785 Kayıt Bulundu.
Bize İshâk b. İbrahim el-Hanzalî ve Muhammed b. Ebu Ömer, o ikisine Abdürrezzak, ona Mamer, ona ez-Zührî, ona Ubeydullah b. Abdullah b. Ebu Sevr, ona da İbn Abbas (ra) şunları söylemiş: Cenâb-ı Hakk'ın haklarında, "eğer her ikiniz de Allah'a tövbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kalpleriniz eğrilmişti..." (et-Tahrîm, 66/4) buyurduğu, Hz. Peygamber'in (sav) zevcelerinden iki kişinin kimler olduğunu Hz. Ömer'e (ra) sormayı çok istiyordum. Nihâyet Hz. Ömer hac seyahatine çıkmış, ben de onunla hacca gitmiştim. Yolda (giderken) Hz. Ömer bir kenara saptı, ben de hemen bir matara su ile onu takip ettim. Ömer gidip abdest bozdu, sonra yanıma geldi, ben de ellerine su döktüm, abdest aldı. Dedim ki: Ey mü’minlerin emiri! Yüce Mevlâ'nın haklarında; "eğer ikiniz tövbe ederseniz ne güzel! Çünkü ikinizin de kalpleri eğrildi" buyurduğu, Rasulullah'ın (sav) hanımlarından ikisi, hangileridir? Hayret sana, ey Abbas'ın oğlu! -ez-Zührî dedi ki: Vallahi Hz. Ömer, İbn Abbas'ın sorusundan hoşlanmadı, ama gerçeği de gizlemedi-. Onlar, Aişe ile Hafsa'dır dedi. Sonra Hz. Ömer, olayı şu şekilde rivayet etti: Biz Kureyş kabilesi, kadınlara hükmeden bir millettik. Medine'ye gelince, burada kendilerine kadınların hükmettiği bir halk bulduk. Bizim kadınlarımız da onların kadınlarından (bu tutumu) öğrenmeye başladılar. Benim evim Avâlî bölgesinde, Ümeyye b. Zeyd oğulları mahallesindeydi. Bir gün karıma kızdım. Baktım ki o da bana cevap yetiştiriyor. Onun cevap yetiştirmesini garipseyince de dedi ki: Sana cevap yetiştirmemi neden garipsiyorsun? Vallahi Rasulullah'ın (sav) hanımları da O'na cevap yetiştiriyorlar hatta bazen onlardan biri, geceye kadar bütün gün kendisine dargın duruyor. Bu sözler üzerine ben hemen (kızım) Hafsa'nın yanına gittim. Ona, sizlerden biri Hz. Peygamber'e ta akşama kadar bütün gün boyunca dargın kaldığı oluyor mu dedim. Evet dedi. Ben de ona, öyleyse sizden kim bunu yapıyorsa, kesinlikle mahvolmuş, hüsrana uğramıştır. Siz Rasulullah'ın (sav) gazabından dolayı Allah'ın size gazap etmeyeceğinden emin mi oldunuz? Bunu yapan kesinlikle helak olmuştur. Kızım, sen sakın Hz. Peygamber'e laf çevirme ve O'ndan bir şey isteme. İhtiyacın olan şeyi gel benden iste! Senden daha güzel ve Rasulullah'a (sav) daha sevgili olan ortağının durumu -Hz. Aişe'yi kastediyor- sakın seni aldatmasın dedim. Hz. Ömer şöyle devam ediyor: Benim Ensâr'dan bir komşum vardı, o komşum ile Hz. Peygamber'in (sav) yanına nöbetleşe gidiyorduk; bir gün o gidiyor, bir gün de ben gidiyordum. O gittiği zaman o günün vahiy ve diğer haberlerini gelip bana haber veriyordu, ben gidince de aynı şeyi yapıyordum. O sırada bizler Gassanlılar'n, bizimle savaşmak için atlarını nallattıkları haberini konuşuyorduk. O gün arkadaşım Rasulullah'ın (sav) yanına indi, sonra yatsı vakti bana geldi, kapımı şiddetle çaldı, sonra bana seslendi, ben de dışarı çıktım. Komşum; bugün büyük bir olay oldu dedi. Ne oldu? Yoksa Gassanlılar mı saldırdı dedim. Hayır! Daha büyük ve daha korkunç bir şey! Rasulullah (sav) hanımlarını boşadı dedi. Öyleyse Hafsa perişan oldu ve hüsrana uğradı. Zaten bunun olacağını tahmin ediyordum dedim. Hemen sabah namazını kıldım, elbisemi giyinip çıktım. Şehre inip Hafsa'nın yanına gittim. Baktım ki Hafsa ağlıyor. Ona; Rasulullah (sav) sizleri boşadı mı diye sordum. Bilmiyorum, kendisi işte şu hücreye çekildi dedi. Hz. Peygamber'in uzlete çekildiği hücresine gittim. Rasulullah'ın (sav) siyah uşağına; Ömer için Rasulullah'tan (sav) izin iste dedim. Uşak içeri girdi, sonra çıktı ve dedi ki: Seni söyledim ama bir şey demedi. Bunun üzerine döndüm, Mescid-i Nebî'deki minberin yanına varıp oturdum. Baktım ki orada bazı insanlar oturuyor, onlardan bazıları da ağlıyordu. Kısa bir sürer orada oturdum. Sonra hislerime engel olamadım, tekrar gidip uşağı buldum. Kendisine; Ömer için izin iste dedim. Uşak içeri girdi, sonra çıktı ve seni söyledim ama yine bir şey söylemedi dedi. Tam dönüp giderken uşak beni çağırdı; gir, Rasulullah (sav) sana izin verdi dedi. İçeri girdim, Rasulullah'a (sav) selam verdim. Baktım ki Hz. Peygamber, kuru bir hasıra uzanmış, hasırın izleri vücuduna çıkmış! Kendisine; ey Allah'ın Rasûlü, hanımlarını boşadın mı dedim. Başını bana doğru kaldırdı ve "hayır" dedi. Ben, sevinçten Allah'u ekber dedim, sonra şöyle söyledim: Ya Rasulullah! Biliyorsun ki, biz Kureyş topluluğu kadınlara galip idik. Ama Medine'ye geldiğimizde öyle bir kavim bulduk ki, kadınları onlara galip geliyor. Bu yünden bizim kadınlarımız da Medinelilerin kadınlarının huylarını öğrenmeye başladılar. Ben bir gün karıma kızmıştım, baktım ki karım da bana karşılık veriyor. Bana karşılık vermesini garipsedim. Bunun üzerine bana; benim sana karşılık vermemi neden garipsiyorsun? Vallahi Hz. Peygamber'in (sav) zevceleri de ona karşılık veriyor ve ta akşama kadar bütün gün ona dargın duruyorlar dedi. Bunu duyunca, böyle bir şeyi yapan mahvolmuş, hüsrana uğramıştır. Onlar, Rasulullah'ın (sav) kızgınlığından dolayı Cenâb-ı Hakk'ın kendilerine gazap edeceğinden emin mi oldular? Bunu yapan helâk olmuştur dedim. Bu sözlerim üzerine Hz. Peygamber gülümsedi. Sonra şunları söyledim: Ya Rasulullah! Beni görseydin, Hafsa'nın yanına girmiştim de ona; sakın arkadaşının Peygamber'e senden daha güzel ve daha sevgili olması seni aldatmasın demiştim. -Hz. Ömer bu sözüyle Aişe'yi kastediyor-. Hz. Peygamber tekrar gülümsedi. Bunun üzerine kendisine; biraz konuşabilir miyiz dedim. "Olur" buyurdu. Ben de oturdum. Müteakiben başımı kaldırarak içeriye bir göz gezdirdim. Vallahi içeride üç deriden başka göze dokunur bir şey göremedim. Dedim ki: Ey Allah'ın Rasulü, ümmetine bolluk vermesi için Allah'a dua etseniz... Cenâb-ı Hak, Allah'a kulluk yapmadıkları halde İranlılar'a ve Romalılar'a bol rızıklar ihsan etti dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber doğrularak oturdu ve "sen hala şüphede misin ey Hattab oğlu? Onlar iyi amellerinin karşılığı kendilerine dünya hayatında verilen bir millettir" buyurdu. Bunun üzerine ben hemen; benim için mağfiret dile ey Allah'ın Rasulü dedim. Rasulullah (sav) zevcelerine pek ziyade gücendiğinden dolayı bir ay yanlarına girmemeye yemin etmişti. Nihayet Aziz ve Celil olan Allah kendisini tekdir etti.
