Giriş

Bize İshâk b. İbrahim el-Hanzalî ve Muhammed b. Ebu Ömer, o ikisine Abdürrezzak, ona Mamer, ona ez-Zührî, ona Ubeydullah b. Abdullah b. Ebu Sevr, ona da İbn Abbas (ra) şunları söylemiş: Cenâb-ı Hakk'ın haklarında, "eğer her ikiniz de Allah'a tövbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kalpleriniz eğrilmişti..." (et-Tahrîm, 66/4) buyurduğu, Hz. Peygamber'in (sav) zevcelerinden iki kişinin kimler olduğunu Hz. Ömer'e (ra) sormayı çok istiyordum. Nihâyet Hz. Ömer hac seyahatine çıkmış, ben de onunla hacca gitmiştim. Yolda (giderken) Hz. Ömer bir kenara saptı, ben de hemen bir matara su ile onu takip ettim. Ömer gidip abdest bozdu, sonra yanıma geldi, ben de ellerine su döktüm, abdest aldı. Dedim ki: Ey mü’minlerin emiri! Yüce Mevlâ'nın haklarında; "eğer ikiniz tövbe ederseniz ne güzel! Çünkü ikinizin de kalpleri eğrildi" buyurduğu, Rasulullah'ın (sav) hanımlarından ikisi, hangileridir? Hayret sana, ey Abbas'ın oğlu! -ez-Zührî dedi ki: Vallahi Hz. Ömer, İbn Abbas'ın sorusundan hoşlanmadı, ama gerçeği de gizlemedi-. Onlar, Aişe ile Hafsa'dır dedi. Sonra Hz. Ömer, olayı şu şekilde rivayet etti: Biz Kureyş kabilesi, kadınlara hükmeden bir millettik. Medine'ye gelince, burada kendilerine kadınların hükmettiği bir halk bulduk. Bizim kadınlarımız da onların kadınlarından (bu tutumu) öğrenmeye başladılar. Benim evim Avâlî bölgesinde, Ümeyye b. Zeyd oğulları mahallesindeydi. Bir gün karıma kızdım. Baktım ki o da bana cevap yetiştiriyor. Onun cevap yetiştirmesini garipseyince de dedi ki: Sana cevap yetiştirmemi neden garipsiyorsun? Vallahi Rasulullah'ın (sav) hanımları da O'na cevap yetiştiriyorlar hatta bazen onlardan biri, geceye kadar bütün gün kendisine dargın duruyor. Bu sözler üzerine ben hemen (kızım) Hafsa'nın yanına gittim. Ona, sizlerden biri Hz. Peygamber'e ta akşama kadar bütün gün boyunca dargın kaldığı oluyor mu dedim. Evet dedi. Ben de ona, öyleyse sizden kim bunu yapıyorsa, kesinlikle mahvolmuş, hüsrana uğramıştır. Siz Rasulullah'ın (sav) gazabından dolayı Allah'ın size gazap etmeyeceğinden emin mi oldunuz? Bunu yapan kesinlikle helak olmuştur. Kızım, sen sakın Hz. Peygamber'e laf çevirme ve O'ndan bir şey isteme. İhtiyacın olan şeyi gel benden iste! Senden daha güzel ve Rasulullah'a (sav) daha sevgili olan ortağının durumu -Hz. Aişe'yi kastediyor- sakın seni aldatmasın dedim. Hz. Ömer şöyle devam ediyor: Benim Ensâr'dan bir komşum vardı, o komşum ile Hz. Peygamber'in (sav) yanına nöbetleşe gidiyorduk; bir gün o gidiyor, bir gün de ben gidiyordum. O gittiği zaman o günün vahiy ve diğer haberlerini gelip bana haber veriyordu, ben gidince de aynı şeyi yapıyordum. O sırada bizler Gassanlılar'n, bizimle savaşmak için atlarını nallattıkları haberini konuşuyorduk. O gün arkadaşım Rasulullah'ın (sav) yanına indi, sonra yatsı vakti bana geldi, kapımı şiddetle çaldı, sonra bana seslendi, ben de dışarı çıktım. Komşum; bugün büyük bir olay oldu dedi. Ne oldu? Yoksa Gassanlılar mı saldırdı dedim. Hayır! Daha büyük ve daha korkunç bir şey! Rasulullah (sav) hanımlarını boşadı dedi. Öyleyse Hafsa perişan oldu ve hüsrana uğradı. Zaten bunun olacağını tahmin ediyordum dedim. Hemen sabah namazını kıldım, elbisemi giyinip çıktım. Şehre inip Hafsa'nın yanına gittim. Baktım ki Hafsa ağlıyor. Ona; Rasulullah (sav) sizleri boşadı mı diye sordum. Bilmiyorum, kendisi işte şu hücreye çekildi dedi. Hz. Peygamber'in uzlete çekildiği hücresine gittim. Rasulullah'ın (sav) siyah uşağına; Ömer için Rasulullah'tan (sav) izin iste dedim. Uşak içeri girdi, sonra çıktı ve dedi ki: Seni söyledim ama bir şey demedi. Bunun üzerine döndüm, Mescid-i Nebî'deki minberin yanına varıp oturdum. Baktım ki orada bazı insanlar oturuyor, onlardan bazıları da ağlıyordu. Kısa bir sürer orada oturdum. Sonra hislerime engel olamadım, tekrar gidip uşağı buldum. Kendisine; Ömer için izin iste dedim. Uşak içeri girdi, sonra çıktı ve seni söyledim ama yine bir şey söylemedi dedi. Tam dönüp giderken uşak beni çağırdı; gir, Rasulullah (sav) sana izin verdi dedi. İçeri girdim, Rasulullah'a (sav) selam verdim. Baktım ki Hz. Peygamber, kuru bir hasıra uzanmış, hasırın izleri vücuduna çıkmış! Kendisine; ey Allah'ın Rasûlü, hanımlarını boşadın mı dedim. Başını bana doğru kaldırdı ve "hayır" dedi. Ben, sevinçten Allah'u ekber dedim, sonra şöyle söyledim: Ya Rasulullah! Biliyorsun ki, biz Kureyş topluluğu kadınlara galip idik. Ama Medine'ye geldiğimizde öyle bir kavim bulduk ki, kadınları onlara galip geliyor. Bu yünden bizim kadınlarımız da Medinelilerin kadınlarının huylarını öğrenmeye başladılar. Ben bir gün karıma kızmıştım, baktım ki karım da bana karşılık veriyor. Bana karşılık vermesini garipsedim. Bunun üzerine bana; benim sana karşılık vermemi neden garipsiyorsun? Vallahi Hz. Peygamber'in (sav) zevceleri de ona karşılık veriyor ve ta akşama kadar bütün gün ona dargın duruyorlar dedi. Bunu duyunca, böyle bir şeyi yapan mahvolmuş, hüsrana uğramıştır. Onlar, Rasulullah'ın (sav) kızgınlığından dolayı Cenâb-ı Hakk'ın kendilerine gazap edeceğinden emin mi oldular? Bunu yapan helâk olmuştur dedim. Bu sözlerim üzerine Hz. Peygamber gülümsedi. Sonra şunları söyledim: Ya Rasulullah! Beni görseydin, Hafsa'nın yanına girmiştim de ona; sakın arkadaşının Peygamber'e senden daha güzel ve daha sevgili olması seni aldatmasın demiştim. -Hz. Ömer bu sözüyle Aişe'yi kastediyor-. Hz. Peygamber tekrar gülümsedi. Bunun üzerine kendisine; biraz konuşabilir miyiz dedim. "Olur" buyurdu. Ben de oturdum. Müteakiben başımı kaldı­rarak içeriye bir göz gezdirdim. Vallahi içeride üç deriden başka göze dokunur bir şey göremedim. Dedim ki: Ey Allah'ın Rasulü, ümmetine bolluk vermesi için Allah'a dua etseniz... Cenâb-ı Hak, Allah'a kulluk yapmadıkları halde İranlılar'a ve Romalılar'a bol rızıklar ihsan etti dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber doğrularak oturdu ve "sen hala şüphede misin ey Hattab oğlu? Onlar iyi amellerinin karşılığı kendilerine dünya hayatında verilen bir millettir" buyurdu. Bunun üzerine ben hemen; benim için mağfiret dile ey Allah'ın Rasulü dedim. Rasulullah (sav) zevcelerine pek ziyade gücendi­ğinden dolayı bir ay yanlarına girmemeye yemin etmişti. Nihayet Aziz ve Celil olan Allah kendisini tekdir etti.


