Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zuhrî, ona da Urve şöyle demiştir:
"Müslümanların sayısı artıp iman açıkça görünür hâle gelince, Kureyşli kâfir müşrikler, kendi kabilelerinden iman edenleri gündemlerine aldı ve onlara işkence ederek, onları hapsederek dinlerinden döndürmek istediler. Ravi der ki: Bize ulaştığına göre, Rasulullah (sav) iman edenlere 'Yeryüzüne dağılın' diye emir buyurdu. Onlar 'Ey Allah’ın Rasulü! Nereye gidelim?' dediler. Rasulullah (sav) elini Habeşistan toprağına doğru işaret ederek 'Oraya (gidin)' buyurdu. Habeşistan, Rasulullah'ın (sav) Medine’den önce hicret etmeyi en çok istediği yerdi. Bunun üzerine kalabalık bir grup hicret etti. Onlardan kimi ailesiyle birlikte, kimi ise tek başına hicret etti. Nihayet Habeşistan’a ulaştılar. Zuhrî der ki: Bu hicrete; Cafer b. Ebu Tâlib, eşi Esmâ bint Umeys el-Has'amiyye ile birlikte; Osman b. Affân (ra) eşi, Rasulullah’ın kızı Rukiye ile birlikte; Hâlid b. Saîd b. Âs, eşi Ümeyme bt. Halef ile birlikte; Ebu Seleme, eşi Ümmü Seleme bt. Ebu Ümeyye b. Muğîre ile birlikte ve Kureyş’ten bir adam da eşiyle birlikte çıktı. Habeşistan’da Abdullah b. Cafer ve Hâlid b. Saîd’in kızı Ümme doğdu. Ümme Amr b. Zübeyir ile Hâlid b. Zübeyir’in annesidir. Yine dünyaya gelenler arasında Hâris b. Hâtıb ve Kureyş’ten bazı kişiler vardı."
Zührî der ki: Bana, Urve b. Zübeyir' haber verdiğine göre Hz. Âişe şöyle demiştir: "Ben aklım erdim ereli anne ve babam Müslümandı. Gün bile geçmezdi ki, sabah ve akşam vakitlerinde Rasulullah (sav) bize gelmemiş olsun. Müslümanlar sıkıntıya maruz kaldıklarında, Ebu Bekir (r.a.) Habeşistan’a doğru hicret etmek üzere yola çıktı. Berku’l-Ğımâd denilen yere ulaştığında, Kârre’nin reisi olan İbn Düğünne ile karşılaştı. İbn Düğünne ona 'Nereye gitmeyi düşünüyorsun ey Ebu Bekir?' dedi. Ebu Bekir 'Kavmim beni yurdumdan çıkardı. Ben de yeryüzünde dolaşarak Rabbime ibadet etmek istiyorum' dedi. İbn Düğünne 'Ey Ebu Bekir! Senin gibi bir kişi ne yurdundan çıkarılır ne de kendi çıkıp gider. Sen, malı olmayan yoksulu gözetir, akrabalık bağlarını sürdürür, yük taşıyamayanın yükünü taşır, misafire ikram eder, hakkın gerektirdiği işlerde yardım edersin. Ben sana eman veriyorum, dön ve memleketinde Rabbine ibadet et' dedi. Bunun üzerine İbn Düğünne, Ebu Bekir ile birlikte geri döndü. Müşrik Kureyş ileri gelenlerinin yanına giderek 'Ebu Bekir yurdunu terk etmiş. Hâlbuki onun gibisi yurdundan çıkarılmaz. Siz, yoksulu gözeten, akrabalık bağını sürdüren, yük taşıyamayanın yükünü taşıyan, misafire ikram eden ve hak uğruna yardımcı olan bir adamı mı çıkarıyorsunuz?' dedi. Kureyş, İbn Düğünne’nin verdiği emanı kabul ederek Ebu Bekir’e eman verdi ve 'İbn Düğünne’ye 'Ebu Bekir'e söyle, evinde Rabbine ibadet etsin. Evinde istediği kadar namaz kılsın ama bize eziyet vermesin. Namazını ve Kur’an okuyuşunu evinin dışında alenileştirmesin' dediler. Ebu Bekir bu şartı kabul etti, ancak daha sonra evinin avlusunda küçük bir mescit inşa etti. Orada namaz kılıyor ve Kur’an okuyordu. Onun okuyuşu karşısında müşrik kadınlar ve çocuklar toplanıp dinliyor, hayran kalıyorlardı. Ebu Bekir çok duygulu bir adamdı. Kur’an okuduğunda gözyaşlarını tutamazdı. Bu durum Kureyş’in ileri gelenlerini endişelendirdi. İbn Düğünne’ye adam gönderip 'Biz Ebu Bekir’e sadece evinde ibadet etmesi şartıyla eman vermiştik. O ise bu şartı aştı, evinin avlusuna mescit yaptı, namazı ve Kur’an okuyuşunu açıktan yapmaya başladı. Kadınlarımızın ve çocuklarımızın etkilenmesinden korkuyoruz. Ona git ve uyar. İsterse evinde ibadet etmeye devam etsin, istemezse himayeni sana iade etsin. Biz, himayeni ihlâl etmekten hoşlanmayız, fakat onun bu şekilde açıkça ibadet etmesini de onaylamıyoruz' dediler. Âişe der ki: İbn Düğünne, Ebu Bekir’in yanına geldi ve 'Ey Ebu Bekir! Sana sağladığım himayenin şartını biliyorsun. Ya buna uyarsın ya da himayemi bana geri verirsin. Zira Araplar arasında, himayesini verdiğim bir kişiyi korumaktan vazgeçtiğim söylenmesinden hoşlanmam' dedi. Ebu Bekir 'O hâlde himayeni sana iade ediyorum. Ben Allah’ın ve Rasûlünün himayesinden razıyım' dedi."
"O günlerde Rasulullah (sav) hâlâ Mekke’de idi. Müslümanlara 'Bana hicret edeceğiniz yurt gösterildi, bana hicret edeceğiniz yurt gösterildi. Hurmalık, iki kara taşlık (lava) arasında, tuzlu topraklı bir yer gördüm' buyurdu. Bunun üzerine Medine’ye hicret edenler oldu. Habeşistan’a hicret eden bazı Müslümanlar da Medine’ye geri döndü. Ebu Bekir de hicret için hazırlık yaptı. Rasulullah (sav) ona 'Acele etme, umarım bana da izin verilir' buyurdu. Ebu Bekir 'Bu izni gerçekten bekliyor musun, ey Allah’ın Rasulü?' diye sordu. Rasulullah (sav) da 'Evet' dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir, Rasulullah’a (sav) yoldaş olabilmek için bekledi. İki devesini dört ay boyunca semur ağacının yapraklarıyla besleyerek hazırladı."
Zührî der ki: Urve'nin rivayet ettiğine göre Hz. Âişe şöyle demiştir: "Bir gün öğle sıcağında evimizde oturuyorduk. Ebu Bekir’e biri gelip 'İşte Rasûlullah (sav), başını örtmüş, geliyor' dedi. Ebu Bekir 'Anam babam Ona feda olsun! Bu saatte gelmesi ancak önemli bir iş sebebiyledir' dedi. Rasulullah (sav) geldi, izin istedi, kendisine izin verildi ve içeri girdi... Ebu Bekir 'Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasulü! Yanındakiler ancak ehlindir, (yabancı kimse yoktur)' dedi. Rasulullah (sav) 'Bana hicret izni verildi' buyurdu. Ebu Bekir 'Öyleyse yol arkadaşlığını isterim, anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasûlü!' dedi. Rasulullah (sav) 'Evet' dedi. Ebu Bekir 'O hâlde, anam babam sana feda olsun, şu iki deveden birini al' dedi. Rasulullah (sav) 'Bedelini ödeyerek alırım' buyurdu. Âişe der ki: Onları aceleyle yola hazırladık. Azık için bir torba yaptık. Kız kardeşim Esmâ, kuşağını ikiye bölerek torbanın ağzını bağladı. Bu yüzden ‘Zâtü’n-nitâkayn’ (iki kuşak sahibi) diye anıldı. Sonra Rasulullah (sav) ile Ebu Bekir, Sevr denilen dağdaki bir mağaraya ulaştılar ve orada üç gece kaldılar."
Ma‘mer der ki: Osman el-Cezerî'nin bana haber verdiğine göre İbn Abbâs’ın azatlısı Meksem, Allah Teâlâ’nın 'Hani inkâr edenler seni yakalayıp bağlamak veya öldürmek ya da (Mekke’den) çıkarmak için tuzak kuruyorlardı…” [Enfâl, 8/30] ayeti tefsirinde şöyle demiştir: "Kureyş Mekke’de toplandı ve istişare etti. Onlardan bazıları 'Sabah olunca O'nu bağlayalım'; bazıları 'Hayır, onu öldürelim' bir kısmı da 'Onu (şehirden) çıkaralım' dedi. Allah, Peygamberini bu plandan haberdar etti. O gece Hz. Ali, Peygamber’in yatağında yattı. Peygamber (sav) ise mağaraya doğru yola çıktı. Müşrikler, Hz. Ali’yi gözetlemeye başladılar; onu Peygamber zannediyorlardı. Sabah olunca Ali’nin üzerine yürüdüler. Onu görünce Allah onların tuzaklarını boşa çıkardı. 'Arkadaşın nerede?' diye sordular. Ali 'Bilmiyorum' dedi. Onun izini sürmeye başladılar. Dağa ulaştıklarında iş karıştı. Dağa tırmandılar, mağaranın yanından geçtiler ve kapısında örümcek ağı gördüler. 'Eğer buraya girmiş olsaydı kapısında örümcek ağı olmazdı' dediler. Böylece Rasulullah (sav) orada üç gün kaldı."
Ma'mer der ki: Katâde şöyle haber vermiştir: "Onlar, Peygamber (sav) hakkında istişare etmek üzere Dâru’n-Nedve’ye girdiler ve 'Aranıza sizden olmayan (yabancı) kimse girmesin' dediler. Bu sırada şeytan, Necid'li yaşlı bir adam suretinde aralarına girdi. Onlar 'Bundan size zarar gelmez, bu Necid'li bir adamdır' dediler ve istişare etmeye başladılar. İçlerinden biri 'Onu bir deveye bindirip buradan çıkaralım' dedi. Şeytan 'Bu çok kötü bir fikir. O, aranızda bulunduğu hâlde bile size zarar veriyordu. Onu dışarı çıkarırsanız insanları ifsat eder, sonra da onları üzerinize salarak sizinle savaşır' dedi. Onlar 'Bu şeyhin söylediği çok doğru' dediler. Bir başkası 'Onu bir eve kapatıp kapısını çamurla örteriz, orada ölüp gidene kadar bırakırız' dedi. Şeytan 'Bu da kötü bir fikir. Sizce kavmi onu orada sonsuza kadar bırakır mı? Elbette onun için öfkelenecekler ve çıkaracaklardır' dedi. Bunun üzerine Ebu Cehil 'Her kabileden bir adam seçelim. Hep birlikte kılıçlarını kuşansınlar, onu tek bir kılıç darbesiyle öldürsünler. Böylece kimin öldürdüğü belli olmaz ve kan davasına da girilmez' dedi. Şeytan 'Bu, en doğru görüştür' dedi. Bunun üzerine Allah, Peygamberini bu plandan haberdar etti. Peygamber (sav), Ebu Bekir’le birlikte “Sevr” denilen dağdaki mağaraya gitti. Hz. Ali ise Peygamber’in (sav) yatağında yattı. Müşrikler onu gözetledi; Peygamber (sav) zannediyorlardı. Sabah olunca Ali kalkıp sabah namazını kıldı. Onun üzerine yürüdüler, karşılarında Hz. Ali’yi görünce 'Arkadaşın nerede?' diye sordular. Hz. Ali 'Bilmiyorum' dedi. İzini sürdüler, mağaraya kadar geldiler, sonra geri döndüler. Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir orada üç gece kaldılar."
Ma'mer der ki: Zührî' Urve'den rivayet ettiği hadisinde şöyle demiştir: "Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir, (Sevr) mağarasında üç gece kaldılar. Onların yanında geceleri, Ebu Bekir’in oğlu Abdullah kalıyordu. Abdullah, genç, zeki ve anlayışlı bir delikanlı idi. Gece seher vakti yanlarından çıkıyor, sabah olduğunda Mekke’de Kureyş’in arasında bulunuyor, onlarla birlikte geceyi geçirmiş gibi davranıyordu. Kureyş’in gizlice planladığı her şeyi işitiyor, hafızasında tutuyor ve akşam karanlığı bastığında gelip Peygamber’e ve babasına haber veriyordu. Ebu Bekir’in azatlısı Âmir b. Füheyre de onlara ait süt veren birkaç koyunu otlatıyordu. Gece bir vakit geçtikten sonra sürüyü mağaranın yanına getiriyor, onlar da koyunların sütünden içip barınıyorlardı. Sonra Âmir, koyunları tan yeri ağarmadan götürüyor, böylece üç gece boyunca izleri kapatıyordu. Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir, Abd b. Adî oğulları kolundan, Dîl oğulları kabilesine mensup, yol bulmada usta (harrît) bir kılavuz kiraladılar. Bu adam, Âs b. Vâil ailesi ile anlaşması bulunan, Kureyş kâfirlerinin dini üzere olan birisiydi. Ona güvenip develerini teslim ettiler. Üç gün sonra Sevr mağarasında buluşmak üzere sözleştiler. Kılavuz, üç gecenin sabahında develeri mağaraya getirdi. Onlar yola koyuldular. Yanlarında Âmir b. Füheyre ve o Dîl oğulları kabilesinden olan kılavuz da vardı. Kılavuz, onları sahil tarafındaki Ezâhir yolundan götürdü."