Bize Katan b. Nüseyr, ona Cafer, ona Humeyd el-A'rec el-Mekki, ona İbn Şihab, ona Urve, Aişe'den naklen ifk hadisesinden bahsedip Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etti: Rasulullah (sav) oturdu ve (perdeyi) yüzünden kaldırdı. Sonra, "kovulmuş şeytandan, işiten ve bilene sığınırım" deyip "o ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden bir güruhtur," ayetini okudu. [Ebu Davud şöyle demiştir: Bu, münker bir hadistir. Bu hadisi bir grup ravi (cemaat), Zührî'den rivayet etmiş (ancak), bu sözü bu tarzda (şerh) zikretmemiştir. İstiâze (ile alakalı) durumun, Humeyd'in sözü olmasından endişe ediyorum.]
Bize Yahya b. Bükeyr, ona el-Leys, ona Yunus, ona İbn Şihâb rivayetle dedi ki: Bana Urve b. ez-Zübeyr, Saîd b. el-Müseyyeb, Alkame b. Vakkas ve Ubeyydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud, Nebi’nin (sav) zevcesi Âişe’ye (r.anhâ) ifk ehli (ona iftirada bulunanlar) o söylediklerini söyleyip, Allah’ın da onların söylediklerinden (iftiralarından) onu temize çıkarması ile ilgili hadiseyi rivayet ettiler. Bunların her biri bana hadisin bir kısmını aktardı. Onların anlattıklarının bir bölümü diğer bir bölümünü doğruluyor idi. Bununla birlikte onların kimisi diğerinden daha iyi hıfz edip bellemiş idi. Urve’nin bana Âişe (r.anhâ) ile ilgili anlattığı hadisi şöyledir: - Nebi’nin (sav) zevcesi Âişe (r.anhâ) dedi ki: Rasulullah (sav) sefere çıkmak istediği zaman zevceleri arasında kura çekerdi. Onların hangisinin payı kurada çıkarsa Rasulullah da (sav) onu beraberinde götürürdü. Âişe dedi ki: Çıktığı gazalardan birisinde aramızda kura çekti, kurada ben çıktım. Hicab emri nâzil oldumştu. Kura bana çıktığından dolayı Rasulullah (sav) ile birlikte ben çıktım. Ben hevdecimde iken taşınıyor, onun içinde iken indiriliyordum. Yola koyulduk. Nihayet Rasulullah (sav) o gazasını bitirip geri dönünce, bu dönüşte de Medine’ye yaklaştığımızda, gecelerin birisinde yola koyulacağımız ilanı yapıldı. Yola koyulacağımız ilan edilince ben de kalkıp yürüdüm ve karargâhın dışına çıktım. İşimi bitirip yerime döneceğim zaman Zafâr boncuğundan gerdanlığımın koptuğunu gördüm. Gerdanlığımı aramaya başladım. Onu aradığımdan dolayı geç kaldım. Benim hevdecimi kaldırıp indiren kişiler gelerek, hevdecimi kaldırıp, onu üzerinde yolculuk yaptığım deveme yüklediler. Benim hevdecimin içinde olduğumu zannediyorlardı. O sırada kadınlar hafiftiler, et bağlayıp ağırlaşmamışlardı. Çünkü kadınlar az yemek yerlerdi. Bu sebeple hevdecimi taşıyanlar onu kaldırdıklarında hafif olduğunu fark etmediler. Ben de henüz yaşı küçük bir kadın idim. Onlar da deveyi (çökmüş olduğu yerden) kaldırıp yola koyuldular. Ordu, yoluna koyulduktan sonra gerdanlığımı buldum. Konakladıkları yere geldiğimde orada hiç kimse bulamadım. Bundan dolayı bulunduğum yere doğru gittim. Onların benim, hevdecimde olmadığımı görüp, beni aramak üzere geri döneceklerini zannettim. Ben olduğum yerde oturuyor iken, gözlerimi tutamayarak uyumuş oldum. Safvan b. el-Muattal es-Sülemî, -sonra da ez-Zekvânî- ordunun ardcılarından idi. Gece yol yürümüş ve bulunduğum yerde sabahı etmişti. Uyumakta olan bir insanın karartısını gördüğü için yanıma geldi. Beni görünce tanıdı. (Çünkü) hicab emri gelmeden önce beni görürdü. O beni görüp tanıyınca innâ lillâh ve innâ ileyhi râciun diyerek istircâ’da bulunması üzerine uyandım. Derhal cilbabımla yüzümü örttüm, vallahi benimle tek bir kelime dahi konuşmadı. Onun innâ lillah… diyerek istircâ’da bulunması dışında onun bir tek sözünü dahi duymadım. Sonunda devesini çöktürdü, binmem için devenin ön ayaklarına bastı, ben de deveye bindim. Bindiğim devenin yularını çekerek yürüdü. Sonunda öğle sıcağı zamanındaki konaklamalarından sonra orduya yetiştik. Bunun sonunda da helâk olanlar helâk oldu. Bu hadisede iftirayı uydurma işini üstlenen kişi Abdullah b. Ubeyy b. Selûl olmuştu. Medine’ye vardıktan sonra ben bir ay kadar bir süre rahatsızlandım. İnsanlar ise o iftirada bulunanların (İfk ashabının) sözlerini dillerine dolamış gidiyorlardı. Ben bu kabilden hiçbir şeyin farkına varmıyordum. Bununla birlikte rahatsızlandığım sırada Rasulullah’dan (sav), önceleri rahatsızlandığım vakit gördüğüm latif ve yumuşak muamelesini göremediğim için adeta onu tanımaz olmuştum. Rasulullah (sav) yalnızca yanıma giriyor, selam veriyor sonra da “Hastanız nasıl” dedikten sonra çekip gidiyordu. İşte bu beni şüphelendiriyordu fakat nekahet döneminden sonra dışarı çıkıncaya kadar bir şeyin farkına varmamıştım. Beraberimde Ümm Mistah olduğu halde Medine’nin dış taraflarında ihtiyaçlarımızı karşıladığımız yere doğru çıktım. Bizler ancak geceden geceye çıkardık. Bu ise evlerimize yakın yerlerde kenefler edinmemizden önce idi. Bizim o zamanki durumumuz, ihtiyaçlarını gidermek üzere ilk Arapların durumunun aynısı idi. Evlerimize yakın helalar edinmekten rahatsız olurduk. Ümm Mistah ile birlikte dışarı çıktım. Ümm Mistah ise Ebu Ruhm b. Abdî Menaf’ın kızı idi, annesi de Sahr b. Âmir’in kızı, Ebu Bekir es-Sıddık’in teyzesi idi. Oğlu da Mistah b. Usâse idi. Ben Ümm Mistah ile birlikte evime doğru geri dönerken işimizi de bitirdikten sonra Ümm Mistah eteğine basarak tökezledi ve: Kahrolası Mistah, dedi. Ben ona: Ne kötü söz söyledin, Bedir’e katılmış bir adama böyle ağır söz mü söylüyorsun? dedim. O: Vah kızım, sen onun neler söylediğini duymadın mı? dedi. (Âişe) dedi ki: Ben: Ne dedi ki? dedim. Bana İfki/bana yapılan iftirayı dillerine dolayanların söylediklerini haber verdi. Bu sefer hastalığımın üzerine hastalık kattım, evime geri dönüp Rasulullah (sav) yanıma girdiğinde yani bana selam verdikten sonra: “Bu hastanız nasıl” buyurdu. Ben: Anne babamın yanına gitmeme izin verir misin? dedim. Âişe dedi ki: O zaman ben onlardan haberin gerçeğinin ne olduğunu öğrenmek istemiştim. