Abbas el-Kuraşî (Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
3. Ebu Abdullah Ubeyd b. Huneyn et-Tâî (Ubeyd b. Huneyn)
4. Ebu Said Yahyâ b. Saîd el-Ensârî (Yahyâ b. Saîd b. Kays b. Amr)
5. Ebu Muhammed Süleyman b. Bilal el-Kuraşi (Süleyman b. Bilal)
6. Abdullah b. Vehb el-Kuraşî (Abdullah b. Vehb b. Müslim)
7. Ebu Cafer Harun b. Said es-Sa'dî (Harun b. Said b. Heysem b. Muhammed b. Heysem b. Feyruz)
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları Hz. Hafsa
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Hz. Peygamber, hanımlarını muhayyer bırakması
Hz. Peygamber, tebessüm etmesi
Hz. Peygamber, zühdü
Tebessüm, kardeşinin yüzüne tebessüm etmek
وَقَالَ اللَّيْثُ حَدَّثَنِى يُونُسُ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ قَالَ عُرْوَةُ قَالَتْ عَائِشَةُ - رضى الله عنها - إِنَّ بَرِيرَةَ دَخَلَتْ عَلَيْهَا تَسْتَعِينُهَا فِى كِتَابَتِهَا وَعَلَيْهَا خَمْسَةُ أَوَاقٍ ، نُجِّمَتْ عَلَيْهَا فِى خَمْسِ سِنِينَ ، فَقَالَتْ لَهَا عَائِشَةُ وَنَفِسَتْ فِيهَا أَرَأَيْتِ إِنْ عَدَدْتُ لَهُمْ عَدَّةً وَاحِدَةً ، أَيَبِيعُكِ أَهْلُكِ ، فَأُعْتِقَكِ ، فَيَكُونَ وَلاَؤُكِ لِى فَذَهَبَتْ بَرِيرَةُ إِلَى أَهْلِهَا ، فَعَرَضَتْ ذَلِكَ عَلَيْهِمْ فَقَالُوا لاَ إِلاَّ أَنْ يَكُونَ لَنَا الْوَلاَءُ . قَالَتْ عَائِشَةُ فَدَخَلْتُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَذَكَرْتُ ذَلِكَ لَهُ . فَقَالَ لَهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « اشْتَرِيهَا فَأَعْتِقِيهَا ، فَإِنَّمَا الْوَلاَءُ لِمَنْ أَعْتَقَ » . ثُمَّ قَامَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ « مَا بَالُ رِجَالٍ يَشْتَرِطُونَ شُرُوطًا لَيْسَتْ فِى كِتَابِ اللَّهِ ، مَنِ اشْتَرَطَ شَرْطًا لَيْسَ فِى كِتَابِ اللَّهِ فَهْوَ بَاطِلٌ ، شَرْطُ اللَّهِ أَحَقُّ وَأَوْثَقُ » .
Leys der ki: Bana Yunus, ona İbn Şihâb, ona Urve, ona da Âişe (r.anha) şöyle demiştir:
Berîre, hürriyetini satın alma bedeli için yardım istemek üzere Âişe'nin yanına girdi. Üzerinde beş sene içinde taksitle ödemek üzere beş ukiyye borç vardı. Âişe bu talebe ilgi duydu ve “söyle bakalım, ben bir defada bütün borcunu ödesem ve velayetin bana ait olması koşuluyla seni azat etsem, efendilerin seni satarlar mı?” dedi. Berîre gidip bu teklifi sahiplerine arz etti. Fakat onlar “ancak velayetin bizde olursa kabul ederiz” dediler. Aişe der ki: Ben Rasulullah'ın yanına girip konuyu ona arz ettim, Rasulullah (sav) "sen Berîre'yi satın al, sonra hürriyetine kavuştur. Velayet hakkı azat edene aittir" buyurdu. Sonra Rasulullah (sav) ayağa kalkıp şu konuşmayı yaptı: "Bir takım insanlara ne oluyor ki, onlar Allah'ın Kitabı'nda olmayan birçok şart koşuyorlar. Her kim Allah'ın Kitabı'nda bulunmayan bir şart koyarsa, onun geçerliliği yoktur. Allah'ın koyduğu şart uyulmaya daha layık ve daha sağlamdır."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
20608, B002560
Hadis:
