204 Kayıt Bulundu.
Bize Ebu Küreyb, ona Vekî', ona Rabî' b. Sabîh ve Hammâd b. Seleme, onlara da Ebu Gâlib şöyle rivayet etmiştir: "Ebu Ümâme, Dımaşk mescidinin yollarında asılmış başlar gördü ve '(Bunlar)cehennem köpekleri, göğün altındaki en şerli ölülerdir. En hayırlı ölüler ise onların öldürdükleridir' dedi, sonra da 'O gün, kimi yüzler parıldar, kimi yüzler de kararır' [Ali İmrân, 3/106] ayetini okudu. Ben, Ebu Ümâme'ye 'Sen bunu Rasulullah'tan mı (sav) işittin' dedim. 'Ben bu hadisi bir, iki, üç, dört defa -yediye kadar saydı- işitmeseydim onu size rivayet etmezdim' dedi." [Ebu İsa der ki: Bu, hasen bir hadistir. Ebu Galib'in isminin Hazevver olduğu söylenmiştir. Ebu Ümâme el-Bâhilî'nin ismi ise Sudey b. Aclân olup o, Bâhile (kabilesinin) efendisidir.]
Bize Şeyban b. Ferruh, ona Ebu Avane, ona Ebu Bişr, ona Said b. Cübeyr, ona İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasulullah (sav) ne cinlere Kur'an okudu, ne de onları gördü. Rasulullah (sav), ashabından birkaç kişi ile Ukâz panayırına gitmek üzere yola çıktı. Bu sırada şeytanlar ile gökyüzü arasında engel konmuş, (semadan haber almalarına da engel olunmuş) ve üzerlerine gökten alevli ateşler de gönderilmişti. Şeytanlar kavimlerinin yanına döndüklerinde 'neyiniz var?' diye sordular. Onlar da 'semadan haber almamıza engel olundu ve üzerlerimize gökten alevli ateş gönderildi' dediler. Bunun üzerine kavimleri 'Bu olsa olsa daha önce görülmedik bir şey dolayısıyla olmuştur. Haydi, yeryüzünün doğularına batılarına gidiniz, semadan haber almamıza engel olan bu şeyin ne olduğuna bir bakınız' dediler. Onlar da yeryüzünün doğularına, batılarına dağıldılar. Tihâme tarafına giden topluluk, Ukâz panayırına doğru gitmekte iken Nahl'da bulunan ve ashabına sabah namazını kıldırmakta olan Rasulullah'ın (sav) yanından geçtiler. Kur'an'ı işitince ona kulak verdiler ve 'işte, bizim semadan haber almamıza engel olan budur' dediler. Kavimlerinin yanına geri dönerek 'ey kavmimiz 'gerçekten biz hayrete düşüren bir Kur'an dinledik, o doğruya götürüyor, bundan ötürü ona iman ettik, Rabbimize hiçbir kimseyi ortak tutmayacağız' (Cin 72/1-2) dediler. Aziz ve Celil Allah da Nebisi Muhammed’e (sav) 'de ki: Cinlerden bir topluluğun beni dinlediği bana vahyolundu' (Cin 72/1) ayetini indirdi."
Bana Abdullah b. Myhammed, ona Abdürrezzak, ona Ma'mer, ona ez-Zührî, ona Said b. Müseyyeb ona da Ebu Hüreyre'nin (ra) söylediğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Adem oğullarından doğmuş her çocuğa doğduğu zaman şeytan mutlaka dokunur. Şeytanın dokunmasından dolayı her çocuk çığlık atarak ağlar. Ancak Meryem ve oğlu İsa (as) bundan müstesnadır." Daha sonra Ebu Hüreyre 'Ben onu ve soyunu kovulmuş şeytana karşı senin korumana bırakıyorum.' (Âl-i İmrân, 3/36) ayetini okurdu.
