Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zuhrî, ona da Urve şöyle demiştir:
"Müslümanların sayısı artıp iman açıkça görünür hâle gelince, Kureyşli kâfir müşrikler, kendi kabilelerinden iman edenleri gündemlerine aldı ve onlara işkence ederek, onları hapsederek dinlerinden döndürmek istediler. Ravi der ki: Bize ulaştığına göre, Rasulullah (sav) iman edenlere 'Yeryüzüne dağılın' diye emir buyurdu. Onlar 'Ey Allah’ın Rasulü! Nereye gidelim?' dediler. Rasulullah (sav) elini Habeşistan toprağına doğru işaret ederek 'Oraya (gidin)' buyurdu. Habeşistan, Rasulullah'ın (sav) Medine’den önce hicret etmeyi en çok istediği yerdi. Bunun üzerine kalabalık bir grup hicret etti. Onlardan kimi ailesiyle birlikte, kimi ise tek başına hicret etti. Nihayet Habeşistan’a ulaştılar. Zuhrî der ki: Bu hicrete; Cafer b. Ebu Tâlib, eşi Esmâ bint Umeys el-Has'amiyye ile birlikte; Osman b. Affân (ra) eşi, Rasulullah’ın kızı Rukiye ile birlikte; Hâlid b. Saîd b. Âs, eşi Ümeyme bt. Halef ile birlikte; Ebu Seleme, eşi Ümmü Seleme bt. Ebu Ümeyye b. Muğîre ile birlikte ve Kureyş’ten bir adam da eşiyle birlikte çıktı. Habeşistan’da Abdullah b. Cafer ve Hâlid b. Saîd’in kızı Ümme doğdu. Ümme Amr b. Zübeyir ile Hâlid b. Zübeyir’in annesidir. Yine dünyaya gelenler arasında Hâris b. Hâtıb ve Kureyş’ten bazı kişiler vardı."
Zührî der ki: Bana, Urve b. Zübeyir' haber verdiğine göre Hz. Âişe şöyle demiştir: "Ben aklım erdim ereli anne ve babam Müslümandı. Gün bile geçmezdi ki, sabah ve akşam vakitlerinde Rasulullah (sav) bize gelmemiş olsun. Müslümanlar sıkıntıya maruz kaldıklarında, Ebu Bekir (r.a.) Habeşistan’a doğru hicret etmek üzere yola çıktı. Berku’l-Ğımâd denilen yere ulaştığında, Kârre’nin reisi olan İbn Düğünne ile karşılaştı. İbn Düğünne ona 'Nereye gitmeyi düşünüyorsun ey Ebu Bekir?' dedi. Ebu Bekir 'Kavmim beni yurdumdan çıkardı. Ben de yeryüzünde dolaşarak Rabbime ibadet etmek istiyorum' dedi. İbn Düğünne 'Ey Ebu Bekir! Senin gibi bir kişi ne yurdundan çıkarılır ne de kendi çıkıp gider. Sen, malı olmayan yoksulu gözetir, akrabalık bağlarını sürdürür, yük taşıyamayanın yükünü taşır, misafire ikram eder, hakkın gerektirdiği işlerde yardım edersin. Ben sana eman veriyorum, dön ve memleketinde Rabbine ibadet et' dedi. Bunun üzerine İbn Düğünne, Ebu Bekir ile birlikte geri döndü. Müşrik Kureyş ileri gelenlerinin yanına giderek 'Ebu Bekir yurdunu terk etmiş. Hâlbuki onun gibisi yurdundan çıkarılmaz. Siz, yoksulu gözeten, akrabalık bağını sürdüren, yük taşıyamayanın yükünü taşıyan, misafire ikram eden ve hak uğruna yardımcı olan bir adamı mı çıkarıyorsunuz?' dedi. Kureyş, İbn Düğünne’nin verdiği emanı kabul ederek Ebu Bekir’e eman verdi ve 'İbn Düğünne’ye 'Ebu Bekir'e söyle, evinde Rabbine ibadet etsin. Evinde istediği kadar namaz kılsın ama bize eziyet vermesin. Namazını ve Kur’an okuyuşunu evinin dışında alenileştirmesin' dediler. Ebu Bekir bu şartı kabul etti, ancak daha sonra evinin avlusunda küçük bir mescit inşa etti. Orada namaz kılıyor ve Kur’an okuyordu. Onun okuyuşu karşısında müşrik kadınlar ve çocuklar toplanıp dinliyor, hayran kalıyorlardı. Ebu Bekir çok duygulu bir adamdı. Kur’an okuduğunda gözyaşlarını tutamazdı. Bu durum Kureyş’in ileri gelenlerini endişelendirdi. İbn Düğünne’ye adam gönderip 'Biz Ebu Bekir’e sadece evinde ibadet etmesi şartıyla eman vermiştik. O ise bu şartı aştı, evinin avlusuna mescit yaptı, namazı ve Kur’an okuyuşunu açıktan yapmaya başladı. Kadınlarımızın ve çocuklarımızın etkilenmesinden korkuyoruz. Ona git ve uyar. İsterse evinde ibadet etmeye devam etsin, istemezse himayeni sana iade etsin. Biz, himayeni ihlâl etmekten hoşlanmayız, fakat onun bu şekilde açıkça ibadet etmesini de onaylamıyoruz' dediler. Âişe der ki: İbn Düğünne, Ebu Bekir’in yanına geldi ve 'Ey Ebu Bekir! Sana sağladığım himayenin şartını biliyorsun. Ya buna uyarsın ya da himayemi bana geri verirsin. Zira Araplar arasında, himayesini verdiğim bir kişiyi korumaktan vazgeçtiğim söylenmesinden hoşlanmam' dedi. Ebu Bekir 'O hâlde himayeni sana iade ediyorum. Ben Allah’ın ve Rasûlünün himayesinden razıyım' dedi."
"O günlerde Rasulullah (sav) hâlâ Mekke’de idi. Müslümanlara 'Bana hicret edeceğiniz yurt gösterildi, bana hicret edeceğiniz yurt gösterildi. Hurmalık, iki kara taşlık (lava) arasında, tuzlu topraklı bir yer gördüm' buyurdu. Bunun üzerine Medine’ye hicret edenler oldu. Habeşistan’a hicret eden bazı Müslümanlar da Medine’ye geri döndü. Ebu Bekir de hicret için hazırlık yaptı. Rasulullah (sav) ona 'Acele etme, umarım bana da izin verilir' buyurdu. Ebu Bekir 'Bu izni gerçekten bekliyor musun, ey Allah’ın Rasulü?' diye sordu. Rasulullah (sav) da 'Evet' dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir, Rasulullah’a (sav) yoldaş olabilmek için bekledi. İki devesini dört ay boyunca semur ağacının yapraklarıyla besleyerek hazırladı."
Zührî der ki: Urve'nin rivayet ettiğine göre Hz. Âişe şöyle demiştir: "Bir gün öğle sıcağında evimizde oturuyorduk. Ebu Bekir’e biri gelip 'İşte Rasûlullah (sav), başını örtmüş, geliyor' dedi. Ebu Bekir 'Anam babam Ona feda olsun! Bu saatte gelmesi ancak önemli bir iş sebebiyledir' dedi. Rasulullah (sav) geldi, izin istedi, kendisine izin verildi ve içeri girdi... Ebu Bekir 'Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasulü! Yanındakiler ancak ehlindir, (yabancı kimse yoktur)' dedi. Rasulullah (sav) 'Bana hicret izni verildi' buyurdu. Ebu Bekir 'Öyleyse yol arkadaşlığını isterim, anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasûlü!' dedi. Rasulullah (sav) 'Evet' dedi. Ebu Bekir 'O hâlde, anam babam sana feda olsun, şu iki deveden birini al' dedi. Rasulullah (sav) 'Bedelini ödeyerek alırım' buyurdu. Âişe der ki: Onları aceleyle yola hazırladık. Azık için bir torba yaptık. Kız kardeşim Esmâ, kuşağını ikiye bölerek torbanın ağzını bağladı. Bu yüzden ‘Zâtü’n-nitâkayn’ (iki kuşak sahibi) diye anıldı. Sonra Rasulullah (sav) ile Ebu Bekir, Sevr denilen dağdaki bir mağaraya ulaştılar ve orada üç gece kaldılar."
Ma‘mer der ki: Osman el-Cezerî'nin bana haber verdiğine göre İbn Abbâs’ın azatlısı Meksem, Allah Teâlâ’nın 'Hani inkâr edenler seni yakalayıp bağlamak veya öldürmek ya da (Mekke’den) çıkarmak için tuzak kuruyorlardı…” [Enfâl, 8/30] ayeti tefsirinde şöyle demiştir: "Kureyş Mekke’de toplandı ve istişare etti. Onlardan bazıları 'Sabah olunca O'nu bağlayalım'; bazıları 'Hayır, onu öldürelim' bir kısmı da 'Onu (şehirden) çıkaralım' dedi. Allah, Peygamberini bu plandan haberdar etti. O gece Hz. Ali, Peygamber’in yatağında yattı. Peygamber (sav) ise mağaraya doğru yola çıktı. Müşrikler, Hz. Ali’yi gözetlemeye başladılar; onu Peygamber zannediyorlardı. Sabah olunca Ali’nin üzerine yürüdüler. Onu görünce Allah onların tuzaklarını boşa çıkardı. 'Arkadaşın nerede?' diye sordular. Ali 'Bilmiyorum' dedi. Onun izini sürmeye başladılar. Dağa ulaştıklarında iş karıştı. Dağa tırmandılar, mağaranın yanından geçtiler ve kapısında örümcek ağı gördüler. 'Eğer buraya girmiş olsaydı kapısında örümcek ağı olmazdı' dediler. Böylece Rasulullah (sav) orada üç gün kaldı."
Ma'mer der ki: Katâde şöyle haber vermiştir: "Onlar, Peygamber (sav) hakkında istişare etmek üzere Dâru’n-Nedve’ye girdiler ve 'Aranıza sizden olmayan (yabancı) kimse girmesin' dediler. Bu sırada şeytan, Necid'li yaşlı bir adam suretinde aralarına girdi. Onlar 'Bundan size zarar gelmez, bu Necid'li bir adamdır' dediler ve istişare etmeye başladılar. İçlerinden biri 'Onu bir deveye bindirip buradan çıkaralım' dedi. Şeytan 'Bu çok kötü bir fikir. O, aranızda bulunduğu hâlde bile size zarar veriyordu. Onu dışarı çıkarırsanız insanları ifsat eder, sonra da onları üzerinize salarak sizinle savaşır' dedi. Onlar 'Bu şeyhin söylediği çok doğru' dediler. Bir başkası 'Onu bir eve kapatıp kapısını çamurla örteriz, orada ölüp gidene kadar bırakırız' dedi. Şeytan 'Bu da kötü bir fikir. Sizce kavmi onu orada sonsuza kadar bırakır mı? Elbette onun için öfkelenecekler ve çıkaracaklardır' dedi. Bunun üzerine Ebu Cehil 'Her kabileden bir adam seçelim. Hep birlikte kılıçlarını kuşansınlar, onu tek bir kılıç darbesiyle öldürsünler. Böylece kimin öldürdüğü belli olmaz ve kan davasına da girilmez' dedi. Şeytan 'Bu, en doğru görüştür' dedi. Bunun üzerine Allah, Peygamberini bu plandan haberdar etti. Peygamber (sav), Ebu Bekir’le birlikte “Sevr” denilen dağdaki mağaraya gitti. Hz. Ali ise Peygamber’in (sav) yatağında yattı. Müşrikler onu gözetledi; Peygamber (sav) zannediyorlardı. Sabah olunca Ali kalkıp sabah namazını kıldı. Onun üzerine yürüdüler, karşılarında Hz. Ali’yi görünce 'Arkadaşın nerede?' diye sordular. Hz. Ali 'Bilmiyorum' dedi. İzini sürdüler, mağaraya kadar geldiler, sonra geri döndüler. Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir orada üç gece kaldılar."
Ma'mer der ki: Zührî' Urve'den rivayet ettiği hadisinde şöyle demiştir: "Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir, (Sevr) mağarasında üç gece kaldılar. Onların yanında geceleri, Ebu Bekir’in oğlu Abdullah kalıyordu. Abdullah, genç, zeki ve anlayışlı bir delikanlı idi. Gece seher vakti yanlarından çıkıyor, sabah olduğunda Mekke’de Kureyş’in arasında bulunuyor, onlarla birlikte geceyi geçirmiş gibi davranıyordu. Kureyş’in gizlice planladığı her şeyi işitiyor, hafızasında tutuyor ve akşam karanlığı bastığında gelip Peygamber’e ve babasına haber veriyordu. Ebu Bekir’in azatlısı Âmir b. Füheyre de onlara ait süt veren birkaç koyunu otlatıyordu. Gece bir vakit geçtikten sonra sürüyü mağaranın yanına getiriyor, onlar da koyunların sütünden içip barınıyorlardı. Sonra Âmir, koyunları tan yeri ağarmadan götürüyor, böylece üç gece boyunca izleri kapatıyordu. Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir, Abd b. Adî oğulları kolundan, Dîl oğulları kabilesine mensup, yol bulmada usta (harrît) bir kılavuz kiraladılar. Bu adam, Âs b. Vâil ailesi ile anlaşması bulunan, Kureyş kâfirlerinin dini üzere olan birisiydi. Ona güvenip develerini teslim ettiler. Üç gün sonra Sevr mağarasında buluşmak üzere sözleştiler. Kılavuz, üç gecenin sabahında develeri mağaraya getirdi. Onlar yola koyuldular. Yanlarında Âmir b. Füheyre ve o Dîl oğulları kabilesinden olan kılavuz da vardı. Kılavuz, onları sahil tarafındaki Ezâhir yolundan götürdü."
Ma‘mer der ki: Zührî'nin bana, Sürâka b. Cu‘şum’un yeğeni Abdurrahman b. Mâlik el-Müdlicî’den haber verdiğine göre, babası, Sürâka şöyle demiştir: "Kureyşli kâfirlerin elçileri bize geldiler. Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir’i öldüren ya da esir eden kimseye, onun kan bedelini (ödül olarak) vereceklerini ilan ettiler. Ben, kendi kabilem Müdelic oğullarının meclisinde otururken, kabileden biri geldi ve 'Ey Sürâka! Az önce sahilde bir grup insan gördüm, bana öyle geliyor ki onlar Muhammed ve arkadaşlarıdır' dedi. Bunun gerçek olduğunu anladım, ama 'Hayır, onlar değil; sen filan ve filanı gördün, av peşindeydiler' dedim. Mecliste biraz daha oturduktan sonra kalktım, evime girdim. Cariyeme, tepenin arkasında tutmakta olduğu atımı getirmesini söyledim. Mızrağımı aldım, evin arka tarafından çıktım. Mızrağımı yere sürüyerek atıma vardım, bindim. Atımı sürerek hızla ilerledim. Onları görene kadar yaklaştım. Sesimi duyabilecek mesafeye gelince atım tökezledi ve yere düştüm. Ayağa kalktım, kınımdaki fal oklarını (ezlâm) çıkarıp 'Onlara zarar vereyim mi, vermeyeyim mi?' diye çekiliş yaptım, sonuç, hoşuma gitmeyecek şekilde 'Zarar verme' çıktı. Ama ben falı dinlemeyip atıma tekrar bindim ve ilerledim. Rasulullah’ın, Kur’ân okuyuşunu işittim. Kendisi hiç arkasına bakmıyor, fakat Ebû Bekir sık sık dönüp bakıyordu. Bu sırada atımın iki ön ayağı yere gömülüp dizlerine kadar battı. Yine yere düştüm. Atı kamçıladım, zorla ayağa kalktı ama ön ayaklarını güçlükle çıkardı. Ayağa kalktığında ön ayaklarının yerinde, göğe doğru alevsiz bir duman gibi yükselen bir toz bulutu oluştu."
Ma'mer der ki: Ebu Amr b. Alâ’ya, '“الْعُثَانُ” nedir?' diye sordum. Bir süre sustu, sonra “Ateşsiz duman” dedi. Ma‘mer der ki: Zührî, hadisinde şöyle demiştir: (Süraka şöyle devam etti:)
"Fal oklarıyla (ezlâm) çekiliş yaptım, 'Onlara zarar verme' şeklinde istemediğim sonuç çıktı. Bunun üzerine onlara eman verdim, durdular. Atıma binip yanlarına geldim. Onlardan gördüğüm engelleme ve başıma gelenlerden sonra, içime Rasulullah’ın (sav) işinin mutlaka üstün geleceği doğdu. Ona, 'Kavmin senin için ödül koydu' dedim. Yolculuğumda duyduklarımı ve insanların onlara ne yapmak istediklerini haber verdim. Azık ve eşya teklif ettim, benden hiçbir şey almadılar, sadece gizli tutmamı istediler. Ben de kendilerinden, bana eman verdiğine dair bir güven belgesi yazmalarını istedim. Bunun üzerine Rasulullah (sav), Âmir b. Füheyre’ye emretti, o da bana deri parçasına yazılı bir amanname verdi. Sonra yollarına devam ettiler."
Ma'mer der ki: Zührî “Urve b. Zübeyir bana şöyle haber verdi” demiştir: "Hz. Peygamber (sav) yolda Zübeyir ile birlikte bir grup Müslümanla karşılaştı. Bunlar Şam’dan Mekke’ye dönen Medineli tüccarlardı. Onlar Rasulullah (sav) ile Ebu Bekir’e beyaz elbiseler verdiler. Medineli Müslümanlar, Rasulullah’ın yola çıktığını duyduğundan beri, her sabah Harra’ya gidip onu beklemeye başlar, Öğle sıcağı onları rahatsız edince de geri dönerlerdi. Bir gün yine bekleyip dönmüşlerdi ki, bir Yahudi kendi evinin kulesine çıkıp bakınırken Rasulullah (sav) ve arkadaşlarını beyaz elbiseler içinde, serap gibi dalgalanarak yaklaşırken gördü. Yahudi, yüksek sesle 'Ey Arap topluluğu! İşte beklediğiniz talihiniz geldi' diye bağırdı. Müslümanlar silahlanıp Rasulullah’a koştular, Harra’nın dışına kadar onu karşıladılar. Rasulullah (sav) sağa yöneldi, Amr b. Avf oğulları yurduna indi. Bu olay, Rebîulevvel ayının pazartesi günü oldu. Ebu Bekir insanlara konuşuyor, Rasulullah (sav) sessizce oturuyordu. Daha önce Rasulullah’ı görmemiş olan Ensar’dan bazıları Ebû Bekir'i, O sandı. Güneş Rasulullah’a vurunca, Ebu Bekir ridâsıyla ona gölge yaptı. O zaman insanlar hangisinin Peygamber (sav) olduğunu anladılar. Rasulullah (sav) Amr b. Avf oğulları yurdunda on küsur gün kaldı. Takvâ üzere kurulan mescidi inşa etti ve orada namaz kıldı. Sonra devesine bindi, insanlar yaya olarak onu takip etti. Medine’deki bugünkü Mescid-i Nebevî’nin yerine kadar geldi, burada devesi çöktü. Orası, o zaman bir kısım Müslümanların namaz kıldığı bir yerdi. Arsa Neccâr oğullarından Ebu Ümâme Esad b. Zürâre’nin himayesindeki iki yetim kardeşe; Sahl ve Suheyl’e ait hurma kurutma yeriydi. Rasulullah (sav) devesi çöktüğünde 'Burası konak yerimiz, inşallah' dedi. Çocukları çağırıp yeri satın almak istedi. Onlar, 'Size hibe ediyoruz ey Allah'ın Rasulü' dediler. Fakat o hibeyi kabul etmedi, bedelini ödeyerek aldı. Buraya mescit inşa edildi. Rasulullah (sav) da onlarla birlikte kerpiç taşıyor ve şu beyitleri okuyordu:"
"Bu yük, Hayber’in yükü değildir; Bu Rabbimize daha hayırlı ve daha temizdir."
"Allah’ım! Asıl ecir ahiret ecridir; Ensar’a ve Muhacirlere merhamet et."