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) bana izin verince, anne babamın yanına geldim. Anneme: Anacağım! Bu insanlar dillerine neyi dolamışlar? dedim. O: kızcağızım, kendine acı, vallahi, kendisini seven bir kocanın yanında bulunan, birçok kuması olan, güzel bir kadın olacak da onun aleyhine dedikodular çıkartılmayacak kadın pek azdır. Ben: Subhanallah! İnsanlar bunu da mı dillerine doladılar, dedim. Sonra o gece sabaha kadar ağlayıp durdum, gözyaşlarım kesilmedi, gözüme uyku girmedi. Sabaha kadar ağlamaya devam ettim. Vahyin gelmesi bir parça gecikince Rasulullah (sav) eşinden ayrılmak hususunda kendileriyle danışmak üzere Ali b. Ebu Talib ile Üsâme b. Zeyd’i (r.anhumâ) çağırdı. (Âişe) devamla dedi ki: Üsâme b. Zeyd, Rasulullah’a (sav), eşinin tertemiz ve suçsuz oluşu ile kendi içinde onlar için beslediğini bildiği sevgi istikametinde kanaatini belirtti ve: Ey Allah’ın Rasulü, o senin eşindir ve biz hayırdan başka hiçbir şey bilmiyoruz, dedi. Ali b. Ebu Talib de: Ey Allah’ın Rasulü, Allah, işi senin için daraltmış değildir, onun dışındaki kadınlar da pek çoktur, bununla birlikte cariyesine (Beriye’ye) sorsan sana doğruyu söyleyecektir, dedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) derhal Beriye’yi çağırdı ve: “Ey Berire, sen onun aleyhine seni şüphelendirecek bir şey gördün mü?” buyurdu. Berire: Seni hak ile gönderene yemin ederim ki hayır, benim onun aleyhine kusur sayılabilecek gördüğüm tek şey, onun sadece yaşça küçük bir kadın oluşundan ibarettir. Ailesi için yoğurduğu hamur yoğururken uyur, evdeki koyun gelir onu yerdi. (Bunun dışında bir kusurunu görmedim.) Bunun üzerine Rasulullah (sav) ayağa kalktı ve o gün Abdullah b. Ubeyy b. Selul ile ilgili söyleyeceklerinden ötürü mazur görülmesini istedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) minber üzerinde: “Ey müslümanlar topluluğu, benim aile halkım hakkındaki eziyeti, bana kadar ulaşmış bir adam hakkında yapacaklarımdan dolayı beni kim mazur görür? Vallahi ben eşim ile ilgili hayırdan başka bir şey bilmiyorum, sözünü ettikleri kişi hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum, benim aile halkım yanına ancak benimle birlikte içeri girerdi” buyurdu. Bunun üzerine Sa‘d b. Muâz el-Ensârî ayağa kalkarak: Ey Allah’ın Rasulü, eğer bu kişi Evslilerden olsaydı ondan dolayı ben seni mazur görürdüm, boynunu da vururdum. Şayet Hazreçli kardeşlerimizden ise bize emir verirsin biz de ne emredersen onu yaparız, dedi. (Âişe) dedi ki: Bunun üzerine Hazreçlilerin efendisi olan Sa‘d b. Ubâde ayağa kalktı. Esasen bundan önce hep salih bir insan idi. Fakat gayret, onu etkisi altına aldı ve Sa‘d’a: Yalan söyledin, vallahi sen onu öldüremezsin ve onu öldürmeye da gücün yetmez, dedi. Bu sefer Sa‘d’ın amcasının oğlu olan Useyd b. Hudayr ayağa kalktı ve Sa‘d b. Ubâde’ye: Yalan söyledin, Allah’a and olsun, onu mutlaka öldürürüz, sen münafık birisin ve münafıklar adına tartışıyorsun, dedi. Bunun üzerine Evs ve Hazreçli her iki kabile mensubu da galeyana geldi, hatta birbirleriyle çatışmak istediler. Rasulullah (sav) ise minber üzerinde ayakta duruyordu. Rasulullah (sav) onları teskin etmeye çalışıp durdu. Nihayet onlar da sustular, o da sustu. Âişe dedi ki: O gün öylece bekleyip durdum. Ne gözyaşlarım diniyor, ne gözüme uyku giriyordu. (Âişe) dedi ki: Annem, babam sabahı yanımda etti. İki gece ve bir gündüz ağlamaya devam ettim, gözüme uyku girmedi, gözyaşım kesilmedi. Hatta annem ve babam ağlamanın artık benim ciğerimi parçalayacağını sandılar. (Âişe) dedi ki: Annem babam yanımda oturuyor ve ben ağlıyorken Ensar’dan bir kadın yanıma girmek için izin istedi, ben de ona izin verdim, o da oturup benimle ağlamaya başladı. Bizler bu vaziyette iken Rasulullah (sav) yanımıza girdi, selam verdikten sonra oturdu. (Âişe) dedi ki: Daha önceden o söylenen dedikodular çıktığından beri yanımda oturmamıştı, aradan bir ay süre geçmiş benim hakkımda ona herhangi bir vahiy gelmemişti. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) oturunca şehadet kelimesini getirdi, sonra da şöyle buyurdu: “İmdi Ey Âişe, senin hakkında bana şunlar, şunlar ulaştı, eğer sen suçsuz isen Allah pek yakında senin suçsuz olduğunu çıkaracaktır. Şayet bir günah işlemiş isen Allah’tan mağfiret dile ve ona tövbe et. Çünkü kul günahını itiraf ettikten sonra Allah’a tövbe ederse Allah da tövbesini kabul buyurur.” Âişe dedi ki: Rasulullah (sav) sözlerini bitirince gözyaşlarım dindi. Hatta bir damla aktığını dahi hissetmez oldum. Babama: Rasulullah’ın (sav) söylediklerine cevap ver, dedim. O: Vallahi, Rasulullah’a (sav) ne diyeceğimi bilemiyorum, dedi. Anneme: Rasulullah’a (sav) sen cevap ver, dedim. O: Rasulullah’a (sav) nasıl cevap vereceğimi bilemiyorum, dedi. (Âişe devamla) dedi ki: Ben dedim ki: Vallahi ben yaşı küçük bir hanımım, Kur’ân-ı Kerim’den ezbere fazla bir şey bilmiyorum, vallahi ben sizin bu işittiğiniz sözlerin, sonunda içinizde yer ettiğini, onu doğru kabul ettiğinizi biliyorum. Ben sizlere, benim hiçbir günahım yok, Allah da benim günahsız olduğumu çok iyi biliyor desem dahi siz bu hususta benim doğru söylediğime inanmayacaksınız. Eğer bir işi işlemiş olduğumu size itiraf edecek olursam Allah da benim o suçtan uzak olduğumu bilmekle birlikte siz o vakit benim doğru söylediğimi kabul edeceksiniz. Allah’a yemin olsun ki, size ancak Yusuf’un babasının: “Artık bana düşen güzel bir sabırdır, sizin şu söylediklerinize karşı yardımına sığınılacak Allah’tır” (Yusuf, 12/18) buyruğundan başka uygun bir örnek bulamıyorum. (Âişe devamla) dedi ki: Sonra yüzümü başka tarafa döndüm ve yanım üzere yatağıma uzandım. (Âişe) dedi ki: O zaman ben, kendimin gerçekten suçsuz olduğumu ve suçsuz olduğum için Allah’ın beni mutlaka temize çıkaracağını biliyordum. Fakat Allah’ın benim durumum ile ilgili olarak tilavet olunan bir vahiy indireceğini de sanmıyordum. Çünkü ben, kendimi Allah’ın benim ile ilgili tilavet olunacak bir kelam indirmeye değmeyecek kadar küçük görüyordum ama Rasulullah’a (sav) uykusunda Allah’ın beni kendisi ile temize çıkaracağı bir rüya göstereceğini umuyordum. (Âişe devamla) dedi ki: Vallahi Rasulullah henüz (sav) yerinden kalkmadan, evdekilerden hiçbir kimse de dışarı çıkmadan ona vahiy indi. Önceden olduğu gibi, vahiy hali onu bürüdüğünden, kış gününde olsa dahi ona indirilen buyrukların ağırlığından ötürü inci taneleri gibi terler ondan