Bize Yahya b. Bükeyr, ona Leys, ona Ukayl, ona İbn Şihab, ona Urve, Üsame b. Zeyd’in şöyle rivayet etmiştir:
Hz. Peygamber, Bedir savaşından önce bir gün Fedek dokuması palan vurulmuş bir merkebe bindi ve arkasına da Usame’yi bindirerek hasta olan Sa’d b. Ubade’yi ziyaret etmek üzere yola çıktı. Giderken yolda, içlerinde Abdullah b. Ubeyy b. Selul’un da bulunduğu bir meclise rast geldi. Bu olay, Abdullah b. Ubeyy Müslüman olmadan önce idi. Bu mecliste Müslümanlardan, putlara tapan müşriklerden, Yahudilerden birtakım kimseler vardı. Abdullah b. Revaha da bu mecliste bulunuyordu. Hayvanın kaldırdığı toz bulutu meclisi kaplayınca, Abdullah b. Ubeyy kendi ridası (dış elbisesi) ile burnunu kapattı ve “öf, ne diye ortalığı toza buladınız” dedi. Rasul-i Ekrem, onlara selam verdi. Akabinde durdu, hayvandan indi, sonra onları Allah’a (İslam’a) davet etti ve Kur’an okudu. Bunun üzerine Abdullah b. Ubeyy, Hz. Peygamber’e (sav) hitaben “ey kişi! Eğer bu söylemekte olduğun sözler hak ise, bunlardan daha güzel bir şey olamaz. Ama sen yine de bizi şu meclisimizde rahatsız etme. Git kendi evine dön de, içimizden sana gelenlere ne anlatacaksan orada anlat” dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Revaha “Evet ey Allah'ın Rasulü, sen bununla (Kur’an’la) meclislerimizi doldur. Çünkü bizler bunu seviyoruz” dedi. Bunun üzerine Müslümanlarla müşrikler ve Yahudiler birbirlerine hakaretamiz sözler söylemeye başladılar. Hatta neredeyse birbirlerine gireceklerdi. Rasul-i Ekrem de onları yatıştırmaya çalışıyordu, nihayet sakinleştiler. Sonra Hz. Peygamber tekrar merkebine binerek yola çıktı ve Sa’d b. Ubade’nin evine gitti. Eve varınca "Ey Sa’d! Duydun mu Ebu Hubâb neler söyledi neler?" dedi ve olup biteni anlattı. Allah Rasulü, Ebu Hubab künyesi ile Abdullah b. Ubeyy’i kast ediyordu. Sa’d b. Ubade de “Yâ Rasulullah! Sen onu affet ve kusurunu mazur gör! Yemin ederim ki, Allah sana verdiğini vermiştir. Halbuki bundan önce şu şehirdeki (Medine) herkes onu başlarına reis tayin edip kendisine taç giydirmek üzere anlaşmışlardı. Allah, sana ihsan eylemiş olduğu hak (peygamberlik) ile onların bu anlaşmalarını geçersiz kılınca, İbn Ubeyy hasetten deliye döndü. İşte bu yüzden gördüğün o çirkin harekette bulunmuştur” dedi.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
17665, B005663
Hadis:
حَدَّثَنِى يَحْيَى بْنُ بُكَيْرٍ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنْ عُقَيْلٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ عُرْوَةَ أَنَّ أُسَامَةَ بْنَ زَيْدٍ أَخْبَرَهُ أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم رَكِبَ عَلَى حِمَارٍ عَلَى إِكَافٍ عَلَى قَطِيفَةٍ فَدَكِيَّةٍ ، وَأَرْدَفَ أُسَامَةَ وَرَاءَهُ يَعُودُ سَعْدَ بْنَ عُبَادَةَ قَبْلَ وَقْعَةِ بَدْرٍ فَسَارَ حَتَّى مَرَّ بِمَجْلِسٍ فِيهِ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أُبَىٍّ ابْنُ سَلُولَ وَذَلِكَ قَبْلَ أَنْ يُسْلِمَ عَبْدُ اللَّهِ ، وَفِى الْمَجْلِسِ أَخْلاَطٌ مِنَ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُشْرِكِينَ عَبَدَةِ الأَوْثَانِ وَالْيَهُودِ ، وَفِى الْمَجْلِسِ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ رَوَاحَةَ ، فَلَمَّا غَشِيَتِ الْمَجْلِسَ عَجَاجَةُ الدَّابَّةِ خَمَّرَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أُبَىٍّ أَنْفَهُ بِرِدَائِهِ ، قَالَ لاَ تُغَيِّرُوا عَلَيْنَا فَسَلَّمَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم وَوَقَفَ وَنَزَلَ فَدَعَاهُمْ إِلَى اللَّهِ فَقَرَأَ عَلَيْهِمُ الْقُرْآنَ ، فَقَالَ لَهُ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أُبَىٍّ يَا أَيُّهَا الْمَرْءُ إِنَّهُ لاَ أَحْسَنَ مِمَّا تَقُولُ إِنْ كَانَ حَقًّا ، فَلاَ تُؤْذِنَا بِهِ فِى مَجْلِسِنَا ، وَارْجِعْ إِلَى رَحْلِكَ فَمَنْ جَاءَكَ فَاقْصُصْ عَلَيْهِ . قَالَ ابْنُ رَوَاحَةَ بَلَى يَا رَسُولَ اللَّهِ فَاغْشَنَا بِهِ فِى مَجَالِسِنَا فَإِنَّا نُحِبُّ ذَلِكَ فَاسْتَبَّ الْمُسْلِمُونَ وَالْمُشْرِكُونَ وَالْيَهُودُ حَتَّى كَادُوا يَتَثَاوَرُونَ فَلَمْ يَزَلِ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم حَتَّى سَكَتُوا فَرَكِبَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم دَابَّتَهُ حَتَّى دَخَلَ عَلَى سَعْدِ بْنِ عُبَادَةَ فَقَالَ لَهُ « أَىْ سَعْدُ أَلَمْ تَسْمَعْ مَا قَالَ أَبُو حُبَابٍ » . يُرِيدُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ أُبَىٍّ . قَالَ سَعْدٌ يَا رَسُولَ اللَّهِ اعْفُ عَنْهُ وَاصْفَحْ فَلَقَدْ أَعْطَاكَ اللَّهُ مَا أَعْطَاكَ وَلَقَدِ اجْتَمَعَ أَهْلُ هَذِهِ الْبَحْرَةِ أَنْ يُتَوِّجُوهُ فَيُعَصِّبُوهُ فَلَمَّا رَدَّ ذَلِكَ بِالْحَقِّ الَّذِى أَعْطَاكَ شَرِقَ بِذَلِكَ ، فَذَلِكَ الَّذِى فَعَلَ بِهِ مَا رَأَيْتَ .
Tercemesi:
Bize Yahya b. Bükeyr, ona Leys, ona Ukayl, ona İbn Şihab, ona Urve, Üsame b. Zeyd’in şöyle rivayet etmiştir:
Hz. Peygamber, Bedir savaşından önce bir gün Fedek dokuması palan vurulmuş bir merkebe bindi ve arkasına da Usame’yi bindirerek hasta olan Sa’d b. Ubade’yi ziyaret etmek üzere yola çıktı. Giderken yolda, içlerinde Abdullah b. Ubeyy b. Selul’un da bulunduğu bir meclise rast geldi. Bu olay, Abdullah b. Ubeyy Müslüman olmadan önce idi. Bu mecliste Müslümanlardan, putlara tapan müşriklerden, Yahudilerden birtakım kimseler vardı. Abdullah b. Revaha da bu mecliste bulunuyordu. Hayvanın kaldırdığı toz bulutu meclisi kaplayınca, Abdullah b. Ubeyy kendi ridası (dış elbisesi) ile burnunu kapattı ve “öf, ne diye ortalığı toza buladınız” dedi. Rasul-i Ekrem, onlara selam verdi. Akabinde durdu, hayvandan indi, sonra onları Allah’a (İslam’a) davet etti ve Kur’an okudu. Bunun üzerine Abdullah b. Ubeyy, Hz. Peygamber’e (sav) hitaben “ey kişi! Eğer bu söylemekte olduğun sözler hak ise, bunlardan daha güzel bir şey olamaz. Ama sen yine de bizi şu meclisimizde rahatsız etme. Git kendi evine dön de, içimizden sana gelenlere ne anlatacaksan orada anlat” dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Revaha “Evet ey Allah'ın Rasulü, sen bununla (Kur’an’la) meclislerimizi doldur. Çünkü bizler bunu seviyoruz” dedi. Bunun üzerine Müslümanlarla müşrikler ve Yahudiler birbirlerine hakaretamiz sözler söylemeye başladılar. Hatta neredeyse birbirlerine gireceklerdi. Rasul-i Ekrem de onları yatıştırmaya çalışıyordu, nihayet sakinleştiler. Sonra Hz. Peygamber tekrar merkebine binerek yola çıktı ve Sa’d b. Ubade’nin evine gitti. Eve varınca "Ey Sa’d! Duydun mu Ebu Hubâb neler söyledi neler?" dedi ve olup biteni anlattı. Allah Rasulü, Ebu Hubab künyesi ile Abdullah b. Ubeyy’i kast ediyordu. Sa’d b. Ubade de “Yâ Rasulullah! Sen onu affet ve kusurunu mazur gör! Yemin ederim ki, Allah sana verdiğini vermiştir. Halbuki bundan önce şu şehirdeki (Medine) herkes onu başlarına reis tayin edip kendisine taç giydirmek üzere anlaşmışlardı. Allah, sana ihsan eylemiş olduğu hak (peygamberlik) ile onların bu anlaşmalarını geçersiz kılınca, İbn Ubeyy hasetten deliye döndü. İşte bu yüzden gördüğün o çirkin harekette bulunmuştur” dedi.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Merzâ 15, 2/438
Senetler:
1. Üsame b. Zeyd el-Kelbî (Üsame b. Zeyd b. Harise)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Halid Ukayl b. Halid el-Eylî (Ukayl b. Halid b. Ukayl)
5. Ebu Haris Leys b. Sa'd el-Fehmî (Leys b. Sa'd b. Abdurrahman)
6. Yahya b. Bükeyr el-Kuraşî (Yahya b. Abdullah b. Bükeyr)
Konular:
Diyalog, Hz. Peygamber'in / Sahabenin Yahudilerle ilişkileri
Hz. Peygamber, hakaret ve saygısızlık yapılması
KTB, ADAB
KTB, HASTA, HASTALIK
Münafık, Abdullah b. Übeyy b. Selul (Münafıkların reisi)
Tebliğ, dine davet ve tebliğde metot
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ يُوسُفَ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ قَالَ حَدَّثَنِى ابْنُ شِهَابٍ عَنْ عُرْوَةَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ الزُّبَيْرِ - رضى الله عنهما - أَنَّهُ حَدَّثَهُ أَنَّ رَجُلاً مِنَ الأَنْصَارِ خَاصَمَ الزُّبَيْرَ عِنْدَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فِى شِرَاجِ الْحَرَّةِ الَّتِى يَسْقُونَ بِهَا النَّخْلَ فَقَالَ الأَنْصَارِىُّ سَرِّحِ الْمَاءَ يَمُرُّ فَأَبَى عَلَيْهِ ، فَاخْتَصَمَا عِنْدَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لِلزُّبَيْرِ" اسْقِ يَا زُبَيْرُ ، ثُمَّ أَرْسِلِ الْمَاء إِلَى جَارِكَ" فَغَضِبَ الأَنْصَارِىُّ ، فَقَالَ أَنْ كَانَ ابْنَ عَمَّتِكَ . فَتَلَوَّنَ وَجْهُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ثُمَّ قَالَ: "اسْقِ يَا زُبَيْرُ ، ثُمَّ احْبِسِ الْمَاءَ ، حَتَّى يَرْجِعَ إِلَى الْجَدْرِ" فَقَالَ الزُّبَيْرُ وَاللَّهِ إِنِّى لأَحْسِبُ هَذِهِ الآيَةَ نَزَلَتْ فِى ذَلِكَ ( فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ) .