Ma‘mer der ki: Zührî'nin bana, Sürâka b. Cu‘şum’un yeğeni Abdurrahman b. Mâlik el-Müdlicî’den haber verdiğine göre, babası, Sürâka şöyle demiştir: "Kureyşli kâfirlerin elçileri bize geldiler. Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir’i öldüren ya da esir eden kimseye, onun kan bedelini (ödül olarak) vereceklerini ilan ettiler. Ben, kendi kabilem Müdelic oğullarının meclisinde otururken, kabileden biri geldi ve 'Ey Sürâka! Az önce sahilde bir grup insan gördüm, bana öyle geliyor ki onlar Muhammed ve arkadaşlarıdır' dedi. Bunun gerçek olduğunu anladım, ama 'Hayır, onlar değil; sen filan ve filanı gördün, av peşindeydiler' dedim. Mecliste biraz daha oturduktan sonra kalktım, evime girdim. Cariyeme, tepenin arkasında tutmakta olduğu atımı getirmesini söyledim. Mızrağımı aldım, evin arka tarafından çıktım. Mızrağımı yere sürüyerek atıma vardım, bindim. Atımı sürerek hızla ilerledim. Onları görene kadar yaklaştım. Sesimi duyabilecek mesafeye gelince atım tökezledi ve yere düştüm. Ayağa kalktım, kınımdaki fal oklarını (ezlâm) çıkarıp 'Onlara zarar vereyim mi, vermeyeyim mi?' diye çekiliş yaptım, sonuç, hoşuma gitmeyecek şekilde 'Zarar verme' çıktı. Ama ben falı dinlemeyip atıma tekrar bindim ve ilerledim. Rasulullah’ın, Kur’ân okuyuşunu işittim. Kendisi hiç arkasına bakmıyor, fakat Ebû Bekir sık sık dönüp bakıyordu. Bu sırada atımın iki ön ayağı yere gömülüp dizlerine kadar battı. Yine yere düştüm. Atı kamçıladım, zorla ayağa kalktı ama ön ayaklarını güçlükle çıkardı. Ayağa kalktığında ön ayaklarının yerinde, göğe doğru alevsiz bir duman gibi yükselen bir toz bulutu oluştu."
Ma'mer der ki: Ebu Amr b. Alâ’ya, '“الْعُثَانُ” nedir?' diye sordum. Bir süre sustu, sonra “Ateşsiz duman” dedi. Ma‘mer der ki: Zührî, hadisinde şöyle demiştir: (Süraka şöyle devam etti:)
"Fal oklarıyla (ezlâm) çekiliş yaptım, 'Onlara zarar verme' şeklinde istemediğim sonuç çıktı. Bunun üzerine onlara eman verdim, durdular. Atıma binip yanlarına geldim. Onlardan gördüğüm engelleme ve başıma gelenlerden sonra, içime Rasulullah’ın (sav) işinin mutlaka üstün geleceği doğdu. Ona, 'Kavmin senin için ödül koydu' dedim. Yolculuğumda duyduklarımı ve insanların onlara ne yapmak istediklerini haber verdim. Azık ve eşya teklif ettim, benden hiçbir şey almadılar, sadece gizli tutmamı istediler. Ben de kendilerinden, bana eman verdiğine dair bir güven belgesi yazmalarını istedim. Bunun üzerine Rasulullah (sav), Âmir b. Füheyre’ye emretti, o da bana deri parçasına yazılı bir amanname verdi. Sonra yollarına devam ettiler."
Ma'mer der ki: Zührî “Urve b. Zübeyir bana şöyle haber verdi” demiştir: "Hz. Peygamber (sav) yolda Zübeyir ile birlikte bir grup Müslümanla karşılaştı. Bunlar Şam’dan Mekke’ye dönen Medineli tüccarlardı. Onlar Rasulullah (sav) ile Ebu Bekir’e beyaz elbiseler verdiler. Medineli Müslümanlar, Rasulullah’ın yola çıktığını duyduğundan beri, her sabah Harra’ya gidip onu beklemeye başlar, Öğle sıcağı onları rahatsız edince de geri dönerlerdi. Bir gün yine bekleyip dönmüşlerdi ki, bir Yahudi kendi evinin kulesine çıkıp bakınırken Rasulullah (sav) ve arkadaşlarını beyaz elbiseler içinde, serap gibi dalgalanarak yaklaşırken gördü. Yahudi, yüksek sesle 'Ey Arap topluluğu! İşte beklediğiniz talihiniz geldi' diye bağırdı. Müslümanlar silahlanıp Rasulullah’a koştular, Harra’nın dışına kadar onu karşıladılar. Rasulullah (sav) sağa yöneldi, Amr b. Avf oğulları yurduna indi. Bu olay, Rebîulevvel ayının pazartesi günü oldu. Ebu Bekir insanlara konuşuyor, Rasulullah (sav) sessizce oturuyordu. Daha önce Rasulullah’ı görmemiş olan Ensar’dan bazıları Ebû Bekir'i, O sandı. Güneş Rasulullah’a vurunca, Ebu Bekir ridâsıyla ona gölge yaptı. O zaman insanlar hangisinin Peygamber (sav) olduğunu anladılar. Rasulullah (sav) Amr b. Avf oğulları yurdunda on küsur gün kaldı. Takvâ üzere kurulan mescidi inşa etti ve orada namaz kıldı. Sonra devesine bindi, insanlar yaya olarak onu takip etti. Medine’deki bugünkü Mescid-i Nebevî’nin yerine kadar geldi, burada devesi çöktü. Orası, o zaman bir kısım Müslümanların namaz kıldığı bir yerdi. Arsa Neccâr oğullarından Ebu Ümâme Esad b. Zürâre’nin himayesindeki iki yetim kardeşe; Sahl ve Suheyl’e ait hurma kurutma yeriydi. Rasulullah (sav) devesi çöktüğünde 'Burası konak yerimiz, inşallah' dedi. Çocukları çağırıp yeri satın almak istedi. Onlar, 'Size hibe ediyoruz ey Allah'ın Rasulü' dediler. Fakat o hibeyi kabul etmedi, bedelini ödeyerek aldı. Buraya mescit inşa edildi. Rasulullah (sav) da onlarla birlikte kerpiç taşıyor ve şu beyitleri okuyordu:"
"Bu yük, Hayber’in yükü değildir; Bu Rabbimize daha hayırlı ve daha temizdir."
"Allah’ım! Asıl ecir ahiret ecridir; Ensar’a ve Muhacirlere merhamet et."
"Ravi der ki: Rasulullah’ın (sav), bu beyitler dışında hiçbir zaman tam bir şiir beyti söylediğini işitmedim. Bunları da mescit inşasında işçiler gibi tekrarlardı. Rasulullah (sav), Kureyşli kâfirlerle savaş devam ettiği için, Habeşistan’a hicret eden Muhacirler, Medine’ye gelişlerini geciktirildiler, ancak Hendek Savaşı sırasında Peygamber (sav) ile buluşabildiler. Esmâ bt. Umeys 'Ömer b. Hattâb, bizim Habeşistan’da kalışımızı ayıplardı' demiştir. Esmâ, bunu Rasulullah’a anlattığında, -Esmâ’nın ifadesine göre- Hz. Peygamber (sav) 'Hayır, siz öyle (ayıplanacak kimseler) değilsiniz' buyurdu. Savaş (Cihada izin) hususunda inen ilk ayet 'Kendilerine zulmedilenlere, savaşmak için izin verildi. Allah onların yardımına elbette kâdirdir' [Hac, 22/39] ayetidir."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
80848, MA009743
Hadis:
عَبْدُ الرَّزَّاقِ، عَنْ مَعْمَرٍ، عَنِ الزُّهْرِيِّ فِي حَدِيثِهِ فِي عُرْوَةَ، قَالَ: فَلَمَّا كَثُرَ الْمُسْلِمُونَ وَظَهَرَ الْإِيمَانُ، فَتَحَدَّثَ بِهِ الْمُشْرِكُونَ مِنْ كُفَّارِ قُرَيْشٍ بِمَنْ آمَنَ مِنْ قَبَائِلِهِمْ، يُعَذِّبُونَهُمْ وَيَسْجُنُونَهُمْ، وَأَرَادُوا فِتْنَتَهُمْ عَنْ دِينِهِمْ، قَالَ: فَبَلَغَنَا أَنَّ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ لِلَّذِينَ آمَنُوا بِهِ: «تَفَرَّقُوا فِي الْأَرْضِ». قَالُوا: فَأَيْنَ نَذْهَبُ يَا رَسُولَ اللهِ؟ قَالَ: «هَاهُنَا» – وَأَشَارَ بِيَدِهِ إِلَى أَرْضِ الْحَبَشَةِ، وَكَانَتْ أَحَبَّ الْأَرْضِ إِلَى رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُهَاجِرُ قَبْلَهَا – فَهَاجَرَ نَاسٌ ذُو عَدَدٍ، مِنْهُمْ مَنْ هَاجَرَ بِأَهْلِهِ، وَمِنْهُمْ مَنْ هَاجَرَ بِنَفْسِهِ، حَتَّى قَدِمُوا أَرْضَ الْحَبَشَةِ. قَالَ الزُّهْرِيُّ: فَخَرَجَ فِي الْهِجْرَةِ جَعْفَرُ بْنُ أَبِي طَالِبٍ بِامْرَأَتِهِ أَسْمَاءَ بِنْتِ عُمَيْسٍ الْخَثْعَمِيَّةِ، وَعُثْمَانُ بْنُ عَفَّانَ – رَضِيَ اللهُ عَنْهُ – بِامْرَأَتِهِ رُقَيَّةَ بِنْتِ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَخَرَجَ فِيهَا خَالِدُ بْنُ سَعِيدِ بْنِ الْعَاصِ بِامْرَأَتِهِ أُمَيْمَةَ بِنْتِ خَلَفٍ، وَخَرَجَ فِيهَا أَبُو سَلَمَةَ بِامْرَأَتِهِ أُمِّ سَلَمَةَ بِنْتِ أَبِي أُمَيَّةَ بْنِ الْمُغِيرَةِ، وَرَجُلٌ مِنْ قُرَيْشٍ خَرَجُوا بِنِسَائِهِمْ، فَوُلِدَ بِهَا عَبْدُ اللهِ بْنُ جَعْفَرٍ، وَوُلِدَتْ بِهَا أُمَّةُ بِنْتُ خَالِدِ بْنِ سَعِيدٍ، أُمُّ عَمْرِو بْنِ الزُّبَيْرِ وَخَالِدِ بْنِ الزُّبَيْرِ، وَوُلِدَ بِهَا الْحَارِثُ بْنُ حَاطِبٍ فِي نَاسٍ مِنْ قُرَيْشٍ وُلِدُوا بِهَا.