dökülmeye başladı. (Âişe devamla) dedi ki: Rasulullah’ın (sav) üzerinden o vahiy hali açılınca, kendisi gülüyordu. Söylediği ilk söz: “Ey Âişe, aziz ve celil Allah senin suçsuz ve tertemiz olduğunu bildirdi” demek oldu. Bunun üzerine annem: Haydi (teşekkürlerini ifade etmek üzere) onun önünde ayağa kalk, dedi. (Âişe) dedi ki: Ben: Vallahi onun önünde ayağa kalkmam, aziz ve celil Allah’tan başkasına da hamd etmem, dedim. Aziz ve celil Allah da: “O olmadık iftirada bulunanlar sizden bir topluluktur, siz bunu kendiniz için kötü bir şey sanmayın” (Nur, 24/11) buyruğundan itibaren on ayetin tamamını indirdi. Allah bu buyrukları benim suçsuzluğum hakkında indirince, Ebu Bekir es-Sıddık kendisi ile akrabalığı ve fakirliğinden ötürü Mistah b. Usâse’ye bir nafaka verdiği için: Vallahi, artık Âişe için o söylediklerini söyledikten sonra ebediyen hiçbir şey infak etmeyeceğim, dedi. Bunun üzerine şanı yüce Allah da: “Sizden fazilet ve imkân sahipleri yakınlara, fakirlere ve Allah yolunda hicret edenlere infak etmemeye yemin etmesinler, affetsinler ve görmezlikten gelsinler. Allah’ın günahlarınızı bağışlamasını sevmez misiniz? Allah çok bağışlayandır, bol bol rahmet edicidir” (Nur, 24/22) buyruğunu indirdi. Ebu Bekir de: Elbette (severiz), vallahi, Allah’ım, beni bağışlamanı severim diyerek Mistah’a daha önce yaptığı infakı tekrar devam ettirdi ve: Vallahi hiçbir zaman ona verdiğim bu infakı da geri çekmeyeceğim, dedi. (Âişe devamla) dedi ki: Rasulullah (sav) Cahş kızı Zeyneb’e durumuma dair soru sorardı. Ona: “Ey Zeyneb, ne biliyorsun ya da ne gördün?” dedi. Zeyneb: Ey Allah’ın Rasulü, ben kulağımı ve gözümü korurum, hayırdan başka bir şey bilmiyorum, dedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah’ın (sav) zevceleri arasında benimle boy ölçüşebilecek kadın da o idi. Allah onu vera ve takvası sayesinde korudu. Kız kardeşi Hamne ise onun lehine savaşa koyulmuştu. Bundan ötürü o da helâk olan ifk sahipleri/iftiracılar arasında helâk oldu.
Bize Yahya b. Bükeyr, ona el-Leys, ona Yunus, ona İbn Şihâb rivayetle dedi ki: Bana Urve b. ez-Zübeyr, Saîd b. el-Müseyyeb, Alkame b. Vakkas ve Ubeyydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud, Nebi’nin (sav) zevcesi Âişe’ye (r.anhâ) ifk ehli (ona iftirada bulunanlar) o söylediklerini söyleyip, Allah’ın da onların söylediklerinden (iftiralarından) onu temize çıkarması ile ilgili hadiseyi rivayet ettiler. Bunların her biri bana hadisin bir kısmını aktardı. Onların anlattıklarının bir bölümü diğer bir bölümünü doğruluyor idi. Bununla birlikte onların kimisi diğerinden daha iyi hıfz edip bellemiş idi. Urve’nin bana Âişe (r.anhâ) ile ilgili anlattığı hadisi şöyledir: - Nebi’nin (sav) zevcesi Âişe (r.anhâ) dedi ki: Rasulullah (sav) sefere çıkmak istediği zaman zevceleri arasında kura çekerdi. Onların hangisinin payı kurada çıkarsa Rasulullah da (sav) onu beraberinde götürürdü. Âişe dedi ki: Çıktığı gazalardan birisinde aramızda kura çekti, kurada ben çıktım. Hicab emri nâzil oldumştu. Kura bana çıktığından dolayı Rasulullah (sav) ile birlikte ben çıktım. Ben hevdecimde iken taşınıyor, onun içinde iken indiriliyordum. Yola koyulduk. Nihayet Rasulullah (sav) o gazasını bitirip geri dönünce, bu dönüşte de Medine’ye yaklaştığımızda, gecelerin birisinde yola koyulacağımız ilanı yapıldı. Yola koyulacağımız ilan edilince ben de kalkıp yürüdüm ve karargâhın dışına çıktım. İşimi bitirip yerime döneceğim zaman Zafâr boncuğundan gerdanlığımın koptuğunu gördüm. Gerdanlığımı aramaya başladım. Onu aradığımdan dolayı geç kaldım. Benim hevdecimi kaldırıp indiren kişiler gelerek, hevdecimi kaldırıp, onu üzerinde yolculuk yaptığım deveme yüklediler. Benim hevdecimin içinde olduğumu zannediyorlardı. O sırada kadınlar hafiftiler, et bağlayıp ağırlaşmamışlardı. Çünkü kadınlar az yemek yerlerdi. Bu sebeple hevdecimi taşıyanlar onu kaldırdıklarında hafif olduğunu fark etmediler. Ben de henüz yaşı küçük bir kadın idim. Onlar da deveyi (çökmüş olduğu yerden) kaldırıp yola koyuldular. Ordu, yoluna koyulduktan sonra gerdanlığımı buldum. Konakladıkları yere geldiğimde orada hiç kimse bulamadım. Bundan dolayı bulunduğum yere doğru gittim. Onların benim, hevdecimde olmadığımı görüp, beni aramak üzere geri döneceklerini zannettim. Ben olduğum yerde oturuyor iken, gözlerimi tutamayarak uyumuş oldum. Safvan b. el-Muattal es-Sülemî, -sonra da ez-Zekvânî- ordunun ardcılarından idi. Gece yol yürümüş ve bulunduğum yerde sabahı etmişti. Uyumakta olan bir insanın karartısını gördüğü için yanıma geldi. Beni görünce tanıdı. (Çünkü) hicab emri gelmeden önce beni görürdü. O beni görüp tanıyınca innâ lillâh ve innâ ileyhi râciun diyerek istircâ’da bulunması üzerine uyandım. Derhal cilbabımla yüzümü örttüm, vallahi benimle tek bir kelime dahi konuşmadı. Onun innâ lillah… diyerek istircâ’da bulunması dışında onun bir tek sözünü dahi duymadım. Sonunda devesini çöktürdü, binmem için devenin ön ayaklarına bastı, ben de deveye bindim. Bindiğim devenin yularını çekerek yürüdü. Sonunda öğle sıcağı zamanındaki konaklamalarından sonra orduya yetiştik. Bunun sonunda da helâk olanlar helâk oldu. Bu hadisede iftirayı uydurma işini üstlenen kişi Abdullah b. Ubeyy b. Selûl olmuştu. Medine’ye vardıktan sonra ben bir ay kadar bir süre rahatsızlandım. İnsanlar ise o iftirada bulunanların (İfk ashabının) sözlerini dillerine dolamış gidiyorlardı. Ben bu kabilden hiçbir şeyin farkına varmıyordum. Bununla birlikte rahatsızlandığım sırada Rasulullah’dan (sav), önceleri rahatsızlandığım vakit gördüğüm latif ve yumuşak muamelesini göremediğim için adeta onu tanımaz olmuştum. Rasulullah (sav) yalnızca yanıma giriyor, selam veriyor sonra da “Hastanız nasıl” dedikten sonra çekip gidiyordu. İşte bu beni şüphelendiriyordu fakat nekahet döneminden sonra dışarı çıkıncaya kadar bir şeyin farkına varmamıştım. Beraberimde Ümm Mistah olduğu halde Medine’nin dış taraflarında ihtiyaçlarımızı karşıladığımız yere doğru çıktım. Bizler ancak geceden geceye çıkardık. Bu ise evlerimize yakın yerlerde kenefler edinmemizden önce idi. Bizim o zamanki