"Ravi der ki: Rasulullah’ın (sav), bu beyitler dışında hiçbir zaman tam bir şiir beyti söylediğini işitmedim. Bunları da mescit inşasında işçiler gibi tekrarlardı. Rasulullah (sav), Kureyşli kâfirlerle savaş devam ettiği için, Habeşistan’a hicret eden Muhacirler, Medine’ye gelişlerini geciktirildiler, ancak Hendek Savaşı sırasında Peygamber (sav) ile buluşabildiler. Esmâ bt. Umeys 'Ömer b. Hattâb, bizim Habeşistan’da kalışımızı ayıplardı' demiştir. Esmâ, bunu Rasulullah’a anlattığında, -Esmâ’nın ifadesine göre- Hz. Peygamber (sav) 'Hayır, siz öyle (ayıplanacak kimseler) değilsiniz' buyurdu. Savaş (Cihada izin) hususunda inen ilk ayet 'Kendilerine zulmedilenlere, savaşmak için izin verildi. Allah onların yardımına elbette kâdirdir' [Hac, 22/39] ayetidir."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
80848, MA009743
Hadis:
عَبْدُ الرَّزَّاقِ، عَنْ مَعْمَرٍ، عَنِ الزُّهْرِيِّ فِي حَدِيثِهِ فِي عُرْوَةَ، قَالَ: فَلَمَّا كَثُرَ الْمُسْلِمُونَ وَظَهَرَ الْإِيمَانُ، فَتَحَدَّثَ بِهِ الْمُشْرِكُونَ مِنْ كُفَّارِ قُرَيْشٍ بِمَنْ آمَنَ مِنْ قَبَائِلِهِمْ، يُعَذِّبُونَهُمْ وَيَسْجُنُونَهُمْ، وَأَرَادُوا فِتْنَتَهُمْ عَنْ دِينِهِمْ، قَالَ: فَبَلَغَنَا أَنَّ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ لِلَّذِينَ آمَنُوا بِهِ: «تَفَرَّقُوا فِي الْأَرْضِ». قَالُوا: فَأَيْنَ نَذْهَبُ يَا رَسُولَ اللهِ؟ قَالَ: «هَاهُنَا» – وَأَشَارَ بِيَدِهِ إِلَى أَرْضِ الْحَبَشَةِ، وَكَانَتْ أَحَبَّ الْأَرْضِ إِلَى رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُهَاجِرُ قَبْلَهَا – فَهَاجَرَ نَاسٌ ذُو عَدَدٍ، مِنْهُمْ مَنْ هَاجَرَ بِأَهْلِهِ، وَمِنْهُمْ مَنْ هَاجَرَ بِنَفْسِهِ، حَتَّى قَدِمُوا أَرْضَ الْحَبَشَةِ. قَالَ الزُّهْرِيُّ: فَخَرَجَ فِي الْهِجْرَةِ جَعْفَرُ بْنُ أَبِي طَالِبٍ بِامْرَأَتِهِ أَسْمَاءَ بِنْتِ عُمَيْسٍ الْخَثْعَمِيَّةِ، وَعُثْمَانُ بْنُ عَفَّانَ – رَضِيَ اللهُ عَنْهُ – بِامْرَأَتِهِ رُقَيَّةَ بِنْتِ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَخَرَجَ فِيهَا خَالِدُ بْنُ سَعِيدِ بْنِ الْعَاصِ بِامْرَأَتِهِ أُمَيْمَةَ بِنْتِ خَلَفٍ، وَخَرَجَ فِيهَا أَبُو سَلَمَةَ بِامْرَأَتِهِ أُمِّ سَلَمَةَ بِنْتِ أَبِي أُمَيَّةَ بْنِ الْمُغِيرَةِ، وَرَجُلٌ مِنْ قُرَيْشٍ خَرَجُوا بِنِسَائِهِمْ، فَوُلِدَ بِهَا عَبْدُ اللهِ بْنُ جَعْفَرٍ، وَوُلِدَتْ بِهَا أُمَّةُ بِنْتُ خَالِدِ بْنِ سَعِيدٍ، أُمُّ عَمْرِو بْنِ الزُّبَيْرِ وَخَالِدِ بْنِ الزُّبَيْرِ، وَوُلِدَ بِهَا الْحَارِثُ بْنُ حَاطِبٍ فِي نَاسٍ مِنْ قُرَيْشٍ وُلِدُوا بِهَا.
قَالَ الزُّهْرِيُّ: وَأَخْبَرَنِي عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ أَنَّ عَائِشَةَ قَالَتْ: لَمْ أَعْقِلْ أَبَوَيَّ قَطُّ إِلَّا وَهُمَا يَدِينَانِ الدِّينَ، وَلَمْ يَمْرَّ عَلَيْنَا يَوْمٌ إِلَّا يَأْتِينَا فِيهِ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ طَرَفَيِ النَّهَارِ – بُكْرَةً وَعَشِيَّةً – فَلَمَّا ابْتُلِيَ الْمُسْلِمُونَ، خَرَجَ أَبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ مُهَاجِرًا قِبَلَ أَرْضِ الْحَبَشَةِ، حَتَّى إِذَا بَلَغَ بَرْكُ الْغِمَادِ لَقِيَهُ ابْنُ الدُّغُنَّةِ، وَهُوَ سَيِّدُ الْقَارَةِ، فَقَالَ ابْنُ الدُّغُنَّةِ: أَيْنَ تُرِيدُ يَا أَبَا بَكْرٍ؟ فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ: أَخْرَجَنِي قَوْمِي، فَأُرِيدُ أَنْ أَسِيحَ فِي الْأَرْضِ، وَأَعْبُدَ رَبِّي. فَقَالَ ابْنُ الدُّغُنَّةِ: مِثْلُكَ يَا أَبَا بَكْرٍ لَا يَخْرُجُ وَلَا يُخْرَجُ، إِنَّكَ تَكْسِبُ الْمَعْدُومَ، وَتَصِلُ الرَّحِمَ، وَتَحْمِلُ الْكَلَّ، وَتَقْرِي الضَّيْفَ، وَتُعِينُ عَلَى نَوَائِبِ الْحَقِّ، فَأَنَا لَكَ جَارٌ، فَارْجِعْ فَاعْبُدْ رَبَّكَ بِبَلَدِكَ. فَارْتَحَلَ ابْنُ الدُّغُنَّةِ وَرَجَعَ مَعَ أَبِي بَكْرٍ، فَطَافَ ابْنُ الدُّغُنَّةِ فِي كُفَّارِ قُرَيْشٍ، فَقَالَ: إِنَّ أَبَا بَكْرٍ خَرَجَ وَلَا يُخْرَجُ مِثْلُهُ، أَتُخْرِجُونَ رَجُلًا يَكْسِبُ الْمَعْدُومَ، وَيَصِلُ الرَّحِمَ، وَيَحْمِلُ الْكَلَّ، وَيَقْرِي الضَّيْفَ، وَيُعِينُ عَلَى نَوَائِبِ الْحَقِّ؟ فَأَنْفَذَتْ قُرَيْشٌ جِوَارَ ابْنِ الدُّغُنَّةِ، وَأَمِنُوا أَبَا بَكْرٍ، وَقَالُوا لِابْنِ الدُّغُنَّةِ: مُرْ أَبَا بَكْرٍ فَلْيَعْبُدْ رَبَّهُ فِي دَارِهِ، وَلْيُصَلِّ فِيهَا مَا شَاءَ، وَلَا يُؤْذِينَا، وَلَا يَسْتَعْلِنْ بِالصَّلَاةِ وَالْقِرَاءَةِ فِي غَيْرِ دَارِهِ. فَفَعَلَ. ثُمَّ بَدَا لِأَبِي بَكْرٍ فَبَنَى مَسْجِدًا بِفِنَاءِ دَارِهِ، فَكَانَ يُصَلِّي فِيهِ وَيَقْرَأُ، فَيَتَقَصَّفُ عَلَيْهِ نِسَاءُ الْمُشْرِكِينَ وَأَبْنَاؤُهُمْ، يُعْجِبُونَ مِنْهُ، وَيَنْظُرُونَ إِلَيْهِ، وَكَانَ أَبُو بَكْرٍ رَجُلًا بَكَّاءً، لَا يَمْلِكُ دَمْعَهُ حِينَ يَقْرَأُ الْقُرْآنَ، فَأَفْزَعَ ذَلِكَ أَشْرَافَ قُرَيْشٍ، فَأَرْسَلُوا إِلَى ابْنِ الدُّغُنَّةِ، فَقَدِمَ عَلَيْهِمْ، فَقَالُوا: إِنَّمَا أَجَرْنَا أَبَا بَكْرٍ عَلَى أَنْ يَعْبُدَ اللهَ فِي دَارِهِ، وَإِنَّهُ قَدْ جَاوَزَ ذَلِكَ، وَبَنَى مَسْجِدًا بِفِنَاءِ دَارِهِ، وَأَعْلَنَ الصَّلَاةَ وَالْقِرَاءَةَ، وَإِنَّا قَدْ خَشِينَا أَنْ يَفْتِنَ نِسَاءَنَا وَأَبْنَاءَنَا، فَأْتِهِ فَأْمُرْهُ، فَإِنْ أَحَبَّ أَنْ يَقْتَصِرَ عَلَى أَنْ يَعْبُدَ اللهَ فِي دَارِهِ فَعَلَ، وَإِنْ أَبَى إِلَّا أَنْ يُعْلِنَ ذَلِكَ، فَسَلْهُ أَنْ يَرُدَّ عَلَيْكَ ذِمَّتَكَ، فَإِنَّا قَدْ كَرِهْنَا خَفْرَكَ، وَلَسْنَا مُقِرِّينَ لِأَبِي بَكْرٍ بِالِاسْتِعْلَانِ. قَالَتْ عَائِشَةُ: فَأَتَى ابْنُ الدُّغُنَّةِ أَبَا بَكْرٍ، فَقَالَ: يَا أَبَا بَكْرٍ، قَدْ عَلِمْتَ الَّذِي عَقَدْتُ لَكَ، إِمَّا أَنْ تَقْتَصِرَ عَلَى ذَلِكَ، وَإِمَّا أَنْ تَرْجِعَ إِلَيَّ ذِمَّتِي، فَإِنِّي لَا أُحِبُّ أَنْ تَسْمَعَ الْعَرَبُ أَنِّي أَخْفَرْتُ فِي عَهْدِ رَجُلٍ عَقَدْتُ لَهُ. فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ: فَإِنِّي أَرُدُّ إِلَيْكَ جِوَارَكَ، وَأَرْضَى بِجِوَارِ اللهِ وَرَسُولِهِ.
وَرَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَئِذٍ بِمَكَّةَ، فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِلْمُسْلِمِينَ: إِنِّي قَدْ أُرِيتُ دَارَ هِجْرَتِكُمْ، إِنِّي أُرِيتُ دَارًا سَبِخَةً ذَاتَ نَخْلٍ، بَيْنَ لَابَتَيْنِ، وَهُمَا الْحَرَّتَانِ. فَهَاجَرَ مَنْ هَاجَرَ قَبْلَ الْمَدِينَةِ، حِينَ ذَكَرَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ذَلِكَ، وَرَجَعَ إِلَى الْمَدِينَةِ بَعْضُ مَنْ كَانَ هَاجَرَ إِلَى أَرْضِ الْحَبَشَةِ مِنَ الْمُسْلِمِينَ، وَتَجَهَّزَ أَبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ مُهَاجِرًا، فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: عَلَى رِسْلِكَ، فَإِنِّي أَرْجُو أَنْ يُؤْذَنَ لِي. فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ: أَتَرْجُو ذَلِكَ يَا نَبِيَّ اللهِ؟ قَالَ: نَعَمْ. فَحَبَسَ أَبُو بَكْرٍ نَفْسَهُ عَلَى رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِصُحْبَتِهِ، وَعَلَفَ أَبُو بَكْرٍ رَاحِلَتَيْنِ كَانَتَا عِنْدَهُ وَرَقَ السَّمُرِ أَرْبَعَةَ أَشْهُرٍ.
قَالَ الزُّهْرِيُّ: قَالَ عُرْوَةُ: قَالَتْ عَائِشَةُ: فَبَيْنَا نَحْنُ يَوْمًا جُلُوسٌ فِي بَيْتِنَا فِي نَحْرِ الظَّهِيرَةِ، قَالَ قَائِلٌ لِأَبِي بَكْرٍ: هَذَا رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مُقْبِلًا مُتَقَنِّعًا رَأْسَهُ، فِي سَاعَةٍ لَمْ يَكُنْ يَأْتِينَا فِيهَا. فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ: فِدَاهُ أَبِي وَأُمِّي، مَا جَاءَ بِهِ فِي هَذِهِ السَّاعَةِ إِلَّا أَمْرٌ. قَالَتْ: فَجَاءَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَاسْتَأْذَنَ، فَأُذِنَ لَهُ، فَدَخَلَ... فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ: إِنَّمَا هُمْ أَهْلُكَ، بِأَبِي أَنْتَ يَا رَسُولَ اللهِ! فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: فَإِنَّهُ قَدْ أُذِنَ لِي فِي الْخُرُوجِ. فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ: فَالصُّحْبَةَ، بِأَبِي أَنْتَ يَا رَسُولَ اللهِ! فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: نَعَمْ. فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ: فَخُذْ – بِأَبِي أَنْتَ يَا رَسُولَ اللهِ وَأُمِّي – إِحْدَى رَاحِلَتَيَّ هَاتَيْنِ. فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: بِالثَّمَنِ. قَالَتْ عَائِشَةُ: فَجَهَّزْنَاهُمَا أَحَثَّ الْجِهَازِ، فَصَنَعْنَا لَهُمَا سُفْرَةً فِي جِرَابٍ، فَقَطَعَتْ أَسْمَاءُ بِنْتُ أَبِي بَكْرٍ مِنْ نِطَاقِهَا، فَأَوْكَتْ بِهِ الْجِرَابَ، فَلِذَلِكَ كَانَتْ تُسَمَّى ذَاتَ النِّطَاقَيْنِ، ثُمَّ لَحِقَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأَبُو بَكْرٍ بِغَارٍ فِي جَبَلٍ يُقَالُ لَهُ ثَوْرٌ، فَمَكَثَا فِيهِ ثَلَاثَ لَيَالٍ.
قَالَ مَعْمَرٌ: وَأَخْبَرَنِي عُثْمَانُ الْجَزَرِيُّ أَنَّ مِقْسَمًا مَوْلَى ابْنِ عَبَّاسٍ أَخْبَرَهُ فِي قَوْلِهِ: ﴿وَإِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ﴾ [الأنفال: 30]، قَالَ: تَشَاوَرَتْ قُرَيْشٌ بِمَكَّةَ، فَقَالَ بَعْضُهُمْ: إِذَا أَصْبَحَ فَأَثْبِتُوهُ بِالْوَثَاقِ، يُرِيدُونَ النَّبِيَّ ﷺ، وَقَالَ بَعْضُهُمْ: بَلِ اقْتُلُوهُ، وَقَالَ بَعْضُهُمْ: أَخْرِجُوهُ، فَأَطْلَعَ اللهُ نَبِيَّهُ عَلَى ذَلِكَ، فَبَاتَ عَلِيٌّ عَلَى فِرَاشِ النَّبِيِّ ﷺ تِلْكَ اللَّيْلَةَ، وَخَرَجَ النَّبِيُّ ﷺ فَلَحِقَ بِالْغَارِ، وَبَاتَ الْمُشْرِكُونَ يَحْرُسُونَ عَلِيًّا، يَحْسَبُونَ أَنَّهُ النَّبِيُّ ﷺ، فَلَمَّا أَصْبَحُوا ثَارُوا إِلَيْهِ، فَلَمَّا رَأَوْا عَلِيًّا رَدَّ اللهُ مَكْرَهُمْ، فَقَالُوا: أَيْنَ صَاحِبُكَ هَذَا؟ قَالَ: لَا أَدْرِي، فَاقْتَصُّوا أَثَرَهُ، فَلَمَّا بَلَغُوا الْجَبَلَ اخْتَلَطَ عَلَيْهِمُ الْأَمْرُ، فَصَعِدُوا الْجَبَلَ، فَمَرُّوا بِالْغَارِ، فَرَأَوْا عَلَى بَابِهِ نَسْجَ الْعَنْكَبُوتِ، فَقَالُوا: لَوْ دَخَلَ هَاهُنَا لَمْ يَكُنْ نَسْجُ الْعَنْكَبُوتِ عَلَى بَابِهِ، فَمَكَثَ فِيهِ ثَلَاثًا.
قَالَ مَعْمَرٌ: قَالَ قَتَادَةُ: دَخَلُوا فِي دَارِ النَّدْوَةِ يَأْتَمِرُونَ بِالنَّبِيِّ ﷺ، فَقَالُوا: لَا يَدْخُلْ مَعَكُمْ أَحَدٌ لَيْسَ مِنْكُمْ، فَدَخَلَ مَعَهُمُ الشَّيْطَانُ فِي صُورَةِ شَيْخٍ مِنْ أَهْلِ نَجْدٍ، فَقَالَ بَعْضُهُمْ: لَيْسَ عَلَيْكُمْ مِنْ هَذَا عَيْنٌ، هَذَا رَجُلٌ مِنْ أَهْلِ نَجْدٍ، قَالَ: فَتَشَاوَرُوا، فَقَالَ رَجُلٌ مِنْهُمْ: أَرَى أَنْ تَرْكَبُوهُ بَعِيرًا ثُمَّ تُخْرِجُوهُ، فَقَالَ الشَّيْطَانُ: بِئْسَ مَا رَأَى هَذَا، هُوَ هَذَا قَدْ كَانَ يُفْسِدُ مَا بَيْنَكُمْ وَهُوَ بَيْنَ أَظْهُرِكُمْ، فَكَيْفَ إِذَا أَخْرَجْتُمُوهُ فَأَفْسَدَ النَّاسَ، ثُمَّ حَمَلَهُمْ عَلَيْكُمْ يُقَاتِلُوكُمْ؟ فَقَالُوا: نِعْمَ مَا رَأَى هَذَا الشَّيْخُ. فَقَالَ قَائِلٌ آخَرُ: فَإِنِّي أَرَى أَنْ تَجْعَلُوهُ فِي بَيْتٍ وَتُطَيِّنُوا عَلَيْهِ بَابَهُ، وَتَدَعُوهُ فِيهِ حَتَّى يَمُوتَ، فَقَالَ الشَّيْطَانُ: بِئْسَ مَا رَأَى هَذَا، أَفَتَرَى قَوْمَهُ يَتْرُكُونَهُ فِيهِ أَبَدًا؟ لَا بُدَّ أَنْ يَغْضَبُوا لَهُ فَيُخْرِجُوهُ. فَقَالَ أَبُو جَهْلٍ: أَرَى أَنَّكُمْ تُخْرِجُونَ مِنْ كُلِّ قَبِيلَةٍ رَجُلًا، ثُمَّ يَأْخُذُونَ أَسْيَافَهُمْ، فَيَضْرِبُونَهُ ضَرْبَةً وَاحِدَةً، فَلَا يُدْرَى مَنْ قَتَلَهُ، فَتَدُونُوهُ. فَقَالَ الشَّيْطَانُ: نِعْمَ مَا رَأَى هَذَا. فَأَطْلَعَ اللهُ نَبِيَّهُ ﷺ عَلَى ذَلِكَ، فَخَرَجَ هُوَ وَأَبُو بَكْرٍ إِلَى غَارٍ فِي الْجَبَلِ، يُقَالُ لَهُ: ثَوْرٌ، وَنَامَ عَلِيٌّ عَلَى فِرَاشِ النَّبِيِّ ﷺ، وَبَاتُوا يَحْرُسُونَهُ يَحْسَبُونَ أَنَّهُ النَّبِيُّ ﷺ، فَلَمَّا أَصْبَحَ عَلِيٌّ قَامَ لِصَلَاةِ الصُّبْحِ، بَادَرُوا إِلَيْهِ، فَإِذَا هُوَ عَلِيٌّ، فَقَالُوا: أَيْنَ صَاحِبُكَ؟ قَالَ: لَا أَدْرِي. فَاقْتَصُّوا أَثَرَهُ، حَتَّى بَلَغُوا الْغَارَ، ثُمَّ رَجَعُوا، فَمَكَثَ فِيهِ هُوَ وَأَبُو بَكْرٍ ثَلَاثَ لَيَالٍ.