Öneri Formu
Hadis Id, No:
17040, B002359
Hadis:
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ يُوسُفَ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ قَالَ حَدَّثَنِى ابْنُ شِهَابٍ عَنْ عُرْوَةَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ الزُّبَيْرِ - رضى الله عنهما - أَنَّهُ حَدَّثَهُ أَنَّ رَجُلاً مِنَ الأَنْصَارِ خَاصَمَ الزُّبَيْرَ عِنْدَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فِى شِرَاجِ الْحَرَّةِ الَّتِى يَسْقُونَ بِهَا النَّخْلَ فَقَالَ الأَنْصَارِىُّ سَرِّحِ الْمَاءَ يَمُرُّ فَأَبَى عَلَيْهِ ، فَاخْتَصَمَا عِنْدَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لِلزُّبَيْرِ" اسْقِ يَا زُبَيْرُ ، ثُمَّ أَرْسِلِ الْمَاء إِلَى جَارِكَ" فَغَضِبَ الأَنْصَارِىُّ ، فَقَالَ أَنْ كَانَ ابْنَ عَمَّتِكَ . فَتَلَوَّنَ وَجْهُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ثُمَّ قَالَ: "اسْقِ يَا زُبَيْرُ ، ثُمَّ احْبِسِ الْمَاءَ ، حَتَّى يَرْجِعَ إِلَى الْجَدْرِ" فَقَالَ الزُّبَيْرُ وَاللَّهِ إِنِّى لأَحْسِبُ هَذِهِ الآيَةَ نَزَلَتْ فِى ذَلِكَ ( فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ) .
Tercemesi:
Bize Abdullah b. Yusuf, ona Leys, ona İbn Şihâb, ona Urve, ona da Abdullah b. Zübeyr'in rivayet ettiğine göre; Ensardan bir adam, Harre mevkiinde bulunan hurmaları sulama meselesi ile ilgili olarak Zübeyr'i Hz. Peygamber'e (sav) şikayet etti. Ensari, suyu bırak aksın!" demiş, Zübeyr de bunu kabul etmemişti. Bu hususu Hz. Peygamber'in (sav) huzurunda tartıştılar. Hz. Peygamber (sav),
"Ya Zübeyr! Sen bahçeni sula, sonra suyu komşuna gönder." buyurdu. Ensârî kızdı ve 'Ey Allah'ın Rasulü! Zübeyr, halanın oğlu olduğu için mi böyle diyorsun?' dedi. (Bu söz üzerine) Hz. Peygamber'in (sav) yüzünün rengi değişti ve dedi ki: "Ya Zübeyr! Sen bahçeni sula, hurma ağaçlarının köklerine ulaşmadan da suyu bırakma!"
Zübeyr (ra) şöyle demiştir: 'Hayır! Rabbin adına yemin olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu kabullenmedikçe ve boyun eğip teslim olmadıkça îmân etmiş olmazlar.' (en Nisa: 4/65) mealindeki ayetin bu olayla ilgili nazil olduğunu düşünüyorum.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Müsâkât 6, 1/659
Senetler:
1. Ebu Bekir Abdullah b. Zübeyr el-Esedî (Abdullah b. Zübeyr b. Avvam)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Haris Leys b. Sa'd el-Fehmî (Leys b. Sa'd b. Abdurrahman)
5. Ebu Muhammed Abdullah b. Yusuf el-Kila'î (Abdullah b. Yusuf)
Konular:
Hz. Peygamber, hakaret ve saygısızlık yapılması
Hz. Peygamber, itaat, boyun eğmek,
Islah, Arabuluculuk, insanların arasını düzeltmek
İtaat, Allah'a ve Rasûlüne itaat
Komşuluk, komşuluk ilişkileri
Öneri Formu
Hadis Id, No:
59000, KK81/22
Hadis:
وَمَا صَاحِبُكُم بِمَجْنُونٍ
Tercemesi:
Arkadaşınız (Muhammed) de mecnun değildir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Kur'an, Kur'an-ı Kerim, Tekvîr 81/22, /
Senetler:
()
Konular:
Hz. Peygamber, hakaret ve saygısızlık yapılması
Asıl soyu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
59726, KK108/3
Hadis:
إِنَّ شَانِئَكَ هُوَ الْأَبْتَرُ
Tercemesi:
Asıl soyu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Kur'an, Kur'an-ı Kerim, Kevser 108/3, /
Senetler:
()
Konular:
HZ. PEYGAMBER'İN ÇOCUKLARI
Hz. Peygamber, hakaret ve saygısızlık yapılması
حَدَّثَنِى عَمْرُو بْنُ عَلِىٍّ حَدَّثَنَا أَبُو عَاصِمٍ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ حَدَّثَنَا أَبُو صَخْرَةَ جَامِعُ بْنُ شَدَّادٍ حَدَّثَنَا صَفْوَانُ بْنُ مُحْرِزٍ الْمَازِنِىُّ حَدَّثَنَا عِمْرَانُ بْنُ حُصَيْنٍ قَالَ جَاءَتْ بَنُو تَمِيمٍ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ « أَبْشِرُوا يَا بَنِى تَمِيمٍ » . قَالُوا أَمَّا إِذْ بَشَّرْتَنَا فَأَعْطِنَا . فَتَغَيَّرَ وَجْهُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ، فَجَاءَ نَاسٌ مِنْ أَهْلِ الْيَمَنِ ، فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « اقْبَلُوا الْبُشْرَى إِذْ لَمْ يَقْبَلْهَا بَنُو تَمِيمٍ » . قَالُوا قَدْ قَبِلْنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ .
Bana Amr b. Ali, ona Ebu Asım, ona Süfyân, ona Ebu Sahra Câmi b. Şeddâd, ona Safvân b. Muhriz el-Mâzinî, ona da İmrân b. Husayn şöyle demiştir:
Temîm oğulları heyeti Rasulullah'a (sav) geldi. Rasulullah onlara "ey Temîm oğulları, size verdiğim müjdeyi kabul edip sevinin" buyurdu. Onlar “sen bize yeteri kadar çok müjde verdin, biraz da dünyalık da ver” dediler. Bu cevap üzerine Rasulullah'ın (sav) yüzü asıldı. Ardından Yemen ahalisinden bir heyet çıkageldi. Peygamber (sav) onlara "Temim oğullarının kabul etmediği bu müjdeyi kabul edin" buyurdu. Onlar da “bizler kabul ettik ey Allah'ın Rasulü” dediler.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
34513, B004386
Hadis:
حَدَّثَنِى عَمْرُو بْنُ عَلِىٍّ حَدَّثَنَا أَبُو عَاصِمٍ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ حَدَّثَنَا أَبُو صَخْرَةَ جَامِعُ بْنُ شَدَّادٍ حَدَّثَنَا صَفْوَانُ بْنُ مُحْرِزٍ الْمَازِنِىُّ حَدَّثَنَا عِمْرَانُ بْنُ حُصَيْنٍ قَالَ جَاءَتْ بَنُو تَمِيمٍ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ « أَبْشِرُوا يَا بَنِى تَمِيمٍ » . قَالُوا أَمَّا إِذْ بَشَّرْتَنَا فَأَعْطِنَا . فَتَغَيَّرَ وَجْهُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ، فَجَاءَ نَاسٌ مِنْ أَهْلِ الْيَمَنِ ، فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم « اقْبَلُوا الْبُشْرَى إِذْ لَمْ يَقْبَلْهَا بَنُو تَمِيمٍ » . قَالُوا قَدْ قَبِلْنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ .
Tercemesi:
Bana Amr b. Ali, ona Ebu Asım, ona Süfyân, ona Ebu Sahra Câmi b. Şeddâd, ona Safvân b. Muhriz el-Mâzinî, ona da İmrân b. Husayn şöyle demiştir:
Temîm oğulları heyeti Rasulullah'a (sav) geldi. Rasulullah onlara "ey Temîm oğulları, size verdiğim müjdeyi kabul edip sevinin" buyurdu. Onlar “sen bize yeteri kadar çok müjde verdin, biraz da dünyalık da ver” dediler. Bu cevap üzerine Rasulullah'ın (sav) yüzü asıldı. Ardından Yemen ahalisinden bir heyet çıkageldi. Peygamber (sav) onlara "Temim oğullarının kabul etmediği bu müjdeyi kabul edin" buyurdu. Onlar da “bizler kabul ettik ey Allah'ın Rasulü” dediler.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Meğâzî 74, 2/127
Senetler:
1. Ebu Nüceyd İmran b. Husayn el-Ezdî (İmran b. Husayn b. Ubeyd b. Halef b. Abdünühüm)
2. Safvan b. Muhriz el-Mazini (Safvan b. Muhriz b. Ziyad)
3. Ebu Sahra Cami b. Şeddad el-Muharibi (Cami' b. Şeddad)
4. Süfyan es-Sevrî (Süfyan b. Said b. Mesruk b. Habib b. Rafi')
5. Ebu Âsım Dahhâk b. Mahled en-Nebîl (Dahhâk b. Mahled)
6. Ebu Hafs Amr b. Ali el-Fellâs (Amr b. Ali b. Bahr b. Kenîz)
Konular:
Hz. Peygamber, hakaret ve saygısızlık yapılması
Hz. Peygamber, Hz. Peygamber'e karşı kaba davranışlar
Hz. Peygamber, itaat, boyun eğmek,
Sosyal katmanlar, Yemen (liler)
Öneri Formu
Hadis Id, No:
2482, M004569
Hadis:
حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ يَحْيَى التَّمِيمِىُّ أَخْبَرَنَا يُوسُفُ بْنُ الْمَاجِشُونِ عَنْ صَالِحِ بْنِ إِبْرَاهِيمَ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَوْفٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَوْفٍ أَنَّهُ قَالَ بَيْنَا أَنَا وَاقِفٌ فِى الصَّفِّ يَوْمَ بَدْرٍ نَظَرْتُ عَنْ يَمِينِى وَشِمَالِى فَإِذَا أَنَا بَيْنَ غُلاَمَيْنِ مِنَ الأَنْصَارِ حَدِيثَةٍ أَسْنَانُهُمَا تَمَنَّيْتُ لَوْ كُنْتُ بَيْنَ أَضْلَعَ مِنْهُمَا فَغَمَزَنِى أَحَدُهُمَا. فَقَالَ يَا عَمِّ هَلْ تَعْرِفُ أَبَا جَهْلٍ قَالَ قُلْتُ نَعَمْ وَمَا حَاجَتُكَ إِلَيْهِ يَا ابْنَ أَخِى قَالَ أُخْبِرْتُ أَنَّهُ يَسُبُّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ لَئِنْ رَأَيْتُهُ لاَ يُفَارِقُ سَوَادِى سَوَادَهُ حَتَّى يَمُوتَ الأَعْجَلُ مِنَّا. قَالَ فَتَعَجَّبْتُ لِذَلِكَ فَغَمَزَنِى الآخَرُ فَقَالَ مِثْلَهَا - قَالَ - فَلَمْ أَنْشَبْ أَنْ نَظَرْتُ إِلَى أَبِى جَهْلٍ يَزُولُ فِى النَّاسِ فَقُلْتُ أَلاَ تَرَيَانِ هَذَا صَاحِبُكُمَا الَّذِى تَسْأَلاَنِ عَنْهُ قَالَ فَابْتَدَرَاهُ فَضَرَبَاهُ بِسَيْفَيْهِمَا حَتَّى قَتَلاَهُ ثُمَّ انْصَرَفَا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَخْبَرَاهُ. فَقَالَ:
"أَيُّكُمَا قَتَلَهُ." فَقَالَ كُلُّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا أَنَا قَتَلْتُ. فَقَالَ:
"هَلْ مَسَحْتُمَا سَيْفَيْكُمَا." قَالاَ لاَ. فَنَظَرَ فِى السَّيْفَيْنِ فَقَالَ:
"كِلاَكُمَا قَتَلَهُ." وَقَضَى بِسَلَبِهِ لِمُعَاذِ بْنِ عَمْرِو بْنِ الْجَمُوحِ وَالرَّجُلاَنِ مُعَاذُ بْنُ عَمْرِو بْنِ الْجَمُوحِ وَمُعَاذُ ابْنُ عَفْرَاءَ.
Tercemesi:
Bize Yahya b. Yahya et-Temîmî, ona Yusuf b. Mâcişûn, ona Salih b. İbrahim b. Abdurrahman b. Avf, ona babası (İbrahim b. Abdurrahman ez-Zührî), ona da Abdurrahman b. Avf şöyle rivayet etmiştir: Bedir günü safta dururken sağıma ve soluma baktım da (kendimi) Ensardan, yaşları küçük iki çocuk arasında (buluverdim)! Keşke dedim, onlardan daha kuvvetli (savaşçılar) arasında olsaydım! (Derken), onlardan biri beni dürtüp; ey amca! Ebu Cehil'i tanıyor musun dedi. Ben, ey kardeşimin oğlu! Onunla ne derdin var dedim. O; bana bildirildiğine göre kendisi, Rasulullah'a (sav) sövermiş! Canımı kudretinde bulunduran (Allah'a) and olsun ki, onu görürsem ikimizden biri ölüp gidene kadar onun peşini bırakmayacağım dedi. Ben bu (çocuğa) şaşıp kaldım. Diğeri de beni dürtüp benzeri şeyler söyledi. Çok geçmeden Ebu Cehil'in insanlar arasında dolaştığını gördüm (ve) kendisini sorduğunuz kişiyi görmüyor musunuz dedim. (Dememle birlikte) ikisi de (Ebu Cehil'in) üzerine atılıp kılıçlarını ona indirdiler! Neticede onu öldürdüler. Ardından Rasulullah'ın (sav) huzuruna gelip kendisine (olayı) anlattılar. Hz. Peygamber (sav); "onu hanginiz öldürdü" buyurdu. İkisi de ben öldürdüm dedi. Nebî (sav); "kılıçlarınızı temizlediniz mi" buyurdu. İkisi de hayır dediler. Rasulullah (sav), kılıçlarına bakıp "ikisi de onu öldürmüş" buyurdu ve (Ebu Cehil'in) eşyasını Muaz b. Amr b. Cemûh'a verdi. O iki kişi Muaz b. Amr b. Cemûh ve Muaz b. Afrâ'dır.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Cihâd ve's-Siyer 4569, /745
Senetler:
()
Konular:
Ganimet, hak sahiplerine taksimi
Ganimet, taksim edilmesi, miktarları
Hz. Peygamber, hakaret ve saygısızlık yapılması
Tarihsel şahsiyetler, Ebu Cehil ve karısı
Öneri Formu
Hadis Id, No:
2785, M004678
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ حَدَّثَنَا هَاشِمُ بْنُ الْقَاسِمِ ح
وَحَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ أَخْبَرَنَا أَبُو عَامِرٍ الْعَقَدِىُّ كِلاَهُمَا عَنْ عِكْرِمَةَ بْنِ عَمَّارٍ ح
وَحَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ الدَّارِمِىُّ - وَهَذَا حَدِيثُهُ - أَخْبَرَنَا أَبُو عَلِىٍّ الْحَنَفِىُّ عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ عَبْدِ الْمَجِيدِ حَدَّثَنَا عِكْرِمَةُ - وَهُوَ ابْنُ عَمَّارٍ - حَدَّثَنِى إِيَاسُ بْنُ سَلَمَةَ حَدَّثَنِى أَبِى قَالَ قَدِمْنَا الْحُدَيْبِيَةَ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَنَحْنُ أَرْبَعَ عَشْرَةَ مِائَةً وَعَلَيْهَا خَمْسُونَ شَاةً لاَ تُرْوِيهَا - قَالَ - فَقَعَدَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلَى جَبَا الرَّكِيَّةِ فَإِمَّا دَعَا وَإِمَّا بَسَقَ فِيهَا - قَالَ - فَجَاشَتْ فَسَقَيْنَا وَاسْتَقَيْنَا. قَالَ ثُمَّ إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم دَعَانَا لِلْبَيْعَةِ فِى أَصْلِ الشَّجَرَةِ. قَالَ فَبَايَعْتُهُ أَوَّلَ النَّاسِ ثُمَّ بَايَعَ وَبَايَعَ حَتَّى إِذَا كَانَ فِى وَسَطٍ مِنَ النَّاسِ قَالَ:
"بَايِعْ يَا سَلَمَةُ." قَالَ قُلْتُ قَدْ بَايَعْتُكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ فِى أَوَّلِ النَّاسِ قَالَ:
"وَأَيْضًا." قَالَ وَرَآنِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَزِلاً - يَعْنِى لَيْسَ مَعَهُ سِلاَحٌ - قَالَ فَأَعْطَانِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حَجَفَةً أَوْ دَرَقَةً ثُمَّ بَايَعَ حَتَّى إِذَا كَانَ فِى آخِرِ النَّاسِ قَالَ:
"أَلاَ تُبَايِعُنِى يَا سَلَمَةُ." قَالَ قُلْتُ قَدْ بَايَعْتُكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ فِى أَوَّلِ النَّاسِ وَفِى أَوْسَطِ النَّاسِ قَالَ:
"وَأَيْضًا." قَالَ فَبَايَعْتُهُ الثَّالِثَةَ ثُمَّ قَالَ لِى "يَا سَلَمَةُ أَيْنَ حَجَفَتُكَ أَوْ دَرَقَتُكَ الَّتِى أَعْطَيْتُكَ." قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ لَقِيَنِى عَمِّى عَامِرٌ عَزِلاً فَأَعْطَيْتُهُ إِيَّاهَا - قَالَ - فَضَحِكَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَقَالَ:
"إِنَّكَ كَالَّذِى قَالَ الأَوَّلُ اللَّهُمَّ أَبْغِنِى حَبِيبًا هُوَ أَحَبُّ إِلَىَّ مِنْ نَفْسِى." ثُمَّ إِنَّ الْمُشْرِكِينَ رَاسَلُونَا الصُّلْحَ حَتَّى مَشَى بَعْضُنَا فِى بَعْضٍ وَاصْطَلَحْنَا. قَالَ وَكُنْتُ تَبِيعًا لِطَلْحَةَ بْنِ عُبَيْدِ اللَّهِ أَسْقِى فَرَسَهُ وَأَحُسُّهُ وَأَخْدُمُهُ وَآكُلُ مِنْ طَعَامِهِ وَتَرَكْتُ أَهْلِى وَمَالِى مُهَاجِرًا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ فَلَمَّا اصْطَلَحْنَا نَحْنُ وَأَهْلُ مَكَّةَ وَاخْتَلَطَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ أَتَيْتُ شَجَرَةً فَكَسَحْتُ شَوْكَهَا فَاضْطَجَعْتُ فِى أَصْلِهَا - قَالَ - فَأَتَانِى أَرْبَعَةٌ مِنَ الْمُشْرِكِينَ مِنْ أَهْلِ مَكَّةَ فَجَعَلُوا يَقَعُونَ فِى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَبْغَضْتُهُمْ فَتَحَوَّلْتُ إِلَى شَجَرَةٍ أُخْرَى وَعَلَّقُوا سِلاَحَهُمْ وَاضْطَجَعُوا فَبَيْنَمَا هُمْ كَذَلِكَ إِذْ نَادَى مُنَادٍ مِنْ أَسْفَلِ الْوَادِى يَا لَلْمُهَاجِرِينَ قُتِلَ ابْنُ زُنَيْمٍ. قَالَ فَاخْتَرَطْتُ سَيْفِى ثُمَّ شَدَدْتُ عَلَى أُولَئِكَ الأَرْبَعَةِ وَهُمْ رُقُودٌ فَأَخَذْتُ سِلاَحَهُمْ. فَجَعَلْتُهُ ضِغْثًا فِى يَدِى قَالَ ثُمَّ قُلْتُ وَالَّذِى كَرَّمَ وَجْهَ مُحَمَّدٍ لاَ يَرْفَعُ أَحَدٌ مِنْكُمْ رَأْسَهُ إِلاَّ ضَرَبْتُ الَّذِى فِيهِ عَيْنَاهُ. قَالَ ثُمَّ جِئْتُ بِهِمْ أَسُوقُهُمْ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم - قَالَ - وَجَاءَ عَمِّى عَامِرٌ بِرَجُلٍ مِنَ الْعَبَلاَتِ يُقَالُ لَهُ مِكْرَزٌ. يَقُودُهُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلَى فَرَسٍ مُجَفَّفٍ فِى سَبْعِينَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ فَنَظَرَ إِلَيْهِمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ:
"دَعُوهُمْ يَكُنْ لَهُمْ بَدْءُ الْفُجُورِ وَثِنَاهُ" فَعَفَا عَنْهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَنْزَلَ اللَّهُ "(وَهُوَ الَّذِى كَفَّ أَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ أَنْ أَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْ)" الآيَةَ كُلَّهَا. قَالَ ثُمَّ خَرَجْنَا رَاجِعِينَ إِلَى الْمَدِينَةِ فَنَزَلْنَا مَنْزِلاً بَيْنَنَا وَبَيْنَ بَنِى لَحْيَانَ جَبَلٌ وَهُمُ الْمُشْرِكُونَ فَاسْتَغْفَرَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لِمَنْ رَقِىَ هَذَا الْجَبَلَ اللَّيْلَةَ كَأَنَّهُ طَلِيعَةٌ لِلنَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم وَأَصْحَابِهِ - قَالَ سَلَمَةُ - فَرَقِيتُ تِلْكَ اللَّيْلَةَ مَرَّتَيْنِ أَوْ ثَلاَثًا ثُمَّ قَدِمْنَا الْمَدِينَةَ فَبَعَثَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِظَهْرِهِ مَعَ رَبَاحٍ غُلاَمِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَنَا مَعَهُ وَخَرَجْتُ مَعَهُ بِفَرَسِ طَلْحَةَ أُنَدِّيهِ مَعَ الظَّهْرِ فَلَمَّا أَصْبَحْنَا إِذَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ الْفَزَارِىُّ قَدْ أَغَارَ عَلَى ظَهْرِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَاسْتَاقَهُ أَجْمَعَ وَقَتَلَ رَاعِيَهُ قَالَ فَقُلْتُ يَا رَبَاحُ خُذْ هَذَا الْفَرَسَ فَأَبْلِغْهُ طَلْحَةَ بْنَ عُبَيْدِ اللَّهِ وَأَخْبِرْ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَنَّ الْمُشْرِكِينَ قَدْ أَغَارُوا عَلَى سَرْحِهِ - قَالَ - ثُمَّ قُمْتُ عَلَى أَكَمَةٍ فَاسْتَقْبَلْتُ الْمَدِينَةَ فَنَادَيْتُ ثَلاَثًا يَا صَبَاحَاهْ. ثُمَّ خَرَجْتُ فِى آثَارِ الْقَوْمِ أَرْمِيهِمْ بِالنَّبْلِ وَأَرْتَجِزُ أَقُولُ أَنَا ابْنُ الأَكْوَعِ وَالْيَوْمَ يَوْمُ الرُّضَّعِ فَأَلْحَقُ رَجُلاً مِنْهُمْ فَأَصُكُّ سَهْمًا فِى رَحْلِهِ حَتَّى خَلَصَ نَصْلُ السَّهْمِ إِلَى كَتِفِهِ - قَالَ - قُلْتُ خُذْهَا وَأَنَا ابْنُ الأَكْوَعِ وَالْيَوْمُ يَوْمُ الرُّضَّعِ قَالَ فَوَاللَّهِ مَا زِلْتُ أَرْمِيهِمْ وَأَعْقِرُ بِهِمْ فَإِذَا رَجَعَ إِلَىَّ فَارِسٌ أَتَيْتُ شَجَرَةً فَجَلَسْتُ فِى أَصْلِهَا ثُمَّ رَمَيْتُهُ فَعَقَرْتُ بِهِ حَتَّى إِذَا تَضَايَقَ الْجَبَلُ فَدَخَلُوا فِى تَضَايُقِهِ عَلَوْتُ الْجَبَلَ فَجَعَلْتُ أُرَدِّيهِمْ بِالْحِجَارَةِ - قَالَ - فَمَا زِلْتُ كَذَلِكَ أَتْبَعُهُمْ حَتَّى مَا خَلَقَ اللَّهُ مِنْ بَعِيرٍ مِنْ ظَهْرِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِلاَّ خَلَّفْتُهُ وَرَاءَ ظَهْرِى وَخَلَّوْا بَيْنِى وَبَيْنَهُ ثُمَّ اتَّبَعْتُهُمْ أَرْمِيهِمْ حَتَّى أَلْقَوْا أَكْثَرَ مِنْ ثَلاَثِينَ بُرْدَةً وَثَلاَثِينَ رُمْحًا يَسْتَخِفُّونَ وَلاَ يَطْرَحُونَ شَيْئًا إِلاَّ جَعَلْتُ عَلَيْهِ آرَامًا مِنَ الْحِجَارَةِ يَعْرِفُهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَصْحَابُهُ حَتَّى أَتَوْا مُتَضَايِقًا مِنْ ثَنِيَّةٍ فَإِذَا هُمْ قَدْ أَتَاهُمْ فُلاَنُ بْنُ بَدْرٍ الْفَزَارِىُّ فَجَلَسُوا يَتَضَحَّوْنَ - يَعْنِى يَتَغَدَّوْنَ - وَجَلَسْتُ عَلَى رَأْسِ قَرْنٍ قَالَ الْفَزَارِىُّ مَا هَذَا الَّذِى أَرَى قَالُوا لَقِينَا مِنْ هَذَا الْبَرْحَ وَاللَّهِ مَا فَارَقَنَا مُنْذُ غَلَسٍ يَرْمِينَا حَتَّى انْتَزَعَ كُلَّ شَىْءٍ فِى أَيْدِينَا. قَالَ فَلْيَقُمْ إِلَيْهِ نَفَرٌ مِنْكُمْ أَرْبَعَةٌ. قَالَ فَصَعِدَ إِلَىَّ مِنْهُمْ أَرْبَعَةٌ فِى الْجَبَلِ - قَالَ - فَلَمَّا أَمْكَنُونِى مِنَ الْكَلاَمِ - قَالَ - قُلْتُ هَلْ تَعْرِفُونِى قَالُوا لاَ وَمَنْ أَنْتَ قَالَ قُلْتُ أَنَا سَلَمَةُ بْنُ الأَكْوَعِ وَالَّذِى كَرَّمَ وَجْهَ مُحَمَّدٍ صلى الله عليه وسلم لاَ أَطْلُبُ رَجُلاً مِنْكُمْ إِلاَّ أَدْرَكْتُهُ وَلاَ يَطْلُبُنِى رَجُلٌ مِنْكُمْ. فَيُدْرِكَنِى قَالَ أَحَدُهُمْ أَنَا أَظُنُّ. قَالَ فَرَجَعُوا فَمَا بَرِحْتُ مَكَانِى حَتَّى رَأَيْتُ فَوَارِسَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَتَخَلَّلُونَ الشَّجَرَ - قَالَ - فَإِذَا أَوَّلُهُمُ الأَخْرَمُ الأَسَدِىُّ عَلَى إِثْرِهِ أَبُو قَتَادَةَ الأَنْصَارِىُّ وَعَلَى إِثْرِهِ الْمِقْدَادُ بْنُ الأَسْوَدِ الْكِنْدِىُّ - قَالَ - فَأَخَذْتُ بِعِنَانِ الأَخْرَمِ - قَالَ - فَوَلَّوْا مُدْبِرِينَ قُلْتُ يَا أَخْرَمُ احْذَرْهُمْ لاَ يَقْتَطِعُوكَ حَتَّى يَلْحَقَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَصْحَابُهُ. قَالَ يَا سَلَمَةُ إِنْ كُنْتَ تُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَتَعْلَمُ أَنَّ الْجَنَّةَ حَقٌّ وَالنَّارَ حَقٌّ فَلاَ تَحُلْ بَيْنِى وَبَيْنَ الشَّهَادَةِ. قَالَ فَخَلَّيْتُهُ فَالْتَقَى هُوَ وَعَبْدُ الرَّحْمَنِ - قَالَ - فَعَقَرَ بِعَبْدِ الرَّحْمَنِ فَرَسَهُ وَطَعَنَهُ عَبْدُ الرَّحْمَنِ فَقَتَلَهُ وَتَحَوَّلَ عَلَى فَرَسِهِ وَلَحِقَ أَبُو قَتَادَةَ فَارِسُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِعَبْدِ الرَّحْمَنِ فَطَعَنَهُ فَقَتَلَهُ فَوَالَّذِى كَرَّمَ وَجْهَ مُحَمَّدٍ صلى الله عليه وسلم لَتَبِعْتُهُمْ أَعْدُو عَلَى رِجْلَىَّ حَتَّى مَا أَرَى وَرَائِى مِنْ أَصْحَابِ مُحَمَّدٍ صلى الله عليه وسلم وَلاَ غُبَارِهِمْ شَيْئًا حَتَّى يَعْدِلُوا قَبْلَ غُرُوبِ الشَّمْسِ إِلَى شِعْبٍ فِيهِ مَاءٌ يُقَالُ لَهُ ذُو قَرَدٍ لِيَشْرَبُوا مِنْهُ وَهُمْ عِطَاشٌ - قَالَ - فَنَظَرُوا إِلَىَّ أَعْدُو وَرَاءَهُمْ فَحَلَّيْتُهُمْ عَنْهُ - يَعْنِى أَجْلَيْتُهُمْ عَنْهُ - فَمَا ذَاقُوا مِنْهُ قَطْرَةً - قَالَ - وَيَخْرُجُونَ فَيَشْتَدُّونَ فِى ثَنِيَّةٍ - قَالَ - فَأَعْدُو فَأَلْحَقُ رَجُلاً مِنْهُمْ فَأَصُكُّهُ بِسَهْمٍ فِى نُغْضِ كَتِفِهِ. قَالَ قُلْتُ خُذْهَا وَأَنَا ابْنُ الأَكْوَعِ وَالْيَوْمَ يَوْمُ الرُّضَّعِ قَالَ يَا ثَكِلَتْهُ أُمُّهُ أَكْوَعُهُ بُكْرَةَ قَالَ قُلْتُ نَعَمْ يَا عَدُوَّ نَفْسِهِ أَكْوَعُكَ بُكْرَةَ - قَالَ - وَأَرْدَوْا فَرَسَيْنِ عَلَى ثَنِيَّةٍ قَالَ فَجِئْتُ بِهِمَا أَسُوقُهُمَا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم - قَالَ - وَلَحِقَنِى عَامِرٌ بِسَطِيحَةٍ فِيهَا مَذْقَةٌ مِنْ لَبَنٍ وَسَطِيحَةٍ فِيهَا مَاءٌ فَتَوَضَّأْتُ وَشَرِبْتُ ثُمَّ أَتَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَهُوَ عَلَى الْمَاءِ الَّذِى حَلَّيْتُهُمْ عَنْهُ فَإِذَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَدْ أَخَذَ تِلْكَ الإِبِلَ وَكُلَّ شَىْءٍ اسْتَنْقَذْتُهُ مِنَ الْمُشْرِكِينَ وَكُلَّ رُمْحٍ وَبُرْدَةٍ وَإِذَا بِلاَلٌ نَحَرَ نَاقَةً مِنَ الإِبِلِ الَّذِى اسْتَنْقَذْتُ مِنَ الْقَوْمِ وَإِذَا هُوَ يَشْوِى لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ كَبِدِهَا وَسَنَامِهَا - قَالَ - قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ خَلِّنِى فَأَنْتَخِبُ مِنَ الْقَوْمِ مِائَةَ رَجُلٍ فَأَتَّبِعُ الْقَوْمَ فَلاَ يَبْقَى مِنْهُمْ مُخْبِرٌ إِلاَّ قَتَلْتُهُ - قَالَ - فَضَحِكَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حَتَّى بَدَتْ نَوَاجِذُهُ فِى ضَوْءِ النَّارِ فَقَالَ:
"يَا سَلَمَةُ أَتُرَاكَ كُنْتَ فَاعِلاً." قُلْتُ نَعَمْ وَالَّذِى أَكْرَمَكَ. فَقَالَ:
"إِنَّهُمُ الآنَ لَيُقْرَوْنَ فِى أَرْضِ غَطَفَانَ." قَالَ فَجَاءَ رَجُلٌ مِنْ غَطَفَانَ فَقَالَ نَحَرَ لَهُمْ فُلاَنٌ جَزُورًا فَلَمَّا كَشَفُوا جِلْدَهَا رَأَوْا غُبَارًا فَقَالُوا أَتَاكُمُ الْقَوْمُ فَخَرَجُوا هَارِبِينَ. فَلَمَّا أَصْبَحْنَا قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
"كَانَ خَيْرَ فُرْسَانِنَا الْيَوْمَ أَبُو قَتَادَةَ وَخَيْرَ رَجَّالَتِنَا سَلَمَةُ." قَالَ ثُمَّ أَعْطَانِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم سَهْمَيْنِ سَهْمُ الْفَارِسِ وَسَهْمُ الرَّاجِلِ فَجَمَعَهُمَا لِى جَمِيعًا ثُمَّ أَرْدَفَنِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَرَاءَهُ عَلَى الْعَضْبَاءِ رَاجِعِينَ إِلَى الْمَدِينَةِ - قَالَ - فَبَيْنَمَا نَحْنُ نَسِيرُ قَالَ وَكَانَ رَجُلٌ مِنَ الأَنْصَارِ لاَ يُسْبَقُ شَدًّا - قَالَ - فَجَعَلَ يَقُولُ أَلاَ مُسَابِقٌ إِلَى الْمَدِينَةِ هَلْ مِنْ مُسَابِقٍ فَجَعَلَ يُعِيدُ ذَلِكَ - قَالَ - فَلَمَّا سَمِعْتُ كَلاَمَهُ قُلْتُ أَمَا تُكْرِمُ كَرِيمًا وَلاَ تَهَابُ شَرِيفًا قَالَ لاَ إِلاَّ أَنْ يَكُونَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ بِأَبِى وَأُمِّى ذَرْنِى فَلأُسَابِقَ الرَّجُلَ قَالَ:
"إِنْ شِئْتَ." قَالَ قُلْتُ اذْهَبْ إِلَيْكَ وَثَنَيْتُ رِجْلَىَّ فَطَفَرْتُ فَعَدَوْتُ - قَالَ - فَرَبَطْتُ عَلَيْهِ شَرَفًا أَوْ شَرَفَيْنِ أَسْتَبْقِى نَفَسِى ثُمَّ عَدَوْتُ فِى إِثْرِهِ فَرَبَطْتُ عَلَيْهِ شَرَفًا أَوْ شَرَفَيْنِ ثُمَّ إِنِّى رَفَعْتُ حَتَّى أَلْحَقَهُ - قَالَ - فَأَصُكُّهُ بَيْنَ كَتِفَيْهِ - قَالَ - قُلْتُ قَدْ سُبِقْتَ وَاللَّهِ قَالَ أَنَا أَظُنُّ. قَالَ فَسَبَقْتُهُ إِلَى الْمَدِينَةِ قَالَ فَوَاللَّهِ مَا لَبِثْنَا إِلاَّ ثَلاَثَ لَيَالٍ حَتَّى خَرَجْنَا إِلَى خَيْبَرَ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ فَجَعَلَ عَمِّى عَامِرٌ يَرْتَجِزُ بِالْقَوْمِ تَاللَّهِ لَوْلاَ اللَّهُ مَا اهْتَدَيْنَا وَلاَ تَصَدَّقْنَا وَلاَ صَلَّيْنَا وَنَحْنُ عَنْ فَضْلِكَ مَا اسْتَغْنَيْنَا فَثَبِّتِ الأَقْدَامَ إِنْ لاَقَيْنَا وَأَنْزِلَنْ سَكِينَةً عَلَيْنَا فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
"مَنْ هَذَا." قَالَ أَنَا عَامِرٌ. قَالَ:
"غَفَرَ لَكَ رَبُّكَ." قَالَ وَمَا اسْتَغْفَرَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لإِنْسَانٍ يَخُصُّهُ إِلاَّ اسْتُشْهِدَ. قَالَ فَنَادَى عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ وَهُوَ عَلَى جَمَلٍ لَهُ يَا نَبِىَّ اللَّهِ لَوْلاَ مَا مَتَّعْتَنَا بِعَامِرٍ. قَالَ فَلَمَّا قَدِمْنَا خَيْبَرَ قَالَ خَرَجَ مَلِكُهُمْ مَرْحَبٌ يَخْطِرُ بِسَيْفِهِ وَيَقُولُ قَدْ عَلِمَتْ خَيْبَرُ أَنِّى مَرْحَبُ شَاكِى السِّلاَحِ بَطَلٌ مُجَرَّبُ إِذَا الْحُرُوبُ أَقْبَلَتْ تَلَهَّبُ قَالَ وَبَرَزَ لَهُ عَمِّى عَامِرٌ فَقَالَ قَدْ عَلِمَتْ خَيْبَرُ أَنِّى عَامِرٌ شَاكِى السِّلاَحِ بَطَلٌ مُغَامِرٌ قَالَ فَاخْتَلَفَا ضَرْبَتَيْنِ فَوَقَعَ سَيْفُ مَرْحَبٍ فِى تُرْسِ عَامِرٍ وَذَهَبَ عَامِرٌ يَسْفُلُ لَهُ فَرَجَعَ سَيْفُهُ عَلَى نَفْسِهِ فَقَطَعَ أَكْحَلَهُ فَكَانَتْ فِيهَا نَفْسُهُ. قَالَ سَلَمَةُ فَخَرَجْتُ فَإِذَا نَفَرٌ مِنْ أَصْحَابِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم يَقُولُونَ بَطَلَ عَمَلُ عَامِرٍ قَتَلَ نَفْسَهُ قَالَ فَأَتَيْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم وَأَنَا أَبْكِى فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ بَطَلَ عَمَلُ عَامِرٍ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
"مَنْ قَالَ ذَلِكَ." قَالَ قُلْتُ نَاسٌ مِنْ أَصْحَابِكَ. قَالَ:
"كَذَبَ مَنْ قَالَ ذَلِكَ بَلْ لَهُ أَجْرُهُ مَرَّتَيْنِ." ثُمَّ أَرْسَلَنِى إِلَى عَلِىٍّ وَهُوَ أَرْمَدُ فَقَالَ
"لأُعْطِيَنَّ الرَّايَةَ رَجُلاً يُحِبُّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ أَوْ يُحِبُّهُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ." قَالَ فَأَتَيْتُ عَلِيًّا فَجِئْتُ بِهِ أَقُودُهُ وَهُوَ أَرْمَدُ حَتَّى أَتَيْتُ بِهِ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَبَسَقَ فِى عَيْنَيْهِ فَبَرَأَ وَأَعْطَاهُ الرَّايَةَ وَخَرَجَ مَرْحَبٌ فَقَالَ قَدْ عَلِمَتْ خَيْبَرُ أَنِّى مَرْحَبُ شَاكِى السِّلاَحِ بَطَلٌ مُجَرَّبُ إِذَا الْحُرُوبُ أَقْبَلَتْ تَلَهَّبُ فَقَالَ عَلِىٌّ أَنَا الَّذِى سَمَّتْنِى أُمِّى حَيْدَرَهْ كَلَيْثِ غَابَاتٍ كَرِيهِ الْمَنْظَرَهْ أُوفِيهِمُ بِالصَّاعِ كَيْلَ السَّنْدَرَهْ قَالَ فَضَرَبَ رَأْسَ مَرْحَبٍ فَقَتَلَهُ ثُمَّ كَانَ الْفَتْحُ عَلَى يَدَيْهِ. قَالَ إِبْرَاهِيمُ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى حَدَّثَنَا عَبْدُ الصَّمَدِ بْنُ عَبْدِ الْوَارِثِ عَنْ عِكْرِمَةَ بْنِ عَمَّارٍ بِهَذَا الْحَدِيثِ بِطُولِهِ.
[وَحَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ يُوسُفَ الأَزْدِىُّ السُّلَمِىُّ حَدَّثَنَا النَّضْرُ بْنُ مُحَمَّدٍ عَنْ عِكْرِمَةَ بْنِ عَمَّارٍ بِهَذَا.]
Tercemesi:
Bize Ebu Bekir b. Ebu Şeybe, ona Haşim b. Kasım; (T)
Bize İshak b. İbrahim, ona Ebu Amir el-Akadî, onlara İkrime b. Ammâr; (T)
Bize Abdullah b. Abdurrahman ed-Dârimî, -bu, onun hadisidir- ona Ebu Ali Ubeydullah b. Abdülmecîd el-Hanefî, ona İkrime b. Ammar, ona İyas b. Seleme, ona da babası (Seleme b. Ekva') şöyle rivayet etmiştir: Bin dört yüz kişi olduğumuz hâlde Rasulullah (sav) ile Hudeybiye'ye geldik. (Hudeybiye) üzerinde elli koyunu (bile) sulayamayacak (bir kuyu) da vardı. Hz. Peygamber (sav) kuyunun kenarına oturdu ve ya dua etti ya da içine tükürdü. (Derken, kuyunun suyu) coştu, ondan su içtik ve sularımızı doldurduk. Ardından Nebî (sav), bizleri ağacın altında biat etmeye çağırdı. Ona ilk biat eden bendim. Sonra (biri) biat etti, daha sonra (başkası) biat etti. Nihayet biatleşmenin ortasında Rasulullah (sav);"ey Seleme! Biat et" buyurdu. Ben, ya Rasulullah! İnsanlar içinde sana ilk biati ben sundum dedim. Nebî (sav); "yine (et)" buyurdu. Hz. Peygamber (sav) beni silahsız görüp bana deri bir kalkan verdi. -Ravilerden biri şüpheye düşüp küçük bir kalkan demiştir- Ardından biat ettim. Biatin sonuna doğru geldiğimizde; "ey Seleme! Sen bana biat etmiyor musun" buyurdu. Ben, ya Rasulullah! Başlangıçta ve ortada sana biat ettim ya dedim. Nebî (sav); "yine (et)" buyurdu. (Böylece) üçüncü kez ona biat ettim. Ardından bana; "ey Seleme! Sana verdiğim deri kalkanın -ravilerden biri şüpheye düşüp küçük kalkan demiştir- nerede" buyurdu. Ben, amcam Amir bana silahsız olarak rast geldi de onu kendisine verdim dedim. (Bunun üzerine) Rasulullah (sav) gülüverdi ve "sen, eski zamanlarda yaşamış bir adamın dediği gibisin! Allah'ım! Bana öyle bir arkadaş nasip et ki, bana kendimden daha sevimli gelsin" buyurdu. Daha sonra müşrikler, sulh için gelip gitmeye başladılar. Neticede barış için mekik dokuduk ve antlaşmaya vardık. Ben Talha b. Ubeydullah'a tabi idim; atını sular, onu tımarlar, kendisinin hizmetini görür ve yemeğinden yerdim. Ailemi ve malımı Allah'a ve rasulüne hicret etmek suretiyle terk et(miş)tim. Biz ve Mekkeliler antlaşma yapınca birbirimize karıştık. Ben de bir ağacın yanına gelip dikenini temizledim ve gövdesine yasladım. (Derken), Mekkeliler'den olup müşriklerden dört kişi bana gelip Rasulullah (sav) hakkında ileri geri konuşmaya başladılar. Ben de onlara öfkelenip başka bir ağaca geçtim. Onlar silahlarını (ağaca) asıp yaslandılar. Onlar bu hâl üzere iken vâdinin aşağısından bir münâdi, ey Muhacirler! İbn Züneym katledildi diye bağırıverdi! (Hemen) kılıcımı çektim, ardından, oturmakta olan o dört kişiye yönelip silahlarını aldım! (Silahlarını) elimde demet yaptım. Sonra, Muhammed'in yüzünü şereflendiren (Allah'a) yemin olsun ki, sizden başını kaldıran olursa onun başını alırım dedim. Ardından onları sürüyerek Rasulullah'a (sav) getirdim. Amcam Amir de Abalât (topluluğundan) olup kendisine Mikrez denilen bir adamı getirdi. Onu, savaş için giydirilmiş bir at üzerinde (ve) yetmiş müşrik içinde Rasulullah'a (sav) getiriyor(du)! Hz. Peygamber (sav) onlara bakıp; "onları bırakın! Günahın başı da sonu da onların olsun" buyurdu. (Böylece) Rasulullah (sav) onları affetti ve Allah, "O Allah ki, Mekke'nin ortasında sizi onlara karşı üstün kıldıktan sonra onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekmiştir" ayetinin hepsini indirdi. Sonra Medine'ye dönmek üzere (yola) çıktık. Bir yerde konakladık. Bizimle Lahyân oğulları arasında bir dağ vardı ve onlar müşrik idiler. Rasulullah (sav) bu gece o dağa tırmanan için istiğfarda bulundu. Sanki o (sav), Nebî ve ashâbı için öncü olacaktı. O gece iki ya da üç defa (dağa) tırmandım. Daha sonra Medine'ye geldik. Hz. Peygamber (sav), kölesi Rebâh ile develerini (önden) gönderdi. Ben de onunla beraberdim ve onun beraberinde Talha'nın atı üzerinde (yola) çıktım. Develerle beraber vakit geçiyordum. Sabaha erdiğimizde Abdurrahman el-Fezârî, Rasulullah'ın (sav) develerine baskın verip hepsini alıp götürdü ve Nebî'nin (sav) çobanını da öldürdü. Ben, ey Rebâh! Şu atı al ve onu Talha b. Ubeydullah'a ulaştır. Rasulullah'a da (sav) müşriklerin, develerine baskın verdiğini haber et dedim. Akabinde bir tepeliğe çıkıp Medine'ye yöneldim. Üç kere baskın var diye nidâ ettim. Ardından düşmanın arkasından onları oklayarak yola koyuldum. (O esnada) şiir okuyup; ben Ekva'nın oğluyum! Bugün pişman olacağınız gündür diyordum. Onlardan birine yetişip onu bineğinden vuruyordum. Netice okun demiri omuzuna isabet ediyordu. (Yine o anda) Al bakalım! Ben Ekva'nın oğluyum! Bugün pişman olacağınız gündür diyordum. Vallahi! Onları sürekli oklayıp (bineklerini) telef ettim! Bir süvari bana döndüğünde ağaca gelip gövdesi yanına çömeliyor, sonra onu okluyor ve (bineğini) vuruyordum! Sonunda dağ (yolu) daralınca onun dar yerlerine giriverdiler. Dağa tırmandım, onlara taş atmaya başladım! Onları böylece izlemeye devam ettim. Öyle ki, Allah'ın Rasulullah (sav) için yarattığı develerin (hepsini) arkamda emniyete aldım ve (develer), benimle Hz. Peygamber (sav) arasında kalmış oldular. Akabinde onları oklayarak takipte kaldım. Neticede otuzdan fazla elbise ve mızrağı hafiflemek için attılar. Attıkları her şeye Rasulullah (sav) ve ashabı bilsinler diye taşlardan işaret koyuyordum. Sonunda tepenin dar bir yerine geldiler. Onlar bu hâlde iken Fulan b. Bedr el-Fezâri yanlarına geldi. Kahvaltı yapmak üzere oturuverdiler. Ben de küçük bir dağın tepesine oturdum. Fezârî, o gördüğüm de nedir dedi. Onlar, pek çetin çıktı! Vallahi! Sabahın karanlığından beri bizden ayrılmadı. Oklayıp durdu. Sonunda elimizdeki her şey gitti dediler. O, sizden dört kişi ona karşı çıksın dedi. Onlardan dört kişi dağda bana doğru geldiler. Benimle konuşma fırsatı bulduklarında beni biliyor musunuz dedim. Onlar, hayır! Kimsin sen dediler. Ben, Seleme b. Ekva'yım! Muhammed'in yüzünü şereflendirene and olsun ki, sizden