204 Kayıt Bulundu.
Bize Ömer b. Hafs b. Ğiyâs, ona babası (Hafs b. Ğiyâs), ona A'meş, ona Müslim, ona Mesrûk, ona da Abdullah şöyle demiştir: Beş mucize olup bitmiştir: Duhân, Kamer, Rûm, Batşe ve "fe-sevfe yekûnu lizâma" (Furkân,77) ayetinde geçen Lizam.
Açıklama: "Duhân": Kureyş'in kıtlık azabıyla karşı karşıya kalması ve açlıktan dolayı yerden göğe doğru uzanan bir duman görmesi; "Rûm": Rumların, İranlılara mağlup olmalarının ardından bir kaç içinde tekrar galip gelmeleri; "Kamer" Ayın ikiye yarılması; "Batşe": Büyük Bedir harbinde müşriklerin yakalanıp öldürülmeleri; "Lizâm": Bedir'de müşriklerin esir edilmesi.
Bize Ali, ona Hassân b. İbrahim, ona Yunus b. Yezîd, ona da Zuhrî şöyle rivayet etmiştir: Urve b. Zübeyir Âişe'ye "Eğer yetim kızların haklarını gözetemeyeceğinizden korkarsanız size helâl olan diğer kadınlardan ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikâh edin ve eğer bu şekilde de adalet yapamayacağınızdan korkarsanız bir tane seçin yahut sahip olduğunuz cariyelerle yetinmeniz adâletten çıkmamanıza daha yakındır." (Nisâ, 3) ayeti hakkında sordu. Âişe şöyle cevap verdi: Ey kız kardeşimin oğlu, bu yetim kız, velisinin himaye ve terbiyesi altında bulunur, derken o veli, yetim kızın güzelliğine ve malına rağbet eder, ama kızın, mihrini akranlarının mihrinin en alt sınırından vermek ister. İşte bu ayette böyle velilerin, velayetleri altındaki yetim kızlarla, mihrlerini tam vermeden evlenmeleri yasaklanmış ve başka kadınlarla evlenmeleri emredilmiştir.
Bize Muhammed, ona Ebu Muaviye, ona Hişâm, ona babası (Urve b. Zübeyir), ona da Âişe (r.anha) "O müminler, savaşta bunca yara aldıktan sonra bile, Allah ve Rasulü’nün tekrar savaşa dönme çağrısına uymuşlardı. İşte böyle güzel davranışta bulunanlarla, Allah’a ve Rasulü’ne karşı gelmekten sakınanları ahirette büyük mükâfatlar beklemektedir" (Âlu İmrân, 172) ayeti hakkında şöyle demiştir: Ey kız kardeşimin oğlu, baban Zübeyir ile Ebu Bekir, bu ayette bildirilen bahtiyar müminlerdendir. Uhud günü Rasulullah'ın (sav) başına gelen musibetten (Müslümanların yenilgiye uğrayıp şehit edilmelerinden sonra) müşrikler geri dönüp gittikleri zaman Rasulullah (sav), onların tekrar dönüp Medine üzerine yürümelerinden endişe ederek "Düşmanların peşinden kim gidip onları takibe eder?" buyurdu. Bunun üzerine içlerinde Ebu Bekir ile Zübeyir'inde bulunduğu yetmiş kişi bu göreve talip oldu.
Bize Abdullah b. Ebu Şeybe, ona Abdurrahma, ona Süfyân, ona Habib b. Ebu Sabit, ona Saîd b. Cübeyr, ona da İbn Abbâs şöyle rivayet etmiştir: Ömer (ra) Bedir büyüklerine, Yüce Allah'ın "izâ câe nasrullâhi ve'l-feth" ayetini sordu. Onlar da “bu, şehir ve sarayların fethini (bildirir)” dediler. Ömer “sen ne dersin ey İbn Abbâs?” diye sordu. İbn Abbâs da “Bu, Rasulullah'ın (sav) eceli, yahut Hz. Muhammed'in (sav) vefatına işaret edilmek üzere sunulmuş bir benzetmedir” dedi.