قَالَ الزُّهْرِيُّ: وَأَخْبَرَنِي عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ أَنَّ عَائِشَةَ قَالَتْ: لَمْ أَعْقِلْ أَبَوَيَّ قَطُّ إِلَّا وَهُمَا يَدِينَانِ الدِّينَ، وَلَمْ يَمْرَّ عَلَيْنَا يَوْمٌ إِلَّا يَأْتِينَا فِيهِ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ طَرَفَيِ النَّهَارِ – بُكْرَةً وَعَشِيَّةً – فَلَمَّا ابْتُلِيَ الْمُسْلِمُونَ، خَرَجَ أَبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ مُهَاجِرًا قِبَلَ أَرْضِ الْحَبَشَةِ، حَتَّى إِذَا بَلَغَ بَرْكُ الْغِمَادِ لَقِيَهُ ابْنُ الدُّغُنَّةِ، وَهُوَ سَيِّدُ الْقَارَةِ، فَقَالَ ابْنُ الدُّغُنَّةِ: أَيْنَ تُرِيدُ يَا أَبَا بَكْرٍ؟ فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ: أَخْرَجَنِي قَوْمِي، فَأُرِيدُ أَنْ أَسِيحَ فِي الْأَرْضِ، وَأَعْبُدَ رَبِّي. فَقَالَ ابْنُ الدُّغُنَّةِ: مِثْلُكَ يَا أَبَا بَكْرٍ لَا يَخْرُجُ وَلَا يُخْرَجُ، إِنَّكَ تَكْسِبُ الْمَعْدُومَ، وَتَصِلُ الرَّحِمَ، وَتَحْمِلُ الْكَلَّ، وَتَقْرِي الضَّيْفَ، وَتُعِينُ عَلَى نَوَائِبِ الْحَقِّ، فَأَنَا لَكَ جَارٌ، فَارْجِعْ فَاعْبُدْ رَبَّكَ بِبَلَدِكَ. فَارْتَحَلَ ابْنُ الدُّغُنَّةِ وَرَجَعَ مَعَ أَبِي بَكْرٍ، فَطَافَ ابْنُ الدُّغُنَّةِ فِي كُفَّارِ قُرَيْشٍ، فَقَالَ: إِنَّ أَبَا بَكْرٍ خَرَجَ وَلَا يُخْرَجُ مِثْلُهُ، أَتُخْرِجُونَ رَجُلًا يَكْسِبُ الْمَعْدُومَ، وَيَصِلُ الرَّحِمَ، وَيَحْمِلُ الْكَلَّ، وَيَقْرِي الضَّيْفَ، وَيُعِينُ عَلَى نَوَائِبِ الْحَقِّ؟ فَأَنْفَذَتْ قُرَيْشٌ جِوَارَ ابْنِ الدُّغُنَّةِ، وَأَمِنُوا أَبَا بَكْرٍ، وَقَالُوا لِابْنِ الدُّغُنَّةِ: مُرْ أَبَا بَكْرٍ فَلْيَعْبُدْ رَبَّهُ فِي دَارِهِ، وَلْيُصَلِّ فِيهَا مَا شَاءَ، وَلَا يُؤْذِينَا، وَلَا يَسْتَعْلِنْ بِالصَّلَاةِ وَالْقِرَاءَةِ فِي غَيْرِ دَارِهِ. فَفَعَلَ. ثُمَّ بَدَا لِأَبِي بَكْرٍ فَبَنَى مَسْجِدًا بِفِنَاءِ دَارِهِ، فَكَانَ يُصَلِّي فِيهِ وَيَقْرَأُ، فَيَتَقَصَّفُ عَلَيْهِ نِسَاءُ الْمُشْرِكِينَ وَأَبْنَاؤُهُمْ، يُعْجِبُونَ مِنْهُ، وَيَنْظُرُونَ إِلَيْهِ، وَكَانَ أَبُو بَكْرٍ رَجُلًا بَكَّاءً، لَا يَمْلِكُ دَمْعَهُ حِينَ يَقْرَأُ الْقُرْآنَ، فَأَفْزَعَ ذَلِكَ أَشْرَافَ قُرَيْشٍ، فَأَرْسَلُوا إِلَى ابْنِ الدُّغُنَّةِ، فَقَدِمَ عَلَيْهِمْ، فَقَالُوا: إِنَّمَا أَجَرْنَا أَبَا بَكْرٍ عَلَى أَنْ يَعْبُدَ اللهَ فِي دَارِهِ، وَإِنَّهُ قَدْ جَاوَزَ ذَلِكَ، وَبَنَى مَسْجِدًا بِفِنَاءِ دَارِهِ، وَأَعْلَنَ الصَّلَاةَ وَالْقِرَاءَةَ، وَإِنَّا قَدْ خَشِينَا أَنْ يَفْتِنَ نِسَاءَنَا وَأَبْنَاءَنَا، فَأْتِهِ فَأْمُرْهُ، فَإِنْ أَحَبَّ أَنْ يَقْتَصِرَ عَلَى أَنْ يَعْبُدَ اللهَ فِي دَارِهِ فَعَلَ، وَإِنْ أَبَى إِلَّا أَنْ يُعْلِنَ ذَلِكَ، فَسَلْهُ أَنْ يَرُدَّ عَلَيْكَ ذِمَّتَكَ، فَإِنَّا قَدْ كَرِهْنَا خَفْرَكَ، وَلَسْنَا مُقِرِّينَ لِأَبِي بَكْرٍ بِالِاسْتِعْلَانِ. قَالَتْ عَائِشَةُ: فَأَتَى ابْنُ الدُّغُنَّةِ أَبَا بَكْرٍ، فَقَالَ: يَا أَبَا بَكْرٍ، قَدْ عَلِمْتَ الَّذِي عَقَدْتُ لَكَ، إِمَّا أَنْ تَقْتَصِرَ عَلَى ذَلِكَ، وَإِمَّا أَنْ تَرْجِعَ إِلَيَّ ذِمَّتِي، فَإِنِّي لَا أُحِبُّ أَنْ تَسْمَعَ الْعَرَبُ أَنِّي أَخْفَرْتُ فِي عَهْدِ رَجُلٍ عَقَدْتُ لَهُ. فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ: فَإِنِّي أَرُدُّ إِلَيْكَ جِوَارَكَ، وَأَرْضَى بِجِوَارِ اللهِ وَرَسُولِهِ.
وَرَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَئِذٍ بِمَكَّةَ، فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِلْمُسْلِمِينَ: إِنِّي قَدْ أُرِيتُ دَارَ هِجْرَتِكُمْ، إِنِّي أُرِيتُ دَارًا سَبِخَةً ذَاتَ نَخْلٍ، بَيْنَ لَابَتَيْنِ، وَهُمَا الْحَرَّتَانِ. فَهَاجَرَ مَنْ هَاجَرَ قَبْلَ الْمَدِينَةِ، حِينَ ذَكَرَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ذَلِكَ، وَرَجَعَ إِلَى الْمَدِينَةِ بَعْضُ مَنْ كَانَ هَاجَرَ إِلَى أَرْضِ الْحَبَشَةِ مِنَ الْمُسْلِمِينَ، وَتَجَهَّزَ أَبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ مُهَاجِرًا، فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: عَلَى رِسْلِكَ، فَإِنِّي أَرْجُو أَنْ يُؤْذَنَ لِي. فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ: أَتَرْجُو ذَلِكَ يَا نَبِيَّ اللهِ؟ قَالَ: نَعَمْ. فَحَبَسَ أَبُو بَكْرٍ نَفْسَهُ عَلَى رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِصُحْبَتِهِ، وَعَلَفَ أَبُو بَكْرٍ رَاحِلَتَيْنِ كَانَتَا عِنْدَهُ وَرَقَ السَّمُرِ أَرْبَعَةَ أَشْهُرٍ.
قَالَ الزُّهْرِيُّ: قَالَ عُرْوَةُ: قَالَتْ عَائِشَةُ: فَبَيْنَا نَحْنُ يَوْمًا جُلُوسٌ فِي بَيْتِنَا فِي نَحْرِ الظَّهِيرَةِ، قَالَ قَائِلٌ لِأَبِي بَكْرٍ: هَذَا رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مُقْبِلًا مُتَقَنِّعًا رَأْسَهُ، فِي سَاعَةٍ لَمْ يَكُنْ يَأْتِينَا فِيهَا. فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ: فِدَاهُ أَبِي وَأُمِّي، مَا جَاءَ بِهِ فِي هَذِهِ السَّاعَةِ إِلَّا أَمْرٌ. قَالَتْ: فَجَاءَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَاسْتَأْذَنَ، فَأُذِنَ لَهُ، فَدَخَلَ... فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ: إِنَّمَا هُمْ أَهْلُكَ، بِأَبِي أَنْتَ يَا رَسُولَ اللهِ! فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: فَإِنَّهُ قَدْ أُذِنَ لِي فِي الْخُرُوجِ. فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ: فَالصُّحْبَةَ، بِأَبِي أَنْتَ يَا رَسُولَ اللهِ! فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: نَعَمْ. فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ: فَخُذْ – بِأَبِي أَنْتَ يَا رَسُولَ اللهِ وَأُمِّي – إِحْدَى رَاحِلَتَيَّ هَاتَيْنِ. فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: بِالثَّمَنِ. قَالَتْ عَائِشَةُ: فَجَهَّزْنَاهُمَا أَحَثَّ الْجِهَازِ، فَصَنَعْنَا لَهُمَا سُفْرَةً فِي جِرَابٍ، فَقَطَعَتْ أَسْمَاءُ بِنْتُ أَبِي بَكْرٍ مِنْ نِطَاقِهَا، فَأَوْكَتْ بِهِ الْجِرَابَ، فَلِذَلِكَ كَانَتْ تُسَمَّى ذَاتَ النِّطَاقَيْنِ، ثُمَّ لَحِقَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأَبُو بَكْرٍ بِغَارٍ فِي جَبَلٍ يُقَالُ لَهُ ثَوْرٌ، فَمَكَثَا فِيهِ ثَلَاثَ لَيَالٍ.
قَالَ مَعْمَرٌ: وَأَخْبَرَنِي عُثْمَانُ الْجَزَرِيُّ أَنَّ مِقْسَمًا مَوْلَى ابْنِ عَبَّاسٍ أَخْبَرَهُ فِي قَوْلِهِ: ﴿وَإِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ﴾ [الأنفال: 30]، قَالَ: تَشَاوَرَتْ قُرَيْشٌ بِمَكَّةَ، فَقَالَ بَعْضُهُمْ: إِذَا أَصْبَحَ فَأَثْبِتُوهُ بِالْوَثَاقِ، يُرِيدُونَ النَّبِيَّ ﷺ، وَقَالَ بَعْضُهُمْ: بَلِ اقْتُلُوهُ، وَقَالَ بَعْضُهُمْ: أَخْرِجُوهُ، فَأَطْلَعَ اللهُ نَبِيَّهُ عَلَى ذَلِكَ، فَبَاتَ عَلِيٌّ عَلَى فِرَاشِ النَّبِيِّ ﷺ تِلْكَ اللَّيْلَةَ، وَخَرَجَ النَّبِيُّ ﷺ فَلَحِقَ بِالْغَارِ، وَبَاتَ الْمُشْرِكُونَ يَحْرُسُونَ عَلِيًّا، يَحْسَبُونَ أَنَّهُ النَّبِيُّ ﷺ، فَلَمَّا أَصْبَحُوا ثَارُوا إِلَيْهِ، فَلَمَّا رَأَوْا عَلِيًّا رَدَّ اللهُ مَكْرَهُمْ، فَقَالُوا: أَيْنَ صَاحِبُكَ هَذَا؟ قَالَ: لَا أَدْرِي، فَاقْتَصُّوا أَثَرَهُ، فَلَمَّا بَلَغُوا الْجَبَلَ اخْتَلَطَ عَلَيْهِمُ الْأَمْرُ، فَصَعِدُوا الْجَبَلَ، فَمَرُّوا بِالْغَارِ، فَرَأَوْا عَلَى بَابِهِ نَسْجَ الْعَنْكَبُوتِ، فَقَالُوا: لَوْ دَخَلَ هَاهُنَا لَمْ يَكُنْ نَسْجُ الْعَنْكَبُوتِ عَلَى بَابِهِ، فَمَكَثَ فِيهِ ثَلَاثًا.
قَالَ مَعْمَرٌ: قَالَ قَتَادَةُ: دَخَلُوا فِي دَارِ النَّدْوَةِ يَأْتَمِرُونَ بِالنَّبِيِّ ﷺ، فَقَالُوا: لَا يَدْخُلْ مَعَكُمْ أَحَدٌ لَيْسَ مِنْكُمْ، فَدَخَلَ مَعَهُمُ الشَّيْطَانُ فِي صُورَةِ شَيْخٍ مِنْ أَهْلِ نَجْدٍ، فَقَالَ بَعْضُهُمْ: لَيْسَ عَلَيْكُمْ مِنْ هَذَا عَيْنٌ، هَذَا رَجُلٌ مِنْ أَهْلِ نَجْدٍ، قَالَ: فَتَشَاوَرُوا، فَقَالَ رَجُلٌ مِنْهُمْ: أَرَى أَنْ تَرْكَبُوهُ بَعِيرًا ثُمَّ تُخْرِجُوهُ، فَقَالَ الشَّيْطَانُ: بِئْسَ مَا رَأَى هَذَا، هُوَ هَذَا قَدْ كَانَ يُفْسِدُ مَا بَيْنَكُمْ وَهُوَ بَيْنَ أَظْهُرِكُمْ، فَكَيْفَ إِذَا أَخْرَجْتُمُوهُ فَأَفْسَدَ النَّاسَ، ثُمَّ حَمَلَهُمْ عَلَيْكُمْ يُقَاتِلُوكُمْ؟ فَقَالُوا: نِعْمَ مَا رَأَى هَذَا الشَّيْخُ. فَقَالَ قَائِلٌ آخَرُ: فَإِنِّي أَرَى أَنْ تَجْعَلُوهُ فِي بَيْتٍ وَتُطَيِّنُوا عَلَيْهِ بَابَهُ، وَتَدَعُوهُ فِيهِ حَتَّى يَمُوتَ، فَقَالَ الشَّيْطَانُ: بِئْسَ مَا رَأَى هَذَا، أَفَتَرَى قَوْمَهُ يَتْرُكُونَهُ فِيهِ أَبَدًا؟ لَا بُدَّ أَنْ يَغْضَبُوا لَهُ فَيُخْرِجُوهُ. فَقَالَ أَبُو جَهْلٍ: أَرَى أَنَّكُمْ تُخْرِجُونَ مِنْ كُلِّ قَبِيلَةٍ رَجُلًا، ثُمَّ يَأْخُذُونَ أَسْيَافَهُمْ، فَيَضْرِبُونَهُ ضَرْبَةً وَاحِدَةً، فَلَا يُدْرَى مَنْ قَتَلَهُ، فَتَدُونُوهُ. فَقَالَ الشَّيْطَانُ: نِعْمَ مَا رَأَى هَذَا. فَأَطْلَعَ اللهُ نَبِيَّهُ ﷺ عَلَى ذَلِكَ، فَخَرَجَ هُوَ وَأَبُو بَكْرٍ إِلَى غَارٍ فِي الْجَبَلِ، يُقَالُ لَهُ: ثَوْرٌ، وَنَامَ عَلِيٌّ عَلَى فِرَاشِ النَّبِيِّ ﷺ، وَبَاتُوا يَحْرُسُونَهُ يَحْسَبُونَ أَنَّهُ النَّبِيُّ ﷺ، فَلَمَّا أَصْبَحَ عَلِيٌّ قَامَ لِصَلَاةِ الصُّبْحِ، بَادَرُوا إِلَيْهِ، فَإِذَا هُوَ عَلِيٌّ، فَقَالُوا: أَيْنَ صَاحِبُكَ؟ قَالَ: لَا أَدْرِي. فَاقْتَصُّوا أَثَرَهُ، حَتَّى بَلَغُوا الْغَارَ، ثُمَّ رَجَعُوا، فَمَكَثَ فِيهِ هُوَ وَأَبُو بَكْرٍ ثَلَاثَ لَيَالٍ.
