حدثنا موسى قال حدثنا همام عن قتادة عن أنس : أن النبي صلى الله عليه وسلم رأى رجلا يسوق بدنة فقال اركبها فقال إنها بدنة قال اركبها قال إنها بدنة قال اركبها قال فإنها بدنة قال اركبها ويلك
Öneri Formu
Hadis Id, No:
165051, EM000772
Hadis:
حدثنا موسى قال حدثنا همام عن قتادة عن أنس : أن النبي صلى الله عليه وسلم رأى رجلا يسوق بدنة فقال اركبها فقال إنها بدنة قال اركبها قال إنها بدنة قال اركبها قال فإنها بدنة قال اركبها ويلك
Tercemesi:
— Enes'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (ŞattaÜahil Aleyhi vt5#/tem,Jkurbanlık bir deveyi sürmekte olan bir adam gördü de: Bin ona.» dedi. Adam:
— Bu kurbanlık devedir, dedi. Peygamber:
«Bin ona.» dedi. Adam; bu kurbanlık devedir, dedi. Peygamber: «Bin ona.» dedi. Adam yine:
— Kurbanlık devedir bu, dedi. Peygamber: «Bin ona, yatıklar olsun sana.» dedi.[265]
Cahiliyet devrinde muhtelif sebeplerle adak yapılan kurbanlık hayvanlara binilmez ve sütleri sağılmazdı. Böyle bir zihniyet içinde bulunan ve ismi hadîste açıklanmayan şahıs sürmekte olduğu kurbanlık deveye binmek istememiştir. Adamın ısrarının yerinde olmadığını ve bu tutumundan vazgeçmesinin gerekliliğini İfade yolunda «Yazıklar olsun sana» buyurülmuş-tur. Böyle hallerde bu sözü kullanmanın sakıncalı olmadığı hükmü ortaya çıkmış oluyor.[266]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 772, /613
Senetler:
()
Konular:
Cahiliye, inançları, düzeltilmesi
Hz. Peygamber, üslubu, sözü tekrarı
Kurban, kurbanlık hayvana binmek
Sahabe, Hz. Peygamber'e itiraz, verdiği bir karara
Öneri Formu
Hadis Id, No:
159735, TŞ000396
Hadis:
حَدَّثَنَا نَصْرُ بْنُ عَلِيٍّ الْجَهْضَمِيُّ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللهِ بْنُ دَاوُدَ حَدَّثَنَا سَلَمَةُ بْنُ نُبَيْطٍ ، عَنْ نُعَيْمِ بْنِ أَبِي هِنْدَ ، عَنْ نُبَيْطِ بْنِ شَرِيطٍ ، عَنْ سَالِمِ بْنِ عُبَيْدٍ ، وَكَانَتْ لَهُ صُحْبَةٌ ، قَالَ : أُغْمِيَ عَلَى رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، فِي مَرَضِهِ فَأَفَاقَ ، فَقَالَ : حَضَرَتِ الصَّلاةُ ؟ فَقَالُوا : نَعَمْ فَقَالَ : مُرُوا بِلالا فَلْيُؤَذِّنْ ، وَمُرُوا أَبَا بَكْرٍ أَنْ يُصَلِّيَ للنَّاسِ أَوْ قَالَ : بِالنَّاسِ ، قَالَ : ثُمَّ أُغْمِيَ عَلَيْهِ ، فَأَفَاقَ ، فَقَالَ : حَضَرَتِ الصَّلاةُ ؟ فَقَالُوا : نَعَمْ فَقَالَ : مُرُوا بِلالا فَلْيُؤَذِّنْ ، وَمُرُوا أَبَا بَكْرٍ فَلْيُصَلِّ بِالنَّاسِ ، فَقَالَتْ عَائِشَةُ : إِنَّ أَبِي رَجُلٌ أَسِيفٌ ، إِذَا قَامَ ذَلِكَ الْمَقَامَ بَكَى فَلا يَسْتَطِيعُ ، فَلَوْ أَمَرْتَ غَيْرَهُ ، قَالَ : ثُمَّ أُغْمِيَ عَلَيْهِ فَأَفَاقَ فَقَالَ : مُرُوا بِلالا فَلْيُؤَذِّنْ ، وَمُرُوا أَبَا بَكْرٍ فَلْيُصَلِّ بِالنَّاسِ ، فَإِنَّكُنَّ صَوَاحِبُ أَوْ صَوَاحِبَاتُ يُوسُفَ ، قَالَ : فَأُمِرَ بِلالٌ فَأَذَّنَ ، وَأُمِرَ أَبُو بَكْرٍ فَصَلَّى بِالنَّاسِ ، ثُمَّ إِنَّ رَسُولَ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، وَجَدَ خِفَّةً ، فَقَالَ : انْظُرُوا لِي مَنْ أَتَّكِئِ عَلَيْهِ ، فَجَاءَتْ بَرِيرَةُ ، وَرَجُلٌ آخَرُ ، فَاتَّكَأَ عَلَيْهِمَا فَلَمَّا رَآهُ أَبُو بَكْرٍ ذَهَبَ لِينْكُصَ فَأَوْمَأَ إِلَيْهِ أَنْ يَثْبُتَ مَكَانَهُ ، حَتَّى قَضَى أَبُو بَكْرٍ صَلاتَهُ .
ثُمَّ إِنَّ رَسُولَ اللهِ صلى الله عليه وسلم قُبِضَ ، فَقَالَ عُمَرُ : وَاللَّهِ لا أَسْمَعُ أَحَدًا يَذْكُرُ أَنَّ رَسُولَ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، قُبِضَ إِلا ضَرَبْتُهُ بِسَيْفِي هَذَا ، قَالَ : وَكَانَ النَّاسُ أُمِّيِّينَ لَمْ يَكُنْ فِيهِمْ نَبِيٌّ قَبْلَهُ ، فَأَمْسَكَ النَّاسُ ، فَقَالُوا : يَا سَالِمُ ، انْطَلِقْ إِلَى صَاحِبِ رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم فَادْعُهُ ، فَأَتَيْتُ أَبَا بَكْرٍ وَهُوَ فِي الْمَسْجِدِ فَأَتَيْتُهُ أَبْكِي دَهِشًا ، فَلَمَّا رَآنِي ، قَالَ : أَقُبِضَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم ؟ قُلْتُ : إِنَّ عُمَرَ ، يَقُولُ : لا أَسْمَعُ أَحَدًا يَذْكُرُ أَنَّ رَسُولَ اللهِ صلى الله عليه وسلم قُبِضَ إِلا ضَرَبْتُهُ بِسَيْفِي هَذَا ، فَقَالَ لِي : انْطَلِقْ ، فَانْطَلَقْتُ مَعَهُ ، فَجَاءَ هُوَ وَالنَّاسُ قَدْ دَخَلُوا عَلَى رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، فَقَالَ : يَا أَيُّهَا النَّاسُ ، أَفْرِجُوا لِي ، فَأَفْرَجُوا لَهُ فَجَاءَ حَتَّى أَكَبَّ عَلَيْهِ وَمَسَّهُ ، فَقَالَ {إِنَّكَ مَيِّتٌ وَإِنَّهُمْ مَيِّتُونَ} ، ثُمَّ قَالُوا : يَا صَاحِبَ رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، أَقُبِضَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم ؟ قَالَ : نَعَمْ ، فَعَلِمُوا أَنْ قَدْ صَدَقَ ، قَالُوا : يَا صَاحِبَ رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، أَيُصَلَّى عَلَى رَسُولِ اللهِ ؟ قَالَ : نَعَمْ ، قَالُوا : وَكَيْفَ ؟ قَالَ : يَدْخُلُ قَوْمٌ فَيُكَبِّرُونَ وَيُصَلُّونَ ، وَيَدْعُونَ ، ثُمَّ يَخْرُجُونَ ، ثُمَّ يَدْخُلُ قَوْمٌ فَيُكَبِّرُونَ وَيُصَلُّونَ وَيَدْعُونَ ، ثُمَّ يَخْرُجُونَ ، حَتَّى يَدْخُلَ النَّاسُ ، قَالُوا : يَا صَاحِبَ رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم ، أَيُدْفَنُ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم ؟ قَالَ : نَعَمْ ، قَالُوا : أَينَ ؟ قَالَ : فِي الْمكَانِ الَّذِي قَبَضَ اللَّهُ فِيهِ رُوحَهُ ، فَإِنَّ اللَّهَ لَمْ يَقْبِضْ رُوحَهُ إِلا فِي مَكَانٍ طَيِّبٍ فَعَلِمُوا أَنْ قَدْ صَدَقَ ، ثُمَّ أَمَرَهُمْ أَنْ يَغْسِلَهُ بَنُو أَبِيهِ ، وَاجْتَمَعَ الْمُهَاجِرُونَ يَتَشَاوَرُونَ ، فَقَالُوا : انْطَلِقْ بِنَا إِلَى إِخْوانِنَا مِنَ الأَنْصَارِ نُدْخِلُهُمْ مَعَنَا فِي هَذَا الأَمْرِ ، فَقَالَتِ الأَنْصَارُ : مِنَّا أَمِيرٌ وَمِنْكُمْ أَمِيرٌ ، فَقَالَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ : مَنْ لَهُ مِثْلُ هَذِهِ الثَّلاثِ {ثَانِيَ اثْنَيْنِ إِذْ هُمَا فِي الْغَارِ إِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِهِ لا تَحْزَنْ إِنَّ اللَّهَ مَعَنَا} مَنْ هُمَا ؟ قَالَ : ثُمَّ بَسَطَ يَدَهُ فَبَايَعَهُ وَبَايَعَهُ النَّاسُ بَيْعَةً حَسَنَةً جَمِيلَةً
Tercemesi:
Salim b. Ubeyd (r.a) - ki o ashâbdandır- anlatıyor : Resûl-i Ekrem Efendimiz, son hastalıklarında bir ara baygınlık geçirmiş ve bir müddet sonra da kendine gelmişti. Kendine gelince :
- "Namaz vakti geldi mi?" diye sordu.
- "Evet, yâ Resûlallah!." dediklerinde;
- "Öyle ise, Bilâl'e söyleyin, ezan okusun; Ebû Bekir'e de söyleyin, o da cemâate namaz kıldırsın" buyurdu. Arkasından, kendilerine tekrar baygınlık geldi. Biraz sonra bu hâl üzerinden kalınca, yine :
- "Bilâl'e söyleyin ezan okusun; Ebû Bekir'e söyleyin o da halka namaz kıldırsın" diye, bir önceki emirlerini tekrarladılar. Bu arada Hz. Âişe söze karışarak :
"Yâ Resûlallah! Babam yufka yürekli bir kimsedir, o makama (mihrâb'a) geçince, sizin hastalığınızı düşünerek ağlar ve bu da Kur'an tilâvetine engel olur. Ne olur, başkasına emir buyursanız da imamete o geçse" dedi. Hz. Âişe sözünü bitirir bitirmez, Hazreti Peygamber'e tekrar tekrar baygınlık geldi. Bir müddet sonra ifâkat bulunca, yine önceki ifâdelerini tekrarladılar :
- "Bilâl'e söyleyin ezan okusun; Ebû Bekir'e söyleyin o da cemâate
namaz kıldırsın!. Siz kadınlar, aynen Hz. Yûsuf'un hanımları (savâhi-
bâî-ı Yûsuf) gibisiniz (içinizde beslediğiniz duyguların hilafını söylersiniz)".