durumumuz, ihtiyaçlarını gidermek üzere ilk Arapların durumunun aynısı idi. Evlerimize yakın helalar edinmekten rahatsız olurduk. Ümm Mistah ile birlikte dışarı çıktım. Ümm Mistah ise Ebu Ruhm b. Abdî Menaf’ın kızı idi, annesi de Sahr b. Âmir’in kızı, Ebu Bekir es-Sıddık’in teyzesi idi. Oğlu da Mistah b. Usâse idi. Ben Ümm Mistah ile birlikte evime doğru geri dönerken işimizi de bitirdikten sonra Ümm Mistah eteğine basarak tökezledi ve: Kahrolası Mistah, dedi. Ben ona: Ne kötü söz söyledin, Bedir’e katılmış bir adama böyle ağır söz mü söylüyorsun? dedim. O: Vah kızım, sen onun neler söylediğini duymadın mı? dedi. (Âişe) dedi ki: Ben: Ne dedi ki? dedim. Bana İfki/bana yapılan iftirayı dillerine dolayanların söylediklerini haber verdi. Bu sefer hastalığımın üzerine hastalık kattım, evime geri dönüp Rasulullah (sav) yanıma girdiğinde yani bana selam verdikten sonra: “Bu hastanız nasıl” buyurdu. Ben: Anne babamın yanına gitmeme izin verir misin? dedim. Âişe dedi ki: O zaman ben onlardan haberin gerçeğinin ne olduğunu öğrenmek istemiştim. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) bana izin verince, anne babamın yanına geldim. Anneme: Anacağım! Bu insanlar dillerine neyi dolamışlar? dedim. O: kızcağızım, kendine acı, vallahi, kendisini seven bir kocanın yanında bulunan, birçok kuması olan, güzel bir kadın olacak da onun aleyhine dedikodular çıkartılmayacak kadın pek azdır. Ben: Subhanallah! İnsanlar bunu da mı dillerine doladılar, dedim. Sonra o gece sabaha kadar ağlayıp durdum, gözyaşlarım kesilmedi, gözüme uyku girmedi. Sabaha kadar ağlamaya devam ettim. Vahyin gelmesi bir parça gecikince Rasulullah (sav) eşinden ayrılmak hususunda kendileriyle danışmak üzere Ali b. Ebu Talib ile Üsâme b. Zeyd’i (r.anhumâ) çağırdı. (Âişe) devamla dedi ki: Üsâme b. Zeyd, Rasulullah’a (sav), eşinin tertemiz ve suçsuz oluşu ile kendi içinde onlar için beslediğini bildiği sevgi istikametinde kanaatini belirtti ve: Ey Allah’ın Rasulü, o senin eşindir ve biz hayırdan başka hiçbir şey bilmiyoruz, dedi. Ali b. Ebu Talib de: Ey Allah’ın Rasulü, Allah, işi senin için daraltmış değildir, onun dışındaki kadınlar da pek çoktur, bununla birlikte cariyesine (Beriye’ye) sorsan sana doğruyu söyleyecektir, dedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) derhal Beriye’yi çağırdı ve: “Ey Berire, sen onun aleyhine seni şüphelendirecek bir şey gördün mü?” buyurdu. Berire: Seni hak ile gönderene yemin ederim ki hayır, benim onun aleyhine kusur sayılabilecek gördüğüm tek şey, onun sadece yaşça küçük bir kadın oluşundan ibarettir. Ailesi için yoğurduğu hamur yoğururken uyur, evdeki koyun gelir onu yerdi. (Bunun dışında bir kusurunu görmedim.) Bunun üzerine Rasulullah (sav) ayağa kalktı ve o gün Abdullah b. Ubeyy b. Selul ile ilgili söyleyeceklerinden ötürü mazur görülmesini istedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) minber üzerinde: “Ey müslümanlar topluluğu, benim aile halkım hakkındaki eziyeti, bana kadar ulaşmış bir adam hakkında yapacaklarımdan dolayı beni kim mazur görür? Vallahi ben eşim ile ilgili hayırdan başka bir şey bilmiyorum, sözünü ettikleri kişi hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum, benim aile halkım yanına ancak benimle birlikte içeri girerdi” buyurdu. Bunun üzerine Sa‘d b. Muâz el-Ensârî ayağa kalkarak: Ey Allah’ın Rasulü, eğer bu kişi Evslilerden olsaydı ondan dolayı ben seni mazur görürdüm, boynunu da vururdum. Şayet Hazreçli kardeşlerimizden ise bize emir verirsin biz de ne emredersen onu yaparız, dedi. (Âişe) dedi ki: Bunun üzerine Hazreçlilerin efendisi olan Sa‘d b. Ubâde ayağa kalktı. Esasen bundan önce hep salih bir insan idi. Fakat gayret, onu etkisi altına aldı ve Sa‘d’a: Yalan söyledin, vallahi sen onu öldüremezsin ve onu öldürmeye da gücün yetmez, dedi. Bu sefer Sa‘d’ın amcasının oğlu olan Useyd b. Hudayr ayağa kalktı ve Sa‘d b. Ubâde’ye: Yalan söyledin, Allah’a and olsun, onu mutlaka öldürürüz, sen münafık birisin ve münafıklar adına tartışıyorsun, dedi. Bunun üzerine Evs ve Hazreçli her iki kabile mensubu da galeyana geldi, hatta birbirleriyle çatışmak istediler. Rasulullah (sav) ise minber üzerinde ayakta duruyordu. Rasulullah (sav) onları teskin etmeye çalışıp durdu. Nihayet onlar da sustular, o da sustu. Âişe dedi ki: O gün öylece bekleyip durdum. Ne gözyaşlarım diniyor, ne gözüme uyku giriyordu. (Âişe) dedi ki: Annem, babam sabahı yanımda etti. İki gece ve bir gündüz ağlamaya devam ettim, gözüme uyku girmedi, gözyaşım kesilmedi. Hatta annem ve babam ağlamanın artık benim ciğerimi parçalayacağını sandılar. (Âişe) dedi ki: Annem babam yanımda oturuyor ve ben ağlıyorken Ensar’dan bir kadın yanıma girmek için izin istedi, ben de ona izin verdim, o da oturup benimle ağlamaya başladı. Bizler bu vaziyette iken Rasulullah (sav) yanımıza girdi, selam verdikten sonra oturdu. (Âişe) dedi ki: Daha önceden o söylenen dedikodular çıktığından beri yanımda oturmamıştı, aradan bir ay süre geçmiş benim hakkımda ona herhangi bir vahiy gelmemişti. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) oturunca şehadet kelimesini getirdi, sonra da şöyle buyurdu: “İmdi Ey Âişe, senin hakkında bana şunlar, şunlar ulaştı, eğer sen suçsuz isen Allah pek yakında senin suçsuz olduğunu çıkaracaktır. Şayet bir günah işlemiş isen Allah’tan mağfiret dile ve ona tövbe et. Çünkü kul günahını itiraf ettikten sonra Allah’a tövbe ederse Allah da tövbesini kabul buyurur.” Âişe dedi ki: Rasulullah (sav) sözlerini bitirince gözyaşlarım dindi. Hatta bir damla aktığını dahi hissetmez oldum. Babama: Rasulullah’ın (sav) söylediklerine cevap ver, dedim. O: Vallahi, Rasulullah’a (sav) ne diyeceğimi bilemiyorum, dedi. Anneme: Rasulullah’a (sav) sen cevap ver, dedim. O: Rasulullah’a (sav) nasıl cevap vereceğimi bilemiyorum, dedi. (Âişe devamla) dedi ki: Ben dedim ki: Vallahi ben yaşı küçük bir hanımım, Kur’ân-ı Kerim’den ezbere fazla bir şey bilmiyorum, vallahi ben sizin bu işittiğiniz sözlerin, sonunda içinizde yer ettiğini, onu doğru kabul ettiğinizi biliyorum. Ben sizlere, benim hiçbir günahım yok, Allah