قَالَ مَعْمَرٌ: قَالَ الزُّهْرِيُّ فِي حَدِيثِهِ عَنْ عُرْوَةَ: فَمَكَثَا فِيهِ ثَلَاثَ لَيَالٍ، يَبِيتُ عِنْدَهُمَا عَبْدُ اللهِ بْنُ أَبِي بَكْرٍ، وَهُوَ غُلَامٌ شَابٌّ لَقِنٌ، ثَقِفٌ، فَيَخْرُجُ مِنْ عِنْدِهِمَا سَحَرًا، فَيُصْبِحُ عِنْدَ قُرَيْشٍ بِمَكَّةَ، كَبَائِتٍ، فَلَا يَسْمَعُ أَمْرًا يُكَادُ أَنْ يُبَيَّتَ بِهِ إِلَّا وَعَاهُ، حَتَّى يَأْتِيَهُمَا بِخَبَرِ ذَلِكَ حِينَ يَخْتَلِطُ الظَّلَامُ، وَيَرْعَى عَلَيْهِمَا عَامِرُ بْنُ فُهَيْرَةَ مَوْلَى أَبِي بَكْرٍ مَنْحَةً مِنْ غَنَمٍ، فَيُرِيحُهَا عَلَيْهِمَا حِينَ يَذْهَبُ سَاعَةً مِنَ اللَّيْلِ، فَيَبِيتَانِ فِي رَسْلِهَا، حَتَّى يُنَعِّقَ بِهَا عَامِرُ بْنُ فُهَيْرَةَ بِغَلَسٍ، يَفْعَلُ ذَلِكَ كُلَّ لَيْلَةٍ مِنَ اللَّيَالِي الثَّلَاثِ. وَاسْتَأْجَرَ رَسُولُ اللهِ ﷺ وَأَبُو بَكْرٍ رَجُلًا مِنْ بَنِي الدِّيلِ مِنْ بَنِي عَبْدِ بْنِ عَدِيٍّ، هَادِيًا خَرِيتًا – وَالْخَرِيتُ: الْمَاهِرُ بِالْهِدَايَةِ – قَدْ غَمَسَ يَمِينَ حِلْفٍ فِي آلِ الْعَاصِ بْنِ وَائِلٍ، وَهُوَ عَلَى دِينِ كُفَّارِ قُرَيْشٍ، فَأَمَّنَاهُ، فَدَفَعَا إِلَيْهِ رَاحِلَتَيْهِمَا، وَوَاعَدَاهُ غَارَ ثَوْرٍ بَعْدَ ثَلَاثٍ، فَأَتَى غَارَهُمَا بِرَاحِلَتَيْهِمَا صَبِيحَةَ لَيَالٍ ثَلَاثٍ، فَارْتَحَلَا، وَانْطَلَقَ مَعَهُمَا عَامِرُ بْنُ فُهَيْرَةَ مَوْلَى أَبِي بَكْرٍ، وَالدَّلِيلُ الدِّيلِيُّ، فَأَخَذَ بِهِمْ طَرِيقَ أَذَاخِرَ، وَهُوَ طَرِيقُ السَّاحِلِ.
قَالَ مَعْمَرٌ: قَالَ الزُّهْرِيُّ: فَأَخْبَرَنِي عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ مَالِكٍ الْمُدْلِجِيُّ – وَهُوَ ابْنُ أَخِي سُرَاقَةَ بْنِ جُعْشُمٍ – أَنَّ أَبَاهُ أَخْبَرَهُ أَنَّهُ سَمِعَ سُرَاقَةَ يَقُولُ: جَاءَتْنَا رُسُلُ كُفَّارِ قُرَيْشٍ يَجْعَلُونَ فِي رَسُولِ اللهِ ﷺ وَأَبِي بَكْرٍ دِيَةَ كُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا، لِمَنْ قَتَلَهُمَا أَوْ أَسَرَهُمَا، قَالَ: فَبَيْنَا أَنَا جَالِسٌ فِي مَجَالِسِ قَوْمِي مِنْ بَنِي مُدْلِجٍ، أَقْبَلَ رَجُلٌ مِنْهُمْ حَتَّى قَامَ عَلَيْنَا، فَقَالَ: يَا سُرَاقَةُ! إِنِّي رَأَيْتُ آنِفًا أَسْوِدَةً بِالسَّاحِلِ، أَرَاهَا مُحَمَّدًا وَأَصْحَابَهُ، قَالَ سُرَاقَةُ: فَعَرَفْتُ أَنَّهُمْ هُمْ، فَقُلْتُ: إِنَّهُمْ لَيْسُوا بِهِمْ، وَلَكِنَّكَ رَأَيْتَ فُلَانًا وَفُلَانًا انْطَلَقُوا بُغَاةً. قَالَ: ثُمَّ مَا لَبِثْتُ فِي الْمَجْلِسِ إِلَّا سَاعَةً حَتَّى قُمْتُ، فَدَخَلْتُ بَيْتِي، فَأَمَرْتُ جَارِيَتِي أَنْ تُخْرِجَ لِي فَرَسِي، وَهِيَ مِنْ وَرَاءِ أَكَمَةٍ تَحْبِسُهَا عَلَيَّ، وَأَخَذْتُ رُمْحِي، فَخَرَجْتُ بِهِ مِنْ ظَهْرِ الْبَيْتِ، فَخَطَطْتُ بِزُجِّي بِالْأَرْضِ، وَخَفَضْتُ عَلَيْهِ الرُّمْحَ، حَتَّى أَتَيْتُ فَرَسِي، فَرَكِبْتُهَا، فَرَفَعْتُهَا تُقَرِّبُ بِي، حَتَّى رَأَيْتُ أَسْوِدَتَهُمْ، حَتَّى إِذَا دَنَوْتُ مِنْهُمْ حَيْثُ يَسْمَعُونَ الصَّوْتَ، عَثَرَتْ بِي فَرَسِي، فَخَرَرْتُ عَنْهَا، فَقُمْتُ، فَأَهْوَيْتُ بِيَدِي إِلَى كِنَانَتِي، فَاسْتَخْرَجْتُ مِنْهَا – أَيْ الْأَزْلَامَ – فَاسْتَقْسَمْتُ بِهَا: أَأَضُرُّهُمْ أَمْ لَا؟ فَخَرَجَ الَّذِي أَكْرَهُ: لَا أَضُرُّهُمْ، فَرَكِبْتُ فَرَسِي، وَعَصَيْتُ الْأَزْلَامَ، فَرَفَعْتُهَا تُقَرِّبُ بِي أَيْضًا، حَتَّى إِذَا دَنَوْتُ وَسَمِعْتُ قِرَاءَةَ رَسُولِ اللهِ ﷺ، وَهُوَ لَا يَلْتَفِتُ، وَأَبُو بَكْرٍ يُكْثِرُ الْتِلْفِيتَ، سَاخَتْ يَدَا فَرَسِي فِي الْأَرْضِ، حَتَّى بَلَغَتِ الرُّكْبَتَيْنِ، فَخَرَرْتُ عَنْهَا، فَزَجَرْتُهَا، فَنَهَضَتْ، فَلَمْ تَكَدْ تُخْرِجُ يَدَيْهَا، فَلَمَّا اسْتَوَتْ قَائِمَةً، إِذَا لِأَثَرِ يَدَيْهَا عُثَانٌ سَاطِعٌ فِي السَّمَاءِ مِثْلُ الدُّخَانِ.
قَالَ مَعْمَرٌ: قُلْتُ لِأَبِي عَمْرِو بْنِ الْعَلَاءِ: مَا الْعُثَانُ؟ فَسَكَتَ سَاعَةً، ثُمَّ قَالَ: هُوَ الدُّخَانُ مِنْ غَيْرِ نَارٍ. قَالَ مَعْمَرٌ: قَالَ الزُّهْرِيُّ فِي حَدِيثِهِ: فَاسْتَقْسَمْتُ بِالْأَزْلَامِ، فَخَرَجَ الَّذِي أَكْرَهُ: لَا أَضُرُّهُمَا، فَنَادَيْتُهُمَا بِالْأَمَانِ، فَوَقَفَا، وَرَكِبْتُ فَرَسِي حَتَّى جِئْتُهُمَا، وَقَدْ وَقَعَ فِي نَفْسِي حِينَ لَقِيتُ مِنْهُمَا مَا لَقِيتُ مِنَ الْحَبْسِ عَنْهُمَا، أَنَّهُ سَيَظْهَرُ أَمْرُ رَسُولِ اللهِ ﷺ، فَقُلْتُ لَهُ: إِنَّ قَوْمَكَ جَعَلُوا فِيكَ الدِّيَةَ، وَأَخْبَرْتُهُمَا مِنْ أَخْبَارِ سَفَرِي وَمَا يُرِيدُ النَّاسُ بِكُمَا، وَعَرَضْتُ عَلَيْهِمَا الزَّادَ وَالْمَتَاعَ، فَلَمْ يَرْزَءُونِي شَيْئًا، وَلَمْ يَسْأَلَانِي إِلَّا أَنْ أُخْفِيَ عَنْهُمَا، فَسَأَلْتُهُ أَنْ يَكْتُبَ لِي كِتَابَ مُوَادَعَةٍ آمَنُ بِهِ، فَأَمَرَ عَامِرَ بْنَ فُهَيْرَةَ فَكَتَبَهُ لِي فِي رُقْعَةٍ مِنْ أَدَمٍ، ثُمَّ مَضَى.
قَالَ مَعْمَرٌ: قَالَ الزُّهْرِيُّ: وَأَخْبَرَنِي عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ أَنَّهُ لَقِيَ الزُّبَيْرَ وَرَكْبًا مِنَ الْمُسْلِمِينَ، كَانُوا تُجَّارَ الْمَدِينَةِ بِالشَّامِ، قَافِلِينَ إِلَى مَكَّةَ، فَعَرَضُوا لِلنَّبِيِّ ﷺ وَأَبِي بَكْرٍ ثِيَابَ بَيَاضٍ، يُقَالُ: كَسَوْهُمْ، أَعْطُوهُمْ. وَسَمِعَ الْمُسْلِمُونَ بِالْمَدِينَةِ بِمَخْرَجِ رَسُولِ اللهِ ﷺ، فَكَانُوا يَغْدُونَ كُلَّ غَدَاةٍ إِلَى الْحَرَّةِ، فَيَنْتَظِرُونَهُ حَتَّى يُؤْذِيَهُمْ حَرُّ الظَّهِيرَةِ، فَانْقَلَبُوا يَوْمًا بَعْدَمَا أَطَالُوا انْتِظَارَهُ، فَلَمَّا انْتَهَوْا إِلَى بُيُوتِهِمْ، أَوْفَى رَجُلٌ مِنْ يَهُودَ أَطْمًا مِنْ آطَامِهِمْ لِأَمْرٍ يَنْظُرُ إِلَيْهِ، فَبَصُرَ بِرَسُولِ اللهِ ﷺ وَأَصْحَابِهِ مُبَيَّضِينَ، يَزُولُ بِهِمُ السَّرَابُ، فَلَمْ يَتَنَاهَ الْيَهُودِيُّ أَنْ نَادَى بِأَعْلَى صَوْتِهِ: يَا مَعْشَرَ الْعَرَبِ! هَذَا جَدُّكُمُ الَّذِي تَنْتَظِرُونَهُ، فَثَارَ الْمُسْلِمُونَ إِلَى السِّلَاحِ، فَلَقُوا رَسُولَ اللهِ ﷺ، حَتَّى أَتَوْهُ بِظَاهِرِ الْحَرَّةِ، فَعَدَلَ بِهِمْ رَسُولُ اللهِ ﷺ ذَاتَ الْيَمِينِ، حَتَّى نَزَلَ فِي بَنِي عَمْرِو بْنِ عَوْفٍ، وَذَلِكَ يَوْمَ الِاثْنَيْنِ مِنْ شَهْرِ رَبِيعٍ الْأَوَّلِ.