قَالَ مَعْمَرٌ: قَالَ الزُّهْرِيُّ فِي حَدِيثِهِ عَنْ عُرْوَةَ: فَمَكَثَا فِيهِ ثَلَاثَ لَيَالٍ، يَبِيتُ عِنْدَهُمَا عَبْدُ اللهِ بْنُ أَبِي بَكْرٍ، وَهُوَ غُلَامٌ شَابٌّ لَقِنٌ، ثَقِفٌ، فَيَخْرُجُ مِنْ عِنْدِهِمَا سَحَرًا، فَيُصْبِحُ عِنْدَ قُرَيْشٍ بِمَكَّةَ، كَبَائِتٍ، فَلَا يَسْمَعُ أَمْرًا يُكَادُ أَنْ يُبَيَّتَ بِهِ إِلَّا وَعَاهُ، حَتَّى يَأْتِيَهُمَا بِخَبَرِ ذَلِكَ حِينَ يَخْتَلِطُ الظَّلَامُ، وَيَرْعَى عَلَيْهِمَا عَامِرُ بْنُ فُهَيْرَةَ مَوْلَى أَبِي بَكْرٍ مَنْحَةً مِنْ غَنَمٍ، فَيُرِيحُهَا عَلَيْهِمَا حِينَ يَذْهَبُ سَاعَةً مِنَ اللَّيْلِ، فَيَبِيتَانِ فِي رَسْلِهَا، حَتَّى يُنَعِّقَ بِهَا عَامِرُ بْنُ فُهَيْرَةَ بِغَلَسٍ، يَفْعَلُ ذَلِكَ كُلَّ لَيْلَةٍ مِنَ اللَّيَالِي الثَّلَاثِ. وَاسْتَأْجَرَ رَسُولُ اللهِ ﷺ وَأَبُو بَكْرٍ رَجُلًا مِنْ بَنِي الدِّيلِ مِنْ بَنِي عَبْدِ بْنِ عَدِيٍّ، هَادِيًا خَرِيتًا – وَالْخَرِيتُ: الْمَاهِرُ بِالْهِدَايَةِ – قَدْ غَمَسَ يَمِينَ حِلْفٍ فِي آلِ الْعَاصِ بْنِ وَائِلٍ، وَهُوَ عَلَى دِينِ كُفَّارِ قُرَيْشٍ، فَأَمَّنَاهُ، فَدَفَعَا إِلَيْهِ رَاحِلَتَيْهِمَا، وَوَاعَدَاهُ غَارَ ثَوْرٍ بَعْدَ ثَلَاثٍ، فَأَتَى غَارَهُمَا بِرَاحِلَتَيْهِمَا صَبِيحَةَ لَيَالٍ ثَلَاثٍ، فَارْتَحَلَا، وَانْطَلَقَ مَعَهُمَا عَامِرُ بْنُ فُهَيْرَةَ مَوْلَى أَبِي بَكْرٍ، وَالدَّلِيلُ الدِّيلِيُّ، فَأَخَذَ بِهِمْ طَرِيقَ أَذَاخِرَ، وَهُوَ طَرِيقُ السَّاحِلِ.
قَالَ مَعْمَرٌ: قَالَ الزُّهْرِيُّ: فَأَخْبَرَنِي عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ مَالِكٍ الْمُدْلِجِيُّ – وَهُوَ ابْنُ أَخِي سُرَاقَةَ بْنِ جُعْشُمٍ – أَنَّ أَبَاهُ أَخْبَرَهُ أَنَّهُ سَمِعَ سُرَاقَةَ يَقُولُ: جَاءَتْنَا رُسُلُ كُفَّارِ قُرَيْشٍ يَجْعَلُونَ فِي رَسُولِ اللهِ ﷺ وَأَبِي بَكْرٍ دِيَةَ كُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا، لِمَنْ قَتَلَهُمَا أَوْ أَسَرَهُمَا، قَالَ: فَبَيْنَا أَنَا جَالِسٌ فِي مَجَالِسِ قَوْمِي مِنْ بَنِي مُدْلِجٍ، أَقْبَلَ رَجُلٌ مِنْهُمْ حَتَّى قَامَ عَلَيْنَا، فَقَالَ: يَا سُرَاقَةُ! إِنِّي رَأَيْتُ آنِفًا أَسْوِدَةً بِالسَّاحِلِ، أَرَاهَا مُحَمَّدًا وَأَصْحَابَهُ، قَالَ سُرَاقَةُ: فَعَرَفْتُ أَنَّهُمْ هُمْ، فَقُلْتُ: إِنَّهُمْ لَيْسُوا بِهِمْ، وَلَكِنَّكَ رَأَيْتَ فُلَانًا وَفُلَانًا انْطَلَقُوا بُغَاةً. قَالَ: ثُمَّ مَا لَبِثْتُ فِي الْمَجْلِسِ إِلَّا سَاعَةً حَتَّى قُمْتُ، فَدَخَلْتُ بَيْتِي، فَأَمَرْتُ جَارِيَتِي أَنْ تُخْرِجَ لِي فَرَسِي، وَهِيَ مِنْ وَرَاءِ أَكَمَةٍ تَحْبِسُهَا عَلَيَّ، وَأَخَذْتُ رُمْحِي، فَخَرَجْتُ بِهِ مِنْ ظَهْرِ الْبَيْتِ، فَخَطَطْتُ بِزُجِّي بِالْأَرْضِ، وَخَفَضْتُ عَلَيْهِ الرُّمْحَ، حَتَّى أَتَيْتُ فَرَسِي، فَرَكِبْتُهَا، فَرَفَعْتُهَا تُقَرِّبُ بِي، حَتَّى رَأَيْتُ أَسْوِدَتَهُمْ، حَتَّى إِذَا دَنَوْتُ مِنْهُمْ حَيْثُ يَسْمَعُونَ الصَّوْتَ، عَثَرَتْ بِي فَرَسِي، فَخَرَرْتُ عَنْهَا، فَقُمْتُ، فَأَهْوَيْتُ بِيَدِي إِلَى كِنَانَتِي، فَاسْتَخْرَجْتُ مِنْهَا – أَيْ الْأَزْلَامَ – فَاسْتَقْسَمْتُ بِهَا: أَأَضُرُّهُمْ أَمْ لَا؟ فَخَرَجَ الَّذِي أَكْرَهُ: لَا أَضُرُّهُمْ، فَرَكِبْتُ فَرَسِي، وَعَصَيْتُ الْأَزْلَامَ، فَرَفَعْتُهَا تُقَرِّبُ بِي أَيْضًا، حَتَّى إِذَا دَنَوْتُ وَسَمِعْتُ قِرَاءَةَ رَسُولِ اللهِ ﷺ، وَهُوَ لَا يَلْتَفِتُ، وَأَبُو بَكْرٍ يُكْثِرُ الْتِلْفِيتَ، سَاخَتْ يَدَا فَرَسِي فِي الْأَرْضِ، حَتَّى بَلَغَتِ الرُّكْبَتَيْنِ، فَخَرَرْتُ عَنْهَا، فَزَجَرْتُهَا، فَنَهَضَتْ، فَلَمْ تَكَدْ تُخْرِجُ يَدَيْهَا، فَلَمَّا اسْتَوَتْ قَائِمَةً، إِذَا لِأَثَرِ يَدَيْهَا عُثَانٌ سَاطِعٌ فِي السَّمَاءِ مِثْلُ الدُّخَانِ.
قَالَ مَعْمَرٌ: قُلْتُ لِأَبِي عَمْرِو بْنِ الْعَلَاءِ: مَا الْعُثَانُ؟ فَسَكَتَ سَاعَةً، ثُمَّ قَالَ: هُوَ الدُّخَانُ مِنْ غَيْرِ نَارٍ. قَالَ مَعْمَرٌ: قَالَ الزُّهْرِيُّ فِي حَدِيثِهِ: فَاسْتَقْسَمْتُ بِالْأَزْلَامِ، فَخَرَجَ الَّذِي أَكْرَهُ: لَا أَضُرُّهُمَا، فَنَادَيْتُهُمَا بِالْأَمَانِ، فَوَقَفَا، وَرَكِبْتُ فَرَسِي حَتَّى جِئْتُهُمَا، وَقَدْ وَقَعَ فِي نَفْسِي حِينَ لَقِيتُ مِنْهُمَا مَا لَقِيتُ مِنَ الْحَبْسِ عَنْهُمَا، أَنَّهُ سَيَظْهَرُ أَمْرُ رَسُولِ اللهِ ﷺ، فَقُلْتُ لَهُ: إِنَّ قَوْمَكَ جَعَلُوا فِيكَ الدِّيَةَ، وَأَخْبَرْتُهُمَا مِنْ أَخْبَارِ سَفَرِي وَمَا يُرِيدُ النَّاسُ بِكُمَا، وَعَرَضْتُ عَلَيْهِمَا الزَّادَ وَالْمَتَاعَ، فَلَمْ يَرْزَءُونِي شَيْئًا، وَلَمْ يَسْأَلَانِي إِلَّا أَنْ أُخْفِيَ عَنْهُمَا، فَسَأَلْتُهُ أَنْ يَكْتُبَ لِي كِتَابَ مُوَادَعَةٍ آمَنُ بِهِ، فَأَمَرَ عَامِرَ بْنَ فُهَيْرَةَ فَكَتَبَهُ لِي فِي رُقْعَةٍ مِنْ أَدَمٍ، ثُمَّ مَضَى.
قَالَ مَعْمَرٌ: قَالَ الزُّهْرِيُّ: وَأَخْبَرَنِي عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ أَنَّهُ لَقِيَ الزُّبَيْرَ وَرَكْبًا مِنَ الْمُسْلِمِينَ، كَانُوا تُجَّارَ الْمَدِينَةِ بِالشَّامِ، قَافِلِينَ إِلَى مَكَّةَ، فَعَرَضُوا لِلنَّبِيِّ ﷺ وَأَبِي بَكْرٍ ثِيَابَ بَيَاضٍ، يُقَالُ: كَسَوْهُمْ، أَعْطُوهُمْ. وَسَمِعَ الْمُسْلِمُونَ بِالْمَدِينَةِ بِمَخْرَجِ رَسُولِ اللهِ ﷺ، فَكَانُوا يَغْدُونَ كُلَّ غَدَاةٍ إِلَى الْحَرَّةِ، فَيَنْتَظِرُونَهُ حَتَّى يُؤْذِيَهُمْ حَرُّ الظَّهِيرَةِ، فَانْقَلَبُوا يَوْمًا بَعْدَمَا أَطَالُوا انْتِظَارَهُ، فَلَمَّا انْتَهَوْا إِلَى بُيُوتِهِمْ، أَوْفَى رَجُلٌ مِنْ يَهُودَ أَطْمًا مِنْ آطَامِهِمْ لِأَمْرٍ يَنْظُرُ إِلَيْهِ، فَبَصُرَ بِرَسُولِ اللهِ ﷺ وَأَصْحَابِهِ مُبَيَّضِينَ، يَزُولُ بِهِمُ السَّرَابُ، فَلَمْ يَتَنَاهَ الْيَهُودِيُّ أَنْ نَادَى بِأَعْلَى صَوْتِهِ: يَا مَعْشَرَ الْعَرَبِ! هَذَا جَدُّكُمُ الَّذِي تَنْتَظِرُونَهُ، فَثَارَ الْمُسْلِمُونَ إِلَى السِّلَاحِ، فَلَقُوا رَسُولَ اللهِ ﷺ، حَتَّى أَتَوْهُ بِظَاهِرِ الْحَرَّةِ، فَعَدَلَ بِهِمْ رَسُولُ اللهِ ﷺ ذَاتَ الْيَمِينِ، حَتَّى نَزَلَ فِي بَنِي عَمْرِو بْنِ عَوْفٍ، وَذَلِكَ يَوْمَ الِاثْنَيْنِ مِنْ شَهْرِ رَبِيعٍ الْأَوَّلِ.
... وَأَبُو بَكْرٍ يَذْكُرُ النَّاسَ، وَجَلَسَ رَسُولُ اللهِ ﷺ صَامِتًا، وَطَفِقَ مَنْ جَاءَ مِنَ الْأَنْصَارِ مِمَّنْ لَمْ يَكُنْ رَأَى رَسُولَ اللهِ ﷺ يَحْسَبُهُ أَبَا بَكْرٍ، حَتَّى أَصَابَتْ رَسُولَ اللهِ ﷺ الشَّمْسُ، فَأَقْبَلَ أَبُو بَكْرٍ حَتَّى ظَلَّلَ عَلَيْهِ بِرِدَائِهِ، فَعَرَفَ النَّاسُ رَسُولَ اللهِ ﷺ عِنْدَ ذَلِكَ. فَلَبِثَ رَسُولُ اللهِ ﷺ فِي بَنِي عَمْرِو بْنِ عَوْفٍ بِضْعَ عَشْرَةَ لَيْلَةً، وَابْتَنَى الْمَسْجِدَ الَّذِي أُسِّسَ عَلَى التَّقْوَى، وَصَلَّى فِيهِ، ثُمَّ رَكِبَ رَسُولُ اللهِ ﷺ رَاحِلَتَهُ، فَسَارَ، وَمَشَى النَّاسُ، حَتَّى بَرَكَتْ بِهِ عِنْدَ مَسْجِدِ الرَّسُولِ ﷺ بِالْمَدِينَةِ، وَهُوَ يُصَلِّي فِيهِ يَوْمَئِذٍ رِجَالٌ مِنَ الْمُسْلِمِينَ، وَكَانَ مِرْبَدًا لِلتَّمْرِ لِسَهْلٍ وَسُهَيْلٍ غُلَامَيْنِ يَتِيمَيْنِ أَخَوَيْنِ فِي حَجْرِ أَبِي أُمَامَةَ أَسْعَدِ بْنِ زُرَارَةَ مِنْ بَنِي النَّجَّارِ، فَقَالَ رَسُولُ اللهِ ﷺ حِينَ بَرَكَتْ بِهِ رَاحِلَتُهُ: هَذَا الْمَنْزِلُ إِنْ شَاءَ اللهُ، ثُمَّ دَعَا رَسُولُ اللهِ ﷺ الْغُلَامَيْنِ، فَسَاوَمَهُمَا بِالْمِرْبَدِ لِيَتَّخِذَهُ مَسْجِدًا، فَقَالَا: بَلْ نَهَبُهُ لَكَ يَا رَسُولَ اللهِ! فَأَبَى النَّبِيُّ ﷺ أَنْ يَقْبَلَهُ هِبَةً، حَتَّى ابْتَاعَهُ مِنْهُمَا، وَبَنَاهُ مَسْجِدًا، وَطَفِقَ رَسُولُ اللهِ ﷺ يَنْقُلُ مَعَهُمُ اللَّبِنَ فِي ثِيَابِهِ، وَهُوَ يَقُولُ:
هَذَا الْحِمَالُ لَا حِمَالَ خَيْبَرْ هَذَا أَبَرُّ رَبَّنَا وَأَطْهَرْ
اللَّهُمَّ إِنَّ الْأَجْرَ أَجْرُ الْآخِرَهْ فَارْحَمِ الْأَنْصَارَ وَالْمُهَاجِرَهْ
يَتَمَثَّلُ رَسُولُ اللهِ ﷺ بِشِعْرِ رَجُلٍ مِنَ الْمُسْلِمِينَ لَمْ يُسَمَّ لِي، وَلَمْ يَبْلُغْنِي فِي الْأَحَادِيثِ أَنَّ رَسُولَ اللهِ ﷺ تَمَثَّلَ بِبَيْتٍ قَطُّ مِنْ شِعْرٍ تَامٍّ غَيْرَ هَذِهِ الْأَبْيَاتِ، وَلَكِنْ كَانَ يُرَجِّزُهُمْ لِبِنَاءِ الْمَسْجِدِ. فَلَمَّا قَاتَلَ رَسُولُ اللهِ ﷺ كُفَّارَ قُرَيْشٍ، حَالَتِ الْحَرْبُ بَيْنَ مُهَاجِرَةِ أَرْضِ الْحَبَشَةِ وَبَيْنَ الْقُدُومِ عَلَى رَسُولِ اللهِ ﷺ، حَتَّى لَقُوهُ بِالْمَدِينَةِ زَمَنَ الْخَنْدَقِ، فَكَانَتْ أَسْمَاءُ بِنْتُ عُمَيْسٍ تُحَدِّثُ أَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ كَانَ يُعَيِّرُهُمْ بِالْمُكْثِ فِي أَرْضِ الْحَبَشَةِ، فَذَكَرَتْ ذَلِكَ – زَعَمَتْ أَسْمَاءُ – لِرَسُولِ اللهِ ﷺ، فَقَالَ رَسُولُ اللهِ ﷺ: لَسْتُمْ كَذَلِكَ، وَكَانَ أَوَّلُ آيَةٍ أُنْزِلَتْ فِي الْقِتَالِ: {أُذِنَ لِلَّذِينَ يُقَاتَلُونَ بِأَنَّهُمْ ظُلِمُوا وَإِنَّ اللهَ عَلَى نَصْرِهِمْ لَقَدِيرٌ}.
Tercemesi:
Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zuhrî, ona da Urve şöyle demiştir:
"Müslümanların sayısı artıp iman açıkça görünür hâle gelince, Kureyşli kâfir müşrikler, kendi kabilelerinden iman edenleri gündemlerine aldı ve onlara işkence ederek, onları hapsederek dinlerinden döndürmek istediler. Ravi der ki: Bize ulaştığına göre, Rasulullah (sav) iman edenlere 'Yeryüzüne dağılın' diye emir buyurdu. Onlar 'Ey Allah’ın Rasulü! Nereye gidelim?' dediler. Rasulullah (sav) elini Habeşistan toprağına doğru işaret ederek 'Oraya (gidin)' buyurdu. Habeşistan, Rasulullah'ın (sav) Medine’den önce hicret etmeyi en çok istediği yerdi. Bunun üzerine kalabalık bir grup hicret etti. Onlardan kimi ailesiyle birlikte, kimi ise tek başına hicret etti. Nihayet Habeşistan’a ulaştılar. Zuhrî der ki: Bu hicrete; Cafer b. Ebu Tâlib, eşi Esmâ bint Umeys el-Has'amiyye ile birlikte; Osman b. Affân (ra) eşi, Rasulullah’ın kızı Rukiye ile birlikte; Hâlid b. Saîd b. Âs, eşi Ümeyme bt. Halef ile birlikte; Ebu Seleme, eşi Ümmü Seleme bt. Ebu Ümeyye b. Muğîre ile birlikte ve Kureyş’ten bir adam da eşiyle birlikte çıktı. Habeşistan’da Abdullah b. Cafer ve Hâlid b. Saîd’in kızı Ümme doğdu. Ümme Amr b. Zübeyir ile Hâlid b. Zübeyir’in annesidir. Yine dünyaya gelenler arasında Hâris b. Hâtıb ve Kureyş’ten bazı kişiler vardı."
Zührî der ki: Bana, Urve b. Zübeyir' haber verdiğine göre Hz. Âişe şöyle demiştir: "Ben aklım erdim ereli anne ve babam Müslümandı. Gün bile geçmezdi ki, sabah ve akşam vakitlerinde Rasulullah (sav) bize gelmemiş olsun. Müslümanlar sıkıntıya maruz kaldıklarında, Ebu Bekir (r.a.) Habeşistan’a doğru hicret etmek üzere yola çıktı. Berku’l-Ğımâd denilen yere ulaştığında, Kârre’nin reisi olan İbn Düğünne ile karşılaştı. İbn Düğünne ona 'Nereye gitmeyi düşünüyorsun ey Ebu Bekir?' dedi. Ebu Bekir 'Kavmim beni yurdumdan çıkardı. Ben de yeryüzünde dolaşarak Rabbime ibadet etmek istiyorum' dedi. İbn Düğünne 'Ey Ebu Bekir! Senin gibi bir kişi ne yurdundan çıkarılır ne de kendi çıkıp gider. Sen, malı olmayan yoksulu gözetir, akrabalık bağlarını sürdürür, yük taşıyamayanın yükünü taşır, misafire ikram eder, hakkın gerektirdiği işlerde yardım edersin. Ben sana eman veriyorum, dön ve memleketinde Rabbine ibadet et' dedi. Bunun üzerine İbn Düğünne, Ebu Bekir ile birlikte geri döndü. Müşrik Kureyş ileri gelenlerinin yanına giderek 'Ebu Bekir yurdunu terk etmiş. Hâlbuki onun gibisi yurdundan çıkarılmaz. Siz, yoksulu gözeten, akrabalık bağını sürdüren, yük taşıyamayanın yükünü taşıyan, misafire ikram eden ve hak uğruna yardımcı olan bir adamı mı çıkarıyorsunuz?' dedi. Kureyş, İbn Düğünne’nin verdiği emanı kabul ederek Ebu Bekir’e eman verdi ve 'İbn Düğünne’ye 'Ebu Bekir'e söyle, evinde Rabbine ibadet etsin. Evinde istediği kadar namaz kılsın ama bize eziyet vermesin. Namazını ve Kur’an okuyuşunu evinin dışında alenileştirmesin' dediler. Ebu Bekir bu şartı kabul etti, ancak daha sonra evinin avlusunda küçük bir mescit inşa etti. Orada namaz kılıyor ve Kur’an okuyordu. Onun okuyuşu karşısında müşrik kadınlar ve çocuklar toplanıp dinliyor, hayran kalıyorlardı. Ebu Bekir çok duygulu bir adamdı. Kur’an okuduğunda gözyaşlarını tutamazdı. Bu durum Kureyş’in ileri gelenlerini endişelendirdi. İbn Düğünne’ye adam gönderip 'Biz Ebu Bekir’e sadece evinde ibadet etmesi şartıyla eman vermiştik. O ise bu şartı aştı, evinin avlusuna mescit yaptı, namazı ve Kur’an okuyuşunu açıktan yapmaya başladı. Kadınlarımızın ve çocuklarımızın etkilenmesinden korkuyoruz. Ona git ve uyar. İsterse evinde ibadet etmeye devam etsin, istemezse himayeni sana iade etsin. Biz, himayeni ihlâl etmekten hoşlanmayız, fakat onun bu şekilde açıkça ibadet etmesini de onaylamıyoruz' dediler. Âişe der ki: İbn Düğünne, Ebu Bekir’in yanına geldi ve 'Ey Ebu Bekir! Sana sağladığım himayenin şartını biliyorsun. Ya buna uyarsın ya da himayemi bana geri verirsin. Zira Araplar arasında, himayesini verdiğim bir kişiyi korumaktan vazgeçtiğim söylenmesinden hoşlanmam' dedi. Ebu Bekir 'O hâlde himayeni sana iade ediyorum. Ben Allah’ın ve Rasûlünün himayesinden razıyım' dedi."