Bana Muhammed b. Abdullah, ona Muhammedb. Ubeyd et-Tenâfisî, ona da Avvâm şöyle demiştir: Ben Mücahid'e Sâd Suresi'ndeki secdenin mahiyetini sordum, şöyle dedi: Ben İbn Abbâs'a “hangi delilden dolayı secde ediyorsun?” dedim. İbn Abbâs da bana “Sen "Biz ona İshak'ı ve torunu Yâkub’u ihsan ettik. Her birini doğru yola erdirdik. Daha önce Nuh'u ve zürriyetinden Davud'u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf'u, Mûsâ’yı ve Harun'u da doğru yola erdirmiştik. Biz, iyilik ve ihsan sahiplerini böyle mükâfatlandırırız" (En'âm, 84) ayetini okumuyor musun? İşte Davud da, kendisine uyulması, Peygamberinize (sav) emredilen kimselerdendir. Bunun için Rasulullah (sav) da (Davud'un secde ettiği) bu yerde secde etti” dedi. “عُجَابٌ” şaşılacak şey manasındadır. “الْقِطُّ”, sahife demek olup burada, iyiliklerin yazıldığı sahife demektir. Mucâhid der ki: “فِى عِزَّةٍ” izzet, cahiliye hamaset ve kibri anlamına gelmektedir. “الْمِلَّةِ الآخِرَةِ ” Kureyş'in dinidir. “الاِخْتِلاَقُ” yalan ve uydurma manasındadır. “الأَسْبَابُ” sema kapılarındaki yollardır. “جُنْدٌ مَا هُنَالِكَ مَهْزُومٌ” burada kast edilen ordu, Kureyş ordusudur. “أُولَئِكَ الأَحْزَابُ” geçmiş topluluklardır. “فَوَاقٍ” rucû, dönmek demektir. “قِطَّنَا” azabımız manasındadır. “اتَّخَذْنَاهُمْ سُخْرِيًّا” biz onları kuşatmıştık manasındadır. “أَتْرَابٌ” emsal, yaşıt anlamındadır. İbn Abbâs der ki: “الأَيْدُ” ibadet kuvveti, “الأَبْصَارُ” ise Allah'ın emrini görmek anlamındadır. “حُبَّ الْخَيْرِ عَنْ ذِكْرِ رَبِّى” ayetinde geçen "an" harfi ceri "min" yerine kullanılmıştır. “طَفِقَ مَسْحًا” atların boyunlarına ve ayaklarına eliyle dokunuyordu demektir. “الأَصْفَادِ” bağlar, bukağılar manasındadır.
Bize Ebu Numan, ona Ebu Avâne, ona Ebu Bişr, ona Saîd b. Cübeyr, ona da İbn Abbâs (r.anhuma) şöyle demiştir: Ömer beni, Bedir büyüklerinin meclisine alırdı. Ancak bazıları “Bu genci niçin bizimle aynı meclise alıyorsun? Hâlbuki bizim onun yaşında oğullarımız var?” dediler. Ömer de “o, sizin ilim sahibi olarak bildiklerinizdendir” dedi. İbn Abbâs der ki: Bir gün Ömer Bedir büyüklerini davet etti, onlarla birlikte beni de çağırdı. Ben Ömer'in o gün, bilgimi onlara göstermek üzere beni çağırdığını düşündüm. Ömer onlara “"Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde, İnsanları bölük bölük Allah'ın dinine girerken gördüğünde, hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve Ondan bağışlanma iste. Çünkü O tövbeleri çok kabul edendir." (Nasr, 1-3) suresi hakkında ne dersiniz?” diye sordu. Bazıları “bize yardım ve fetih verildiğinde Allah'a hamd ve tövbe etmemiz emredilmiştir” dediler. Bazıları “bilmiyoruz” dediler. Bazıları da hiçbir şey söylemedi. Ömer bana “ey İbn Abbas sen de mi böyle diyorsun?” diye sordu. Ben de “hayır” dedim Ömer “peki ne diyorsun?” dedi. Ben de “O, Rasulullah'ın (sav) ecelidir. Allah O'na ecelini bildirdi. Allah ona "Allah'ın yardımı ve fetih" Mekke'nin fethi "geldiğinde" bu senin ecelindir. Bu yüzden "hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve Ondan bağışlanma iste. Çünkü O tövbeleri çok kabul edendir." buyurmuştur” dedim. Ömer “Ben de bu konuda senin bildiğini biliyorum” dedi.