وَقَالَ اللَّيْثُ حَدَّثَنِى يُونُسُ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ قَالَ عُرْوَةُ قَالَتْ عَائِشَةُ - رضى الله عنها - إِنَّ بَرِيرَةَ دَخَلَتْ عَلَيْهَا تَسْتَعِينُهَا فِى كِتَابَتِهَا وَعَلَيْهَا خَمْسَةُ أَوَاقٍ ، نُجِّمَتْ عَلَيْهَا فِى خَمْسِ سِنِينَ ، فَقَالَتْ لَهَا عَائِشَةُ وَنَفِسَتْ فِيهَا أَرَأَيْتِ إِنْ عَدَدْتُ لَهُمْ عَدَّةً وَاحِدَةً ، أَيَبِيعُكِ أَهْلُكِ ، فَأُعْتِقَكِ ، فَيَكُونَ وَلاَؤُكِ لِى فَذَهَبَتْ بَرِيرَةُ إِلَى أَهْلِهَا ، فَعَرَضَتْ ذَلِكَ عَلَيْهِمْ فَقَالُوا لاَ إِلاَّ أَنْ يَكُونَ لَنَا الْوَلاَءُ . قَالَتْ عَائِشَةُ فَدَخَلْتُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَذَكَرْتُ ذَلِكَ لَهُ . فَقَالَ لَهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « اشْتَرِيهَا فَأَعْتِقِيهَا ، فَإِنَّمَا الْوَلاَءُ لِمَنْ أَعْتَقَ » . ثُمَّ قَامَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ « مَا بَالُ رِجَالٍ يَشْتَرِطُونَ شُرُوطًا لَيْسَتْ فِى كِتَابِ اللَّهِ ، مَنِ اشْتَرَطَ شَرْطًا لَيْسَ فِى كِتَابِ اللَّهِ فَهْوَ بَاطِلٌ ، شَرْطُ اللَّهِ أَحَقُّ وَأَوْثَقُ » .
Tercemesi:
Leys der ki: Bana Yunus, ona İbn Şihâb, ona Urve, ona da Âişe (r.anha) şöyle demiştir:
Berîre, hürriyetini satın alma bedeli için yardım istemek üzere Âişe'nin yanına girdi. Üzerinde beş sene içinde taksitle ödemek üzere beş ukiyye borç vardı. Âişe bu talebe ilgi duydu ve “söyle bakalım, ben bir defada bütün borcunu ödesem ve velayetin bana ait olması koşuluyla seni azat etsem, efendilerin seni satarlar mı?” dedi. Berîre gidip bu teklifi sahiplerine arz etti. Fakat onlar “ancak velayetin bizde olursa kabul ederiz” dediler. Aişe der ki: Ben Rasulullah'ın yanına girip konuyu ona arz ettim, Rasulullah (sav) "sen Berîre'yi satın al, sonra hürriyetine kavuştur. Velayet hakkı azat edene aittir" buyurdu. Sonra Rasulullah (sav) ayağa kalkıp şu konuşmayı yaptı: "Bir takım insanlara ne oluyor ki, onlar Allah'ın Kitabı'nda olmayan birçok şart koşuyorlar. Her kim Allah'ın Kitabı'nda bulunmayan bir şart koyarsa, onun geçerliliği yoktur. Allah'ın koyduğu şart uyulmaya daha layık ve daha sağlamdır."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Mükâteb 1, 1/698
Senetler:
()
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Köle, Cariye, azadı, insan hürriyeti
Köle, kölenin velayeti
Kur'an, Kur'an'a sarılmak ve yüz çevirmek
Ticaret, Vela, hakkını satmak veya hibe etmenin yasak olması
Bize Ebu Nuaym, ona Abdulvâhid b. Eymen, ona da babası Eymen şöyle demiştir:
Ben Âişe'nin (r.anha) yanına girdim ve “ben Utbe b. Ebu Leheb'in kölesi idim. O öldü ve beni onun oğulları miras olarak aldılar. Onlar da beni İbn Ebu Amr'a sattılar. İbn Ebu Amr da beni hürriyete kavuşturdu. Utbe'nin oğulları velâyet hakkını kendilerine ait olmasını şart koşmuşlar” dedim. Bunun üzerine Âişe şöyle dedi: Berîre hürriyetini satın alma antlaşması yapmış olarak bana geldi ve “beni sahiplerimden satın alarak azat et” dedi. Âişe “evet olur” dedi. Berîre “ancak sahiplerim, velayetimin onlarda olması koşulu ile beni satıyorlar” dedi. Âişe “öyleyse benim bu şekilde ihtiyacım yok” dedi. Hz. Peygamber (sav) bu konuşmayı işitti ya da biri ona konuyu anlattı. Bunun üzerine Hz. Peygamber Âişe'e'ye sordu, o da konuyu anlattı. Hz. Peygamber (sav) Âişe'ye "sen Berîre'yi satın al ve onu hürriyetine kavuştur. Onlar istedikleri şartı koysunlar" buyurdu. Bunun üzerine Âişe Berîre'yi satın aldı ve onu azat etti. Sahipleri onun velâyetinin kendilerinde olmasını şart koştular. Hz. Peygamber (sav) de: "velâyet hakkı, azat edene aittir, İsterlerse yüz tane şart koşsunlar" buyurdu.