Bu üçüncü emir üzerine Bilâl'e söylediler; o ezan okudu. Ebû Bekir'e de Resûlullah (s.a.s)'ın emrini tebliğ ettiler; o da imamete geçip cemâate namaz kıldırdı.
Bu arada, Resûl-i Ekrem Efendimiz kendilerinde bir iyileşme hissettiler. Bu iyileşme duygusundan istifâde ederek : "Bakınız, kendisine dayanıp da mescide kadar gidebileceğim bir kimse bulunuz" buyurdular. Bunun üzerine (Hz. Aişe'nin cariyesi) Berîre ile diğer bir zât gelerek hemen koltuklayıp hücre-i saadetin mescide açılan kapısına kadar getirdiler. Hz. Ebû Bekir, Peygamber Efendimiz'i mescidin kapısında görünce, mihrabdan geriye çekilip yer vermek istediyse de, Zât-ı Risâlet, ona yerinde kalmasını işaret buyurdu. Bu işaret üzerine, Hz. Ebû Bekir mihrabdan ayrılmadı ve namazı kıldırdı. İşte bundan bir müddet sonra, İki Cihan Güneşi Sevgili Peygamberimiz, bu dünyâya veda etti.
Hazreti Peygamber'in vefat haberi duyulunca, Hz. Ömer kılıcını çekerek : "Peygamber vefat etti" sözünü kimin ağzından işitirsem, vallahi şu kılıcımla onun kafasını uçururum, diye etrafa dehşet saçıyordu.
O devirde halk, haliyle ümmî idi; okuması yazması pek yoktu. Daha önce aralarında bir peygamber de görmediklerinden, Hz. Ömer'in tutumu karşısında susmayı tercih ettiler. Nihayet ashabın ileri gelenleri bana dediler ki:
- "Yâ Salim! Git, Resûlullah'ın dostu Ebû Bekir'i çağır gel!"
Bu istek üzerine doğruca Ebû Bekir'in yanına gittim. Kendilerini (mahallesindeki) mescid'de buldum. Huzurlarına, dehşetli bir ağlayışla çıktığımdan, beni görür görmez :
- "Yâ Salim, yoksa Resûlullah vefat mı etti?". Benden;
- "Ey Peygamberin can dostu! Ömer, kılıcını çekip: "Peygamber öldü sözünü kimin ağzından duyarsam, vallahi su kılıcımla onun kafasını uçururum" diyerek halkı susturdu" cevâbını alınca, bana:
- "Haydi sen git" dediyse de, yalnız dönmedim; onunla birlikte avdet ettim. Hz. Ebû Bekir geldiğinde, topluluk, Resûlullah Efendimiz'in azîz naaşının bulunduğu odaya toplanmışlardı. İzdihamı görünce :
- "Ey ahâli, bana yol verin!" dedi. Herkes bir tarafa çekilerek yol açtılar. Doğruca gelip naaş-ı şerifin üstüne kapanarak okşadılar ve : "İnneke meyyitün ve innehüm meyyitûn" (Şüphesiz sen de öleceksin ve elbet onlar da öleceklerdir) âyet-i kerîmesini (Zümer : 30) okudu. Hz. Ebû Bekir'in bu âyet-i kerîmeyi okuması üzerine, topluluk durumun ciddiyetini anlayıp :
- "Ey Resûlullah'ın dostu! Resûlullah'ın ruhu gerçekten kabzulundu mu?" sorusunu sordular.
- "Evet!" cevâbını alınca, onun doğru söylediğini anladılar ve Hazreti Peygamber'in vefat edişi ile ilgili şüphelerini giderdiler.
Peygamber Efendimiz'in artık aralarından ayrıldığına kanâat getirdikten sonra, Hz. Ebû Bekir'e -diğer tereddütlerini- sormaya devam ettiler :
- "Ey Resûlullah'ın arkadaşı! Peygamber Efendimiz'in üzerine cenaze namazı kılınır mı?".