da benim günahsız olduğumu çok iyi biliyor desem dahi siz bu hususta benim doğru söylediğime inanmayacaksınız. Eğer bir işi işlemiş olduğumu size itiraf edecek olursam Allah da benim o suçtan uzak olduğumu bilmekle birlikte siz o vakit benim doğru söylediğimi kabul edeceksiniz. Allah’a yemin olsun ki, size ancak Yusuf’un babasının: “Artık bana düşen güzel bir sabırdır, sizin şu söylediklerinize karşı yardımına sığınılacak Allah’tır” (Yusuf, 12/18) buyruğundan başka uygun bir örnek bulamıyorum. (Âişe devamla) dedi ki: Sonra yüzümü başka tarafa döndüm ve yanım üzere yatağıma uzandım. (Âişe) dedi ki: O zaman ben, kendimin gerçekten suçsuz olduğumu ve suçsuz olduğum için Allah’ın beni mutlaka temize çıkaracağını biliyordum. Fakat Allah’ın benim durumum ile ilgili olarak tilavet olunan bir vahiy indireceğini de sanmıyordum. Çünkü ben, kendimi Allah’ın benim ile ilgili tilavet olunacak bir kelam indirmeye değmeyecek kadar küçük görüyordum ama Rasulullah’a (sav) uykusunda Allah’ın beni kendisi ile temize çıkaracağı bir rüya göstereceğini umuyordum. (Âişe devamla) dedi ki: Vallahi Rasulullah henüz (sav) yerinden kalkmadan, evdekilerden hiçbir kimse de dışarı çıkmadan ona vahiy indi. Önceden olduğu gibi, vahiy hali onu bürüdüğünden, kış gününde olsa dahi ona indirilen buyrukların ağırlığından ötürü inci taneleri gibi terler ondan dökülmeye başladı. (Âişe devamla) dedi ki: Rasulullah’ın (sav) üzerinden o vahiy hali açılınca, kendisi gülüyordu. Söylediği ilk söz: “Ey Âişe, aziz ve celil Allah senin suçsuz ve tertemiz olduğunu bildirdi” demek oldu. Bunun üzerine annem: Haydi (teşekkürlerini ifade etmek üzere) onun önünde ayağa kalk, dedi. (Âişe) dedi ki: Ben: Vallahi onun önünde ayağa kalkmam, aziz ve celil Allah’tan başkasına da hamd etmem, dedim. Aziz ve celil Allah da: “O olmadık iftirada bulunanlar sizden bir topluluktur, siz bunu kendiniz için kötü bir şey sanmayın” (Nur, 24/11) buyruğundan itibaren on ayetin tamamını indirdi. Allah bu buyrukları benim suçsuzluğum hakkında indirince, Ebu Bekir es-Sıddık kendisi ile akrabalığı ve fakirliğinden ötürü Mistah b. Usâse’ye bir nafaka verdiği için: Vallahi, artık Âişe için o söylediklerini söyledikten sonra ebediyen hiçbir şey infak etmeyeceğim, dedi. Bunun üzerine şanı yüce Allah da: “Sizden fazilet ve imkân sahipleri yakınlara, fakirlere ve Allah yolunda hicret edenlere infak etmemeye yemin etmesinler, affetsinler ve görmezlikten gelsinler. Allah’ın günahlarınızı bağışlamasını sevmez misiniz? Allah çok bağışlayandır, bol bol rahmet edicidir” (Nur, 24/22) buyruğunu indirdi. Ebu Bekir de: Elbette (severiz), vallahi, Allah’ım, beni bağışlamanı severim diyerek Mistah’a daha önce yaptığı infakı tekrar devam ettirdi ve: Vallahi hiçbir zaman ona verdiğim bu infakı da geri çekmeyeceğim, dedi. (Âişe devamla) dedi ki: Rasulullah (sav) Cahş kızı Zeyneb’e durumuma dair soru sorardı. Ona: “Ey Zeyneb, ne biliyorsun ya da ne gördün?” dedi. Zeyneb: Ey Allah’ın Rasulü, ben kulağımı ve gözümü korurum, hayırdan başka bir şey bilmiyorum, dedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah’ın (sav) zevceleri arasında benimle boy ölçüşebilecek kadın da o idi. Allah onu vera ve takvası sayesinde korudu. Kız kardeşi Hamne ise onun lehine savaşa koyulmuştu. Bundan ötürü o da helâk olan ifk sahipleri/iftiracılar arasında helâk oldu.
Bize Yahya b. Bükeyr, ona el-Leys, ona Yunus, ona İbn Şihâb rivayetle dedi ki: Bana Urve b. ez-Zübeyr, Saîd b. el-Müseyyeb, Alkame b. Vakkas ve Ubeyydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud, Nebi’nin (sav) zevcesi Âişe’ye (r.anhâ) ifk ehli (ona iftirada bulunanlar) o söylediklerini söyleyip, Allah’ın da onların söylediklerinden (iftiralarından) onu temize çıkarması ile ilgili hadiseyi rivayet ettiler. Bunların her biri bana hadisin bir kısmını aktardı. Onların anlattıklarının bir bölümü diğer bir bölümünü doğruluyor idi. Bununla birlikte onların kimisi diğerinden daha iyi hıfz edip bellemiş idi. Urve’nin bana Âişe (r.anhâ) ile ilgili anlattığı hadisi şöyledir: - Nebi’nin (sav) zevcesi Âişe (r.anhâ) dedi ki: Rasulullah (sav) sefere çıkmak istediği zaman zevceleri arasında kura çekerdi. Onların hangisinin payı kurada çıkarsa Rasulullah da (sav) onu beraberinde götürürdü. Âişe dedi ki: Çıktığı gazalardan birisinde aramızda kura çekti, kurada ben çıktım. Hicab emri nâzil oldumştu. Kura bana çıktığından dolayı Rasulullah (sav) ile birlikte ben çıktım. Ben hevdecimde iken taşınıyor, onun içinde iken indiriliyordum. Yola koyulduk. Nihayet Rasulullah (sav) o gazasını bitirip geri dönünce, bu dönüşte de Medine’ye yaklaştığımızda, gecelerin birisinde yola koyulacağımız ilanı yapıldı. Yola koyulacağımız ilan edilince ben de kalkıp yürüdüm ve karargâhın dışına çıktım. İşimi bitirip yerime döneceğim zaman Zafâr boncuğundan gerdanlığımın koptuğunu gördüm. Gerdanlığımı aramaya başladım. Onu aradığımdan dolayı geç kaldım. Benim hevdecimi kaldırıp indiren kişiler gelerek, hevdecimi kaldırıp, onu üzerinde yolculuk yaptığım deveme yüklediler. Benim hevdecimin içinde olduğumu zannediyorlardı. O sırada kadınlar hafiftiler, et bağlayıp ağırlaşmamışlardı. Çünkü kadınlar az yemek yerlerdi. Bu sebeple hevdecimi taşıyanlar onu kaldırdıklarında hafif olduğunu fark etmediler. Ben de henüz yaşı küçük bir kadın idim. Onlar da deveyi (çökmüş olduğu yerden) kaldırıp yola koyuldular. Ordu, yoluna koyulduktan sonra gerdanlığımı buldum. Konakladıkları yere geldiğimde orada hiç kimse bulamadım. Bundan dolayı bulunduğum yere doğru gittim. Onların benim, hevdecimde olmadığımı görüp, beni aramak üzere geri döneceklerini zannettim. Ben olduğum yerde oturuyor iken, gözlerimi tutamayarak uyumuş oldum. Safvan b. el-Muattal es-Sülemî, -sonra da ez-Zekvânî- ordunun ardcılarından idi. Gece yol yürümüş ve bulunduğum yerde sabahı etmişti. Uyumakta olan bir insanın karartısını gördüğü için yanıma geldi. Beni görünce tanıdı. (Çünkü) hicab emri gelmeden önce beni görürdü. O beni görüp tanıyınca innâ lillâh ve innâ ileyhi râciun diyerek istircâ’da bulunması üzerine uyandım. Derhal cilbabımla