Bize Muhammed b. Beşşâr, ona Osman b. Ömer, ona Ali b. Mübarek, ona Yahya b. Ebu Kesîr, ona Ebu Kılâbe, ona Ashabı Şecere’den olan Sâbit b. Dahhâk’ın (ra) rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
"Her kim İslâm 'dan başka bir millete mensup olduğuna dair yemin ederse, o dediği gibidir.
Âdem oğlu sahip olmadığı mala ilişkin adakta bulunamaz. Her kim dünyada bir şeyle kendini öldürürse, kıyamet gününde intihar ettiği o şeyle kendisine azap olunur. Her kim bir mümine lanet ederse, onu öldürmüş gibidir. Her kim bir mümine küfür isnat ederse onu öldürmüş gibidir."
Açıklama: Ashab-ı Şecere,
Ashabı Semure,
Rıdvan biatı:
Hicretin 7. yılında Umre niyetiyle yola çıkan Hz. Peygamber, Mekkelilerin kendilerini engellemek için hazırlık yaptıklarını öğrenince Hudeybiye’de ashabıyla birlikte konakladı. Savaş istemediklerini, sadece umre yapacaklarını bildirmek üzere elçi olarak Mekke’ye gönderilen Hz. Osman, Mekke’de alıkonuldu. Ancak bu haber öldürüldüğü şeklinde Hz. Peygamber’e ulaştı. Arzu etmemesine rağmen savaşın kaçınılmaz olduğunu gören Hz. Peygamber ashabına biat çağrısı yaptı. Ashap biat için yarışmaya başladı. Hz. Peygamber küçük bir ağacın altında oturmuş bekliyordu. Ashaptan ilk gelen Sinan b. Sinan oldu. Gergin bekleyişin etkisi ile elini uzattı ve “Ey Allah’ın Rasulü sana biat ediyorum” dedi. Henüz ne üzerine biat edileceğini açıklamamış olan Hz. Peygamber, “ne üzerine?” diye sordu. Sinan “gönlünden ne geçiyorsa, bizden ne üzerine biat alıyorsan onun üzerine” diye cevap verdi. Hz. Peygamber tekrar, “benim gönlümden geçen nedir ? diye sordu. Rasulullah’a şartsız itaat bilinciyle Sinan cevap verdi: “Fetih ya da şahadet” dedi sonra da sözüne açıklık getirdi: “Ey Allah’ın Rasulü! Allah sana zafer bahşedinceye kadar senin önünde kılıç sallamaya veya bu uğurda ölmeye biat ediyorum” dedi ve biat etti. Ardından da müminler sırayla o küçük ağacın altında biat ettiler. Semure ya da sidr ağacının altında biat eden ashap için ashab-ı şecere, semure ashabı, biat için de Rıdvan biatı ifadeleri kullanılmaktadır. Bu biat, Fetih suresinde, 48.18 - (18-19) Şüphesiz Allah, ağaç altında sana bîat ederlerken inananlardan hoşnut olmuştur. Gönüllerinde olanı bilmiş, onlara huzur, güven duygusu vermiş ve onlara yakın bir fetih ve elde edecekleri birçok ganimetler nasip etmiştir. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” İfadeleriyle dile getirilmiştir.
Müslümanların yarışırcasına zafer ya da şahadet üzerine biat etmeleri Hz. Peygamber’i duygulandırmıştır. Ashabın itaat ve teslimiyette yarışını gören Hz. Peygamber “Sizler yeryüzündekilerin en hayırlılarısınız” (Buhari, Meğazi, 35, Müslim, İmare, 71 bakılacak) ifadesiyle onları model olarak göstermiştir. Sâbit İbn Dahhâk da burada biat eden seçkin sahabîlerden birisidir.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
20558, B006047
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ عُمَرَ حَدَّثَنَا عَلِىُّ بْنُ الْمُبَارَكِ عَنْ يَحْيَى بْنِ أَبِى كَثِيرٍ عَنْ أَبِى قِلاَبَةَ أَنَّ ثَابِتَ بْنَ الضَّحَّاكِ وَكَانَ مِنْ أَصْحَابِ الشَّجَرَةِ حَدَّثَهُ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ:
" مَنْ حَلَفَ عَلَى مِلَّةٍ غَيْرِ الإِسْلاَمِ فَهْوَ كَمَا قَالَ ، وَلَيْسَ عَلَى ابْنِ آدَمَ نَذْرٌ فِيمَا لاَ يَمْلِكُ ، وَمَنْ قَتَلَ نَفْسَهُ بِشَىْءٍ فِى الدُّنْيَا عُذِّبَ بِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ، وَمَنْ لَعَنَ مُؤْمِنًا فَهْوَ كَقَتْلِهِ ، وَمَنْ قَذَفَ مُؤْمِنًا بِكُفْرٍ فَهْوَ كَقَتْلِهِ "
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Beşşâr, ona Osman b. Ömer, ona Ali b. Mübarek, ona Yahya b. Ebu Kesîr, ona Ebu Kılâbe, ona Ashabı Şecere’den olan Sâbit b. Dahhâk’ın (ra) rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
"Her kim İslâm 'dan başka bir millete mensup olduğuna dair yemin ederse, o dediği gibidir.
Âdem oğlu sahip olmadığı mala ilişkin adakta bulunamaz. Her kim dünyada bir şeyle kendini öldürürse, kıyamet gününde intihar ettiği o şeyle kendisine azap olunur. Her kim bir mümine lanet ederse, onu öldürmüş gibidir. Her kim bir mümine küfür isnat ederse onu öldürmüş gibidir."
Açıklama:
Ashab-ı Şecere,
Ashabı Semure,
Rıdvan biatı:
Hicretin 7. yılında Umre niyetiyle yola çıkan Hz. Peygamber, Mekkelilerin kendilerini engellemek için hazırlık yaptıklarını öğrenince Hudeybiye’de ashabıyla birlikte konakladı. Savaş istemediklerini, sadece umre yapacaklarını bildirmek üzere elçi olarak Mekke’ye gönderilen Hz. Osman, Mekke’de alıkonuldu. Ancak bu haber öldürüldüğü şeklinde Hz. Peygamber’e ulaştı. Arzu etmemesine rağmen savaşın kaçınılmaz olduğunu gören Hz. Peygamber ashabına biat çağrısı yaptı. Ashap biat için yarışmaya başladı. Hz. Peygamber küçük bir ağacın altında oturmuş bekliyordu. Ashaptan ilk gelen Sinan b. Sinan oldu. Gergin bekleyişin etkisi ile elini uzattı ve “Ey Allah’ın Rasulü sana biat ediyorum” dedi. Henüz ne üzerine biat edileceğini açıklamamış olan Hz. Peygamber, “ne üzerine?” diye sordu. Sinan “gönlünden ne geçiyorsa, bizden ne üzerine biat alıyorsan onun üzerine” diye cevap verdi. Hz. Peygamber tekrar, “benim gönlümden geçen nedir ? diye sordu. Rasulullah’a şartsız itaat bilinciyle Sinan cevap verdi: “Fetih ya da şahadet” dedi sonra da sözüne açıklık getirdi: “Ey Allah’ın Rasulü! Allah sana zafer bahşedinceye kadar senin önünde kılıç sallamaya veya bu uğurda ölmeye biat ediyorum” dedi ve biat etti. Ardından da müminler sırayla o küçük ağacın altında biat ettiler. Semure ya da sidr ağacının altında biat eden ashap için ashab-ı şecere, semure ashabı, biat için de Rıdvan biatı ifadeleri kullanılmaktadır. Bu biat, Fetih suresinde, 48.18 - (18-19) Şüphesiz Allah, ağaç altında sana bîat ederlerken inananlardan hoşnut olmuştur. Gönüllerinde olanı bilmiş, onlara huzur, güven duygusu vermiş ve onlara yakın bir fetih ve elde edecekleri birçok ganimetler nasip etmiştir. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” İfadeleriyle dile getirilmiştir.
Müslümanların yarışırcasına zafer ya da şahadet üzerine biat etmeleri Hz. Peygamber’i duygulandırmıştır. Ashabın itaat ve teslimiyette yarışını gören Hz. Peygamber “Sizler yeryüzündekilerin en hayırlılarısınız” (Buhari, Meğazi, 35, Müslim, İmare, 71 bakılacak) ifadesiyle onları model olarak göstermiştir. Sâbit İbn Dahhâk da burada biat eden seçkin sahabîlerden birisidir.
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Edeb 44, 2/499
Senetler:
1. Ebu Zeyd Sabit b. Dahhâk el-Ensârî (Sabit b. Dahhâk b. Halife b. Sa'lebe b. Adî)
2. Ebû Kilabe Abdullah b. Zeyd el-Cermî (Abdullah b. Zeyd b. Amr b. Nâtil b. Malik b. Ubeyd)
3. Ebu Nasr Yahya b. Ebu Kesir et-Tâî (Yahya b. Salih b. Mütevekkil)
4. Ali b. Mübarek el-Hünâî (Ali b. Mübarek)
5. Osman b. Ömer el-Abdî (Osman b. Ömer b. Faris b. Lakît)
6. Muhammed b. Beşşâr el-Abdî (Muhammed b. Beşşâr b. Osman)
Konular:
Adak, kişi malik olmadığını adaya bilir mi?
İftira, iffetli kimseye
intihar, akibeti, cezası
Lanet, Lanetlemek,
Teşebbüh, Özenme, ehl-i kitaba, kafirlere benzemek
Yemin, Allah ya da başkası adına ya da Allah'ın adı geçmeyen
Bize Yahya b. Eyyüb, ona Kuteybe (b. Said) ve (Ali) b. Cuhr, onlara İsmail (b. Cafer), ona Alâ (b. Abdurrahman), ona babası (Abdurrahman b. Yakub), ona da Ebu Hüreyre şöyle rivayet etmiştir:
Rasulullah (sav), "Gıybet nedir, biliyor musunuz?" diye sordu. Sahabiler, "Allah ve Rasulü daha iyi bilir" karşılığını verdiler. Rasulullah, "Gıybet; Müslüman kardeşin hakkında, onun hoşlanmayacağı şeyler söylemendir" buyurdu. "Ya kardeşimde bahsettiğim o olumsuzluk varsa, ne dersiniz?" denildi. Rasulullah (sav) şöyle cevap verdi:
"Zaten söylediğin şey kardeşinde varsa onun gıybetini yapmış oluyorsun. Yoksa, ona iftira atmış olursun."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
9141, M006593
Hadis:
حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ أَيُّوبَ وَقُتَيْبَةُ وَابْنُ حُجْرٍ قَالُوا حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ عَنِ الْعَلاَءِ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ:
" أَتَدْرُونَ مَا الْغِيبَةُ ." قَالُوا اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ . قَالَ:
" ذِكْرُكَ أَخَاكَ بِمَا يَكْرَهُ ." قِيلَ أَفَرَأَيْتَ إِنْ كَانَ فِى أَخِى مَا أَقُولُ قَالَ:
" إِنْ كَانَ فِيهِ مَا تَقُولُ فَقَدِ اغْتَبْتَهُ وَإِنْ لَمْ يَكُنْ فِيهِ فَقَدْ بَهَتَّهُ ."