- "Evet, kılınır".
- "Nasıl kılınır?".
- "Önce bir grup cemâat girer. Tekbîr getirir. Namazı kılar ve duasını yapıp çıkar. Sonra bir grup cemâat daha girer; aynı şekilde tekbîr getirir, namazı kılar ve duasını yapar, çıkar. Bu minval üzere herkes girip namazı edâ eder".
- Ey Resûlullah'ın dostu! Resûl-i Ekrem Efendimiz'in naaş-ı şerifleri defnedilir mi?".
- "Evet, defnedilir".
- "Öyle ise nereye defnedilmesi gerekir?".
- "Allah ruhunu nerede kabzetmişse oraya. Zîrâ Cenâb-ı Hak, O'nun ruhunu, ancak temiz ve mübarek bir yerde kabzetmiştir".
Ashâb, Hz. Ebû Bekir'in doğru söylediğine kanâat getirip, her sözünü tasdîk ettiler.
Hz. Ebû Bekir, Peygamber Efendimiz'in vefat edip etmediği hususunda ashâb arasındaki vâki şüphe ve tereddütleri gidermeye muvaffak olduktan sonra, naaş-ı şerifi yıkamaları için, Hazreti Peygamber'in baba tarafından akrabalarına emir verdi.
Bu arada muhacirler, halîfe tâyini hususunu istişare etmek üzere toplandılar ve Hz. Ebû Bekir'e : "Bizi, ensâr kardeşlerimizin yanına götür. Halîfe tâyini hususunda akdedeceğimiz toplantıya onları da dâhil edelim" dediler.
Ensâr ve muhâcirûn birlikte toplanıp halîfe nasbi konusunda fikir teatisine başlayınca; ensâr bir formül ileri sürdü :
- "Bir emîr sizden, bir emîr de bizden olsun!" (minnâ emîrun ve
minküm emîr).
Bu teklif ileri sürülünce, Hz.Ömer söz aldı:
- "Şu özellik kimde vardır : 1) İkiden biri olarak mağarada bulundukları sırada, 2) O, arkadaşına şöyle demişti: 3) "Üzülme, Allah bizimle beraberdir" <4,). İşte o iki zat (sânî-i isneyn) kimlerdir bitirmişiniz?"
dedi ve elini Hz. Ebû Bekir'e uzatarak ona bîat etti. Arkasından da bütün
halk, kendi istekleri ve gönül rızâları ile Hz. Ebû Bekir'e bîat ederek onu
halîfe seçtiler.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Tirmizî, Şemail-i Muhammediyye, 396, /631
Senetler:
()
Konular:
Biat, biat alımı
Hz. Peygamber, cenaze namazı
Hz. Peygamber, cenazesinin yıkanması
Hz. Peygamber, defni
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Hz. Peygamber, şemaili
Hz. Peygamber, vasıfları, şemaili, hasaisi
Hz. Peygamber, vefatı
Hz. Peygamber, vefatına yakın zamanlar
Müslüman, peygamber sevgisi
Sahabe, Hz. Peygamber'e itiraz, verdiği bir karara
Yönetim, halife, tayini ve seçimi
Yönetim, Hilafet tartışmaları,Hz. Peygamber'in vefatından sonra
Öneri Formu
Hadis Id, No:
156604, BS019342
Hadis:
أَخْبَرَنَا أَبُو مُحَمَّدٍ : عَبْدُ اللَّهِ بْنُ يَحْيَى بْنِ عَبْدِ الْجَبَّارِ السُّكَّرِىُّ بِبَغْدَادَ أَخْبَرَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ مُحَمَّدٍ الصَّفَّارُ حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ مَنْصُورٍ الرَّمَادِىُّ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنِ ابْنِ الْمُسَيَّبِ عَنْ أَبِيهِ عَنْ جَدِّهِ قَالَ قَالَ لِى رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- :« مَا اسْمُكَ؟ ». قَالَ قُلْتُ : حَزْنٌ.