kimi istersem alaşağı ederim. Siz ise bana yetişip de güç yetiremezsiniz dedim. Onlardan biri, zannedersem (doğru söylüyor) dedi. (Böylece) dönüp (gittiler). Ben ise konumumu terk etmedim. Sonunda ağaçların arasına dalan Rasulullah'ın (sav) süvarilerini gördüm! Öncüleri Ehram el-Esedî, arkasında Ebu Katade el-Ensârî, onun arkasında da Mikdâd b. Esved el-Kindî vardı. Ehram'ın (bineğinin) yularını tuttum (ve) (zaten) kaçıp gittiler dedim. (Ayrıca), Ey Ehram! Onlardan sakın! Rasulullah (sav) ve ashabı yetişene dek sana bir fenalık etmesinler dedim. O, ya Seleme! Allah'a, Ahiret Günü'ne inanıyor ve cennet ile cehennemin hak olduğunu biliyorsan benimle şehadet arasına girme dedi. Ben de onu bıraktım. O ve Abdurrahman karşılaştılar. O, Abdurrahman'ın atını heder etti, Abdurrahman da ona darbe indirip onu öldürdü ve onun atına atladı. (Sonra) Rasulullah'ın (sav) süvarisi Ebu Katade, Abdurrahman'a yetişip ona darbe indirdi (ve) onu öldürdü. Muhammed'in yüzünü şereflendirene and olsun ki, onları yaya olarak izledim. Öyle ki, arkamda ne Muhammed'in (sav) ashabını ne de onların (kaldırdığı) tozlardan bir şey gördüm. Nihayet güneşin batmasından önce içinde su bulunan bir tepeye ondan su içmek için sığındılar. Oraya Zü Kurad denilirdi. Zira onlar susuzdular! Baktılar ki ben arkalarında takipteyim (ve) onları kovalıyorum, sudan bir damla bile içemediler! Çıkıp bir tepeye tırmanmaya başladılar. Ben de peşlerine düştüm ve onlardan birine yetişip omuz başından okladım! Al bakalım! Ben Ekva'nın oğluyum! Bugün, pişman olacağınız gündür dedim. (Onlardan biri), Hay anası kaybedesice! Sabahki Ekva mı dedi. Ben, ey nefsinin düşmanı! Evet! Sabahki Ekva dedim. Tepenin üzerinde iki at bıraktılar. Ben de onları sürüyerek Rasulullah'a (sav) getirdim. Amir bana, içinde süt ve su bulunan iki kap getirdi. Ben de abdest alıp (onlardan) içtim. Ardından Rasulullah'ın (sav) yanına geldim. Kendisi onları engellediğim suyun başında bulunmaktaydı. Hz. Peygamber (sav), o develeri, müşriklerden aldığım her şeyi, tüm mızrak ve elbiseyi de ele geçirmişti. (Hatta) Bilal, düşmandan aldığım develerden birini kesmiş de Rasulullah'a (sav) böbreğinden ve pirzolasından kızartıyordu! Ben, ya Rasulullah! Beni bırak da topluluktan yüz adam seçip düşmanı takip edeyim. Onlardan haberci kalmayana dek hepsini öldüreyim dedim. Nebî (sav), ateşin aydınlığında dişleri gözükene dek gülüverdi! Hz. Peygamber (sav); "ey Seleme! Bunu yapabileceğini sanıyor musun" buyurdu. Ben, seni şereflendirene yemin olsun ki evet dedim. Rasulullah (sav); "onlar şimdi Gatafan toprağında konuk ediliyorlar" buyurdu. (Derken) Gatafan'dan bir adam gelip; falanca onlar için bir deve kesti. Onun derisini açtıklarında toz gördüler! Size düşman rast gelmiş' deyip kaçarak gittiler dedi. Sabaha erdiğimizde Hz. Peygamber (sav); "bugün en hayırlı süvarimiz Ebu Katade, en hayırlı piyademiz de Seleme'dir" buyurdu. Ardından Rasulullah (sav), bir süvari payı bir de piyade payı olmak üzere bana iki pay verdi. O payları benim için birleştirdi. Ardından Nebî (sav), Medine'ye dönmek üzere Adbâ (denilen katırının) üzerinde beni terkisine aldı. Bizler yol alırken koşuda geçilmeyen Ensardan bir adam; Medine'ye dek yarışacak yok mu? Yarışan yok mu dedi. Bunu tekrarlamaya başladı. Onun sözünü işitince; sen, şerefli birine hürmet etmez ve ondan çekinmez misin dedim. O, hayır! Sadece Rasulullah (sav) söz konusu olursa dedi. Ben, ya Rasulullah! Beni bırak da şununla yarışayım dedim. O; "dilersen, (yarış)" buyurdu. Ben, (Az öte) git dedim. Ayaklarımı yere sağlam bastım, sabitledim ve koşmaya başladım. Kendimi yormamak adına bir ya da iki yüksek yerde hızımı düşürdüm. Ardından onun peşinden koştum. (Yine) bir ya da iki tepede hızımı düşürdüm. Sonra hızımı arttırdım ve nihayet ona yetiştim. İki omuzu arasına vurup; vallahi! Geçildin dedim. O, (Öyle) zannediyorum dedi. Medine'ye dek onla yarışıp (onu geçtim). Vallahi! Medine'de üç gün kalmadık ki Rasulullah (sav) ile beraber Hayber'e (sefere) çıktık. Amcam Amir, topluluk içinde şiir okumaya başlayıp; vallahi! Allah olmasaydı ne hidayet bulur, ne infak eder ne de namaz kılardık! Fazlına muhtaç iken senden müstağni kalamayız! (Düşmanla) karşılaşırsak ayakları(mızı) sabit kıl! Üzerimize huzuru (sekinet) indir dedi. Rasulullah (sav); "kim o" buyurdu. O, ben Amir dedi. Hz. Peygamber (sav); "Rabbin seni bağışlasın" buyurdu. Rasulullah (sav) biri için özellikle istiğfarda bulundu mu o, şehit düşerdi! (O esnada) devesi üzerinde bulunan Ömer b. Hattab; ya Rasulullah! Bizi Amir'den (az daha) faydalandıramaz mıydın dedi. Hayber'e geldiğimizde reisleri Merhab, kılıcını sallaya sallaya çıktı. Hayber, savaş çanları çaldığında benim silahşörlüğümü , kahramanlığımı ve cevvalliğimi bilir diyordu. Amcam Âmir onunla düello yapmaya çıkıp Hayber, benim de silahşörlüğümü, kahramanlığımı ve savaşın tehlikesine atılganlığımı bilir dedi. Karşılaşıp iki(şer) darbe indirdiler. Merhab'ın kılıcı, Amir'in kalkanına isabet etti. Âmir de ona alttan hamle yaptı (ama) kılıcı kendine dönüverip hayalarını kesti. Kendisini öldürmüş oldu! (Bulunduğum yerden) çıktım. Baktım ki Nebî'nin (sav) ashabından bir grup, Amir'in ameli boşa gitti; kendisini öldürdü diyorlar! Ağlayarak Nebî'ye gelip; ya Rasulullah! Amir'in ameli boşa gitmiş dedim. Hz. Peygamber (sav); "kim dedi bunu" buyurdu. Ben, ashabından insanlar dedim. O; "bunu diyen yanılmıştır! Aksine ona iki sevap vardır" buyurdu. (Sonra) beni, gözünden derdi olan Ali'ye yolladı. Hz. Peygamber (sav); "sancağı, Allah'ı ve Rasulünü seven -ravilerden biri şüpheye düşüp "Allah'ın ve Rasulünün kendisini sevdiği" demiştir- "birine vereceğim" buyurdu. Ali'nin yanına geldim. Gözünden derdi olduğu halde onu Rasulullah'a (sav) getirdim. Nebî (sav) onun gözüne tükürdü ve (gözü) iyileşti. Sancağı kendisine verdi. Merhab (yine meydana) çıkıp Hayber, savaş çanları çaldığında benim silahşörlüğümü , kahramanlığımı ve cevvalliğimi bilir dedi. Ali de ben, anamın Haydar diye isimlendirdiği kişiyim! Ormanda yaşayan aslan gibiyim! Düşmanın dehşetle baktığı biri gibiyim! Düşmanı hallaç pamuğu gibi serer de geçerim dedi. (Çok geçmeden) Merhab'ın başına bir darbe indirdi de onu öldürdü. Ardından fetih, onun eliyle müyesser oldu.