Tercemesi:
Bize Yahya b. Eyyüb, ona Kuteybe (b. Said) ve (Ali) b. Cuhr, onlara İsmail (b. Cafer), ona Alâ (b. Abdurrahman), ona babası (Abdurrahman b. Yakub), ona da Ebu Hüreyre şöyle rivayet etmiştir:
Rasulullah (sav), "Gıybet nedir, biliyor musunuz?" diye sordu. Sahabiler, "Allah ve Rasulü daha iyi bilir" karşılığını verdiler. Rasulullah, "Gıybet; Müslüman kardeşin hakkında, onun hoşlanmayacağı şeyler söylemendir" buyurdu. "Ya kardeşimde bahsettiğim o olumsuzluk varsa, ne dersiniz?" denildi. Rasulullah (sav) şöyle cevap verdi:
"Zaten söylediğin şey kardeşinde varsa onun gıybetini yapmış oluyorsun. Yoksa, ona iftira atmış olursun."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Birr ve's-sıla ve'l-edeb 6593, /1071
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebu Alâ Abdurrahman b. Yakub el-Cühenî (Abdurrahman b. Yakub)
3. Alâ b. Abdurrahman el-Hırakî (Alâ b. Abdurrahman b. Yakub)
4. Ebu İshak İsmail b. Cafer el-Ensarî (İsmail b. Cafer b. Ebu Kesir)
5. Ebu Zekeriyya Yahya b. Eyyüb el-Mekabirî (Yahya b. Eyyüb)
5. Ebu Recâ Kuteybe b. Said es-Sekafi (Kuteybe b. Said b. Cemil b. Tarif)
5. Ebu Hasan Ali b. Hucr es-Sa'dî (Ali b. Hucr b. İyas b. Mukatil)
Konular:
Gıybet, gıybet etmek, dedi kodu yapmak
İftira, iffetli kimseye
Bize Ebû Saîd, ona İshâk b. Osmân el-Kilâbî Ebû Ya‘kub, ona İsmâil b. Abdurrahmân b. Atıyye e-Ensârî, ona da ninesi Ümmü Atıyye anlattı:
Allah Rasûlu (s.a.v.) Medine’ye geldiklerinde ensar kadınlarını bir evde topladıktan sonra Ömer b. el-Hattâb’ı (r.a.) onlara gönderdi. Ömer evin kapısına geldiğinde selam verdi, onlar da selamını aldılar. O:
– Ben Allah Rasûlu’nun (s.a.v.) size gönderdiği elçiyim, deyince biz:
– Rasûlullah’a da, onun elçisine de merhaba, diye karşılık verdik. O:
– Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, zina etmemek, çocuklarınızı öldürmemek, el ve ayakları arasında (babasız bir çocuk) peyda edip dünyaya getirmemek, âdâbda ona karşı gelmemek hususunda biat eder misiniz? dedi.
Bizler:
– Evet, dedik ve ellerimizi evin içinden uzattık. O da evin dışından elini uzattı. Sonra da:
– Allah’ım! şahid ol, dedi. Ayrıca bize genç kızlarla hayızlı kadınları bayramlarda (bayram yerlerine) çıkarmamızı emredip, cenazenin arkasından yürümemizi yasakladı. Ayrıca Cuma namazının bize farz olmadığını da sözlerine ekledi.
Ben (İsmâil) ona (Ümmü Atıyye) “Âdabda sana (Peygamber'e) karşı gelmeyecekler” (Mümtehine,60, 12) ayetini sordum, o da "Feryâd u figân ederek ölüye ağlamaktan menedildik", diye cevap verdi.
Açıklama: isnadında ömer lafzının zikredilmesi hariç, hadis sahihtir.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
68478, HM021078
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو سَعِيدٍ حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ عُثْمَانَ الْكِلَابِيُّ أَبُو يَعْقُوبَ حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ ابْنِ عَطِيَّةَ الْأَنْصَارِيُّ عَنْ جَدَّتِهِ أُمِّ عَطِيَّةَ قَالَتْ
لَمَّا قَدِمَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمَدِينَةَ جَمَعَ نِسَاءَ الْأَنْصَارِ فِي بَيْتٍ ثُمَّ بَعَثَ إِلَيْهِنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَامَ عَلَى الْبَابِ فَسَلَّمَ فَرَدَدْنَ عَلَيْهِ السَّلَامَ فَقَالَ أَنَا رَسُولُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَيْكُنَّ قُلْنَا مَرْحَبًا بِرَسُولِ اللَّهِ وَرَسُولِ رَسُولِ اللَّهِ وَقَالَ تُبَايِعْنَ عَلَى أَنْ لَا تُشْرِكْنَ بِاللَّهِ شَيْئًا وَلَا تَزْنِينَ وَلَا تَقْتُلْنَ أَوْلَادَكُنَّ وَلَا تَأْتِينَ بِبُهْتَانٍ تَفْتَرِينَهُ بَيْنَ أَيْدِيكُنَّ وَأَرْجُلِكُنَّ وَلَا تَعْصِينَهُ فِي مَعْرُوفٍ قُلْنَا نَعَمْ فَمَدَدْنَا أَيْدِيَنَا مِنْ دَاخِلِ الْبَيْتِ وَمَدَّ يَدَهُ مِنْ خَارِجِ الْبَيْتِ ثُمَّ قَالَ اللَّهُمَّ اشْهَدْ وَأَمَرَنَا بِالْعِيدَيْنِ أَنْ نُخْرِجَ الْعُتَّقَ وَالْحُيَّضَ وَنَهَى عَنْ اتِّبَاعِ الْجَنَائِزِ وَلَا جُمُعَةَ عَلَيْنَا وَسَأَلْتُهَا عَنْ قَوْلِهِ
{ وَلَا يَعْصِينَكَ فِي مَعْرُوفٍ }
قَالَتْ نُهِينَا عَنْ النِّيَاحَةِ
Tercemesi:
Bize Ebû Saîd, ona İshâk b. Osmân el-Kilâbî Ebû Ya‘kub, ona İsmâil b. Abdurrahmân b. Atıyye e-Ensârî, ona da ninesi Ümmü Atıyye anlattı:
Allah Rasûlu (s.a.v.) Medine’ye geldiklerinde ensar kadınlarını bir evde topladıktan sonra Ömer b. el-Hattâb’ı (r.a.) onlara gönderdi. Ömer evin kapısına geldiğinde selam verdi, onlar da selamını aldılar. O:
– Ben Allah Rasûlu’nun (s.a.v.) size gönderdiği elçiyim, deyince biz:
– Rasûlullah’a da, onun elçisine de merhaba, diye karşılık verdik. O:
– Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, zina etmemek, çocuklarınızı öldürmemek, el ve ayakları arasında (babasız bir çocuk) peyda edip dünyaya getirmemek, âdâbda ona karşı gelmemek hususunda biat eder misiniz? dedi.
Bizler:
– Evet, dedik ve ellerimizi evin içinden uzattık. O da evin dışından elini uzattı. Sonra da:
– Allah’ım! şahid ol, dedi. Ayrıca bize genç kızlarla hayızlı kadınları bayramlarda (bayram yerlerine) çıkarmamızı emredip, cenazenin arkasından yürümemizi yasakladı. Ayrıca Cuma namazının bize farz olmadığını da sözlerine ekledi.
Ben (İsmâil) ona (Ümmü Atıyye) “Âdabda sana (Peygamber'e) karşı gelmeyecekler” (Mümtehine,60, 12) ayetini sordum, o da "Feryâd u figân ederek ölüye ağlamaktan menedildik", diye cevap verdi.
Açıklama:
isnadında ömer lafzının zikredilmesi hariç, hadis sahihtir.
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ahmed b. Hanbel, Müsned-i Ahmed, Ümmü Atiyye 21078, 7/10
Senetler:
1. Ümmü Atıyye el-Ensariyye (Nesibe bt. Ka'b)
2. İsmail b. Abdurrahman el-Basrî (İsmail b. Abdurrahman b. Atıyye)
3. İshak b. Osman el-Kilabî (İshak b. Osman)
4. Ebu Said Cerdeka el-Basrî (Abdurrahman b. Abdullah b. Ubeyd)
Konular:
Biat, Hz. Peygambere biat etmek
Biat, kadınların
Cenaze, arkasından ağlamak, feryat etmek
Çocuk, fakirlik korkusuyla çocukları öldürmek,
Cuma Namazı, Cuma Namazı Katılanlar/ Katılmayanlar
Cuma Namazı, Kadın, cuma namazına katılmaması
Cuma Namazı, Kadınlar kılmalı mı?
Cuma namazı, kılma ve kıldırma şartları
İftira, iffetli kimseye
Kadın, bayram namazına katılması
Kadın, cenazeyi takip etmemesi
KTB, CUMA
KTB, SELAM
Selam, kadınlara selam vermek
Şirk, Şirk- Müşrik
Zina, nikahsız, gayr-i meşru ilişki,
Bize Abdülaziz b. Abdullah, ona İbrahim b. Sa’d, ona Sâlih, ona İbn Şihâb şöyle rivayet etmiştir:
Bana Urve b. ez-Zübeyr, Saîd b. Müseyyeb, Alkame b. Vakkâs ve Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesûd, Hz. Peygamber’in (sav) hanımı Hz. Aişe’den (r.anha) ifk hadisesi ve insanların söylentileri hakkındaki hadisi rivayet ettiler. Bazıları rivayeti diğerlerinden daha iyi bellemiş ve daha sağlam anlatıyor olduğu halde hepsi ilgili hadisin bir kısmını aktardılar. Her birinin Hz. Aişe’den naklettikleri rivayetlerini iyice öğrendim. İçlerinde bazıları rivayeti daha iyi bellemiş olsa da rivayetleri birbirini tasdik ediyordu. Şöyle dediler: Hz. Aişe (r.anha) şöyle rivayet etmiştir:
Rasulullah (sav) seyahate çıkacağı zaman eşleri arasında kura çeker, kurada hangisi çıkarsa onu yanında götürürdü. Bir gazve sırasında eşleri arasında kura çekti ve kurada ben çıktım. Böylece örtünme ayeti indirildikten sonraki bir zamanda Hz. Peygamberle (sav) birlikte yola çıktık. Ben [kervan] yürürken de konaklarken de hevdecim içinde bulunuyordum. Yolculuğa devam ettik, nihayetinde Rasulullah bu gazvedeki hedefini gerçekleştirdi ve geri dönmeye başladı. Yola çıkıp Medine’ye doğru hareket ettik. Bir gece, yola çıkılacağı ilan edildi. Bu esnada ben de [ihtiyacımı gidermek için] biraz öteye yürüdüm ordunun bulunduğu yerin ötesine geçtim. İhtiyacımı gördükten sonra bineğime doğru yöneldim. Bu sırada göğsümü yokladım. Bir de baktım ki Yemen boncuğundan yapılmış gerdanım kopup düşmüş. Hemen dönüp gerdanlığımı aradım ama onu aramak beni orduya yetişmekten alı koydu. Beni taşıyan grup gelmiş ve benim içinde olduğumu zannederek hevdecimi yüklenerek yolculuk yaptığım devenin üzerine koymuşlar. O zaman kadınlar zayıftı, şişman değillerdi. Çünkü azıcık yemek yerlerdi. Ben de henüz genç bir kadın olduğun için insanlar kaldırıp götürdükleri hevdecin hafif olduğunu fark edememişler. Deveyi önlerine katıp yola devam etmişler. Ben de ordu gittikten sonra gerdanlığımı buldum. Ordunun konakladığı yere geldim ama hiç kimse yoktu. Belki benim orada olmadığımı anlayıp geri dönerler diye konakladığım yere gittim. Ben orada öyle otururken göz kapaklarım ağırlaştı ve uyudum. Safvan b. el-Muattal es-Sülemî ez-Zekvânî ordunun arkasında kalmıştı. Sabahleyin benim konakladığım yere gelince uyuyan bir insanın karaltısını görmüş. Örtünme emrinden önce beni görmüş olduğu için beni tanımış. Beni tanıdığında söylemiş olduğu “İnna lillahi ve innâ ileyhi raciûn” [Biz Allah’a aidiz ve yine ona döneriz (Bakara, 2/156)] sözleriyle uyandım. Yüzümü hemen örtümle örttüm. Vallahi bundan başka onunla ne bir kelime konuştuk ne de ondan başka bir söz işittim. Hızlıca yanıma gelip devesini çöktürdü ve [bineğe yardım almadan binebilmem için] devenin ön ayaklarını yere yaydı. Ben de kalkıp deveye bindim. Beni öğle sıcağında mola vermiş ordunun olduğu yere kadar götürdü. Bana iftira edip helak olanlar helak olmuşlardır. İfk hadisesinde bu işin başını Abdullah b. Übey b. Selül çekmiştir.