قَالَ :« بَلْ أَنْتَ سَهْلٌ ». قَالَ : لاَ أُغَيِّرُ اسْمًا سَمَّانِيهِ أَبِى. قَالَ ابْنُ الْمُسَيَّبِ فَفِينَا تِلْكَ الْحُزُونَةُ بَعْدُ. رَوَاهُ الْبُخَارِىُّ فِى الصَّحِيحِ عَنْ عَلِىِّ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ وَغَيْرِهِ عَنْ عَبْدِ الرَّزَّاقِ.
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Beyhakî, Sünen-i Kebir, Dahâyâ 19342, 19/402
Senetler:
1. Hazn b. Ebu Vehb el-Mahzumi (Hazn b. Amr b. Ali b. Âiz b. Ebu Vehb)
2. Müseyyeb b. Hazn el-Kuraşi (Müseyyeb b. Hazn b. Ebu Vehb b. Amr b. Aiz)
3. Said b. Müseyyeb el-Kuraşî (Said b. Müseyyeb b. Hazn b. Ebu Vehb)
4. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
5. Ebu Urve Mamer b. Raşid el-Ezdî (Mamer b. Râşid)
6. ُEbu Bekir Abdürrezzak b. Hemmam (Abdürrezzak b. Hemmam b. Nafi)
7. Ebu Bekir Ahmed b. Mansur er-Ramâdî (Ahmed b. Mansur b. Seyyar b. Mübarek)
8. İsmail b. Muhammed es-Saffar (İsmail b. Muhammed b. İsmail b. Salih b. Abdurrahman)
9. Abdullah b. Yahya es-Sükkeri (Abdullah b. Yahya b. Abdulcebbar)
Konular:
Kültürel hayat, İsim verme kültürü
Sahabe, Hz. Peygamber'e itiraz, verdiği bir karara
حدثنا عمر بن حفص قال حدثنا أبى قال حدثنا الأعمش قال سمعت شقيقا يقول قال عبد الله : قسم النبي صلى الله عليه وسلم قسمة كبعض ما كان يقسم فقال رجل من الأنصار والله انها لقسمة ما أريد بها وجه الله عز وجل قلت أنا لأقولن للنبي صلى الله عليه وسلم فأتيته وهو في أصحابه فساررته فشق ذلك عليه صلى الله عليه وسلم وتغير وجهه وغضب حتى وددت أنى لم أكن أخبرته ثم قال قد أوذي موسى بأكثر من ذلك فصبر
Öneri Formu
Hadis Id, No:
164396, EM000390
Hadis:
حدثنا عمر بن حفص قال حدثنا أبى قال حدثنا الأعمش قال سمعت شقيقا يقول قال عبد الله : قسم النبي صلى الله عليه وسلم قسمة كبعض ما كان يقسم فقال رجل من الأنصار والله انها لقسمة ما أريد بها وجه الله عز وجل قلت أنا لأقولن للنبي صلى الله عليه وسلم فأتيته وهو في أصحابه فساررته فشق ذلك عليه صلى الله عليه وسلم وتغير وجهه وغضب حتى وددت أنى لم أكن أخبرته ثم قال قد أوذي موسى بأكثر من ذلك فصبر
Tercemesi:
— Abdullah (İbni Mes'ud) şöyle demiştir:
— Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem), daha önce ettiği ganimet taksimi gibi, bir taksim yaptı. Bunun üzerine Ensar'dan bir adam dedi ki, Allah'a yemin ederim! Bu bir taksimdir ki, Aziz ve Celü olan Allah'ın rızası bununla murad edilmemiştir. Ben, (o adama) :
— Muhakkak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e söyleyeceğim (senin dil uzatmam), dedim. Böylece Peygamber'e gittim, o ashabı ile bulunuyordu. Ona gizlice söyledim. Bu verdiğim haber ona çok ağır geldi ve yüzü değişti, hiddetlendi. Hatta ona haber vermemiş olaydım diye arzu ettim. Sonra Peygamber şöyle buyurdu:
«— Gerçekten Musa, bundan daha büyük musibete eziyet edildi de sabrefC»[766]
Hadîs-i şerîfte üç mühim nokta mevcuttur:
Birincisi; ashab-ı kiram içinde nifak sahibi kimselerin bulunduğu;
İkincisi; bir kimsenin kötü hareketini haber vermenin cevazı;
Üçüncüsü de Peygamberin eziyete katlanıp sabretmesi d ir.