"O günlerde Rasulullah (sav) hâlâ Mekke’de idi. Müslümanlara 'Bana hicret edeceğiniz yurt gösterildi, bana hicret edeceğiniz yurt gösterildi. Hurmalık, iki kara taşlık (lava) arasında, tuzlu topraklı bir yer gördüm' buyurdu. Bunun üzerine Medine’ye hicret edenler oldu. Habeşistan’a hicret eden bazı Müslümanlar da Medine’ye geri döndü. Ebu Bekir de hicret için hazırlık yaptı. Rasulullah (sav) ona 'Acele etme, umarım bana da izin verilir' buyurdu. Ebu Bekir 'Bu izni gerçekten bekliyor musun, ey Allah’ın Rasulü?' diye sordu. Rasulullah (sav) da 'Evet' dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir, Rasulullah’a (sav) yoldaş olabilmek için bekledi. İki devesini dört ay boyunca semur ağacının yapraklarıyla besleyerek hazırladı."
Zührî der ki: Urve'nin rivayet ettiğine göre Hz. Âişe şöyle demiştir: "Bir gün öğle sıcağında evimizde oturuyorduk. Ebu Bekir’e biri gelip 'İşte Rasûlullah (sav), başını örtmüş, geliyor' dedi. Ebu Bekir 'Anam babam Ona feda olsun! Bu saatte gelmesi ancak önemli bir iş sebebiyledir' dedi. Rasulullah (sav) geldi, izin istedi, kendisine izin verildi ve içeri girdi... Ebu Bekir 'Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasulü! Yanındakiler ancak ehlindir, (yabancı kimse yoktur)' dedi. Rasulullah (sav) 'Bana hicret izni verildi' buyurdu. Ebu Bekir 'Öyleyse yol arkadaşlığını isterim, anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasûlü!' dedi. Rasulullah (sav) 'Evet' dedi. Ebu Bekir 'O hâlde, anam babam sana feda olsun, şu iki deveden birini al' dedi. Rasulullah (sav) 'Bedelini ödeyerek alırım' buyurdu. Âişe der ki: Onları aceleyle yola hazırladık. Azık için bir torba yaptık. Kız kardeşim Esmâ, kuşağını ikiye bölerek torbanın ağzını bağladı. Bu yüzden ‘Zâtü’n-nitâkayn’ (iki kuşak sahibi) diye anıldı. Sonra Rasulullah (sav) ile Ebu Bekir, Sevr denilen dağdaki bir mağaraya ulaştılar ve orada üç gece kaldılar."
Ma‘mer der ki: Osman el-Cezerî'nin bana haber verdiğine göre İbn Abbâs’ın azatlısı Meksem, Allah Teâlâ’nın 'Hani inkâr edenler seni yakalayıp bağlamak veya öldürmek ya da (Mekke’den) çıkarmak için tuzak kuruyorlardı…” [Enfâl, 8/30] ayeti tefsirinde şöyle demiştir: "Kureyş Mekke’de toplandı ve istişare etti. Onlardan bazıları 'Sabah olunca O'nu bağlayalım'; bazıları 'Hayır, onu öldürelim' bir kısmı da 'Onu (şehirden) çıkaralım' dedi. Allah, Peygamberini bu plandan haberdar etti. O gece Hz. Ali, Peygamber’in yatağında yattı. Peygamber (sav) ise mağaraya doğru yola çıktı. Müşrikler, Hz. Ali’yi gözetlemeye başladılar; onu Peygamber zannediyorlardı. Sabah olunca Ali’nin üzerine yürüdüler. Onu görünce Allah onların tuzaklarını boşa çıkardı. 'Arkadaşın nerede?' diye sordular. Ali 'Bilmiyorum' dedi. Onun izini sürmeye başladılar. Dağa ulaştıklarında iş karıştı. Dağa tırmandılar, mağaranın yanından geçtiler ve kapısında örümcek ağı gördüler. 'Eğer buraya girmiş olsaydı kapısında örümcek ağı olmazdı' dediler. Böylece Rasulullah (sav) orada üç gün kaldı."
Ma'mer der ki: Katâde şöyle haber vermiştir: "Onlar, Peygamber (sav) hakkında istişare etmek üzere Dâru’n-Nedve’ye girdiler ve 'Aranıza sizden olmayan (yabancı) kimse girmesin' dediler. Bu sırada şeytan, Necid'li yaşlı bir adam suretinde aralarına girdi. Onlar 'Bundan size zarar gelmez, bu Necid'li bir adamdır' dediler ve istişare etmeye başladılar. İçlerinden biri 'Onu bir deveye bindirip buradan çıkaralım' dedi. Şeytan 'Bu çok kötü bir fikir. O, aranızda bulunduğu hâlde bile size zarar veriyordu. Onu dışarı çıkarırsanız insanları ifsat eder, sonra da onları üzerinize salarak sizinle savaşır' dedi. Onlar 'Bu şeyhin söylediği çok doğru' dediler. Bir başkası 'Onu bir eve kapatıp kapısını çamurla örteriz, orada ölüp gidene kadar bırakırız' dedi. Şeytan 'Bu da kötü bir fikir. Sizce kavmi onu orada sonsuza kadar bırakır mı? Elbette onun için öfkelenecekler ve çıkaracaklardır' dedi. Bunun üzerine Ebu Cehil 'Her kabileden bir adam seçelim. Hep birlikte kılıçlarını kuşansınlar, onu tek bir kılıç darbesiyle öldürsünler. Böylece kimin öldürdüğü belli olmaz ve kan davasına da girilmez' dedi. Şeytan 'Bu, en doğru görüştür' dedi. Bunun üzerine Allah, Peygamberini bu plandan haberdar etti. Peygamber (sav), Ebu Bekir’le birlikte “Sevr” denilen dağdaki mağaraya gitti. Hz. Ali ise Peygamber’in (sav) yatağında yattı. Müşrikler onu gözetledi; Peygamber (sav) zannediyorlardı. Sabah olunca Ali kalkıp sabah namazını kıldı. Onun üzerine yürüdüler, karşılarında Hz. Ali’yi görünce 'Arkadaşın nerede?' diye sordular. Hz. Ali 'Bilmiyorum' dedi. İzini sürdüler, mağaraya kadar geldiler, sonra geri döndüler. Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir orada üç gece kaldılar."
Ma'mer der ki: Zührî' Urve'den rivayet ettiği hadisinde şöyle demiştir: "Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir, (Sevr) mağarasında üç gece kaldılar. Onların yanında geceleri, Ebu Bekir’in oğlu Abdullah kalıyordu. Abdullah, genç, zeki ve anlayışlı bir delikanlı idi. Gece seher vakti yanlarından çıkıyor, sabah olduğunda Mekke’de Kureyş’in arasında bulunuyor, onlarla birlikte geceyi geçirmiş gibi davranıyordu. Kureyş’in gizlice planladığı her şeyi işitiyor, hafızasında tutuyor ve akşam karanlığı bastığında gelip Peygamber’e ve babasına haber veriyordu. Ebu Bekir’in azatlısı Âmir b. Füheyre de onlara ait süt veren birkaç koyunu otlatıyordu. Gece bir vakit geçtikten sonra sürüyü mağaranın yanına getiriyor, onlar da koyunların sütünden içip barınıyorlardı. Sonra Âmir, koyunları tan yeri ağarmadan götürüyor, böylece üç gece boyunca izleri kapatıyordu. Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir, Abd b. Adî oğulları kolundan, Dîl oğulları kabilesine mensup, yol bulmada usta (harrît) bir kılavuz kiraladılar. Bu adam, Âs b. Vâil ailesi ile anlaşması bulunan, Kureyş kâfirlerinin dini üzere olan birisiydi. Ona güvenip develerini teslim ettiler. Üç gün sonra Sevr mağarasında buluşmak üzere sözleştiler. Kılavuz, üç gecenin sabahında develeri mağaraya getirdi. Onlar yola koyuldular. Yanlarında Âmir b. Füheyre ve o Dîl oğulları kabilesinden olan kılavuz da vardı. Kılavuz, onları sahil tarafındaki Ezâhir yolundan götürdü."
Ma‘mer der ki: Zührî'nin bana, Sürâka b. Cu‘şum’un yeğeni Abdurrahman b. Mâlik el-Müdlicî’den haber verdiğine göre, babası, Sürâka şöyle demiştir: "Kureyşli kâfirlerin elçileri bize geldiler. Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir’i öldüren ya da esir eden kimseye, onun kan bedelini (ödül olarak) vereceklerini ilan ettiler. Ben, kendi kabilem Müdelic oğullarının meclisinde otururken, kabileden biri geldi ve 'Ey Sürâka! Az önce sahilde bir grup insan gördüm, bana öyle geliyor ki onlar Muhammed ve arkadaşlarıdır' dedi. Bunun gerçek olduğunu anladım, ama 'Hayır, onlar değil; sen filan ve filanı gördün, av peşindeydiler' dedim. Mecliste biraz daha oturduktan sonra kalktım, evime girdim. Cariyeme, tepenin arkasında tutmakta olduğu atımı getirmesini söyledim. Mızrağımı aldım, evin arka tarafından çıktım. Mızrağımı yere sürüyerek atıma vardım, bindim. Atımı sürerek hızla ilerledim. Onları görene kadar yaklaştım. Sesimi duyabilecek mesafeye gelince atım tökezledi ve yere düştüm. Ayağa kalktım, kınımdaki fal oklarını (ezlâm) çıkarıp 'Onlara zarar vereyim mi, vermeyeyim mi?' diye çekiliş yaptım, sonuç, hoşuma gitmeyecek şekilde 'Zarar verme' çıktı. Ama ben falı dinlemeyip atıma tekrar bindim ve ilerledim. Rasulullah’ın, Kur’ân okuyuşunu işittim. Kendisi hiç arkasına bakmıyor, fakat Ebû Bekir sık sık dönüp bakıyordu. Bu sırada atımın iki ön ayağı yere gömülüp dizlerine kadar battı. Yine yere düştüm. Atı kamçıladım, zorla ayağa kalktı ama ön ayaklarını güçlükle çıkardı. Ayağa kalktığında ön ayaklarının yerinde, göğe doğru alevsiz bir duman gibi yükselen bir toz bulutu oluştu."
Ma'mer der ki: Ebu Amr b. Alâ’ya, '“الْعُثَانُ” nedir?' diye sordum. Bir süre sustu, sonra “Ateşsiz duman” dedi. Ma‘mer der ki: Zührî, hadisinde şöyle demiştir: (Süraka şöyle devam etti:)
"Fal oklarıyla (ezlâm) çekiliş yaptım, 'Onlara zarar verme' şeklinde istemediğim sonuç çıktı. Bunun üzerine onlara eman verdim, durdular. Atıma binip yanlarına geldim. Onlardan gördüğüm engelleme ve başıma gelenlerden sonra, içime Rasulullah’ın (sav) işinin mutlaka üstün geleceği doğdu. Ona, 'Kavmin senin için ödül koydu' dedim. Yolculuğumda duyduklarımı ve insanların onlara ne yapmak istediklerini haber verdim. Azık ve eşya teklif ettim, benden hiçbir şey almadılar, sadece gizli tutmamı istediler. Ben de kendilerinden, bana eman verdiğine dair bir güven belgesi yazmalarını istedim. Bunun üzerine Rasulullah (sav), Âmir b. Füheyre’ye emretti, o da bana deri parçasına yazılı bir amanname verdi. Sonra yollarına devam ettiler."
Ma'mer der ki: Zührî “Urve b. Zübeyir bana şöyle haber verdi” demiştir: "Hz. Peygamber (sav) yolda Zübeyir ile birlikte bir grup Müslümanla karşılaştı. Bunlar Şam’dan Mekke’ye dönen Medineli tüccarlardı. Onlar Rasulullah (sav) ile Ebu Bekir’e beyaz elbiseler verdiler. Medineli Müslümanlar, Rasulullah’ın yola çıktığını duyduğundan beri, her sabah Harra’ya gidip onu beklemeye başlar, Öğle sıcağı onları rahatsız edince de geri dönerlerdi. Bir gün yine bekleyip dönmüşlerdi ki, bir Yahudi kendi evinin kulesine çıkıp bakınırken Rasulullah (sav) ve arkadaşlarını beyaz elbiseler içinde, serap gibi dalgalanarak yaklaşırken gördü. Yahudi, yüksek sesle 'Ey Arap topluluğu! İşte beklediğiniz talihiniz geldi' diye bağırdı. Müslümanlar silahlanıp Rasulullah’a koştular, Harra’nın dışına kadar onu karşıladılar. Rasulullah (sav) sağa yöneldi, Amr b. Avf oğulları yurduna indi. Bu olay, Rebîulevvel ayının pazartesi günü oldu. Ebu Bekir insanlara konuşuyor, Rasulullah (sav) sessizce oturuyordu. Daha önce Rasulullah’ı görmemiş olan Ensar’dan bazıları Ebû Bekir'i, O sandı. Güneş Rasulullah’a vurunca, Ebu Bekir ridâsıyla ona gölge yaptı. O zaman insanlar hangisinin Peygamber (sav) olduğunu anladılar. Rasulullah (sav) Amr b. Avf oğulları yurdunda on küsur gün kaldı. Takvâ üzere kurulan mescidi inşa etti ve orada namaz kıldı. Sonra devesine bindi, insanlar yaya olarak onu takip etti. Medine’deki bugünkü Mescid-i Nebevî’nin yerine kadar geldi, burada devesi çöktü. Orası, o zaman bir kısım Müslümanların namaz kıldığı bir yerdi. Arsa Neccâr oğullarından Ebu Ümâme Esad b. Zürâre’nin himayesindeki iki yetim kardeşe; Sahl ve Suheyl’e ait hurma kurutma yeriydi. Rasulullah (sav) devesi çöktüğünde 'Burası konak yerimiz, inşallah' dedi. Çocukları çağırıp yeri satın almak istedi. Onlar, 'Size hibe ediyoruz ey Allah'ın Rasulü' dediler. Fakat o hibeyi kabul etmedi, bedelini ödeyerek aldı. Buraya mescit inşa edildi. Rasulullah (sav) da onlarla birlikte kerpiç taşıyor ve şu beyitleri okuyordu:"
"Bu yük, Hayber’in yükü değildir; Bu Rabbimize daha hayırlı ve daha temizdir."
"Allah’ım! Asıl ecir ahiret ecridir; Ensar’a ve Muhacirlere merhamet et."
"Ravi der ki: Rasulullah’ın (sav), bu beyitler dışında hiçbir zaman tam bir şiir beyti söylediğini işitmedim. Bunları da mescit inşasında işçiler gibi tekrarlardı. Rasulullah (sav), Kureyşli kâfirlerle savaş devam ettiği için, Habeşistan’a hicret eden Muhacirler, Medine’ye gelişlerini geciktirildiler, ancak Hendek Savaşı sırasında Peygamber (sav) ile buluşabildiler. Esmâ bt. Umeys 'Ömer b. Hattâb, bizim Habeşistan’da kalışımızı ayıplardı' demiştir. Esmâ, bunu Rasulullah’a anlattığında, -Esmâ’nın ifadesine göre- Hz. Peygamber (sav) 'Hayır, siz öyle (ayıplanacak kimseler) değilsiniz' buyurdu. Savaş (Cihada izin) hususunda inen ilk ayet 'Kendilerine zulmedilenlere, savaşmak için izin verildi. Allah onların yardımına elbette kâdirdir' [Hac, 22/39] ayetidir."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Abdürrezzak b. Hemmam, Musannef, Meğâzî 9743, 5/384
Senetler:
()
Konular:
HİCRET OLGUSU
Hz. Peygamber, Hicreti
Hz. Peygamber, hitap şekilleri
İbadethane, Mescid-i Nebevi
Kur'an, Ayet Yorumu
NECAŞİ VE HABEŞİSTANA HİCRET
Sahabe, çektikleri sıkıntılar
Şeytan, sembolizmi, bağlanması
Siyer, Hicret, Habeşistan'a hicret
Siyer, hicret, öncesinde Mekke ve hatıralar
Siyer, Hz. Peygamber'in Mekke döneminde çektiği sıkıntılar
Suikast, Hz. Peygamber'e yapılan
Yazı, Yazışma, Hz. Peygamber döneminde yazışma,
Bize Abdullah b. Yusuf, ona İbn Vehb, ona Yunus, ona İbn Şihâb, ona Urve b. Zübeyir, ona da Peygamber'in (sav) hanımı Âişe şöyle rivayet etmiştir:
Âişe, Hz. Peygamber'e (sav), “Uhud gününden daha zor bir günün oldu mu?” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav)şöyle buyurdu:
"Kavminin çok eziyeti ile karşılaştım. En kötüsü de Akabe günü idi. İbn Abduyâlîl b. Abdükülâl'dan himaye ve koruma istedim kabul etmedi. Ben de hüzünlü bir hâlde ayrıldım. Ne yapacağımı bilemeden Karn-i Se'âlib mevkiine geldim. Başımı kaldırdım, bir gördüm ki başımın üstünde bir bulut beni gölgeliyor, bulutun içinde Cebrail bana seslenerek “Allah (ac), kavminin sana cevabını ve seni reddedişini işitti. Onlara dair dilediğini kendisine emretmen için sana dağlar meleğini gönderdi” dedi. Dağlar meleği bana seslenip selam verdi ve “ey Muhammed, Allah, kavminin sana cevabını işitti. Ben dağlar meleğiyim. Dilediğin emri bana emretmen için beni sana Rabbin gönderdi. Dilersen iki Ahşeb dağını onların üstüne kapatayım” dedi." Hz. Peygamber (sav) de cevaben "aksine, ben Allah'ın, onların soyundan, bir olan Allah'a ibadet edip ona bir şeyi ortak koşmayan kimseler çıkaracağını ümit ediyorum" buyurdu.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32524, B003231
Hadis:
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ يُوسُفَ أَخْبَرَنَا ابْنُ وَهْبٍ قَالَ أَخْبَرَنِى يُونُسُ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ قَالَ حَدَّثَنِى عُرْوَةُ أَنَّ عَائِشَةَ - رضى الله عنها - زَوْجَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم حَدَّثَتْهُ أَنَّهَا قَالَتْ لِلنَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم هَلْ أَتَى عَلَيْكَ يَوْمٌ كَانَ أَشَدَّ مِنْ يَوْمِ أُحُدٍ قَالَ « لَقَدْ لَقِيتُ مِنْ قَوْمِكِ مَا لَقِيتُ ، وَكَانَ أَشَدُّ مَا لَقِيتُ مِنْهُمْ يَوْمَ الْعَقَبَةِ ، إِذْ عَرَضْتُ نَفْسِى عَلَى ابْنِ عَبْدِ يَالِيلَ بْنِ عَبْدِ كُلاَلٍ ، فَلَمْ يُجِبْنِى إِلَى مَا أَرَدْتُ ، فَانْطَلَقْتُ وَأَنَا مَهْمُومٌ عَلَى وَجْهِى ، فَلَمْ أَسْتَفِقْ إِلاَّ وَأَنَا بِقَرْنِ الثَّعَالِبِ ، فَرَفَعْتُ رَأْسِى ، فَإِذَا أَنَا بِسَحَابَةٍ قَدْ أَظَلَّتْنِى ، فَنَظَرْتُ فَإِذَا فِيهَا جِبْرِيلُ فَنَادَانِى فَقَالَ إِنَّ اللَّهَ قَدْ سَمِعَ قَوْلَ قَوْمِكَ لَكَ وَمَا رَدُّوا عَلَيْكَ ، وَقَدْ بَعَثَ إِلَيْكَ مَلَكَ الْجِبَالِ لِتَأْمُرَهُ بِمَا شِئْتَ فِيهِمْ ، فَنَادَانِى مَلَكُ الْجِبَالِ ، فَسَلَّمَ عَلَىَّ ثُمَّ قَالَ يَا مُحَمَّدُ ، فَقَالَ ذَلِكَ فِيمَا شِئْتَ ، إِنْ شِئْتَ أَنْ أُطْبِقَ عَلَيْهِمِ الأَخْشَبَيْنِ ، فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم بَلْ أَرْجُو أَنْ يُخْرِجَ اللَّهُ مِنْ أَصْلاَبِهِمْ مَنْ يَعْبُدُ اللَّهَ وَحْدَهُ لاَ يُشْرِكُ بِهِ شَيْئًا » .