[İbn Şihâb ez-Zührî'ye olayı aktaran ravilerden] Urve b. ez-Zübeyr [rivayetinde] şöyle demiştir: 'Bana aktarıldığına göre iftira yayıldığında, bu söz Abdullah b Ubeyy’in yanında konuşulur, o da sözü söyleyene kulak verir, onu onaylar ve insanlar arasında gündeme getirerek yayardı'. Urve sözlerine devamla dedi ki, 'İftira sahiplerinin içinde sadece Hassân b. Sâbit, Mıstah b. Üsâse ve Hamne bint Cahş’ın isimleri söylenmiştir. Diğerleri hakkında bir bilgim yoktur. Ancak onlar Yüce Allah’ın buyurduğu üzere “ [On kişiden müteşekkil] bir gruptan” ibarettiler. İftiranın yayılması konusunda en büyük pay sahibinin Abdullah b. Übey b. Selûl olduğu söylenirdi.
Urve b. ez-Zübeyr sözlerine şöyle devam etti: Aişe yanında Hassân b. Sâbit’e sövülmesinden hoşlanmaz; "O 'Babam, babamın babası ve benim ırzım; size karşı Muhammed’e kalkandır' şeklinde şiir yazan [kafirlere karşı Hz. Peygamber'i savunmuş] biridir"derdi.
Hz. Aişe (r.anha) olayı şöyle anlatmaya devam etmiştir: Nihayetinde Medine’ye vardık. Oraya geldikten sonra ben bir ay hasta oldum. Bu arada insanlar iftira sahiplerinin sözlerine dalmışlar. Ben ise bunların farkında değildim. Bu ağrılı halimde beni şüphelendiren tek şey vardı: Ben önceden hastalandığımda Rasulullah’tan gördüğüm şefkatli muameleyi artık göremiyordum. Allah Resulü (sav) yanıma girdiğinde selam veriyor ve adımı söylemeden “bu nasıl?” diyor ve hemen ayrılıyordu. Bu durum beni şüphelendirse de hâlâ kötü bir şey olduğunu hissetmiyordum. Hastalığım biraz geçince dışarı çıktım. Ümmü Mistah ile birlikte ihtiyacımızı giderdiğimiz yer olan Menâsi tarafına doğru gittik. Oraya ancak geceleyin giderdik. Bu olay evlerimizin yakınına [tuvalet için] korunaklı yerler yapmadan önceydi. O zamanlar tuvalete karşı tavrımız çöldeki eski Arapların tavırlarına benziyordu. Evlerimizde [tuvalet için] korunaklı yerler belirlemekten [oluşturacağı kötü kokudan] sıkıntı duyardık. Hz. Aişe sözlerine devamla dedi ki, Ebu Ruhm b. el-Muttalib b. Abdimenâf’ın kızı olan Ümmü Mıstah ile birlikte oradan ayrıldık. Onun annesi Sahr b. Amir kızı ve Ebu Bekir es-Sıddîk’ın teyzesiydi. Oğlu Mıstah b. Esâse b. Abbad b. Muttalib’di. İşimiz bitince Ümmü Mıstah ile birlikte evime doğru yöneldik. Ümmü Mıstah’ın ayağı sürçtü ve oğluna beddua edip “Mıstah helak olsun!” dedi. Ben “Ne fena söz söyledin! Bedir’e katılmış bir kişi hakkında mı böyle söylüyorsun?” dedim. “Ah seni saf! Onun ne söylediğini duymadın mı?” diye sordu. Ben “Ne söylemiş?” dedim. Bana iftira edenlerin sözlerini bir bir anlattı. Bu sözler hastalığıma hastalık kattı. Evime döndüğümde Rasulullah (sav) yanıma girdi ve “Hastanız nasıl?” diye sordu. Ona “Anne babama gitmeme izin verir misiniz?” diye sordum. O zaman bu söylentileri annem ve babam tarafından duyup iyice anlamak istiyordum. Rasulullah (sav) bana izin verdi. Annemin yanına gidip ona “Annecim! İnsanlar ne konuşuyorlar?” diye sordum. Annem şöyle dedi: “Kızım! Kendini üzme. Bir erkeğin yanında sevdiği güzel bir kadın varsa ve onun birçok kuması da bulunuyorsa mutlaka onun hakkında böyle ileri geri konuşurlar.” Ben “Sübhanallah! İnsanlar bunları mı konuşuyorlar!” dedim ve gece boyunca ağladım. Sabah kalktığımda göz pınarlarım kurumuştu. Gözüme uyku girmemişti. Ağlayarak sabahı etmiştim. Vahiy geciktiği için ailesi ile ayrılması konusunda onlarla istişare etmek için Rasulullah (sav) Ali b. Ebû Tâlib ve Üsâme b. Zeyd’i yanına çağırmış. Üsame b. Zeyd, Rasulullah’ın ailesinin suçsuz olduğuna ve [bu iftiraya inanan arkadaşlarına] karşı sevgi beslediğine dair görüş bildirmiş ve “Senin ailen hakkında ancak hayır düşünürüz” demiş. Ali b. Ebû Tâlib ise “Ey Allah’ın Resulü! Allah sana [evlenme ve boşanma hususunda] darlık vermemiştir. Aişe dışında bir sürü kadın var! Cariyesine sor, sana doğruyu söyleyecektir” demiş. Bunun üzerine Rasulullah (sav) Berire’yi çağırmış ve “Berire! Seni şüphelendiren bir şey gördün mü?” diye sormuş. Berire ona “Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki onu ayıplayacak hiçbir şey görmedim. O saf genç bir kız daha. Ailesinin hamurunu yoğurup uyur, evcil hayvanlar gelip hamurdan yer [onun ruhu duymazdı]. Bundan sonra Rasulullah (sav) o gün minbere çıktı ve Abdullah b. Übey hakkında söz söylemekten muaf tutulmasını isteyerek şöyle hitap etti: “Ey Müslümanlar! Eşim hakkında bana eziyet eden birine karşı bana kim yardım eder? Allah’a yemin olsun ki, ben eşim hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyorum. Bu iftiracılar meseleye bir adamın adını kattılar ki, onun hakkında da iyilikten başka bir şey bilmem. Bu adam ben yanında olmadan asla eşimin yanına girmiş değildir” buyurdu. Bunun üzerine Ensâr’ın Evs kabilesinden Abdüleşheloğullarının kardeşi Sa’d b. Muaz kalkıp “Ey Allah’ın Resulü! Ben sena yardım ederim. Eğer bu adam Evs’ten ise onun boynunu ben vuracağım. Eğer Hazreçli kardeşlerimizden ise bize emredersen gereğini yaparız” dedi. Bunun üzerine Hazreçli bir adam kalktı. Hassanʼın annesi aynı aşiretten onun amcasının kızıydı. Bu kişi Hazrec’in reisi olan Sa’d b. Ubâde idi. Bu olaydan önce iyi bir adamdı. Ama kabile asabiyetine kapıldı ve Sa’d b. Muâz’a “Hayır, yalan söylüyorsun. Allah’a yemin olsun ki onu öldürmezsin, öldüremezsin. Eğer senin kabilenden olsaydı öldürülmesini de istemezdin. Bunun üzerine Sa’d b. Muâz’ın amcasının oğlu olan Üseyd b. Hudayr ayağa kalktı ve Sa’d b. Übâde’ye “Yalan söylüyorsun, onu elbette öldürürdük. Sen münafıkları savunan münafığın birisin!” dedi. Evs ve Hazreç kabileleri birbirine girmişler, çatışacak hale gelmişlerdi. Rasulullah bu sırada minberde duruyordu. Rasulullah onları susturdu ve sakinleştirdi. Hepsi sustular, o da sustu. Ben o gün boyunca ağladım. Göz pınarlarım kurudu, gözüme uyku girmedi. Annem ve babam yanımda kaldılar. İki gece bir gün sürekli ağladım. Göz pınarlarım kurudu, gözüme uyku girmedi. Öyle ki ağlayışımın ciğerimi parçaladığını zannettim. Ben ağlarken annem ve babam yanımda oturuyorlardı. Derken birden bire Ensar’dan bir kadın yanıma gelmek için izin istedi. Ona izin verdim. Gelip yanıma oturdu ve benimle birlikte ağlamaya başladı. Biz bu haldeyken Rasulullah (sav) geldi ve selam verip oturdu. Bu söylentiler çıktığından beri benim yanımda oturmamıştı. Bir aydır benim hakkımda bir vahiy gelmemişti. Rasulullah (sav) otururken şehadet getirdi ve şöyle dedi: “Aişe! Bana senin hakkında şöyle haberler ulaştı. Eğer suçsuz isen Allah senin suçsuz olduğunu gösterecektir. Eğer günah işlemeye yeltenmişsen Allah’a istiğfar et, ona tövbe et. Kul itiraf ettiği ve tövbe ettiği zaman Allah onun tevbesini kabul eder.” Rasulullah (sav) sözünü bitirince gözümün yaşı kesildi, artık akacak damla kalmamıştı. Babama 'Rasulullah’a benim için cevap ver' dedim. Babam “Ben Rasulullah’a ne diyeceğimi bilmiyorum” dedi. Anneme 'Anne, sen Rasulullah’a cevap ver' dedim. Annem de 'Ben de ne diyeceğimi bilmiyorum' dedi. Daha Kur’an’dan fazla bir şey okumamış genç bir hanım olduğum halde şunları söyledim: 'Sizin bu dedikoduları işittiğinizi biliyorum. Bu sözler içinizde yer etti ve belki onları tasdik ettiniz. Belki size suçsuz olduğumu söylesem bana inanmazsınız. Size bir şey itiraf etsem, ki Allah benim masum olduğumu biliyor, bana inanırsınız. Sizinle benim için misal olarak sadece Yusuf’un babasının şu sözlerini görüyorum: 'Artık bana düşen güzelce sabretmektir. Anlattıklarınıza karşı yardımına sığınılacak ancak Allah’tır' (Yusuf, 12/18). Bu sözleri söyleyip yatağıma yattım. Allah benim masum olduğumu biliyordu ve bunu herkese gösterecekti. Ama benim bu halim için [Kur'an'da yer alıp sürekli olarak] okunacak bir vahiy indireceğini zannetmiyordum. Kendi nazarımda halim Allah’ın hakkımda konuşmasını gerektirmeyecek kadar önemsizdi. Ancak Rasulullah’ın bir rüya görmesini ve Allah’ın bu rüya ile benim masumiyetimi ortaya koymasını umuyordum. Allah'a yemin olsun ki, Rasulullah oturduğu yerden kalkmamış, aileden kimse de yerinden ayrılmamıştı. Nihayet vahiy indirildi. Ona vahiy inerken gelen hal kendisini kapladı. Kış gününde bile inen vahyin ağırlığından dolayı vücudundan inci gibi ter damlaları dökülürdü. Rasullah’tan vahiy hali gidince sevincinden güldüğünü gördüm. Söylediği ilk söz “Aişe! Allah seni temize çıkardı” oldu. Bunun üzerine annem “Kızım, Rasulullah’a (sav) kalk da teşekkür et” dedi. Ben “Allah'a yemin olsun ki, ona kalkıp teşekkür etmem. Ancak Allah’a (ac) hamd ederim” dedim. Allah Teâlâ bu iftira olayı ile ilgili 'Sana iftira edenler…(Nur, 24/11-21)' ayetini; sonra benim masum olduğuma dair ayeti indirdi. Ebu Bekir es-Sıddık –hem akrabası hem de fakir olduğu önceden Mıstah b. Üsâse'ye yardım ederken- 'Vallahi Aişe hakkında söylediklerinden sonra Mıstah'a artık hiçbir şey vermem' diye yemin etti. Bunun üzerine Allah Teâlâ 'Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar akrabasına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur etmesin; affetsin, aldırış etmesin. Allah’ın sizi affetmesini istemez misiniz? Allah çok affeden, çok merhamet edendir' (Nur, 24/22) ayetini indirdi. Bunun üzerine babam Ebû Bekir es-Sıddîk: 'Vallahi, ben Allah’ın beni affetmesini elbette isterim' dedi ve Mıstah’a yaptığı yardıma devam etme kararı aldı ve 'Artık bu yardımı ebediyen kesmem' dedi. Rasulullah (sav) [eşi] Zeyneb bint Cahş'a benim hakkımda “Zeyneb! Aişe hakkında ne bilirsin, ne gördün?” diye sormuş. Zeynep Hz. Peygamber’in eşleri arasında güzellik ve Peygamber yanındaki mevkii bakımından benimle yarış içinde olan bir kadın olduğu halde 'Ey Allah’ın Resulü! Ben gözümü ve kulağımı sakınırım. Onun hakkında sadece hayır biliyorum' diye cevap vermiş. Allah dindarlığı sebebiyle onu bu iftiraya katılmaktan korudu. Kız kardeşi Hamne ise iftiraya tutunmuş ve iftiracıların dedikodularını yaymış, bu sebeple helak olanlarla birlikte helak olmuştu.
Zührî şöyle demiştir: İşte bu iftiracılar hakkında bize ulaşan hadis böyledir. Urve şöyle demiştir: Hz. Aişe (r.anha) şöyle buyurdu: 'Sübhanallah, hakkında iftira atılıp dedikodu yapılan adam 'Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, [kendisine yapılan iftirayı reddederek] ben hayatımda hiçbir kadının elbisesini açmadım' derdi. Sonra o zat [Safvan b. Muattal] Allah yolunda şehit oldu.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
31936, B004141
Hadis:
حَدَّثَنَا عَبْدُ الْعَزِيزِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ سَعْدٍ عَنْ صَالِحٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ قَالَ حَدَّثَنِى عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ وَسَعِيدُ بْنُ الْمُسَيَّبِ وَعَلْقَمَةُ بْنُ وَقَّاصٍ وَعُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُتْبَةَ بْنِ مَسْعُودٍ عَنْ عَائِشَةَ رضى الله عنها زَوْجِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم حِينَ قَالَ لَهَا أَهْلُ الإِفْكِ مَا قَالُوا ، وَكُلُّهُمْ حَدَّثَنِى طَائِفَةً مِنْ حَدِيثِهَا ، وَبَعْضُهُمْ كَانَ أَوْعَى لِحَدِيثِهَا مِنْ بَعْضٍ وَأَثْبَتَ لَهُ اقْتِصَاصًا ، وَقَدْ وَعَيْتُ عَنْ كُلِّ رَجُلٍ مِنْهُمُ الْحَدِيثَ الَّذِى حَدَّثَنِى عَنْ عَائِشَةَ ، وَبَعْضُ حَدِيثِهِمْ يُصَدِّقُ بَعْضًا ، وَإِنْ كَانَ بَعْضُهُمْ أَوْعَى لَهُ مِنْ بَعْضٍ ، قَالُوا قَالَتْ عَائِشَةُ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِذَا أَرَادَ سَفَرًا أَقْرَعَ بَيْنَ أَزْوَاجِهِ ، فَأَيُّهُنَّ خَرَجَ سَهْمُهَا ، خَرَجَ بِهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَعَهُ ، قَالَتْ عَائِشَةُ فَأَقْرَعَ بَيْنَنَا فِى غَزْوَةٍ غَزَاهَا فَخَرَجَ فِيهَا سَهْمِى ، فَخَرَجْتُ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بَعْدَ مَا أُنْزِلَ الْحِجَابُ ، فَكُنْتُ أُحْمَلُ فِى هَوْدَجِى وَأُنْزَلُ فِيهِ ، فَسِرْنَا حَتَّى إِذَا فَرَغَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ غَزْوَتِهِ تِلْكَ وَقَفَلَ ، دَنَوْنَا مِنَ الْمَدِينَةِ قَافِلِينَ ، آذَنَ لَيْلَةً بِالرَّحِيلِ ، فَقُمْتُ حِينَ آذَنُوا بِالرَّحِيلِ فَمَشَيْتُ حَتَّى جَاوَزْتُ الْجَيْشَ ، فَلَمَّا قَضَيْتُ شَأْنِى أَقْبَلْتُ إِلَى رَحْلِى ، فَلَمَسْتُ صَدْرِى ، فَإِذَا عِقْدٌ لِى مِنْ جَزْعِ ظَفَارِ قَدِ انْقَطَعَ ، فَرَجَعْتُ فَالْتَمَسْتُ عِقْدِى ، فَحَبَسَنِى ابْتِغَاؤُهُ ، قَالَتْ وَأَقْبَلَ الرَّهْطُ الَّذِينَ كَانُوا يُرَحِّلُونِى فَاحْتَمَلُوا هَوْدَجِى ، فَرَحَلُوهُ عَلَى بَعِيرِى الَّذِى كُنْتُ أَرْكَبُ عَلَيْهِ ، وَهُمْ يَحْسِبُونَ أَنِّى فِيهِ ، وَكَانَ النِّسَاءُ إِذْ ذَاكَ خِفَافًا لَمْ يَهْبُلْنَ وَلَمْ يَغْشَهُنَّ اللَّحْمُ ، إِنَّمَا يَأْكُلْنَ الْعُلْقَةَ مِنَ الطَّعَامِ ، فَلَمْ يَسْتَنْكِرِ الْقَوْمُ خِفَّةَ الْهَوْدَجِ حِينَ رَفَعُوهُ وَحَمَلُوهُ ، وَكُنْتُ جَارِيَةً حَدِيثَةَ السِّنِّ ، فَبَعَثُوا الْجَمَلَ فَسَارُوا ، وَوَجَدْتُ عِقْدِى بَعْدَ مَا اسْتَمَرَّ الْجَيْشُ ، فَجِئْتُ مَنَازِلَهُمْ وَلَيْسَ بِهَا مِنْهُمْ دَاعٍ وَلاَ مُجِيبٌ ، فَتَيَمَّمْتُ مَنْزِلِى الَّذِى كُنْتُ بِهِ ، وَظَنَنْتُ أَنَّهُمْ سَيَفْقِدُونِى فَيَرْجِعُونَ إِلَىَّ ، فَبَيْنَا أَنَا جَالِسَةٌ فِى مَنْزِلِى غَلَبَتْنِى عَيْنِى فَنِمْتُ ، وَكَانَ صَفْوَانُ بْنُ الْمُعَطَّلِ السُّلَمِىُّ ثُمَّ الذَّكْوَانِىُّ مِنْ وَرَاءِ الْجَيْشِ ، فَأَصْبَحَ عِنْدَ مَنْزِلِى فَرَأَى سَوَادَ إِنْسَانٍ نَائِمٍ ، فَعَرَفَنِى حِينَ رَآنِى ، وَكَانَ رَآنِى قَبْلَ الْحِجَابِ ، فَاسْتَيْقَظْتُ بِاسْتِرْجَاعِهِ حِينَ عَرَفَنِى ، فَخَمَّرْتُ وَجْهِى بِجِلْبَابِى ، وَاللَّهِ مَا تَكَلَّمْنَا بِكَلِمَةٍ وَلاَ سَمِعْتُ مِنْهُ كَلِمَةً غَيْرَ اسْتِرْجَاعِهِ ، وَهَوَى حَتَّى أَنَاخَ رَاحِلَتَهُ ، فَوَطِئَ عَلَى يَدِهَا ، فَقُمْتُ إِلَيْهَا فَرَكِبْتُهَا ، فَانْطَلَقَ يَقُودُ بِى الرَّاحِلَةَ حَتَّى أَتَيْنَا الْجَيْشَ مُوغِرِينَ فِى نَحْرِ الظَّهِيرَةِ ، وَهُمْ نُزُولٌ - قَالَتْ - فَهَلَكَ { فِىَّ } مَنْ هَلَكَ ، وَكَانَ الَّذِى تَوَلَّى كِبْرَ الإِفْكِ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ أُبَىٍّ ابْنَ سَلُولَ . قَالَ عُرْوَةُ أُخْبِرْتُ أَنَّهُ كَانَ يُشَاعُ وَيُتَحَدَّثُ بِهِ عِنْدَهُ ، فَيُقِرُّهُ وَيَسْتَمِعُهُ وَيَسْتَوْشِيهِ . وَقَالَ عُرْوَةُ أَيْضًا لَمْ يُسَمَّ مِنْ أَهْلِ الإِفْكِ أَيْضًا إِلاَّ حَسَّانُ بْنُ ثَابِتٍ ، وَمِسْطَحُ بْنُ أُثَاثَةَ ، وَحَمْنَةُ بِنْتُ جَحْشٍ فِى نَاسٍ آخَرِينَ ، لاَ عِلْمَ لِى بِهِمْ ، غَيْرَ أَنَّهُمْ عُصْبَةٌ - كَمَا قَالَ اللَّهُ تَعَالَى - وَإِنَّ كُبْرَ ذَلِكَ يُقَالُ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أُبَىٍّ ابْنُ سَلُولَ . قَالَ عُرْوَةُ كَانَتْ عَائِشَةُ تَكْرَهُ أَنْ يُسَبَّ عِنْدَهَا حَسَّانُ ، وَتَقُولُ إِنَّهُ الَّذِى قَالَ فَإِنَّ أَبِى وَوَالِدَهُ وَعِرْضِى لِعِرْضِ مُحَمَّدٍ مِنْكُمْ وِقَاءُ قَالَتْ عَائِشَةُ فَقَدِمْنَا الْمَدِينَةَ فَاشْتَكَيْتُ حِينَ قَدِمْتُ شَهْرًا ، وَالنَّاسُ يُفِيضُونَ فِى قَوْلِ أَصْحَابِ الإِفْكِ ، لاَ أَشْعُرُ بِشَىْءٍ مِنْ ذَلِكَ ، وَهْوَ يَرِيبُنِى فِى وَجَعِى أَنِّى لاَ أَعْرِفُ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم اللُّطْفَ الَّذِى كُنْتُ أَرَى مِنْهُ حِينَ أَشْتَكِى ، إِنَّمَا يَدْخُلُ عَلَىَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَيُسَلِّمُ ثُمَّ يَقُولُ « كَيْفَ تِيكُمْ » ثُمَّ يَنْصَرِفُ ، فَذَلِكَ يَرِيبُنِى وَلاَ أَشْعُرُ بِالشَّرِّ ، حَتَّى خَرَجْتُ حِينَ نَقَهْتُ ، فَخَرَجْتُ مَعَ أُمِّ مِسْطَحٍ قِبَلَ الْمَنَاصِعِ ، وَكَانَ مُتَبَرَّزَنَا ، وَكُنَّا لاَ نَخْرُجُ إِلاَّ لَيْلاً إِلَى لَيْلٍ ، وَذَلِكَ قَبْلَ أَنْ نَتَّخِذَ الْكُنُفَ قَرِيبًا مِنْ بُيُوتِنَا . قَالَتْ وَأَمْرُنَا أَمْرُ الْعَرَبِ الأُوَلِ فِى الْبَرِّيَّةِ قِبَلَ الْغَائِطِ ، وَكُنَّا نَتَأَذَّى بِالْكُنُفِ أَنْ نَتَّخِذَهَا عِنْدَ بُيُوتِنَا ، قَالَتْ فَانْطَلَقْتُ أَنَا وَأُمُّ مِسْطَحٍ وَهْىَ ابْنَةُ أَبِى رُهْمِ بْنِ الْمُطَّلِبِ بْنِ عَبْدِ مَنَافٍ ، وَأُمُّهَا بِنْتُ صَخْرِ بْنِ عَامِرٍ خَالَةُ أَبِى بَكْرٍ الصِّدِّيقِ ، وَابْنُهَا مِسْطَحُ بْنُ أُثَاثَةَ بْنِ عَبَّادِ بْنِ الْمُطَّلِبِ ، فَأَقْبَلْتُ أَنَا وَأُمُّ مِسْطَحٍ قِبَلَ بَيْتِى ، حِينَ فَرَغْنَا مِنْ شَأْنِنَا ، فَعَثَرَتْ أُمُّ مِسْطَحٍ فِى مِرْطِهَا فَقَالَتْ تَعِسَ مِسْطَحٌ . فَقُلْتُ لَهَا بِئْسَ مَا قُلْتِ ، أَتَسُبِّينَ رَجُلاً شَهِدَ بَدْرًا فَقَالَتْ أَىْ هَنْتَاهْ وَلَمْ تَسْمَعِى مَا قَالَ قَالَتْ وَقُلْتُ مَا قَالَ فَأَخْبَرَتْنِى بِقَوْلِ أَهْلِ الإِفْكِ - قَالَتْ - فَازْدَدْتُ مَرَضًا عَلَى مَرَضِى ، فَلَمَّا رَجَعْتُ إِلَى بَيْتِى دَخَلَ عَلَىَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَسَلَّمَ ثُمَّ قَالَ « كَيْفَ تِيكُمْ » . فَقُلْتُ لَهُ أَتَأْذَنُ لِى أَنْ آتِىَ أَبَوَىَّ قَالَتْ وَأُرِيدُ أَنْ أَسْتَيْقِنَ الْخَبَرَ مِنْ قِبَلِهِمَا ، قَالَتْ فَأَذِنَ لِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ، فَقُلْتُ لأُمِّى يَا أُمَّتَاهُ مَاذَا يَتَحَدَّثُ النَّاسُ قَالَتْ يَا بُنَيَّةُ هَوِّنِى عَلَيْكِ ، فَوَاللَّهِ لَقَلَّمَا كَانَتِ امْرَأَةٌ قَطُّ وَضِيئَةً عِنْدَ رَجُلٍ يُحِبُّهَا لَهَا ضَرَائِرُ إِلاَّ كَثَّرْنَ عَلَيْهَا . قَالَتْ فَقُلْتُ سُبْحَانَ اللَّهِ أَوَلَقَدْ تَحَدَّثَ النَّاسُ بِهَذَا قَالَتْ فَبَكَيْتُ تِلْكَ اللَّيْلَةَ ، حَتَّى أَصْبَحْتُ لاَ يَرْقَأُ لِى دَمْعٌ ، وَلاَ أَكْتَحِلُ بِنَوْمٍ ، ثُمَّ أَصْبَحْتُ أَبْكِى - قَالَتْ - وَدَعَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلِىَّ بْنَ أَبِى طَالِبٍ وَأُسَامَةَ بْنَ زَيْدٍ حِينَ اسْتَلْبَثَ الْوَحْىُ يَسْأَلُهُمَا وَيَسْتَشِيرُهُمَا فِى فِرَاقِ أَهْلِهِ - قَالَتْ - فَأَمَّا أُسَامَةُ فَأَشَارَ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِالَّذِى يَعْلَمُ مِنْ بَرَاءَةِ أَهْلِهِ ، وَبِالَّذِى يَعْلَمُ لَهُمْ فِى نَفْسِهِ ، فَقَالَ أُسَامَةُ أَهْلَكَ وَلاَ نَعْلَمُ إِلاَّ خَيْرًا . وَأَمَّا عَلِىٌّ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ لَمْ يُضَيِّقِ اللَّهُ عَلَيْكَ ، وَالنِّسَاءُ سِوَاهَا كَثِيرٌ ، وَسَلِ الْجَارِيَةَ تَصْدُقْكَ . قَالَتْ فَدَعَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بَرِيرَةَ فَقَالَ « أَىْ بَرِيرَةُ هَلْ رَأَيْتِ مِنْ شَىْءٍ يَرِيبُكِ » . قَالَتْ لَهُ بَرِيرَةُ وَالَّذِى بَعَثَكَ بِالْحَقِّ مَا رَأَيْتُ عَلَيْهَا أَمْرًا قَطُّ أَغْمِصُهُ ، غَيْرَ أَنَّهَا جَارِيَةٌ حَدِيثَةُ السِّنِّ تَنَامُ عَنْ عَجِينِ أَهْلِهَا ، فَتَأْتِى الدَّاجِنُ فَتَأْكُلُهُ - قَالَتْ - فَقَامَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ يَوْمِهِ ، فَاسْتَعْذَرَ مِنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أُبَىٍّ وَهْوَ عَلَى الْمِنْبَرِ فَقَالَ « يَا مَعْشَرَ الْمُسْلِمِينَ مَنْ يَعْذِرُنِى مِنْ رَجُلٍ قَدْ بَلَغَنِى عَنْهُ أَذَاهُ فِى أَهْلِى ، وَاللَّهِ مَا عَلِمْتُ عَلَى أَهْلِى إِلاَّ خَيْرًا ، وَلَقَدْ ذَكَرُوا رَجُلاً مَا عَلِمْتُ عَلَيْهِ إِلاَّ خَيْرًا ، وَمَا يَدْخُلُ عَلَى أَهْلِى إِلاَّ مَعِى » . قَالَتْ فَقَامَ سَعْدُ بْنُ مُعَاذٍ أَخُو بَنِى عَبْدِ الأَشْهَلِ فَقَالَ أَنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ أَعْذِرُكَ ، فَإِنْ كَانَ مِنَ الأَوْسِ ضَرَبْتُ عُنُقَهُ ، وَإِنْ كَانَ مِنْ إِخْوَانِنَا مِنَ الْخَزْرَجِ أَمَرْتَنَا فَفَعَلْنَا أَمْرَكَ . قَالَتْ فَقَامَ رَجُلٌ مِنَ الْخَزْرَجِ ، وَكَانَتْ أُمُّ حَسَّانَ بِنْتَ عَمِّهِ مِنْ فَخِذِهِ ، وَهْوَ سَعْدُ بْنُ عُبَادَةَ ، وَهْوَ سَيِّدُ الْخَزْرَجِ - قَالَتْ - وَكَانَ قَبْلَ ذَلِكَ رَجُلاً صَالِحًا ، وَلَكِنِ احْتَمَلَتْهُ الْحَمِيَّةُ فَقَالَ لِسَعْدٍ كَذَبْتَ لَعَمْرُ اللَّهِ لاَ تَقْتُلُهُ ، وَلاَ تَقْدِرُ عَلَى قَتْلِهِ ، وَلَوْ كَانَ مِنْ رَهْطِكَ مَا أَحْبَبْتَ أَنْ يُقْتَلَ . فَقَامَ أُسَيْدُ بْنُ حُضَيْرٍ - وَهْوَ ابْنُ عَمِّ سَعْدٍ - فَقَالَ لِسَعْدِ بْنِ عُبَادَةَ كَذَبْتَ لَعَمْرُ اللَّهِ لَنَقْتُلَنَّهُ ، فَإِنَّكَ مُنَافِقٌ تُجَادِلُ عَنِ الْمُنَافِقِينَ . قَالَتْ فَثَارَ الْحَيَّانِ الأَوْسُ وَالْخَزْرَجُ حَتَّى هَمُّوا أَنْ يَقْتَتِلُوا ، وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَائِمٌ عَلَى الْمِنْبَرِ - قَالَتْ - فَلَمْ يَزَلْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُخَفِّضُهُمْ حَتَّى سَكَتُوا وَسَكَتَ - قَالَتْ - فَبَكَيْتُ يَوْمِى ذَلِكَ كُلَّهُ ، لاَ يَرْقَأُ لِى دَمْعٌ ، وَلاَ أَكْتَحِلُ بِنَوْمٍ - قَالَتْ - وَأَصْبَحَ أَبَوَاىَ عِنْدِى ، وَقَدْ بَكَيْتُ لَيْلَتَيْنِ وَيَوْمًا ، لاَ يَرْقَأُ لِى دَمْعٌ ، وَلاَ أَكْتَحِلُ بِنَوْمٍ ، حَتَّى إِنِّى لأَظُنُّ أَنَّ الْبُكَاءَ فَالِقٌ كَبِدِى ، فَبَيْنَا أَبَوَاىَ جَالِسَانِ عِنْدِى وَأَنَا أَبْكِى فَاسْتَأْذَنَتْ عَلَىَّ امْرَأَةٌ مِنَ الأَنْصَارِ ، فَأَذِنْتُ لَهَا ، فَجَلَسَتْ تَبْكِى مَعِى - قَالَتْ - فَبَيْنَا نَحْنُ عَلَى ذَلِكَ دَخَلَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلَيْنَا ، فَسَلَّمَ ثُمَّ جَلَسَ - قَالَتْ - وَلَمْ يَجْلِسْ عِنْدِى مُنْذُ قِيلَ مَا قِيلَ قَبْلَهَا ، وَقَدْ لَبِثَ شَهْرًا لاَ يُوحَى إِلَيْهِ فِى شَأْنِى بِشَىْءٍ - قَالَتْ - فَتَشَهَّدَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حِينَ جَلَسَ ثُمَّ قَالَ « أَمَّا بَعْدُ ، يَا عَائِشَةُ إِنَّهُ بَلَغَنِى عَنْكِ كَذَا وَكَذَا ، فَإِنْ كُنْتِ بَرِيئَةً ، فَسَيُبَرِّئُكِ اللَّهُ ، وَإِنْ كُنْتِ أَلْمَمْتِ بِذَنْبٍ ، فَاسْتَغْفِرِى اللَّهَ وَتُوبِى إِلَيْهِ ، فَإِنَّ الْعَبْدَ إِذَا اعْتَرَفَ ثُمَّ تَابَ تَابَ اللَّهُ عَلَيْهِ » . قَالَتْ فَلَمَّا قَضَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَقَالَتَهُ قَلَصَ دَمْعِى حَتَّى مَا أُحِسُّ مِنْهُ قَطْرَةً ، فَقُلْتُ لأَبِى أَجِبْ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَنِّى فِيمَا قَالَ . فَقَالَ أَبِى وَاللَّهِ مَا أَدْرِى مَا أَقُولُ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . فَقُلْتُ لأُمِّى أَجِيبِى رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِيمَا قَالَ . قَالَتْ أُمِّى وَاللَّهِ مَا أَدْرِى مَا أَقُولُ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . فَقُلْتُ وَأَنَا جَارِيَةٌ حَدِيثَةُ السِّنِّ لاَ أَقْرَأُ مِنَ الْقُرْآنِ كَثِيرًا إِنِّى وَاللَّهِ لَقَدْ عَلِمْتُ لَقَدْ سَمِعْتُمْ هَذَا الْحَدِيثَ حَتَّى اسْتَقَرَّ فِى أَنْفُسِكُمْ وَصَدَّقْتُمْ بِهِ ، فَلَئِنْ قُلْتُ لَكُمْ إِنِّى بَرِيئَةٌ لاَ تُصَدِّقُونِى ، وَلَئِنِ اعْتَرَفْتُ لَكُمْ بِأَمْرٍ ، وَاللَّهُ يَعْلَمُ أَنِّى مِنْهُ بَرِيئَةٌ لَتُصَدِّقُنِّى ، فَوَاللَّهِ لاَ أَجِدُ لِى وَلَكُمْ مَثَلاً إِلاَّ أَبَا يُوسُفَ حِينَ قَالَ ( فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ ) ثُمَّ تَحَوَّلْتُ وَاضْطَجَعْتُ عَلَى فِرَاشِى ، وَاللَّهُ يَعْلَمُ أَنِّى حِينَئِذٍ بَرِيئَةٌ ، وَأَنَّ اللَّهَ مُبَرِّئِى بِبَرَاءَتِى وَلَكِنْ وَاللَّهِ مَا كُنْتُ أَظُنُّ أَنَّ اللَّهَ مُنْزِلٌ فِى شَأْنِى وَحْيًا يُتْلَى ، لَشَأْنِى فِى نَفْسِى كَانَ أَحْقَرَ مِنْ أَنْ يَتَكَلَّمَ اللَّهُ فِىَّ بِأَمْرٍ ، وَلَكِنْ كُنْتُ أَرْجُو أَنْ يَرَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى النَّوْمِ رُؤْيَا يُبَرِّئُنِى اللَّهُ بِهَا ، فَوَاللَّهِ مَا رَامَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَجْلِسَهُ ، وَلاَ خَرَجَ أَحَدٌ مِنْ أَهْلِ الْبَيْتِ ، حَتَّى أُنْزِلَ عَلَيْهِ ، فَأَخَذَهُ مَا كَانَ يَأْخُذُهُ مِنَ الْبُرَحَاءِ ، حَتَّى إِنَّهُ لَيَتَحَدَّرُ مِنْهُ مِنَ الْعَرَقِ مِثْلُ الْجُمَانِ وَهْوَ فِى يَوْمٍ شَاتٍ ، مِنْ ثِقَلِ الْقَوْلِ الَّذِى أُنْزِلَ عَلَيْهِ - قَالَتْ - فَسُرِّىَ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَهْوَ يَضْحَكُ ، فَكَانَتْ أَوَّلَ كَلِمَةٍ تَكَلَّمَ بِهَا أَنْ قَالَ « يَا عَائِشَةُ أَمَّا اللَّهُ فَقَدْ بَرَّأَكِ » . قَالَتْ فَقَالَتْ لِى أُمِّى قُومِى إِلَيْهِ . فَقُلْتُ وَاللَّهِ لاَ أَقُومُ إِلَيْهِ ، فَإِنِّى لاَ أَحْمَدُ إِلاَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ - قَالَتْ - وَأَنْزَلَ اللَّهُ تَعَالَى ( إِنَّ الَّذِينَ جَاءُوا بِالإِفْكِ ) الْعَشْرَ الآيَاتِ ، ثُمَّ أَنْزَلَ اللَّهُ هَذَا فِى بَرَاءَتِى . قَالَ أَبُو بَكْرٍ الصِّدِّيقُ - وَكَانَ يُنْفِقُ عَلَى مِسْطَحِ بْنِ أُثَاثَةَ لِقَرَابَتِهِ مِنْهُ وَفَقْرِهِ - وَاللَّهِ لاَ أُنْفِقُ عَلَى مِسْطَحٍ شَيْئًا أَبَدًا بَعْدَ الَّذِى قَالَ لِعَائِشَةَ مَا قَالَ . فَأَنْزَلَ اللَّهُ ( وَلاَ يَأْتَلِ أُولُو الْفَضْلِ مِنْكُمْ ) إِلَى قَوْلِهِ ( غَفُورٌ رَحِيمٌ ) قَالَ أَبُو بَكْرٍ الصِّدِّيقُ بَلَى وَاللَّهِ إِنِّى لأُحِبُّ أَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لِى . فَرَجَعَ إِلَى مِسْطَحٍ النَّفَقَةَ الَّتِى كَانَ يُنْفِقُ عَلَيْهِ وَقَالَ وَاللَّهِ لاَ أَنْزِعُهَا مِنْهُ أَبَدًا . قَالَتْ عَائِشَةُ وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم سَأَلَ زَيْنَبَ بِنْتَ جَحْشٍ عَنْ أَمْرِى ، فَقَالَ لِزَيْنَبَ « مَاذَا عَلِمْتِ أَوْ رَأَيْتِ » . فَقَالَتْ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَحْمِى سَمْعِى وَبَصَرِى ، وَاللَّهِ مَا عَلِمْتُ إِلاَّ خَيْرًا . قَالَتْ عَائِشَةُ وَهْىَ الَّتِى كَانَتْ تُسَامِينِى مِنْ أَزْوَاجِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم . فَعَصَمَهَا اللَّهُ بِالْوَرَعِ - قَالَتْ - وَطَفِقَتْ أُخْتُهَا حَمْنَةُ تُحَارِبُ لَهَا ، فَهَلَكَتْ فِيمَنْ هَلَكَ . قَالَ ابْنُ شِهَابٍ فَهَذَا الَّذِى بَلَغَنِى مِنْ حَدِيثِ هَؤُلاَءِ الرَّهْطِ . ثُمَّ قَالَ عُرْوَةُ قَالَتْ عَائِشَةُ وَاللَّهِ إِنَّ الرَّجُلَ الَّذِى قِيلَ لَهُ ما قِيلَ لَيَقُولُ سُبْحَانَ اللَّهِ فَوَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ مَا كَشَفْتُ مِنْ كَنَفِ أُنْثَى قَطُّ . قَالَتْ ثُمَّ قُتِلَ بَعْدَ ذَلِكَ فِى سَبِيلِ اللَّهِ .
Tercemesi:
Bize Abdülaziz b. Abdullah, ona İbrahim b. Sa’d, ona Sâlih, ona İbn Şihâb şöyle rivayet etmiştir:
Bana Urve b. ez-Zübeyr, Saîd b. Müseyyeb, Alkame b. Vakkâs ve Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesûd, Hz. Peygamber’in (sav) hanımı Hz. Aişe’den (r.anha) ifk hadisesi ve insanların söylentileri hakkındaki hadisi rivayet ettiler. Bazıları rivayeti diğerlerinden daha iyi bellemiş ve daha sağlam anlatıyor olduğu halde hepsi ilgili hadisin bir kısmını aktardılar. Her birinin Hz. Aişe’den naklettikleri rivayetlerini iyice öğrendim. İçlerinde bazıları rivayeti daha iyi bellemiş olsa da rivayetleri birbirini tasdik ediyordu. Şöyle dediler: Hz. Aişe (r.anha) şöyle rivayet etmiştir:
Rasulullah (sav) seyahate çıkacağı zaman eşleri arasında kura çeker, kurada hangisi çıkarsa onu yanında götürürdü. Bir gazve sırasında eşleri arasında kura çekti ve kurada ben çıktım. Böylece örtünme ayeti indirildikten sonraki bir zamanda Hz. Peygamberle (sav) birlikte yola çıktık. Ben [kervan] yürürken de konaklarken de hevdecim içinde bulunuyordum. Yolculuğa devam ettik, nihayetinde Rasulullah bu gazvedeki hedefini gerçekleştirdi ve geri dönmeye başladı. Yola çıkıp Medine’ye doğru hareket ettik. Bir gece, yola çıkılacağı ilan edildi. Bu esnada ben de [ihtiyacımı gidermek için] biraz öteye yürüdüm ordunun bulunduğu yerin ötesine geçtim. İhtiyacımı gördükten sonra bineğime doğru yöneldim. Bu sırada göğsümü yokladım. Bir de baktım ki Yemen boncuğundan yapılmış gerdanım kopup düşmüş. Hemen dönüp gerdanlığımı aradım ama onu aramak beni orduya yetişmekten alı koydu. Beni taşıyan grup gelmiş ve benim içinde olduğumu zannederek hevdecimi yüklenerek yolculuk yaptığım devenin üzerine koymuşlar. O zaman kadınlar zayıftı, şişman değillerdi. Çünkü azıcık yemek yerlerdi. Ben de henüz genç bir kadın olduğun için insanlar kaldırıp götürdükleri hevdecin hafif olduğunu fark edememişler. Deveyi önlerine katıp yola devam etmişler. Ben de ordu gittikten sonra gerdanlığımı buldum. Ordunun konakladığı yere geldim ama hiç kimse yoktu. Belki benim orada olmadığımı anlayıp geri dönerler diye konakladığım yere gittim. Ben orada öyle otururken göz kapaklarım ağırlaştı ve uyudum. Safvan b. el-Muattal es-Sülemî ez-Zekvânî ordunun arkasında kalmıştı. Sabahleyin benim konakladığım yere gelince uyuyan bir insanın karaltısını görmüş. Örtünme emrinden önce beni görmüş olduğu için beni tanımış. Beni tanıdığında söylemiş olduğu “İnna lillahi ve innâ ileyhi raciûn” [Biz Allah’a aidiz ve yine ona döneriz (Bakara, 2/156)] sözleriyle uyandım. Yüzümü hemen örtümle örttüm. Vallahi bundan başka onunla ne bir kelime konuştuk ne de ondan başka bir söz işittim. Hızlıca yanıma gelip devesini çöktürdü ve [bineğe yardım almadan binebilmem için] devenin ön ayaklarını yere yaydı. Ben de kalkıp deveye bindim. Beni öğle sıcağında mola vermiş ordunun olduğu yere kadar götürdü. Bana iftira edip helak olanlar helak olmuşlardır. İfk hadisesinde bu işin başını Abdullah b. Übey b. Selül çekmiştir.
[İbn Şihâb ez-Zührî'ye olayı aktaran ravilerden] Urve b. ez-Zübeyr [rivayetinde] şöyle demiştir: 'Bana aktarıldığına göre iftira yayıldığında, bu söz Abdullah b Ubeyy’in yanında konuşulur, o da sözü söyleyene kulak verir, onu onaylar ve insanlar arasında gündeme getirerek yayardı'. Urve sözlerine devamla dedi ki, 'İftira sahiplerinin içinde sadece Hassân b. Sâbit, Mıstah b. Üsâse ve Hamne bint Cahş’ın isimleri söylenmiştir. Diğerleri hakkında bir bilgim yoktur. Ancak onlar Yüce Allah’ın buyurduğu üzere “ [On kişiden müteşekkil] bir gruptan” ibarettiler. İftiranın yayılması konusunda en büyük pay sahibinin Abdullah b. Übey b. Selûl olduğu söylenirdi.
Urve b. ez-Zübeyr sözlerine şöyle devam etti: Aişe yanında Hassân b. Sâbit’e sövülmesinden hoşlanmaz; "O 'Babam, babamın babası ve benim ırzım; size karşı Muhammed’e kalkandır' şeklinde şiir yazan [kafirlere karşı Hz. Peygamber'i savunmuş] biridir"derdi.