... وَأَبُو بَكْرٍ يَذْكُرُ النَّاسَ، وَجَلَسَ رَسُولُ اللهِ ﷺ صَامِتًا، وَطَفِقَ مَنْ جَاءَ مِنَ الْأَنْصَارِ مِمَّنْ لَمْ يَكُنْ رَأَى رَسُولَ اللهِ ﷺ يَحْسَبُهُ أَبَا بَكْرٍ، حَتَّى أَصَابَتْ رَسُولَ اللهِ ﷺ الشَّمْسُ، فَأَقْبَلَ أَبُو بَكْرٍ حَتَّى ظَلَّلَ عَلَيْهِ بِرِدَائِهِ، فَعَرَفَ النَّاسُ رَسُولَ اللهِ ﷺ عِنْدَ ذَلِكَ. فَلَبِثَ رَسُولُ اللهِ ﷺ فِي بَنِي عَمْرِو بْنِ عَوْفٍ بِضْعَ عَشْرَةَ لَيْلَةً، وَابْتَنَى الْمَسْجِدَ الَّذِي أُسِّسَ عَلَى التَّقْوَى، وَصَلَّى فِيهِ، ثُمَّ رَكِبَ رَسُولُ اللهِ ﷺ رَاحِلَتَهُ، فَسَارَ، وَمَشَى النَّاسُ، حَتَّى بَرَكَتْ بِهِ عِنْدَ مَسْجِدِ الرَّسُولِ ﷺ بِالْمَدِينَةِ، وَهُوَ يُصَلِّي فِيهِ يَوْمَئِذٍ رِجَالٌ مِنَ الْمُسْلِمِينَ، وَكَانَ مِرْبَدًا لِلتَّمْرِ لِسَهْلٍ وَسُهَيْلٍ غُلَامَيْنِ يَتِيمَيْنِ أَخَوَيْنِ فِي حَجْرِ أَبِي أُمَامَةَ أَسْعَدِ بْنِ زُرَارَةَ مِنْ بَنِي النَّجَّارِ، فَقَالَ رَسُولُ اللهِ ﷺ حِينَ بَرَكَتْ بِهِ رَاحِلَتُهُ: هَذَا الْمَنْزِلُ إِنْ شَاءَ اللهُ، ثُمَّ دَعَا رَسُولُ اللهِ ﷺ الْغُلَامَيْنِ، فَسَاوَمَهُمَا بِالْمِرْبَدِ لِيَتَّخِذَهُ مَسْجِدًا، فَقَالَا: بَلْ نَهَبُهُ لَكَ يَا رَسُولَ اللهِ! فَأَبَى النَّبِيُّ ﷺ أَنْ يَقْبَلَهُ هِبَةً، حَتَّى ابْتَاعَهُ مِنْهُمَا، وَبَنَاهُ مَسْجِدًا، وَطَفِقَ رَسُولُ اللهِ ﷺ يَنْقُلُ مَعَهُمُ اللَّبِنَ فِي ثِيَابِهِ، وَهُوَ يَقُولُ:
هَذَا الْحِمَالُ لَا حِمَالَ خَيْبَرْ هَذَا أَبَرُّ رَبَّنَا وَأَطْهَرْ
اللَّهُمَّ إِنَّ الْأَجْرَ أَجْرُ الْآخِرَهْ فَارْحَمِ الْأَنْصَارَ وَالْمُهَاجِرَهْ
يَتَمَثَّلُ رَسُولُ اللهِ ﷺ بِشِعْرِ رَجُلٍ مِنَ الْمُسْلِمِينَ لَمْ يُسَمَّ لِي، وَلَمْ يَبْلُغْنِي فِي الْأَحَادِيثِ أَنَّ رَسُولَ اللهِ ﷺ تَمَثَّلَ بِبَيْتٍ قَطُّ مِنْ شِعْرٍ تَامٍّ غَيْرَ هَذِهِ الْأَبْيَاتِ، وَلَكِنْ كَانَ يُرَجِّزُهُمْ لِبِنَاءِ الْمَسْجِدِ. فَلَمَّا قَاتَلَ رَسُولُ اللهِ ﷺ كُفَّارَ قُرَيْشٍ، حَالَتِ الْحَرْبُ بَيْنَ مُهَاجِرَةِ أَرْضِ الْحَبَشَةِ وَبَيْنَ الْقُدُومِ عَلَى رَسُولِ اللهِ ﷺ، حَتَّى لَقُوهُ بِالْمَدِينَةِ زَمَنَ الْخَنْدَقِ، فَكَانَتْ أَسْمَاءُ بِنْتُ عُمَيْسٍ تُحَدِّثُ أَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ كَانَ يُعَيِّرُهُمْ بِالْمُكْثِ فِي أَرْضِ الْحَبَشَةِ، فَذَكَرَتْ ذَلِكَ – زَعَمَتْ أَسْمَاءُ – لِرَسُولِ اللهِ ﷺ، فَقَالَ رَسُولُ اللهِ ﷺ: لَسْتُمْ كَذَلِكَ، وَكَانَ أَوَّلُ آيَةٍ أُنْزِلَتْ فِي الْقِتَالِ: {أُذِنَ لِلَّذِينَ يُقَاتَلُونَ بِأَنَّهُمْ ظُلِمُوا وَإِنَّ اللهَ عَلَى نَصْرِهِمْ لَقَدِيرٌ}.
Tercemesi:
Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zuhrî, ona da Urve şöyle demiştir:
"Müslümanların sayısı artıp iman açıkça görünür hâle gelince, Kureyşli kâfir müşrikler, kendi kabilelerinden iman edenleri gündemlerine aldı ve onlara işkence ederek, onları hapsederek dinlerinden döndürmek istediler. Ravi der ki: Bize ulaştığına göre, Rasulullah (sav) iman edenlere 'Yeryüzüne dağılın' diye emir buyurdu. Onlar 'Ey Allah’ın Rasulü! Nereye gidelim?' dediler. Rasulullah (sav) elini Habeşistan toprağına doğru işaret ederek 'Oraya (gidin)' buyurdu. Habeşistan, Rasulullah'ın (sav) Medine’den önce hicret etmeyi en çok istediği yerdi. Bunun üzerine kalabalık bir grup hicret etti. Onlardan kimi ailesiyle birlikte, kimi ise tek başına hicret etti. Nihayet Habeşistan’a ulaştılar. Zuhrî der ki: Bu hicrete; Cafer b. Ebu Tâlib, eşi Esmâ bint Umeys el-Has'amiyye ile birlikte; Osman b. Affân (ra) eşi, Rasulullah’ın kızı Rukiye ile birlikte; Hâlid b. Saîd b. Âs, eşi Ümeyme bt. Halef ile birlikte; Ebu Seleme, eşi Ümmü Seleme bt. Ebu Ümeyye b. Muğîre ile birlikte ve Kureyş’ten bir adam da eşiyle birlikte çıktı. Habeşistan’da Abdullah b. Cafer ve Hâlid b. Saîd’in kızı Ümme doğdu. Ümme Amr b. Zübeyir ile Hâlid b. Zübeyir’in annesidir. Yine dünyaya gelenler arasında Hâris b. Hâtıb ve Kureyş’ten bazı kişiler vardı."
Zührî der ki: Bana, Urve b. Zübeyir' haber verdiğine göre Hz. Âişe şöyle demiştir: "Ben aklım erdim ereli anne ve babam Müslümandı. Gün bile geçmezdi ki, sabah ve akşam vakitlerinde Rasulullah (sav) bize gelmemiş olsun. Müslümanlar sıkıntıya maruz kaldıklarında, Ebu Bekir (r.a.) Habeşistan’a doğru hicret etmek üzere yola çıktı. Berku’l-Ğımâd denilen yere ulaştığında, Kârre’nin reisi olan İbn Düğünne ile karşılaştı. İbn Düğünne ona 'Nereye gitmeyi düşünüyorsun ey Ebu Bekir?' dedi. Ebu Bekir 'Kavmim beni yurdumdan çıkardı. Ben de yeryüzünde dolaşarak Rabbime ibadet etmek istiyorum' dedi. İbn Düğünne 'Ey Ebu Bekir! Senin gibi bir kişi ne yurdundan çıkarılır ne de kendi çıkıp gider. Sen, malı olmayan yoksulu gözetir, akrabalık bağlarını sürdürür, yük taşıyamayanın yükünü taşır, misafire ikram eder, hakkın gerektirdiği işlerde yardım edersin. Ben sana eman veriyorum, dön ve memleketinde Rabbine ibadet et' dedi. Bunun üzerine İbn Düğünne, Ebu Bekir ile birlikte geri döndü. Müşrik Kureyş ileri gelenlerinin yanına giderek 'Ebu Bekir yurdunu terk etmiş. Hâlbuki onun gibisi yurdundan çıkarılmaz. Siz, yoksulu gözeten, akrabalık bağını sürdüren, yük taşıyamayanın yükünü taşıyan, misafire ikram eden ve hak uğruna yardımcı olan bir adamı mı çıkarıyorsunuz?' dedi. Kureyş, İbn Düğünne’nin verdiği emanı kabul ederek Ebu Bekir’e eman verdi ve 'İbn Düğünne’ye 'Ebu Bekir'e söyle, evinde Rabbine ibadet etsin. Evinde istediği kadar namaz kılsın ama bize eziyet vermesin. Namazını ve Kur’an okuyuşunu evinin dışında alenileştirmesin' dediler. Ebu Bekir bu şartı kabul etti, ancak daha sonra evinin avlusunda küçük bir mescit inşa etti. Orada namaz kılıyor ve Kur’an okuyordu. Onun okuyuşu karşısında müşrik kadınlar ve çocuklar toplanıp dinliyor, hayran kalıyorlardı. Ebu Bekir çok duygulu bir adamdı. Kur’an okuduğunda gözyaşlarını tutamazdı. Bu durum Kureyş’in ileri gelenlerini endişelendirdi. İbn Düğünne’ye adam gönderip 'Biz Ebu Bekir’e sadece evinde ibadet etmesi şartıyla eman vermiştik. O ise bu şartı aştı, evinin avlusuna mescit yaptı, namazı ve Kur’an okuyuşunu açıktan yapmaya başladı. Kadınlarımızın ve çocuklarımızın etkilenmesinden korkuyoruz. Ona git ve uyar. İsterse evinde ibadet etmeye devam etsin, istemezse himayeni sana iade etsin. Biz, himayeni ihlâl etmekten hoşlanmayız, fakat onun bu şekilde açıkça ibadet etmesini de onaylamıyoruz' dediler. Âişe der ki: İbn Düğünne, Ebu Bekir’in yanına geldi ve 'Ey Ebu Bekir! Sana sağladığım himayenin şartını biliyorsun. Ya buna uyarsın ya da himayemi bana geri verirsin. Zira Araplar arasında, himayesini verdiğim bir kişiyi korumaktan vazgeçtiğim söylenmesinden hoşlanmam' dedi. Ebu Bekir 'O hâlde himayeni sana iade ediyorum. Ben Allah’ın ve Rasûlünün himayesinden razıyım' dedi."
"O günlerde Rasulullah (sav) hâlâ Mekke’de idi. Müslümanlara 'Bana hicret edeceğiniz yurt gösterildi, bana hicret edeceğiniz yurt gösterildi. Hurmalık, iki kara taşlık (lava) arasında, tuzlu topraklı bir yer gördüm' buyurdu. Bunun üzerine Medine’ye hicret edenler oldu. Habeşistan’a hicret eden bazı Müslümanlar da Medine’ye geri döndü. Ebu Bekir de hicret için hazırlık yaptı. Rasulullah (sav) ona 'Acele etme, umarım bana da izin verilir' buyurdu. Ebu Bekir 'Bu izni gerçekten bekliyor musun, ey Allah’ın Rasulü?' diye sordu. Rasulullah (sav) da 'Evet' dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir, Rasulullah’a (sav) yoldaş olabilmek için bekledi. İki devesini dört ay boyunca semur ağacının yapraklarıyla besleyerek hazırladı."
Zührî der ki: Urve'nin rivayet ettiğine göre Hz. Âişe şöyle demiştir: "Bir gün öğle sıcağında evimizde oturuyorduk. Ebu Bekir’e biri gelip 'İşte Rasûlullah (sav), başını örtmüş, geliyor' dedi. Ebu Bekir 'Anam babam Ona feda olsun! Bu saatte gelmesi ancak önemli bir iş sebebiyledir' dedi. Rasulullah (sav) geldi, izin istedi, kendisine izin verildi ve içeri girdi... Ebu Bekir 'Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasulü! Yanındakiler ancak ehlindir, (yabancı kimse yoktur)' dedi. Rasulullah (sav) 'Bana hicret izni verildi' buyurdu. Ebu Bekir 'Öyleyse yol arkadaşlığını isterim, anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasûlü!' dedi. Rasulullah (sav) 'Evet' dedi. Ebu Bekir 'O hâlde, anam babam sana feda olsun, şu iki deveden birini al' dedi. Rasulullah (sav) 'Bedelini ödeyerek alırım' buyurdu. Âişe der ki: Onları aceleyle yola hazırladık. Azık için bir torba yaptık. Kız kardeşim Esmâ, kuşağını ikiye bölerek torbanın ağzını bağladı. Bu yüzden ‘Zâtü’n-nitâkayn’ (iki kuşak sahibi) diye anıldı. Sonra Rasulullah (sav) ile Ebu Bekir, Sevr denilen dağdaki bir mağaraya ulaştılar ve orada üç gece kaldılar."
Ma‘mer der ki: Osman el-Cezerî'nin bana haber verdiğine göre İbn Abbâs’ın azatlısı Meksem, Allah Teâlâ’nın 'Hani inkâr edenler seni yakalayıp bağlamak veya öldürmek ya da (Mekke’den) çıkarmak için tuzak kuruyorlardı…” [Enfâl, 8/30] ayeti tefsirinde şöyle demiştir: "Kureyş Mekke’de toplandı ve istişare etti. Onlardan bazıları 'Sabah olunca O'nu bağlayalım'; bazıları 'Hayır, onu öldürelim' bir kısmı da 'Onu (şehirden) çıkaralım' dedi. Allah, Peygamberini bu plandan haberdar etti. O gece Hz. Ali, Peygamber’in yatağında yattı. Peygamber (sav) ise mağaraya doğru yola çıktı. Müşrikler, Hz. Ali’yi gözetlemeye başladılar; onu Peygamber zannediyorlardı. Sabah olunca Ali’nin üzerine yürüdüler. Onu görünce Allah onların tuzaklarını boşa çıkardı. 'Arkadaşın nerede?' diye sordular. Ali 'Bilmiyorum' dedi. Onun izini sürmeye başladılar. Dağa ulaştıklarında iş karıştı. Dağa tırmandılar, mağaranın yanından geçtiler ve kapısında örümcek ağı gördüler. 'Eğer buraya girmiş olsaydı kapısında örümcek ağı olmazdı' dediler. Böylece Rasulullah (sav) orada üç gün kaldı."