Tercemesi:
Bize Abdullah b. Yusuf, ona İbn Vehb, ona Yunus, ona İbn Şihâb, ona Urve b. Zübeyir, ona da Peygamber'in (sav) hanımı Âişe şöyle rivayet etmiştir:
Âişe, Hz. Peygamber'e (sav), “Uhud gününden daha zor bir günün oldu mu?” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav)şöyle buyurdu:
"Kavminin çok eziyeti ile karşılaştım. En kötüsü de Akabe günü idi. İbn Abduyâlîl b. Abdükülâl'dan himaye ve koruma istedim kabul etmedi. Ben de hüzünlü bir hâlde ayrıldım. Ne yapacağımı bilemeden Karn-i Se'âlib mevkiine geldim. Başımı kaldırdım, bir gördüm ki başımın üstünde bir bulut beni gölgeliyor, bulutun içinde Cebrail bana seslenerek “Allah (ac), kavminin sana cevabını ve seni reddedişini işitti. Onlara dair dilediğini kendisine emretmen için sana dağlar meleğini gönderdi” dedi. Dağlar meleği bana seslenip selam verdi ve “ey Muhammed, Allah, kavminin sana cevabını işitti. Ben dağlar meleğiyim. Dilediğin emri bana emretmen için beni sana Rabbin gönderdi. Dilersen iki Ahşeb dağını onların üstüne kapatayım” dedi." Hz. Peygamber (sav) de cevaben "aksine, ben Allah'ın, onların soyundan, bir olan Allah'a ibadet edip ona bir şeyi ortak koşmayan kimseler çıkaracağını ümit ediyorum" buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Bedü'l-Halk 7, 1/844
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Yunus b. Yezid el-Eyli (Yunus b. Yezid b. Mişkan)
5. Abdullah b. Vehb el-Kuraşî (Abdullah b. Vehb b. Müslim)
6. Ebu Muhammed Abdullah b. Yusuf el-Kila'î (Abdullah b. Yusuf)
Konular:
HZ. PEYGAMBER'İN DUALARI
Hz. Peygamber, affediciliği
Hz. Peygamber, Cebraille ilişkisi
Hz. Peygamber, ümmetine merhamet
Siyer, Hz. Peygamber'in Mekke döneminde çektiği sıkıntılar
UHUD GAZVESİ
Bize Ayyâş b. Velîd, ona Velîd b. Müslim, ona Evzâî, ona Yahya b. Ebu Kesîr, ona Muhammed b. İbrahim et-Teymî, ona da Urve b. Zubeyir şöyle rivayet etmiştir:
Ben İbn Amr b. Âs'a "Müşriklerin Peygamber'e (sav) yaptıkları en kötü işi bana haber ver" dedim. Abdullah şöyle anlattı: Peygamber (sav) Kâbe'nin Hıcr kısmında namaz kıldığı sırada Ukbe b. Ebu Muayt çıkageldi ve Peygamber'in (sav) ridâsını (üst elbisesini) boynuna toparlayıp onu şiddetli bir şekilde boğmaya başladı. Tam bu sırada Ebu Bekir çıkıp geldi ve Ukbe'nin omuzundan tutarak saldırısını Hz. Peygamber'e (sav) saldırmasını engelledi, sonra da "Siz bir adamı Rabb'im Allah'tır dedi diye öldürür müsünüz?" (Mü'min, 28) ayetini okudu.
İbn İshâk bu hadisin rivayetinde mutâbaat etmiştir.
Yahya b. Urve, Urve'den yaptığı rivayette "Abdullah ibn Amr'a dedim" demiştir.
Abde b. Süleyman, Hişâm'dan, onun da babasından yaptığı rivayette "Amr b. Âs'a denildi" demiştir.
Muhammed b. Amr, İbn Alkame'den onun da Ebu Seleme'den yaptığı rivayette "Bana Amr b. Âs rivayet etti" demiştir.
Açıklama: Rivayet muallaktır; Buhari ile Muhammed b. Amr arasında inkıta vardır.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
280921, B003856-4
Hadis:
حَدَّثَنَا عَيَّاشُ بْنُ الْوَلِيدِ حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ بْنُ مُسْلِمٍ حَدَّثَنِى الأَوْزَاعِىُّ حَدَّثَنِى يَحْيَى بْنُ أَبِى كَثِيرٍ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ إِبْرَاهِيمَ التَّيْمِىِّ قَالَ حَدَّثَنِى عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ قَالَ سَأَلْتُ ابْنَ عَمْرِو بْنِ الْعَاصِ أَخْبِرْنِى بِأَشَدِّ شَىْءٍ صَنَعَهُ الْمُشْرِكُونَ بِالنَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ بَيْنَا النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم يُصَلِّى فِى حِجْرِ الْكَعْبَةِ إِذْ أَقْبَلَ عُقْبَةُ بْنُ أَبِى مُعَيْطٍ ، فَوَضَعَ ثَوْبَهُ فِى عُنُقِهِ فَخَنَقَهُ خَنْقًا شَدِيدًا ، فَأَقْبَلَ أَبُو بَكْرٍ حَتَّى أَخَذَ بِمَنْكِبِهِ وَدَفَعَهُ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ ( أَتَقْتُلُونَ رَجُلاً أَنْ يَقُولَ رَبِّىَ اللَّهُ ) الآيَةَ . تَابَعَهُ ابْنُ إِسْحَاقَ حَدَّثَنِى يَحْيَى بْنُ عُرْوَةَ عَنْ عُرْوَةَ ، قُلْتُ لِعَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو . وَقَالَ عَبْدَةُ عَنْ هِشَامٍ عَنْ أَبِيهِ قِيلَ لِعَمْرِو بْنِ الْعَاصِ . وَقَالَ مُحَمَّدُ بْنُ عَمْرٍو عَنْ أَبِى سَلَمَةَ حَدَّثَنِى عَمْرُو بْنُ الْعَاصِ .
Tercemesi:
Bize Ayyâş b. Velîd, ona Velîd b. Müslim, ona Evzâî, ona Yahya b. Ebu Kesîr, ona Muhammed b. İbrahim et-Teymî, ona da Urve b. Zubeyir şöyle rivayet etmiştir:
Ben İbn Amr b. Âs'a "Müşriklerin Peygamber'e (sav) yaptıkları en kötü işi bana haber ver" dedim. Abdullah şöyle anlattı: Peygamber (sav) Kâbe'nin Hıcr kısmında namaz kıldığı sırada Ukbe b. Ebu Muayt çıkageldi ve Peygamber'in (sav) ridâsını (üst elbisesini) boynuna toparlayıp onu şiddetli bir şekilde boğmaya başladı. Tam bu sırada Ebu Bekir çıkıp geldi ve Ukbe'nin omuzundan tutarak saldırısını Hz. Peygamber'e (sav) saldırmasını engelledi, sonra da "Siz bir adamı Rabb'im Allah'tır dedi diye öldürür müsünüz?" (Mü'min, 28) ayetini okudu.
İbn İshâk bu hadisin rivayetinde mutâbaat etmiştir.
Yahya b. Urve, Urve'den yaptığı rivayette "Abdullah ibn Amr'a dedim" demiştir.
Abde b. Süleyman, Hişâm'dan, onun da babasından yaptığı rivayette "Amr b. Âs'a denildi" demiştir.
Muhammed b. Amr, İbn Alkame'den onun da Ebu Seleme'den yaptığı rivayette "Bana Amr b. Âs rivayet etti" demiştir.
Açıklama:
Rivayet muallaktır; Buhari ile Muhammed b. Amr arasında inkıta vardır.
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Menâkıbü'l-Ensâr 29, 2/18
Senetler:
1. Ebu Abdullah Amr b. As el-Kuraşî (Amr b. As b. Vail b. Hişam b. Suayd)
2. Ebu Seleme b. Abdurrahman ez-Zuhrî (Abdullah b. Abdurrahman b. Avf b. Abduavf)
3. Ebu Abdullah Muhammed b. Amr el-Leysî (Muhammed b. Amr b. Alkame b. Vakkas)
Konular:
Hz. Peygamber, müşriklerle ilişkileri
Siyer, Hz. Peygamber'in Mekke döneminde çektiği sıkıntılar
Tarihsel Şahsiyetler, Ukbe b. Ebi Muayt
Bize Ömer b. Hafs, ona babası (Hafs b. Ğiyâs), ona A'meş, ona Şakîk, ona da Abdullah b. Mesud şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in (sav) peygamberlerden bir peygamberi anlatışı şu an gözümün önünde. Kavmi o peygamberi dövüp kan revan içinde bırakmış, o ise bir yandan yüzünden kanları siliyor bir yandan da "Allah'ım! Kavmimi bağışla. Çünkü onlar bilmiyorlar" diyordu.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
33721, B003477
Hadis:
حَدَّثَنَا عُمَرُ بْنُ حَفْصٍ حَدَّثَنَا أَبِى حَدَّثَنَا الأَعْمَشُ قَالَ حَدَّثَنِى شَقِيقٌ قَالَ عَبْدُ اللَّهِ كَأَنِّى أَنْظُرُ إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم يَحْكِى نَبِيًّا مِنَ الأَنْبِيَاءِ ضَرَبَهُ قَوْمُهُ فَأَدْمَوْهُ وَهْوَ يَمْسَحُ الدَّمَ عَنْ وَجْهِهِ وَيَقُولُ
"اللَّهُمَّ اغْفِرْ لِقَوْمِى فَإِنَّهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ."
Tercemesi:
Bize Ömer b. Hafs, ona babası (Hafs b. Ğiyâs), ona A'meş, ona Şakîk, ona da Abdullah b. Mesud şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in (sav) peygamberlerden bir peygamberi anlatışı şu an gözümün önünde. Kavmi o peygamberi dövüp kan revan içinde bırakmış, o ise bir yandan yüzünden kanları siliyor bir yandan da "Allah'ım! Kavmimi bağışla. Çünkü onlar bilmiyorlar" diyordu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Ehadîsü'l-Enbiya 54, 1/903
Senetler:
1. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Mesud (Abdullah b. Mesud b. Gafil b. Habib b. Şemh)
2. Ebu Vâil Şakik b. Seleme el-Esedî (Şakik b. Seleme)
3. Ebu Muhammed Süleyman b. Mihran el-A'meş (Süleyman b. Mihran)
4. Ebu Ömer Hafs b. Gıyas en-Nehaî (Hafs b. Gıyas b. Talk b. Muaviye b. Malik)
5. Ebu Hafs Ömer b. Hafs en-Nehaî (Ömer b. Hafs b. Giyas b. Talk b. Muaviye)
Konular:
Hz. Peygamber, affediciliği
Siyer, Hz. Peygamber'in Mekke döneminde çektiği sıkıntılar
قَالَ ابْنُ شِهَابٍ وَأَخْبَرَنِى عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ مَالِكٍ الْمُدْلِجِىُّ - وَهْوَ ابْنُ أَخِى سُرَاقَةَ بْنِ مَالِكِ بْنِ جُعْشُمٍ - أَنَّ أَبَاهُ أَخْبَرَهُ أَنَّهُ سَمِعَ سُرَاقَةَ بْنَ جُعْشُمٍ يَقُولُ جَاءَنَا رُسُلُ كُفَّارِ قُرَيْشٍ يَجْعَلُونَ فِى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَبِى بَكْرٍ دِيَةَ كُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا ، مَنْ قَتَلَهُ أَوْ أَسَرَهُ ، فَبَيْنَمَا أَنَا جَالِسٌ فِى مَجْلِسٍ مِنْ مَجَالِسِ قَوْمِى بَنِى مُدْلِجٍ أَقْبَلَ رَجُلٌ مِنْهُمْ حَتَّى قَامَ عَلَيْنَا وَنَحْنُ جُلُوسٌ ، فَقَالَ يَا سُرَاقَةُ ، إِنِّى قَدْ رَأَيْتُ آنِفًا أَسْوِدَةً بِالسَّاحِلِ - أُرَاهَا مُحَمَّدًا وَأَصْحَابَهُ . قَالَ سُرَاقَةُ فَعَرَفْتُ أَنَّهُمْ هُمْ ، فَقُلْتُ لَهُ إِنَّهُمْ لَيْسُوا بِهِمْ ، وَلَكِنَّكَ رَأَيْتَ فُلاَنًا وَفُلاَنًا انْطَلَقُوا بِأَعْيُنِنَا . ثُمَّ لَبِثْتُ فِى الْمَجْلِسِ سَاعَةً ، ثُمَّ قُمْتُ فَدَخَلْتُ فَأَمَرْتُ جَارِيَتِى أَنْ تَخْرُجَ بِفَرَسِى وَهْىَ مِنْ وَرَاءِ أَكَمَةٍ فَتَحْبِسَهَا عَلَىَّ ، وَأَخَذْتُ رُمْحِى ، فَخَرَجْتُ بِهِ مِنْ ظَهْرِ الْبَيْتِ ، فَحَطَطْتُ بِزُجِّهِ الأَرْضَ ، وَخَفَضْتُ عَالِيَهُ حَتَّى أَتَيْتُ فَرَسِى فَرَكِبْتُهَا ، فَرَفَعْتُهَا تُقَرَّبُ بِى حَتَّى دَنَوْتُ مِنْهُمْ ، فَعَثَرَتْ بِى فَرَسِى ، فَخَرَرْتُ عَنْهَا فَقُمْتُ ، فَأَهْوَيْتُ يَدِى إِلَى كِنَانَتِى فَاسْتَخْرَجْتُ مِنْهَا الأَزْلاَمَ ، فَاسْتَقْسَمْتُ بِهَا أَضُرُّهُمْ أَمْ لاَ فَخَرَجَ الَّذِى أَكْرَهُ ، فَرَكِبْتُ فَرَسِى ، وَعَصَيْتُ الأَزْلاَمَ ، تُقَرِّبُ بِى حَتَّى إِذَا سَمِعْتُ قِرَاءَةَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَهْوَ لاَ يَلْتَفِتُ ، وَأَبُو بَكْرٍ يُكْثِرُ الاِلْتِفَاتَ سَاخَتْ يَدَا فَرَسِى فِى الأَرْضِ حَتَّى بَلَغَتَا الرُّكْبَتَيْنِ ، فَخَرَرْتُ عَنْهَا ثُمَّ زَجَرْتُهَا فَنَهَضَتْ ، فَلَمْ تَكَدْ تُخْرِجُ يَدَيْهَا ، فَلَمَّا اسْتَوَتْ قَائِمَةً ، إِذَا لأَثَرِ يَدَيْهَا عُثَانٌ سَاطِعٌ فِى السَّمَاءِ مِثْلُ الدُّخَانِ ، فَاسْتَقْسَمْتُ بِالأَزْلاَمِ ، فَخَرَجَ الَّذِى أَكْرَهُ ، فَنَادَيْتُهُمْ بِالأَمَانِ فَوَقَفُوا ، فَرَكِبْتُ فَرَسِى حَتَّى جِئْتُهُمْ ، وَوَقَعَ فِى نَفْسِى حِينَ لَقِيتُ مَا لَقِيتُ مِنَ الْحَبْسِ عَنْهُمْ أَنْ سَيَظْهَرُ أَمْرُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقُلْتُ لَهُ إِنَّ قَوْمَكَ قَدْ جَعَلُوا فِيكَ الدِّيَةَ . وَأَخْبَرْتُهُمْ أَخْبَارَ مَا يُرِيدُ النَّاسُ بِهِمْ ، وَعَرَضْتُ عَلَيْهِمِ الزَّادَ وَالْمَتَاعَ ، فَلَمْ يَرْزَآنِى وَلَمْ يَسْأَلاَنِى إِلاَّ أَنْ قَالَ أَخْفِ عَنَّا . فَسَأَلْتُهُ أَنْ يَكْتُبَ لِى كِتَابَ أَمْنٍ ، فَأَمَرَ عَامِرَ بْنَ فُهَيْرَةَ ، فَكَتَبَ فِى رُقْعَةٍ مِنْ أَدِيمٍ ، ثُمَّ مَضَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . قَالَ ابْنُ شِهَابٍ فَأَخْبَرَنِى عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لَقِىَ الزُّبَيْرَ فِى رَكْبٍ مِنَ الْمُسْلِمِينَ كَانُوا تِجَارًا قَافِلِينَ مِنَ الشَّأْمِ ، فَكَسَا الزُّبَيْرُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَبَا بَكْرٍ ثِيَابَ بَيَاضٍ ، وَسَمِعَ الْمُسْلِمُونَ بِالْمَدِينَةِ مَخْرَجَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ مَكَّةَ ، فَكَانُوا يَغْدُونَ كُلَّ غَدَاةٍ إِلَى الْحَرَّةِ فَيَنْتَظِرُونَهُ ، حَتَّى يَرُدَّهُمْ حَرُّ الظَّهِيرَةِ ، فَانْقَلَبُوا يَوْمًا بَعْدَ مَا أَطَالُوا انْتِظَارَهُمْ ، فَلَمَّا أَوَوْا إِلَى بُيُوتِهِمْ ، أَوْفَى رَجُلٌ مِنْ يَهُودَ عَلَى أُطُمٍ مِنْ آطَامِهِمْ لأَمْرٍ يَنْظُرُ إِلَيْهِ ، فَبَصُرَ بِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَصْحَابِهِ مُبَيَّضِينَ يَزُولُ بِهِمُ السَّرَابُ ، فَلَمْ يَمْلِكِ الْيَهُودِىُّ أَنْ قَالَ بِأَعْلَى صَوْتِهِ يَا مَعَاشِرَ الْعَرَبِ هَذَا جَدُّكُمُ الَّذِى تَنْتَظِرُونَ . فَثَارَ الْمُسْلِمُونَ إِلَى السِّلاَحِ ، فَتَلَقَّوْا رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِظَهْرِ الْحَرَّةِ ، فَعَدَلَ بِهِمْ ذَاتَ الْيَمِينِ حَتَّى نَزَلَ بِهِمْ فِى بَنِى عَمْرِو بْنِ عَوْفٍ ، وَذَلِكَ يَوْمَ الاِثْنَيْنِ مِنْ شَهْرِ رَبِيعٍ الأَوَّلِ ، فَقَامَ أَبُو بَكْرٍ لِلنَّاسِ ، وَجَلَسَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم صَامِتًا ، فَطَفِقَ مَنْ جَاءَ مِنَ الأَنْصَارِ مِمَّنْ لَمْ يَرَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُحَيِّى أَبَا بَكْرٍ ، حَتَّى أَصَابَتِ الشَّمْسُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَقْبَلَ أَبُو بَكْرٍ حَتَّى ظَلَّلَ عَلَيْهِ بِرِدَائِهِ ، فَعَرَفَ النَّاسُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عِنْدَ ذَلِكَ ، فَلَبِثَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى بَنِى عَمْرِو بْنِ عَوْفٍ بِضْعَ عَشْرَةَ لَيْلَةً وَأُسِّسَ الْمَسْجِدُ الَّذِى أُسِّسَ عَلَى التَّقْوَى ، وَصَلَّى فِيهِ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ، ثُمَّ رَكِبَ رَاحِلَتَهُ فَسَارَ يَمْشِى مَعَهُ النَّاسُ حَتَّى بَرَكَتْ عِنْدَ مَسْجِدِ الرَّسُولِ صلى الله عليه وسلم بِالْمَدِينَةِ ، وَهْوَ يُصَلِّى فِيهِ يَوْمَئِذٍ رِجَالٌ مِنَ الْمُسْلِمِينَ ، وَكَانَ مِرْبَدًا لِلتَّمْرِ لِسُهَيْلٍ وَسَهْلٍ غُلاَمَيْنِ يَتِيمَيْنِ فِى حَجْرِ أَسْعَدَ بْنِ زُرَارَةَ ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حِينَ بَرَكَتْ بِهِ رَاحِلَتُهُ « هَذَا إِنْ شَاءَ اللَّهُ الْمَنْزِلُ » . ثُمَّ دَعَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم الْغُلاَمَيْنِ ، فَسَاوَمَهُمَا بِالْمِرْبَدِ لِيَتَّخِذَهُ مَسْجِدًا ، فَقَالاَ لاَ بَلْ نَهَبُهُ لَكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ ، ثُمَّ بَنَاهُ مَسْجِدًا ، وَطَفِقَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَنْقُلُ مَعَهُمُ اللَّبِنَ فِى بُنْيَانِهِ ، وَيَقُولُ وَهُوَ يَنْقُلُ اللَّبِنَ « هَذَا الْحِمَالُ لاَ حِمَالَ خَيْبَرْ هَذَا أَبَرُّ رَبَّنَا وَأَطْهَرْ » . وَيَقُولُ « اللَّهُمَّ إِنَّ الأَجْرَ أَجْرُ الآخِرَهْ فَارْحَمِ الأَنْصَارَ وَالْمُهَاجِرَهْ » . فَتَمَثَّلَ بِشِعْرِ رَجُلٍ مِنَ الْمُسْلِمِينَ لَمْ يُسَمَّ لِى . قَالَ ابْنُ شِهَابٍ وَلَمْ يَبْلُغْنَا فِى الأَحَادِيثِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم تَمَثَّلَ بِبَيْتِ شِعْرٍ تَامٍّ غَيْرِ هَذه الْبَيْتِ .
İbn Şihâb der ki: Bana Surâka b. Mâlik b. Cu'şum'un erkek kardeşi Abdurrahman b. Malik el-Mudlicî ona da babası Mâlik, Surâka b. Cu'şum şöyle demiştir:
Kureyş kâfirlerinin etrafa saldıkları elçiler bize geldi. Mekkeliler Rasulullah ile Ebu Bekir'den her birini öldüren veya esir eden kimse için ayrı ayrı mükâfat vadediyorlardı. Ben, kavmim Mudlic oğullarının meclisinde oturuyorken Kureyşli bir adam çıkageldi, yanı başımızda dikildi ve “ey Surâka, biraz önce sahile doğru yol alan karaltılar gördüm. Öyle sanırım, onlar Muhammed ve ashabıdır” dedi. Surâka der ki: Ben derhâl bu adamın anlattığı yolcuların Muhammed ile sahâbîleri olduğunu anladım, ama ona “gördüğün onlar değildir. Sen muhtemelen, az önce gözlerimizin önünden geçip giden falanca ve filânca kişileri görmüş olacaksın. Onlar kendilerine ait bir kayıp arıyorlar” dedim ve mecliste bir süre daha oyalandıktan sonra kalkıp evime girdim, hizmetçime, atımı alıp çıkarmasını ve yüksek tepenin arkasında beni beklemesini emrettim. Ben de kargımı alarak evimin arka tarafından çıktım ve (parıltısını gizlemek için) kargımın alt tarafını yerde sürükleyip, üst tarafını da aşağıya doğru tutarak atımın yanına geldim, üstüne bindim ve beni gayeme yaklaştırması için hayvanı dört nala kaldırdım. Sonunda Rasulullah (sav) ve Ashabına yetişip yaklaştım. Bu sırada atım sürçüp kapaklandı. Ben de atımdan düştüm. Hemen toparlanıp kalktım ve elimi ok sadağıma uzatıp, fal oklarını çıkardım. Muhammed ve ashabına zarar verir miyim, yoksa vermez miyim? diye fal baktım. Fal neticesinde hoşlanmadığım şey çıktı. Bunun üzerine ben yine atıma bindim. Fal oklarının aykırı çıkmasına rağmen, ben onlara isyan edip, atımı yine dört nala kaldırdım. Rasulullah'ın okuyuşunu işitecek kadar yaklaştım. Rasulullah (sav) arkasına dönüp bakmıyor, Ebu Bekir ise arkasına çok dönüp bakıyordu. Rasulullah'ın okuduğunu işittiğim sırada atımın iki ön ayağı, dizlerine kadar yere battı, ben de attan düştüm. Sonra ben hayvanı kalkmağa zorladım. O da kalkmağa çalıştı. Fakat bir türlü ayaklarını çıkarmaya gücü yetmedi. Hayvan kalkıp doğrulunca da hemen iki ayağının gömülen izinden göğe doğru ateş dumanı gibi bir duman yükselip dağıldı. Bunun üzerine ben fal oklarıyla tekrar fal baktım. Yine hoşlanmadığım şekilde çıktı. Sonra ben Muhammed ve ashabına “amân” diye haykırdım. Bunun üzerine durdular. Ben de atıma binerek yanlarına vardım.
Rasulullah (sav) ve ashabına saldırmama engel olan bu kadar şeyle karşı karşıya kalınca, gönlümde, Rasulullah'ın davasının zafere ulaşacağına dair kesin bir kanaat oluştu. Bu kanaat üzerine O'na “kavmin Kureyş, senin öldürülmen veya esir alınman için mükâfat vadetmiştir” dedim ve Kureyş'in, kendisine ve ashabına karşı ne kadar fenalık yapmak istediklerini birer birer onlara haber verdim, kendilerine yol azığı ve malzemesi arz ettim. Fakat benden bir şey almadılar ve hiçbir şey de almak istemediler. Yalnız Rasulullah (sav) bana "bizim yolculuğumuzu gizle" dedi. Bunun üzerine ben Rasulullah'tan hakkımda bir amanname yazmasını istedim. Rasulullah (sav) da Âmir b. Fuheyre'ye emretti. Âmir de bir deri parçasına yazıp verdi. Bundan sonra Rasulullah yoluna devam etti. İbn Şihâb der ki: Bana Urve b. Zübeyir şöyle rivayet etmiştir: Rasulullah (sav) yolda, Şam'dan gelen Müslüman tüccarların kervanında bulunan Zübeyir ile karşılaştı. Zübeyir, Rasulullah ile Ebu Bekir'e beyaz maşlahlar giydirdi.
Medine'de Müslümanlar, Rasulullah'ın Mekke'den yola çıktığını işitmişler ve karşılamak için her sabah kuşluk vakti Harre mevkiine çıkarak öğle sıcağı basıncaya kadar Rasulullah'ın gelmesini bekliyorlardı. Yine bir gün Müslümanların beklemeleri uzadıktan sonra dönmüşlerdi. Evlerine girdikleri sırada Yahudilerden bir kişi, kendisine ait bir işe bakmak üzere Yahudi kulelerinden bir kulenin üstüne çıkıp yüksekten uzaklara bakmakta iken, Rasulullah (sav) ile Ashabını, beyazlar giymiş oldukları hâlde -sıcaktan meydana gelen serap ve sis manzaralarını yararak geldiklerini gördü. Artık Yahudi bu muhteşem gelişi saklamaya muktedir olamayarak, yüksek sesiyle “ey Arap topluluğu! Beklemekte olduğunuz nasibiniz ve devletliniz işte geliyor” diye haykırdı. Bu sesi işiten bütün Müslümanlar, silâhlarına sarılarak evlerinden fırlayıp Rasulullah'ı karşılamaya koştular. Ve Harre denilen kara taşlık yolunda Rasulullah'a kavuştular. Rasulullah (sav) şimdi maiyeti ve karşılayanlarıyla birlikte Medine'nin sağ tarafına (Kubâ yönüne) doğru yönelip yola devam etti ve Harise oğullarından Amr b. Avf ailesinin yurduna inip onlara misafir oldu. Küba'ya varış rabiu'l-evvel ayının bir pazartesi gününe tesadüf etmişti. Karşılayanlarla Ebu Bekir ilgilenip konuşuyor, Rasulullah (sav) ise sessiz bir şekilde oturuyordu. Öyle ki Ensâr'dan Rasulullah'ı önceden görmemiş olanlar Ebu Bekir'i selâmlamaya başlamışlardı. Rasulullah'a güneş vurduğunda hemen Ebu Bekir varıp, cübbesiyle gölgelik yapınca, o zaman insanlar Rasulullah'ı tanıdı.
Rasulullah (sav), Amr b. Avf oğulları'nda on küsur gece misafir kaldı. Bu müddet zarfında takva üzerine kurulan mescit inşa edildi ve Rasulullah (sav) orada namaz kıldı. Sonra Rasulullah (sav) beraberinde insanlar olduğu halde devesine binip yola koyuldu. Devesi, Müslümanların, o sırada namazgah olarak kullandıkları, Rasulullah'ın mescidinin yerinde çöktü. Burası daha önce Sa'd b. Zurâre'nin himayesinde bulunan Süheyl ve Sehl adlı iki yetim çocuğa ait, hurma kurutmak üzere kullanılan harman yeri idi. Rasulullah'ın devesi bu arsaya gelip çökünce, Rasulullah "inşallah bizim menzilimiz burası" buyurdu. Daha sonra Rasulullah (sav), bu iki genci davet edip, burasını mescit yapmak üzere bedelini ödeyerek onlardan satın almak istedi. Gençler “ey Allah'ın Rasulü, burasını biz sana bağışlayalım” dediler. Sonra mescidi inşa etti. Mescidin inşası sırasında Rasulullah (sav), ashabı ile beraber mescit duvarlarına kerpiç taşımaya başladı ve taşırken de "Ey Rabbimiz, yüklenip taşıdığımız şu balçıktan düzülmüş ham kerpiç yükü, Hayber'in hurma hamulesi değildir. Bu ondan daha hayırlı ve daha temizdir" beytini okuyup "şüphesiz ki hayırlı ücret, ahiret ücretidir. Ya Rab, sen Ensâr'a ve Muhacirlere merhamet eyle" diye dua ediyordu. Rasulullah (sav) Müslümanlardan ismi bize bildirilmeyen bir şairin şiirine nazire yapmıştı.
İbn Şihâb der ki: Rasulullah'ın bu beyitten başka, bir şiire tam olarak nazire yaptığı bir beyti bize ulaşmadı.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
35035, B003906
Hadis:
قَالَ ابْنُ شِهَابٍ وَأَخْبَرَنِى عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ مَالِكٍ الْمُدْلِجِىُّ - وَهْوَ ابْنُ أَخِى سُرَاقَةَ بْنِ مَالِكِ بْنِ جُعْشُمٍ - أَنَّ أَبَاهُ أَخْبَرَهُ أَنَّهُ سَمِعَ سُرَاقَةَ بْنَ جُعْشُمٍ يَقُولُ جَاءَنَا رُسُلُ كُفَّارِ قُرَيْشٍ يَجْعَلُونَ فِى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَبِى بَكْرٍ دِيَةَ كُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا ، مَنْ قَتَلَهُ أَوْ أَسَرَهُ ، فَبَيْنَمَا أَنَا جَالِسٌ فِى مَجْلِسٍ مِنْ مَجَالِسِ قَوْمِى بَنِى مُدْلِجٍ أَقْبَلَ رَجُلٌ مِنْهُمْ حَتَّى قَامَ عَلَيْنَا وَنَحْنُ جُلُوسٌ ، فَقَالَ يَا سُرَاقَةُ ، إِنِّى قَدْ رَأَيْتُ آنِفًا أَسْوِدَةً بِالسَّاحِلِ - أُرَاهَا مُحَمَّدًا وَأَصْحَابَهُ . قَالَ سُرَاقَةُ فَعَرَفْتُ أَنَّهُمْ هُمْ ، فَقُلْتُ لَهُ إِنَّهُمْ لَيْسُوا بِهِمْ ، وَلَكِنَّكَ رَأَيْتَ فُلاَنًا وَفُلاَنًا انْطَلَقُوا بِأَعْيُنِنَا . ثُمَّ لَبِثْتُ فِى الْمَجْلِسِ سَاعَةً ، ثُمَّ قُمْتُ فَدَخَلْتُ فَأَمَرْتُ جَارِيَتِى أَنْ تَخْرُجَ بِفَرَسِى وَهْىَ مِنْ وَرَاءِ أَكَمَةٍ فَتَحْبِسَهَا عَلَىَّ ، وَأَخَذْتُ رُمْحِى ، فَخَرَجْتُ بِهِ مِنْ ظَهْرِ الْبَيْتِ ، فَحَطَطْتُ بِزُجِّهِ الأَرْضَ ، وَخَفَضْتُ عَالِيَهُ حَتَّى أَتَيْتُ فَرَسِى فَرَكِبْتُهَا ، فَرَفَعْتُهَا تُقَرَّبُ بِى حَتَّى دَنَوْتُ مِنْهُمْ ، فَعَثَرَتْ بِى فَرَسِى ، فَخَرَرْتُ عَنْهَا فَقُمْتُ ، فَأَهْوَيْتُ يَدِى إِلَى كِنَانَتِى فَاسْتَخْرَجْتُ مِنْهَا الأَزْلاَمَ ، فَاسْتَقْسَمْتُ بِهَا أَضُرُّهُمْ أَمْ لاَ فَخَرَجَ الَّذِى أَكْرَهُ ، فَرَكِبْتُ فَرَسِى ، وَعَصَيْتُ الأَزْلاَمَ ، تُقَرِّبُ بِى حَتَّى إِذَا سَمِعْتُ قِرَاءَةَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَهْوَ لاَ يَلْتَفِتُ ، وَأَبُو بَكْرٍ يُكْثِرُ الاِلْتِفَاتَ سَاخَتْ يَدَا فَرَسِى فِى الأَرْضِ حَتَّى بَلَغَتَا الرُّكْبَتَيْنِ ، فَخَرَرْتُ عَنْهَا ثُمَّ زَجَرْتُهَا فَنَهَضَتْ ، فَلَمْ تَكَدْ تُخْرِجُ يَدَيْهَا ، فَلَمَّا اسْتَوَتْ قَائِمَةً ، إِذَا لأَثَرِ يَدَيْهَا عُثَانٌ سَاطِعٌ فِى السَّمَاءِ مِثْلُ الدُّخَانِ ، فَاسْتَقْسَمْتُ بِالأَزْلاَمِ ، فَخَرَجَ الَّذِى أَكْرَهُ ، فَنَادَيْتُهُمْ بِالأَمَانِ فَوَقَفُوا ، فَرَكِبْتُ فَرَسِى حَتَّى جِئْتُهُمْ ، وَوَقَعَ فِى نَفْسِى حِينَ لَقِيتُ مَا لَقِيتُ مِنَ الْحَبْسِ عَنْهُمْ أَنْ سَيَظْهَرُ أَمْرُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقُلْتُ لَهُ إِنَّ قَوْمَكَ قَدْ جَعَلُوا فِيكَ الدِّيَةَ . وَأَخْبَرْتُهُمْ أَخْبَارَ مَا يُرِيدُ النَّاسُ بِهِمْ ، وَعَرَضْتُ عَلَيْهِمِ الزَّادَ وَالْمَتَاعَ ، فَلَمْ يَرْزَآنِى وَلَمْ يَسْأَلاَنِى إِلاَّ أَنْ قَالَ أَخْفِ عَنَّا . فَسَأَلْتُهُ أَنْ يَكْتُبَ لِى كِتَابَ أَمْنٍ ، فَأَمَرَ عَامِرَ بْنَ فُهَيْرَةَ ، فَكَتَبَ فِى رُقْعَةٍ مِنْ أَدِيمٍ ، ثُمَّ مَضَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . قَالَ ابْنُ شِهَابٍ فَأَخْبَرَنِى عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لَقِىَ الزُّبَيْرَ فِى رَكْبٍ مِنَ الْمُسْلِمِينَ كَانُوا تِجَارًا قَافِلِينَ مِنَ الشَّأْمِ ، فَكَسَا الزُّبَيْرُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَبَا بَكْرٍ ثِيَابَ بَيَاضٍ ، وَسَمِعَ الْمُسْلِمُونَ بِالْمَدِينَةِ مَخْرَجَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ مَكَّةَ ، فَكَانُوا يَغْدُونَ كُلَّ غَدَاةٍ إِلَى الْحَرَّةِ فَيَنْتَظِرُونَهُ ، حَتَّى يَرُدَّهُمْ حَرُّ الظَّهِيرَةِ ، فَانْقَلَبُوا يَوْمًا بَعْدَ مَا أَطَالُوا انْتِظَارَهُمْ ، فَلَمَّا أَوَوْا إِلَى بُيُوتِهِمْ ، أَوْفَى رَجُلٌ مِنْ يَهُودَ عَلَى أُطُمٍ مِنْ آطَامِهِمْ لأَمْرٍ يَنْظُرُ إِلَيْهِ ، فَبَصُرَ بِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَصْحَابِهِ مُبَيَّضِينَ يَزُولُ بِهِمُ السَّرَابُ ، فَلَمْ يَمْلِكِ الْيَهُودِىُّ أَنْ قَالَ بِأَعْلَى صَوْتِهِ يَا مَعَاشِرَ الْعَرَبِ هَذَا جَدُّكُمُ الَّذِى تَنْتَظِرُونَ . فَثَارَ الْمُسْلِمُونَ إِلَى السِّلاَحِ ، فَتَلَقَّوْا رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِظَهْرِ الْحَرَّةِ ، فَعَدَلَ بِهِمْ ذَاتَ الْيَمِينِ حَتَّى نَزَلَ بِهِمْ فِى بَنِى عَمْرِو بْنِ عَوْفٍ ، وَذَلِكَ يَوْمَ الاِثْنَيْنِ مِنْ شَهْرِ رَبِيعٍ الأَوَّلِ ، فَقَامَ أَبُو بَكْرٍ لِلنَّاسِ ، وَجَلَسَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم صَامِتًا ، فَطَفِقَ مَنْ جَاءَ مِنَ الأَنْصَارِ مِمَّنْ لَمْ يَرَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُحَيِّى أَبَا بَكْرٍ ، حَتَّى أَصَابَتِ الشَّمْسُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَقْبَلَ أَبُو بَكْرٍ حَتَّى ظَلَّلَ عَلَيْهِ بِرِدَائِهِ ، فَعَرَفَ النَّاسُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عِنْدَ ذَلِكَ ، فَلَبِثَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى بَنِى عَمْرِو بْنِ عَوْفٍ بِضْعَ عَشْرَةَ لَيْلَةً وَأُسِّسَ الْمَسْجِدُ الَّذِى أُسِّسَ عَلَى التَّقْوَى ، وَصَلَّى فِيهِ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ، ثُمَّ رَكِبَ رَاحِلَتَهُ فَسَارَ يَمْشِى مَعَهُ النَّاسُ حَتَّى بَرَكَتْ عِنْدَ مَسْجِدِ الرَّسُولِ صلى الله عليه وسلم بِالْمَدِينَةِ ، وَهْوَ يُصَلِّى فِيهِ يَوْمَئِذٍ رِجَالٌ مِنَ الْمُسْلِمِينَ ، وَكَانَ مِرْبَدًا لِلتَّمْرِ لِسُهَيْلٍ وَسَهْلٍ غُلاَمَيْنِ يَتِيمَيْنِ فِى حَجْرِ أَسْعَدَ بْنِ زُرَارَةَ ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حِينَ بَرَكَتْ بِهِ رَاحِلَتُهُ « هَذَا إِنْ شَاءَ اللَّهُ الْمَنْزِلُ » . ثُمَّ دَعَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم الْغُلاَمَيْنِ ، فَسَاوَمَهُمَا بِالْمِرْبَدِ لِيَتَّخِذَهُ مَسْجِدًا ، فَقَالاَ لاَ بَلْ نَهَبُهُ لَكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ ، ثُمَّ بَنَاهُ مَسْجِدًا ، وَطَفِقَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَنْقُلُ مَعَهُمُ اللَّبِنَ فِى بُنْيَانِهِ ، وَيَقُولُ وَهُوَ يَنْقُلُ اللَّبِنَ « هَذَا الْحِمَالُ لاَ حِمَالَ خَيْبَرْ هَذَا أَبَرُّ رَبَّنَا وَأَطْهَرْ » . وَيَقُولُ « اللَّهُمَّ إِنَّ الأَجْرَ أَجْرُ الآخِرَهْ فَارْحَمِ الأَنْصَارَ وَالْمُهَاجِرَهْ » . فَتَمَثَّلَ بِشِعْرِ رَجُلٍ مِنَ الْمُسْلِمِينَ لَمْ يُسَمَّ لِى . قَالَ ابْنُ شِهَابٍ وَلَمْ يَبْلُغْنَا فِى الأَحَادِيثِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم تَمَثَّلَ بِبَيْتِ شِعْرٍ تَامٍّ غَيْرِ هَذه الْبَيْتِ .