Hz. Aişe (r.anha) olayı şöyle anlatmaya devam etmiştir: Nihayetinde Medine’ye vardık. Oraya geldikten sonra ben bir ay hasta oldum. Bu arada insanlar iftira sahiplerinin sözlerine dalmışlar. Ben ise bunların farkında değildim. Bu ağrılı halimde beni şüphelendiren tek şey vardı: Ben önceden hastalandığımda Rasulullah’tan gördüğüm şefkatli muameleyi artık göremiyordum. Allah Resulü (sav) yanıma girdiğinde selam veriyor ve adımı söylemeden “bu nasıl?” diyor ve hemen ayrılıyordu. Bu durum beni şüphelendirse de hâlâ kötü bir şey olduğunu hissetmiyordum. Hastalığım biraz geçince dışarı çıktım. Ümmü Mistah ile birlikte ihtiyacımızı giderdiğimiz yer olan Menâsi tarafına doğru gittik. Oraya ancak geceleyin giderdik. Bu olay evlerimizin yakınına [tuvalet için] korunaklı yerler yapmadan önceydi. O zamanlar tuvalete karşı tavrımız çöldeki eski Arapların tavırlarına benziyordu. Evlerimizde [tuvalet için] korunaklı yerler belirlemekten [oluşturacağı kötü kokudan] sıkıntı duyardık. Hz. Aişe sözlerine devamla dedi ki, Ebu Ruhm b. el-Muttalib b. Abdimenâf’ın kızı olan Ümmü Mıstah ile birlikte oradan ayrıldık. Onun annesi Sahr b. Amir kızı ve Ebu Bekir es-Sıddîk’ın teyzesiydi. Oğlu Mıstah b. Esâse b. Abbad b. Muttalib’di. İşimiz bitince Ümmü Mıstah ile birlikte evime doğru yöneldik. Ümmü Mıstah’ın ayağı sürçtü ve oğluna beddua edip “Mıstah helak olsun!” dedi. Ben “Ne fena söz söyledin! Bedir’e katılmış bir kişi hakkında mı böyle söylüyorsun?” dedim. “Ah seni saf! Onun ne söylediğini duymadın mı?” diye sordu. Ben “Ne söylemiş?” dedim. Bana iftira edenlerin sözlerini bir bir anlattı. Bu sözler hastalığıma hastalık kattı. Evime döndüğümde Rasulullah (sav) yanıma girdi ve “Hastanız nasıl?” diye sordu. Ona “Anne babama gitmeme izin verir misiniz?” diye sordum. O zaman bu söylentileri annem ve babam tarafından duyup iyice anlamak istiyordum. Rasulullah (sav) bana izin verdi. Annemin yanına gidip ona “Annecim! İnsanlar ne konuşuyorlar?” diye sordum. Annem şöyle dedi: “Kızım! Kendini üzme. Bir erkeğin yanında sevdiği güzel bir kadın varsa ve onun birçok kuması da bulunuyorsa mutlaka onun hakkında böyle ileri geri konuşurlar.” Ben “Sübhanallah! İnsanlar bunları mı konuşuyorlar!” dedim ve gece boyunca ağladım. Sabah kalktığımda göz pınarlarım kurumuştu. Gözüme uyku girmemişti. Ağlayarak sabahı etmiştim. Vahiy geciktiği için ailesi ile ayrılması konusunda onlarla istişare etmek için Rasulullah (sav) Ali b. Ebû Tâlib ve Üsâme b. Zeyd’i yanına çağırmış. Üsame b. Zeyd, Rasulullah’ın ailesinin suçsuz olduğuna ve [bu iftiraya inanan arkadaşlarına] karşı sevgi beslediğine dair görüş bildirmiş ve “Senin ailen hakkında ancak hayır düşünürüz” demiş. Ali b. Ebû Tâlib ise “Ey Allah’ın Resulü! Allah sana [evlenme ve boşanma hususunda] darlık vermemiştir. Aişe dışında bir sürü kadın var! Cariyesine sor, sana doğruyu söyleyecektir” demiş. Bunun üzerine Rasulullah (sav) Berire’yi çağırmış ve “Berire! Seni şüphelendiren bir şey gördün mü?” diye sormuş. Berire ona “Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki onu ayıplayacak hiçbir şey görmedim. O saf genç bir kız daha. Ailesinin hamurunu yoğurup uyur, evcil hayvanlar gelip hamurdan yer [onun ruhu duymazdı]. Bundan sonra Rasulullah (sav) o gün minbere çıktı ve Abdullah b. Übey hakkında söz söylemekten muaf tutulmasını isteyerek şöyle hitap etti: “Ey Müslümanlar! Eşim hakkında bana eziyet eden birine karşı bana kim yardım eder? Allah’a yemin olsun ki, ben eşim hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyorum. Bu iftiracılar meseleye bir adamın adını kattılar ki, onun hakkında da iyilikten başka bir şey bilmem. Bu adam ben yanında olmadan asla eşimin yanına girmiş değildir” buyurdu. Bunun üzerine Ensâr’ın Evs kabilesinden Abdüleşheloğullarının kardeşi Sa’d b. Muaz kalkıp “Ey Allah’ın Resulü! Ben sena yardım ederim. Eğer bu adam Evs’ten ise onun boynunu ben vuracağım. Eğer Hazreçli kardeşlerimizden ise bize emredersen gereğini yaparız” dedi. Bunun üzerine Hazreçli bir adam kalktı. Hassanʼın annesi aynı aşiretten onun amcasının kızıydı. Bu kişi Hazrec’in reisi olan Sa’d b. Ubâde idi. Bu olaydan önce iyi bir adamdı. Ama kabile asabiyetine kapıldı ve Sa’d b. Muâz’a “Hayır, yalan söylüyorsun. Allah’a yemin olsun ki onu öldürmezsin, öldüremezsin. Eğer senin kabilenden olsaydı öldürülmesini de istemezdin. Bunun üzerine Sa’d b. Muâz’ın amcasının oğlu olan Üseyd b. Hudayr ayağa kalktı ve Sa’d b. Übâde’ye “Yalan söylüyorsun, onu elbette öldürürdük. Sen münafıkları savunan münafığın birisin!” dedi. Evs ve Hazreç kabileleri birbirine girmişler, çatışacak hale gelmişlerdi. Rasulullah bu sırada minberde duruyordu. Rasulullah onları susturdu ve sakinleştirdi. Hepsi sustular, o da sustu. Ben o gün boyunca ağladım. Göz pınarlarım kurudu, gözüme uyku girmedi. Annem ve babam yanımda kaldılar. İki gece bir gün sürekli ağladım. Göz pınarlarım kurudu, gözüme uyku girmedi. Öyle ki ağlayışımın ciğerimi parçaladığını zannettim. Ben ağlarken annem ve babam yanımda oturuyorlardı. Derken birden bire Ensar’dan bir kadın yanıma gelmek için izin istedi. Ona izin verdim. Gelip yanıma oturdu ve benimle birlikte ağlamaya başladı. Biz bu haldeyken Rasulullah (sav) geldi ve selam verip oturdu. Bu söylentiler çıktığından beri benim yanımda oturmamıştı. Bir aydır benim hakkımda bir vahiy gelmemişti. Rasulullah (sav) otururken şehadet getirdi ve şöyle dedi: “Aişe! Bana senin hakkında şöyle haberler ulaştı. Eğer suçsuz isen Allah senin suçsuz olduğunu gösterecektir. Eğer günah işlemeye yeltenmişsen Allah’a istiğfar et, ona tövbe et. Kul itiraf ettiği ve tövbe ettiği zaman Allah onun tevbesini kabul eder.” Rasulullah (sav) sözünü bitirince gözümün yaşı kesildi, artık akacak damla kalmamıştı. Babama 'Rasulullah’a benim için cevap ver' dedim. Babam “Ben Rasulullah’a ne diyeceğimi bilmiyorum” dedi. Anneme 'Anne, sen Rasulullah’a cevap ver' dedim. Annem de 'Ben de ne diyeceğimi bilmiyorum' dedi. Daha Kur’an’dan fazla bir şey okumamış genç bir hanım olduğum halde şunları söyledim: 'Sizin bu dedikoduları işittiğinizi biliyorum. Bu sözler içinizde yer etti ve belki onları tasdik ettiniz. Belki size suçsuz olduğumu söylesem bana inanmazsınız. Size bir şey itiraf etsem, ki Allah benim masum olduğumu biliyor, bana inanırsınız. Sizinle benim için misal olarak sadece Yusuf’un babasının şu sözlerini görüyorum: 'Artık bana düşen güzelce sabretmektir. Anlattıklarınıza karşı yardımına sığınılacak ancak Allah’tır' (Yusuf, 12/18). Bu sözleri söyleyip yatağıma yattım. Allah benim masum olduğumu biliyordu ve bunu herkese gösterecekti. Ama benim bu halim için [Kur'an'da yer alıp sürekli olarak] okunacak bir vahiy indireceğini zannetmiyordum. Kendi nazarımda halim Allah’ın hakkımda konuşmasını gerektirmeyecek kadar önemsizdi. Ancak Rasulullah’ın bir rüya görmesini ve Allah’ın bu rüya ile benim masumiyetimi ortaya koymasını umuyordum. Allah'a yemin olsun ki, Rasulullah oturduğu yerden kalkmamış, aileden kimse de yerinden ayrılmamıştı. Nihayet vahiy indirildi. Ona vahiy inerken gelen hal kendisini kapladı. Kış gününde bile inen vahyin ağırlığından dolayı vücudundan inci gibi ter damlaları dökülürdü. Rasullah’tan vahiy hali gidince sevincinden güldüğünü gördüm. Söylediği ilk söz “Aişe! Allah seni temize çıkardı” oldu. Bunun üzerine annem “Kızım, Rasulullah’a (sav) kalk da teşekkür et” dedi. Ben “Allah'a yemin olsun ki, ona kalkıp teşekkür etmem. Ancak Allah’a (ac) hamd ederim” dedim. Allah Teâlâ bu iftira olayı ile ilgili 'Sana iftira edenler…(Nur, 24/11-21)' ayetini; sonra benim masum olduğuma dair ayeti indirdi. Ebu Bekir es-Sıddık –hem akrabası hem de fakir olduğu önceden Mıstah b. Üsâse'ye yardım ederken- 'Vallahi Aişe hakkında söylediklerinden sonra Mıstah'a artık hiçbir şey vermem' diye yemin etti. Bunun üzerine Allah Teâlâ 'Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar akrabasına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur etmesin; affetsin, aldırış etmesin. Allah’ın sizi affetmesini istemez misiniz? Allah çok affeden, çok merhamet edendir' (Nur, 24/22) ayetini indirdi. Bunun üzerine babam Ebû Bekir es-Sıddîk: 'Vallahi, ben Allah’ın beni affetmesini elbette isterim' dedi ve Mıstah’a yaptığı yardıma devam etme kararı aldı ve 'Artık bu yardımı ebediyen kesmem' dedi. Rasulullah (sav) [eşi] Zeyneb bint Cahş'a benim hakkımda “Zeyneb! Aişe hakkında ne bilirsin, ne gördün?” diye sormuş. Zeynep Hz. Peygamber’in eşleri arasında güzellik ve Peygamber yanındaki mevkii bakımından benimle yarış içinde olan bir kadın olduğu halde 'Ey Allah’ın Resulü! Ben gözümü ve kulağımı sakınırım. Onun hakkında sadece hayır biliyorum' diye cevap vermiş. Allah dindarlığı sebebiyle onu bu iftiraya katılmaktan korudu. Kız kardeşi Hamne ise iftiraya tutunmuş ve iftiracıların dedikodularını yaymış, bu sebeple helak olanlarla birlikte helak olmuştu.