    Öneri Formu
15753 M003695 Müslim, Talak, 34

Bize Abdülaziz b. Abdullah, ona İbrahim b. Sa'd, ona Salih b. Keysân, ona İbn Şihâb, ona Salim b. Abdullah, ona da Abdullah b. Ömer (r.anhuma) şöyle rivayet etmiştir: Ömer'in kızı Hafsa, Bedire katılan sahabilerden biri olan ve Medine'de vefat eden eşi Huneys b. Huzâfe es-Sehmî'den dul kaldığı zaman Ömer b. Hattâb şöyle der: Ben Osman b. Affân'a varıp Hafsa'yı ona teklif ettim ve “istersen sana Ömer'in kızı Hafsa'yı nikahlayayım” dedim. Osman “ben bu işi bir düşüneyim” dedi. Birkaç gece bekledikten sonra Osman bana “şu an itibarıyla evlenmemek düşüncesindeyim” dedi. Ömer der ki: Sonra Ebu Bekir'e varıp ona da “istersen Ömer'in kızı Hafsa'yı sana nikâhlayayım” dedim. Ebu Bekir sustu ve bana hiçbir cevap vermedi. Ben de ona, Osman'a öfkelendiğimden daha fazla öfkelendim. Birkaç gece bekledim. Sonra Hafsa'yı Rasulullah (sav) istedi. Ben de Hafsa'yı Rasulullah'a nikâhladım. Bu arada Ebu Bekir bana geldi ve “Hafsa'yı bana teklif ettiğinde sana bir cevap vermediğim zaman belki sen bana darılmışsındır?” dedi. Ben de “evet” dedim. Bunun üzerine Bunun üzerine Ebu Bekir “senin teklifine olumlu cevap vermekten alıkoyan şey, ben Rasulullah'ın (sav) Hafsa'yı almak is­tediğini dillendirdiğini iyi bilmem ve Rasulullah'ın sırrını açığa vurmak istemememdi. Şayet Rasulullah (sav), Hafsa'yı bıraksaydı, onu ben kabul ederdim” dedi.