Ma'mer der ki: Katâde şöyle haber vermiştir: "Onlar, Peygamber (sav) hakkında istişare etmek üzere Dâru’n-Nedve’ye girdiler ve 'Aranıza sizden olmayan (yabancı) kimse girmesin' dediler. Bu sırada şeytan, Necid'li yaşlı bir adam suretinde aralarına girdi. Onlar 'Bundan size zarar gelmez, bu Necid'li bir adamdır' dediler ve istişare etmeye başladılar. İçlerinden biri 'Onu bir deveye bindirip buradan çıkaralım' dedi. Şeytan 'Bu çok kötü bir fikir. O, aranızda bulunduğu hâlde bile size zarar veriyordu. Onu dışarı çıkarırsanız insanları ifsat eder, sonra da onları üzerinize salarak sizinle savaşır' dedi. Onlar 'Bu şeyhin söylediği çok doğru' dediler. Bir başkası 'Onu bir eve kapatıp kapısını çamurla örteriz, orada ölüp gidene kadar bırakırız' dedi. Şeytan 'Bu da kötü bir fikir. Sizce kavmi onu orada sonsuza kadar bırakır mı? Elbette onun için öfkelenecekler ve çıkaracaklardır' dedi. Bunun üzerine Ebu Cehil 'Her kabileden bir adam seçelim. Hep birlikte kılıçlarını kuşansınlar, onu tek bir kılıç darbesiyle öldürsünler. Böylece kimin öldürdüğü belli olmaz ve kan davasına da girilmez' dedi. Şeytan 'Bu, en doğru görüştür' dedi. Bunun üzerine Allah, Peygamberini bu plandan haberdar etti. Peygamber (sav), Ebu Bekir’le birlikte “Sevr” denilen dağdaki mağaraya gitti. Hz. Ali ise Peygamber’in (sav) yatağında yattı. Müşrikler onu gözetledi; Peygamber (sav) zannediyorlardı. Sabah olunca Ali kalkıp sabah namazını kıldı. Onun üzerine yürüdüler, karşılarında Hz. Ali’yi görünce 'Arkadaşın nerede?' diye sordular. Hz. Ali 'Bilmiyorum' dedi. İzini sürdüler, mağaraya kadar geldiler, sonra geri döndüler. Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir orada üç gece kaldılar."
Ma'mer der ki: Zührî' Urve'den rivayet ettiği hadisinde şöyle demiştir: "Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir, (Sevr) mağarasında üç gece kaldılar. Onların yanında geceleri, Ebu Bekir’in oğlu Abdullah kalıyordu. Abdullah, genç, zeki ve anlayışlı bir delikanlı idi. Gece seher vakti yanlarından çıkıyor, sabah olduğunda Mekke’de Kureyş’in arasında bulunuyor, onlarla birlikte geceyi geçirmiş gibi davranıyordu. Kureyş’in gizlice planladığı her şeyi işitiyor, hafızasında tutuyor ve akşam karanlığı bastığında gelip Peygamber’e ve babasına haber veriyordu. Ebu Bekir’in azatlısı Âmir b. Füheyre de onlara ait süt veren birkaç koyunu otlatıyordu. Gece bir vakit geçtikten sonra sürüyü mağaranın yanına getiriyor, onlar da koyunların sütünden içip barınıyorlardı. Sonra Âmir, koyunları tan yeri ağarmadan götürüyor, böylece üç gece boyunca izleri kapatıyordu. Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir, Abd b. Adî oğulları kolundan, Dîl oğulları kabilesine mensup, yol bulmada usta (harrît) bir kılavuz kiraladılar. Bu adam, Âs b. Vâil ailesi ile anlaşması bulunan, Kureyş kâfirlerinin dini üzere olan birisiydi. Ona güvenip develerini teslim ettiler. Üç gün sonra Sevr mağarasında buluşmak üzere sözleştiler. Kılavuz, üç gecenin sabahında develeri mağaraya getirdi. Onlar yola koyuldular. Yanlarında Âmir b. Füheyre ve o Dîl oğulları kabilesinden olan kılavuz da vardı. Kılavuz, onları sahil tarafındaki Ezâhir yolundan götürdü."
Ma‘mer der ki: Zührî'nin bana, Sürâka b. Cu‘şum’un yeğeni Abdurrahman b. Mâlik el-Müdlicî’den haber verdiğine göre, babası, Sürâka şöyle demiştir: "Kureyşli kâfirlerin elçileri bize geldiler. Rasulullah (sav) ve Ebu Bekir’i öldüren ya da esir eden kimseye, onun kan bedelini (ödül olarak) vereceklerini ilan ettiler. Ben, kendi kabilem Müdelic oğullarının meclisinde otururken, kabileden biri geldi ve 'Ey Sürâka! Az önce sahilde bir grup insan gördüm, bana öyle geliyor ki onlar Muhammed ve arkadaşlarıdır' dedi. Bunun gerçek olduğunu anladım, ama 'Hayır, onlar değil; sen filan ve filanı gördün, av peşindeydiler' dedim. Mecliste biraz daha oturduktan sonra kalktım, evime girdim. Cariyeme, tepenin arkasında tutmakta olduğu atımı getirmesini söyledim. Mızrağımı aldım, evin arka tarafından çıktım. Mızrağımı yere sürüyerek atıma vardım, bindim. Atımı sürerek hızla ilerledim. Onları görene kadar yaklaştım. Sesimi duyabilecek mesafeye gelince atım tökezledi ve yere düştüm. Ayağa kalktım, kınımdaki fal oklarını (ezlâm) çıkarıp 'Onlara zarar vereyim mi, vermeyeyim mi?' diye çekiliş yaptım, sonuç, hoşuma gitmeyecek şekilde 'Zarar verme' çıktı. Ama ben falı dinlemeyip atıma tekrar bindim ve ilerledim. Rasulullah’ın, Kur’ân okuyuşunu işittim. Kendisi hiç arkasına bakmıyor, fakat Ebû Bekir sık sık dönüp bakıyordu. Bu sırada atımın iki ön ayağı yere gömülüp dizlerine kadar battı. Yine yere düştüm. Atı kamçıladım, zorla ayağa kalktı ama ön ayaklarını güçlükle çıkardı. Ayağa kalktığında ön ayaklarının yerinde, göğe doğru alevsiz bir duman gibi yükselen bir toz bulutu oluştu."
Ma'mer der ki: Ebu Amr b. Alâ’ya, '“الْعُثَانُ” nedir?' diye sordum. Bir süre sustu, sonra “Ateşsiz duman” dedi. Ma‘mer der ki: Zührî, hadisinde şöyle demiştir: (Süraka şöyle devam etti:)
"Fal oklarıyla (ezlâm) çekiliş yaptım, 'Onlara zarar verme' şeklinde istemediğim sonuç çıktı. Bunun üzerine onlara eman verdim, durdular. Atıma binip yanlarına geldim. Onlardan gördüğüm engelleme ve başıma gelenlerden sonra, içime Rasulullah’ın (sav) işinin mutlaka üstün geleceği doğdu. Ona, 'Kavmin senin için ödül koydu' dedim. Yolculuğumda duyduklarımı ve insanların onlara ne yapmak istediklerini haber verdim. Azık ve eşya teklif ettim, benden hiçbir şey almadılar, sadece gizli tutmamı istediler. Ben de kendilerinden, bana eman verdiğine dair bir güven belgesi yazmalarını istedim. Bunun üzerine Rasulullah (sav), Âmir b. Füheyre’ye emretti, o da bana deri parçasına yazılı bir amanname verdi. Sonra yollarına devam ettiler."
Ma'mer der ki: Zührî “Urve b. Zübeyir bana şöyle haber verdi” demiştir: "Hz. Peygamber (sav) yolda Zübeyir ile birlikte bir grup Müslümanla karşılaştı. Bunlar Şam’dan Mekke’ye dönen Medineli tüccarlardı. Onlar Rasulullah (sav) ile Ebu Bekir’e beyaz elbiseler verdiler. Medineli Müslümanlar, Rasulullah’ın yola çıktığını duyduğundan beri, her sabah Harra’ya gidip onu beklemeye başlar, Öğle sıcağı onları rahatsız edince de geri dönerlerdi. Bir gün yine bekleyip dönmüşlerdi ki, bir Yahudi kendi evinin kulesine çıkıp bakınırken Rasulullah (sav) ve arkadaşlarını beyaz elbiseler içinde, serap gibi dalgalanarak yaklaşırken gördü. Yahudi, yüksek sesle 'Ey Arap topluluğu! İşte beklediğiniz talihiniz geldi' diye bağırdı. Müslümanlar silahlanıp Rasulullah’a koştular, Harra’nın dışına kadar onu karşıladılar. Rasulullah (sav) sağa yöneldi, Amr b. Avf oğulları yurduna indi. Bu olay, Rebîulevvel ayının pazartesi günü oldu. Ebu Bekir insanlara konuşuyor, Rasulullah (sav) sessizce oturuyordu. Daha önce Rasulullah’ı görmemiş olan Ensar’dan bazıları Ebû Bekir'i, O sandı. Güneş Rasulullah’a vurunca, Ebu Bekir ridâsıyla ona gölge yaptı. O zaman insanlar hangisinin Peygamber (sav) olduğunu anladılar. Rasulullah (sav) Amr b. Avf oğulları yurdunda on küsur gün kaldı. Takvâ üzere kurulan mescidi inşa etti ve orada namaz kıldı. Sonra devesine bindi, insanlar yaya olarak onu takip etti. Medine’deki bugünkü Mescid-i Nebevî’nin yerine kadar geldi, burada devesi çöktü. Orası, o zaman bir kısım Müslümanların namaz kıldığı bir yerdi. Arsa Neccâr oğullarından Ebu Ümâme Esad b. Zürâre’nin himayesindeki iki yetim kardeşe; Sahl ve Suheyl’e ait hurma kurutma yeriydi. Rasulullah (sav) devesi çöktüğünde 'Burası konak yerimiz, inşallah' dedi. Çocukları çağırıp yeri satın almak istedi. Onlar, 'Size hibe ediyoruz ey Allah'ın Rasulü' dediler. Fakat o hibeyi kabul etmedi, bedelini ödeyerek aldı. Buraya mescit inşa edildi. Rasulullah (sav) da onlarla birlikte kerpiç taşıyor ve şu beyitleri okuyordu:"
"Bu yük, Hayber’in yükü değildir; Bu Rabbimize daha hayırlı ve daha temizdir."
"Allah’ım! Asıl ecir ahiret ecridir; Ensar’a ve Muhacirlere merhamet et."
"Ravi der ki: Rasulullah’ın (sav), bu beyitler dışında hiçbir zaman tam bir şiir beyti söylediğini işitmedim. Bunları da mescit inşasında işçiler gibi tekrarlardı. Rasulullah (sav), Kureyşli kâfirlerle savaş devam ettiği için, Habeşistan’a hicret eden Muhacirler, Medine’ye gelişlerini geciktirildiler, ancak Hendek Savaşı sırasında Peygamber (sav) ile buluşabildiler. Esmâ bt. Umeys 'Ömer b. Hattâb, bizim Habeşistan’da kalışımızı ayıplardı' demiştir. Esmâ, bunu Rasulullah’a anlattığında, -Esmâ’nın ifadesine göre- Hz. Peygamber (sav) 'Hayır, siz öyle (ayıplanacak kimseler) değilsiniz' buyurdu. Savaş (Cihada izin) hususunda inen ilk ayet 'Kendilerine zulmedilenlere, savaşmak için izin verildi. Allah onların yardımına elbette kâdirdir' [Hac, 22/39] ayetidir."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Abdürrezzak b. Hemmam, Musannef, Meğâzî 9743, 5/384
Senetler:
()
Konular:
HİCRET OLGUSU
Hz. Peygamber, Hicreti
Hz. Peygamber, hitap şekilleri
İbadethane, Mescid-i Nebevi
Kur'an, Ayet Yorumu
NECAŞİ VE HABEŞİSTANA HİCRET
Sahabe, çektikleri sıkıntılar
Şeytan, sembolizmi, bağlanması
Siyer, Hicret, Habeşistan'a hicret
Siyer, hicret, öncesinde Mekke ve hatıralar
Siyer, Hz. Peygamber'in Mekke döneminde çektiği sıkıntılar
Suikast, Hz. Peygamber'e yapılan
Yazı, Yazışma, Hz. Peygamber döneminde yazışma,
حَدَّثَنَا أَبُو مَعْمَرٍ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَارِثِ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْعَزِيزِ عَنْ أَنَسٍ - رضى الله عنه - قَالَ:
"بَعَثَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم سَبْعِينَ رَجُلاً لِحَاجَةٍ، يُقَالُ لَهُمُ الْقُرَّاءُ. فَعَرَضَ لَهُمْ حَيَّانِ مِنْ بَنِى سُلَيْمٍ رِعْلٌ وَذَكْوَانُ، عِنْدَ بِئْرٍ يُقَالُ لَهَا بِئْرُ مَعُونَةَ. فَقَالَ الْقَوْمُ: ’وَاللَّهِ، مَا إِيَّاكُمْ أَرَدْنَا، إِنَّمَا نَحْنُ مُجْتَازُونَ فِى حَاجَةٍ لِلنَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم.’، فَقَتَلُوهُمْ. فَدَعَا النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم عَلَيْهِمْ شَهْرًا فِى صَلاَةِ الْغَدَاةِ. وَذَلِكَ بَدْءُ الْقُنُوتِ. وَمَا كُنَّا نَقْنُتُ. "
قَالَ عَبْدُ الْعَزِيزِ: وَسَأَلَ رَجُلٌ أَنَسًا عَنِ الْقُنُوتِ، أَبَعْدَ الرُّكُوعِ، أَوْ عِنْدَ فَرَاغٍ مِنَ الْقِرَاءَةِ؟ قَالَ: ’لاَ. بَلْ عِنْدَ فَرَاغٍ مِنَ الْقِرَاءَةِ.’