[İbrahim şöyle demiştir: Bize Muhammed b. Yahya, ona Abdussamed b. Abdülvaris, ona da İkrime b. Ammâr bu hadisi uzunca nakletmiştir.
Bize Ahmed b. Yusuf el-Ezdî es-Sülemî, ona Nadr b. Muhammed, ona da İkrime b. Ammar bu isnad ile rivayette bulunmuştur.]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Cihâd ve's-Siyer 4678, /772
Senetler:
()
Konular:
Biat, Hz. Peygambere biat etmek
Eziyet, inanmayana
Eziyet, insana
Eziyet, münafıkların Hz. Peygamber'e eziyetleri
Eziyet, müslümanın müslümana
Hitabet, Edebiyat, Şiir, Hiciv
Hz. Peygamber, hakaret ve saygısızlık yapılması
Hz. Peygamber, kendisine yapılan eziyetler
Siyer, Hayber günü
Siyer, Hudeybiye Günü
Öneri Formu
Hadis Id, No:
2694, M004650
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى وَمُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ - وَاللَّفْظُ لاِبْنِ الْمُثَنَّى - قَالاَ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ جَعْفَرٍ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ قَالَ سَمِعْتُ أَبَا إِسْحَاقَ يُحَدِّثُ عَنْ عَمْرِو بْنِ مَيْمُونٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ بَيْنَمَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم سَاجِدٌ وَحَوْلَهُ نَاسٌ مِنْ قُرَيْشٍ إِذْ جَاءَ عُقْبَةُ بْنُ أَبِى مُعَيْطٍ بِسَلاَ جَزُورٍ فَقَذَفَهُ عَلَى ظَهْرِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَلَمْ يَرْفَعْ رَأْسَهُ فَجَاءَتْ فَاطِمَةُ فَأَخَذَتْهُ عَنْ ظَهْرِهِ وَدَعَتْ عَلَى مَنْ صَنَعَ ذَلِكَ فَقَالَ:
"اللَّهُمَّ عَلَيْكَ الْمَلأَ مِنْ قُرَيْشٍ أَبَا جَهْلِ بْنَ هِشَامٍ وَعُتْبَةَ بْنَ رَبِيعَةَ وَعُقْبَةَ بْنَ أَبِى مُعَيْطٍ وَشَيْبَةَ بْنَ رَبِيعَةَ وَأُمَيَّةَ بْنَ خَلَفٍ أَوْ أُبَىَّ بْنَ خَلَفٍ." شُعْبَةُ الشَّاكُّ قَالَ فَلَقَدْ رَأَيْتُهُمْ قُتِلُوا يَوْمَ بَدْرٍ فَأُلْقُوا فِى بِئْرٍ غَيْرَ أَنَّ أُمَيَّةَ أَوْ أُبَيًّا تَقَطَّعَتْ أَوْصَالُهُ فَلَمْ يُلْقَ فِى الْبِئْرِ.
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Beşşâr ve Muhammed b. Müsenna, -lafız, İbn Müsenna'ya aittir- o ikisine Muhammed b. Cafer, ona Şube, ona Ebu İshak, ona Amr b. Meymun, ona da Abdullah (b. Mesud) şöyle rivayet etmiştir: Etrafında insanlar varken Rasulullah (sav) secdede idi. (Derken) Ukbe b. Ebu Mu'ayt, deve derisi getirip onu Hz. Peygamber'in (sav) sırtını attı. Nebî (sav) başını (secdeden) kaldırmadı. Fatıma gelip onu sırtından aldı ve buna yapana beddua etti. Hz. Peygamber (sav); "Allah'ım! Kureyş'in ileri gelenlerini; Ebu Cehil b. Hişam'ı, Utbe b. Rebî'a'yı, Ukbe b. Ebu Mu'ayt'ı, Şeybe b. Rebî'a'yı, Ümeyye b. Halef'i -Şu'be şüpheye düşüp Ya da Übey b. Halef' dedi- sana havale ediyorum" buyurdu. Onların Bedir günü öldürüldüklerini gördüm. (Hepsi) kuyuya atıldı! Sadece Ümeyye ya da Übey, mafsalları kesildi (ğinden dolayı) kuyuya atılmadı.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Cihâd ve's-Siyer 4650, /765
Senetler:
()
Konular:
Hz. Peygamber, beddua ettiği kimseler
Hz. Peygamber, hakaret ve saygısızlık yapılması
Hz. Peygamber, kızması
Öneri Formu
Hadis Id, No:
3617, M001001
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو جَعْفَرٍ مُحَمَّدُ بْنُ الصَّبَّاحِ وَعَمْرٌو النَّاقِدُ جَمِيعًا عَنْ هُشَيْمٍ - قَالَ ابْنُ الصَّبَّاحِ حَدَّثَنَا هُشَيْمٌ - أَخْبَرَنَا أَبُو بِشْرٍ عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ فِى قَوْلِهِ عَزَّ وَجَلَّ "(وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا)" قَالَ نَزَلَتْ وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مُتَوَارٍ بِمَكَّةَ فَكَانَ إِذَا صَلَّى بِأَصْحَابِهِ رَفَعَ صَوْتَهُ بِالْقُرْآنِ فَإِذَا سَمِعَ ذَلِكَ الْمُشْرِكُونَ سَبُّوا الْقُرْآنَ وَمَنْ أَنْزَلَهُ وَمَنْ جَاءَ بِهِ فَقَالَ اللَّهُ تَعَالَى لِنَبِيِّهِ صلى الله عليه وسلم "(وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ)" فَيَسْمَعَ الْمُشْرِكُونَ قِرَاءَتَكَ "(وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا)" عَنْ أَصْحَابِكَ أَسْمِعْهُمُ الْقُرْآنَ وَلاَ تَجْهَرْ ذَلِكَ الْجَهْرَ وَابْتَغِ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً يَقُولُ بَيْنَ الْجَهْرِ وَالْمُخَافَتَةِ.
Tercemesi:
Bize Ebu Cafer Muhammed b. es-Sabbah ve Amr en-Nakıd, o ikisine Huşeym, ona İbn es-Sabbah dedi ki: Bize Huşeym, ona Ebu Bişr, ona Said b. Cübeyr, ona da İbn Abbas, Aziz ve Celil Allah'ın; "namazda sesini ne pek yükselt ne de pek kıs" (İsra 17/110) buyruğu hakkında şöyle dediğini rivayet etmiştir: Âyet-i Kerime, Rasulullah (sav) Mekke'de gizli bulunduğu bir zamanda nazil olmuştur. Ashabına namaz kıldırdığı vakit yüksek sesle Kur'an okurdu, müşrikler bunu işitince de Kur'an'a da onu indirene de onu getirene de sövüyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah Nebi'sine (sav); "namazında sesini ne" müşrikler senin Kur'an okumanı işitecek kadar "pek yükselt, ne de" ashabın işitemeyecek kadar "sesini pek kıs" buyurdu. Ashabına Kur'an'ı işittir, fakat o kadar da sesini yükseltme, ikisi arasında bir yol tut, yani sesini yükseltmek ile büsbütün sessiz okuma arasında bir yol tut demek istiyor.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Salât 1001, /185
Senetler:
1. İbn Abbas Abdullah b. Abbas el-Kuraşî (Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
2. Ebu Abdullah Said b. Cübeyr el-Esedî (Said b. Cübeyr)
3. Ebu Bişr Cafer b. Ebu Vahşiyye el-Yeşkuri (Cafer b. İyas)
4. Ebu Muaviye Hüşeym b. Beşir es-Sülemî (Hüşeym b. Beşir b. el-Kasım b. Dinar)
5. Ebu Osman Amr b. Muhammed en-Nakıd (Amr b. Muhammed b. Bükeyr)
Konular:
Hz. Peygamber, Cebraille ilişkisi
Hz. Peygamber, hakaret ve saygısızlık yapılması
KTB, NAMAZ,
Küfür, Kafir, Allah'ı inkar etmek
Kur'ân, güzel/ doğru okumak
Kur'an, okumak ve yaşamak
Namaz, cemaatle
Namaz, namaz
Namaz, Namazda imamet, duruşu, kişi sayısı vs
Namaz, sesli okuma, cehri tilavet, hangi namazlarda okunacak vs,
Siyer, Hz. Peygamber'in Mekke döneminde çektiği sıkıntılar