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
20620, B002565
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو نُعَيْمٍ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَاحِدِ بْنُ أَيْمَنَ قَالَ حَدَّثَنِى أَبِى أَيْمَنُ قَالَ دَخَلْتُ عَلَى عَائِشَةَ - رضى الله عنها - فَقُلْتُ كُنْتُ غُلاَمًا لِعُتْبَةَ بْنِ أَبِى لَهَبٍ ، وَمَاتَ وَوَرِثَنِى بَنُوهُ ، وَإِنَّهُمْ بَاعُونِى مِنَ ابْنِ أَبِى عَمْرٍو ، فَأَعْتَقَنِى ابْنُ أَبِى عَمْرٍو ، وَاشْتَرَطَ بَنُو عُتْبَةَ الْوَلاَءَ . فَقَالَتْ دَخَلَتْ بَرِيرَةُ وَهْىَ مُكَاتَبَةٌ فَقَالَتِ اشْتَرِينِى وَأَعْتِقِينِى . قَالَتْ نَعَمْ . قَالَتْ لاَ يَبِيعُونِى حَتَّى يَشْتَرِطُوا وَلاَئِى . فَقَالَتْ لاَ حَاجَةَ لِى بِذَلِكَ . فَسَمِعَ بِذَلِكَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم أَوْ بَلَغَهُ ، فَذَكَرَ لِعَائِشَةَ ، فَذَكَرَتْ عَائِشَةُ مَا قَالَتْ لَهَا ، فَقَالَ « اشْتَرِيهَا وَأَعْتِقِيهَا ، وَدَعِيهِمْ يَشْتَرِطُونَ مَا شَاءُوا » . فَاشْتَرَتْهَا عَائِشَةُ فَأَعْتَقَتْهَا وَاشْتَرَطَ أَهْلُهَا الْوَلاَءَ ، فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « الْوَلاَءُ لِمَنْ أَعْتَقَ ، وَإِنِ اشْتَرَطُوا مِائَةَ شَرْطٍ » .
Tercemesi:
Bize Ebu Nuaym, ona Abdulvâhid b. Eymen, ona da babası Eymen şöyle demiştir:
Ben Âişe'nin (r.anha) yanına girdim ve “ben Utbe b. Ebu Leheb'in kölesi idim. O öldü ve beni onun oğulları miras olarak aldılar. Onlar da beni İbn Ebu Amr'a sattılar. İbn Ebu Amr da beni hürriyete kavuşturdu. Utbe'nin oğulları velâyet hakkını kendilerine ait olmasını şart koşmuşlar” dedim. Bunun üzerine Âişe şöyle dedi: Berîre hürriyetini satın alma antlaşması yapmış olarak bana geldi ve “beni sahiplerimden satın alarak azat et” dedi. Âişe “evet olur” dedi. Berîre “ancak sahiplerim, velayetimin onlarda olması koşulu ile beni satıyorlar” dedi. Âişe “öyleyse benim bu şekilde ihtiyacım yok” dedi. Hz. Peygamber (sav) bu konuşmayı işitti ya da biri ona konuyu anlattı. Bunun üzerine Hz. Peygamber Âişe'e'ye sordu, o da konuyu anlattı. Hz. Peygamber (sav) Âişe'ye "sen Berîre'yi satın al ve onu hürriyetine kavuştur. Onlar istedikleri şartı koysunlar" buyurdu. Bunun üzerine Âişe Berîre'yi satın aldı ve onu azat etti. Sahipleri onun velâyetinin kendilerinde olmasını şart koştular. Hz. Peygamber (sav) de: "velâyet hakkı, azat edene aittir, İsterlerse yüz tane şart koşsunlar" buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Mükâteb 5, 1/699
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Eymen b. Ümmü Eymen el-Habeşî (Eymen b. Ubeyd)
3. Ebu Kasım Abdulvahid b. Eymen el-Mahzumi (Abdulvahid b. Eymen)