Bize İbn Ebu Meryem, ona Muhammed b. Cafer, ona Şerîk b. Ebu Nemr, ona Atâ b. Yesâr ve Abdurrahman b. Ebu Amre el-Ensârî, onlara da Ebu Hureyre (ra) rivayet ettiğine göre Hz. peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Miskin (yoksul), insanların, eline bir hurma, iki hurma, bir lokma, iki lokma verip gönderdiği kimse değildir. Asıl miskin (ihtiyacı olduğu halde insanlara el açıp istemekten çekinip iffetli kalmağa çalışan kimsedir. İsterseniz şu ayeti okuyun:" “Vereceğiniz sadakalar, öncelikle kendilerini Allah yoluna adayan, bu sebeple yeryüzünde maişet için dolaşma imkânı bulamayan fakirler içindir. İffet ve hayaları sebebiyle halktan bir talepte bulunmadıklarından cahiller onları zengin zanneder. Sen ise onları simalarından tanırsın. Hele yüzsüzlük edip de insanlardan ısrarla bir şey istemezler.” (Bakara, 273)
Bize Yahya b. Bükeyr, ona Leys, ona Ukayl, ona da İbn Şihâb, ona Urve şöyle söylemiştir: Urve, Nebi'nin (sav) hanımı Aişe'ye (ra), 'Nihayet peygamberler ümitsizliğe kapıldılar ve yalanlandıklarını zannettiler' ayeti hakkında ne düşündüğünü sordu. Aişe de, 'Bilakis! Peygamberleri kavimleri yalanladı' dedi. Ben, 'Vallahi! Kavimlerinin kendilerini yalanladıklarını kesin olarak bilmişlerdi. O zan değildir!' dedim. Aişe (ra), 'Ey Urvecik! Bunu kesin olarak bildiler, evet!' dedi. Ben, 'Belki de ayet 'Yalanlandılar' şeklindedir' dedim. Aişe (ra), 'Allah'a sığınırım! Peygamberler rableri hakkında böyle bir zanda bulunacak değillerdir. Bu ayete gelince onlar, rablerine iman edip onu tasdik eden peygamberlerin takipçileridirler. Onlar uzun süre musibete duçar olmuş, zafer onlara gecikmiş, peygamberler neredeyse ümitsizliğe düşmüştü. Kavimlerinden onları yalanlayanlar takipçilerinin (ümmetlerinin) onları yalandıklarını zannetmişlerdi ki Allah'ın yardımı onlara geliverdi.' dedi. Ebu Abdullah el-Buharî şöyle demiştir: "İstey'esû", ye'ise fiilinden iftial veznindendir. İlgili ayetteki 'Minhu', 'Yusuf'tan' demektir. 'Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin' ayetinin manası ümit etmek demektir.
Bize Musa b. İsmail, ona Ebu Avâne, ona Ebu Bişr, ona Said b. Cübeyr, ona da İbn Abbas şöyle söylemiştir: Hz. Ömer, Bedir savaşına katılmış yaşlı sahabilerle beraber beni de (istişare) meclisine dahil etti. Onlardan birisi bundan rahatsız olup; 'Bu çocuk neden bizimle beraber (istişareye) katılıyor? Oysa bizim onun yaşında oğullarımız var' dedi. Ömer de 'Bildiğiniz bir sebepten dolayı' dedi. Yine bir gün Ömer beni çağırdı ve onlarla birlikte meclise aldı. Bana öyle geliyor ki, o gün benim onlarla birlikte toplantılarda olmam gerektiğini onlara ispat etmek istiyordu. Sonra onlara: 'Allah'ın yardımı ve fethi gerçekleşince' (Nasr, 110/1) ayeti hakkında ne diyorsunuz?' diye sordu. Bir kısmı: 'Yardım görüp fetih gerçekleşince Allah'a hamd ve istiğfar etmekle emrolunduk' dedi. Bazısı da hiç bir şey demedi. Ömer de bana hitaben: 'Ey Abdullah b. Abbas! Sen de mi öyle düşünüyorsun?' diye sordu. Ben de: 'Hayır' dedim. Ömer ise: 'Öyleyse ne diyorsun?' deyince, ben de 'Bu sure, Rasulullah'ın (sav) ecelinin kendisine bildirildiğini ifade etmektedir. Allah'ın yardımı ve fethi gerçekleşince ki bu senin ecelinin geldiğinin alametidir. Rabbini hamd ile tesbih et ve bağışlanma dile. Çünkü, O tövbeleri çokça kabul edendir (Nasr, 110/3) buyruluyor, dedim. Bunun üzerine Ömer; 'Ben de bu ayetten aynen senin söylediklerini anlamıyorum' dedi.