Tercemesi:
İbn Şihâb der ki: Bana Surâka b. Mâlik b. Cu'şum'un erkek kardeşi Abdurrahman b. Malik el-Mudlicî ona da babası Mâlik, Surâka b. Cu'şum şöyle demiştir:
Kureyş kâfirlerinin etrafa saldıkları elçiler bize geldi. Mekkeliler Rasulullah ile Ebu Bekir'den her birini öldüren veya esir eden kimse için ayrı ayrı mükâfat vadediyorlardı. Ben, kavmim Mudlic oğullarının meclisinde oturuyorken Kureyşli bir adam çıkageldi, yanı başımızda dikildi ve “ey Surâka, biraz önce sahile doğru yol alan karaltılar gördüm. Öyle sanırım, onlar Muhammed ve ashabıdır” dedi. Surâka der ki: Ben derhâl bu adamın anlattığı yolcuların Muhammed ile sahâbîleri olduğunu anladım, ama ona “gördüğün onlar değildir. Sen muhtemelen, az önce gözlerimizin önünden geçip giden falanca ve filânca kişileri görmüş olacaksın. Onlar kendilerine ait bir kayıp arıyorlar” dedim ve mecliste bir süre daha oyalandıktan sonra kalkıp evime girdim, hizmetçime, atımı alıp çıkarmasını ve yüksek tepenin arkasında beni beklemesini emrettim. Ben de kargımı alarak evimin arka tarafından çıktım ve (parıltısını gizlemek için) kargımın alt tarafını yerde sürükleyip, üst tarafını da aşağıya doğru tutarak atımın yanına geldim, üstüne bindim ve beni gayeme yaklaştırması için hayvanı dört nala kaldırdım. Sonunda Rasulullah (sav) ve Ashabına yetişip yaklaştım. Bu sırada atım sürçüp kapaklandı. Ben de atımdan düştüm. Hemen toparlanıp kalktım ve elimi ok sadağıma uzatıp, fal oklarını çıkardım. Muhammed ve ashabına zarar verir miyim, yoksa vermez miyim? diye fal baktım. Fal neticesinde hoşlanmadığım şey çıktı. Bunun üzerine ben yine atıma bindim. Fal oklarının aykırı çıkmasına rağmen, ben onlara isyan edip, atımı yine dört nala kaldırdım. Rasulullah'ın okuyuşunu işitecek kadar yaklaştım. Rasulullah (sav) arkasına dönüp bakmıyor, Ebu Bekir ise arkasına çok dönüp bakıyordu. Rasulullah'ın okuduğunu işittiğim sırada atımın iki ön ayağı, dizlerine kadar yere battı, ben de attan düştüm. Sonra ben hayvanı kalkmağa zorladım. O da kalkmağa çalıştı. Fakat bir türlü ayaklarını çıkarmaya gücü yetmedi. Hayvan kalkıp doğrulunca da hemen iki ayağının gömülen izinden göğe doğru ateş dumanı gibi bir duman yükselip dağıldı. Bunun üzerine ben fal oklarıyla tekrar fal baktım. Yine hoşlanmadığım şekilde çıktı. Sonra ben Muhammed ve ashabına “amân” diye haykırdım. Bunun üzerine durdular. Ben de atıma binerek yanlarına vardım.
Rasulullah (sav) ve ashabına saldırmama engel olan bu kadar şeyle karşı karşıya kalınca, gönlümde, Rasulullah'ın davasının zafere ulaşacağına dair kesin bir kanaat oluştu. Bu kanaat üzerine O'na “kavmin Kureyş, senin öldürülmen veya esir alınman için mükâfat vadetmiştir” dedim ve Kureyş'in, kendisine ve ashabına karşı ne kadar fenalık yapmak istediklerini birer birer onlara haber verdim, kendilerine yol azığı ve malzemesi arz ettim. Fakat benden bir şey almadılar ve hiçbir şey de almak istemediler. Yalnız Rasulullah (sav) bana "bizim yolculuğumuzu gizle" dedi. Bunun üzerine ben Rasulullah'tan hakkımda bir amanname yazmasını istedim. Rasulullah (sav) da Âmir b. Fuheyre'ye emretti. Âmir de bir deri parçasına yazıp verdi. Bundan sonra Rasulullah yoluna devam etti. İbn Şihâb der ki: Bana Urve b. Zübeyir şöyle rivayet etmiştir: Rasulullah (sav) yolda, Şam'dan gelen Müslüman tüccarların kervanında bulunan Zübeyir ile karşılaştı. Zübeyir, Rasulullah ile Ebu Bekir'e beyaz maşlahlar giydirdi.
Medine'de Müslümanlar, Rasulullah'ın Mekke'den yola çıktığını işitmişler ve karşılamak için her sabah kuşluk vakti Harre mevkiine çıkarak öğle sıcağı basıncaya kadar Rasulullah'ın gelmesini bekliyorlardı. Yine bir gün Müslümanların beklemeleri uzadıktan sonra dönmüşlerdi. Evlerine girdikleri sırada Yahudilerden bir kişi, kendisine ait bir işe bakmak üzere Yahudi kulelerinden bir kulenin üstüne çıkıp yüksekten uzaklara bakmakta iken, Rasulullah (sav) ile Ashabını, beyazlar giymiş oldukları hâlde -sıcaktan meydana gelen serap ve sis manzaralarını yararak geldiklerini gördü. Artık Yahudi bu muhteşem gelişi saklamaya muktedir olamayarak, yüksek sesiyle “ey Arap topluluğu! Beklemekte olduğunuz nasibiniz ve devletliniz işte geliyor” diye haykırdı. Bu sesi işiten bütün Müslümanlar, silâhlarına sarılarak evlerinden fırlayıp Rasulullah'ı karşılamaya koştular. Ve Harre denilen kara taşlık yolunda Rasulullah'a kavuştular. Rasulullah (sav) şimdi maiyeti ve karşılayanlarıyla birlikte Medine'nin sağ tarafına (Kubâ yönüne) doğru yönelip yola devam etti ve Harise oğullarından Amr b. Avf ailesinin yurduna inip onlara misafir oldu. Küba'ya varış rabiu'l-evvel ayının bir pazartesi gününe tesadüf etmişti. Karşılayanlarla Ebu Bekir ilgilenip konuşuyor, Rasulullah (sav) ise sessiz bir şekilde oturuyordu. Öyle ki Ensâr'dan Rasulullah'ı önceden görmemiş olanlar Ebu Bekir'i selâmlamaya başlamışlardı. Rasulullah'a güneş vurduğunda hemen Ebu Bekir varıp, cübbesiyle gölgelik yapınca, o zaman insanlar Rasulullah'ı tanıdı.
Rasulullah (sav), Amr b. Avf oğulları'nda on küsur gece misafir kaldı. Bu müddet zarfında takva üzerine kurulan mescit inşa edildi ve Rasulullah (sav) orada namaz kıldı. Sonra Rasulullah (sav) beraberinde insanlar olduğu halde devesine binip yola koyuldu. Devesi, Müslümanların, o sırada namazgah olarak kullandıkları, Rasulullah'ın mescidinin yerinde çöktü. Burası daha önce Sa'd b. Zurâre'nin himayesinde bulunan Süheyl ve Sehl adlı iki yetim çocuğa ait, hurma kurutmak üzere kullanılan harman yeri idi. Rasulullah'ın devesi bu arsaya gelip çökünce, Rasulullah "inşallah bizim menzilimiz burası" buyurdu. Daha sonra Rasulullah (sav), bu iki genci davet edip, burasını mescit yapmak üzere bedelini ödeyerek onlardan satın almak istedi. Gençler “ey Allah'ın Rasulü, burasını biz sana bağışlayalım” dediler. Sonra mescidi inşa etti. Mescidin inşası sırasında Rasulullah (sav), ashabı ile beraber mescit duvarlarına kerpiç taşımaya başladı ve taşırken de "Ey Rabbimiz, yüklenip taşıdığımız şu balçıktan düzülmüş ham kerpiç yükü, Hayber'in hurma hamulesi değildir. Bu ondan daha hayırlı ve daha temizdir" beytini okuyup "şüphesiz ki hayırlı ücret, ahiret ücretidir. Ya Rab, sen Ensâr'a ve Muhacirlere merhamet eyle" diye dua ediyordu. Rasulullah (sav) Müslümanlardan ismi bize bildirilmeyen bir şairin şiirine nazire yapmıştı.
İbn Şihâb der ki: Rasulullah'ın bu beyitten başka, bir şiire tam olarak nazire yaptığı bir beyti bize ulaşmadı.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Menâkıbü'l-Ensâr 45, 2/30
Senetler:
1. Ebu Süfyan Süraka b. Cu'şüm el-Müdlicî (Süraka b. Malik b. Cu'şüm b. Malik b. Amr)
2. Malik b. Cu'şüm el-Müdlicî (Malik b. Malik b. Cu'şüm b. Malik b. Amr)
3. Abdurrahman b. Malik (Abdurrahman b. Malik b. Cu'şüm b. Malik b. Amr)
4. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
5. Ebu Halid Ukayl b. Halid el-Eylî (Ukayl b. Halid b. Ukayl)
6. Ebu Haris Leys b. Sa'd el-Fehmî (Leys b. Sa'd b. Abdurrahman)
7. Yahya b. Bükeyr el-Kuraşî (Yahya b. Abdullah b. Bükeyr)
Konular:
Arrâf, Arraflık, arrafa gitmek ve inanmak
HİCRET OLGUSU
Mucize
Siyer, Hicret Medine'ye
Siyer, Hz. Peygamber'in Mekke döneminde çektiği sıkıntılar
Yazı, katiplik
Bize Abdan, ona babası (Osman b. Cebele), ona Şu'be, ona Ebu İshak, ona Amr b. Meymûne, ona da Abdullah b. Mesud şöyle demiştir: Peygamber (sav) secde ettiği sırada; (T) Buhârî der ki: Yine bana Ahmed b. Osman, ona Şurayh b. Mesleme, ona İbrahim b. Yusuf, ona babası (Yusuf b. İshak), ona Ebu İshak, ona Amr b. Meymûn, ona da Abdullah b. Mesud şöyle demiştir:
Peygamber (sav), Kâbe'nin yanında namaz kılıyordu. Ebu Cehil ile bazı arkadaşları da oturuyorlardı. Derken onların biri diğerine “Falan oğullarının (yeni kesilen) devesinin bağırsaklarını hanginiz getirir ve secdeye vardığında onu Muhammed'in sırtına koyar?” dedi. O topluluğun en kötü olanı gidip onu getirdi. Bekledi, Peygamber secdeye varınca sırtının üzerine iki omuzu arasına koydu. Ben ise hiçbir işe yapamıyor sadece bakıyordum. Keşke benim engelleyecek gücüm olsaydı! İbn Mesud der ki: Onlar gülmeye ve birbirine (suçu birbirlerine) isnad etmeye başladılar. Rasulullah ise secdeden başını kaldırmıyordu. Nihayet Fâtıma yanına geldi ve onu sırtından attı. Rasulullah başını kaldırdı. (Namazı bitirdikten) sonra üç defa: "Allah'ım! Kureyş'i sana havale ediyorum" dedi. Rasulullah onlara beddua edince, bu onlara ağır geldi. İbn Mesud der ki: Çünkü onlar bu şehirde duanın kabul edileceğini biliyorlardı. Ondan sonra Rasulullah isim isim sayarak "Allah'ım Ebu Cehil'i sana havale ediyorum, Utbe b. Rabîa'yı, Şeybe b. Rabîa'yı, Velid b. Utbe'yi, Ümeyye b. Halef'i, Ukbe b. Ebu Muayt'ı sana havale ediyorum" dedi. Yedinciyi de saydı, fakat biz onu aklımızda tutamadık. İbn Mesud der ki: Nefsim elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, Rasulullah'ın saydığı isimlerin sahiplerini Kalîb'de, yani Bedir çukurunda yere serilmiş gördüm.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
278070, B000240-2
Hadis:
حَدَّثَنَا عَبْدَانُ قَالَ أَخْبَرَنِى أَبِى عَنْ شُعْبَةَ عَنْ أَبِى إِسْحَاقَ عَنْ عَمْرِو بْنِ مَيْمُونٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ بَيْنَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم سَاجِدٌ ح قَالَ وَحَدَّثَنِى أَحْمَدُ بْنُ عُثْمَانَ قَالَ حَدَّثَنَا شُرَيْحُ بْنُ مَسْلَمَةَ قَالَ حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ يُوسُفَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِى إِسْحَاقَ قَالَ حَدَّثَنِى عَمْرُو بْنُ مَيْمُونٍ أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ مَسْعُودٍ حَدَّثَهُ أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم كَانَ يُصَلِّى عِنْدَ الْبَيْتِ ، وَأَبُو جَهْلٍ وَأَصْحَابٌ لَهُ جُلُوسٌ ، إِذْ قَالَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ أَيُّكُمْ يَجِىءُ بِسَلَى جَزُورِ بَنِى فُلاَنٍ فَيَضَعُهُ عَلَى ظَهْرِ مُحَمَّدٍ إِذَا سَجَدَ فَانْبَعَثَ أَشْقَى الْقَوْمِ فَجَاءَ بِهِ ، فَنَظَرَ حَتَّى إِذَا سَجَدَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم وَضَعَهُ عَلَى ظَهْرِهِ بَيْنَ كَتِفَيْهِ وَأَنَا أَنْظُرُ ، لاَ أُغَيِّرُ شَيْئًا ، لَوْ كَانَ لِى مَنْعَةٌ . قَالَ فَجَعَلُوا يَضْحَكُونَ وَيُحِيلُ بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ ، وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم سَاجِدٌ لاَ يَرْفَعُ رَأْسَهُ ، حَتَّى جَاءَتْهُ فَاطِمَةُ ، فَطَرَحَتْ عَنْ ظَهْرِهِ ، فَرَفَعَ رَأْسَهُ ثُمَّ قَالَ « اللَّهُمَّ عَلَيْكَ بِقُرَيْشٍ » . ثَلاَثَ مَرَّاتٍ ، فَشَقَّ عَلَيْهِمْ إِذْ دَعَا عَلَيْهِمْ - قَالَ وَكَانُوا يُرَوْنَ أَنَّ الدَّعْوَةَ فِى ذَلِكَ الْبَلَدِ مُسْتَجَابَةٌ - ثُمَّ سَمَّى « اللَّهُمَّ عَلَيْكَ بِأَبِى جَهْلٍ ، وَعَلَيْكَ بِعُتْبَةَ بْنِ رَبِيعَةَ ، وَشَيْبَةَ بْنِ رَبِيعَةَ ، وَالْوَلِيدِ بْنِ عُتْبَةَ ، وَأُمَيَّةَ بْنِ خَلَفٍ ، وَعُقْبَةَ بْنِ أَبِى مُعَيْطٍ » . وَعَدَّ السَّابِعَ فَلَمْ يَحْفَظْهُ قَالَ فَوَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ ، لَقَدْ رَأَيْتُ الَّذِينَ عَدَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم صَرْعَى فِى الْقَلِيبِ قَلِيبِ بَدْرٍ .
Tercemesi:
Bize Abdan, ona babası (Osman b. Cebele), ona Şu'be, ona Ebu İshak, ona Amr b. Meymûne, ona da Abdullah b. Mesud şöyle demiştir: Peygamber (sav) secde ettiği sırada; (T) Buhârî der ki: Yine bana Ahmed b. Osman, ona Şurayh b. Mesleme, ona İbrahim b. Yusuf, ona babası (Yusuf b. İshak), ona Ebu İshak, ona Amr b. Meymûn, ona da Abdullah b. Mesud şöyle demiştir:
Peygamber (sav), Kâbe'nin yanında namaz kılıyordu. Ebu Cehil ile bazı arkadaşları da oturuyorlardı. Derken onların biri diğerine “Falan oğullarının (yeni kesilen) devesinin bağırsaklarını hanginiz getirir ve secdeye vardığında onu Muhammed'in sırtına koyar?” dedi. O topluluğun en kötü olanı gidip onu getirdi. Bekledi, Peygamber secdeye varınca sırtının üzerine iki omuzu arasına koydu. Ben ise hiçbir işe yapamıyor sadece bakıyordum. Keşke benim engelleyecek gücüm olsaydı! İbn Mesud der ki: Onlar gülmeye ve birbirine (suçu birbirlerine) isnad etmeye başladılar. Rasulullah ise secdeden başını kaldırmıyordu. Nihayet Fâtıma yanına geldi ve onu sırtından attı. Rasulullah başını kaldırdı. (Namazı bitirdikten) sonra üç defa: "Allah'ım! Kureyş'i sana havale ediyorum" dedi. Rasulullah onlara beddua edince, bu onlara ağır geldi. İbn Mesud der ki: Çünkü onlar bu şehirde duanın kabul edileceğini biliyorlardı. Ondan sonra Rasulullah isim isim sayarak "Allah'ım Ebu Cehil'i sana havale ediyorum, Utbe b. Rabîa'yı, Şeybe b. Rabîa'yı, Velid b. Utbe'yi, Ümeyye b. Halef'i, Ukbe b. Ebu Muayt'ı sana havale ediyorum" dedi. Yedinciyi de saydı, fakat biz onu aklımızda tutamadık. İbn Mesud der ki: Nefsim elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, Rasulullah'ın saydığı isimlerin sahiplerini Kalîb'de, yani Bedir çukurunda yere serilmiş gördüm.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Vudû 69, 1/244
Senetler:
1. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Mesud (Abdullah b. Mesud b. Gafil b. Habib b. Şemh)
2. Ebu Abdullah Amr b. Meymun el-Evdî (Amr b. Meymun)
3. Ebu İshak es-Sebiî (Amr b. Abdullah b. Ubeyd)
4. Yusuf b. İshak es-Sebi'i (Yusuf b. İshak b. Ebu İshak)
5. İbn Ebu İshak İbrahim b. Yusuf es-Sebi'î (İbrahim b. Yusuf b. İshak b. Amr b. Abdullah)
6. Şurayh b. Mesleme et-Tenûhî (Şurayh b. Mesleme)
7. Ahmed b. Osman el-Evdi (Ahmed b. Osman b. Hakim b. Zübyan)
Konular:
DUA ZAMAN VE MEKAN İLİŞKİSİ
Dua, Mekke'de kabul olacağı inanışı
Hz. Peygamber, beddua ettiği kimseler
Hz. Peygamber, hakaret ve saygısızlık yapılması
Hz. Peygamber, Kureyş'e Bedduası,
Hz. Peygamber, müşriklerle ilişkileri
Siyer, Bedir gazvesi, öldürülen müşrikler
Siyer, Hz. Peygamber'in Mekke döneminde çektiği sıkıntılar
Tarihsel şahsiyetler, Ebu Cehil ve karısı
Tarihsel Şahsiyetler, Şeybe b. Rabia
Tarihsel Şahsiyetler, Ukbe b. Ebi Muayt
Tarihsel Şahsiyetler, Ümeyye b. Halef
Tarihsel Şahsiyetler, Utbe b. Rabia
Tarihsel Şahsiyetler, Velid b. Utbe
Bana Muhammed b. Yezîd el-Kûfî, ona Velîd, ona Evzâî, ona Yahya b. Ebu Kesîr, ona Muhammed b. İbrahim, ona da Urve b. Zubeyir şöyle demiştir:
Ben Abdullah b. Amr'a, müşriklerin, Rasulullah'a yaptıkları en kötü şeyin ne olduğunu sordum, şöyle cevap verdi: Peygamber (sav) (Kâbe'nin Hıcr kısmında) namaz kılarken yanına Ukbe b. Ebu Muayt'ın gelip Peygamber'in cübbesini toplayarak boynuna dolayıp O'nu şiddetli bir şekilde boğmağa çalıştığını gördüm. Tam bu sırada Ebu Bekir gelip onu Peygamber'den uzaklaştırdı ve "Siz bir adamı, “Rabbim Allah'tır” dediği için öldürür müsünüz?” Hâlbuki O size Rabbinizden apaçık mucizeler de getirmiştir." (Mümin, 28) ayetini okudu.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
34703, B003678
Hadis:
حَدَّثَنِى مُحَمَّدُ بْنُ يَزِيدَ الْكُوفِىُّ حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ عَنِ الأَوْزَاعِىِّ عَنْ يَحْيَى بْنِ أَبِى كَثِيرٍ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ إِبْرَاهِيمَ عَنْ عُرْوَةَ بْنِ الزُّبَيْرِ قَالَ سَأَلْتُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عَمْرٍو عَنْ أَشَدِّ مَا صَنَعَ الْمُشْرِكُونَ بِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ رَأَيْتُ عُقْبَةَ بْنَ أَبِى مُعَيْطٍ جَاءَ إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم وَهُوَ يُصَلِّى ، فَوَضَعَ رِدَاءَهُ فِى عُنُقِهِ فَخَنَقَهُ بِهِ خَنْقًا شَدِيدًا ، فَجَاءَ أَبُو بَكْرٍ حَتَّى دَفَعَهُ عَنْهُ فَقَالَ أَتَقْتُلُونَ رَجُلاً أَنْ يَقُولَ رَبِّىَ اللَّهُ . وَقَدْ جَاءَكُمْ بِالْبَيِّنَاتِ مِنْ رَبِّكُمْ .