4. Ebu Nuaym Fadl b. Dükeyn el-Mülâi (Fadl b. Amr b. Hammâd b. Züheyr b. Dirhem)
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Köle, Cariye, azadı, insan hürriyeti
Köle, kölenin velayeti
Ticaret, Vela, hakkını satmak veya hibe etmenin yasak olması
حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ حَدَّثَنَا شَبَابَةُ بْنُ سَوَّارٍ حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ الْمُغِيرَةِ عَنْ ثَابِتٍ عَنْ أَنَسٍ قَالَ كَانَ لِلنَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم تِسْعُ نِسْوَةٍ فَكَانَ إِذَا قَسَمَ بَيْنَهُنَّ لاَ يَنْتَهِى إِلَى الْمَرْأَةِ الأُولَى إِلاَّ فِى تِسْعٍ فَكُنَّ يَجْتَمِعْنَ كُلَّ لَيْلَةٍ فِى بَيْتِ الَّتِى يَأْتِيهَا فَكَانَ فِى بَيْتِ عَائِشَةَ فَجَاءَتْ زَيْنَبُ فَمَدَّ يَدَهُ إِلَيْهَا فَقَالَتْ هَذِهِ زَيْنَبُ. فَكَفَّ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم يَدَهُ. فَتَقَاوَلَتَا حَتَّى اسْتَخَبَتَا وَأُقِيمَتِ الصَّلاَةُ فَمَرَّ أَبُو بَكْرٍ عَلَى ذَلِكَ فَسَمِعَ أَصْوَاتَهُمَا فَقَالَ اخْرُجْ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِلَى الصَّلاَةِ وَاحْثُ فِى أَفْوَاهِهِنَّ التُّرَابَ. فَخَرَجَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَتْ عَائِشَةُ الآنَ يَقْضِى النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم صَلاَتَهُ فَيَجِىءُ أَبُو بَكْرٍ فَيَفْعَلُ بِى وَيَفْعَلُ. فَلَمَّا قَضَى النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم صَلاَتَهُ أَتَاهَا أَبُو بَكْرٍ فَقَالَ لَهَا قَوْلاً شَدِيدًا وَقَالَ أَتَصْنَعِينَ هَذَا
Öneri Formu
Hadis Id, No:
16962, M003628
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ حَدَّثَنَا شَبَابَةُ بْنُ سَوَّارٍ حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ الْمُغِيرَةِ عَنْ ثَابِتٍ عَنْ أَنَسٍ قَالَ كَانَ لِلنَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم تِسْعُ نِسْوَةٍ فَكَانَ إِذَا قَسَمَ بَيْنَهُنَّ لاَ يَنْتَهِى إِلَى الْمَرْأَةِ الأُولَى إِلاَّ فِى تِسْعٍ فَكُنَّ يَجْتَمِعْنَ كُلَّ لَيْلَةٍ فِى بَيْتِ الَّتِى يَأْتِيهَا فَكَانَ فِى بَيْتِ عَائِشَةَ فَجَاءَتْ زَيْنَبُ فَمَدَّ يَدَهُ إِلَيْهَا فَقَالَتْ هَذِهِ زَيْنَبُ. فَكَفَّ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم يَدَهُ. فَتَقَاوَلَتَا حَتَّى اسْتَخَبَتَا وَأُقِيمَتِ الصَّلاَةُ فَمَرَّ أَبُو بَكْرٍ عَلَى ذَلِكَ فَسَمِعَ أَصْوَاتَهُمَا فَقَالَ اخْرُجْ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِلَى الصَّلاَةِ وَاحْثُ فِى أَفْوَاهِهِنَّ التُّرَابَ. فَخَرَجَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَتْ عَائِشَةُ الآنَ يَقْضِى النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم صَلاَتَهُ فَيَجِىءُ أَبُو بَكْرٍ فَيَفْعَلُ بِى وَيَفْعَلُ. فَلَمَّا قَضَى النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم صَلاَتَهُ أَتَاهَا أَبُو بَكْرٍ فَقَالَ لَهَا قَوْلاً شَدِيدًا وَقَالَ أَتَصْنَعِينَ هَذَا
Tercemesi:
Bize Ebu Bekir b. Ebu Şeybe, ona Şebabe b. Sevvar, ona Süleyman b. Muğîra, ona Sabit, ona da Enes şöyle rivayet etti:
"Peygamber'in (sav) dokuz zevcesi vardı. Bunlar arasında taksim yaptığı zaman ilk kadına ancak dokuzuncudan sonra varırdı. Zevceleri her gece onun geleceği evde toplanırlardı. Bir defa Aişe'nin evinde bulunuyormuş. Derken Zeyneb gelmiş. Rasulullah (sav) ona elini uzatmış. Aişe (r.anha): O Zeynep'tir demiş. Peygamber de (sav) elini çekmiş. Müteakiben iki kadın atışmaya başlamışlar, o derece ki sesleri birbirine karışmış. Bu sırada ezan okunmuş. Ebu Bekir bu gürültünün yanından geçerek kadınların seslerim işitmiş ve ya Rasulullah namaza çık! Onların da ağızlarına toprak saç demiş. Bunun üzerine Peygamber (sav) çıkmış. Arkasından Aişe; şimdi Peygamber (sav) namazım bitirir. Ve Ebu Bekir gelerek bana yapacağım yapar demiş. (Filhakika) Peygamber (sav) namazını bitirdiği vakit Ebu Bekir Aişe'nin yanma gelerek kendisine ağır laf söylemiş: Sen böyle mi yapıyorsun demiş."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Radâ' 3628, /592
Senetler:
()
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Öneri Formu
Hadis Id, No:
16989, M003631
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو كُرَيْبٍ مُحَمَّدُ بْنُ الْعَلاَءِ حَدَّثَنَا أَبُو أُسَامَةَ عَنْ هِشَامٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ كُنْتُ أَغَارُ عَلَى اللاَّتِى وَهَبْنَ أَنْفُسَهُنَّ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَقُولُ وَتَهَبُ الْمَرْأَةُ نَفْسَهَا فَلَمَّا أَنْزَلَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ "(تُرْجِى مَنْ تَشَاءُ مِنْهُنَّ وَتُؤْوِى إِلَيْكَ مَنْ تَشَاءُ وَمَنِ ابْتَغَيْتَ مِمَّنْ عَزَلْتَ)" قَالَتْ قُلْتُ وَاللَّهِ مَا أَرَى رَبَّكَ إِلاَّ يُسَارِعُ لَكَ فِى هَوَاكَ.
Tercemesi:
Bize Ebu Küreyb Muhammed b. Ala, ona Ebu Üsame, ona Hişam, ona babası, ona da Aişe şöyle rivayet etti: Ben kendilerini Rasulullah'a (sav) bağışlayan kadınları ayıplar da hiç kadın kendini hibe eder mi derdim. Allah (ac); " o kadınlardan dilediğini geriye bırakır, dilediğini kendine alırsın. Boşadıklarından arzu ettiğini almanda sana bir mesuliyet yoktur.)" ayeti kerimeyi indirince; vallahi Rabbinin senin arzunu hemen yerine getirdiğini görüyorum dedim.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Radâ' 3631, /592
Senetler:
()
Konular:
Evlilik, hibe yoluyla
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Kur'an, nuzül sebebi
وَحَدَّثَنَا عَبْدُ بْنُ حُمَيْدٍ أَخْبَرَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ عُرْوَةَ عَنْ عَائِشَةَ
"أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم تَزَوَّجَهَا وَهْىَ بِنْتُ سَبْعِ سِنِينَ وَزُفَّتْ إِلَيْهِ وَهِىَ بِنْتُ تِسْعِ سِنِينَ وَلُعَبُهَا مَعَهَا وَمَاتَ عَنْهَا وَهِىَ بِنْتُ ثَمَانَ عَشْرَةَ."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
17318, M003481
Hadis:
وَحَدَّثَنَا عَبْدُ بْنُ حُمَيْدٍ أَخْبَرَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ عُرْوَةَ عَنْ عَائِشَةَ
"أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم تَزَوَّجَهَا وَهْىَ بِنْتُ سَبْعِ سِنِينَ وَزُفَّتْ إِلَيْهِ وَهِىَ بِنْتُ تِسْعِ سِنِينَ وَلُعَبُهَا مَعَهَا وَمَاتَ عَنْهَا وَهِىَ بِنْتُ ثَمَانَ عَشْرَةَ."