yüzümü örttüm, vallahi benimle tek bir kelime dahi konuşmadı. Onun innâ lillah… diyerek istircâ’da bulunması dışında onun bir tek sözünü dahi duymadım. Sonunda devesini çöktürdü, binmem için devenin ön ayaklarına bastı, ben de deveye bindim. Bindiğim devenin yularını çekerek yürüdü. Sonunda öğle sıcağı zamanındaki konaklamalarından sonra orduya yetiştik. Bunun sonunda da helâk olanlar helâk oldu. Bu hadisede iftirayı uydurma işini üstlenen kişi Abdullah b. Ubeyy b. Selûl olmuştu. Medine’ye vardıktan sonra ben bir ay kadar bir süre rahatsızlandım. İnsanlar ise o iftirada bulunanların (İfk ashabının) sözlerini dillerine dolamış gidiyorlardı. Ben bu kabilden hiçbir şeyin farkına varmıyordum. Bununla birlikte rahatsızlandığım sırada Rasulullah’dan (sav), önceleri rahatsızlandığım vakit gördüğüm latif ve yumuşak muamelesini göremediğim için adeta onu tanımaz olmuştum. Rasulullah (sav) yalnızca yanıma giriyor, selam veriyor sonra da “Hastanız nasıl” dedikten sonra çekip gidiyordu. İşte bu beni şüphelendiriyordu fakat nekahet döneminden sonra dışarı çıkıncaya kadar bir şeyin farkına varmamıştım. Beraberimde Ümm Mistah olduğu halde Medine’nin dış taraflarında ihtiyaçlarımızı karşıladığımız yere doğru çıktım. Bizler ancak geceden geceye çıkardık. Bu ise evlerimize yakın yerlerde kenefler edinmemizden önce idi. Bizim o zamanki durumumuz, ihtiyaçlarını gidermek üzere ilk Arapların durumunun aynısı idi. Evlerimize yakın helalar edinmekten rahatsız olurduk. Ümm Mistah ile birlikte dışarı çıktım. Ümm Mistah ise Ebu Ruhm b. Abdî Menaf’ın kızı idi, annesi de Sahr b. Âmir’in kızı, Ebu Bekir es-Sıddık’in teyzesi idi. Oğlu da Mistah b. Usâse idi. Ben Ümm Mistah ile birlikte evime doğru geri dönerken işimizi de bitirdikten sonra Ümm Mistah eteğine basarak tökezledi ve: Kahrolası Mistah, dedi. Ben ona: Ne kötü söz söyledin, Bedir’e katılmış bir adama böyle ağır söz mü söylüyorsun? dedim. O: Vah kızım, sen onun neler söylediğini duymadın mı? dedi. (Âişe) dedi ki: Ben: Ne dedi ki? dedim. Bana İfki/bana yapılan iftirayı dillerine dolayanların söylediklerini haber verdi. Bu sefer hastalığımın üzerine hastalık kattım, evime geri dönüp Rasulullah (sav) yanıma girdiğinde yani bana selam verdikten sonra: “Bu hastanız nasıl” buyurdu. Ben: Anne babamın yanına gitmeme izin verir misin? dedim. Âişe dedi ki: O zaman ben onlardan haberin gerçeğinin ne olduğunu öğrenmek istemiştim. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) bana izin verince, anne babamın yanına geldim. Anneme: Anacağım! Bu insanlar dillerine neyi dolamışlar? dedim. O: kızcağızım, kendine acı, vallahi, kendisini seven bir kocanın yanında bulunan, birçok kuması olan, güzel bir kadın olacak da onun aleyhine dedikodular çıkartılmayacak kadın pek azdır. Ben: Subhanallah! İnsanlar bunu da mı dillerine doladılar, dedim. Sonra o gece sabaha kadar ağlayıp durdum, gözyaşlarım kesilmedi, gözüme uyku girmedi. Sabaha kadar ağlamaya devam ettim. Vahyin gelmesi bir parça gecikince Rasulullah (sav) eşinden ayrılmak hususunda kendileriyle danışmak üzere Ali b. Ebu Talib ile Üsâme b. Zeyd’i (r.anhumâ) çağırdı. (Âişe) devamla dedi ki: Üsâme b. Zeyd, Rasulullah’a (sav), eşinin tertemiz ve suçsuz oluşu ile kendi içinde onlar için beslediğini bildiği sevgi istikametinde kanaatini belirtti ve: Ey Allah’ın Rasulü, o senin eşindir ve biz hayırdan başka hiçbir şey bilmiyoruz, dedi. Ali b. Ebu Talib de: Ey Allah’ın Rasulü, Allah, işi senin için daraltmış değildir, onun dışındaki kadınlar da pek çoktur, bununla birlikte cariyesine (Beriye’ye) sorsan sana doğruyu söyleyecektir, dedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) derhal Beriye’yi çağırdı ve: “Ey Berire, sen onun aleyhine seni şüphelendirecek bir şey gördün mü?” buyurdu. Berire: Seni hak ile gönderene yemin ederim ki hayır, benim onun aleyhine kusur sayılabilecek gördüğüm tek şey, onun sadece yaşça küçük bir kadın oluşundan ibarettir. Ailesi için yoğurduğu hamur yoğururken uyur, evdeki koyun gelir onu yerdi. (Bunun dışında bir kusurunu görmedim.) Bunun üzerine Rasulullah (sav) ayağa kalktı ve o gün Abdullah b. Ubeyy b. Selul ile ilgili söyleyeceklerinden ötürü mazur görülmesini istedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) minber üzerinde: “Ey müslümanlar topluluğu, benim aile halkım hakkındaki eziyeti, bana kadar ulaşmış bir adam hakkında yapacaklarımdan dolayı beni kim mazur görür? Vallahi ben eşim ile ilgili hayırdan başka bir şey bilmiyorum, sözünü ettikleri kişi hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum, benim aile halkım yanına ancak benimle birlikte içeri girerdi” buyurdu. Bunun üzerine Sa‘d b. Muâz el-Ensârî ayağa kalkarak: Ey Allah’ın Rasulü, eğer bu kişi Evslilerden olsaydı ondan dolayı ben seni mazur görürdüm, boynunu da vururdum. Şayet Hazreçli kardeşlerimizden ise bize emir verirsin biz de ne emredersen onu yaparız, dedi. (Âişe) dedi ki: Bunun üzerine Hazreçlilerin efendisi olan Sa‘d b. Ubâde ayağa kalktı. Esasen bundan önce hep salih bir insan idi. Fakat gayret, onu etkisi altına aldı ve Sa‘d’a: Yalan söyledin, vallahi sen onu öldüremezsin ve onu öldürmeye da gücün yetmez, dedi. Bu sefer Sa‘d’ın amcasının oğlu olan Useyd b. Hudayr ayağa kalktı ve Sa‘d b. Ubâde’ye: Yalan söyledin, Allah’a and olsun, onu mutlaka öldürürüz, sen münafık birisin ve münafıklar adına tartışıyorsun, dedi. Bunun üzerine Evs ve Hazreçli her iki kabile mensubu da galeyana geldi, hatta birbirleriyle çatışmak istediler. Rasulullah (sav) ise minber üzerinde ayakta duruyordu. Rasulullah (sav) onları teskin etmeye çalışıp durdu. Nihayet onlar da sustular, o da sustu. Âişe dedi ki: O gün öylece bekleyip durdum. Ne gözyaşlarım diniyor, ne gözüme uyku giriyordu. (Âişe) dedi ki: Annem, babam sabahı yanımda etti. İki gece ve bir gündüz ağlamaya devam ettim, gözüme uyku girmedi, gözyaşım kesilmedi. Hatta annem ve babam ağlamanın artık benim ciğerimi parçalayacağını sandılar. (Âişe) dedi ki: Annem babam yanımda oturuyor ve ben ağlıyorken Ensar’dan bir kadın yanıma girmek için izin istedi, ben de ona izin verdim, o da oturup benimle ağlamaya başladı. Bizler bu vaziyette iken Rasulullah (sav) yanımıza girdi, selam verdikten sonra oturdu. (Âişe) dedi ki: Daha önceden o söylenen dedikodular çıktığından beri yanımda oturmamıştı, aradan bir ay süre geçmiş benim hakkımda ona herhangi bir vahiy gelmemişti. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) oturunca şehadet kelimesini getirdi, sonra da şöyle buyurdu: “İmdi Ey Âişe, senin hakkında bana şunlar, şunlar ulaştı, eğer sen suçsuz isen Allah pek yakında senin suçsuz olduğunu çıkaracaktır. Şayet bir günah işlemiş isen Allah’tan mağfiret dile ve ona tövbe et. Çünkü kul günahını itiraf ettikten sonra Allah’a tövbe ederse Allah da tövbesini kabul buyurur.” Âişe dedi ki: Rasulullah (sav) sözlerini bitirince gözyaşlarım dindi. Hatta bir damla aktığını dahi hissetmez oldum. Babama: Rasulullah’ın (sav) söylediklerine cevap ver, dedim. O: Vallahi, Rasulullah’a (sav) ne diyeceğimi bilemiyorum, dedi. Anneme: Rasulullah’a (sav) sen cevap ver, dedim. O: Rasulullah’a (sav) nasıl cevap vereceğimi bilemiyorum, dedi. (Âişe devamla) dedi ki: Ben dedim ki: Vallahi ben yaşı küçük bir hanımım, Kur’ân-ı Kerim’den ezbere fazla bir şey bilmiyorum, vallahi ben sizin bu işittiğiniz sözlerin, sonunda içinizde yer ettiğini, onu doğru kabul ettiğinizi biliyorum. Ben sizlere, benim hiçbir günahım yok, Allah da benim günahsız olduğumu çok iyi biliyor desem dahi siz bu hususta benim doğru söylediğime inanmayacaksınız. Eğer bir işi işlemiş olduğumu size itiraf edecek olursam Allah da benim o suçtan uzak olduğumu bilmekle birlikte siz o vakit benim doğru söylediğimi kabul edeceksiniz. Allah’a yemin olsun ki, size ancak Yusuf’un babasının: “Artık bana düşen güzel bir sabırdır, sizin şu söylediklerinize karşı yardımına sığınılacak Allah’tır” (Yusuf, 12/18) buyruğundan başka uygun bir örnek bulamıyorum. (Âişe devamla) dedi ki: Sonra yüzümü başka tarafa döndüm ve yanım üzere yatağıma uzandım. (Âişe) dedi ki: O zaman ben, kendimin gerçekten suçsuz olduğumu ve suçsuz olduğum için Allah’ın beni mutlaka temize çıkaracağını biliyordum. Fakat Allah’ın benim durumum ile ilgili olarak tilavet olunan bir vahiy indireceğini de sanmıyordum. Çünkü ben, kendimi Allah’ın benim ile ilgili tilavet olunacak bir kelam indirmeye değmeyecek kadar küçük görüyordum ama Rasulullah’a (sav) uykusunda Allah’ın beni kendisi ile temize çıkaracağı bir rüya göstereceğini umuyordum. (Âişe devamla) dedi ki: Vallahi Rasulullah henüz (sav) yerinden kalkmadan, evdekilerden hiçbir kimse de dışarı çıkmadan ona vahiy indi. Önceden olduğu gibi, vahiy hali onu bürüdüğünden, kış gününde olsa dahi ona indirilen buyrukların ağırlığından ötürü inci taneleri gibi terler ondan dökülmeye başladı. (Âişe devamla) dedi ki: Rasulullah’ın (sav) üzerinden o vahiy hali açılınca, kendisi gülüyordu. Söylediği ilk söz: “Ey Âişe, aziz ve celil Allah senin suçsuz ve tertemiz olduğunu bildirdi” demek oldu. Bunun üzerine annem: Haydi (teşekkürlerini ifade etmek üzere) onun önünde ayağa kalk, dedi. (Âişe) dedi ki: Ben: Vallahi onun önünde ayağa kalkmam, aziz ve celil Allah’tan başkasına da hamd etmem, dedim. Aziz ve celil Allah da: “O olmadık iftirada bulunanlar sizden bir topluluktur, siz bunu kendiniz için kötü bir şey sanmayın” (Nur, 24/11) buyruğundan itibaren on ayetin tamamını indirdi. Allah bu buyrukları benim suçsuzluğum hakkında indirince, Ebu Bekir es-Sıddık kendisi ile akrabalığı ve fakirliğinden ötürü Mistah b. Usâse’ye bir nafaka verdiği için: Vallahi, artık Âişe için o söylediklerini söyledikten sonra ebediyen hiçbir şey infak etmeyeceğim, dedi. Bunun üzerine şanı yüce Allah da: “Sizden fazilet ve imkân sahipleri yakınlara, fakirlere ve Allah yolunda hicret edenlere infak etmemeye yemin etmesinler, affetsinler ve görmezlikten gelsinler. Allah’ın günahlarınızı bağışlamasını sevmez misiniz? Allah çok bağışlayandır, bol bol rahmet edicidir” (Nur, 24/22) buyruğunu indirdi. Ebu Bekir de: Elbette (severiz), vallahi, Allah’ım, beni bağışlamanı severim diyerek Mistah’a daha önce yaptığı infakı tekrar devam ettirdi ve: Vallahi hiçbir zaman ona verdiğim bu infakı da geri çekmeyeceğim, dedi. (Âişe devamla) dedi ki: Rasulullah (sav) Cahş kızı Zeyneb’e durumuma dair soru sorardı. Ona: “Ey Zeyneb, ne biliyorsun ya da ne gördün?” dedi. Zeyneb: Ey Allah’ın Rasulü, ben kulağımı ve gözümü korurum, hayırdan başka bir şey bilmiyorum, dedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah’ın (sav) zevceleri arasında benimle boy ölçüşebilecek kadın da o idi. Allah onu vera ve takvası sayesinde korudu. Kız kardeşi Hamne ise onun lehine savaşa koyulmuştu. Bundan ötürü o da helâk olan ifk sahipleri/iftiracılar arasında helâk oldu.
Bize Ebu Nuaym, ona Abdulvahid b. Eymen, ona Abdullah b. Ebu Müleyke, ona Kâsım , ona da Âişe şöyle rivayet etmiştir: Hz. Peygamber (sav) bir sefere çıkmak istediğinde hanımları arasında kura çekerdi. Bir seferinde kura Âişe ile Hafsa'ya isabet etti. Peygamber (sav) gece olunca Âişe'nin beraberinde, onunla konuşarak yol alırdı. Bir gün Hafsa, Âişe'ye “Bu gece sen benim deveme binsen, ben de senin devene binsem, sen görmediğin manzaraları görürsün, ben de görmediğim yerleri görürüm” dedi. Âişe de “tamam” dedi. Bunun üzerine onlardan her biri diğerinin devesine bindi. Peygamber (sav), Âişe'nin devesinin yanına geldi, hâlbuki onun üstünde Hafsa bulunuyordu. Hafsa'ya selâm verdi. Sonra yola devam etti. Nihayet bir yerde konakladılar ve Âişe, (burada) Peygamber'i kaybetti. Konakladıklarında Âişe (kederinden) iki ayağını (zehirli haşeratların yaşadığı) ızhır otlarının arasına sokup Rabbim, bana akrep yahut yılan musallat de beni soksun, ben de Peygamber'e (sav) bir şey söylemeye muktedir olmayayım” diye dua etmeğe başladı
Bana Ahmed b. Ebu Recâ, ona Nadr, ona Hişâm, ona babası (Urve b. Zübeyir), ona da Âişe şöyle demiştir: Ben Rasulullah'ın (sav) hanımlarından hiçbirini Hatice'yi kıskandığım kadar kıskanmadım. Çünkü Rasulullah (sav) sık sık onu anıp överdi. Peygamber'e (sav), Hatice'yi cennette inciden yapılmış bir ev ile müjdelemesi vahyolunmuştu.