Bize Ebu Ma‘mer, ona Abdulvaris, ona da Abdulaziz, Enes'in (ra) şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasulullah (sav), kurrâ adı verilen yetmiş kişiyi bir ihtiyaç (Kur'an'ı ve İslâm'ı öğretmeleri) için göndermişti. Süleym oğullarına bağlı Ri‘l ve Zekvân adlı iki boy, Bi’ru Maûne denilen kuyunun yakınında onlara pusu kurdu. Onlar (Kurralar): 'Vallahi, size karşı bir amacımız yok. Biz sadece Rasulullah’ın (sav) bir işi için buradan geçiyoruz.' dediler. Ancak (bu iki kabile) yine de onları öldürdüler. Bunun üzerine Rasulullah (sav) bir ay boyunca sabah namazlarında onlara beddua etti. İşte bu, kunutun (namazda beddua okumanın) başlangıcıdır. Biz daha önce kunut yapmazdık."
Abdulaziz şöyle demiştir: 'Bir adam, Enes’e (ra) kunut duasının rükûdan sonra mı, yoksa kıraatin bitiminde mi okunduğunu sordu. O da: 'Hayır, kıraat bitiminde okunurdu.' cevabını verdi.'
Öneri Formu
Hadis Id, No:
31308, B004088
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو مَعْمَرٍ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَارِثِ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْعَزِيزِ عَنْ أَنَسٍ - رضى الله عنه - قَالَ:
"بَعَثَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم سَبْعِينَ رَجُلاً لِحَاجَةٍ، يُقَالُ لَهُمُ الْقُرَّاءُ. فَعَرَضَ لَهُمْ حَيَّانِ مِنْ بَنِى سُلَيْمٍ رِعْلٌ وَذَكْوَانُ، عِنْدَ بِئْرٍ يُقَالُ لَهَا بِئْرُ مَعُونَةَ. فَقَالَ الْقَوْمُ: ’وَاللَّهِ، مَا إِيَّاكُمْ أَرَدْنَا، إِنَّمَا نَحْنُ مُجْتَازُونَ فِى حَاجَةٍ لِلنَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم.’، فَقَتَلُوهُمْ. فَدَعَا النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم عَلَيْهِمْ شَهْرًا فِى صَلاَةِ الْغَدَاةِ. وَذَلِكَ بَدْءُ الْقُنُوتِ. وَمَا كُنَّا نَقْنُتُ. "
قَالَ عَبْدُ الْعَزِيزِ: وَسَأَلَ رَجُلٌ أَنَسًا عَنِ الْقُنُوتِ، أَبَعْدَ الرُّكُوعِ، أَوْ عِنْدَ فَرَاغٍ مِنَ الْقِرَاءَةِ؟ قَالَ: ’لاَ. بَلْ عِنْدَ فَرَاغٍ مِنَ الْقِرَاءَةِ.’
Tercemesi:
Bize Ebu Ma‘mer, ona Abdulvaris, ona da Abdulaziz, Enes'in (ra) şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasulullah (sav), kurrâ adı verilen yetmiş kişiyi bir ihtiyaç (Kur'an'ı ve İslâm'ı öğretmeleri) için göndermişti. Süleym oğullarına bağlı Ri‘l ve Zekvân adlı iki boy, Bi’ru Maûne denilen kuyunun yakınında onlara pusu kurdu. Onlar (Kurralar): 'Vallahi, size karşı bir amacımız yok. Biz sadece Rasulullah’ın (sav) bir işi için buradan geçiyoruz.' dediler. Ancak (bu iki kabile) yine de onları öldürdüler. Bunun üzerine Rasulullah (sav) bir ay boyunca sabah namazlarında onlara beddua etti. İşte bu, kunutun (namazda beddua okumanın) başlangıcıdır. Biz daha önce kunut yapmazdık."
Abdulaziz şöyle demiştir: 'Bir adam, Enes’e (ra) kunut duasının rükûdan sonra mı, yoksa kıraatin bitiminde mi okunduğunu sordu. O da: 'Hayır, kıraat bitiminde okunurdu.' cevabını verdi.'
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Meğâzî 28, 2/68
Senetler:
1. Enes b. Malik el-Ensarî (Enes b. Malik b. Nadr b. Damdam b. Zeyd b. Haram)
2. Abdülaziz b. Suheyb el-Bünanî (Abdülaziz b. Suheyb)
3. Ebu Ubeyde Abdulvâris b. Saîd el-Anberî (Abdulvâris b. Saîd b. Zekvân)
4. Ebu Ma'mer Abdullah b. Ömer et-Temimî (Abdullah b. Amr b. Meysera)
Konular:
Hz. Peygamber, beddua ettiği kimseler
Kur'an, öğrenip ezberleyip muhafaza etmek
Namaz, kunût duası
Suikast, Hz. Peygamber'e yapılan
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ دَاوُدَ بْنِ سُفْيَانَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ عَنْ رَجُلٍ مِنْ أَصْحَابِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم أَنَّ كُفَّارَ قُرَيْشٍ كَتَبُوا إِلَى ابْنِ أُبَىٍّ وَمَنْ كَانَ يَعْبُدُ مَعَهُ الأَوْثَانَ مِنَ الأَوْسِ وَالْخَزْرَجِ وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَوْمَئِذٍ بِالْمَدِينَةِ قَبْلَ وَقْعَةِ بَدْرٍ إِنَّكُمْ آوَيْتُمْ صَاحِبَنَا وَإِنَّا نُقْسِمُ بِاللَّهِ لَتُقَاتِلُنَّهُ أَوْ لَتُخْرِجُنَّهُ أَوْ لَنَسِيرَنَّ إِلَيْكُمْ بِأَجْمَعِنَا حَتَّى نَقْتُلَ مُقَاتِلَتَكُمْ وَنَسْتَبِيحَ نِسَاءَكُمْ . فَلَمَّا بَلَغَ ذَلِكَ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ أُبَىٍّ وَمَنْ كَانَ مَعَهُ مِنْ عَبَدَةِ الأَوْثَانِ اجْتَمَعُوا لِقِتَالِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَلَمَّا بَلَغَ ذَلِكَ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم لَقِيَهُمْ فَقَالَ "لَقَدْ بَلَغَ وَعِيدُ قُرَيْشٍ مِنْكُمُ الْمَبَالِغَ مَا كَانَتْ تَكِيدُكُمْ بِأَكْثَرَ مِمَّا تُرِيدُونَ أَنْ تَكِيدُوا بِهِ أَنْفُسَكُمْ تُرِيدُونَ أَنْ تُقَاتِلُوا أَبْنَاءَكُمْ وَإِخْوَانَكُمْ." فَلَمَّا سَمِعُوا ذَلِكَ مِنَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم تَفَرَّقُوا فَبَلَغَ ذَلِكَ كُفَّارَ قُرَيْشٍ فَكَتَبَتْ كُفَّارُ قُرَيْشٍ بَعْدَ وَقْعَةِ بَدْرٍ إِلَى الْيَهُودِ إِنَّكُمْ أَهْلُ الْحَلْقَةِ وَالْحُصُونِ وَإِنَّكُمْ لَتُقَاتِلُنَّ صَاحِبَنَا أَوْ لَنَفْعَلَنَّ كَذَا وَكَذَا وَلاَ يَحُولُ بَيْنَنَا وَبَيْنَ خَدَمِ نِسَائِكُمْ شَىْءٌ - وَهِىَ الْخَلاَخِيلُ - فَلَمَّا بَلَغَ كِتَابُهُمُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم أَجْمَعَتْ بَنُو النَّضِيرِ بِالْغَدْرِ فَأَرْسَلُوا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم اخْرُجْ إِلَيْنَا فِى ثَلاَثِينَ رَجُلاً مِنْ أَصْحَابِكَ وَلْيَخْرُجْ مِنَّا ثَلاَثُونَ حَبْرًا حَتَّى نَلْتَقِىَ بِمَكَانِ الْمَنْصَفِ فَيَسْمَعُوا مِنْكَ . فَإِنْ صَدَّقُوكَ وَآمَنُوا بِكَ آمَنَّا بِكَ فَقَصَّ خَبَرَهُمْ فَلَمَّا كَانَ الْغَدُ غَدَا عَلَيْهِمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِالْكَتَائِبِ فَحَصَرَهُمْ فَقَالَ لَهُمْ "إِنَّكُمْ وَاللَّهِ لاَ تَأْمَنُونَ عِنْدِى إِلاَّ بِعَهْدٍ تُعَاهِدُونِى عَلَيْهِ." فَأَبَوْا أَنْ يُعْطُوهُ عَهْدًا فَقَاتَلَهُمْ يَوْمَهُمْ ذَلِكَ ثُمَّ غَدَا الْغَدُ عَلَى بَنِى قُرَيْظَةَ بِالْكَتَائِبِ وَتَرَكَ بَنِى النَّضِيرِ وَدَعَاهُمْ إِلَى أَنْ يُعَاهِدُوهُ فَعَاهَدُوهُ فَانْصَرَفَ عَنْهُمْ وَغَدَا عَلَى بَنِى النَّضِيرِ بِالْكَتَائِبِ فَقَاتَلَهُمْ حَتَّى نَزَلُوا عَلَى الْجَلاَءِ فَجَلَتْ بَنُو النَّضِيرِ وَاحْتَمَلُوا مَا أَقَلَّتِ الإِبِلُ مِنْ أَمْتِعَتِهِمْ وَأَبْوَابِ بُيُوتِهِمْ وَخَشَبِهَا فَكَانَ نَخْلُ بَنِى النَّضِيرِ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم خَاصَّةً أَعْطَاهُ اللَّهُ إِيَّاهَا وَخَصَّهُ بِهَا فَقَالَ "(وَمَا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْهُمْ فَمَا أَوْجَفْتُمْ عَلَيْهِ مِنْ خَيْلٍ وَلاَ رِكَابٍ)" يَقُولُ بِغَيْرِ قِتَالٍ فَأَعْطَى النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم أَكْثَرَهَا لِلْمُهَاجِرِينَ وَقَسَمَهَا بَيْنَهُمْ وَقَسَمَ مِنْهَا لِرَجُلَيْنِ مِنَ الأَنْصَارِ وَكَانَا ذَوِى حَاجَةٍ لَمْ يَقْسِمْ لأَحَدٍ مِنَ الأَنْصَارِ غَيْرَهُمَا وَبَقِىَ مِنْهَا صَدَقَةُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم الَّتِى فِى أَيْدِى بَنِى فَاطِمَةَ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهَا .
Bize Muhammed b. Davud b. Süfyan, ona Abdürrezzak, ona Mamer, ona (İbn Şihab) ez-Zührî, ona Abdurrahman b. Ka'b b. Malik, ona da Hz. Peygamber'in (sav) ashabından birisi şöyle nakletmiştir:
"Bedir savaşından önce, Hz. Peygamber (sav), Medine'de iken Kureyş kâfirleri, içlerinde Abdullah b. Übey'in olduğu Evs ve Hazreç kabilelerinden putlara tapan kişilere mektup yazarak 'Siz, bizim kabilemizden olan birisine sahip çıkıp onu şehrinizde barındırıyorsunuz. Allah'a yemin olsun ki ya siz onunla savaşır, ya da onu oradan kovarsınız. Aksi takdirde biz bütün birliklerimizle üzerinize yürür, savaşçılarınızı öldürür, kadınlarınızı kendimize helal kılarız' dediler. Bu mektup Abdullah b. Übey ve beraberindeki putperestlere ulaşınca Hz. Peygamberle (sav) savaşmak için bir araya geldiler. Bu durumdan haberdar olan Hz. Peygamber (sav) onlarla bir araya geldi ve onlara 'Kureyş'in size yaptığı tehdit haberi bana ulaştı. Sizin bana karşı kurmak istediğiniz tuzak, size Kureyşlilerin size karşı kurmak istedikleri tuzaktan daha fazla zarar verir. Zira siz (bize karşı tuzak kurarken) kendi çocuklarınız ve kardeşlerinizle savaşacaksınız' dedi. Hz. Peygamber'i (sav) dinleyince ayrılığa düşüp dağıldılar. Bu haber Kureyş kâfirlerine ulaştı."