Tercemesi:
Bana Muhammed b. Yezîd el-Kûfî, ona Velîd, ona Evzâî, ona Yahya b. Ebu Kesîr, ona Muhammed b. İbrahim, ona da Urve b. Zubeyir şöyle demiştir:
Ben Abdullah b. Amr'a, müşriklerin, Rasulullah'a yaptıkları en kötü şeyin ne olduğunu sordum, şöyle cevap verdi: Peygamber (sav) (Kâbe'nin Hıcr kısmında) namaz kılarken yanına Ukbe b. Ebu Muayt'ın gelip Peygamber'in cübbesini toplayarak boynuna dolayıp O'nu şiddetli bir şekilde boğmağa çalıştığını gördüm. Tam bu sırada Ebu Bekir gelip onu Peygamber'den uzaklaştırdı ve "Siz bir adamı, “Rabbim Allah'tır” dediği için öldürür müsünüz?” Hâlbuki O size Rabbinizden apaçık mucizeler de getirmiştir." (Mümin, 28) ayetini okudu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Fedâili Ashâbi'n-Nebi 5, 1/937
Senetler:
1. Ebu Muhammed Abdullah b. Amr es-Sehmî (Abdullah b. Amr b. Âs b. Vail b. Haşim)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Abdullah Muhammed b. İbrahim et-Teymî el-Kuraşî (Muhammed b. İbrahim b. Hâris b. Hâlid)
4. Ebu Nasr Yahya b. Ebu Kesir et-Tâî (Yahya b. Salih b. Mütevekkil)
5. Ebu Amr Abdurrahman b. Amr el-Evzaî (Abdurrahman b. Amr b. Yahmed)
6. Ebu Abbas Velid b. Müslim el-Kuraşî (Velid b. Müslim)
7. Muhammed b. Yezid el-Hizami (Muhammed b. Yezid)
Konular:
Hz. Peygamber, müşriklerle ilişkileri
Siyer, Hz. Peygamber'in Mekke döneminde çektiği sıkıntılar
Tarihsel Şahsiyetler, Ukbe b. Ebi Muayt
Bize Abdan, ona babası (Osman b. Cebele), ona Şu'be, ona Ebu İshak, ona Amr b. Meymûne, ona da Abdullah b. Mesud şöyle demiştir: Peygamber (sav) secde ettiği sırada; (T) Buhârî der ki: Yine bana Ahmed b. Osman, ona Şurayh b. Mesleme, ona İbrahim b. Yusuf, ona babası (Yusuf b. İshak), ona Ebu İshak, ona Amr b. Meymûn, ona da Abdullah b. Mesud şöyle demiştir:
Peygamber (sav), Kâbe'nin yanında namaz kılıyordu. Ebu Cehil ile bazı arkadaşları da oturuyorlardı. Derken onların biri diğerine “Falan oğullarının (yeni kesilen) devesinin bağırsaklarını hanginiz getirir ve secdeye vardığında onu Muhammed'in sırtına koyar?” dedi. O topluluğun en kötü olanı gidip onu getirdi. Bekledi, Peygamber secdeye varınca sırtının üzerine iki omuzu arasına koydu. Ben ise hiçbir işe yapamıyor sadece bakıyordum. Keşke benim engelleyecek gücüm olsaydı! İbn Mesud der ki: Onlar gülmeye ve birbirine (suçu birbirlerine) isnad etmeye başladılar. Rasulullah ise secdeden başını kaldırmıyordu. Nihayet Fâtıma yanına geldi ve onu sırtından attı. Rasulullah başını kaldırdı. (Namazı bitirdikten) sonra üç defa: "Allah'ım! Kureyş'i sana havale ediyorum" dedi. Rasulullah onlara beddua edince, bu onlara ağır geldi. İbn Mesud der ki: Çünkü onlar bu şehirde duanın kabul edileceğini biliyorlardı. Ondan sonra Rasulullah isim isim sayarak "Allah'ım Ebu Cehil'i sana havale ediyorum, Utbe b. Rabîa'yı, Şeybe b. Rabîa'yı, Velid b. Utbe'yi, Ümeyye b. Halef'i, Ukbe b. Ebu Muayt'ı sana havale ediyorum" dedi. Yedinciyi de saydı, fakat biz onu aklımızda tutamadık. İbn Mesud der ki: Nefsim elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, Rasulullah'ın saydığı isimlerin sahiplerini Kalîb'de, yani Bedir çukurunda yere serilmiş gördüm.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
1782, B000240
Hadis:
حَدَّثَنَا عَبْدَانُ قَالَ أَخْبَرَنِى أَبِى عَنْ شُعْبَةَ عَنْ أَبِى إِسْحَاقَ عَنْ عَمْرِو بْنِ مَيْمُونٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ بَيْنَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم سَاجِدٌ ح
قَالَ وَحَدَّثَنِى أَحْمَدُ بْنُ عُثْمَانَ قَالَ حَدَّثَنَا شُرَيْحُ بْنُ مَسْلَمَةَ قَالَ حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ يُوسُفَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِى إِسْحَاقَ قَالَ حَدَّثَنِى عَمْرُو بْنُ مَيْمُونٍ أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ مَسْعُودٍ حَدَّثَهُ:
أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم كَانَ يُصَلِّى عِنْدَ الْبَيْتِ ، وَأَبُو جَهْلٍ وَأَصْحَابٌ لَهُ جُلُوسٌ ، إِذْ قَالَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ أَيُّكُمْ يَجِىءُ بِسَلَى جَزُورِ بَنِى فُلاَنٍ فَيَضَعُهُ عَلَى ظَهْرِ مُحَمَّدٍ إِذَا سَجَدَ فَانْبَعَثَ أَشْقَى الْقَوْمِ فَجَاءَ بِهِ ، فَنَظَرَ حَتَّى إِذَا سَجَدَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم وَضَعَهُ عَلَى ظَهْرِهِ بَيْنَ كَتِفَيْهِ وَأَنَا أَنْظُرُ ، لاَ أُغَيِّرُ شَيْئًا ، لَوْ كَانَ لِى مَنْعَةٌ . قَالَ فَجَعَلُوا يَضْحَكُونَ وَيُحِيلُ بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ ، وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم سَاجِدٌ لاَ يَرْفَعُ رَأْسَهُ ، حَتَّى جَاءَتْهُ فَاطِمَةُ ، فَطَرَحَتْ عَنْ ظَهْرِهِ ، فَرَفَعَ رَأْسَهُ ثُمَّ قَالَ "اللَّهُمَّ عَلَيْكَ بِقُرَيْشٍ." ثَلاَثَ مَرَّاتٍ ، فَشَقَّ عَلَيْهِمْ إِذْ دَعَا عَلَيْهِمْ - قَالَ وَكَانُوا يُرَوْنَ أَنَّ الدَّعْوَةَ فِى ذَلِكَ الْبَلَدِ مُسْتَجَابَةٌ - ثُمَّ سَمَّى "اللَّهُمَّ عَلَيْكَ بِأَبِى جَهْلٍ ، وَعَلَيْكَ بِعُتْبَةَ بْنِ رَبِيعَةَ ، وَشَيْبَةَ بْنِ رَبِيعَةَ ، وَالْوَلِيدِ بْنِ عُتْبَةَ ، وَأُمَيَّةَ بْنِ خَلَفٍ ، وَعُقْبَةَ بْنِ أَبِى مُعَيْطٍ." وَعَدَّ السَّابِعَ فَلَمْ يَحْفَظْهُ قَالَ فَوَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ ، لَقَدْ رَأَيْتُ الَّذِينَ عَدَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم صَرْعَى فِى الْقَلِيبِ قَلِيبِ بَدْرٍ .
Tercemesi:
Bize Abdan, ona babası (Osman b. Cebele), ona Şu'be, ona Ebu İshak, ona Amr b. Meymûne, ona da Abdullah b. Mesud şöyle demiştir: Peygamber (sav) secde ettiği sırada; (T) Buhârî der ki: Yine bana Ahmed b. Osman, ona Şurayh b. Mesleme, ona İbrahim b. Yusuf, ona babası (Yusuf b. İshak), ona Ebu İshak, ona Amr b. Meymûn, ona da Abdullah b. Mesud şöyle demiştir:
Peygamber (sav), Kâbe'nin yanında namaz kılıyordu. Ebu Cehil ile bazı arkadaşları da oturuyorlardı. Derken onların biri diğerine “Falan oğullarının (yeni kesilen) devesinin bağırsaklarını hanginiz getirir ve secdeye vardığında onu Muhammed'in sırtına koyar?” dedi. O topluluğun en kötü olanı gidip onu getirdi. Bekledi, Peygamber secdeye varınca sırtının üzerine iki omuzu arasına koydu. Ben ise hiçbir işe yapamıyor sadece bakıyordum. Keşke benim engelleyecek gücüm olsaydı! İbn Mesud der ki: Onlar gülmeye ve birbirine (suçu birbirlerine) isnad etmeye başladılar. Rasulullah ise secdeden başını kaldırmıyordu. Nihayet Fâtıma yanına geldi ve onu sırtından attı. Rasulullah başını kaldırdı. (Namazı bitirdikten) sonra üç defa: "Allah'ım! Kureyş'i sana havale ediyorum" dedi. Rasulullah onlara beddua edince, bu onlara ağır geldi. İbn Mesud der ki: Çünkü onlar bu şehirde duanın kabul edileceğini biliyorlardı. Ondan sonra Rasulullah isim isim sayarak "Allah'ım Ebu Cehil'i sana havale ediyorum, Utbe b. Rabîa'yı, Şeybe b. Rabîa'yı, Velid b. Utbe'yi, Ümeyye b. Halef'i, Ukbe b. Ebu Muayt'ı sana havale ediyorum" dedi. Yedinciyi de saydı, fakat biz onu aklımızda tutamadık. İbn Mesud der ki: Nefsim elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, Rasulullah'ın saydığı isimlerin sahiplerini Kalîb'de, yani Bedir çukurunda yere serilmiş gördüm.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Vudû 69, 1/244
Senetler:
1. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Mesud (Abdullah b. Mesud b. Gafil b. Habib b. Şemh)
2. Ebu Abdullah Amr b. Meymun el-Evdî (Amr b. Meymun)
3. Ebu İshak es-Sebiî (Amr b. Abdullah b. Ubeyd)
4. Şube b. Haccâc el-Atekî (Şu'be b. Haccac b. Verd)
5. İbn Ebu Revvâd Osman b. Cebele el-Atekî (Osman b. Cebele b. Ebu Revvâd)
6. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Osman el-Ateki (Abdullah b. Osman b. Cebele b. Meymun)
Konular:
DUA ZAMAN VE MEKAN İLİŞKİSİ
Dua, Mekke'de kabul olacağı inanışı
Hz. Peygamber, beddua ettiği kimseler
Hz. Peygamber, hakaret ve saygısızlık yapılması
Hz. Peygamber, Kureyş'e Bedduası,
Hz. Peygamber, müşriklerle ilişkileri
Siyer, Bedir gazvesi, öldürülen müşrikler
Siyer, Hz. Peygamber'in Mekke döneminde çektiği sıkıntılar
Tarihsel şahsiyetler, Ebu Cehil ve karısı
Tarihsel Şahsiyetler, Şeybe b. Rabia
Tarihsel Şahsiyetler, Ukbe b. Ebi Muayt
Tarihsel Şahsiyetler, Ümeyye b. Halef
Tarihsel Şahsiyetler, Utbe b. Rabia
Tarihsel Şahsiyetler, Velid b. Utbe
Öneri Formu
Hadis Id, No:
3617, M001001
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو جَعْفَرٍ مُحَمَّدُ بْنُ الصَّبَّاحِ وَعَمْرٌو النَّاقِدُ جَمِيعًا عَنْ هُشَيْمٍ - قَالَ ابْنُ الصَّبَّاحِ حَدَّثَنَا هُشَيْمٌ - أَخْبَرَنَا أَبُو بِشْرٍ عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ فِى قَوْلِهِ عَزَّ وَجَلَّ "(وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا)" قَالَ نَزَلَتْ وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مُتَوَارٍ بِمَكَّةَ فَكَانَ إِذَا صَلَّى بِأَصْحَابِهِ رَفَعَ صَوْتَهُ بِالْقُرْآنِ فَإِذَا سَمِعَ ذَلِكَ الْمُشْرِكُونَ سَبُّوا الْقُرْآنَ وَمَنْ أَنْزَلَهُ وَمَنْ جَاءَ بِهِ فَقَالَ اللَّهُ تَعَالَى لِنَبِيِّهِ صلى الله عليه وسلم "(وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ)" فَيَسْمَعَ الْمُشْرِكُونَ قِرَاءَتَكَ "(وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا)" عَنْ أَصْحَابِكَ أَسْمِعْهُمُ الْقُرْآنَ وَلاَ تَجْهَرْ ذَلِكَ الْجَهْرَ وَابْتَغِ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً يَقُولُ بَيْنَ الْجَهْرِ وَالْمُخَافَتَةِ.
Tercemesi:
Bize Ebu Cafer Muhammed b. es-Sabbah ve Amr en-Nakıd, o ikisine Huşeym, ona İbn es-Sabbah dedi ki: Bize Huşeym, ona Ebu Bişr, ona Said b. Cübeyr, ona da İbn Abbas, Aziz ve Celil Allah'ın; "namazda sesini ne pek yükselt ne de pek kıs" (İsra 17/110) buyruğu hakkında şöyle dediğini rivayet etmiştir: Âyet-i Kerime, Rasulullah (sav) Mekke'de gizli bulunduğu bir zamanda nazil olmuştur. Ashabına namaz kıldırdığı vakit yüksek sesle Kur'an okurdu, müşrikler bunu işitince de Kur'an'a da onu indirene de onu getirene de sövüyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah Nebi'sine (sav); "namazında sesini ne" müşrikler senin Kur'an okumanı işitecek kadar "pek yükselt, ne de" ashabın işitemeyecek kadar "sesini pek kıs" buyurdu. Ashabına Kur'an'ı işittir, fakat o kadar da sesini yükseltme, ikisi arasında bir yol tut, yani sesini yükseltmek ile büsbütün sessiz okuma arasında bir yol tut demek istiyor.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Salât 1001, /185
Senetler:
1. İbn Abbas Abdullah b. Abbas el-Kuraşî (Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
2. Ebu Abdullah Said b. Cübeyr el-Esedî (Said b. Cübeyr)
3. Ebu Bişr Cafer b. Ebu Vahşiyye el-Yeşkuri (Cafer b. İyas)
4. Ebu Muaviye Hüşeym b. Beşir es-Sülemî (Hüşeym b. Beşir b. el-Kasım b. Dinar)
5. Ebu Osman Amr b. Muhammed en-Nakıd (Amr b. Muhammed b. Bükeyr)
Konular:
Hz. Peygamber, Cebraille ilişkisi
Hz. Peygamber, hakaret ve saygısızlık yapılması
KTB, NAMAZ,
Küfür, Kafir, Allah'ı inkar etmek
Kur'ân, güzel/ doğru okumak
Kur'an, okumak ve yaşamak
Namaz, cemaatle
Namaz, namaz
Namaz, Namazda imamet, duruşu, kişi sayısı vs
Namaz, sesli okuma, cehri tilavet, hangi namazlarda okunacak vs,
Siyer, Hz. Peygamber'in Mekke döneminde çektiği sıkıntılar
Öneri Formu
Hadis Id, No:
281413, M001001-2
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو جَعْفَرٍ مُحَمَّدُ بْنُ الصَّبَّاحِ وَعَمْرٌو النَّاقِدُ جَمِيعًا عَنْ هُشَيْمٍ - قَالَ ابْنُ الصَّبَّاحِ حَدَّثَنَا هُشَيْمٌ - أَخْبَرَنَا أَبُو بِشْرٍ عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ فِى قَوْلِهِ عَزَّ وَجَلَّ ( وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا ) قَالَ نَزَلَتْ وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مُتَوَارٍ بِمَكَّةَ فَكَانَ إِذَا صَلَّى بِأَصْحَابِهِ رَفَعَ صَوْتَهُ بِالْقُرْآنِ فَإِذَا سَمِعَ ذَلِكَ الْمُشْرِكُونَ سَبُّوا الْقُرْآنَ وَمَنْ أَنْزَلَهُ وَمَنْ جَاءَ بِهِ فَقَالَ اللَّهُ تَعَالَى لِنَبِيِّهِ صلى الله عليه وسلم ( وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ ) فَيَسْمَعَ الْمُشْرِكُونَ قِرَاءَتَكَ ( وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا ) عَنْ أَصْحَابِكَ أَسْمِعْهُمُ الْقُرْآنَ وَلاَ تَجْهَرْ ذَلِكَ الْجَهْرَ وَابْتَغِ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً يَقُولُ بَيْنَ الْجَهْرِ وَالْمُخَافَتَةِ .
Tercemesi:
Bize Ebu Cafer Muhammed b. es-Sabbâh ve Amr en-Nâkıd, onlara Huşeym rivayet etmiştir: İbn es-Sabbâh dedi ki: Bize Huşeym, ona Ebu Bişr, ona Said b. Cübeyr, ona da İbn Abbas, aziz ve celil Allah’ın: “Namazda sesini ne pek yükselt ne de pek kıs” (İsra 17/110) buyruğu hakkında şöyle dediğini rivayet etmiştir: Âyet-i Kerime, Rasulullah (sav) Mekke’de gizli bulunduğu bir zamanda nâzil olmuştur. Ashabına namaz kıldırdığı vakit yüksek sesle Kur’ân okurdu, müşrikler bunu işitince de Kur’ân’a da, onu indirene de, onu getirene de sövüyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah Nebi’sine (sav): “Namazında sesini ne” müşrikler senin Kur’ân okumanı işitecek kadar “pek yükselt, ne de” ashabın işitemeyecek kadar “sesini pek kıs” buyurdu. Ashabına Kur’ân’ı işittir, fakat o kadar da sesini yükseltme, ikisi arasında bir yol tut, yani sesini yükseltmek ile büsbütün sessiz okuma arasında bir yol tut, demek istiyor.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Salât 1001, /185
Senetler:
1. İbn Abbas Abdullah b. Abbas el-Kuraşî (Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
2. Ebu Abdullah Said b. Cübeyr el-Esedî (Said b. Cübeyr)
3. Ebu Bişr Cafer b. Ebu Vahşiyye el-Yeşkuri (Cafer b. İyas)
4. Ebu Muaviye Hüşeym b. Beşir es-Sülemî (Hüşeym b. Beşir b. el-Kasım b. Dinar)
5. Ebu Cafer Muhammed b. Sabbah ed-Dûlâbî (Muhammed b. Sabbah)
Konular:
Hz. Peygamber, Cebraille ilişkisi
Hz. Peygamber, hakaret ve saygısızlık yapılması
Küfür, Kafir, Allah'ı inkar etmek
Kur'ân, güzel/ doğru okumak
Kur'an, okumak ve yaşamak
Namaz, cemaatle
Namaz, namaz
Namaz, Namazda imamet, duruşu, kişi sayısı vs
Namaz, sesli okuma, cehri tilavet, hangi namazlarda okunacak vs,
Siyer, Hz. Peygamber'in Mekke döneminde çektiği sıkıntılar