1— Peygamberin söz ve hareketlerine, insanlar arasındaki muamelâtına rıza göstermemek nifak alâmetidir ve imansızlıktır. Böyle bir harekete tevessül eden İslâm kardeşliği ve birliği arasında büyük bir fesada yol açmış olur. Böyle bir suç 6a bağışlanmaz. Bu gibi davranışlar en zararlı ve tehlikeli hallerdir. Her devirde böyle hareketlere rastlandığı gibi, Peygamber Efendimizin devrinde de bunlara tesadüf edilmişiir. En büyük eziyetler de bunlardan dolayı çekilmiştir.
2— Abdullah İbni Mes'ud, Peygamber'e kötü zan beslemenin ne kadar büyük bir fesad taşıdığını idrak ettiğinden adamın bu sözünü saklamayıp hemen Peygamber'e haber vermiştir. Çünkü bir şeyi haber verip vermemekte neticenin fayda ve zararlarını Abdullah ibni Mes'ud çok iyi bildiğinden sağlam yolu tutmuş ve böyle yapmıştır. Cemiyete sirayet etmeyen şahsî kabahat ve günahlar böyle ifşa edilmez. Bunların gizli tutulması gerekir. Hz. Peygamber'in, İbni Mes'ud'un hareketini nahoş karştlomayışı da, böyle ihbarların cevazına delil teşkil etmektedir. Hiddetlenmeleri İbni Mes'ud'a değii, kötü zan besleyene oîmuşiur.
3— Belâ ve meşakkatlerin en büyüğü peygamberlere, Allah'ın velilerine derece sırasına göre geldiğine dair hadîs-i şerif varid olduğu cihetle, burada Hz. Peygamber'e isnad edilen üzücü söze karşı sabretmişler ve H:. Musa'nın bundan daha çok eziyete duçar olup, ona sabrettiğini ifade buyurm uslardır.
Halbuki Hz. E n e s 'den rivayet edilen diğer bir hadîs-i şerîfte:
«— Ben Allah yolunda hiç kimsenin eziyet edilmediği şeyle eziyet edildim.»
Buyurulmuştur. Her iki hadîs-i şerîf arasmda bir tearuz görülüyorsa da, şu şekilde muvafakat belirtilmektedir: Nitelik bakımından, yani eziyetin keyfiyet yönü itibariyle şiddeti Hz. Peygamberimize olmuş, sayı ve tehrar bakımından da fazla eziyet Hz. Musa'ya karşı olmuştur. Bu manâ İtibariyle hadîs-i şerifler arasındaki zahiri çatışma kaikmış oluyor. Eziyetlere katlanıp sabretmenin hem manevî mükâfatı var, hem de muvaffakiyete vesile oluşu var.[767]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 390, /319
Senetler:
()
Konular:
Ganimet, Hz. Peygamber'in taksimi
Hz. Peygamber, kızması
Hz. Peygamber, sabrı
Hz. Peygamber, sahabe ile ilişkisi
Hz. Peygamber, sahabeyle iletişimi
Peygamberler, Hz. Musa ve Ailesi
Sahabe, Hz. Peygamber'e itiraz, verdiği bir karara