"Bedir savaşından sonra Kureyş kâfirleri bu sefer Yahudilere mektup yazarak 'sizler silah ve korunaklı kale sahiplerisiniz. Ya kabilemizden olan kişiyle savaşırsınız ya da size şöyle şöyle yaparız ve o zaman da sizin kadınlarınızın halhalları ile bizim aramıza hiçbir şey giremez' dediler. Yazdıkları bu mektubun haberi Hz. Peygamber'e (sav) ulaştı. Nadîr oğulları Hz. Peygamber'e suikast için toplandılar. Hz. Peygamber'e (sav) (haber) göndererek 'ashabından otuz kişiyi çıkar biz de din adamlarımızdan otuz kişiyi çıkaralım da orta bir yerde buluşalım ve seni dinleyelim, eğer (din adamlarımız) seni tasdik ederlerse sana inanırlar, biz da sana inanırız' dediler. Hz. Peygamber (sahabeye) onların haberini anlattı. Ertesi gün olunca Hz. Peygamber (sav) bir birlikle onların üzerine yürüyüp onları muhasaraya aldı ve onlara 'Allah'a yemin olsun ki benimle anlaşma yapıncaya kadar benim katımda sizin bir güvenilirliğiniz yok' dedi. Nadir oğulları anlaşma yapmaya yanaşmayınca o gün onlarla savaştı. Ertesi gün Nadîr oğullarını kendi hallerine bırakıp, bir birlikle Kurayza oğullarının üzerine yürüdü ve onları kendisiyle anlaşma yapmaya çağırdı. (Kurayza oğulları) Hz. Peygamberle (sav) anlaşma yapınca oradan ayrılıp ertesi gün Nadîr oğullarına bir birlikle gitti. Sonra (tekrar) Benî Nadr üzerine ordu birlikleriyle yürüdü ve sürgüne razı oluncaya kadar onlarla savaştı. Böylece Nadîr oğulları develerin taşıyabildiği kadar eşyalarını, evlerinin kapılarını ve ağaç kirişlerini bile yanlarına alıp götürdüler."
"Yüce Allah Nadîr oğullarının hurmalığı hakkında 'Onların mallarından Allah'ın, savaşılmaksızın peygamberine kazandırdığı mallar için siz, at ya da deve koşturmuş değilsiniz' (Haşr 59/6) yani savaşsız alındı, buyurarak bu hurmalığı Hz. Peygamber'e tahsis etti. Hz. Peygamber (sav) de o malların birçoğunu muhacirlere verdi, Ensar'dan da ihtiyaç sahibi iki kişi hariç başka kimseye pay vermedi. Hz. Peygamber'e (sav) de Hz. Fatıma'nın (r.anha) oğullarına intikal etmiş olan kısmı kalmış oldu."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
18763, D003004
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ دَاوُدَ بْنِ سُفْيَانَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ عَنْ رَجُلٍ مِنْ أَصْحَابِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم أَنَّ كُفَّارَ قُرَيْشٍ كَتَبُوا إِلَى ابْنِ أُبَىٍّ وَمَنْ كَانَ يَعْبُدُ مَعَهُ الأَوْثَانَ مِنَ الأَوْسِ وَالْخَزْرَجِ وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَوْمَئِذٍ بِالْمَدِينَةِ قَبْلَ وَقْعَةِ بَدْرٍ إِنَّكُمْ آوَيْتُمْ صَاحِبَنَا وَإِنَّا نُقْسِمُ بِاللَّهِ لَتُقَاتِلُنَّهُ أَوْ لَتُخْرِجُنَّهُ أَوْ لَنَسِيرَنَّ إِلَيْكُمْ بِأَجْمَعِنَا حَتَّى نَقْتُلَ مُقَاتِلَتَكُمْ وَنَسْتَبِيحَ نِسَاءَكُمْ . فَلَمَّا بَلَغَ ذَلِكَ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ أُبَىٍّ وَمَنْ كَانَ مَعَهُ مِنْ عَبَدَةِ الأَوْثَانِ اجْتَمَعُوا لِقِتَالِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَلَمَّا بَلَغَ ذَلِكَ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم لَقِيَهُمْ فَقَالَ "لَقَدْ بَلَغَ وَعِيدُ قُرَيْشٍ مِنْكُمُ الْمَبَالِغَ مَا كَانَتْ تَكِيدُكُمْ بِأَكْثَرَ مِمَّا تُرِيدُونَ أَنْ تَكِيدُوا بِهِ أَنْفُسَكُمْ تُرِيدُونَ أَنْ تُقَاتِلُوا أَبْنَاءَكُمْ وَإِخْوَانَكُمْ." فَلَمَّا سَمِعُوا ذَلِكَ مِنَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم تَفَرَّقُوا فَبَلَغَ ذَلِكَ كُفَّارَ قُرَيْشٍ فَكَتَبَتْ كُفَّارُ قُرَيْشٍ بَعْدَ وَقْعَةِ بَدْرٍ إِلَى الْيَهُودِ إِنَّكُمْ أَهْلُ الْحَلْقَةِ وَالْحُصُونِ وَإِنَّكُمْ لَتُقَاتِلُنَّ صَاحِبَنَا أَوْ لَنَفْعَلَنَّ كَذَا وَكَذَا وَلاَ يَحُولُ بَيْنَنَا وَبَيْنَ خَدَمِ نِسَائِكُمْ شَىْءٌ - وَهِىَ الْخَلاَخِيلُ - فَلَمَّا بَلَغَ كِتَابُهُمُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم أَجْمَعَتْ بَنُو النَّضِيرِ بِالْغَدْرِ فَأَرْسَلُوا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم اخْرُجْ إِلَيْنَا فِى ثَلاَثِينَ رَجُلاً مِنْ أَصْحَابِكَ وَلْيَخْرُجْ مِنَّا ثَلاَثُونَ حَبْرًا حَتَّى نَلْتَقِىَ بِمَكَانِ الْمَنْصَفِ فَيَسْمَعُوا مِنْكَ . فَإِنْ صَدَّقُوكَ وَآمَنُوا بِكَ آمَنَّا بِكَ فَقَصَّ خَبَرَهُمْ فَلَمَّا كَانَ الْغَدُ غَدَا عَلَيْهِمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِالْكَتَائِبِ فَحَصَرَهُمْ فَقَالَ لَهُمْ "إِنَّكُمْ وَاللَّهِ لاَ تَأْمَنُونَ عِنْدِى إِلاَّ بِعَهْدٍ تُعَاهِدُونِى عَلَيْهِ." فَأَبَوْا أَنْ يُعْطُوهُ عَهْدًا فَقَاتَلَهُمْ يَوْمَهُمْ ذَلِكَ ثُمَّ غَدَا الْغَدُ عَلَى بَنِى قُرَيْظَةَ بِالْكَتَائِبِ وَتَرَكَ بَنِى النَّضِيرِ وَدَعَاهُمْ إِلَى أَنْ يُعَاهِدُوهُ فَعَاهَدُوهُ فَانْصَرَفَ عَنْهُمْ وَغَدَا عَلَى بَنِى النَّضِيرِ بِالْكَتَائِبِ فَقَاتَلَهُمْ حَتَّى نَزَلُوا عَلَى الْجَلاَءِ فَجَلَتْ بَنُو النَّضِيرِ وَاحْتَمَلُوا مَا أَقَلَّتِ الإِبِلُ مِنْ أَمْتِعَتِهِمْ وَأَبْوَابِ بُيُوتِهِمْ وَخَشَبِهَا فَكَانَ نَخْلُ بَنِى النَّضِيرِ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم خَاصَّةً أَعْطَاهُ اللَّهُ إِيَّاهَا وَخَصَّهُ بِهَا فَقَالَ "(وَمَا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْهُمْ فَمَا أَوْجَفْتُمْ عَلَيْهِ مِنْ خَيْلٍ وَلاَ رِكَابٍ)" يَقُولُ بِغَيْرِ قِتَالٍ فَأَعْطَى النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم أَكْثَرَهَا لِلْمُهَاجِرِينَ وَقَسَمَهَا بَيْنَهُمْ وَقَسَمَ مِنْهَا لِرَجُلَيْنِ مِنَ الأَنْصَارِ وَكَانَا ذَوِى حَاجَةٍ لَمْ يَقْسِمْ لأَحَدٍ مِنَ الأَنْصَارِ غَيْرَهُمَا وَبَقِىَ مِنْهَا صَدَقَةُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم الَّتِى فِى أَيْدِى بَنِى فَاطِمَةَ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهَا .
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Davud b. Süfyan, ona Abdürrezzak, ona Mamer, ona (İbn Şihab) ez-Zührî, ona Abdurrahman b. Ka'b b. Malik, ona da Hz. Peygamber'in (sav) ashabından birisi şöyle nakletmiştir:
"Bedir savaşından önce, Hz. Peygamber (sav), Medine'de iken Kureyş kâfirleri, içlerinde Abdullah b. Übey'in olduğu Evs ve Hazreç kabilelerinden putlara tapan kişilere mektup yazarak 'Siz, bizim kabilemizden olan birisine sahip çıkıp onu şehrinizde barındırıyorsunuz. Allah'a yemin olsun ki ya siz onunla savaşır, ya da onu oradan kovarsınız. Aksi takdirde biz bütün birliklerimizle üzerinize yürür, savaşçılarınızı öldürür, kadınlarınızı kendimize helal kılarız' dediler. Bu mektup Abdullah b. Übey ve beraberindeki putperestlere ulaşınca Hz. Peygamberle (sav) savaşmak için bir araya geldiler. Bu durumdan haberdar olan Hz. Peygamber (sav) onlarla bir araya geldi ve onlara 'Kureyş'in size yaptığı tehdit haberi bana ulaştı. Sizin bana karşı kurmak istediğiniz tuzak, size Kureyşlilerin size karşı kurmak istedikleri tuzaktan daha fazla zarar verir. Zira siz (bize karşı tuzak kurarken) kendi çocuklarınız ve kardeşlerinizle savaşacaksınız' dedi. Hz. Peygamber'i (sav) dinleyince ayrılığa düşüp dağıldılar. Bu haber Kureyş kâfirlerine ulaştı."
"Bedir savaşından sonra Kureyş kâfirleri bu sefer Yahudilere mektup yazarak 'sizler silah ve korunaklı kale sahiplerisiniz. Ya kabilemizden olan kişiyle savaşırsınız ya da size şöyle şöyle yaparız ve o zaman da sizin kadınlarınızın halhalları ile bizim aramıza hiçbir şey giremez' dediler. Yazdıkları bu mektubun haberi Hz. Peygamber'e (sav) ulaştı. Nadîr oğulları Hz. Peygamber'e suikast için toplandılar. Hz. Peygamber'e (sav) (haber) göndererek 'ashabından otuz kişiyi çıkar biz de din adamlarımızdan otuz kişiyi çıkaralım da orta bir yerde buluşalım ve seni dinleyelim, eğer (din adamlarımız) seni tasdik ederlerse sana inanırlar, biz da sana inanırız' dediler. Hz. Peygamber (sahabeye) onların haberini anlattı. Ertesi gün olunca Hz. Peygamber (sav) bir birlikle onların üzerine yürüyüp onları muhasaraya aldı ve onlara 'Allah'a yemin olsun ki benimle anlaşma yapıncaya kadar benim katımda sizin bir güvenilirliğiniz yok' dedi. Nadir oğulları anlaşma yapmaya yanaşmayınca o gün onlarla savaştı. Ertesi gün Nadîr oğullarını kendi hallerine bırakıp, bir birlikle Kurayza oğullarının üzerine yürüdü ve onları kendisiyle anlaşma yapmaya çağırdı. (Kurayza oğulları) Hz. Peygamberle (sav) anlaşma yapınca oradan ayrılıp ertesi gün Nadîr oğullarına bir birlikle gitti. Sonra (tekrar) Benî Nadr üzerine ordu birlikleriyle yürüdü ve sürgüne razı oluncaya kadar onlarla savaştı. Böylece Nadîr oğulları develerin taşıyabildiği kadar eşyalarını, evlerinin kapılarını ve ağaç kirişlerini bile yanlarına alıp götürdüler."
"Yüce Allah Nadîr oğullarının hurmalığı hakkında 'Onların mallarından Allah'ın, savaşılmaksızın peygamberine kazandırdığı mallar için siz, at ya da deve koşturmuş değilsiniz' (Haşr 59/6) yani savaşsız alındı, buyurarak bu hurmalığı Hz. Peygamber'e tahsis etti. Hz. Peygamber (sav) de o malların birçoğunu muhacirlere verdi, Ensar'dan da ihtiyaç sahibi iki kişi hariç başka kimseye pay vermedi. Hz. Peygamber'e (sav) de Hz. Fatıma'nın (r.anha) oğullarına intikal etmiş olan kısmı kalmış oldu."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, Harâc ve'l-fey' ve'l-imâre 23, /702
Senetler:
1. Racul Min Ashabi'n-Nebi (Racul Min Ashabi'n-Nebi)
2. Ebu Hattab Abdurrahman b. Ka'b el-Ensarî (Abdurrahman b. Ka'b b. Malik b. Ebu Kayn)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Urve Mamer b. Raşid el-Ezdî (Mamer b. Râşid)
5. ُEbu Bekir Abdürrezzak b. Hemmam (Abdürrezzak b. Hemmam b. Nafi)
6. Muhammed b. Davud b. Süfyan (Muhammed b. Davud b. Süfyan)
Konular:
Diyalog, Hz. Peygamber'in / Sahabenin Yahudilerle ilişkileri
Ehl-i Kitap, Hicazdan sürülmeleri
Ehl-i Kitap, Hz. Peygamber ve yahudiler
Ganimet, beşte bir hisse
Müşrik, vasıfları
Savaş, ilan etme ve savaş hukuku
Savaş, ve Barış
Siyer, Ben-i Kaynuka
Siyer, Ben-i Kurayza, gazvesi ve diğer şeyler
Siyer, Beni Nadîr
Suikast, Hz. Peygamber'e yapılan