Zührî şöyle demiştir: İşte bu iftiracılar hakkında bize ulaşan hadis böyledir. Urve şöyle demiştir: Hz. Aişe (r.anha) şöyle buyurdu: 'Sübhanallah, hakkında iftira atılıp dedikodu yapılan adam 'Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, [kendisine yapılan iftirayı reddederek] ben hayatımda hiçbir kadının elbisesini açmadım' derdi. Sonra o zat [Safvan b. Muattal] Allah yolunda şehit oldu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Meğâzî 34, 2/79
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Ebu Abdullah Ubeydullah b. Abdullah el-Hüzeli (Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud b. Gâfil)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Muhammed Salih b. Keysan ed-Devsi (Salih b. Keysan)
5. Ebu İshak İbrahim b. Sa'd ez-Zührî (İbrahim b. Sa'd b. İbrahim b. Abdurrahman b. Avf)
6. Abdulaziz b. Abdullah el-Üveysi (Abdulaziz b. Abdullah b. Yahya b. Amr b. Üveys)
Konular:
Hadis Rivayeti
Hz. Peygamber, evlilikleri
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe'ye sevgisi
Hz. Peygamber, hanımlarıyla ilişkileri
Hz. Peygamber, Hüznü ve Sevinci
Hz. Peygamber, sahabe ile ilişkisi
Hz. Peygamber, sahabeyle iletişimi
Hz. Peygamber, terlemesi ve terinin saklanması
Hz. Peygamber, vahiy geldiğindeki halleri
İftira, iffetli kimseye
KTB, VAHİY
Kur'an, Nüzul sebebleri
Münafık, yaptıkları şeyler (Resulullah zamanında)
Sahabe, Aralalarındaki ihtilaflar
Sahabe, birbirine kaba sözleri
Sahabe, birbirlerine karşı kullandıkları üslup
Siyer, Bedir harbine katılan sahabiler
Vahiy, geliş şekilleri
Vahiy, vahyin kesilmesi
Öneri Formu
Hadis Id, No:
9653, B001423
Hadis:
حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا يَحْيَى عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ قَالَ حَدَّثَنِى خُبَيْبُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ حَفْصِ بْنِ عَاصِمٍ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ - رضى الله عنه - عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « سَبْعَةٌ يُظِلُّهُمُ اللَّهُ تَعَالَى فِى ظِلِّهِ يَوْمَ لاَ ظِلَّ إِلاَّ ظِلُّهُ إِمَامٌ عَدْلٌ ، وَشَابٌّ نَشَأَ فِى عِبَادَةِ اللَّهِ ، وَرَجُلٌ قَلْبُهُ مُعَلَّقٌ فِى الْمَسَاجِدِ ، وَرَجُلاَنِ تَحَابَّا فِى اللَّهِ اجْتَمَعَا عَلَيْهِ وَتَفَرَّقَا عَلَيْهِ ، وَرَجُلٌ دَعَتْهُ امْرَأَةٌ ذَاتُ مَنْصِبٍ وَجَمَالٍ فَقَالَ إِنِّى أَخَافُ اللَّهَ ، وَرَجُلٌ تَصَدَّقَ بِصَدَقَةٍ فَأَخْفَاهَا حَتَّى لاَ تَعْلَمَ شِمَالُهُ مَا تُنْفِقُ يَمِينُهُ ، وَرَجُلٌ ذَكَرَ اللَّهَ خَالِيًا فَفَاضَتْ عَيْنَاهُ » .
Tercemesi:
Bize Müsedded, ona Yahya, ona Ubeydullah, ona Hubeyb b. Abdurrahman, ona Hafs b. Asım, ona da Ebu Hureyre (ra), Peygamber’in (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etti:
"Yedi kimseyi Allah kendi gölgesinden başka gölge bulunmayan kıyamet gününde, gölgesinde barındıracaktır. Bunlar: Adaletli devlet reisi, Rabbine ibadet ederek yetişen genç, gönlü mescitlere bağlı kimse, birbirlerini Allah rızası için seven ve buluşmaları da ayrılmaları da bu sevgiye dayalı olan iki şahıs, itibarlı ve güzel bir kadın kendisiyle beraber olmak isteyince 'Ben Allah’tan korkarım' diyerek buna yanaşmayan erkek, sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar gizli sadaka veren adam, tenhâda Allah’ı anıp gözleri yaşla dolan kişidir."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Zekât 16, 1/470
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Hafs b. Asım el-Adevi (Hafs b. Asım b. Ömer b. Hattab)
3. Ebu Haris Hubeyb b. Abdurrahman el-Ensari (Hubeyb b. Abdurrahman b. Abdullah b. Hubeyb b. Yesaf)
4. Ubeydullah b. Ömer el-Adevî (Ubeydullah b. Ömer b. Hafs b. Asım b. Ömer b. Hattab)
5. Ebu Said Yahya b. Said el-Kattan (Yahya b. Said b. Ferruh)
6. Müsedded b. Müserhed el-Esedî (Müsedded b. Müserhed b. Müserbel b. Şerik)
Konular:
Dünya, Alem, arş, gölgesi
İftira, iffetli kimseye
KTB, DOST, DOSTLUK, ARKADAŞLIK
KTB, SADAKA
Müslüman, Genç, kendini ibadete veren
Namaz, cemaatle
NESLİN KORUNMASI
Sadaka, gizli vermek
Sevgi, Allah için sevmek
Teşvik edilenler, İffetli olmak
Yönetim, adaletli olmak
Zikir, gizli yapılması
Öneri Formu
Hadis Id, No:
36403, HM002468
Hadis:
حَدَّثَنَا حُسَيْنٌ حَدَّثَنَا جَرِيرٌ عَنْ أَيُّوبَ عَنْ عِكْرِمَةَ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ
لَمَّا قَذَفَ هِلَالُ بْنُ أُمَيَّةَ امْرَأَتَهُ قِيلَ لَهُ وَاللَّهِ لَيَجْلِدَنَّكَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ثَمَانِينَ جَلْدَةً قَالَ اللَّهُ أَعْدَلُ مِنْ ذَلِكَ أَنْ يَضْرِبَنِي ثَمَانِينَ ضَرْبَةً وَقَدْ عَلِمَ أَنِّي قَدْ رَأَيْتُ حَتَّى اسْتَيْقَنْتُ وَسَمِعْتُ حَتَّى اسْتَيْقَنْتُ لَا وَاللَّهِ لَا يَضْرِبُنِي أَبَدًا قَالَ فَنَزَلَتْ آيَةُ الْمُلَاعَنَةِ
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ahmed b. Hanbel, Müsned-i Ahmed, Abdullah b. Abbas b. Abdulmuttalib 2468, 1/709
Senetler:
1. İbn Abbas Abdullah b. Abbas el-Kuraşî (Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
2. İkrime Mevla İbn Abbas (İkrime)
3. Eyyüb es-Sahtiyânî (Eyyüb b. Keysân)
4. Ebu Nadr Cerîr b. Hazım el-Ezdî (Cerir b. Hâzim b. Zeyd b. Abdullah b. Şucâ')
5. Ebu Ahmed Hüseyin b. Muhammed et-Temimî (Hüseyin b. Muhammed b. Behram)
Konular:
İftira, iffetli kimseye
Yargı, Hadler-Cezalar
Öneri Formu
Hadis Id, No:
158096, BS21349
Hadis:
أَخْبَرَنَا أَبُو عَبْدِ اللَّهِ الْحَافِظُ حَدَّثَنَا أَبُو الْعَبَّاسِ : مُحَمَّدُ بْنُ يَعْقُوبَ حَدَّثَنَا عَبَّاسُ بْنُ مُحَمَّدٍ حَدَّثَنَا الْعَبَّاسُ بْنُ الْفَضْلِ الأَزْرَقُ حَدَّثَنَا حَرْبُ بْنُ شَدَّادٍ حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ أَبِى كَثِيرٍ عَنْ عَبْدِ الْحَمِيدِ بْنِ سِنَانٍ عَنْ عُبَيْدِ بْنِ عُمَيْرٍ حَدَّثَنِى أَبِى قَالَ : كُنْتُ مَعَ النَّبِىِّ -صلى الله عليه وسلم- فِى حَجَّةِ الْوَدَاعِ فَسَمِعْتُهُ يَقُولُ :« أَلاَ إِنَّ أَوْلِيَاءَ اللَّهِ الْمُصَلُّونَ أَلاَ وَإِنَّهُ مَنْ يُتِمُّ الصَّلاَةَ الْمَكْتُوبَةَ يَرَاهَا لِلَّهِ عَلَيْهِ حَقًّا وَيُؤَدِّى الزَّكَاةَ الْمَفْرُوضَةَ وَيَصُومُ رَمَضَانَ وَيَجْتَنِبُ الْكَبَائِرَ ». فَقَالَ لَهُ رَجُلٌ يَا رَسُولَ اللَّهِ وَمَا الْكَبَائِرُ؟ قَالَ :« الْكَبَائِرُ تِسْعٌ أَعْظَمُهُنَّ إِشْرَاكٌ بِاللَّهِ وَقَتْلُ نَفْسِ مُؤْمِنٍ وَأَكْلُ الرِّبَا وَأَكْلُ مَالِ الْيَتِيمِ وَقَذْفُ الْمُحْصَنَةِ وَالْفِرَارُ مِنَ الزَّحْفِ وَعُقُوقُ الْوَالِدَيْنِ وَالسِّحْرُ وَاسْتِحْلاَلُ الْبَيْتِ الْحَرَامِ مَنْ لَقِىَ اللَّهَ وَهُوَ بَرِىءٌ مِنْهُنَّ كَانَ مَعِىَ فِى جَنَّةٍ مَصَارِيعُهَا مِنْ ذَهَبٍ ».
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
, ,
Senetler:
1. Umeyr b. Katade el-Cündei (Umeyr b. Katade b. Sa'd b. Âmir)
2. Ubeyd b. Umeyr el-Cündeî (Ubeyd b. Umeyr b. Katade)
3. Abdulhamid b. Sinan el-Hicazî (Abdulhamid b. Sinan)
4. Ebu Nasr Yahya b. Ebu Kesir et-Tâî (Yahya b. Salih b. Mütevekkil)
5. Ebu Hattab Harb b. Şeddâd el-Yeşkürî (Harb b. Şeddâd)
6. Abbas b. Fadl el-Ezrak (Abbas b. Fadl b. Abbas b. Yakub)
7. Abbas b. Muhammed ed-Duri (Abbas b. Muhammed b. Hatim b. Vakıd)
8. Muhammed b. Yakub el-Ümevî (Muhammed b. Yakub b. Yusuf b. Ma'kil b. Sinan b. Abdullah)
9. Hakim en-Nîsâbûrî (Muhammed b. Abdullah b. Hamdûye b. Nu'aym b. el-Hakem)
Konular:
Büyük Günah, büyük günahlar
Cihad, meydanından kaçmak
Faiz, Riba
Hutbe, Hz. Peygamber'in veda hutbesi
Hz. Peygamber, veda haccı
İftira, iffetli kimseye
İsyan, anne-babaya isyan, saygısızlık
Kan dökmek, Mekke'de
Namaz, kul üzerinde Allah'ın hakkı
Oruç, fazileti ve eda keyfiyeti
Şehirler, Mekke, Haram Bölge Oluşu
Sihir, sihir/büyü
Şirk, şirk koşmak
Tecessüs, gizli halin araştırılması
Yargı, adam öldürmek
Yetim, Yetim malı
Zekat, fazileti