Tercemesi:
Bize Abd b. Humeyd, ona Abdürrezzak, ona Mamer, ona Zührî, ona Urve, ona da Aişe'nin rivayet ettiğine göre; "Peygamber (sav) kendisini yedi yaşında iken nikâh etmiş dokuz yaşında iken de zifaf yapılmış (oyuncak) bebekleri beraberinde imiş. On sekiz yaşında iken de Rasulullah (sav) vefat etmiş."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Nikah 3481, /568
Senetler:
()
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
KTB, NİKAH
Nikah,
Öneri Formu
Hadis Id, No:
17319, M003482
Hadis:
وَحَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ يَحْيَى وَإِسْحَاقُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ وَأَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ وَأَبُو كُرَيْبٍ قَالَ يَحْيَى وَإِسْحَاقُ أَخْبَرَنَا وَقَالَ الآخَرَانِ حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ عَنِ الأَعْمَشِ عَنْ إِبْرَاهِيمَ عَنِ الأَسْوَدِ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ
"تَزَوَّجَهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَهْىَ بِنْتُ سِتٍّ وَبَنَى بِهَا وَهْىَ بِنْتُ تِسْعٍ وَمَاتَ عَنْهَا وَهْىَ بِنْتُ ثَمَانَ عَشْرَةَ."
Tercemesi:
Bize Yahya b. Yahya, ona İshak b. İbrahim, Ebu Bekir b. Ebu Şeybe ve Ebu Küreyb, onlara Ebu Muaviye, ona el-A'meş, ona İbrahim, ona Esved, ona da Aişe'nin rivayet ettiğine göre Rasulullah'ın (sav) ile altı yaşında iken evlendiğini; dokuz yaşında iken zifaf edildiğini, on sekiz yaşında iken de Rasulullah (sav) vefat ettiğini söylemiş"
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Nikah 3482, /568
Senetler:
()
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Nikah,
حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ وَزُهَيْرُ بْنُ حَرْبٍ - وَاللَّفْظُ لِزُهَيْرٍ - قَالاَ حَدَّثَنَا وَكِيعٌ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنْ إِسْمَاعِيلَ بْنِ أُمَيَّةَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ عُرْوَةَ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ تَزَوَّجَنِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى شَوَّالٍ وَبَنَى بِى فِى شَوَّالٍ فَأَىُّ نِسَاءِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم كَانَ أَحْظَى عِنْدَهُ مِنِّى."
[قَالَ وَكَانَتْ عَائِشَةُ تَسْتَحِبُّ أَنْ تُدْخِلَ نِسَاءَهَا فِى شَوَّالٍ.]
Öneri Formu
Hadis Id, No:
17320, M003483
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ وَزُهَيْرُ بْنُ حَرْبٍ - وَاللَّفْظُ لِزُهَيْرٍ - قَالاَ حَدَّثَنَا وَكِيعٌ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنْ إِسْمَاعِيلَ بْنِ أُمَيَّةَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ عُرْوَةَ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ تَزَوَّجَنِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى شَوَّالٍ وَبَنَى بِى فِى شَوَّالٍ فَأَىُّ نِسَاءِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم كَانَ أَحْظَى عِنْدَهُ مِنِّى."
[قَالَ وَكَانَتْ عَائِشَةُ تَسْتَحِبُّ أَنْ تُدْخِلَ نِسَاءَهَا فِى شَوَّالٍ.]
Tercemesi:
Bize Ebu Bekir b. Ebu Şeybe ve Züheyr b. Harb, o ikisine Veki', ona Süfyan, ona İsmail b. Ümeyye, ona Abdullah b. Urve, ona Urve, ona da Aişe'nin rivayet ettiğine göre; "Rasulullah (sav) benimle Şevvâl'de nikahlandı ve (yine) Şevvâl'de zifaf oldu. Binâenaleyh Rasulullah'ın (sav) kadınlarından hangisi onun indinde benden daha bahtlı olabilirdi?" .
[Urve demiş ki: Aişe akrabası kadınları Şevvâl'de zifaf etmeyi severdi.]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Nikah 3483, /568
Senetler:
()
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Nikah,