    Öneri Formu
14594 B005122 Buhari, Nikah, 33

Bize Harun b. Said el-Eylî, ona Abdullah b. Vehb, ona Süleyman b. Bilal, ona Yahya, ona da Ubeyd b. Huneyn, Abdullah b. Abbas'ın şöyle anlattığını nakletti: Bir ayetin manasını Ömer b. Hattab'a sormak isteğiyle bir sene bekledim. Heybetinden dolayı kendisine bir türlü soramıyordum. Nihayet Ömer, hac için (yola) çıktı. Onunla ben de yola çıktım. Dönüşte biraz yol alınca (abdest bozma) ihtiyacı için misvak ağaçlarına doğru saptı. Ben işini bitirinceye kadar onu durup (bekledim.) Sonra onunla yola koyuldum. Ona; ey müminlerin emiri! Eşlerinden Rasulullah'a (sav) karşı dayanışma içine girenler kimlerdi dedim. Ömer (ra); bunlar Hafsa ile Aişe'dir cevabını verdi. (Abdullah b. Abbas anlatmasına) şöyle devam etti: Vallahi bu meseleyi bir seneden beri sana sormak istiyordum ama heybetinden dolayı soramıyordum dedim. Ömer; bunu yapma! Benim bildiğimi zannettiğin bir şeyi hemen bana sor. Eğer ben onu biliyorsam sana haber veririm dedi ve sözüne şöyle devam etti: Vallahi biz cahiliye döneminde kadınları -Allah onlar için indirdiğini indirinceye ve haklarında verdiği payı verinceye kadar- adam yerine koymazdık. Ben, bir konuda kendi kendime düşünürken karım bana; şöyle şöyle yapsan (olmaz mı?) demişti. Ben de ona; o senin neyine gerek (Seni ne ilgilendiriyor!) Benim istemekte olduğum bir işte senin külfete girmen ne oluyor dedim. Kadın; hayret ederim sana ey Hattab oğlu! Sen sözüne karşılık verilmesini istemiyorsun. Halbuki senin kızın Rasulullah'a (sav) karşı çıkabiliyor, hatta Rasulullah o günü öfkeli halde geçiriyor dedi. Ömer şöyle devam etti: Bunun üzerine cübbemi alarak (evimden) çıktım ve Hafsa'nın yanına girdim. Ona dedim ki: Kızcağızım! Sen Rasulullah'a (sav) karşılık veriyor, bütün gününü öfkeli geçirecek kadar söyleniyormuşsun! Hafsa da biz hepimiz O'na karşılık veririz der. Bunun üzerine ben (kızıma); bilirsin ki ben seni Allah'ın cezalandırmasından ve Rasulü'nün (sav) öfkesinden daima sakındırırım. Kızcağızım! Sakın güzelliğinden ve Rasulullah'ın (sav) kendisini sevmesinden hoşlanan bu kadının durumu -Aişe'yi kastediyordu- seni aldatmasın dedim. Sonra çıktım, yakınım olduğu için Ümmü Seleme'nin yanına girdim ve onunla da konuştum. Ümmü Seleme de hayret ederim sana ey Hattab oğlu! Her şeye burnunu soktun. Nihayet Rasulullah (sav) ile hanımları arasına da mı girmek istiyorsun dedi. İşte bu söz beni öyle bir frenledi ki içimde duyduğum öfkeyi kısmen yatıştırdı. Bunun üzerine onun yanından da çıktım (ve evime döndüm). Benim Ensardan bir arkadaşım vardı. Ben (Rasulullah'ın yanına) gitmediğim zaman o bana haber getirir, o gitmediği zaman da ben ona haber getirirdim. Bu esnada biz Gassân meliklerinden birisinden de endişe ediyorduk. Üzerimize yürüyeceği söylenmişti ve yüreklerimiz ondan korku ile doluydu. Bu Ensarlı arkadaşım çıkageldi, kapıyı çaldı ve aç, aç dedi. Gassan’lı mı geldi dedim. O da hayır! Daha beteri olmuş! Rasulullah (sav) hanımlarından uzaklaşmış dedi. (İçimden) (Nihayet) Hafsa ile Aişe'nin burnu sürtüldü dedim. Elbisemi aldım çıktım ve oraya (Rasulullah'ın yanına) vardım. Bir de ne göreyim! Rasulullah (sav) birkaç basamakla çıkılır yüksekçe bir odada ve siyahî bir kölesi de basamağın başında. Köleye (Rasulullah’a Söyle!) Bu (gelen) Ömer b. Hattab'dır dedim. Nihayet bana izin verildi. Ömer dedi ki: Ben Rasulullah'a (sav) bu yaşadığım olayı aktardım. Ümmü Seleme'nin sözüne geldiğimde Rasulullah (sav) gülümsedi. O bir hasır üzerinde bulunuyordu. Bedeni ile hasır arasında hiçbir şey (giysi) yoktu. Başının altında içi lif dolu bir deri yastık vardı. Ayaklarının yanında karaz yığını (yani tabaklamada kullanılan Arab zamkı denilen ağaç yaprakları) ve baş ucunda da asılı bir post vardı. Rasulullah'ın (sav) böğründe hasırın izlerini gördüm de ağladım. Bana; "seni ağlatan nedir" buyurdu. Ben de ey Allah’ın Rasulü! Kisrâ ve Kayser’in bulundukları durum belli. Sen ise Allah'ın Rasulü'sün! (Şu haline bak!) dedim. Rasulullah (sav); "dünyanın onların, ahiretin senin olmasına razı değil misin" buyurdu.


    Öneri Formu
15717 M003692 Müslim, Talak, 31

Bize Ebu Nuaym, ona Abdulvahid b. Eymen, ona Abdullah b. Ebu Müleyke, ona Kâsım , ona da Âişe şöyle rivayet etmiştir: Hz. Peygamber (sav) bir sefere çıkmak istediğinde hanımları arasında kura çekerdi. Bir seferinde kura Âişe ile Hafsa'ya isabet etti. Peygamber (sav) gece olunca Âişe'nin beraberin­de, onunla konuşarak yol alırdı. Bir gün Hafsa, Âişe'ye “Bu gece sen benim deveme binsen, ben de senin devene binsem, sen görmediğin manzaraları görürsün, ben de görmediğim yer­leri görürüm” dedi. Âişe de “tamam” dedi. Bunun üzerine onlardan her biri diğerinin devesine bindi. Peygamber (sav), Âişe'nin de­vesinin yanına geldi, hâlbuki onun üstünde Hafsa bulunuyordu. Hafsa'ya selâm verdi. Sonra yola devam etti. Nihayet bir yerde konakladılar ve Âişe, (burada) Peygamber'i kaybetti. Konakladıklarında Âişe (kederinden) iki ayağını (zehirli haşeratların yaşadığı) ızhır otlarının arasına sokup Rabbim, bana akrep yahut yılan musallat de beni sok­sun, ben de Peygamber'e (sav) bir şey söylemeye muktedir olmayayım” diye dua etmeğe başladı


    Öneri Formu
15047 B005211 Buhari, Nikah, 97


    Öneri Formu
14606 B005129 Buhari, Nikah, 36